25 Ağustos 2021 Çarşamba

ANKARA İŞE EL ATINCA 4 ÖDÜL BİRDEN GELDİ

 

Ankara Üniversitesi, en yakın zeytin ağacına 450 km uzakta ama 1986 yılında başladığı zeytin çalışılmalarından sonra bakın neler oldu ve bunlar İLK KEZ oldu:

  • Hem Ar-Ge hem ticari anlamda Mobil zeytinyağı fabrikası projesiyle gen kaynakları ekonomiye kazandırıldı.
  • Uluslararası Zeytincilik Sempozyumu (ISHS-5th International Olive GrowingSymposium) düzenlendi. 
  • Uluslararası Zeytin Konseyi Türk Delegasyonunda Danışmanve Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi Kurumsal Üyesi oldu.
  • Zeytincilikle ile ilgili 6 bölümlük TRT belgeseli hazırlandı. (http://webtv.ankara.edu.tr/video/anadolu-mucizesi-zeytin)
  • AB Zeytincilikprojesi desteği alındı. 
  • Türkiye Büyük Millet MeclisiZeytincilikAraştırma Komisyonuna uzman danışmanlık hizmeti verildi. 
  • İlk kez sadece zeytin çalışan bir TEKNOKENT şirketine sahip oldu. 

Zeytincilikle ilgili sayısız Radyo ve TV programları, on-line veya yüz yüze eğitim faaliyetleri de cabası..

Bitmedi…

***

Yüksek Ziraat Enstitüsü olarak işe başlayıp,1948’den beri önemli işlere imza atan Ankara Ziraat, zeytinyağı ile temas edince..

Ülkemize uluslararası alanda 4 ödül birden kazandırdı. 

Çalışanı takdir edeceksiniz..

Bu bir erdemdir..

Çalışana da şevk verir, hız verir, onurlandırır. 

Münhasıran Bahçe Bitkileri Bölümü-ki Doç. Dr. Mücahit Taha Özkaya’nın büyük emeği vardır..

Zeytinle ilgili akademik çalışmalar, yurtiçi ve yurtdışı projeler ve yayınlanan makalelerini saymıyorum! 

Özetle bilimsel anlamda Ankara Üniversitesi zeytinciliğimize ciddi katkılarda bulunmuş

Ve bu anlamda bütün illere en yakın üniversite olduğunu da göstermiştir. 

Şimdi spesifik bir örnek vereceğim.

“İki devlet bir millet” dediğimiz Can Azerbaycan’dan bir iş insanı geldi;

Nurlan Yusufoğlu.. 

Azerbaycan Kültür Derneği’nin de kurucusu ve başkanıdır kendisi. 

Ankara Üniversitesi’yle yani Mücahit Hoca’yla temas edince Türkiye’de zeytinciliğe gönül verenlerden oldu. 

Ünlü filozof Aristo’nun mektep kurduğu Asos Behramkale’de zeytinciliğe başlayıp “Sıfır Atık” ileri teknolojisiyle ürettiği zeytinyağı ile tadım alanında Türkiye, 4 ULUSLARARASI ÖDÜL kazandı. 

Ankara Ziraat akademisyenleri, yatırımcı ve çalışanları da teşekkürü hak ettiler.

***

Mutfağın ötesinde bence zeytinyağı bir ilaçtır. 

Çiğ zeytinyağından cildinize, yüzünüze sürün, varsa yaranızı pansuman edin, iyileşecek, güzelleşecek, şifa bulacaksınız. 

Adım gibi inanırım ben buna. 

Yoksa en başta Kur’an-ı Kerîm olmak üzere bütün kutsal kitaplarda zeytinyağı neden konu edilsin ki?!

Bu arada siz hiç “Zeytinyağlı Dondurma” tattınız mı?! 

O da bir başka yazı konumuz olacak. 

Zeytin dostlarına ve Azerbaycan’a selam ve sevgiler.

18 Ağustos 2021 Çarşamba

"TİŞÖRT YAZILARINA KİM DUR DİYECEK?!

 

Ötesinde tam bir YOZ KÜLTÜR bence. 

“Yoz”; KABA, ADİ, BAYAĞI demektir. Ben buna “şeytanice, hileli, hatalı, bozuk” anlamlarını da yüklüyorum. 

***

Pek dikkat edilmiyor, hoşuna gitsin yeter ki.. 

Ne bulursa alıp giyiyor veya çocuklarına giydiriyor. 

“Bunun üzerinde yazan nedir, şu işaret ne anlama geliyor” diye hiç düşünmüyor. 

O masumların sırtında veya göğsündeki o yazılarla ne mesaj taşıdıklarını bilenler de gülüyorlar; ya acı acı yada kıs kıs ama gülüyorlar bunu bilesiniz.

***

Tişört veya şapka veya çanta üzerindeki yazılarla uğraşan biri var çok şükür hem de akademisyen. 

Konya Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi. Doç. Dr. Yağmur Küçükbezirci.

Yağmur Hoca “Tişört yazılarına kim DUR diyecek!” diye sormuş. 

Bilhassa tişörtlerle taşınan yazılarla ahlâk ve kültürümüze savaş açıldığını düşünüyor.

Aynen katılıyorum.

Satın aldığımız TİŞÖRT'lerin ön veya arka yüzlerinde neler yazdığını biliyor muyuz? 

"Nereden bilelim?" diyeceksiniz, çünkü hepsi İngilizce. 

Şimdi Hint, İbranî, Kafkas dilleriyle de mesajların verilmeye başlandığını söylüyorlar. 

“Tarz” olsun da ne olursa olsun alıp üzerimize geçiriyoruz.

Yozgat’ın Sorgun ilçesinde rastladım. Sırtında New York’daki ünlü özgürlük heykeli ve kocaman bir Amerikan bayrağı resmi taşıyordu. 

Resmi işaret ederek; 

“Ağır gelmiyor mu?” diye sordum, “Nasıl taşıyorsun” dedim. 

“Neyi abi?” dedi omzunun üzerinden tişörtünü çekiştirerek. 

“Amerika’yı” dedim, sırtında taşıyorsun?!

****

Doç. Küçükbezirci de arkasında "FOLLOW ME", "Beni takip et!" yazan ortaokullu bir kız çocuğuna sormuş, serde öğretmenlik var ya! 

"Kızım dedim” diyor, okulunu, kaça gittiğini soruyor ve "Tişörtün çok güzel ama üzerindeki yazının anlamını biliyor musun?" 

Çocuk da “bilmem” demiş, ne demek olduğunu sormuş. “Cevaplamadan önce” diyor hoca, 

“Biri senin peşinden gelse” derken çocuk irkilmiş, "Hayır" demiş "çok rahatsız olurum, korkarım" demiş. 

"Ama" demiş Hoca "Tişörtünde İngilizce 'BENİ TAKİP ET' yazıyor?!" 

Çocuk utanmış, tişörtü annesinin aldığını söylemiş filan.

Keşke o kadar olsa; “inanmıyorum” yazan tişörtle namaz kılanından, “sekse hazır” olduğunu alenen taşıyanlar var üzerlerinde. 

Ne hazindir ki diyor Hoca, bunun farkında olmayan yüz binler var. 

Ve bir ahlaksızlığın, densizliğin, kışkırtıcılığın, utancın, inançsızlığın aracı olduklarının farkında bile değiller!..

Ben de soruyorum, gerçekten bu tişört yazılarına KİM DUR DİYECEK?!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan mı?!

28 Temmuz 2021 Çarşamba

GELECEK NASIL GELECEK?

 

Televizyon yokken radyoydu en büyük zevkimiz, elimiz işte kulağımız radyoda olurdu. Tüfek icadının mertliği bozduğu gibi televizyonun, bilgisayarın icadı hepten keyfimizi kaçırdı.

“Ya cep telefonları” dediğinizi duyar gibiyim. Adı “cep” onların, genci yaşlısı elden düşürmüyor. Cep değil, bal gibi “el telefonu.”

“Bel telefonu” diyeni de duydum. Siyasilerle Anadolu’yu dolaşırken yanı başımda bir vatandaş; “Beni belden ara, belden ara” dediğini duydum. Döndüm ki telefonla konuşuyor. O da taşıdığı yere göre adlandırıyordutelefonu ama tutmadı.

***

“Memleket haberleri” idi radyo tutkumuz, saat başı “acans” denilen Anadolu Ajansı haberleriydi verilen. Gazetelerin okuyucuya birkaç gün geç ulaştığı yıllardı, radyo dünyaya açılan tek kapımızdı. Evlerde dedeler, neneler hepimizin en önemli eğlencesiydi radyolar. Radyo temsillerine bayılırdım. Yaz günleri iş günleri, radyo keyfi en çok kış geceleri yaşanırdı. Arada bir perde aralanır, sokak lambasından kar yağışı kontrol edilirdi.

Ne lapa lapa yağan kar kaldı, ne rahmet yağmur. Çorbanın da tadı yok. Tüm aile aynı kaptan yer içer aynı lezzeti bir başka paylaşırdık. Koptuk birbirimizden. Hafta sonu kahvaltıları dışında sofra bile kurulmuyor evlerde. Bir yığın yiyecek ortadayken “Ben yemem, istemem”ler çıldırtıyor anneleri. Öğünümüz de birbirimize uymuyor artık.

Her şeye hasretiz.

Hiçbir şeye doymuyoruz.

Hayatın lezzetini kaybettik belki de?!

“Bana mı öyle geliyor” diye düşünüyorum bazen, işin içinden çıkamıyorum;“Fastfood hayatlar, iphone konuşmalar, instagram ilişkiler, facebook tatminler bizi bozdu!” diyorum.

***

Daha beteri gelir mi?

Fransız General de Gaulle, bir röportajında daktilo, telefon ve radyoyu gösterip “Bunları birleştirecekler” derken belki de bir endişeyi ifade etmişti.

Şimdi şehirler kayboldu, köyler yok.. “Navigasyon”suz ulaşamıyoruz gideceğimiz yere. Yiyip içmelerimiz dahi öyle olacak. Fırından buzdolabına cepten(!) kumanda edilecek bütün eşyalar. Hamburger programlayıp lahmacun yiyeceğiz belki?! Anahtarlar olmayacak, kapınız sizi tanıyıp kendiliğinden açılacak, açılmayacak belki de. Giyim kuşam reflektörlü, rezistanslı olacak.

Daha beteri, “yapay zekâ”nın bize kumanda etmesidir ki fazla uzak değiliz. Velhasıl “yapay zekâ” öyle bir hayat yapacak ki belki geçmişe rahmet okutacak?!. Beş duyu ile sınırlanan insanı mahkûm demektir bu. O halde "Eşref" varlığın soyut boyutunu keşfetme zamanıdır geç kalmadan vesselam.


19 Temmuz 2021 Pazartesi

ALO KURBAN TELE BAYRAM!


“Kurban”, kelime olarak yakın olma, yakınlaşma demek, “akraba” da aynı

kökten.. Binlerce yıllık gelenektir kurban ve her inançta vardır.

Kendine göre YÜCE olan büyük güce, bir büyük iradeye korku veya korunma saikiyle boyun eğip, teslim olmadır bir anlamda.

Nedir büyük güç?

YARATAN’dır..Her şeyin sahibi, kâinatı düzgün bir şekilde çekip çevirendir. Bizim inancımızda Allahuteala’ya isnat eder. Adı anılınca “celle celal” denir, adının, şanının yüceliği tazim ve takdis edilir.

On binlerce derece harareti bir kürenin içinde barındıran, milyonlarca canlıya rızkını veren, hayatta kalmasını sağlayandır O.

“ULUHİYYET”in yani ilahlığın tarifidir bu.

Kurban kesmek O’na tabi olmanın ve teslimiyetin somutlaşmış halidir. Öyle güçlü bir duygudur ki bu; sığınılan toteme, mabuda insanların, hattâ çocukların bile kurban edildiği dönemler olmuştur.

***

Son din İslâm da kurban kesmeyi yasaklamamış, ET değil, İBADET olarak devam ettirmiştir. Kurban kan akıtmadır ki, dinî olduğu kadar sosyolojik, psikolojik ve dahi ekonomik yönleri vardır, uzmanından öğrenilebilir.

“Ee kardeşim, ben inanmıyorum” deyip inkârı seçen, büyük patlamaya, tabiataişi bağlayan da varelbet ve fakat patlatan kimdir, kurdun kuşun bu harikulade mühendislik hesapları kimindir!

Hz. Mevlâna “Kâfire yani inkâr edene de şükran borcumuz var” der MÜNAFIK olmadığı için!Ya olduğumuz gibi görünecek ya da göründüğümüz gibi olacağız kurban bilmem anlatabildim mi?!

Şu da unutulmamalı: Dükkânı kapatınca ne alıp nasıl sattığımız maliye, belediyece soruluyor. Şu kısacık ömrün da bir hesap soranı olacak muhakkak. Can boğaza düğümlenmeden,“Ay vahşet! Binlerce hayvancık canından oluyor” zırtapozluğuna da düşmeden bir hazırlık mutlaka gerekiyor.

***

Zaten bayramlar da değişti, bir nevi “alo kurban”, “tele-bayram” devri yaşıyoruz. Kurban beslenmiyor kesilmiyor lakin sokaklar kedi köpekten de geçilmiyor. Çünkü insan diğer canlılarla birlikte yaşama arzusunda ve ihtiyacındadır. Müşterek yaşamanın adıdır hayat. Şimdi amca, dayı, hala, teyze bile unutuldu. Biz böyle günlerin örfünü adedini onlardan öğrenirdik. Şimdi devasa sitelerde yalnızlığa mahkûm olduk.

Yine Hz. Mevlâna’dan bir sözüyle bitirelim: Bir ipi iğneye geçirmek kolay, iki ipin iğneye geçmesi için bükmek gerektir vesselam.

Çoluk çocuk birlik bütünlük içinde, daha güzel bir hayata ulaşmak dileğiyle bayramınızı kutluyor mutluluklar diliyorum.

30 Haziran 2021 Çarşamba

BU TOPRAKLARDA HÜKÜMRAN OLMAK


      Pergelin sivri ucunu Ankara’ya batırıp Rusya’dan Yemen’e Karayibler’den Türkmenistan’a uzanan bir daire çizdiğiniz zaman bu; 

62 devlet..

30 küsur triyon dolarlık bir ekonomi.. 

1,5 milyar insan anlamına geliyor.

      Yani para bu dairede dönüyor. 

      Bütün semavi dinlerin, kültürlerin merkezi burası, enerji kaynakları bu daire içinde yoğunlaşıyor.

Kıtaların birleştiği, imparatorlukların kurulup yıkıldığı bu coğrafyaya ‘dünyanın merkezi’ deseniz yanlış olmaz.

İnsanlık tarihinde yaşanan iki cihan savaşı da yine aynı daire içindeydi ve bu kanlı boğuşmada 100 milyon insan öldü.

Gerisini saymıyorum.

***

Şimdi, başınızı iki elinizin arasına alıp iki dakika düşünün;

Sizi, bu dairenin tam da ortasında bu topraklarda rahat bırakırlar mı?

Böyle bir coğrafyada mutlu, sakin bir yaşam sürülebilir mi?

Sürülürse de bunun şartları var.

Terör örgütünün arkasında 20 ‘ye yakın devletin olması bunun nedenini ortaya koyuyor. Aksi halde bu kanlı kışkırtmanın içinde olmaları nasıl açıklanabilir? İşbirlikçilerini de kolayca bulabiliyorlar maalesef.

Herkesin burada bir hesabı, bizimde bir hesabımız var

***

 İmparatorluğumuz dağılınca 64 devlete toprak verdik, 24 milyon km2 koca imparatorluk büzüşüp Türkiye olunca, haliyle çeperden merkeze bir sürü akımlar oldu, birçoğumuz oralarda kaldı.

Durmadılar, bu topraklarda yaşayan insanların dininde, mezhebinde, ırkında kökeninde siyaset yaptılar. Parti kurdurdular gerektiğinde, sayısız dernek, birlik ve vakıfla faaliyet yürüttüler.

‘İşçinin, emeğin partisi’ dediler, ‘zengin komprador’ diye suçladılar, sınıflara ayrıldık, memleket çocukları bir girdaba sokuldu, her şeyler ortalığa döküldü, “sağcı-solcu olduk, batılı, dinci, istismarcı, laik” diye ayrıldık, ayrılıklarımız körüklendi hep kışkırtıldık.

***

Hiç birleşmemizi istemediler. Neticede biz de birbirimizi kırıp geçirmek için önümüzde yığınla malzeme bulduk ve başarılı da olduk! 

Bizi bu duruma düşürenlerin ne partileri, ne bayrakları, ne de bir genel merkezleri vardı.. Her yerde faaliyet yürüttüler. Gerektiğinde bir direktifle olay çıkartıp suikastlar tertiplediler. Gün geldi al bayrağımızı, tüm kutsalımızı bize karşı kullanmaktan geri durmadılar. Dövülen bakanlar, kovulan generaller, daha neler. Herkes bildiğini anlatsa belki kıyamet kopar.

Gerçeklerin çıplak gezmek gibi bir huyu var. Bir gün yazılır, anlatılır bunlar. Bize düşen; aklımızı kullanmak ve tuzağa düşmemek. Aklını kullanmayan bu topraklarda hükümran olamaz, yok olur gider, bunu bilmemiz ona göre tavır sergilememiz gerekiyor.

tezcan.ahmet@gmail.com


22 Haziran 2021 Salı

ANKARA TAM YOL


Şehrin Eskişehir çıkışında, Armada alışveriş merkezinin önünde büyük bir çapa vardır. 

Bozkırın ortasında Ankara gibi şehirde, gemi çapası ne iş, bir sahil şehri olsa elbet anlamı olur?!

Derler ki Ankara’nın ilk kurucuları; deniz kökenli bir kavimdi..

Yahut bu bozkır vaktiyle uçsuz bucaksız bir denizdi de ondan. 

Öyle olmalı. 

Bu çoğu sularla kaplı mavi küre içinde Türkiye’nin oluşumu zaten hayrettir, meraklıları bilir.


Çapa olayına gelirsek..

Ankara’nın simgesi “çapa” için şu hikâye anlatılır: 

Polatlı’da Gordion şehrinde Frig kralı Midas rüyasında bir gemi çapası görür ve oraya bir şehir kurarsa bu şehrin kendisine mutluluk getireceği söylenir. Bir rivayete göre gemi çapası anlamına gelen “Anker” veya “Ankira” da Midas’ın bu şehrine isim olur.

***

Ankara kuruluş hikâyesine uygun bir gemi gibi şimdi tam yol ilerliyor.

 “Tam yol” bir denizci tabiri.. 

Yazının başlığını bu nedenle seçtim.. 

Tekne halat alıp yarım yol iskeleden salimen ayrılınca, deniz trafiği müsait, hava muhalefeti de yoksa kaptan tam yol levyeyi basar.

Bundan sonrası daha da önemli.. 

"Tam yol giderken tornistan vurulur mu, vurulursa tekne kaç boyda durur, dümen dinlemesi için ne kadar süre gerekir? 

Bu sorular denizcilikte önemlidir?

Rüzgâr da çok önemli denizcilikte.. 

"Teknenin kıçı ne tarafa gelir, sallar mı, teknenin üzerinde hiç yol yokken rüzgâra göre nasıl durduğu yahut saldığı gibi bir yığın bilinmesi gereken kurallar var. 

Hele yelkenli ise teknenin rüzgârı nasıl sevdiğini görmek, kuvvetli rüzgârlarda teknenin yatma durumunu bilmek çok önemli!

***

Söz açılınca “Hepimiz bir gemideyiz” diyerek ortak bir yön bulmaya çalışırız. Madem aynı gemideyiz denizcilik kurallarını da bilelim istedim.

Şimdi her türlü fırtınalı, dalgalı durumlara alışık Karadenizli bir Kaptan’la güvenle ilerlediğimize bakmayın..

Son 60 yıl memleket hiç de sağlıklı sularda seyretmedi..

Kâh fırtınaya tutuldu kâh karaya vurdu, çok şey kaybettik, çok zaman yitirdik. 

O nedenle süt gibi yoğurda da üfler olduk.

***

En sevdiğim şeylerden biri de denizcilikte “sağ” ve “sol” tabirlerinin hiç olmamasıdır.

Denizciler sağı - solu “İskele-sancak” kavramlarıyla tarif ederler..

“sancak” tır sağ, sol da “iskele”..

Gemidekiler denizcileri örnek alıp sağ-sol kavramlarını da aşıp hal ve hareketimizi geleceğe ayarlayarak, her türlü zararlı cereyana karşı birlik bütünlük içinde bir yol bulmalıdırlar. 

Kimsenin kimseye merhameti olmayacağı son NATO zirvesinde görüldü. Orası kurtlar sofrası, yıkılırsan parçalarlar.

Ecdat 20 küsur milyon kilometreye varan devasa topraklarda koca bir imparatorluk kurmayı başarmışsa; biz de bu ülkeyi yer yüzünde güçlü kuvvetli bir yıldız yapabiliriz. 

Herkesin aklını başına alıp öyle hareket etmesi gerekmektedir vesselam. 

15 Haziran 2021 Salı

VATANA İHANET NE, HAİN KİM?

 

Yine soruyoruz, geçen hafta Haber Heybesi’nin yüküydü bu konu.

Kime yük değil ki?!

Vatana yük, Millete yük, Devlete yük…

Devletin temelini yıkmak üzere bir eylem ortaya konulduğunda maşerî vicdan bunu “hıyanet” diye tarif edip mahkûm eder zaten. Başsavcılığın dava açıp kararı Anayasa Mahkemesine havale etmesini de benşahsen bunun gereği ve gereğinin icrası olarak addediyorum.

***

Eskiden “HIYANETİ VATANİYE KANUNU” vardı. Büyük Meclis’in 2 numaralı kanunuydu. Bu kanun29 Nisan 1920’de Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında otoriteye karşı çıkacak kişi ve gurupları etkisiz kılmak üzere hükümetin elini güçlendirmek için çıkarılmıştı, diyordu ki: Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine isyanı mutazammım kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet ve ifsadatta bulunan, haini vatan addolunur”

Yani günümüz Türkçesiyle;

Büyük Millet Meclisi’nin meşruluğuna başkaldırma niyetinde olarak,

SÖZ, EYLEM ve YAZI ile karşı koyanlar ve karışıklık çıkarmak isteyen kişiler vatan hainidir.

Büyük Meclis kurucu iradeydi o zaman; Devlet idi, milletin yegâne iradesiydi bir bakıma.

***

Şimdi sıkı durun…

12 Nisan 1991’de Terörle Mücadele Kanunu ile Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nune hikmetse yürürlükten kaldırmış, yerini tutacak bir kanun da çıkarılmamıştır. Sadece cumhurbaşkanları için bir ibare vardır o kadar.

***

Günümüz Türkiye’sinde hainlik diye bir suç tanımlanmış, tarif edilmiş değildir anlayacağınızböyle bir kanun yok.

Sual:

  • Eylemi suç sayan kanun yoksa eylemcinin ihaneti nasıl karşılık bulacak?
  • Terör, terörist nedir peki, bu suç “Vatana ihanet” kapsamına girmez mi?
  • Mehmetçiğimizi, sabi yavruları, masum sivilleri katledip milleti kahrolurken, teröristi gülücükle kucaklayıp onlara “canımız ciğerimiz” muamelesi çekenler hangi kategoriye girer peki?

***

Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak, düşmanla yani Kandil’le (siz gerilla deyin) anlaşmak, millî yararlara karşı hareket, güvenliği tehdit, tahrip ‘vatana ihanet’ denmese de hainlik kapsamında suçtur.

Ecdat, Devletin birliği, bütünlüğü söz konusu olduğunda kardeşini, amcasını dahi boğdurmaktan geri durmamış, kimsenin gözünün yaşına bakmamış da biz bunları mahkûm etmeyip maaş ödemeye devam mı edeceğiz? Bir bedeli olmayacak mı ödenmesi gereken?

Yan yana koyduğumuzda katil bile hâinden bir gömlek üstündür; eli silahlıdır hiç olmazsa katil olduğubellidir. 

Ya bu kravat-gömlek lâcilerle dolaşanlar?!


9 Haziran 2021 Çarşamba

HAİN KİM, CEZASI NE?

 

Evet, “hainlik, hıyanet” nedir, “hain” kimdir ve cezası nedir?

Soru bu…

Bir kere bunun tespit edilmesi lazım.

Sözlüklere bakarsan tarif belli:

“Hıyanet eden, ihanet eden (kimse); kötü bir niyet taşıyan. Zarar vermekten, üzmekten ya da kötülük yapmaktan hoşlanan –tam ifadeyle- “HAYIN” dır. 

Tarif bu.

***

Mevzuata bakarsanız en somut, en müşahhas tarifiyle açık seçik belli olmadığını göreceksiniz. 

Ben hukukçu değilim ve sordum, dediler ki:

TCK’da yani Türk Ceza Kanunu’nda “VATANA İHANET” adı altında bir suç yoktur.. 

İlginç değil mi? 

Ve devamla:

“Çağdaş ceza hukukunun temel ilkelerinden biri olan “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi gereğince vatana ihanet adı altında bir suçun düzenlenmesi bu ilkeye ters düşer. 

Zira bu isimde bir suç birçok suç oluşturan fiili kapsayabilir. 

Mesela, kin ve düşmanlığa tahrik..

Devlet sırlarını açığa vurma.. 

Anayasayı ihlal, "vatana ihanet" kavramı altında toplanabilir. 

Oysa bahsettiğimiz kanunilik ilkesi gereğince tüm suçların "kazuistik" bir şekilde düzenlenmesi gerekir.”

Evet, böyle dediler…

***

“Kazuistik” kelimesini de Molla Google’dan öğrendim:

“Yasalarda boşluk bırakmamak..

Nesnel olmak, keyfiliği engellemek ve hukuk güvenliğinin sağlanması için yasaların, konuyla ilgili, çıkabilecek tüm sorunları öngörmeye çalışarak düzenlemesi” imiş..

Anlayan anladı, uzatmayalım, benden hukukçu olmayacağı ortada…

Ancak şu “HIYANET” ya da “İHANET” meselesine gelince..

Sokaktaki vatandaşa döndürüp sorsanız cevabı eminim cevap şöyle olacaktır:

“İHANET, VATANA MİLLETE KARŞI FENA MUAMELEDİR VE

CEZASI DA ÖLÜMDÜR.”

O zaman bunun böyle tarif edilip cezanın infaz edilmesi gerekir. 

Bu “FENA MUAMELE” ifadesi de lastik gibi..

“fena” nedir, muamelesi nasıldır, tarife muhtaç?!

***

Bir zamanlar bakanlık mevkiinde de bulunmuş olan devlet adamı 

Kamuran İnan; (“Devlet” adıyla kitabı da var)..

“Türkiye’nin çok kolay hain ürettiğini” söylüyor, sayı bile veriyordu..

Diyordu ki; 

“Türkiye’de 200 binin üzerinde hain var bunlar Devlet tarafından biliniyor.” 

Yani kayıt altında..

Yalnız bana söylemedi bunu birçok sohbetinde kullandı.

TV’de bile söylediğini hatırlıyorum. 

Kim bu hainler acaba? 

Ne suç işleyip nasıl yaftalandılar, açıklansa da bilsek diyormuşum?!

***

Doğumuzda güneydoğumuzda, ehli sünnet inancında, muteber ‘şeyh’ler, ‘şıh’lar, ‘seyyid’ler, on binlerce dönüm arazisi, köyleri, köylüleri olan, aşiret reisi ‘ağa’larımız var..

Bir ömür “körfez emiri” gibi itibar görüyorlar. 

Bir dedikleri iki edilmez, sözleri demire geçer de dağlara geçmez mi? 

Daha geçen gün fidan gibi bir teğmenle bir korucumuzu toprağa verdik.

Konya’dan, Yozgat’tan, Van’dan, Bitlis’ten memleket evlatları 

hain emellere hedef olup yetimler bırakırken; 

Seslerini gür bir şekilde neden yükseltmezler, 

Fiili bir harekette bulunmazlar..

Anlaması gerçekten güç?!

Kim onların seslerini kısıp sözlerini kesebilir? 

Yoksa demokrasi geldi “feodalite” sona erdi de(!) bizim mi haberimiz yok?!


2 Haziran 2021 Çarşamba

TABİATA KULAK VER..

 

Yaz mevsimi, ormanlarımızın yanma (yakma) mevsimidir bir bakıma. 

177 acil yangın ihbar telefonudur..

112 ile de ihbarda bulunulabilir en baştan hatırlatmış olayım.

Orman yangınları benim çok etkilendiğim ve çok üzüldüğüm vakıalardır. 

Şöyle söyleyeyim: 

Haksızlık olmasın ama orman yangınları beni 

Ormancılardan çok daha fazla etkiler! 

Zaten doğrudan orman ile ilişkili olmayanların ruh halidir bu bir bakıma…

Ben bu durumu 

Yani orman yangını ile ormancı ilişkisini..

Ölü yıkamakla görevli gasilhane görevlisinin cesetle ilişkisine benzetirim:

Etkilenir mi, hayır!

Korkar mı yine hayır. 

Çünkü kim bilir  kaç cenaze geçmiştir elinden, niye etkilensin neden korksun ki?!

***

Geçen Eylül ayında Nallıhan’daki büyük yangını ormancılar gerekçeleriyle beraber çoktaan izah edip arşive kaldırdılar bile…

Lakin benim hafızamda o yangın hâlâ sıcaklığını koruyor.. 

1000 Hektardan fazla alanın, içindeki canlılarıyla birlikte kül olduğu..

Dosyası Cumhurbaşkanlığına kadar intikal ettirilen o yangın, son büyük NALLIHAN YANGINI ormancının elinde ARŞİV ve fakat benim kafamda henüz soğumuş söndürülmüş değildir.

***

Kızılırmak Kuş Cenneti de yanmıştı peşi sıra unutuldu gitti.

Orman yangınlarının hesabını birilerinin mutlaka vermesi gerekir. 

Bizde bu hesabı şimdiye kadar kimse ödememiştir.

Geçtik!

***

Dünyada her yıl 16 milyon hektar orman alanı yanıyormuş.

Dakikada 21 hektar…

Hiçbir zayiat bu kadar büyük değildir..

Çünkü orman yangınları geleceğin yok edilmesidir.

Ülkemizde 1937’den bu yana 100 bin yangında 1,5 milyon hektarı aşkın orman alanı yangınlarla yok olmuştur. 

Prof. Dr. Hayati Doğanay’ın tespitidir bu. 

1,5 milyon hektar yani 15 000 Km2

Arazisi en büyük ilimiz Konya 41 Km2

Bu hesapla yangınlarla yok olan orman alanı sizce kaç Konya eder?!

Orman yangınlarının yüzde 94’ü insan kaynaklı ve son 30 yılda dünya orman örtüsünün beşte biri yok olmuş.

***

Açık arazide yahut bir tepenin başında beş dakika sessiz kal…

Çiçekleri, böcekleri, ağaçları dinle..

Baharın en gümrah günlerinde yeryüzünün uyanışını seyret…

İstersen yum gözlerini, kulak ver tabiata; 

Kuş cıvıltılarıyla beraber rüzgâr tüm bedenini okşasın..

Ilık bir bahar gününde güneşin sıcaklığını hisset.

Sonra orman yangınlarını, çiçeklerin, böceklerin feryadını düşün..

Ve bu felakete insan olarak katkın nedir bulmaya çalış…

Tüm canlılar adına, iki dakika…

Hesaplaş kendinle…