24 Nisan 2020 Cuma

Müstesna zamanlar

Müstesna zamanlar
Ahmet Tezcan
Bütün zamanların sultanı olarak kabul edilen Ramazan’ı, bu defa boynu bükük karşılıyoruz. Nasıl olmasın; bu defa bu mübarek ayın ne teravih namazı olacak, ne de kadir gecesi!.. Ramazan’ı bu defa manevî coşku içinde değil, buruk, boynu bükük ve sükûn halinde içimizde yaşayacağız. Bütün zamanların Rabbi de bu halimize bakarak VİRÜS belasından bizi uzak kılabilir. Devletimiz, görevlilerimiz, doktorlarımız büyük gayretle çalışıyorlar, biz de evde kalalım ve bu mübarek ayda katkımızı dualarımızla zenginleştirelim.   
****
Ramazan müstesna bir zaman parçasıdır, bütün ayların içerisinde özel ve ayrıcalıklı kılınmıştır. Değerlendirebilen için de çok bereketlidir. Ramazan’a bu özelliği kazandıranın bir başka müstesna anı içinde saklayan KADİR GECESİ olmadığı ne malum?! Hepsi birbiri içinde bir mucize ve insana lutfedilmiş bir fırsattır. O anı değerlendirme gayreti içinde olalım istendiği için bu müstesna zamanlar saklanmıştır. Böyle saklı zamanların diğer zamanlara üstünlüğünü günümüz insanları mevcut ölçü, ölçekleriyle idrak edemez, aciz kalırlar. Özel hissiyata haiz bedenler ancak bu müstesna halleri hissedilebilir. Bu da bir lütuftur, ikramdır engin bir mutluluktur aynı zamanda. Herkes de o ikrama müstahak olamıyor. Biz bunu Mevlâna’ların, Yunuslar’ın coşkularından anlayabiliyoruz. Günümüz insanı olarak bizler görüp dokunduklarımızı bile anlamada zorlanıyoruz, BEREKET denilen olguyu nasıl kavrayacağız?
Virüs belası dünya gündemine yerleşmiş buluyor. İnsanlığın içine düştüğü bu hali insanların iyi idrak etmesi gerekiyor. Meselenin sadece biyolojik boyutuyla anlaşılıp değerlendirilmesi yetmez. Toplam’da 2 gramı bile bulmayan bir yapı koskoca dünyayı nasıl esir almış, bizleri evlerimize hapsetmiştir. İnsanlık neden böyle bir belaya muhataptır? Bütün kavramların yeniden tanımlanmaya doğru gittiği düşünülebilir mi?
****
Uğruna savaşlar çıkarılan petrolün sıfır değere düşeceği geçen yıl söylense kim inanırdı? Dev petrol şirketleri bugün satamadıkları petrolün boru hatlarından çekilmesi için üste para teklif ediyorlar.
Kim bilebilirdi Kâbe dâhil, Vatikan, Budist tapınakları tüm mabetler, bütün şehirler boşalacak, korkudan herkes evlerine çekilecek?! Birisi bunları önceden söyleseydi “Hadi oradan” diyecektik. İnsan olarak içinde yaşadığımız dünyayı, bize sunulan nimetleri, en çok da birbirimizi hırpaladık. Saygımızı, sevgimizi kaybettik, kör saplantılar içine düştük. Şükür ki yağmur yağıyor, güneş açıyor.. Yarın bu biyolojik âfete meteorolojik âfetler eklense, kıtlık-yokluk olsa Allah korusun, ne hale düşeriz?! İyi ki bir devlet yapımız var, milletimizin tarihinden, kadim kültüründen aldığı bir aklı selîmi, sağ duyusu var diye şükretmeden geçemiyorum.
Bu vesileyle Ramazanınız mübarek olsun, çocuklarımızın da 23 Nisan bayramlarını kutluyorum. Bahara, yaza hasret kalmayız inşallah.

19 Nisan 2020 Pazar

Gelecek, nasıl gelecek?

Gel de yazma 

7.11.2019

"Asıl bugüne bak, yaşanan âna.." diyenlere inat FÜTÜRİZM'in, "gelecek bilimi" nin büyük ilgi çektiğini biliriz.
Dünde oyalanmamayı, geleceğe bakmak lazım geldiğini biz, kadim kültürümüzün en önemli isimlerinden, Hz. Mevlâna'dan öğrendik. "Dünle beraber gitti cancazım düne ait ne varsa, şimdi yeni şeyler söylemek lazım" diyordu Hz.
Pîr. Geleceğin nasıl geleceğini bilmeliyiz ki ona göre hazırlanmalı, hazırlıksız yakalanmamalıyız.
Gençliğimizin popüler yazarlarından Alvin Toffler'den okurduk teknolojinin bizi nerelere götüreceğini.
Toffler, 'Üçüncü Dalga' sında tarım çağının ardından gelen endüstri devrimini "İkinci Dalga" olarak isimlendirirken; adını koymasa da insanlığın "Bilgi ve Teknoloji" alanındaki gelişmelerle "üçüncü dalga" ya geçtiğini anlatıyordu.

Şimdi yeni araştırmalar var; YÖK mesela, "Geleceğin Meslekleri Mesleklerin Geleceği" başlığıyla bu konuyu tartışmaya açmış bulunuyor. Ahmet H. Çakıcı da "Ailesiz Toplum" başlığıyla yayınlamış araştırmalarını; "Egemenler" diyor ve "alt tabaka" ile ilişkilerini irdeliyor. "Yapay zekâlı robotlar" la artık geniş kitlelere, kalabalık nüfusa ihtiyaç olmayacağını söylüyor. Eğitim sanal ortama taşınacak da okul binaları, milyonlarca öğretmen ne olacak? Estonya'da küçük çaplı davalara robotların baktığını öğrendik. Dava dilekçesini cep telefonundan dolduruyor merkez bilgisayara yolluyorlar, birkaç dakikada mesele çözülüyormuş. Adlî teşkilatlar ne olacak o zaman?

TÜBİTAK, 100 bin dönümlük bir arazide insansız hava aracı ile kontrollü ve insansız tarım projesi yapıyormuş. İngiltere, Amerika, Çin zaten yapmış, bizimkiler yerli yazılım geliştiriyormuş. İHA, arazi üzerinde uçarken makineler merkez bilgisayar marifetiyle ekim, dikim, sulama, ilaçlama, çapa ve hatta hasat yapacak! Bin kişi ile yapılan iş 4 kişi ile yapılacakmış. Tıpta da vücudumuza sensörler bağlayacaklar ve bir makineye 10 dakika parmakla dokunduğumuzda kan testinden hormonal dengeye tüm testler, MR sonuçları önümüze dökülecek.
Sürücüsüz otomobiller geliyor. Savaşlar robotlarla yapılacak artık.

Benim esas ilgimi çeken, "vatandaşlık puanı" uygulaması. Çin uygulamaya başlamış ve puanı yetersiz olan uçak, tren bileti alamayacakmış. Bunca nüfus ne olacak, kitleler halinde insanları yok etmeyi mi planlıyorlar? Aileye alternatif homo-birliktelikleri teşvik ettiklerine göre insanın zürriyetini kesecekler bir şekilde anlaşılan?

Sabah Gzt.

Atık toplayıcı ve kuryelik

Ahmet TEZCAN

Atık toplayıcı ve kuryelik

19.9.2019
Gün içinde yollarda veya çöp konteynerleri önünde bir atık toplayıcısı ile karşılaşmadığımız gün yoktur.
Çuval malzemesi sentetik jüt gerilmiş tekerlekli özel araçlarıyla sokaklarda dolaşan bu insanlar kimdir, nedir, nasıl yaşıyor, nerede kalıyor, ne kazanıyor bilmeyiz,düşünmeyiz de.. Ama bu insanların ekmeğini çöpten kazandıkları bir gerçektir.
Atık toplayıcılarının faaliyet göstermedikleri şehir yok gibidir.
Bilhassa varlıklı bölgeler onların en yoğun faaliyet gösterdikleri alanlardır.
Yapılan işe de yapan şahsa da benim diyecek yok. Senin "işe yaramaz" sayıp attığını onlar ekonomiye kazandırmaktadırlar ki aslına bakarsanız alkışlanacak bir iş. Sadece kâğıt cinsi atıktan söz edecek olsak 1 Kg. hurda kâğıdın 50 kuruş ve 100 Kg. lık bir hurda balyasının toplayıcıya 50 lira kazandırdığı biliniyor. Bir toplayıcısı günde en az 200 Kg hurda kâğıt topluyormuş ki çöplerden toplanan yalnızca kâğıt da değil, cam, teneke ekonomiye, paraya çevrilebilen ne varsa, bizim "işe yaramaz" larımız onlara sermaye oluyor.

Bir araştırmaya göre ülke genelinde yarım milyon atık toplayıcısı varmış.
Bunların dernekleri de var, dolayısıyla yönetenleri, yönlendirenleri var. Yaptıkları işin de meslek dalı olarak tescil edilmesini istiyorlar. Benim esas dikkat çekmek istediğim husus; bu insanlar kimlerdir, nerede kalıp, nasıl barınmaktadırlar? Bizim "berbat" saydığımız bu işe katlananların emeklerini sömüren, onların sırtından konfor yapan birileri var mıdır bu bir. İkincisi ve;
Genel nüfus içinde yarım milyon insan deniyor asayiş dediğimiz işin güvenliğimizi ilgilendiren boyutunda ne gibi tedbirler alınmaktadır? Yani bu insanlar güvenlik birimlerince bilinmekte midir? Bir suça dâhil olmaları halinde kolayca bulunup çıkarılabilirler mi?

Sadece atık toplayanlar değil,motosikletli kuryeler için de aynı şeyleri söylemek, sormak hattâ kaygılanmak durumundayız. Kaygımız hem kendileri hem toplum içindir. Geceli gündüzlü gün boyu vızır vızır şehir trafiği içinde dolaşan bu insanlar trafik kazalarına uğramakta veya kazalara yol açmakta, bir şekilde şehir trafiğini etkilemektedirler. Yine bu insanlar kimdir, nedir ve haklarındaki her şey sorumlularca bilinmekte midir? Ben bugün bunları sadece soruyor ve sorumlulardan vatandaş adına açıklama bekliyorum. Bir meslek ise bu işler, bu iş kolunda alınmış güvenlik tedbirleri var mıdır? Temizlik işlerinde çalışanlar gibi belki ilk etapta bu meslek mensupları için de özel giysiler düşünülebilir?!

gazete

Çakarlar artık çakmayacak

Ahmet TEZCAN

Çakarlar artık çakmayacak

26.9.2019
Başkent, siren sesleri ve yanar-döner tepe lambalarına alışıktır diye taa 2016'da yazmışım. Yerel seçim öncesi de "Vatandaşın asabını bozmayın" diye bir kere daha uyarmıştım. Çünkü ipin ucu kaçmış gibi görünüyordu ve vatandaş da buna çok kızıyor. Trafikte sağımız solumuz çakarlı, sirenli dolaşan arabalardan geçilmez oldu. Nihayet devlet iradesi harekete geçti ve Kasım ayı itibarıyla çakarlar artık çakmayacak.
Bunun bir yönetmeliği var ama ne mümkün; herkes ve en ufak bürokratına kadar çakar lambalı arabalarla dolaşmayı marifet sayıyor. Nihayet İçişleri Bakanlığı bir karar aldı ve buna dur deneceğini açıkladı. Bu karardan sonra -muhalefet dâhil- partilerin genel merkezleri belediyeleri de uyarmak suretiyle makam otolarının çakarlarını hemen kapatarak uygulamaya öncülük etmeleri, insiyatifi korumalara, makam şoförlerine bırakmamaları gerekir. En alâkasız birim başkanının ne gibi bir geçiş üstünlüğü olabilir ki? Bazı sivil araçlara bile çakar lamba takıldığı belirlendi.
Şimdi "sağa çek" denecek ve sorgulanacak.
Aksi durumda ceza geliyor, ısrar edilirse araçlar trafikten de men edilecek.
Aslında 2012'de bir genelge vardı.
Buna göre sadece cankurtaranlar, acil hasta, hükümlü, sanık taşıyan veya şüpheli takip eden emniyet ve asayiş emrine verilmiş zabıta ve polis araçları geçiş üstünlüğüne sahip olarak bu donanımı kullanabiliyor. Aslında gereksiz hallerde ve uygunsuz saatlerde onlar da çakar yahut siren kullanmamalı, etrafta hastaların, yaşlıların ve bebeklerin bulunabileceği unutulmamalı.
Çünkü gece yarısı bakkal çağırmak için bile korna yerine sirene basanları gördük. Biz de yazımıza bunu söylemiş, trafikte "GEÇİŞ ÜSTÜNLÜĞÜ"ne sahipmiş gibi hareket eden araçlara dikkat çekmiştik.
Araç içinde makam sahibi yoksa bu donanım hiçbir şekilde kullanılmamalı aslında ve bu iş şoförlere, korumalara bırakılırsa makam araçlarının çerçici eşeğine döndürüleceğini söylemiştik, öyle de oldu ve bakanlık olaya el attı.
Çocukluğumuzda "Çerçici eşeği" diye bir tabir vardı, en süslü eşekler boğazında çan ve boncuklarıyla, köy köy dolaşarak baharat, incik boncuk satan çerçicilerindi.
Bir de; çakar rengi niçin KIRMIZI-BEYAZ değil de KIRMIZI-MAVİ diye sormuştum da yetkililer; mavinin DERİN, kırmızının UYARICI olması nedeniyle bütün dünyadaki uygulamanın böyle olduğunu söylemişlerdi.
Bence Amerikalılara öykünmedir olay… Onların aksiyon filmlerini andıran "cafcaf" ları insanları cezbetmektedir

gazete

35 ülkede 79 Türk şehitliği var

Ahmet TEZCAN

35 ülkede 79 Türk şehitliği var

10.10.2019

"Şunu icat ettin, bunu yaptın, şu markayı yarattın" gibi başarılar büyüklük için yegâne ölçü değil. Ülkelerin büyüklükleri böylesi ifadelerle ölçülmez. Sınırlarınız ne kadar geniş, nüfusunuz kalabalık, ekonominiz o kadar güçlü olsa dahi büyük kategorisine yalnızca bu başarılarla giremiyorsunuz. büyük ve büyüklük kabulü için başkaca fevkalâdelikler var ve bunu herkes biliyor, yeri gelince de teslim ediyor. En başta yüce ve yüksek değerleriniz olacak ve bunlar uğruna gerektiğinde baş koyacaksınız.
Türk milleti "fedakâr ve canfeda bir millet"; gerektiğinde işte 4 milyon insanı bünyesine alıp ekmeğini paylaşıyor, yetmiyor, onların huzuru için canını ortaya koyabiliyor.
Neticede onların huzuru bizim insanımızın güvenliğidir. Sadece bu mu? Hayır, meselenin bir de gönül coğrafyası boyutu var ki "gönül" kavramını müdrik olanlar için işin bu boyut çok daha derin ve çok anlamlıdır. Bizim 24 milyon kilometrekarelik alanda bugün 64 ülkenin bayrak dalgalandırdığı gönül coğrafyamızda adına tarih denilen hatıratımız milyon filme konu olacak zenginliktedir.

Canfeda dedik, varlığın fedâsı fedakârlıkların en başında gelir. Bu millet, bundan hiç geri durmamış. İşte bu defa Suriye'de, Irak'ta bu milletin fedakârlıklarına bilmem kaçıncı kez bütün dünya şahit oluyor. Kendi sınırları dışında şehitlikleri olan kaç devlet var ki? Üç kıtada, 35 ülkede 79 şehitliğimiz bulunduğunu biliyor muydunuz?
Ve kaç millet bayrak uğruna şehit olur?
Kafkasya'da, Yemen'de, dünyanın öteki ucu Kore'de, Myanmar'da Türk şehitlikleri var ve böylesi bir ülke dünyada yok.
Kahraman vatan evlatları o coğrafyalarda "Kürt, Laz, Çerkez" değil, Türk Şehitleri olarak huzur içinde uyuyor ve anılıyorlar.
Kaç Mehmedimiz, Mehmetçiğimiz, vatan topraklarına hasret yabancı topraklarda üzerinde bir bayrak değil al bayrak dalgalandırarak bu milletin dualarında yaşıyorlar.
Şam'daki şehitliğimizi darmadağın etmişlerdi, torunları şimdi bunu karşılıksız bırakmamak üzerine bir gayret içinde.
Hiçbirinin kanı yerde kalmayacak. Bu coğrafyada biz hep varız ve daima olacağız.

Şehitlik bilinen anlamının ötesinde bir başka kavramdır ve Allah'ın isimlerindendir.
Büyük Türkçe Lügat, "şehid" kelimesini;
"Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse" diye tarif ederken, İslâm Ansiklopedisi "kesin olarak bilen, bildiğini haber verme konusunda güvenilen" olarak tarif ediyor. Âlimler, şehit isminin temel mânâsının "bilen" olduğu ve şâhidden daha zengin bir içeriği bulunduğunda ittifak ediyorla

gazete

Asırlık Başkent.

Ahmet TEZCAN

Asırlık Başkent.

17.10.2019

13 Ekim Pazar günü Ankara'nın BAŞKENT oluşunun 96 ncı yıldönümüydü, kutladık, "nice yıllara" temennimizle uzun ömürler diledik. Son yıllarda bu hikâye de herkesin keser gibi kendi anlayışına uygun yontarak anlattığı bir konu oldu maalesef. Biz meselenin aslından yola çıkarak 96. yıla not düşmüş olalım.

Milli Mücadele'nin sona erdiği günlerde gündeme geldi bu konu. Cumhuriyet kadrolarının görüşlerini anlamak bakımından 1923'teki Meclis tartışmalarına bakmak yerinde olur. Mesela Celal Nuri diyor ki; "İstanbul çeşitli din ve etnik kimliklere mensup halkların oluşturduğu çok uluslu bir devletin başkentiydi, Ankara, bir ulusal devletin başkenti olarak farklı bir anlam taşıyacaktır" Kurmay Albay Nusret Baycan da; -ki bu konuları çok yazmıştır- Atatürk'ün uzak görüşü yanında, Kurtuluş Savaşı'nın güvenlik içinde idaresinin zorluğuna ve psikolojik faktörlere dikkat çekiyor. "Başkentin değiştirilmesi" tartışmasını Alman Paşası Colmar Von der Goltz'un başlattığına dikkat çeken Baycan, "Ankara'nın Başkent Oluşu" kitabında bunları geniş geniş anlatır. Goltz, Rus yayılmacılığına karşı Sultan Abdülhamit'in Osmanlı Ordusu'nun modernleşmesi için anlaştığı ve bu işbirliği çerçevesinde Almanya'dan gönderilen subaylardandır.

İşte Ankara.. 3 bin yıllık bir kent, 95 yıllık bir başkent.. Başkentliği bir asra yaklaşmış bir Ankara var artık, adını da geldiğimiz yerlerden, taa Asya'dan getirmişiz.
Şunu da söylemek lazım: Asya'dan biz, bir sabah kalkıp tüm obalara oymaklara ulak göndererek; "Haydi, atlarınızı, arabalarınızı hazırlayın, Anadolu'ya göçüyoruz" diyerek çadırlarımızı toplayıp ertesi hafta Anadolu'ya yerleşmiş değiliz.
Türklerin göç hikâyesi, çok önemli, çok yönlü, çok derin bir konudur ve 100'den fazla sinema filmi yapılır ama benim bildiğim bu konuda bir tane bile senaryo yazılmamıştır.

Ankara adını Asya'dan getirdik dedim: Vefatından bir yıl evvel, Yunan Başbakanı General Metaksas'ın ziyareti sırasında mevzuu açılınca Gazi Mustafa Kemal Atatürk; "Ekselans, Ankara adı nereden bilir misiniz?" diye sorar ve bir dünya atlası getirterek; Baykal Gölü yakınındaki kenti gösterir ; "İşte buradan.." der. Baykal gölü kıyısındaki "Angara" dır gösterdiği yer. Ne "Angora", ne "Engürü" ne de bir başka şeydir söylediği.
Derim ki; İstanbul kadar olmasa da Ankara'nın da hikâyesi çok derindir, son zamanlarda da "Ankara" konulu kitapların sayısı arttı, okumak, araştırmak lazım.

gazete

“İsim çok mevzu yok”

Ahmet TEZCAN

“İsim çok mevzu yok”

24.10.2019

Ne çok şeyi tartışıyoruz, nasıl tartışıyoruz farkında mısınız ve bu tartışmalardan bir sonuç da çıkmıyor.
Sadece ekranda değil bu tartışmalar, bizi bir yere vardırmadığı gibi gerilimden başka kimseye bir yararı yok. Hani fıkradır, anlatılır; akıl hastanesindeki hastalar bir gün aniden odalarına çekilmişler. Başhekim meraklanmış; "Bakın bakalım neredeler, ne yapıyorlar" demiş.
Bütün hastalar toplanıp kitap okuyorlarmış, "iyi" demiş başhekim, fakat bu kitap okuma işi biraz uzayınca yine meraklanmış;
"Ne okuyorlar bir bakın" demiş.
Kitabı saklamışlar görevliler yaklaşınca, bir türlü göstermek istememişler.
"Ne okuyorsunuz?" diye sorunca da "İsim çok mevzu yok" demiş hastalardan biri; meğer İstanbul'un telefon rehberini ele geçirmişler, günlerdir onu okuyorlarmış!

Bir mevzu ortaya çıkınca hemen başına üşüşüp öyle bir tartışıyoruz ki; çarşıda pazarda yalan yanlış ele alınacak yanı kalmıyor mevzunun; gazetelere haber oluyor, demeçler veriliyor, köşe yazarları didiklerken sivil toplum örgütleri hemen harekete geçiyor ve konu varıp dayanıyor devlete ve millete. Her konuyu "hunharca" tartışıyoruz adeta. Üç-beş gün sonra da bayatlıyor ve bazen hayatî meseleler gündeme alınmayı dahi hak etmiyor.
Çok düşünmemiz ve soruyu önce kendimize sormamız gereken bir dönem yaşıyoruz aslında. Bakın size bazı rakamlar vereceğim, düşünmek ve konuşmak için.
Ahmet Hakan Çakıcı araştırmış, kaynak Birleşmiş Milletler raporu..

2017'de savaş ve çatışmalarında 90 bin kişi hayatı kaybederken cinayete kurban gidenlerin sayısı 464 bin, terör eylemlerine kurban gidenler ise 26 bin kişi olmuş.
Cinayette hayatını kaybedenlerin de 10'da 7'si erkek. Ülkemizden rakamlar da var araştırmada.. Uyuşturucudan mesela aynı yıl bin kişi ölmüş. Bağımlı sayısı 25 yılda iki kat artmış, 650 bine ulaşmış. Dünyada 63.7 milyon insan uyuşturucu kullanıyor ve yılda 200 bini ölüyormuş. Batıda uyuşturucu kullanımı son 10 yılda iki kat artmış.

AB'de her yıl 15 yaş altı bin çocuk şiddet ve istismar sonucu ve her 7 dakikada bir genç de şiddet sonucu öldürülüyor.
Bizim coğrafyamızı kan gölüne çeviren Amerikalılar ile ilgili rakamlar çok ilginç.
2018'de 20 bin 500 Amerikan askeri, asker ya da komutanın tecavüzüne maruz kalmış. Her gün ortalama 20 muvazzaf asker intihar ediyormuş ve intiharda son 10 yılın rakamı 60 bin.. Ordudan ayrıldıktan sonra Amerika'da yılda 6 bin, ayda 500 eski asker intihar ediyormuş.

gazete

Cumhur’un sorunu..

Ahmet TEZCAN

Cumhur’un sorunu..

31.10.2019

Cumhur'un Cumhuriyetle bir sorunu var mıydı? 96 ncı yıl kutlamalarında önceki gün Atatürk Bulvarı boyunca insanlarımızın yüzünde bu sorunun cevabını gözledim. Anıtkabir'deki yüzler beni yanıltabilirdi o nedenle herkesin, her kesimin bulunduğu bir bulvardan izledim 96 yıl kutlamalarını.
7'den 70'e oradaydık ve Cumhur, geçen konvoyları izliyor, alkış ve ıslıklarla katılıyor ve büyük bir coşkuyla bayramını kutluyordu.
O trafiğe rağmen hiç birinde hoşnutsuzluk duygusu sezmediğimi söyleyebilirim.
Herkesin gözlerindeki mutluluğu gördüm.
Zaten Cumhur'un Cumhuriyetle bir sorunu yoktu ki!

"CUMHURİYET", "Bizi kim yönetecek?" sorusunun cevabıydı ve doğrudan seçim sandığını gösteriyordu. Peki, 27 Mayıs'tan 12 Mart'a, 12 Eylül'den 15 Temmuz'a niye yapıldı bu müdahaleler?
Kim yapıyor, kim yaptırıyor, neden müdahale ediliyor? Bizi kavgaya kargaşaya sürükleyerek canımıza, malımıza, huzurumuza kast edenler kim? Bunların iyice bilinmesi ve düşünülmesi gerekiyor.
CUMHURIYET, "Bizi kim yönetecek?" sorusunun cevabıydı, "NASIL?" sorusunun cevabı da "DEMOKRASİ" dir ve CUMHUR'un bunda da kararı kesindir, vazgeçmek başka maceralara, mecralara girmek gibi bir niyeti de asla bulunmamaktadır.
O halde yol da iz de bellidir ve bizi hiçbir güç bu yoldan çevirmemelidir.
Ancak, şimdi insanlar başka yollar, başka tekniklerle yollarından çevrilmeye, evrilmeye, devşirilmeye, hayatı değiştirilerek başka emellere alet edilmeye çalışılmaktadır.
Bulvar'da bunu gördüm, asıl bunun FARKINDA OLMAK gerekmektedir.

Günümüzün dünyasında şirketler, devletlerden daha büyük örgütlere dönüşmeye başlamıştır. Onlar için ciro, bilanço her şeyin, her duygunun önündedir, insan hayatından bile önemlidir.
Suriye'de, Irak'ta, Türkiye'nin karşısında bir "savaş" yürütülüyor, kimler rol alıyor?
TERÖR ÖRGÜRTLERİ ve SAVAŞ ŞİRKETLERİ.. Onların eliyle veriliyor bütün mücadele ve artık saklamıyorlar da..
Kimin nerede, nasıl, hangi rejimle yaşayacağından çok; artık doğrudan insanların alışkanlıkları, gelenekleri, beslenmeleri hedef alınmaktadır. Parmak izimizden efor testimize kadar her şeyimizi biliyorlar.
Sosyal medya, kitle iletişim aygıtları bunların aracı durumundadır. Robot teknolojisi hızla ilerlemekte ve işsizler, emekliler "GEREKSİZLER" olarak nitelenmektedir.
Dünya nereye gidiyor bunu da başka bir güne bırakalım.

gazete

Başkent Ankara Meclisi

Ahmet TEZCAN

Başkent Ankara Meclisi

14.11.2019

Hemşerilik, birlik olma, biz olma ruhudur ve içinde önemli bir güç ihtiva eder. Bu ruhun ve gücün oluşmasında mutlaka dinî, millî, ekonomik yapının etkisi vardır. İnsanın aidiyet hissi de bir başka önemli durumdur ki bir işe bir göreve niyetlensek bu gücü arkamıza almaya çalışırız.
Başka memleketlerde de böyle bir duyguya rastlanmaz, "hemşerilik ruhu" diye bir şey pek yoktur.
Bir Alman veya Fransız ömrü boyunca "Nerelisin?" sorusuyla karşılaşmaz.
Ola ki karşılaştı ve "Dortmund veya Marsilya" gibi bir cevap aldı; bu defa "Neresinden?" diye soruyorsa o muhakkak Türk'tür.

Kayıtlara göre en çok hemşeri derneği bulunan illerin başında Ankara gelmektedir.
Belki bunu Ankara'nın siyasî ve resmî hüviyetiyle açıklamak mümkün olabilir.
Ancak bunu tam olarak Ankara'nın hayrına yorumlamak pek mümkün değildir.
Şöyle ki Ankara'ya söz gelimi Kırşehir, Yozgat, Çankırı veya Çorum'dan yahut Türkiye'nin her hangi yerinden gelen ömrü boyunca oralı olarak yaşamakta ve bir türlü Ankaralı olamamaktadır. Bu, genel bir tespit. Ankara'daki bütün hemşeri derneği ve sivil toplum kuruluşlarını tek çatı altında toplayan da bir kuruluş var: Başkent Ankara Meclisi (BAM).
Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan başkanlığında faaliyetini sürdüren bu çatı kuruluş Başkentlilik ruhunu oluşturmaya çabalamaktadır.
Benim de üyesi bulunduğum kuruluşun geçen hafta genel kurulu vardı ve çok çarpıcı tespitler yapıldı. Ankaralılar ve Ankara'ya Hizmet Edenler Derneği'nin Yenimahalle'deki binasında yapılan kongrede konuşan Başkan Nevzat Ceylan, ülkemizin her yöresini temsil eden dernek ve federasyonların enerjisini birleştirmeye çalıştıklarını kaydederken, amacı tek cümleyle özetledi:Ankara'ya sahip çıkmak, başkentlik bilincini oluşturmak.

Ceylan'ın "En büyük sıkıntı Ankara'da yaşayanların Ankara'yı sahiplenmemesi, Ankara ile ilgili dertlerinin olmaması ve bu konudaki gayretlerin yetersiz oluşu" görüşüne katılmamak mümkün değil. Biz de o birlik beraberliği sağlamak durumundayız.
Nefes aldığımız, çocuklarımızı yetiştirdiğimiz her imkanından istifade ettiğimiz Ankara'ya arka çıkmak durumundayız.
Ankara son 20 yılda 120 milyarlık yatırım almış ama hepsi devlet yatırımı. Ankaralı iş adamı Ankara'ya neden yatırım yapmıyor?
Ankara'da Koç gibi kazanıp yatırımda Ankara'yı unutanlara söyleyecek sözümüz olmalı.

gazete

200 günü gördük

Ahmet TEZCAN

200 günü gördük

21.11.2019

Mansur başkan 200 günlük icraatını da açıkladı. Kaldı 1600 küsur gün bakalım Başkent Mansur başkanla neler kazacak? Bundan önce de 100 gününü anlatmıştı ama Ankara'da yaşayanlara dokunan icraatlarını ilk 100 günde görememiştik. Görememiştik, çünkü başkanı ilk işi Mimarlar Odası'nın teşviki ve ısrarıyla heykel açmak olmuştu. Bir "intikam heykeli" idi başkanın açtığı. Mimarlar Odası ile Gökçek yönetimi arasında "çok önemli" tartışma konusu olan bir heykel. Zaten bu oda, kamuda yarattığı tartışmalarına bakılırsa kendi işinden başka her meseleye "maydanoz" bir kuruluş izlenimi veriyor. Başkentin mimarisine ilişkin bir etkinliğini ben bilmiyorum. Ankara'nın aydınlatmasından trafiğine, yapılaşmasından estetiğine 12 yıldır yazdığımız onca yazıda tek satırlık katkılarını görmedim.
Heykel dedim de pek çoğumuz unuttu bile. Hatırlayacaksınız, hani çalınmıştı da "Gökçek kaldırttı" denilmiş ve günlerce medya aracılığı ile tartışma konusu olmuştu. Yönetim değişir değişmez hemen aralarında topladıkları 30-40 bin lira ile çalınan heykelin alelacele çakmasını döktürdüler ve hemen Mansur Başkan'ın eliyle yerine koymanın doyulmaz keyfini yaşadılar. Heykel dedikleri de bulunduğu çevreye bir estetik katsa bari! Arkadaşlarıyla sohbetlerinde kendi aralarında dahi "bir şeye benzetemediklerini" söyledikleri bir heykel başkente ne katmış olabilir? Bu yüzden "intikam heykeli" diyorum. İlhan Koman da neredeyse ömrünü İskandinavya'da geçirmiş bir "yontucu", hemşerim de aslında, "Akdeniz kucaklayan" bir zaman Ziya Gökalp Caddesi'ndeki heykelini estetik bulduğumu da söyleyebilirim. Onda bu ülkeyle paylaşılmış bir değer bulmak zor, eh, sanatına da yansımıştır bu. Keşke Ankara'da yaşamış olsaydı da başkentin Heykelci Başkanı Karayalçın'a "yontu" üzerine ilhamlar verseydi. Başkent belki onun döneminde estetizmden nasibini almış olurdu.
Şimdi Yavaş'ın 200 gününe bakıyorum ve başkente ve başkentte yaşayanlara henüz bir şey katmış olduğunu göremiyorum, dişe dokunur bir icraat yok. Mansur'un icraatı soyadına uygun yavaş yavaş gelecek her halde? Belediye icraatlarında Ankaralıya dokunmak nedir? Hayatı bir nebze kolaylaştırmaktır. Hayat nasıl kolaylaşır; trafik rahatlatılarak, otomobillere yetecek park yerleri sağlanarak, yeni konut alanları açarak, bilhassa gerekli yerlerde gerekli denetimleri zamanında yaparak, çöpleri zamanında alarak, bilhassa gıda bakımından elzem ihtiyaçlar ucuzlatılarak vs. Şimdi biz bunları bekliyoruz, Belediyeden, hayatı kolaylaştıran icraatlarla Ankaralıya dokunan işler bekliyoruz. Tartışma ve yarıştırma değil…

gazete

Önemsiz bir konu!

Ahmet TEZCAN

Önemsiz bir konu!

28.11.2019

Bugün çok önemli bir konuyu; pek önemsenmeyen, sıradan bir konuyu köşeme taşıyorum. Yalnız ondan önce birilerine bir uyarım ve de kınamam olacak. Çünkü söz verdim. Geçen haftaydı, Eskişehir yolunda bir hastanedeyim, serumla verilen ve 8-9 saat süren bir ilaç alıyoruz.
Derken patlamalar ve motor gürültüleriyle sarsıldık. Herkesle beraber pencerelere koştuk, yarış arabaları modifiye eksozlarıyla basıyorlar gaza.
Neyin nesidir diye sorarken; kimi damar yolu aranan, kimi nefes almaya çabalayan, refakatçi eşliğinde koridorda adım atmaya çalışan hastaların halini anlatamam.
Hanımı bırakıp indim ki Hitit Rallisiymiş, arabalara start veriliyormuş hastanenin yanıbaşında! "Yuh" demişim kendi kendime, bir iki ralliciye de "hastane hastane" diye bağırdığımı hatırlıyorum.

İyi hoş da, start için hastane çevresi mi seçilmeliydi? Çıkın şehir dışına, biz de gelelim, hepimiz destekleyelim Hititleri. İleride bir kalabalık gördüm, yarışa katılsalar rallicilerin bile tozuna yetişemeyecekleri makam arabalarıyla oradaydılar, tuzu kuru bir kalabalık!
Şaşırmadım, döndük hastalarımızın başına, homurdandık ve kınadık. Aslında o yarış da, önderleri ve sponsorları da ayrı ayrı birer yazı konusudur ama! Neyse gelelim önemsenmeyen önemli konumuza.
Başkentin dört bir yanı parktır. Belediyeler şimdiye dek müsait buldukları pek çok alanı hemen yeşillendirip kanepelerle donatarak nefes alınacak ortamlar oluşturdular. Ne kadar teşekkür edilse azdır. Spor aletleriyle de donattılar bu parkları. Herkes rallici değil ya! Pek çok insan bilhassa sabahın erken saatlerinde buralarda en azından yürüyor.
Ağaçların arasında, kuş sesleri içinden geçerek doğrudan ve doğadan enerji topluyorlar.
Güzel havalarda, bilhassa hafta sonları parkların kalabalığı daha da artıyor.

Spor aletleri olmayan park ortamı da yok gibi. Ondan fazla aletle vatandaşların kol çektiklerini, bacak açıp pedal çevirdikleri görmüşsünüzdür.
Ama bir husus var ki benim esas dikkat çekmek istediğim de bu. Çoğu 35-70 yaş insanlar bu spor aletlerini bilmeden kullanıyor. Hangi kaslarımızı hangi aletle ve ne kadar süre çalıştırmalıyız doğrusu tam olarak bildiklerinden emin değilim. Benim gözlemim bu ve bilime dayalı önemli hususlar bunlar. Aksi halde sakat kalma riski var.
Belediyelerin sporla ilgilenen birimlerinden uzman kişiler, arada bir bu parkları dolaşıp vatandaşı bilinçlendirseler. Hattâ birlikte spor yapsalar ve aletlerin nasıl kullanılacağını anlatsalar olmaz mı? Eleman yoksa beden eğitimi öğretmenleri eski sporcular var. Alın size sevimli bir hizmet alanı, çalışın çalıştırın, odalar dolusu oturmayın boş boş.

gazete