28 Mayıs 2020 Perşembe

Yanlış nerede?

Yaygın ifadeyle izole yani tecritte bir bayram geçirdik. Nice Bayramlara
dileğimiz ‘salgın’sız, virüssüz, engelsiz kutlayacaklarımıza olsun inşallah. Bayram
kelimesi esasen "sevinç-eğlence günü" anlamına geliyor. Kimi inanışa göre
bayramlar mutluluğun esas merkezi olan cennetten dünyaya salınmış tadımlık bir
sevinç numunesi olarak tarif ediliyor ama el’an yaşananlar da ortada.. 

****

Her şey bize yani insana, onun tavır ve davranışlarına bağlı. Benim
inancıma göre zaten her şey insanda başlayıp insanda bitiyor. Kime neyi
yaşatırsak onu yaşayacağımız muhakkak. Değişmez, İlahî bir kuraldır bu. İnsan
olacaksınız ama insana, hayvana, doğaya düşmanca davranacaksınız. Bu kabul
edilebilir değildir.

****

İnsanı, hayvanı, doğayı, dünyayı çok HOR kullandık. Tek hecede söylenir
geçer ama çok şey ifade eder bu kelime; Hakir görmek, aşağılamak, sefil hale
düşürmektir hor görmek. Biz ne yaptık; köpeği sevdik ama insana düşmanca
davrandık. EŞREF (en şerefli) bir mahlûktur insan, yeryüzü, gökyüzü, dağlar
denizler onun beslenmesi, barınması için yaratılmış, bütün varlıklar onun emrine
verilmiştir. Ama insan olmak şartıyla. En vahşi hayvandan melekî yapıya kadar
insanoğluna en geniş yelpazede muhtelif seçenekler sunulmuştur. Bunun
karşılığını da mutlaka görecektir. Nasılsak öyle muamele görürüz.

****
Dünya üç aydır bir salgın, bir felaket yaşıyor. Herkesin evlere tıkıldığı,
metropollerin boşaldığı, ekonomilerin felç olduğu, bütün mabedlerin kapandığı bir
tam bir felaket yaşanıyor. Ölümlerin gerçek sayıları belli değil. Herkes
açıklananla açıklıyor durumu.

****

Yaşananları geçmişte de benzeri yaşanmış “SADECE BİR SAĞLIK SORUNU”
olarak görürsek, yandık demektir. Büyük bir yanlışın içine düşmüş oluruz bence.
O zaman “Niye?” diye sorarız. Cevabını tıp ve fen bilimleriyle vermeye kalkmak
yetmez. Biz evimize çekilince dünya yenilenmeye başladı, ozon tabakası
onarılmış, çevre temizleniyor, doğa tazeleniyor.. İnsanoğlu hastanelerde can
çekişirken dünya için bu olumlu gelişmeler niyedir sence?

****

İnsan olarak bazı kavramları iyice düşünmemiz gerekiyor. Belki bizim de
fabrika ayarlarına dönmemiz isteniyor. Bunu daha önce de yazdım; “İnsan”
kelimesi, “ünsiyet” den geliyor, ünsiyet; arkadaşlık, tanışıklık, ahbaplık
demek oluyor ey insan, mahallede birbirimize selamı, kelamı kesip birbirimizi
yiyip bitirirken güzellik bekleyebilir miyiz?!

21 Mayıs 2020 Perşembe

Kutsala Saygı



Her insanın bir kutsalı vardır, kutsal olmadan yaşanmaz, yaşansa da o hayatın anlamı olmaz. 
Ayların seçilmişidir Ramazan, "sultan" olarak adlandırılır. Kadir gecesi de içinde saklı bir "müstesna bir an.." Yaratıcı'nın zamana iltifatıyla insana sunulmuş bir fırsattır adeta; durmak, düşünmek ve arınmak için. Ölüm korkusuyla evlere kapandığımız şu günlere rastlayan bu mübarek gecede virüsle gelen afetin afiyete tebdili için o gecede dua dua ellerimizi semaya açtık, yerin göğün sahibinden yardım istedik. Bayrak bayrak Türkiye'nin 19 Mayıs coşkusu da balkonlardan taştı, milli-manevî duyguyu birlikte yaşadık.
***

Dedim ya herkesin bir kutsalı var. Ankara'mızın en önemli ziyaret makamında, Hacı Bayram Veli Camii ve Türbesi önünde motosikletli densizliğe değinmeden geçemeyeceğim. Drift kelimesini merak ettim, baktım, "sürüklenme" demekmiş tam da icracısına uygun ifade. Dua etsin sokağa çıkma yasağında icra etti bu densizliği, normal günde, mekânın ziyaretçileri önünde buna asla cesaret edemezdi. Türbe önünde motosikletle sürüklenenlerin Büyükşehir Belediyesi'nden olmalarına şaşırmadım desem Mansur Başkan kızacak. Rezaleti duyduğunda ne yaptı acaba; "İyi yapmışsın oğlum, aferin" dediğini sanmam?! Valilik cezalandırmış, para cezası kesmiş "hız ihlali ve aşırı gürültü" den.. Türbesi önünde bir mübarek zata saygısızlığın cezası yok ki!
***


Ecdadın mübarek mekanlara saygısını anlatması bakımından tarihin çarpıcı bir hikâyesi var, yeri gelmişken anlatmalıyım. Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han Hicaz'a demiryolu döşettirir malum. Devletin siyasî hakimiyeti, mukaddes toprakları ziyaret eden Müslümanların güvenliği, en önemlisi de Hac yolculuğunu kolaylaştırmaktır maksat. Tam 6 bin kilometre ve zamanın ÇILGIN PROJESİ. Avrupalılar, "başarılması imkânsız, fantezi" olarak bakarlar projeye. Demiryolu temeli 1900 yılının Eylül ayında Şam'da atılır. İnşaasında "amele- i mükellefe" statüsüyle yöre halkı, askerler, Mühendislik Mektebi öğrencileri görev alır, Avrupalı ustalar da çalıştırılır. Hicaz Demiryolu hikâyesi aslında, Anthony Quin'in başrolünü oynadığı Mustafa Akad'ın ünlü "ÇAĞRI" filmi benzeri efsane bir tarihî dizi film olmalıdır ama kim yapar, nasıl olur?! Şimdi sıkı durun.. Demiryolu inşaatı Medine-i Münevvere`ye 20 km yaklaştığında Sultan Abdülhamid Han, "Medine merkezine kadar raylara keçe döşensin" emrini verir, sırf Peygamber Efendimiz (S.A.V) rahatsız olmasın, tren sessizce o mübarek beldeye yaklaşsın diye. 
Ecdadın hassasiyetini düşünebiliyor musunuz, bir de Hacı Bayram hazretlerinin huzurunda drift atanı?! Veliler peygamber vekilleridir.



19 Mayıs 2020 Salı

Hayatın İdamesi?!

Giriş Tarihi: 14.5.2020

Koronavirüs salgını sağlığımızı olduğu kadar ekonomiye de namütenahi tesir ediyor. Aksini düşünmek mümkün değil. Hayatın her alanı salgından çok olumsuz etkileniyor. Geçimini sağlayabilmek için günlük çarkını döndüremeyen pek çok kesim var. İnsanlar dükkân, ev, araba sair ihtiyaçlar için borçlanmışlar ama salgın yüzünden ödemeler yapılamıyor. Bırakın ödemeyi geçim sıkıntısına düşenler var. İBAN numarası verip ihtiyaç ifade edemeyen bir yığın insan var. Bu noktada "iyi ki devletimiz var" diyoruz ve imkânların nasıl seferber edildiğini görüyoruz. Salgının Ramazan'a rastlaması da ilginç, belki bir lütuf! Ayın bereketi salgının olumsuz tesirini bir ölçüde kırıyor.

Sadece hizmet değil, devlet kesenin ağzını açtı ve sıkıntıyı hafifletmek üzere en geniş şekilde tedbirlerini alıyor ve hayatın idamesi bir anlamda esnetilmeye çalışılıyor. Ankara, ağırlıklı olarak memur kenti, ticari faaliyet de buna göre vaziyet almış durumda. Resmî kurumlar en sıkıntılı halde dahi çalışanlarına ödeme yapmak zorundalar. Genel bütçeden ona göre pay aldılar. Ama özel sektör öyle değil, "yarı maaş", "ücretsiz izin" vs gibi tedbirlerle salgının etkisi kırılmaya çalışılıyor.

TOBB, TESK gibi meslek kuruluşları ve sendikaların hayatı rahatlatmak adına ne yaptıklarını ben şahsen merak ediyorum. Salgın etkisi derece derece toplumun bütün katmanlarına bunlar yansırken, geniş bir kesimin destek beklediği muhakkak. Büyükşehir ek bir destek için geçen hafta 100 milyonluk kararı meclisten geçirdi. Oy birliğiyle alındı karar. 100 milyon deyip geçmeyelim, hâlâ eski para ile düşünenlerin rakamı 100 trilyon olarak anlaması gerekiyor. Belediyenin 2020 bütçesi de zaten 7 milyarı yani 7 katrilyonu aşmıştı. İlçe belediyeleri ile birlikte toplam bütçe rakamı 17 milyarın üzerinde. İlçeler arasında en büyük bütçe Çankaya'nın onu Yenimahalle Belediyesi izliyor. Vatandaşa yansıma oranının yüzde 10 civarında olduğunu başkanların ağzından duydum.

Salgın, vatandaşın sağlığı adına olumsuz ama belediyelerin hizmetleri için ise tam fırsat. Hazır bütün cadde ve sokaklar insansızlaşmışken; asfalt, kaldırım gibi kent estetiği çalışmaları kolaylıkla tamamlanabilir. Yaşamkent gibi pek çok mahallenin köpek istilası altında olduğu biliniyor, vatandaş şikâyetçi ve ciddi güvenlik tehdidi var ama belediyelerde muhatap bulamıyor.


7 Mayıs 2020 Perşembe

3030 nasıl bir yıl olacak?

Giriş Tarihi: 7.5.2020

Kusursuz şeylere bakıp; "dört dörtlük" tabiriyle yaptığımız değerlendirmeler içinde yaşadığımız 2020 yılı için yapılamayacak. 2020'nin "yirmi yirmilik" olmadığı muhakkak. zaten en başından belliydi. İki eş harften oluşan 2020'yi konuşurken; "1010'da neler olduydu acaba?" veya geleceğe bakıp 3030'da dünyanın akıbetini düşünmeden edemiyoruz. Sadece ben değil, Alman Die Zeit gazetesi de iki eş harfli yıllara kafa yormuş ve 1010'da yaşananlar ile 3030'da yaşanacaklar hakkında bir dosya hazırlamış, ilginç buldum paylaşmak istedim.

1010 yılında Avrupa'ya baktığımızda el değmemiş ormanlar, dağlar ve canlılar görüyoruz. İnsanlar, genellikle su kenarlarında yoğunlaşmış. Nüfusun yüzde 90'ı kırsalda ve büyük toprak sahibi derebeylerin emrinde çalışıyorlar. Siyasi ve sosyal anlamda bir kimlik sahibi henüz değiller ve ahali olarak tanımlanıyorlar. Devlet yok, sınır yok toprak ve para sahiplerinin gücüne göre kullandıkları geniş topraklar var. Yani bugünkü anlamda Almanlar, Fransızlar yok, Medeniyet ise doğuda.. Bizans, yani Konstantinopol, yani İstanbul, 150- 200 bin nüfuslu bir şehir ama Avrupa'nın en büyük kenti, bir devlet ve imparatorluk merkezi, Hristiyanlığın da en önemli merkezi. Yalnız savaş var ve 1010'da Kayzer Vasilios, Bulgarlara karşı savaşıyor. 1010 yılı İstanbul'u için önemli bir notum var: Büyük bir deprem yaşanmış o yıl İstanbul'da ve Vordonisi adlı bir ada o depremde yok olmuş. Adada yaşayan var mıydı yok muydu kayıt yok. İslam dünyası ise eğitimi, yönetimi, orduları ve donanmalarıyla 11. asırda medeniyetin merkezi. Özellikle Endülüs bir yıldız gibi parlıyor ve İslam Medeniyeti Batıda da üstün durumda; sanatı, zenginliği ile göz kamaştırıyor. Zengin kütüphaneleri her alanda bilimin izini sürerken Hristiyanlar kör taassubun içinde kıvranıyorlar.

2020'den sonra insanlığın karşılaşacağı ilk eş rakamlı 3030 yılını merak ediyorsanız, tarif edivereyim: Tam tarifiyle insana rastlamak zor olacak 3030'da, çoğu uzuvları robotik yaratıklar nüfusun ekseriyetini oluşturacak. Yönetim dahil bütün işler robotların elinde ve İnsanlar bir merkeze bağlı ve sanal bir alemde yaşıyor olacaklar. Bugünün her türlü değeri, değerlendirmesi ve tanımı tarih olacak.

Dün hıdırellezdi idi, bereketi, çiçek, böcek ve tüm canlılarıyla baharın başlangıcı kabul edilen bir gün. Ezelden ebede bütün toplumlarca kutlanan gerçek bir bahar bayramıdır Hıdırellez. 1 Mayıslarda ne bahar, ne bayram söz konusu oldu molotoflu nümayişler yüzünden! Hıdır-İlyas gününüzü kutluyorum.


4 Mayıs 2020 Pazartesi

Takke Düştü

Giriş Tarihi: 30.4.2020

İçinde yaşadığımız olayın iyi tanımlanması gerekiyor. Bir salgın yaşıyor dünya ve hedefi de insan. Burada haberciliğin temel kuralı 5N1K ilkesi devreye giriyor. "Nerede, niçin ve nasıl"larını bir kenara koyup şu sorunun cevabının acilen aranması gerekiyor.
"Kim yaptı veya yarattı, neden?" Temel soru bu.
Kanadalı ünlü iletişimci Marshall McLuhan; "Söylenenin önemi yoktur, önemli olan nasıl iletildiğidir" diyordu. Zaman bol, gün boyu kulaklarımız medyada. İsimlerinin önünde büyük unvanlar taşıyan "ilim adamları" ekranlarda konuşuyorlar. McLuhan bugünlerde en okunası yazarlardandır bence, özellikle de "Küresel köy" adlı kitabı. Bir hikayesini hatırlıyorum, demişti ki özetle: Ben Kenya'yı bir Fransız Kenya uzmanı ile değil bir Kenyalı ile gezmek isterim. Nedeni de "uzak ve yakın tehlike?" kaygısıydı. McLuhan, Fransız Kenya uzmanı'nın gördüğüne göre hareket edeceğini düşünüyordu.
Biz eskiden öyleydik yani "Görsel" olmadan önce "işitsel" bir medeniyetin çocuklarıydık. Onun için Hz. Mevlâna 40 bin beyitlik eserine "bişnev" yani "dinle" diye başlıyordu. Çünkü bu millet kadim kültürüyle kulaktan besleniyordu.
Şimdi hiçbir şeye kulak asmaz olduk.
Salgını ve virüsü de yabancı terimlerle, üstelik meselenin esasını değil, anlaşılmasın diye anlatıyoruz.
Oysa dehşeti yaşıyoruz. Dünya kapandı, ekonomiler kilitlendi, Kâbe'den Vatikan'a tüm inanç merkezleri boşaldı.
Var mı dünya tarihinde şimdiye dek böyle yaşanmış bir dehşet ve bir felaket?
Peki, neden yaşıyoruz? Bunu soran yok.
Biz bir salgını ve korkuyu yaşarken dünyamız da kendini onarmaya, yenilemeye başladı ilginç değil mi? Ozon tabakası kapandı, kirlilik azaldı, iklim düzeliyor vs. Bir salgın ile insanlara afet, yer yüzüne afiyet bir durum?! Demek ki yeryüzünü çok hor kullandık, çok hırpaladık.
Birbirimizi de.. İnsan, insanlığını unuttu. İnsan demek, kelime manasıyla ünsiyet yani "ahbaplık, yakınlık, arkadaşlık" ile hareket eden demektir. Biz ise uzaklaştık ve düşmanlaştık.. Bunu düzeltene kadar da afete, felakete dûçar olmamız mukadder. Bugün korona yarın Allah korusun daha büyük bir felaket. Virüsün doğru mesajını alın yoksa bu hal ve Aylan bebek gibi sabilerin ahı yeri göğü inletecektir.
Yine bir McLuhan sözüyle: Kıyıya vurmadıkları sürece balıklar suyun farkında olmazlarmış!
Medeniyet, batı, güç kavramları artık yeni tanım gerektiriyor. Ve bizden bir söz ile tamamlayalım: Takke düştü kel göründü!


24 Nisan 2020 Cuma

Müstesna zamanlar

Müstesna zamanlar
Ahmet Tezcan
Bütün zamanların sultanı olarak kabul edilen Ramazan’ı, bu defa boynu bükük karşılıyoruz. Nasıl olmasın; bu defa bu mübarek ayın ne teravih namazı olacak, ne de kadir gecesi!.. Ramazan’ı bu defa manevî coşku içinde değil, buruk, boynu bükük ve sükûn halinde içimizde yaşayacağız. Bütün zamanların Rabbi de bu halimize bakarak VİRÜS belasından bizi uzak kılabilir. Devletimiz, görevlilerimiz, doktorlarımız büyük gayretle çalışıyorlar, biz de evde kalalım ve bu mübarek ayda katkımızı dualarımızla zenginleştirelim.   
****
Ramazan müstesna bir zaman parçasıdır, bütün ayların içerisinde özel ve ayrıcalıklı kılınmıştır. Değerlendirebilen için de çok bereketlidir. Ramazan’a bu özelliği kazandıranın bir başka müstesna anı içinde saklayan KADİR GECESİ olmadığı ne malum?! Hepsi birbiri içinde bir mucize ve insana lutfedilmiş bir fırsattır. O anı değerlendirme gayreti içinde olalım istendiği için bu müstesna zamanlar saklanmıştır. Böyle saklı zamanların diğer zamanlara üstünlüğünü günümüz insanları mevcut ölçü, ölçekleriyle idrak edemez, aciz kalırlar. Özel hissiyata haiz bedenler ancak bu müstesna halleri hissedilebilir. Bu da bir lütuftur, ikramdır engin bir mutluluktur aynı zamanda. Herkes de o ikrama müstahak olamıyor. Biz bunu Mevlâna’ların, Yunuslar’ın coşkularından anlayabiliyoruz. Günümüz insanı olarak bizler görüp dokunduklarımızı bile anlamada zorlanıyoruz, BEREKET denilen olguyu nasıl kavrayacağız?
Virüs belası dünya gündemine yerleşmiş buluyor. İnsanlığın içine düştüğü bu hali insanların iyi idrak etmesi gerekiyor. Meselenin sadece biyolojik boyutuyla anlaşılıp değerlendirilmesi yetmez. Toplam’da 2 gramı bile bulmayan bir yapı koskoca dünyayı nasıl esir almış, bizleri evlerimize hapsetmiştir. İnsanlık neden böyle bir belaya muhataptır? Bütün kavramların yeniden tanımlanmaya doğru gittiği düşünülebilir mi?
****
Uğruna savaşlar çıkarılan petrolün sıfır değere düşeceği geçen yıl söylense kim inanırdı? Dev petrol şirketleri bugün satamadıkları petrolün boru hatlarından çekilmesi için üste para teklif ediyorlar.
Kim bilebilirdi Kâbe dâhil, Vatikan, Budist tapınakları tüm mabetler, bütün şehirler boşalacak, korkudan herkes evlerine çekilecek?! Birisi bunları önceden söyleseydi “Hadi oradan” diyecektik. İnsan olarak içinde yaşadığımız dünyayı, bize sunulan nimetleri, en çok da birbirimizi hırpaladık. Saygımızı, sevgimizi kaybettik, kör saplantılar içine düştük. Şükür ki yağmur yağıyor, güneş açıyor.. Yarın bu biyolojik âfete meteorolojik âfetler eklense, kıtlık-yokluk olsa Allah korusun, ne hale düşeriz?! İyi ki bir devlet yapımız var, milletimizin tarihinden, kadim kültüründen aldığı bir aklı selîmi, sağ duyusu var diye şükretmeden geçemiyorum.
Bu vesileyle Ramazanınız mübarek olsun, çocuklarımızın da 23 Nisan bayramlarını kutluyorum. Bahara, yaza hasret kalmayız inşallah.

19 Nisan 2020 Pazar

Gelecek, nasıl gelecek?

Gel de yazma 

7.11.2019

"Asıl bugüne bak, yaşanan âna.." diyenlere inat FÜTÜRİZM'in, "gelecek bilimi" nin büyük ilgi çektiğini biliriz.
Dünde oyalanmamayı, geleceğe bakmak lazım geldiğini biz, kadim kültürümüzün en önemli isimlerinden, Hz. Mevlâna'dan öğrendik. "Dünle beraber gitti cancazım düne ait ne varsa, şimdi yeni şeyler söylemek lazım" diyordu Hz.
Pîr. Geleceğin nasıl geleceğini bilmeliyiz ki ona göre hazırlanmalı, hazırlıksız yakalanmamalıyız.
Gençliğimizin popüler yazarlarından Alvin Toffler'den okurduk teknolojinin bizi nerelere götüreceğini.
Toffler, 'Üçüncü Dalga' sında tarım çağının ardından gelen endüstri devrimini "İkinci Dalga" olarak isimlendirirken; adını koymasa da insanlığın "Bilgi ve Teknoloji" alanındaki gelişmelerle "üçüncü dalga" ya geçtiğini anlatıyordu.

Şimdi yeni araştırmalar var; YÖK mesela, "Geleceğin Meslekleri Mesleklerin Geleceği" başlığıyla bu konuyu tartışmaya açmış bulunuyor. Ahmet H. Çakıcı da "Ailesiz Toplum" başlığıyla yayınlamış araştırmalarını; "Egemenler" diyor ve "alt tabaka" ile ilişkilerini irdeliyor. "Yapay zekâlı robotlar" la artık geniş kitlelere, kalabalık nüfusa ihtiyaç olmayacağını söylüyor. Eğitim sanal ortama taşınacak da okul binaları, milyonlarca öğretmen ne olacak? Estonya'da küçük çaplı davalara robotların baktığını öğrendik. Dava dilekçesini cep telefonundan dolduruyor merkez bilgisayara yolluyorlar, birkaç dakikada mesele çözülüyormuş. Adlî teşkilatlar ne olacak o zaman?

TÜBİTAK, 100 bin dönümlük bir arazide insansız hava aracı ile kontrollü ve insansız tarım projesi yapıyormuş. İngiltere, Amerika, Çin zaten yapmış, bizimkiler yerli yazılım geliştiriyormuş. İHA, arazi üzerinde uçarken makineler merkez bilgisayar marifetiyle ekim, dikim, sulama, ilaçlama, çapa ve hatta hasat yapacak! Bin kişi ile yapılan iş 4 kişi ile yapılacakmış. Tıpta da vücudumuza sensörler bağlayacaklar ve bir makineye 10 dakika parmakla dokunduğumuzda kan testinden hormonal dengeye tüm testler, MR sonuçları önümüze dökülecek.
Sürücüsüz otomobiller geliyor. Savaşlar robotlarla yapılacak artık.

Benim esas ilgimi çeken, "vatandaşlık puanı" uygulaması. Çin uygulamaya başlamış ve puanı yetersiz olan uçak, tren bileti alamayacakmış. Bunca nüfus ne olacak, kitleler halinde insanları yok etmeyi mi planlıyorlar? Aileye alternatif homo-birliktelikleri teşvik ettiklerine göre insanın zürriyetini kesecekler bir şekilde anlaşılan?

Sabah Gzt.

Atık toplayıcı ve kuryelik

Ahmet TEZCAN

Atık toplayıcı ve kuryelik

19.9.2019
Gün içinde yollarda veya çöp konteynerleri önünde bir atık toplayıcısı ile karşılaşmadığımız gün yoktur.
Çuval malzemesi sentetik jüt gerilmiş tekerlekli özel araçlarıyla sokaklarda dolaşan bu insanlar kimdir, nedir, nasıl yaşıyor, nerede kalıyor, ne kazanıyor bilmeyiz,düşünmeyiz de.. Ama bu insanların ekmeğini çöpten kazandıkları bir gerçektir.
Atık toplayıcılarının faaliyet göstermedikleri şehir yok gibidir.
Bilhassa varlıklı bölgeler onların en yoğun faaliyet gösterdikleri alanlardır.
Yapılan işe de yapan şahsa da benim diyecek yok. Senin "işe yaramaz" sayıp attığını onlar ekonomiye kazandırmaktadırlar ki aslına bakarsanız alkışlanacak bir iş. Sadece kâğıt cinsi atıktan söz edecek olsak 1 Kg. hurda kâğıdın 50 kuruş ve 100 Kg. lık bir hurda balyasının toplayıcıya 50 lira kazandırdığı biliniyor. Bir toplayıcısı günde en az 200 Kg hurda kâğıt topluyormuş ki çöplerden toplanan yalnızca kâğıt da değil, cam, teneke ekonomiye, paraya çevrilebilen ne varsa, bizim "işe yaramaz" larımız onlara sermaye oluyor.

Bir araştırmaya göre ülke genelinde yarım milyon atık toplayıcısı varmış.
Bunların dernekleri de var, dolayısıyla yönetenleri, yönlendirenleri var. Yaptıkları işin de meslek dalı olarak tescil edilmesini istiyorlar. Benim esas dikkat çekmek istediğim husus; bu insanlar kimlerdir, nerede kalıp, nasıl barınmaktadırlar? Bizim "berbat" saydığımız bu işe katlananların emeklerini sömüren, onların sırtından konfor yapan birileri var mıdır bu bir. İkincisi ve;
Genel nüfus içinde yarım milyon insan deniyor asayiş dediğimiz işin güvenliğimizi ilgilendiren boyutunda ne gibi tedbirler alınmaktadır? Yani bu insanlar güvenlik birimlerince bilinmekte midir? Bir suça dâhil olmaları halinde kolayca bulunup çıkarılabilirler mi?

Sadece atık toplayanlar değil,motosikletli kuryeler için de aynı şeyleri söylemek, sormak hattâ kaygılanmak durumundayız. Kaygımız hem kendileri hem toplum içindir. Geceli gündüzlü gün boyu vızır vızır şehir trafiği içinde dolaşan bu insanlar trafik kazalarına uğramakta veya kazalara yol açmakta, bir şekilde şehir trafiğini etkilemektedirler. Yine bu insanlar kimdir, nedir ve haklarındaki her şey sorumlularca bilinmekte midir? Ben bugün bunları sadece soruyor ve sorumlulardan vatandaş adına açıklama bekliyorum. Bir meslek ise bu işler, bu iş kolunda alınmış güvenlik tedbirleri var mıdır? Temizlik işlerinde çalışanlar gibi belki ilk etapta bu meslek mensupları için de özel giysiler düşünülebilir?!

gazete

Çakarlar artık çakmayacak

Ahmet TEZCAN

Çakarlar artık çakmayacak

26.9.2019
Başkent, siren sesleri ve yanar-döner tepe lambalarına alışıktır diye taa 2016'da yazmışım. Yerel seçim öncesi de "Vatandaşın asabını bozmayın" diye bir kere daha uyarmıştım. Çünkü ipin ucu kaçmış gibi görünüyordu ve vatandaş da buna çok kızıyor. Trafikte sağımız solumuz çakarlı, sirenli dolaşan arabalardan geçilmez oldu. Nihayet devlet iradesi harekete geçti ve Kasım ayı itibarıyla çakarlar artık çakmayacak.
Bunun bir yönetmeliği var ama ne mümkün; herkes ve en ufak bürokratına kadar çakar lambalı arabalarla dolaşmayı marifet sayıyor. Nihayet İçişleri Bakanlığı bir karar aldı ve buna dur deneceğini açıkladı. Bu karardan sonra -muhalefet dâhil- partilerin genel merkezleri belediyeleri de uyarmak suretiyle makam otolarının çakarlarını hemen kapatarak uygulamaya öncülük etmeleri, insiyatifi korumalara, makam şoförlerine bırakmamaları gerekir. En alâkasız birim başkanının ne gibi bir geçiş üstünlüğü olabilir ki? Bazı sivil araçlara bile çakar lamba takıldığı belirlendi.
Şimdi "sağa çek" denecek ve sorgulanacak.
Aksi durumda ceza geliyor, ısrar edilirse araçlar trafikten de men edilecek.
Aslında 2012'de bir genelge vardı.
Buna göre sadece cankurtaranlar, acil hasta, hükümlü, sanık taşıyan veya şüpheli takip eden emniyet ve asayiş emrine verilmiş zabıta ve polis araçları geçiş üstünlüğüne sahip olarak bu donanımı kullanabiliyor. Aslında gereksiz hallerde ve uygunsuz saatlerde onlar da çakar yahut siren kullanmamalı, etrafta hastaların, yaşlıların ve bebeklerin bulunabileceği unutulmamalı.
Çünkü gece yarısı bakkal çağırmak için bile korna yerine sirene basanları gördük. Biz de yazımıza bunu söylemiş, trafikte "GEÇİŞ ÜSTÜNLÜĞÜ"ne sahipmiş gibi hareket eden araçlara dikkat çekmiştik.
Araç içinde makam sahibi yoksa bu donanım hiçbir şekilde kullanılmamalı aslında ve bu iş şoförlere, korumalara bırakılırsa makam araçlarının çerçici eşeğine döndürüleceğini söylemiştik, öyle de oldu ve bakanlık olaya el attı.
Çocukluğumuzda "Çerçici eşeği" diye bir tabir vardı, en süslü eşekler boğazında çan ve boncuklarıyla, köy köy dolaşarak baharat, incik boncuk satan çerçicilerindi.
Bir de; çakar rengi niçin KIRMIZI-BEYAZ değil de KIRMIZI-MAVİ diye sormuştum da yetkililer; mavinin DERİN, kırmızının UYARICI olması nedeniyle bütün dünyadaki uygulamanın böyle olduğunu söylemişlerdi.
Bence Amerikalılara öykünmedir olay… Onların aksiyon filmlerini andıran "cafcaf" ları insanları cezbetmektedir

gazete

35 ülkede 79 Türk şehitliği var

Ahmet TEZCAN

35 ülkede 79 Türk şehitliği var

10.10.2019

"Şunu icat ettin, bunu yaptın, şu markayı yarattın" gibi başarılar büyüklük için yegâne ölçü değil. Ülkelerin büyüklükleri böylesi ifadelerle ölçülmez. Sınırlarınız ne kadar geniş, nüfusunuz kalabalık, ekonominiz o kadar güçlü olsa dahi büyük kategorisine yalnızca bu başarılarla giremiyorsunuz. büyük ve büyüklük kabulü için başkaca fevkalâdelikler var ve bunu herkes biliyor, yeri gelince de teslim ediyor. En başta yüce ve yüksek değerleriniz olacak ve bunlar uğruna gerektiğinde baş koyacaksınız.
Türk milleti "fedakâr ve canfeda bir millet"; gerektiğinde işte 4 milyon insanı bünyesine alıp ekmeğini paylaşıyor, yetmiyor, onların huzuru için canını ortaya koyabiliyor.
Neticede onların huzuru bizim insanımızın güvenliğidir. Sadece bu mu? Hayır, meselenin bir de gönül coğrafyası boyutu var ki "gönül" kavramını müdrik olanlar için işin bu boyut çok daha derin ve çok anlamlıdır. Bizim 24 milyon kilometrekarelik alanda bugün 64 ülkenin bayrak dalgalandırdığı gönül coğrafyamızda adına tarih denilen hatıratımız milyon filme konu olacak zenginliktedir.

Canfeda dedik, varlığın fedâsı fedakârlıkların en başında gelir. Bu millet, bundan hiç geri durmamış. İşte bu defa Suriye'de, Irak'ta bu milletin fedakârlıklarına bilmem kaçıncı kez bütün dünya şahit oluyor. Kendi sınırları dışında şehitlikleri olan kaç devlet var ki? Üç kıtada, 35 ülkede 79 şehitliğimiz bulunduğunu biliyor muydunuz?
Ve kaç millet bayrak uğruna şehit olur?
Kafkasya'da, Yemen'de, dünyanın öteki ucu Kore'de, Myanmar'da Türk şehitlikleri var ve böylesi bir ülke dünyada yok.
Kahraman vatan evlatları o coğrafyalarda "Kürt, Laz, Çerkez" değil, Türk Şehitleri olarak huzur içinde uyuyor ve anılıyorlar.
Kaç Mehmedimiz, Mehmetçiğimiz, vatan topraklarına hasret yabancı topraklarda üzerinde bir bayrak değil al bayrak dalgalandırarak bu milletin dualarında yaşıyorlar.
Şam'daki şehitliğimizi darmadağın etmişlerdi, torunları şimdi bunu karşılıksız bırakmamak üzerine bir gayret içinde.
Hiçbirinin kanı yerde kalmayacak. Bu coğrafyada biz hep varız ve daima olacağız.

Şehitlik bilinen anlamının ötesinde bir başka kavramdır ve Allah'ın isimlerindendir.
Büyük Türkçe Lügat, "şehid" kelimesini;
"Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse" diye tarif ederken, İslâm Ansiklopedisi "kesin olarak bilen, bildiğini haber verme konusunda güvenilen" olarak tarif ediyor. Âlimler, şehit isminin temel mânâsının "bilen" olduğu ve şâhidden daha zengin bir içeriği bulunduğunda ittifak ediyorla

gazete

Asırlık Başkent.

Ahmet TEZCAN

Asırlık Başkent.

17.10.2019

13 Ekim Pazar günü Ankara'nın BAŞKENT oluşunun 96 ncı yıldönümüydü, kutladık, "nice yıllara" temennimizle uzun ömürler diledik. Son yıllarda bu hikâye de herkesin keser gibi kendi anlayışına uygun yontarak anlattığı bir konu oldu maalesef. Biz meselenin aslından yola çıkarak 96. yıla not düşmüş olalım.

Milli Mücadele'nin sona erdiği günlerde gündeme geldi bu konu. Cumhuriyet kadrolarının görüşlerini anlamak bakımından 1923'teki Meclis tartışmalarına bakmak yerinde olur. Mesela Celal Nuri diyor ki; "İstanbul çeşitli din ve etnik kimliklere mensup halkların oluşturduğu çok uluslu bir devletin başkentiydi, Ankara, bir ulusal devletin başkenti olarak farklı bir anlam taşıyacaktır" Kurmay Albay Nusret Baycan da; -ki bu konuları çok yazmıştır- Atatürk'ün uzak görüşü yanında, Kurtuluş Savaşı'nın güvenlik içinde idaresinin zorluğuna ve psikolojik faktörlere dikkat çekiyor. "Başkentin değiştirilmesi" tartışmasını Alman Paşası Colmar Von der Goltz'un başlattığına dikkat çeken Baycan, "Ankara'nın Başkent Oluşu" kitabında bunları geniş geniş anlatır. Goltz, Rus yayılmacılığına karşı Sultan Abdülhamit'in Osmanlı Ordusu'nun modernleşmesi için anlaştığı ve bu işbirliği çerçevesinde Almanya'dan gönderilen subaylardandır.

İşte Ankara.. 3 bin yıllık bir kent, 95 yıllık bir başkent.. Başkentliği bir asra yaklaşmış bir Ankara var artık, adını da geldiğimiz yerlerden, taa Asya'dan getirmişiz.
Şunu da söylemek lazım: Asya'dan biz, bir sabah kalkıp tüm obalara oymaklara ulak göndererek; "Haydi, atlarınızı, arabalarınızı hazırlayın, Anadolu'ya göçüyoruz" diyerek çadırlarımızı toplayıp ertesi hafta Anadolu'ya yerleşmiş değiliz.
Türklerin göç hikâyesi, çok önemli, çok yönlü, çok derin bir konudur ve 100'den fazla sinema filmi yapılır ama benim bildiğim bu konuda bir tane bile senaryo yazılmamıştır.

Ankara adını Asya'dan getirdik dedim: Vefatından bir yıl evvel, Yunan Başbakanı General Metaksas'ın ziyareti sırasında mevzuu açılınca Gazi Mustafa Kemal Atatürk; "Ekselans, Ankara adı nereden bilir misiniz?" diye sorar ve bir dünya atlası getirterek; Baykal Gölü yakınındaki kenti gösterir ; "İşte buradan.." der. Baykal gölü kıyısındaki "Angara" dır gösterdiği yer. Ne "Angora", ne "Engürü" ne de bir başka şeydir söylediği.
Derim ki; İstanbul kadar olmasa da Ankara'nın da hikâyesi çok derindir, son zamanlarda da "Ankara" konulu kitapların sayısı arttı, okumak, araştırmak lazım.

gazete