27 Haziran 2019 Perşembe

Çocuklar tatilde mi?!

Ahmet TEZCAN

Çocuklar tatilde mi?!

27.6.2019

Öğrencilerimizin ve ailelerin LGS heyecanı henüz sükûna ulaşmışken bizim de sözümüz olacak. Önce rakamlara bir bakalım. Dünyanın genç nüfus barındıran ülkelerinden biri Türkiye ve sadece öğrenci sayımız 143 ülkenin nüfusunu geçmektedir. MEB'e bağlı resmi ve özel okullardaki öğrenci sayımız ortalama rakamla 25 milyonu aşmıştır, bunun 8 milyonu yükseköğretim kurumlarında bulunmaktadır.
Daha önce de yazdım, çocukların ana karnında oluşumunu tamamlayıp dünyaya doğmaları için 9 ay 10 günlük süre yetiyor. Bebeklik çağları da 4-5 yıl kadar evde, aile ortamında geçiyor.
Karakterlerinin oluşması ve temel bilgileri almaları için bu süre çok önemli. Sonra okul dönemi başlıyor. Çocukların her yıl okullarda eğitim öğretim gördükleri sürenin ana karnındaki süre kadar olması benim hep ilgimi çekmiştir. Dikkat edin, okullardaki öğrenim süresi de aşağı-yukarı 9 ay 10 gün sürmektedir ve lise sona kadar bu her yıl aşama aşama tekrarlanmaktadır.
Hayata ve dünyaya doğmak arasında böyle bir ilişki var.

***

Peki, öğrencilik süresi boyunca adeta bir yarışçı gibi kovaladığımız çocuklarımıza cenin halindeyken gösterdiğimiz ihtimamı, bebeklikte ve okullarda da hassasiyetle gösterdiğimizi söyleyebilir miyiz?
En büyük bütçeyi eğitime ayırmak yetmiyor.
Çok zaman harcayıp çok enerji tüketiyoruz.
Evet, eğitim öğretim kolay iş, asla değil. Herkes için bu böyle. Öyleyse neyi eksik yapıyoruz? Türkiye zengin ve güçlü bir ülke, yeterli insan kaynağına sahip ve yetişmiş insan gücü kendine yeterli ise neyi eksik yapıyoruz değil mi? Çocuklardan şikâyetçi aile yok gibi. Ekran bağımlılığı bile bir yaşına kadar düşmüş. Üzülelim mi, sevinelim mi yoksa başımızı ellerimizin arasına alıp düşünmeli miyiz bilemiyoruz.

***

Kimsenin bu memlekete olan sevgisinden de şüphemiz yok. Ancak, bunların efektif hale gelmesi gerekiyor. Öğrencilerin yaz tatili başladı, bu sürenin boşuna geçmemesi, tatilin amacına ulaşması lazım.
Onların sağlam karakterli, vicdan sahibi iyi birer vatandaş olarak yetiştirilmeleri yarına daha güvenle bakmamızın garantisidir.
Çalışan ailelerin yoğunlukta olduğu Ankara'da izin süreleri bellidir. 1 milyon dolayında öğrenci şu anda evde, sokakta.
5 milyonu aşan başkent nüfusu içinde bu çocuklar nerede, kiminle dolaşıyor takibi çok zor. Çalışan anne-babalar işinize gömülmeyin, onların arkasını arayın.
Kiminle arkadaşlık ediyor bilin. Her gün bir yığın çocuk haberleri izliyor üzülüyoruz, siz siz olun üzülmeyin.

gazete

20 Haziran 2019 Perşembe

Nallıhan’da safari keyfi

Ahmet TEZCAN

Nallıhan’da safari keyfi

20.6.2019

Bu hafta nereye gidelim derseniz hemen size önereceğim yer Ankara'nın müstesna gezi ve dinlenme merkezlerinden biri ve bence en önemlilerinden biri olan Nallıhan olacak. Havası, suyu, ormanı ve mutfağı ile Nallıhan gezmeyi görmeyi sevenlerin olmazsa olmazıdır.
Biraz uzaktır ama yolu düzgündür, müsaittir ve dinleneceğinize de eminim. Hele bu hafta Nallıhan için çok özel çünkü Fotosafari'nin 6 ncısı bu hafta sonu gerçekleştirilecek.
Başkentteki hemşehri derneklerinin yöneticilerinden oluşan ve Ankara'nın bu anlamda çatı kuruluşu olan Büyük Ankara Meclisi'nin destekleriyle gerçekleşen Fotosafari bile Nallıhan gezisi için başlı başına gerekçeniz olacaktır. Avcılığı tüfekle yaparsanız öldürürsünüz ama fotoğraf makinalarınızla bunu yaparsanız kalıcı hale gelmesi için katkıda bulunmuş olursunuz, seversiniz, yayarsınız, paylaşırsınız ve ülkemizin güzelliklerine tanıtmış olursunuz.

Nallıhan'dan bahsederken Büyük Ankara Meclisi'nin de başkanlığını yürüten Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan'ın bir "Doğa Gönüllüsü" olarak Kuş Cenneti'ne olağanüstü katkısı olmuştur.
Ceylan'ın yaban hayatının korunması konusundaki çabaları gerçekten takdir toplamaktadır. Şahsen doğanın ve bilhassa kuşların hayranıyım. Manyas Kuş Cenneti'ni gezdim gördüm. Kızılırmak deltası bilhassa beni çok etkilemiştir.
Nallıhan'ı ise Mayıs başında aynı kuruluşun düzenlediği gezi ile tanıma şansına ulaştım.
Dünyanın bütün kuşları bu memleketi, bizim coğrafyamızı, güzelim Türkiye'mizi göç için, konaklamak için geçiş noktası olarak görmektedirler. Zenginliğimizin sebebi budur ve ilahî bir lütuftur.

Nallıhan Kuş Cenneti'nde 250'ye yakın kuş türü barınmaktadır. Sarıyar Hasan Polatkan barajı buradaki sayısız canlıya, yaban hayatına en münbit yaşam ortamı sağlamaktadır. Çok ilginç bir kuş olan Karaleylek Nallıhan'ın adeta simgesi olmuş. Angutlar, baykuş çeşitleri, yeşil başlı ördekler, pelikanlar, kızıl şahin ve kartal gibi yırtıcılar ve sayısız kuş türlerini burada görme şansına sahibiz. Sadece 85 tür ötücü kuş var. Rahatsız olmasınlar diye karayolu tam burada tünele giriyor. Karabataklar ise burada sorun olmaya başlamış, yuva yaptığı alanlar kuruduğundan yağlamak suretiyle yuvalanmaları sınırlanmaya çalışılıyor. Tam da yavruların palazlanıp yuvadan ayrılmaya başladığı bir zaman şimdi. İlçe merkezinden, mutfağından, ardıç ormanından hiç söz edemedik, Nallıhan jeolojik yapısıyla da önemli bir yürüyüş parkuru. Hafta sonunu değerlendirmek için randevunuz Nallıhan olsun, pişman olmazsınız.

gazete

13 Haziran 2019 Perşembe

İstatistiklerle memleket manzarası

Ahmet TEZCAN

İstatistiklerle memleket manzarası

13.6.2019

TÜİK'in Basın Odasını dolaşırken bugün istatistiklerle memleketin bir resmini çekelim istedim. Toplamda karşıma çıkan manzara benim ilgimi çekti, sizin de çekecektir umarım.
Memleketimizde Opera ve bale seyirci sayısı geçen sezona göre %4,2 artmış, yüz kişiden 4'ünden biraz fazlasının ilgisini çeken bir alan demek ki?! Devlet Tiyatroları'na ben zaten hiç akıl erdirememişimdir, CSO'ya da..
2022'de bitmesi planlanan yeni binası için bu sene bütçeden 10,5 milyon ayrıldı. İdil Biret'in konserine tek bilet satılmadı diye yazdığımda çok kızmışlardı. Meğer o konsere herkes davetiye ile teşrif etmiş! Geçenlerde de Cüneyt Gökçer sahnesinde "Kış Masalı" diye bir oyun seyrettim, yine şaştım kaldım.
Kim seçer bunları, kim sahne kararı alır? Ne konu, ne kostüm hiçbir yönüyle ilişki kuramadım oyunla. Bizim topluma mesaj olacak bir oyun değildi bence.

Bir başka konu; 15-19 yaş grubunda doğurganlık hızı düşmüş. 15-35 yaş arası nüfusunki nedir acaba? Yeterli olsa Cumhurbaşkanı her konuşmasında EN AZ ÜÇ ÇOCUK mesajı vermez herhalde?!
Herkes 1 tanecik çocuk yapıp oturma derdinde! Bu arada tek kişilik hanelerin en fazla olduğu büyükşehir Eskişehir'miş.
Emlakçılar 1+1 lerin müşterisi hazır diye boşuna söylemiyorlar. Ülkemizdeki hanelerin %23,1'inde de en az bir yaşlı fert bulunuyormuş ve Türkiye'de ölümlerin %28'i 65 yaşın altındaymış bunu da belirtelim.

Ve bayram tatilinden henüz dönmüşken seyahatlere ilişkin rakamlar da ilgimi çekti. Gezmelerimize 40 milyar 266 milyon 153 bin TL harcamışız. 9 günlük bayram tatilinde de herkes sahillere akması neyin göstergesi? Motorlu kara taşıtlarının sayısı ile ilgili rakamlar da var: Son on yıldaki artış yüzde 66 olmuş. "Onun arabası var" diye şarkılar söylüyorduk şimdi herkesin arabası var, dahası da var! Şu da dikkat çekici bir durum: Vatandaşımız yabancı ülkelerde toplam 4,9 milyar dolar turizm harcaması yapmış, yurt içinde de 35 milyar 305 milyon 804 bin TL harcamışız.
İstatistik 2019 Şubat tarihli eski değil. Yeri gelmişken ilgili ve başka rakamlar da verelim hepsi TÜİK kaynaklı: Ülkemizde her 10 kişiden 3'ü doğduğu ilden farklı bir ilde yaşamaktaymış ve 2017 yılında 2 milyon 684 bin 820 kişi iller arasında göç etmiş.
Doğduğumuz yerde değil doyduğumuz yerdeyiz yani. Ben rakamlarla memleket manzarasına bakmaktan hoşlandım ilerdeki yazılarda devam ederiz inşallah.

gazete

6 Haziran 2019 Perşembe

Hayırlı bayramlar

Ahmet TEZCAN

Hayırlı bayramlar

6.6.2019

Bütün bir Ramazan ayında oruçlarını tutanlar Reyyan kapısından cennete girmeye hak kazandılar, tutmayanların ise akıbeti belli..
Bunu söylemek ne mümkün?!
İSLÂM, 5 şartlı, bir başka ifadeyle ve günümüz anlayışıyla BEŞ YILDIZLI BİR YAŞAM BİÇİMİDİR. Buna göre tercih ve tatbik ettiği kadarıyla herkes kendini serbestçe yıldızlayabilir.
Şartlar belli:
Önce Allah'tan başka bir ilah olmadığına inanılacak ve Muhammed Mustafa'nın O'nun kulu ve resulü olduğu kabul ve ikrar edilecek. Namaz ve oruç ibadeti ondan sonra geliyor.
Ekonomik durum el verirse hac yaparak, kasa, kese mevcuduna göre zekât vererek 5 yıldızlı hayatın tüm şartları yerine getirilmiş oluyor.
Tam da burada bir soru akla geliyor..
Fiziki olarak tüm bu şartlar yerine getirildiğinde her şey tamamlanmış olur mu?
Elbette değil.
***
Müslümanlık çok büyük ve çok önemli bir taahhüt, "mü'min" olmak onun da ötesinde.. İbadetlerin fiziki şartlarıyla beraber ötesine geçmek gerekiyor.
Yani manen hazzını duymak ve kalben mutmain yani tatmin olmak; eli, gözü, kulağı, hâsılı tüm bedenin ibadete katılması gerekiyor. Yalnızca şahadet, yalnız oruç, namaz, yalnızca hac ve zekât ile bu dinin yaşanamadığı, çekilip bir başına yaşanası bir durum olmadığı muhakkak.
Hz. Mevlâna "İNSANLIĞA KARIL" diyerek bunu iki kelimeyle açıklamış. Bu din, komşuyla, arkadaşla, kardeşle, kısaca tüm toplumla, insan, hayvan, bitki doğadaki tüm varlıkla yaşanan; bir hayatın değil, tüm hayatın kâmilen disipline edilmesidir.
Peki, bu mümkün mü?
Eh, bu soruyu herkes kendisine soracak, ne kadarını yaşarsa o kadar haz alacak, hazzını aldıkça daha çok, daha derin yaşayacak. İslâm ve ibadet aynı zamanda bir denge ve bir iç disiplindir, her an ve her zaman içte ve dışta yaşanasıdır.
***
Ramazanlar, bayramlar, Cuma ve kandil günleri en yalın ifadeyle;
"özel anlar, müstesna zamanlar"dır.
Günümüzün kanla, karmaşayla yoğrulan dünyasında bunalan insana ilahi bir lütuftur. Cenab-ı Mevlâ, kime iltifat etmişse yükseltip yüceltmiştir. Esasen insanın "hayat" dediği ve çok önemsediği süreci doğru yönetmesi ve işleri yoluna koymasıdır mesele.. Dileğim içeride ve dışarıda şu dar ve zor günlerde kurtuluşumuza vesile olmasıdır.
Bu vesileyle bayramınızı kutluyor hepinize sağlık ve mutluluklar diliyorum.

gazete

30 Mayıs 2019 Perşembe

Yitik Hazine

Ahmet TEZCAN

Yitik Hazine

30.5.2019

İmparator Ferdinand'ın elçisi Busbek Kanuni döneminde 8 yıl İstanbul'da kalmış, sonra da imparatoruna mektup yazmış. "Ben Osmanlı milletini kendi milletimle karşılaştırınca" demiş, "korkuya kapılıyorum, uykularım kaçıyor." Yarın karşı karşıya gelince Türklerin galip geleceğini çünkü "çok akıllı, adil, ahlaklı, çalışkan, sadık, tecrübeli ve kuvvetli" olduklarını yazmış.
Kendi milletinin de bu hasletlerin tam aksi bir davranış içinde olduklarını eklemiş. Yalnız bununla kalmıyor elçinin mektubu, Osmanlı hasletlerinin tek dayanağının dinleri olduğunu, Müslümanların da Osmanlı Hanedanlığı sayesinde ayakta durduğunu ilave ederek aynen şöyle diyor: "Her fırsatta padişahı ve hanedanı kötülersek biz bir sonuç alabiliriz. Hanedan yıkılırsa Millet dağılır, Millet dağılırsa dinleri de mahvolur." Ferdinand'ın elçisi mektubunun sonunda Osmanlı'nın dininin doğrudan hedef alınmamasına bilhassa dikkat çekiyor.

İfadeler Gökhan Çayırlı'nın "Yitik Hazine" kitabının önsözünden, hemen altına Merhum Cemil Meriç'in "Haçlıların en büyük zaferi bizim tarih kitaplarımızdır" sözünü ekledikten sonra, çarpıtılan tarih bilgilerinin bıraktığı boşluğun gerçekle alâkasız TV dizileri, sinema filmleri ile doldurulmaya başlayınca "projektör görmüş tavşan" gibi afalladığımızı yazmış. Çayırlı'nın Sokak Kitapları'ndan çıkan "Yitik Hazine" kitabının kapağında; "Kültürel Gerilim Kitabı" yazıyor, benim çok ilgimi çekti. Sadece polisiye eserlerde yaşanmıyormuş gerilim, kültür alanında da yaşanıyor ve bu kitap tam da o. Bence "Hazine Sandığı" bu kitap, genç bir dimağdan sadır olmuş, sarsıcı bir kitap.

Yazmaya sözüm vardı, kitaptan notlarla bitiriyorum: Şu sözler 100 yaşında kaybettiğimiz ve son nefesine kadar tarih yazan ve yaşayan, Hocaların Hocası, Prof.Dr Halil İnalcık'a ait; "Osmanlığı tarihi kadar yanlış anlatılan yanlış bilinen iftiraya uğrayan dünyada ikinci bir millet yoktur." "Unutmayın, nereye gideceğinizi bilmiyorsanız hangi yoldan gittiğinizin bir önemi yoktur" diyen Hüseyin Nihal Atsız'ın şu son sözüyle kitap tamamlanmış, benim de bugünlük son sözüm olsun: "Her şey SAHİBİNE emanet.. Anlamışsanız ağlıyorsunuzdur, ağlıyorsanız anlamışsınızdır.
Çam da bizim kozalak ta.."

gazete

23 Mayıs 2019 Perşembe

Fukarasız iftar olmaz

Ahmet TEZCAN

Fukarasız iftar olmaz

23.5.2019

Karnı aç olanı doyurmak kolaydır, gözün aç olması başka bir şey.. Onu doyurmak ne mümkün? "Her şey dâhil" otellerinde envai çeşit yiyecek içecekler arasında koşuşturan insanların masalarında kalanlarla koca bir köy doyar.
Tepeleme doldurup yiyemeden orada bırakır ya da odalara taşırlar tabak tabak! Bir kuş sütü eksiktir ama doymazlar.
İşte göz açlığı başka bir şey ve üzerinde düşünmeye değer. Sadece yeme içme konusunda değil, her şeyde göz açlığının her halde tedavisi lazım gelir. Ramazanlar işte bunun içindir.
Yiyecek içecek ve her türlü zevk ve hazdan nefsin bir süreliğine uzak tutulup düşünülmesidir.

Dini konularda yetki sahibi olanların;
"Fukarasız iftar olmaz" ikazına rağmen, herkesin birbirini ağırlamaları alışılagelmiştir.
Her Ramazan "lüks iftar" eleştirileri de eksik olmaz. Bunları çoğu yine dernek, vakıf, sendika veya resmi kurum ortamlarında olur. Bir de bu ortamın kullanıcıları vardır ki iftar sofrasını ihmal etmez ve konukları da bellidir. Kuş sütü eksik olmaz bu sofralarda.
Geçelim, mesele şudur: Ramazan ayının ruhuna uygun sofraların kimsenin sözü olmaz. Böyle sofralarda zaten israf da olmaz. Ancak birileri de kendi sofrasını unutup "iftar bahane tenkit şahane" kabilinden ileri geri konuşmadan da edemez. Doğru gibi görünüyor söylenenler ama adamın niyeti o değil. Burada eleştirilen bence iftardan öte bir şey, bunların fark etmiyor değiliz.
İftar sahibini hedef alıyorlar, şamar oğlanına çevrilen siyasetçiyi karalamak zaten en kolay ve her daim revaçtadır. Müslüman'ı aşağılamaya dili varmayınca "Lüks iftarlar" üzeriden bahis açıp açığa kurusıkı ateş ediyorlar.
Bu ruh halini anlamak kolay değil.
Benim de anlayamadığım durumlar var.
Geçenlerde biz de çocuklarla bugün dışarıda iftar etsek dedik kalkıp bir lokantaya oturduk. Onca iftar edenin arasında tam da iftar saatinde rakısını açtırıp sigarasını tüttüren ruh hali bir örnektir. Kimsenin itirazı olmaz ama bir saat önce veya sonra olsun ne olur, nezaket olur, öyle değil mi?

Beş yıldızlı, ultra lüks ziyafetleri biz de eleştirdik ama israf dedik, hakkımızın olmadığını söyledik. Bu evrende insan olarak tükettiklerimizin esasen hayatımızdan gider, her şeyi tüketirken birbirimizi de tüketiyoruz böylelikle. Esasen nerede hangi maksatla olursa olsun, ister şirket yemeği, ister başka bir şey israf her yerde israftır. İftar yemeği olunca israfa göz yumulur mu? Asla değil..
Masalarda bırakılan o el değmemiş yiyecek içeceklerin çöpe boca edilmesine Allah'ın da, kulun da rızası olmaz. Benim şahsen sendika, dernek, birlik, vakıf üzerinden sürülen saltanatlara itirazım var, bunu hep söylüyoruz ama yine de ölçüyü kaçırıyoruz.

gazete

16 Mayıs 2019 Perşembe

Zimem defterleri

Ahmet TEZCAN

Zimem defterleri

16.5.2019

Ramazan, yardımlaşmanın en makbul ayıdır. Cebinde ekmek parası bile olmayan ihtiyaç sahipleri vardır, belki üstleri başları da düzgündür bu insanların.
Öyle oruç ayında türeyen pejmürde milyonerlere siz bakmayın. İşi düzgün, düzenli geliri olduğu halde işten ayrılmış, işten çıkarılmış, şirketi iflas etmiş bir yığın ihtiyaç sahibinin evlerine kapandığını ya da sokaklarda dolaştıklarına yüzde yüz eminim. Çünkü muhabir olarak çalıştığım dönemde benzer durumu yaşamışlıklarımız var. İş için girişimlerimizin sonuç vermediği dönemler olurdu, yine giyinir kuşanır evden beş parasız çıkar, başımızı sokacak bir arkadaş ofisi bulursak çayını içer, biraz vakit geçirir eve dönerdik.

Kendimden bir hikâyedir; Bir dönem iş bulma şansını bir türlü yakalayamamıştım.
Taa Çorlu'da eski bir milletvekili olan Yılmaz Alpaslan'ın "Devrim" adlı bir gazetesi vardı, orada çalışayım istedim.
Yakınlarım vardı Çorlu'da, bu zor süreci onlarla atlatırım diye düşünüyordum.
Rahmetli Yılmaz bey ile durumu hasbıhal ettik; "İyi güzel de.." dedi, gazeteyi yenilemeye, canlandırmaya konjonktür gereği, şimdilik pek ihtiyaç duymadığını söyledi.
İtirazımıza rağmen elimize bir de harçlık tutuşturup yolladı. Tam 14 ay sürdü işsizliğimiz, yaşayan bilir. Arkadaşların desteğiyle atlattık o günleri. Demem o ki; almaya alışmış olanları değil, gizli ihtiyaç sahiplerini bulmak, gözetmek önemlidir. Çoğu kez onlara yardımı nasıl ulaştıracağınızı bile bulamazsınız; borç-harç dersiniz, yakınlarını araya sokarsınız vesaire.

Vatandaş "askıda yardım" diye bir usul geliştirmiş, inandığı, güvendiği bakkala, çaycıya, berbere, fırıncıya velhasıl mübrem ihtiyaçların giderildiği esnafa "askılık yardım" yapıyor veya borcu olanların borcunu ödüyormuş. Kimin torunları, asil ruhlarının gereğini yapıyorlar. Eskiden Osmanlı'da "Zimem defterleri" varmış, asil ruhlu, cömert insanlar bu defterlere kayıtlı borçlunun borcunu kapatmaktan büyük zevk alırlarmış. Şimdi "veresiye" dediğimiz defterden borcu ödeyip sayfasını koparıp alıyor. Ne asil bir yardım şekli! Alan el veren eli görmüyor, bilmiyor, tanımıyor.
Günümüzde bu borçlanma usulünü takip eden esnaf var mıdır bilmiyorum? Yardıma aracı olan kişiler için de bu usûl adeta ateşten bir gömlek, çok büyük de vebali var.
Borçlu borç miktarını bilir, garibin kapanmış borcunu bir de kendine ödetirsen belanı bulursun. Anadolu'nun gani gönüllü insanları yardımlaşmanın her zaman bir yolunu buluyor. Bizim, millet olarak asırlarca toplu yaşamamızın, ayakta kalmamızın hattâ millet olmamızın sırrı budur.

gazete

9 Mayıs 2019 Perşembe

Oruç bir kalıp

Ahmet TEZCAN

Oruç bir kalıp

9.5.2019

Ramazanlar, her türlü davranışımızın hoş, faydalı, güzel olması için yaratıcımızın bizlere tanıdığı yeni bir fırsattır.
Ramazan gibi, hafta içindeki cuma günleri, kandil geceleri böyledir. Bir değerlendirmeye göre Ramazan'ın içindeki "Kadir Gecesi" başlı başına Cenab-ı Allah'ın Müslümanlara bir lûtfu keremidir.
Oruç, bilindiği üzere Hicret'in ikinci yılında, Bakara suresindeki;
"Siz ey imana ermiş olanlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ki Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız" hükmüyle (183) inananlara bir emir niteliğindedir.
Demek ki Müslümanlar olarak o günden bu güne hesabım yanlış değilse tam 1395 nci Ramazan'ı idrak etmiş bulunuyoruz.
İnsan ömrü sonlu olmasaydı da; Orucun farz kılınmasıyla başlayıp bugüne kadar oruç tutmuş olsaydık; belki 50 bininci orucumuzu tutuyor olacaktık.

Bir-İki asırlık bir ömrü bu şartlarda düşünmesi bile sıkıcı. Böylesi uzun bir ömür, hangi şartlarda çekilebilir ben şahsen düşünemiyorum. Ama lûtfu, ikramı bol Allah'ımız, matematik olarak "İçinde Ramazan olmayan bin ay" değer biçtiği bir Kadir Gecesi ile 80 küsur yıllık ömrümüzü karşılayacak bir başka altın fırsatı da yine Ramazan'ın içinde bizlere ikram ediyor.
Ayrıca tıbbi olarak da tüm organlarımızın bayramıdır adeta. Bir düşünsenize normal günlerde midemize yüklediklerimiz bir tarafa elimizi, dilimizi, gözümüzü, kulağımızı velhasıl tüm organlarımızı nasıl da ölçüsüz kullanıyoruz. Bütün bu organlarımızı oruçluyken daha ölçülü ve sorumlu kullanmak gibi bir durum zorunlu oluyor, başarabilen kazanıyor. Bizim hizaya gelmemiz sapkınlıklardan uzak olmamız için Hz. Adem'den bu yana yükümlülüklerimizin başında gelmektedir.
Bizim için adeta bir nevi "balans ayarı", nice faydaları ilim dünyasınca da ispatlanmış. Dr. Haluk Nurbaki rahmetli, pek güzel anlatırdı; "İnsanın iç organları dile gelse" derdi Ramazan'ın gelmekte olduğunu sevinçle birbirine müjdelerler."

İşin olumsuz tarafına hiç bakmayacaktım ama demeden olmuyor. Orucu nasıl tahrif ettiğimizi söylemeye dil gerek.
Oruç için ortam da çok önemli. Etrafınıza bir bakın ne demeye çalıştığımı anlarsınız.
Böylesi ortamlar mayın tarlası adeta ama başarabilen de tam anlamıyla kazanıyor.
Bir kısım TV'ler ise evlere şenlik, envai türlü yiyeceklerle Ramazan'ı adeta yiyecek içecek karnavalına çeviriyorlar. Oruç bir kalıptır dostlar, Hz. Mevlâna ibadeti şekil itibariyle ele alırken önü ve sonu olan her şeyi; kelime-i şahadet dahil ağızda başlayıp ağızda biten bir şey olmadığını söylüyor.
Öyleyse; imsakta başlayıp iftarda biten bir eylem de orucun sadece kalıbıdır. Marifet, kalıbın içini doldurabilmektir vesselam.

gazete

2 Mayıs 2019 Perşembe

Ramazan’ın anlamı

Ahmet TEZCAN

Ramazan’ın anlamı

2.5.2019

Bir yazımda yine bahsetmiştim;
'Ramazan' demek Arabî lisan'da "yatıştıran, bastıran, sakinleştiren" demekmiş.
Hani ne denir; "çisil çisil" başlayıp tozu toprağı yatıştıran yağmura Araplar bu adı veriyormuş.
Hele yağmurdan sonraki toprak kokusuna bayılırım ben. Dikkat edilirse öyle sırılsıklam, çamura bulayan, sel felaketlerine yol açan sağanaklardan bahsedilmiyor.
Hayatımızda kimi zaman, yönü, şiddeti, zamanı belirsiz fırtınalı durumlar vardır, biz ona bir anlamda "tozutma" deriz, işte o hallerin yatışıp sakinlik kazandığı bir mevsime giriyoruz; onun adı Ramazan..

Bir mânâ iklimidir Ramazan, önce seçim sonra 1 Mayıs'ın arkasına denk düştü. İnşallah bütün hayatımızı şöyle ortaya serip bir düşünürüz umarım: "Ben kimim, ne yapıyorum, nereye gidiyorum, sorumluluklarım nedir" diye bu defa sualleri kendimize yöneltiriz. Hepimiz oturup sükûnetle kendimizi sorguya çekmeliyiz ve davranışlarımızı onarıp yeniden bir yön vermeliyiz. Bunu hangi mevkide olursak olalım, sıfatımız, görevimiz, konumumuz ne ise mutlaka yapmalıyız. Ramazanların bir hikmeti olduğu açık; eskilerin deyimiyle "Asayişe müessir fiiller" bile Ramazan ayıyla birlikte hemen düşüyor, kazalar, kavgalar genellikle azalıyor. İstatistikler bunu açıkça ortaya koyuyor.
Zaten aranan da bu değil midir? Dileriz bu Ramazanda da bu güzellik, sağlık, dinginlik ve bereket sağlanır. "Ne arıyorsan" diyor Mevlâna; "sen osun, onu bulursun" Yani belâsını arayan da Mevlâsını arayan da bulur.

Bugün mübarek ayın kelimelerinden başladık yazımıza, orucun da Arapçıdaki karşılığı "savm-siyam" olarak geçiyor. Bizim dilimize Farsça'dan, "günlük" anlamına gelen "ruze" den "oruze" olmuş ve zamanla "oruç" olarak dilimize geçmiş. Türkçemizde kelimeler R hafiyle başlamaz, o yüzden mesela Ramazan, Anadolu ağzında halâ "Iramazan" dır mesela. İmsak - iftar kelimelerine gelince;
"imsak", "milli misak"tan hatırlanacağı üzere "sözleşme, ahitleşme" mânâsınadır. Yani bir anlamda "Senin rızan için akşama dek hiçbir şey yiyip içmeyeceğim" diye sözleşiyoruz bir bakıma. "iftar" kelimesine de açma, açış anlamını veriyor lügatler..

Velhasıl bunları bilmek lazım mıdır yoksa gereği yapılır mesele hallolur diye mi düşünelim bilmiyorum. Oruç gibi namazın da "tekbir(Allahüekber), kıyam(ayakta durmak), kıraat(okumak), rükû(eğilmek), sücut(secde etmek) gibi kavramları var. Bir anı ifade etmenin ötesinde bunlar derin anlamlar ifade ediyor bilmekte yarar var.
Bugün Ramazanın anlamına değindik bir gün de önemini didikleriz. Bir şeyi yapıyorsak bilerek ve yüreğimizle yapmalıyız diyorum ve Ramazan'ınızı candan gönülden kutluyorum.

gazete

18 Nisan 2019 Perşembe

ALO 153 artık çalışır mı?

Ahmet TEZCAN

ALO 153 artık çalışır mı?

18.4.2019

El Mansur harfi tarifiyle söylersek Mansur Yavaş'ı kasdetmiş oluruz ki başkent halkı 2024'e kadar yeni başkanıyla "emsile" den kalır mı geçer mi zaman gösterecek. Öyleki "emsile" dersi Ankara'da belediyecilik kadar zor bir derstir çünkü bunun bir de "lem yensur, ma yensur" sigaları var ki çok olumsuz anlamlar içerir.
"Mansur" da kelime olarak "yardım edilmiş" anlamında aynı fiil kökünden türemiştir.
Kişinin aynası işidir, başkentin de gündemi çok yüklüdür. Ben şahsen başkanın ismine uygun bir performansla başarılı olmasını samimiyetle diliyorum.
Neticede hizmet başkentedir ve bundan sadece Ankara halkı kazanmaz.

Lakin kabul edemediğim, akıl erdiremediğim bir-iki şey var ki kafamdan söküp atamıyorum. Bir kere şu tespiti yapalım: CHP mevcut yapısıyla kendi içinden bir adayla ortaya çıksaydı Ankara'da seçimi alamaz, kazanamazdı.
Kendileri de bunu çok iyi bildikleri için öteki mahalleden birini montajlayarak seçmenin önüne çıktılar. Milletin kahir ekseriyeti çeyrek asırdır bu partiye neden iktidar yüzü göstermez hiç düşünmezler.
Fikri yapısı uyuşmadığı halde bu montajlanmayı Mansur Yavaş'ın nasıl kabullenmiştir gerçekten anlaması güç?! "Solcu ülkücü" der gibi bu yafta ona bir ömür yapışacak bunun da bilinmesi lazım.

İkinci olarak da; başı sonu nihayet bir "BEYPAZARI TECRÜBESİ" ile koskoca bir BAŞKENT NASIL YÖNETİLECEK doğrusu merak ediyorum?
Başkanlık ettiği ilk meclis oturumu bence ipucunu verdi, nasıl bir cedelleşme yaşanacak gösterdi. "Herkes anasından başkan mı doğuyor?" diyenler çıkabilir.
Zaten mesele de bu ya.. Büyük ölçekte bundan önceki yönetim mantığı, tavrı ve tarzıdır ki Mansur'a seçimi kazandırmıştır.
Sadece kendi performansı yahut RÖVANŞİST duygularla hareket edenler değil. Başkana rasgele sormak istiyorum:
Senin yönetiminde mesela belediyenin şu ALO 153 servisi aksaksız çalışacak, vatandaş en bunaldığı anlarda belediyeyi aradığında karşısında ciddi bir muhatap bulabilecek mi? Üst geçit asansörleri mutat bakımları yapılıp düzenli çalıştırılabilecek mi? Anafartalar mahallesi başkentin ortasında "kanser" gibi öylece kalacak mı? İnsanlar "ismi ile müsemma"dır yani işi ve karakteri adıyla örtüşür. Mansur Yavaş adıyla mı yoksa soyadıyla mı faaliyet icra edecek zaman gösterecek.

gazete

11 Nisan 2019 Perşembe

Mansur Yavaş’ın kaligrafisi

Ahmet TEZCAN

Mansur Yavaş’ın kaligrafisi

11.4.2019

Ankara'da seçim işi sübuta erdi, Başkan Yavaş mazbatasını alıp makamına oturdu. "Mazbata" eskimez dilin bir kelimesidir, zabıta, inzibat, zabtiye kelimeleriyle aynı köktendir, KÖK bence çok önemlidir.
Ülkücü kökenli Yavaş'ın Beypazarı performansından nasıl bir Ankara yönetimi çıkaracağını da hep birlikte göreceğiz.
Başarılı olmasını dilerim ancak, ittifak ettiği kesimin onu rahat bırakacağını hiç sanmıyorum.

Mansur Yavaş, havaalanında Cumhurbaşkanı'nı karşılayan heyetin içinde de yerini aldı.
Devlet büyüklerini karşılama-uğurlama işi zaten başkent yöneticilerinin önemli görevleri arasındadır. Dolayısıyla Erdoğan ile Mansur Yavaş sıkça bu merasimlerde karşılaşacak ve el sıkışacaklar. Ancak ilk karşılamada Erdoğan'ın Mansur Yavaş ile el sıkışmasını ben görmedim, medya organlarına yansımadı. Her halde gazeteciler o anı yakalayamadılar veya ben göremedim?
Hâlbuki o an ilk olması bakımından önemliydi bence, gazetecilik açısından.

Kaligrafi, harfleri güzel biçimler vererek yazma sanatıdır. Anıtkabir ziyareti aslında rutin bir işlem olmakla beraber, Mansur Yavaş'ın özel deftere -sosyal medyayı da heyecanlandıran- kaligrafik bir yazı tarzını seçmiş olması dikkat çekici. Kendinin yazmadığı, "dublör" kullanarak yazılmış olduğu kısa sürede ortaya çıkan bu usulü daha önce de deneyenler olmuş. Anıtkabir özel defteri için kaligrafik yazının tercih edilmiş olmasını esas ilginç kılan; seçilen yazı stilidir. "HÜMANİSTİK" adı verilen bu yazı tarzı ilk Avrupa'dan çıktı ve bir fikrî temeli vardı; Kendileri için çok karanlık geçen "ortaçağ" dan "Aydınlanma" dedikleri Rönesans'a geçişlerini simgeliyordu.
CHP'liler bu yolla Başkan Yavaş'a da benzer bir mesaj mı verdirmek istediler diye sormadan edemiyorum?!
Kaldı ki Yavaş'ın CHP'den seçilmiş olmasıyla da çok uyumlu. Neden, diyenlere şöyle bir soru soralım:

CHP, ÜLKÜCÜ kökenli Mansur Yavaş yerine, kendi içinden söz gelimi genel başkan yardımcıları Tuncay Özkan'ı, Bülent Kuşoğlu'nu veya partinin bir başka önemli ismini seçmenin önüne çıkarsaydı seçilebilirler miydi dersiniz? Onlar da Mansur kadar Ankaralıydılar üstelik. Öte yandan Mansur Yavaş'ın da CHP'nin mevcut yapısıyla ve ısrarla uyuşuyor olmasını da ben bir türlü çözemiyorum?!

gazete