27 Mayıs 2021 Perşembe

ŞEHİRLER VE SEMBOLLERİ

 Ahmet Tezcan

ankhaber

ankhaber 9. sayfa

İnsanlar, yaşadıkları şehirleri sembolleştirmek, sembollerle ifade etmekten hoşlanıyorlar. Yönetim anlayışından yahut tarihin bunda rolü bulunabilir. 8-10 köşeli yıldız Türklerin adeta "power icon" u, güç simgesi olmuştur. Konya, asırlardır çift başlı kartal ile temsil edilmektedir mesela, Selçuklunun payitahtıdır.  

Paris bir sahil şehri değildir ama üzerine "kral tacı ile süslenmiş bir yelkenli" ile temsil edilir. Ayı deyince Rusya akla gelir ve fakat Moskova, at üstünde mavi pelerinli bir komutanın ejderha ile mücadelesi sembol olmuştur. Altın taçlı ayı Almanya'nın başkenti Berlin'in simgesidir. 

Londra'da şehir arması olarak "beyaz zemin üzerinde kırmızı haç" işareti seçilmiştir ama İngiltere'nin Portsmouth ve İrlanda'nın Drogheda şehirleri şaşırtıcı biçimde AY-YILDIZ'lı armalarla temsil edilir. Bu şehirlerin popüler spor kulüplerinin armaları da aynı şekilde hilâldir ve üzeri 8 köşeli yıldızla süslenmiştir

Prof. Ekrem Buğra Ekinci, haçlı seferlerinde Kıbrıs'a uğrayan askerlerin burada gördükleri ay-yıldız sembolünü adaya götürmüş olabileceklerini söyler. Prof Ekinci, Sultan Mecid döneminde Britanya'ya gönderilen Türk denizcilerinin lacivert ceket, kılıç ve kemerleriyle büyük sükse yaptığını ve bu şehirlerde limana demirleyen üzeri ay-yıldız armalı Osmanlı firkateynlerinin hayranlıkla izlendiğini anlatırken; ay yıldızlı armaların o günlerin bir yansıması olabileceğini kaydeder. 

***

Türk denizcileri demişken; kolera salgınında bu denizcilerimizden 26'sının koleraya yakalanıp Portsmout'da hayata veda ettiklerini kim hatırlıyor? 

Vatanlarından çok uzakta, Porstmout Türk şehitliğinde ay-yıldızlı mezar taşları altında yatmaktadırlar, Rahmetle anmadan geçemiyorum. 

Kim bilir? 

İngiltere'de ve dünyanın pek çok köşesinde nice hüzünlü hikâyelerimiz vardır..

Unutulmuştur. 

Oralarda görev yapan diplomatlarımız veya yolu buralara düşen vatandaşlar dünyanın 76 noktasındaki şehitliklerimizi bilip, bulup bir Fatiha bağışlamışlar mıdır?  

Okullarımızda çocuklarımıza anlatılmazsa kim bilir bizim bu hüzünlü hikayelerimizi? O da bizim üzerinde çok düşünmemiz gereken bir başka hüznümüzdür vesselam!

***  

"Ankara’yı nasıl ifade edelim, simgemiz KEÇİ mi olsun, BOYNUZ mu" diye biz de yıllardır tartışır dururuz. "HİTİT KURSU veya ATAKULE, yok yok ANKARA KALESİ Başkentin sembolü olmaya en layıktır" gibi önermeler olmuştur. Camiye, minareye mesafeli tahammülsüz bir kitle maalesef vardır bu memlekette. Mesafesizler layıkıyla davranmış mıdır diye de sorulabilir. Neticede bir kubbe ilavesiyle "ortaya karışık" bir Ankara şehir arması halen tartışılmaktadır..  

Müşterek taraflarımızı ortaya çıkarmak yerine "kavga sebebi" bulmakta çok mahir(!) olduğumuzdan Atakule’li-Minareli sokak tabelaları ve flamaları tahrip eden bir güruh da türemiştir bir ara.. 

Başkasına ihtiyaç yok zaten, biz her gün bir ayrılık sebebi bulabilen belki dünyanın tek ülkesiyiz. Şehirlerarası rekabetlerimiz de aynı şekilde hırpalayıcı olabilmektedir. Şimdi hatırlatıp yaraları kaşımak istemem.

***

İspanya’da Barselona ve Madrid için Barselonalılar “karı-koca” benzetmesi yapıyormuş. “Biz çalışırız Madrid yer” diyerek başkent Madrid'i suçluyorlarmış. Aralarındaki amansız çekişme İspanya’nın “boğa” sına inat Barselona’da “eşek” ile sembolleşirken; “Neden eşek?”  sorusuna bölge halkı; “Bütün yükü biz çekeriz de ondan” diyorlarmış.

Bizde eşek heykeli, hiç kimsenin bir şey diyemeyeceği ve herkesin çok sevdiği Nasreddin Hocamızın ters binişiyle ancak kabul görmüştür.

Hoca’nın eşeği İspanya'ya kadar gitmiş, Hoca’nın hemşerisi sembolü eşek olan Barselona’ya turist olarak giderse, muhabbetin “eşek” üzerinden  gelişeceği muhakkak. Akşehir’in “en eski” gazetesi Pervasız’da, İspanya anılarını yazan Sefer İpek, Nasreddin Hoca ve eşeğini gösterince; "siz de mi?" demiş Katalanlar şaşkınlıkla.. "Yok" demiş Sefer İpek, Nasreddin Hoca'yı ve eşeğini Barselona'da bir güzel anlatmış ama eşeğe ters binmeyi bir türlü kavrayamamış Katalanlar. 

Şehir sembolleri bizde dört ayaklılarla pek temsil olunmaz, olursa alay ve kavga konusu  olur.  

Simge bulmak için tarihe, geleneğe bakmak ve yerli halkın karakterini gözetmek gerek. 

Karadeniz “Balık” sembolüyle temsil edilebilir mesela kimse de bir şey demez!

***

Son zamanlar İspanya’ya (bilhassa Endülüs) e “takmış” durumdayım. Pandemide nasıl olur bilmiyorum ama bir imkân bulsam ver elini Andalucia..  Kurtuba (Cordoba), İşbiliye (Sevilla) Tuleytula (Toledo), Gırnata (Granada) ve.. 

“El galibe illallah” sözünün duvarlarına dantel gibi işlendiği Elhamra Sarayı, görmek istediğim yerlerdendir ölmeden..

***

Netice itibariyle şehirlerdeki bazı yapılar, durumlar, semboller, bütün dünyada her zaman tartışma konusu olabiliyor. Günümüzün şehir mimarisinde “estetik” konusunu, insan- doğa ilişkilerini geliştiriyordum kafamda, söz nereye geldi!

Siz ne tasarlarsanız tasarlayın günümüzde yönetici ve yatırımcı kriterleri, şehirlerde aradığımız estetiğe her zaman bir engel oluşturabilmektedir. 

Başkentin Çapa ile temsili de antika bir merak. Bilip bulup ortaya çıkarmak tamam da anlatabilmek ve yerleştirmek zaman istiyor. Neyi nasıl anlatırsanız anlatın başarı ne kadar anlaşıldığındadır.  

Ve son olarak:

Çankaya Belediyesi bir otobüs gönderip Yaşamkent'i inletirken Şenol Güneş Parkı önünde yarım bıraktığı 20 metrelik yaya kaldırımını tamamlasa vatandaşa daha sempatik gelecektir.  "Atlatılırız, azar işitiriz diye belediyeye telefon dahi edemiyoruz" diyor vatandaş, Biz de Mansur Başkan'ın, Alper'in kulaklarını çınlatıyoruz. Öyle kaldırımlar öyle sokaklar var ki yarım günlük iş olduğu halde el atılmadığı için aylardır bekliyor ve fakat  23 Nisan, 19 mayıs, 29 Ekim bayramlarında ihtiyar-çocuk düşünmeden sokakları gümbürdemek Belediyeye belki daha kolay geliyor. 

Ben bunları yazacaktım, sonra sözü şehirlerdeki beton kuşatmasına, yanlış aydınlatmaya, ihmallere getirecektim. Estetikten vazgeçtik, nasıl bunaldığımızı, artık "rahat yaşanabilir"liği anlatacaktım bugün, bir başka güne kaldı. 

Şehir demek medeniyet demek, şehir şehir olmadıktan sonra simgesinin ne olduğu önemli mi? 


11 Mayıs 2021 Salı

ANNELERE ÖZEL GÜZEL BİR GÜN

Ahmet Tezcan

ankhaber

ankhaber Sayfa 9


Annesini bebekken kaybetmiş bir arkadaşım “Bir bakışta yüz çocuk arasından öksüz olanı bulurum” dedi ve ben bunu çok düşündüm.

Öksüz, malum annesiz olana denir.

Babasız olan da yetimdir, o da çok önemlidir ve fakat başka bir günün mevzusudur.

Anneler Günü’ydü yine de güzel bir gündü. Varsa hatırını sorduk, yoksa bir Fatiha ile andık onları.

Şiirler, türküler, sohbetler kaçınılmaz olarak günün gündemiydi bu hafta..

***

Mayıs ayının ilk Pazar günü annelere hasredilmiş.

Sebepleri var.

Süreç içinde AİLE’yi yok eden BATI, baktı ki her şey yok oluyor; böyle adanmış ÖZEL günlerle işi toparlamaya çalışıyor. En masum ifadeyle: “anneler günü”nün izahıdır bu.

Başkaca sebepleri de var elbet.

Böylesine özel günleri ekonomik yönüyle kullanmamak, yararlanmamak mümkün mü? Babalar, dedeler, sevgililer vs. gibi başkaca ÖZEL GÜNLER icat ederek duygular üzerinden ekstradan ve olabildiğince kazanç sağlanması önemli hedeftir. Aksi halde konforun, lüksün tekeri nasıl döndürülecek?!

***

Bizim terbiye sistemimizde her gün “anneler günü”dür aslında.

Lakin öyle bir dünyaya evrildik ki biz de onlar gibi düşünmeye başladık.

Anne terliğini unuttuk!

Öyle olunca psikoloji danışmanları, psikiyatristler dahil oldu hayatlara. Rejim, hijyen, diyet vs adı altında dayatılan alışkanlıklarımız işte gördük ki “pandemi” denen salgını önleyemedi maskelendi hayatlar.

Silah gibi “ruhsatla” taşınır oldu sevenler sevdiklerine.

***

Savaştan, açlıktan, perişanlıktan kaçan mazlum insanlara yardım etmeyip tekneleri batırdılar, botları patlattılar.

Sahile vuran AYLAN BEBEK cesetleri bile gaddarlıkları durdurmazken bebek katilleri anneler gününde en renkli görsellerle insanlığa yeni algoritmalar sunuyorlar ne gam..

Anne ölümleriyle nice hayatlar darmadağın olmuştur biliriz. Özellikle genç anne ölümlerine hiç dayanamam, bebeklere de.

Onların gözyaşlarının yeri göğü titrettiğine inanırım.

***

Anne-bebek ölüm oranı o kadar önemlidir ki ülkelerin en önemli “Gelişmişlik Endeksi” kabul edilir. Sadece bu rakamlara bakarlar ve notunuzu verirler.

Binde 40’lar seviyesindeydi bizde anne ve bebek ölümleri, 20 yılda yarıya düşürülebildi. Avrupa’da bu ölümler binde 4-9 seviyesinde ve onun için orası Avrupa.

Enflasyondan önce bu oranın tek rakama düşmesi gerekir ve Anneler Günü’nde esasen bunlar konuşulmalıdır.

Anne ve bebek ölümlerinde biz hangi noktadayız soru bu!

İyi başladık ve can yakan bir soruyla bitirdik.

Tüm anneleri kutluyorum, onlar bizim her şeyimiz.

6 Mayıs 2021 Perşembe

ANKARA’NIN YABANCI SEYYAHLARI

 

Eski İngiltere Büyükelçisi Ankara’nın yeşilliklerini öve öve bitirememiş hatıratında, Falih Rıfkı’ya Ankara’nın bağlarından, bahçelerinden bahsetmiş. Bugünü görseydi diyorum belki de dilini yutardı her halde şaşkınlıktan!

Fransız coğrafyacı George Perrot, 1800 lerde Ankara’ya gelmiş. Avgustus tapınağı kazısını o yapmış. Ermeni, Rum, Yahudi, Fransız ve İtalyan azınlıklardan, onların mezarlıklarından da söz ediyor. Zengin kesim o dönem şehrin güney doğusunda; süslü binalarda otururlarmış. Bugünkü Gaziosmanpaşa tarafları oluyor.

Bir şey değişmemiş demek ki?!

Türkler’in çoklukla Kale semtinde oturduklarını söylüyor Perrot..

Günümüzün gözde semti Çankaya’dan da “Çengi Kayası” diye bahsediliyor.

Çankaya adı buradan gelmiş olmalı, “Çengi” ve “kaya” kelimeleri birleştirilmiş. Atatürk, Reisicumhur Köşkünü yaptırıp yerleşince Cumhuriyet eliti de çevresine toplanmış.

****

İstanbul’daki Alman Hastanesinin ilk Başhekimi Dr. Mordmann da 19. asrın sonlarında Ankara’yı ziyaret eden yabancılardan..

Kent insanlarının çalışkan olduklarından bahsediyor Dr. Mordmann, yün, yapağı, tiftik üzerine nasıl uğraş verdiklerini anlatmış.

Birkaç yabancı dışında Türk hekim yokmuş o zamanlar Ankara’da. Dr. Mordmann, Ankara’nın o zamanki hekimlerini şöyle sıralıyor: Palermolu Leonardi, Yunanlı Rigas, Udimeli Bartalomeo Malfatti ve Fransız Duclos gibi birkaç isim sayıyor. Türk hekim yok muydu diye sormak geçiyor içimden, keşke birkaç Türk hekim ismine de rastlasaydık Mordmann’ın anılarında.

Tournefort ve Texier isimli seyyahlar kuş uçmaz kervan geçmez zamanlarda ne için gelip dolaşmışlarsa onlar da Ankara’nın sanayileşmesine dikkat çekmişler ve sanayi adına kayda değer bir şeye rastlamadıklarını anlatıyorlar.

19 yüzyılın başlarında Ankara’da faaliyet gösteren Levant Company ve East İndia Company adlı şirketlerdeki çalışanlar da olumlu bir kayıt vermiyorlar; “Refah adına bir şey bulamadık” diye not düşmüşler hatıralarında.

****

Bunları ben Nejat Akgün’ün, “Burası Ankara” adlı kitabından öğrendim, ilginç bilgiler var.

Anladığım kadarıyla 19 ncu yüzyıl Ankara’sı “seyyahlar” için iyi bir seçim olmasa da gelip gezmiş, dolaşmış ve bugünden bakıldığında “çok ilginç” notlarını ülkelerine taşımışlar.

Peki, bu isimler ya da başkaları sadece “gezgin” miydiler? Gezip görmek için mi ülkemizde bulundular? O yılların “turistleri” miydiler bunlar? Öyle kabul etmek bence saflık olur. Bu gezginlerin çoğunun ülkelerinin görevlendirdiği istihbarat amaçlı elemanlardan başkası olmadığını söylemek yanlış olmaz. Hatta daha da ileri giderek “özel görev” dışında çok değerli Anadolu kültür varlıklarının bu gibi elemanlarca yahut “arkeolog” adıyla ülkemizde dolaşanlar tarafından yurt dışına çıkarıldıkları bilinmektedir.

Şehir hayatı açısından şanssız dönemleri olmuş Ankara’nın, biz de bir yabancı gözüyle kısıtlı da olsa gezginlerin hatıralarından bunları öğreniyoruz.

Anadolu’daki ayaklanmalardan da Ankara çok çekmiş.. “Çete” diye adlandırılan zorbaların bahsi başlı başına bir konu. Kimdirler, ne cürümler işlemişlerdir gerçekten incelemeye değer. Bugünle kıyaslandığında belki de “masum” kalırlar?!

29 Nisan 2021 Perşembe

ANKARA’NIN KARDEŞ KENTLERİ VE PARİS

 

İstanbul’un 50’ye yakın kardeş şehri varmış, Bursa’nın da 20. Acaba Ankara’nın kardeş şehirleri hangileridir diye merak ettim. Meğer Moskova başta olmak üzere Ankara da 20’ye yakın şehrin kardeşiymiş. Kiev, Bükreş, Üsküp, Tiran, Sofya, Saraybosna, Seul, Pekin, Tiflis gibi başkentler birer protokolle Ankara ile kardeşlik ilişkisi kurmuşlar. Hatta “kardeş şehir” ilişkileri nedeniyle Ankara’nın Avrupa Konseyi’nden ödülü bile varmış.

***

Kardeş Şehir ilişkileri, halkların birbirini yakından tanıması, kültür ve yaşantılarını öğrenebilmesi bakımından önemli. Kent kardeşlikleri simgeseldir aslında ve bu kardeşliğin temeli yine insan ilişkileridir. Farklı coğrafyada da olsalar, dillerinin, dinlerinin, gelenek ve göreneklerinin farklılıklarına rağmen insanların birbirleriyle dostluk kurmaları önemlidir. Kardeşlik ilişkisi derin bir ilişkidir, kardeşlik, ailevi bir kavramdır. Dolayısıyla sevgiyle yoğrulan bir ilişki olması gerekir. Bu ilişki paylaşıma dayanmaz, maddi anlamda bir ortaklık ilişkisi değildir. Eğer bir şeyleri paylaşmak üzere bir araya gelirseniz, paylaşılacak şeyler tükenince ilişkiniz biter.

Biz bu hep savaşan, güçlülerin zayıflara hiç insaf etmediği bu dünyada insanların hangi coğrafyada olursa olsun sevinçlerini, üzüntülerini, acılarını paylaşabileceğinden, bunun gereğinden bahsediyoruz. Hele ki dünya ölçeğinde yaşanan şu salgın iyiliğin, güzelliğin, yardımlaşmanın önemini ortaya çıkardı. Bu ilişki insanlığın gereğidir aslında. Halkları birbirine karşı yaklaştırır. İnsanlar sevgiyle beraber imkânlarını da paylaşabilirler.

***

İki ülkede şehirlerin kardeşlik ilişkisine daha çok belediyeler öncülük ediyor olsalar da bu ülke yöneticilerinin bilgisi tahtında gerçekleşiyor. Kardeşlik ilan edilirken bu şehirlerin önemli cadde ve meydanlarına da karşılıklı isimler veriliyor. Mesela bizdeki Paris Caddesine karşılık Paris’te Eifel Kulesine yakın caddelerden birinin adı da Ankara’dır; La Rue Ankara.. Paris’in bu caddesine Ankara adı 31 Ağustos 1932 yılında, Albert Lebrun’un cumhurbaşkanlığı sırasında yani Atatürk döneminde verilmiş. Karşılıklı bu jestler bir dostluk taahhüdüdür aslında..

Çünkü KENTLERİN KARDEŞLİĞİ bir anlamda HALKLARIN KARDEŞLİĞİ olarak algılanır.

***

Hal bu iken Macron Fransa’sının, Rusya ve Çin ile birlikte Türkiye’yi düşman ilan ettiğini duydunuz mu bilmiyorum. Birkaç hafta önce Fransa’nın önemli gazetelerinden Le Monde’da böyle bir haber yer aldı. Fransa’nın düşmanlık ilanı Türkiye’den henüz karşılık bulmadı.

Şimdilerde gerilim yaşadığımız Fransa, Paris’teki Ankara caddesinin adını da değiştirir mi bilinmez! Macron, Paris’teki La Rue Ankara’dan yani Ankara Caddesi’nden geçerken DÜŞMAN ilan ettiği Türkiye hakkında ne düşünür bilemeyiz. Ama şurası muhakkak ki; bizler Ankara’daki Paris Caddesi’nde yürürken Fransa’yı değilse bile artık Macron’u anmadan geçemiyoruz. Onun Türk ve Türkiye düşmanlığını, "İslamofobik" tavrını hatırlıyoruz.

Paris Caddesi’nin Ankara’da şimdi Türklere hissettirdiklerini Fransızlar La Rue Ankara’dan geçerken ne anımsıyorlar doğrusu merak ediyoruz?! Bir gerçek var ki Macron yüzünden Türkler bir süredir Paris’i hayırla yad etmiyorlar.

***

Araştırma sırasında Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce 2003’de “Kardeş Kentler Zirvesi” düzenlendiğini öğrendim. Zirvenin ardından bir de ”ANKARA DEKLERASYONU” yayınlanmış ve Ankara’ya gelen 17 kardeş kent belediye başkanı, ekonomik, sosyal, kültürel, sanat ve sportif alanlarda iş birliği yoluyla kentler arası kardeşliğin geliştirilmesi konusunu masaya yatırmışlar. Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’nun kulakları çınlasın.

21 Nisan 2021 Çarşamba

VİRÜS, MASKE YALNIZCA BİR SAĞLIK SORUNU DEĞİL!




Kanlı işgaller, savaşlar, anlaşmazlıklar İslam coğrafyasının zaten başlıca üzüntü kaynağı olmaya devam ediyor. Hiçbir Müslüman ülke yok ki ağız tadıyla bir ramazan geçirsin.

Müslümanlık, yalnızca ibadetten ibaret de değildir. Bizim dinimiz bir bakıma insan ilişkisidir cemaat olmayı, cem olmayı emreder. Hiç kimsenin sevabı bir başkasına yazılmaz ve ibadetler şahsidir ama bütün olumsuzlukların sorumluluğu ortaktır. Dînî ifadesi ile buna “muamelat” denir ki Müslümanlar bu noktada sınıfta kalmışlardır.

Birbirini sevmek yani “muhabbet”, birbirinin derdiyle dertlenmek, sevincini paylaşmak, yardımlaşmak bizim dinimizde ibadet kadar önemlidir. Mabetler bunun içindir, birlikte bir hali yaşamak, birbirine dua etmek, sorumluluğu paylaşmaktır.

***

Birlik beraberlik içinde değilseniz yalnızsınız ve yalnızlık günümüzün en önemli sosyal sorunudur. Milyonların yaşadığı semtlerde, devasa sitelerde yaşadığımıza bakmayın, KALABALIKLAR İÇİNDE YALNIZIZ.

Büyük ailelerin yerini çekirdek aileler aldı ve hızlı kentleşme ile birlikte sorunlar hızla çoğaldı. Ne ‘KENDİ’leştik ne ‘KENTLİ’leşebildik. ‘SİTE’leşen yaşamlar geleneksel aile dokumuzu olumsuz etkiledi. Yaşlılar eski evlerinden çıkmak, çocuklar yaşlılarla yaşamak istemiyor. Sayıları hızla artan sözde huzurevleri, zorunlu sığınılan kurumlar olarak buruk ama hızlı bir şekilde hayatlarımıza dahil oluyor.

İnsanlar, kapısını çalacak candan bir dostun sesine, ilgisine muhtaç. Selamsızlık, iletişimsizlik yüzünden birbirimize yabancılaşınca sadece yüzümüzü değil, bütün halimizi maskelemiş olduk! Bazı şirketler “Birbirimize daha güçlü bağlanıp daha çok sevmek mümkün mü?” diye çocuklara “Büyük Sorular!” sordurup bu ilgisizliği, ilişkisizliği ticarî olarak kullanıyorlar.

***

Gün geçtikçe yayılan, yayıldıkça endişeleri artıran virüsü, maskeyi ve maskeli hayatı yalnızca bir sağlık sorunu olarak görmek de bence yanlış. Virüs öncesinde de birbirimizle ilişkilerimizde tavır olarak maskeliydik sanki?!

İnsanoğlu yüzünü ve sözünü çok eskitti ve maske görünür oldu!

Bir an önce bu salgından kurtulmak istiyor isek insan olarak, Müslüman olarak, komşu, akraba, arkadaş olarak ilişkilerimizi samimiyetle yeniden tanımlamak durumundayız.

O reklamdaki çocukların sorduğu gibi birbirimizle gerçekten çok güçlü bağlar kurmadıkça ve birbirimizi daha çok sevmedikçe “büyük sorular” maalesef cevapsız kalacak ve belki başkaca sorunlar yaşanacak.

***

İnsan ilişkileri konusunda dinimiz en net şekilde ölçüyü koymuş, diyor ki: “İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de iman etmiş olmazsınız”

İşte şimdi özellikle bu müstesna Ramazan günleri; birbirimizi anlama, sevme ve bütün zamanların Rabbi’ne sığınma zamanıdır. Din, yalnızca ibadetten ibaret olmadığı gibi insanlığı da “yeme, içme ve haz peşinde koşma” olarak anlayamayız. Her davranışın bir sonucu mutlaka olur ve hak yerini bulur.


15 Nisan 2021 Perşembe

TUT BENİ ORUÇ!


Ramazan girdi, HAYIR söyleyip HAYIR işleriyle meşguliyet zamanıdır. Zaten Ramazanlar hem kendimize hem cemiyete karşı hoş, faydalı, güzel davranışların çoğalması ve süreklilik kazanması için bize tanınan yeni fırsatlardır.

Cuma, kandil günleri, dinî bayramlarımız da öyledir. Sadece “Kadir Gecesi”1000 aylık ibadete bedel, dolayısıyla “ÖMÜRLÜK” bir fırsattır Ramazanlar ki Cenabı Allah’ın müminlere bir lütfu keremidir.

Ne demek?

RAMAZAN, kelime olarak “sıcak günde yağan yağmur” anlamına geliyor. Serinletici yaz yağmuru gibi günah ve kusurlarımızın üzerine yağması murad ediliyor.

ORUÇ da; “günlük” anlamına geliyor, aslı Farsça. “Roze” kelimesinden türemiş, önce “oruze” olmuş, sonra “oruç” olarak dilimize yerleşmiş. Arapçadaki “savm” ya da “siyam” da yiyip-içmekten uzak olmak, hareketsiz kalmak ve her şeyden el-etek çekmek anlamına geliyor.

Oruç, Hicret’in ikinci yılında farz kılındı. Bakara183’de“Oruç, sizden öncekilere olduğu gibi size de farz kılındı” hükmüyle mü’minlere yükümlülük getirilirken, sorumluluğumuzun bilincine varmamız istenmektedir. Demek ki Müslüman olarak o günden bugüne1442ci Ramazan’ın içinde bulunuyoruz. Önemli olan ibadetin idrakidir, değilse aç kalmak değildir oruç.

Lûtfu, ikramı pek bol olan Allahütealâ “İçinde Ramazan olmayan bin ay” değer biçtiği bir Kadir Gecesiyle bize ömürlük fırsat sunuyor. Esas olan fark etmek. Değerlendirebilene, hakkını verene işte Ramazan’ın ilk cuması da müstesna günlerden biridir.

Ve fakat pandemi dediğimiz COVİT salgını ibadetleri de mecburen kısıtlamaktadır. İşte Ramazanlara camilere şölen havası katan teravih namazları bu sene olmayacak. Evlerde çoluk çocuk eda edilirse belki o masumlar hatırına bu salgın üzerimizden kalkar, maske cezasından da kurtulmuş oluruz diye düşünüyorum. Çünkü çevreme ve olan bitene baktığımda BU SALGININ YALNIZCA BİR SAĞLIK MESELESİ OLMADIĞINA İNANIYORUM.

Organların bayramı

Hz. Adem’e kadar dayanan Oruç, taşıdığımız bedenimiz için de adeta bir nevi “balans ayarı”. Merhum Dr. Haluk Nurbaki, itikadi boyutuyla birlikte orucun sağlığa katkılarını pek güzel anlatırdı. İç organlarımız dile gelse derdi, Ramazan’ı sevinçle müjdeler, bilhassa karaciğerimiz için bayramdır oruç.”

Bu yıl BEŞ YILDIZLI, BOL İSRAFLI İFTARLAR, “Ramazan Beach” saçmalıkları inşallah olmayacak. Bir kısım TV’ler de Ramazanı eğlence ve envai türlü yemek gösterisine çevirmekten vazgeçmeliler

Oruç bir kalıp

Son söz Hz. Mevlâna’dan. O, ibadete şeklen “kalıp” olarak niteliyor. Önü-sonu olan her şeyi; kelime-i şahadetin dahi sadece ağızdan çıkan bir söz olmadığını söylüyor. Öyleyse; İmsak’da başlayıp İftar’da biten de orucun kalıbıdır. Marifet, o kalıbın içini doldurabilmektir.

Bu vesileyle hayırlı Ramazanlar efendim.

8 Nisan 2021 Perşembe

ANKARA'NIN YILDIZLARI YOK OLDU!

Ahmet TezcanANKHABER

Anadolu bozkırının ortasında, -bir iddiaya göre- 3 bin yıllık bir kent Ankara. Hitit’ten İslami döneme derin bir tarih ve kültürü bünyesinde barındırıyor.

Peki, Ankara’da şehircilik anlamında bu yapıyı koruyan modern, münasip, mütenasip bir gelişmenin tam olarak sağlanabildiğini, zenginliklerin gün yüzüne çıkarılıp tanıtılabildiğini söylemek mümkün mü?

Filvaki birkaç dönemdir kontrollü bir gelişmeden söz edebiliriz. Birtakım gayretler, dönüşüm adına bazı çalışmalar var. Alt, üst geçitleri, raylı ulaşım araçları, uydu kentleriyle modern bir kent oluştururken bir yandan da betonlaşıyoruz sanki?! Şehirlerin de bir karakteri var. Dikine büyümeler giderek Ankara siluetini bozuyor, farkında mısınız?

***

Söz gelimi trafik neden rahatlamıyor?

Bizde METRO dünyanın ilklerindendir; İstanbul’da Galata-Karaköy arasında 100 sene önce kuruldu ve işletildi. Bir asırlık gecikmeyle şimdi, bütün şehirlerde toplu taşımayı bu yolla kurtarmaya çalışıyoruz.

Esas olan sağlıklı ve dengeli büyümedir. Birisi asfalt dökerken ötekisi yeni dökülmüş asfaltı yırtmayacak, doğalgaz, elektrik, su, kanalizasyon, iletişim, ulaşım koordinasyon içinde kurulacak.

İstanbul’da gazeteciler denedi; işçi görünümlü adamlar iş makinesi getirdiler, “çalışma var” levhalarıyla yolu kestiler, “kimsiniz, ne çalışması yapıyorsunuz?” diyen biri çıkmadı. DUR diyen, durduran, şehri koruyup gözeten bir idare, bir anlayış olacak. Aksi halde tabi ki biri yapar biri bozar.

***

Her bakımdan dengeli, modern, kolay bir şehir olması için gözetilmesi gereken evrensel ölçütler ve şartlar var. Bunları zamanında gözetmezseniz geleceğin kentini kuramazsınız. Alt yapısı, anıtları, yolu, kaldırımı, yeşil alanı hepsini birlikte düşünmek mecburiyetindesiniz. İleride tarihi ortaya çıkarmak, dokuyu koruyarak konforu yakalamak büyük sorun olur, büyük harcamalar, büyük istimlakler gerektirir ki sonrasında buna gücünüz yetmeyebilir.

***

Mesela ÇATI MİMARİSİ diye bir kavram var. Modern bir şehrin havadan da estetik görünmesi gerekiyor. Bizde pek duyulmuş değildir. Yer doldu, gelecekte ulaşım yerden çok havadan sağlanacak. “Tepeden bakmak” değil… Bu şehri, Başkent’i, Ankara’yı havadan gözlemleme imkânınız oldu mu hiç? Çatıları, yılankavi sokakları, kullanılmayan eşyaların doldurulduğu terasları, balkonları görmüş müydünüz?

Aydınlatma da şehir mimarisinin önemli bir parçasıdır mesela. Dünyada sadece şehrin aydınlatılmasıyla ilgilenen yüzlerce dernek, kuruluş var, “Göğü aydınlatmayın” diye slogan da üretmişler; “bırakın karanlık kalsın, yıldızlar kaybolmasın” diyorlar.

Ankara gecelerinde ise rastgele yerleştirilmiş projektörler, köşe başlarında ansızın karşınıza çıkan ışıklı bilbordlarla biz Ankara’nın yıldızlarını yok ettik, semayı göremiyoruz. Vahşi aydınlatmalar insanı kör ediyor adeta!

***

Çankaya Belediyesi’ne bir hatırlatmayla yazımızı sonlandıralım. Yaşamkent’de Şenol Güneş Parkının doğusundaki 20 metrelik kaldırım 4 senedir niçin tamamlanmıyor? Vatandaşlar soruyor. “Belediyenin kar-tuz araçları da bu kış mahalleye hiç uğramadı” diyorlar. Semt sakinlerinin sokak köpekleriyle de başları dertte. Duyurmuş olalım.

Velhasıl, lafla peynir gemisi yürümüyor, bu şehir başşehir ise özel önem ve özel ihtimam gerekiyor vesselam.

2 Nisan 2021 Cuma

DUA DUA BİR HAYAT..





Ş
aban ayının tam ortası, değirmi bir tepsi gibi mehtabın gecede yerini almasını bekledik dua dua bir kutlamaya şahit olması için. Kandiller BERAT için yanınca sessiz yakarışlar dudaklardan dökülür.

Kaçıncı kez tekrarlanıyor bilmem ama af-mağfiret dilekleriyle münacatımız aynı. Gönlün arzuları dudaklardan semaya yükselirken bir büyük kudrete sığınmak ne güzel.

Bütün bir kâinatın sahibi, hükmüne sual olunmayan tek ve büyük güç dönüp bakmaz mı ALLAH deyu feryat figan yalvarıp yakaranlara? Hiç razı olmaz mı?

Eminim olmuştur.

Onun istediği samimiyet, belki iki damla gözyaşı katarak boynunu büktüysen karşılığını alırsın. O haliyle senin dudaklarından dökülecek de havada kalacak dilekler, merhamet sahibine ulaşmayacak öyle mi?

Asla…

Bir bir kayda geçti, kalan ömrün içinde nasıl mukabele edildiği mutlak görülür. O vaadinden dönmez, sen de dönme ve gör, göstereceğini.

Ama tam da orada çok önemli bir nokta var:

Unutmayacaksın, hep hatırında olacak…

Çok zordaydın, istedin o da verdi. BEN demeyeceksin. Yakarışlarını hatırlayacak ve O, diyeceksin O… Ben istedim o da verdi, nasıl teşekkür etsem bilmem ki?! Boynunu büküp dudaklarından dökülecekler seni mutmain, Hakkı razı edecek kim bilir?! Yaratıcıyla yapılan bu alışveriş gözlerimiz kapanana kadar böyle devam etse gitse. Meselenin esası bu zaten. Doğuştan içine yerleştirilen iman ve inançla korkuyu yenmek ve sevgiyle dolduracaksın hayatı.

***

Şaban ayının tam ortası, mehtabı en parlak en büyük haliyle seyrederken lisedeki resim hocamız Reşit Kızılkan’ı hatırlamadan edemiyorum. Komple bir sanatçıydı, sanatın sunumunu bütün bir duyguyla yapardı…

“Dün gece mehtabı seyre daldım,

Öyle bir an geldi ki mehtabı sen sandım.”

Hüzzam şarkı onun bestesiydi. Resim hocasıydı, duygularını renk renk tuvale nasıl döküyorsa kanunuyla, kemanıyla da melodi olur dillere gönüllere yansıtırdı. Bir başka adamdı Reşit Hoca, duyguyu renk renk nota nota ondan öğrendik. Ayın on dördüyle mehtabı, berat berat bir kandil gününde onu da hatırlamış olduk.

O tek parçalık hüzzam resitalini tamamlarken, biz tek varlığı tek sığınak belleyerek; millet ve memleketle beraber bu hüzzam geceyi yaşamış olduk.

Güzel dilekler vardı dillerde, gönüllerde. Günahlarımızı hatırladık mahcup, mütereddit, neticedenedamet baskın çıktı.

Bizden istemek…

O her şeyin sahibi, görüp gözeteni, doyurup, büyüteninden tek isteğimiz af ve mağfiretti. Mahcup etme, mahzun etme dedik, mahkûm etme, mahrum etme dedik, muhtaç olup mağdur edilmeyi istemedik. Mağrur da olmayalım, nasıl büyük bir sınavdır kibir, insanı yerle bir eder.

***

Hiç bitmeyecekmiş gibi yaşayıp dönülmez akşamın ufkundaki son bahçede bizi bekleyenler de nasiplendiler bu alışverişten. Onlar adına da yakardık. Yarın biz de bütün unvanlarımızı bırakıp döneceksek -ki mutlaktır- bizim de arkamızdan son bahçedeki bekleyişimize bağışlar olsun. Bilmeden kırıp döktüklerimizi tamir olsun. Bedenlerimizi terk edince tek gıdaya muhtacız sadece duaya… Ve dua dua bir ömrümüz olacak herkes toplanana dek orada… Beden yüküyle yaşayanlara kalsın yudumlarla su, lokmalarla yiyecek. Kurtulunca bu bedenden, olmayacak duadan başka şeye ihtiyacımız!

***

11 ayın sultanı Ramazan’ın yaklaşmakta olduğunun işaretini Berat ile aldık inşallah. “Ümmül Kitap” yani Kitapların Anası bütün olarak o gece yeryüzüne indirildi. Dünyalıklarımız da o gece belirlendi. Telefonları kilitledik ve dua dua birbirimizle kenetlendik o gece.

25 Mart 2021 Perşembe

ANKARA'NIN MANEVİYATI

ANKHABER 


0

Ne zaman bir Ankara bahsi açılsa mevzu Kale’den ve Kule’den öteye geçmiyor, muhabbet Ankara’nın son 100 yılının etrafında dönüp duruyor. Neticede “İstanbul’a dönüşü” gibi bize göreAnkara’nın garip bir güzelliği dile gelir. Bunu söylemek için Yahya Kemal, anlamak için de “agâh” olmak lazımdır ki ünlü şairin asıl adı da zaten Agâh idi!

“Annemin sütü” benzetmesiyle dilimizi, Türkçemizi yücelten, yükselten ve onu en iyi kullanan bir başka “kemal”dir Yahya Kemal… Elbette onu “Şair, yazar, diplomat, siyaset, fikir ve devlet adamı” olarak yetiştirip millete kazandıran “mektebin” Aziz İstanbul olduğu da inkâr edilemez.

Büyük söz ustasına “Ankara’nın güzel tarafı İstanbul’a dönüşüdür” sözünü neden söylediği de sorulmuş elbet; o da “Ankara’yı yermek değildi maksadım, İstanbul’u övmekti” derken ifadesinin nasıl büküldüğüne şaşmış kalmış olmalı.

***

Mevzumuz değildi, biz Ankara’yı anlatıyorduk ki, söz Büyük Usta Yahya Kemal’e dönünce iki çift de onun için söylemek gerekti:

Bu milletin en önemli meselesinin “Türk Aydını’nın mektepten Millet’e dönmeyişidir” tespitini bir cümleyle ve en doğru şekilde yapabilen bir Yahya Kemal, bu milletin çocuklarına mekteplerde adamakıllı neden anlatılmaz, okutulmaz ve neden öğretilmez de “olur olmaz kişilikler” bu milletin evlatlarına “rol model”gösterilir anlamış değilim. Oysaki Batı, önderlerinin, büyüklerinin yaşadıkları evi, altında oturdukları ağaçları bile anıtlaştırıp “ziyaretgâh” yaparak gelecek nesillere onlar üzerinden ufuk açmaktadır.

***

Şimdi gelelim Ankara’mıza…

Ankara’nın sadece Kale’den ve Kule’den ibaret olmadığı açık gerçek. Kale’yi her daim anlatırken, hemen kucağında bir asır boyunca maneviyata mahal olmuş Alâaddin Camii’nden de bir nebze neden bahsetmeyelim?

Ankara’nın maneviyatını oluşturan unsurları saklayıp gözden kaçırmakla Başkenti yarım anlarsınız ve tam anlatmış olmazsınız. (Diyanet de günümüzde benzer bir şey yapıyor: Bazı semtlerde derneklere teslim ettiği muhteşem camileri aydınlatmıyor, ezan sesini de kısarak 20-30 katlı devasa sitelerin ortasına mabetleri adeta gömüyor. Muhteşem gökdelenler arasında cılız kalan o minareleri görebilmek artık ne mümkün?!)

Bir Zamanlar Ankara’ projesinde tek kelime bahsini duyamadığım Hacı Bayram Velî’siz bir Şuur oluşturulabilir mi mesela? Kadim Başkent’e Ankara’ya RUH olmuştur Bayramîler ve Ahîler’in de özünü teşkil ederler..

Hacı Bayram Hazretleri hemen şurada, Solfasol denilen (aslen Zülfazl: Fazilet sahibi) Mahalle’de doğmuş has bir Ankaralıdır ve Başkent’in 700 yılında vardır. Sultan II. Murad Edirne’ye çağırmış ve fakat onun Ankara’ya dönme arzusuna mâni olmamıştır. Oğlu Fatih’in Hocası Akşemseddin’in de hocasıdır Hacı Bayram.

***

Ankara’nın maneviyatını iyi anlamak lazım. Abdülkerim Erdoğan,“Unutulan Şehir Ankara” kitabında güzel dile getirmiş. “Bir zamanlar Ankara Sözlü Tarih Projesi” galasında tam dile gelmese de Başkent Ankara Meclisi bir süredir bunun üzerinde çalışıyor.Ankara’da “Çatı Kuruluş” tur BAM. Bütün veçheleri ve gerçek değerleriyle Ankara’nın benimsenmesi, içselleştirilmesi için büyük gayret göstermektedir.

Ancak şunun iyi bilinmesi lazım:

Ankara çok katmanlı bir Başkenttir ve hiçbir katmanı ihmale gelmez. Çanakkale’yi anlamlı kılan cephelerden Anafartalar’ın adının verildiği mahalle şehrin göbeğinde bir çöplük adeta. Ürker, korkarsınız içinden geçerken, şimdi bu hal Ankara’ya yakışıyor mu? Bir yanı Ulus, az ötede içinde Sinagogu ile Yahudi Mahallesi ve muhteşem Ankara evleri vardı, muhafaza edemedik. Şimdiki belediye yönetiminin de bu meseleye el atacağına inanmıyorum.

Ankara’da Ankaralı yok gibi… Kendi semtlerinde kendi hemşerileriyle oturan söz gelimi Kırşehirli, Çankırılı, Çorumlu ve diğerleri var. Ülkede en çok “hemşeri derneği”ne sahip il Ankara… Burada doğup büyüyorlar ve fakat Ankaralı olamıyorlar. Başkent Ankara Meclisi’nin derdi ve benim kanaatim de bu. O nedenle Ankara’yı her yönü ve zamanıyla ele almak, tutmak ve kaldırmak gerekiyor.

https://www.ankhaber.com/author/ahmettezcan/

https://www.ankhaber.com/wp-content/uploads/2021/03/ANKHABER22.pdf