22 Haziran 2017 Perşembe

Nice ramazan ve bayramlara

Ahmet TEZCAN

Nice ramazan ve bayramlara

22.6.2017

İşte bitti, sayılı günler tez bitiyor. Bir Ramazan'ı böyle tamamlamış olacağız.
İnşallah gereği gibi yaşanmış olsun. 57 İslam ülkesi 1.7 milyar Müslüman'ı ilgilendiren Ramazan'ın bu coğrafyada tam anlamıyla mutlu, mes'ut, müreffeh yaşanacağı günleri özlemle ve umutla bekliyoruz. Üç milyonun üzerinde Suriyeliyi misafir ediyoruz, bunun 500 bini çocuk ve dünya bu drama hem sessiz hem eylemsiz. "İyi ki Türkiye var" dedirten bir konumla ülkemizin nice Ramazanlara ve bayramlara ulaşması samimi temennimizdir.
Ramazanlar, bayramlar, kandil geceleri seçilmiş zamanlardır.
Rabbimizin seçmiş olması seçilmiş olanı yükseltmekte ve yüceltmektedir.
Milyarlarca canlının arasından Rabbim insanı seçmiş ve yaratılmışların en şerefli makamına yükseltmiştir.

***

İnsanı anlamak bizatihi insanın kendini anlamasıyla mümkün olmaktadır, kendini anlamak ise kendini bilmektir bir bakıma.
Kişi kendini bildiğinde Rabbini bilip bulmakta ve vuslata ermektedir. Birbirimizi anlamak da neticede bu zincire bir halka olmakla başlıyor, aksi halde sağırlar körler diyalogu..
Seçilmiş zamanlar bizlere yüksek bir anlayış ve seziş kazandırıyor. Anlamak için de dinlemek gerekiyor. Sözün tek müşterisi vardır o da kulaktır. Dinlemek ilk kademe ise söz ikincisidir.
Beyinde ve bedende yaşanmamış olanın sırf söz olmasının bir anlamı ve ağırlığı olmadığını bilenlerdeniz.

***

Sözün davranışa yansımaması da ayrı bir durum, ağızdan çıkanı kulak duymazsa diğer uzuvların haberi hiç olmaz. Önce ağızdan çıkanı kulağın duyması gerekiyor. Biz eskiden "söz toplumu"yduk, Mevlâna'nın 26 bin beyitlik Mesnevisi de "Dinle" diye başlıyordu, şimdi "göz toplumu" olduk. Bütün yaşantımızı göze gözleme uygun kuruyoruz.
Evimiz, arabamız, giyim-kuşamımız bile göze gözleme uygun olsun istiyoruz. Halbuki bir düşünün söz organı da göz organı da başımıza yerleştirilmiştir ki akılla da bir yakınlık kurulmuş olsun. Birisi iyi bir söz söylüyorsa diyor Hz. Mevlana bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasındandır ve ekliyor; "Sözün içini elde etmek için harf kabuğunu yarmak gerek." Söze dair söylenecek çok söz var, sözün kokusu olur mu demezseniz bir misal daha vereceğim;
"Yalan söz söyleyenin soluğundan belli olur!" diye de bir söz var. Bizler de büyüklere ait bu sözlerin hatırlatıcılarıyız ki, arzumuz "sağırlar çarşısında gazel atma ya da körler çarşısında ayna satma" cinsinden olmasın.
Esas olan söylenenin sahibi olmaktır vesselam.
Kandiliniz, Ramazanınız mübarek olsun. Tuttuğunuz oruçlar da kabul ve makbul olsun, Allah sevdiklerimizle birlikte yeni Ramazanlara, bayramlara kavuştursun.

gazete

8 Haziran 2017 Perşembe

Yardım mevsimi

Ahmet TEZCAN

Yardım mevsimi

8.6.2017

Yardımlaşmanın en makbul olduğu aydır Ramazan, mal ile can ile ibadet edilen, aşırılıkların sükûn bulduğu bir güzel mevsimdir. Fakir fukarayı şimdi bulanlar saadeti, selameti bulurlar. Yoksa sosyal medya hesabından vaaz nasihat paylaşarak kalpler, vicdanlar tatmin olmaz. Gerçekten yardım zamanıdır ve isteyen bir yolunu buluyor.
Gazete haberiydi; garibanlar için "askıda çay" âdeti başlatmışlar, çay parası öderken beş fazla ödüyor ve "garibanları gözet" diye kahveciyi tembih ediyorlarmış. Yardımı askıya alma değil, askıda yardım.. Bu memleketin yardım kurumları tabi ki var ama nice ihtiyaç sahiplerine belki ulaşılamıyor.
Düzenli geliri olmayan, işinden, eşinden ayrılmış, iş bulamamış, aylardır beş parasız dolaşan insanlar yok mu? Oruç ayında türeyen pejmürde milyonerlere bakmayın siz, üstü başı düzgün fakat düzeni bozulmuş bir çok insan var sokaklarda, camilerde, kahvelerde..

***

Eskiden bakkala yazdırılırdı, her bakkalın bir veresiye defteri vardı. Bazı yardımseverler de gelir sıkıntılı vatandaşın veresiyesini kapatıverirdi. Bakkal bilirdi o durumda olanları.
Yardım almak da zordur çünkü. Eskiden aşevlerinin kapısı bu nedenle arka sokağa açılırdı. Demem o ki; bahsi geçen "askıda yardım" da bir seçenek. Evine ekmek alıyorsan bakkalına fazladan iki ekmek parası daha ödersin. Ya da garibana ulaştırması için kırtasiyeciye, hazır giyimciye, lokantacıya "askıda yardım" parası bırakırsın. İhtiyaç sahibini onlar bilir, bulur, ulaştırır. Alan el veren eli görmez. Yardımlaşmanın makbul olanı da budur zaten.

***

Anadolu'nun gani gönüllü insanları yardımlaşmanın her zaman bir yolunu buluyorlar. Benzer şekilleri vakıflar aracılığıyla asırlardır bu topraklarda uygulandı, SADAKA TAŞI bunlardan biriydi. Hanlarda ihtiyacı olan alır, olmayan takviye ederdi. Millet olarak asırlarca toplu yaşamamızın, ayakta kalmamızın hattâ millet olmamızın sırrı budur.
İşte Ramazan ayındayız, bir mübarek yardım mevsimindeyiz, evine ekmek götürememiş, çaya çorbaya muhtaç kimsenin kalmaması lazım. Bu milletin varlığı, en kötü gününde yoksuluna on kere yeter, önemli olan ihtiyaç sahibine ulaşabilmek. İşte mülteci kampları; milyarlarca lirayı buralara sığınmış biçarelere harcıyoruz, yurtlarından yuvalarından insanların sayıları milyonlarla ifade ediliyor. Milletin desteğiyle oluyor bunlar ve dünyada eşi benzeri de yok. Ankara'nın da nice yardımseverleri vardır. Toplum içindeki gizli dayanışmadır bizi ayakta tutan. Kimseye duyurmadan bunu yapıyorlar, kimi belediyeler veya sivil toplum kuruluşları gibi işin suyunu çıkarmadan ve reklama tenezzül etmeden yapıyorlar.

gazete

1 Haziran 2017 Perşembe

Oruç bizim iç meselemizdir

Ahmet TEZCAN

Oruç bizim iç meselemizdir

1.6.2017

Bir ibadet ayı olan Ramazan da popüler kültüre kurban oluyor. Ne yenilip içileceği muhakkak çok önemli ama bu müstesna ayın ruhunu kaçırıp meseleyi sadece yeme içme boyutuyla ele alırsak yanlış olur. Rükûlarımız, secdelerimiz çok kıymetli anlardır boşa harcanmasın, o anlar, Yaratan'ın bize en yakın olduğu anlardır. Ne yememiz değil aslında ne dememiz gerektiğini bilmemiz gerekir, iyi değerlendirmeliyiz. Bunu neden hatırlama ihtiyacı duyuyorum, şu sebeple: Ramazan pidesini haber yapmayan gazete ve televizyon kanalı kalmadı, "orucu bozan şeyler" on yıllar boyu tekrarlanmıyormuş gibi yine gündem oluyor. Esasen oruçluyken arzuyla bir bakışın, bir içten geçirişin bile bir bedeli olduğunu unutmayalım. Ramazanın, orucun sosyal boyutu bir yana aslında insanın iç meselesidir.

***

Prof. Dr. Yakup Basmacı hoca, muhterem dostumuz kalbesimya.com adresiyle bu meselelere etraflıca yer veriyor. Birçok üniversitede idarecilik yapmış bulunan Prof. Basmacı'nın çok değerli yanları var. Müsaadeleriyle saklı kalan bir yönünü anlatmak istiyorum, benim çok ilgimi çekmiştir. Zemzem kuyusunun iç ve dış tehdide maruz kaldığı bir dönemde Basmacı Hoca, Suud krallığının davetiyle zemzeme dalmış bir bilim adamıdır. Hazırladığı hidro-jeolojik raporla zemzem kuyusu için tedbirler alınmıştır. Müslümanlar için zemzem çok önemlidir. Binlerce yıldır hiç tükenmeyen zemzemin bir sebeple yok olmasının yankılarını düşünebiliyor musunuz? Tektonik olaylar bir tarafa yüzyıllar içinde Kabe-i Muazzama'ya ve Zemzeme kast edenler olduğu düşünülürse yapılan işin önemi ortaya çıkar. Bir bilim adamı olarak bunu kendisinden dinlemek lazım, söylemeden geçemedim.

***

Madem ramazan pidesinden mevzu açtık, devam edelim. Bilhassa unlu mamuller için söylenenleri dikkatten uzak tutmamak lazım. Rahat bir ibadet için oruç ayında insanın beslenmesi de muhakkak çok önemlidir. Unlu mamuller artık insan sağlığı için ciddi tehlikedir haberimiz olsun. Bizim mutfağımızda ekmeğin yeri önemlidir. Unlu gıdalara dayalı mamuller Türk mutfağının vazgeçilmezleridir. Ama bilhassa kan şekeri duyarlılığı olanlar için dikkatle tüketmek gerekiyor. Şeker hastalığı için "her üç kişiden ikisi" deniyor, bu çok yüksek bir orandır, bilinçsiz beslenmenin bir sonucudur. Çünkü şeker, sinsi bir hastalıktır. Artık ne unumuz eski un, ne de ekmeğimiz eski ekmek.. Uzmanların ifadesine göre; eskiden 14 olan buğdaydaki kromozom sayısı 42'ye çıkmış, bunun da birçok hastalığa yol açtığı bilimsel olarak tespit edilmiş bulunuyor. O halde sağlığımız için alışkanlıklarımızı değiştirmek zorundayız. Hava serin ama günler uzun. Çok yiyerek açlığı erteleyemediğimiz gibi çok su içerek susuzluğumuzu da gideremiyoruz. Hepsinin dengeli alınması gerekiyor.

gazete

25 Mayıs 2017 Perşembe

Ramazan, ne güzel bir ay..

Ahmet TEZCAN

Ramazan, ne güzel bir ay..

25.5.2017

Hayırlı ve bereketli bir ay Ramazan, kutluyorum ve bundan azami derecede yararlanmayı diliyorum. Zaman dediğimiz, üzerinde çok düşünülmesi gereken bir boyut aslında; ölçüsü ve değeri yerde başka, gökde başka. Yerin göğün yaratıcısı zamandan münezzeh olduğu hâlde, "Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir" diyor (Hac-47)'de.
Kur'an'daki zaman, pek çok âlimin üzerinde çok düşündüğü bir kavram. Ramazan ayı da öyle, öteki aylardan biri aslında ama; içine saklanmış çok müstesna bir geceyi, Kadir Gecesi'ni taşıması bakımından bilhassa çok önemli ve çok kıymetli bir ay.

***

Bilhassa sağlık bakımından bir mazeretimiz yoksa Cumartesi ilk orucumuzu tutacağız. Yalnızca açlıktan ölünürmüş gibi yanlış bir anlayış var. Bir istatistik yapılsa çağımızda inanın tokluktan ölenlerin sayısı, açlıktan ölenlerden kat be kat fazladır. Bizim için mesela açlık, tartışmasız sağlıktır desem yeridir. Çok değerli Prof. Dr. Yakup Basmacı hocam, tam zamanında gönderdi; ne yiyip içmemiz, nelerden sakınmamız gerektiği noktasında bizleri uyardı sağ olsun. Kendisi de Uzman Dr.
Eyüp Yılmaz'ın tabip gözüyle yaptığı değerlendirmelerden yararlanmış. Ben de sizlerle paylaşmayı uygun buldum, hocaların müsadeleriyle.
Basmacı Hocam'dan "kalbesimya" kanalıyla hayata dair pek çok konuda zaten yararlanıyoruz. Sahurda ne hatalar yapıyormuşuz neler, hocalarımızdan öğrendik. Biz adeta aç kalmayalım diye af edersiniz tıkınıyormuşuz sanki.

***

Hepimiz isteriz ki her Ramazan ayından çıktığımızda hayatımıza yeni bir tecrübe, bir farkındalık kazanmış olarak bu ayı uğurlayalım. Yılların tecrübesidir harika bir tespitle, paylaşacağım bilgilerin Ramazan sonrasında da beslenmemizi gözden geçirmeye vesile olacağını umuyorum. Hocam gibi ben de heyecanla Ramazan içindeki yazılarımızla paylaşacağım. Şu kadarını söyleyeyim; "acıkmamak için çok yemek" düşüncesi başlı başına bir hata. Gün boyu tok kalabilmek için sahurda bol ekmek, pilav, makarna, peynir tüketmek yanlış. Mevcut yemek kültürümüz böyle gelmiş ama bu Ramazandan sonra değişsin diyorum. Rabbim gıdalara farklı özellikler vermiş; "sindirildikçe vücuda su veren veya vücuttan su çeken gıdalar" diye bir sınıflama duydunuz mu?
İşte bunlardan bahsedeceğiz. Siz siz olun bu sıcak Ramazan günlerinde susuzluktan kıvranmamak için sahurda özellikle bedenimize su veren örneğin havuç ve kıvırcık, tereyağlı yumurta, semizotlu yoğurt, cacık gibi tercihlerle yetinin ve rahat bir Ramazan geçirin.
Şimdiden Ramazanınızı kutluyorum.

gazete

18 Mayıs 2017 Perşembe

Bir yolculuk hikâyesi

Ahmet TEZCAN

Bir yolculuk hikâyesi

18.5.2017
Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü adıyla Başbakanlığa bağlı bir kuruluş var, 2010 yılında kurulmuş ve Başbakanlık'ta görevli bir başmüşavir tarafından yönetiliyor.
Yürütülen hizmet; merkezinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın olduğu bir siyasal iletişim ve medya-tanıtım hizmeti… Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başbakan olduğu dönemde kurulmuş ve etkin bir faaliyet yürütmüş bulunan Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü şimdi aynı etkinlikte çalışıyor mu bilmiyorum?!
***
KDK'nın internet sayfasında, kamu diplomasisinin, uluslararası kamuoyunu etkilemenin ve yönlendirmenin en önemli araçlarından biri haline geldiğinden bahisle; "Yükselen bir güç olarak Türkiye'nin, stratejik iletişim ve kamu diplomasisi alanlarında etkin ve başarılı olması, milli çıkarları, bölgesel etkinliği ve küresel sorumluluklarının vazgeçilmezliğine" dikkat çekiliyor.
Türkiye'nin uluslararası kamuoyunda görünürlüğünü ve etkinliğini artırmayı HEDEF alıyor. Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca bu hizmetin eskisi kadar heyecanla yürütülmediği açık, şimdi sistem kökten değişti. Cumhurbaşkanlığı Sisteminde artık bu işe sanırım yeni bir vizon kazandırılacaktır diye düşünüyorum. Yine de KDK'nın internet sitesine bir göz atmayı ihmal etmeyin derim.
***
Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü "Bir yolculuk hikâyesi" adıyla ve aynı adla kitaplaştırdıkları bir doküman sunuyor. Cumhurbaşkanı, büyük dikkat çeken ve çok önem atfedilen son ABD gezisinden henüz dönmüşken benim dikkatimi Erdoğan'ın bu dokümandaki dış gezileri çekti. Erdoğan Başbakan olduğu dönemde sizce kaç kere yurt dışı çıkmıştır, hemen cevaplandırayım: Erdoğan, 11 yılda beş kıtada 93 farklı ülkeye tam 305 resmi ziyarette bulunmuş. Ziyaretler sadece 2003- 2014 yıllarını kapsıyor, ondan sonrakiler kaydedilmemiş. Bunun sonucudur ki 93 ülkeyle Türkiye arasındaki ticaret hacmi yüzde 354 artarak, toplamda 358.4 milyar dolar olmuş.

***
Görüldüğü üzere yan gelip yatarak bir ilerleme sağlanamıyor. Bu memlekette hiç dış gezisi yapmayan başbakanlar, cumhurbaşkanları da vardı, kırmızı ışıkta bile duruyor diye hem de övgüye mazhardılar.
Erdoğan'ın son gezisi de calibi dikkattir ve çok konuşulacaktır. 2007 itibariyle Türkiye, kendi yönetim mekanizmasında kendisi oturmaktadır, o nedenledir ki aldığı kararlar çok tartışılmakta ve hemen yurt dışına da yansımaktadır.

gazete

11 Mayıs 2017 Perşembe

Milli ve yerli arama motoru

Ahmet TEZCAN

Milli ve yerli arama motoru

11.5.2017

Hepimiz ne zaman bir bilgiye ihtiyaç duysak önbilgi için hemen internete başvuruyoruz. Kimdir, nedir, neresidir, nasıldır diye elimiz hemen tuşlara uzanıyor. Çoğu zaman da yalan yanlış bilgilerle karşılaşıyoruz çünkü; Buraya dikkat: Önümüze çıkarılanların sıralamasını da "onlar" yapıyor. Cep telefonlarımız da artık 7/24 sadece bir konuşma aygıtı olmaktan çoktan çıktı. Güven derecesi son derece zayıf, oluk oluk internet bilgilerine telefonlarımızdan kolayca ulaşabiliyoruz. Bir aygıt bu kadar yaygın ve bu kadar önemli hale gelmişse; haberleşmeden eğlenceye, siyasetten ticarete, hayatın her alanında, her konuda, her yaşa uygun olumlu olumsuz hamleler bu kanalla gelecektir, gelmektedir. Peşinen bunu kabullenmeliyiz. O halde aynı alanda zamanın idrakine ve kullanımına acil olarak cevap vermek durumundayız. Alternatifini karşı hamle şeklinde yerli ve milli kaynaklardan sağlayarak hemen mutlaka oluşturmalıyız. Vatandaşın Google, Yahoo, Yandex gibi arama motoru, Wikipedia (Vikipedi) gibi ansiklopedi ihtiyacına güvenilir, yerli ve milli imkânlarla cevap verilmesi gerekmektedir. Aksi halde yalan yanlış yönlendirmelere mecbur ve mahkûm oluruz.

***

Küresel internet kuruluşlarının kontrolü her zaman mümkün olamamaktadır. Onları istediğimiz içerikte çalışmaya zorlayamıyoruz. Ülkemiz aleyhinde faaliyetleri nedeniyle anlaşmazlığa düştüğümüz hallerde "erişime kapatmak"tan öte çaremiz kalmıyor. Nitekim internet ansiklopedisi Wikipedia'yı Türkiye'yi terörle aynı düzlemde gösteren içerikleri nedeniyle geçenlerde uyardık, kulak asmayınca ülkemizden erişime kapattık. Savaş sadece ateşli silahlarla yapılmıyor. Her alanda Türkiye'nin aleyhinde faaliyet gösterenlere destek verenler interneti de silah olarak kullanmaktadırlar. Teröre karşı iş birliği yerine ülkemizi uluslararası arenada karalama kampanyalarına bundan sonra da mutlaka devam edeceklerdir.

***

Bir ara "Geliyoo" adıyla "yerli ve milli" arama motorunun test aşamasında olduğu söylendi fakat (G) harfiyle Google'a, çift (O) su ile Yahoo'ya göndermede bulunulduğu ileri sürülen uygulamanın yerli ve milli olmayıp "alelusul" hazırlandığı söylendi ve "Geliyoo gelmiyo" denilerek tepki çekmişti. Peki, ciddi biçimde yerli ve milli bir arama motoru ve ansiklopedimizle internete çıkamaz mıyız? Mevcut bilgi birikimi ve teknolojisiyle Türkiye'nin bunu başarabileceğine inanıyorum. Savunma sanayine nasıl büyük önem veriyor; karada, havada, denizde yerli- milli silahlarımızla meydana çıkıyorsak internette de aynı hassasiyetle varlığımızı göstermede geç kalmamalıyız.

gazete

4 Mayıs 2017 Perşembe

Siyasi tarih

Ahmet TEZCAN

Siyasi tarih

4.5.2017

Cumhurbaşkanı Soçi'ye giderken "siyasi tarih" dedi, Anamuhalefet liderine biraz siyasi tarih okuması, bilhassa partisinin kendi siyasi tarihini okuması tavsiyesinde bulundu. Sadece Kılıçdaroğlu değil, siyasi tarih okunması tavsiyesi hepimiz için geçerli. Özellikle de son yüzyılın didik didik edilmesi gerekir.
- Mesela yüz binlerce vatan evladının şahadetiyle "Çanakkale Geçilmez" dedirttiğimiz mücadele nasıl bir mücadeledir? Müstevliler yani istilacılar, işgalciler, yani emperyalistler Çanakkale'den geçemedikleri halde İstanbul'da nasıl boy gösterebilmişler, savaş bittiği halde niçin İstanbul'u terk etmemişler, bu süre içinde neyle meşgul olmuşlardır?
- 1915 olaylarının aslı nedir, kimler rol almış, neden bir asır boyunca dillere pelesenk edilmiş, Türk devleti dünyanın her köşesinde bu meseleyle uğraşmak zorunda bırakılmıştır?
- Lozan, Cumhuriyetin kuruluş yılları ve bu safhada rol alan yabancılar, yerliler?!

***

Daha özele gelelim..
- Nedir Mustafa Kemal ile İnönü gibi iki can yoldaşının arasına giren ve ölümüne kadar tüm ilişkilerinin kesilmesine yol açan olay?!
- Atatürk'ün vasiyetnamesi nerede, hangi kasalarda saklanıyor? Evren, Özal gibi devletin tepesinde önemli makamlarda bulunmuş bazı şahsiyetlerin bu vasiyeti gördükleri hattâ okudukları ama açıklanmasını "şimdilik" mahzurlu buldukları doğru mudur?
- Tek parti dönemi uygulamaları, ABD ve NATO ile kurulan ilişkilerde saklı gizli kalmış ne var, milletin bunları bilmesi gerekmez mi?
Daha neler ki; "bunları öğrenme olgunluğuna henüz erişmedik mi?" sorusunu sormadan edemiyoruz. Bütün bunları kavga etmeden konuşsak, okusak, öğrensek kendi şartlarında değerlendirsek olmaz mı?

***

Şimdi Suriye'deki olaylar, oradaki yabancı güçler yüz yıl sonra nasıl değerlendirilir, kim ne söyleyebilir? Tırnak içinde demezler mi, düşman burnumuzun ucuna kadar gelmiş, kalkıp vurup yok etmemişler?!" Halbuki hepimiz biliyoruz ki gerçek o değil. Vurarak yok edilecek durum belli ve sınırlı. Zulmün sulh ile neticelendirilmesi önemli.. İşte bunun için Soçi'de her yerde yoğun çaba harcanıyor. Velhasıl tarihle kavga etmek olmaz, tarihten ancak ders alınır. Geleceğimizi kurmak için geçmişimizi bilmek ve ders almak mecburiyetimiz var. Ancak nereden, kimden ve nasıl, işin bu tarafı da meselenin aslı kadar önemlidir.

gazete

27 Nisan 2017 Perşembe

Bu Avrupa var ya?!

Ahmet TEZCAN

Bu Avrupa var ya?!

27.4.2017

Ülkemizdeki sistemi değiştiren referandum öncesi Avrupalı liderler Papa'nın başkanlığında Vatikan'da toplanmıştı malum.. Akabinde bütün liderlere papalık antetli birer bilgi notu dağıtıldığını, bu notta dünyadaki olaylara ilişkin Vatikan'ın yaklaşımının anlatıldığını yazmıştım.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin "Türkiye'yi İzleme Kararı" da Vatikan'daki liderler toplantısının sonrasına denk geldi. Öyle olunca ister istemez bunlar orada mı planlanıyor diye sormadan edilemiyor?!
Kendi adıma hiç şüphem yok diyorum ve ilaveyle; Dört bir yanını savaşların, çocuk katliamlarının sardığı dünyamızda akan kanın sorumluluğu da birinci derecede onlara aittir.
Onlar barıştan değil, maalesef savaştan nemalanmayı alışkanlık haline getirmişlerdir.

***

Madem Vatikan'dan söz açtık şunları da benim gibi merak eden belki çıkar. İlk Papa, Hıristiyanlığın 30'uncu yılında Hz. İsa'dan anahtarları devralan Aziz Petrus'muş, sonuncusu 1. Franciscus yani Jorge Mario Bergoglio. Biz ona Fransis diyoruz. Dünyadaki 1,2 milyar katoliğin ruhani lideridir kendisi. Hristiyan dünyası için hayati önem taşıyan durumlarda hemen dâhil olur ve o takdirde laiklik filan da Avrupa için lafta kalır ve dini kriterler öne çıkar. AB'deki EXİT EĞİLİMLERİ onları paniğe sevketti. Çoğunda seçimler yapılıyor ve seçilecek olanlar bu bakımdan önemli. Çünkü ırkçı yönetimleri ön plana çıkararak AB'yi bizzat kendileri sarsıyorlar. Ekonomileri de çok kötü. İngiltere başta olmak üzere, Almanya, Fransa ve İtalya'nın dış borçları 2,5 trilyon dolar civarında... Bilmeyenler Global Debt yazıp Molla Google'a sorabilir, dünyada kimin ne kadar borcu var öğrenir. Diğer üyelerden ise söz etmeye değmez.

***

Avrupa Konseyi, Avrupa çapında insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunmak amacıyla 1949'da kurulmuş hükûmetler arası bir kuruluş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Konsey'e bağlı. Ve Vatikan hariç tüm Avrupa ülkeleri Avrupa Konseyi'ne üyedir. Türkiye de 1949 Haziran'ında kuruma üye olmuş. AB bugün Avrupa Konseyi'ne ait bayrağı kullanmaktadır.
Bu kuruluşun aslında AB'den de farkı yoktur. Çünkü kafa aynı kafa.. Adı, üyelik kriterleri ne olursa olsun, hangi kuruluşu oluşturursa oluştursun bu Avrupa, temelde Hristiyandır ve ırkçıdır. Bugün insanlığın tek özlemi var: Savaşsız bir dünya..
Ama Batı'nın böyle bir gayret içinde olduğunu maalesef söyleyemiyoruz. Dünya savaştan ve açlıktan kırılıyor. Kendileri için istediklerinin binde birini başkaları için istemiş olsalardı dünyada ne savaş, ne yoksulluk kalırdı.

gazete

20 Nisan 2017 Perşembe

Tek ihtiyacımız birliğimizdir

Ahmet TEZCAN

Tek ihtiyacımız birliğimizdir

20.4.2017

Nasıl bir sürecin yaşandığı ve son referandum ile nasıl bir eşiğin aşıldığı zaman içinde çok daha iyi anlaşılacaktır.
Şu kadarını söyleyeyim; 16 Nisan'da yaşadığımız halk oylaması ile varılan karar ülkemiz için MİLAT niteliğindedir. İleride bu eşik VÖ-VS rumuzlarıyla yani "vesayet öncesi, sonrası" olarak anılırsa hiç şaşmayalım.
Her şey zıddı ile kaimdir, sıcağı soğuk, inişi yokuş, karanlığı aydınlıkla biliriz.
Bütün kabuller reddiyle anlam kazanır.
O nedenle kararlar yalnızca "kabul edenler" çağrısıyla alınmaz, "etmeyenler" in de görülmesi gerekir. Eğer söz de yetki de nihayetinde vatandaşa ait ise seçme mükellefiyetine erişmiş 55 milyon vatandaşımız kararını verdi ve bir netice ortaya çıktı.

***

Vatandaş EVET diyerek sistemin değişmesine ONAY vermiştir. Demokratik usuller, çıkan sonuca saygıyla uymayı gerektirmektedir.
Bundan önce de sıkça tekrarladığımız gibi Türkiye büyümek, güçlenmek istiyor.
Kimseye muhtaç olmadan kendini savunmak ve vatandaşının ihtiyacını da çağın şartlarına ve konforuna uygun şekilde karşılamak istiyor. Meselenin özeti budur. Eskiden vesayet döneminde Türkiye bir karara varacağı zaman tereddütle sağına soluna bakıp birilerinden bir işaret beklerdi. Uluslar arası toplantı ve oylamalarda bile diplomatlarımıza bir tavır dikte edilemez, "Batılı ülkelerle birlikte bir irade beyanında bulunulması" tavsiyesinde bulunulurdu.

***

Bundan sonra böyle olmayacak..
Türkiye bütün kararlarını kendi değer ve menfaatlerine uygun olarak, maşeri vicdanla alacak, kendi kararını kendi verecek.
Başbakanın dün ifade ettiği gibi bu yol MİLLETİN YOLU olacak, devlet milletin yolunda ilerleyecek. "Neden millet" diyerek şunu da hemen ilave etmek gerekiyor. Bizim milletimizin ideali çok yüksektir, devletimiz de milletimizin idealleriyle yükselecektir. Bu millet 21 milyon kilometrekarelik bir coğrafyada 6 asır hâkimiyet kurmayı başarmış, kendi değerler silsilesiyle tarihe damgasını vurmuş bir millettir. Hükümranlık kurduğumuz o topraklarda bugün 64 devlet bayrak dalgalandırmaktadır.
Kimsenin vesayetine ihtiyacımız yoktur. Aynı değer ve idealler üzerinden yeniden güç, kuvvet kazanmak ve zenginleşmek için sabırsızlanıyoruz, bizim enerjimiz bize yeter. Bunun için gerekli yetişmiş insan gücüne ve teknolojisine sahibiz, daha da ilerlemek istiyoruz.
Yegâne ihtiyacımız birliğimiz ve beraberliğimizdir o kadar.

gazete

13 Nisan 2017 Perşembe

Cevabımız EVET olacak

Ahmet TEZCAN

Cevabımız EVET olacak

13.4.2017

Pazar günü yapacağımız tercih; bir oylama, siyasi bir referandum olmanın çok ötesine geçmiş bulunmaktadır. Hani, kim o 18 maddeyi konuşuyor ki? Bir iki yerinden çentikliyorlar o kadar. Aslında yapılacak iş belliydi: Yetki verdiğimizi sorumlu tutmak istiyorduk.
Biri bir iş yaparken bir başkası karışmasın, aynı alanda "iki irade" olmasın, hariçten gazel okunmasın istiyorduk.
Olmuyordu bir türlü ama.. Gidiyorlardı, 6 kere gitseler 7'nci kere tekrar geliyorlardı ve bir şey değişmiyordu.
Seçimler yapılıyor, hükümetler, bakanlar, başbakanlar değişiyor ülke hiç değişmiyor yerinde saymaya devam ediyordu.

***

Gazetelerde sayfalar dolusu laflardan, ekranlarda ha bire tartışan adamlardan bıktık.
Usul tartışmaları bitirilip bir türlü esasa yani ana meseleye geçilemiyor. Ya da tam geçecekken birisi bir parmak kaldırıyor.
Başkan bu parmağı görmüyor veya görmezden gelmek, saatler sonra da olsa artık esas işe başlamak istiyor. Hemen bağrışmalar başlıyor, başkan "n'oluyor?!" diye bakındığı sırada yeniden konuşmak isteyenler, "yanlış anlaşıldım" diyerek ellerindeki İçtüzük kitapçığından maddeler gösteren düzeltme talepleriyle ısrarlar bunaltınca;
"yeter sayı yok" diyenler devreye giriyor, biri de kalkıp oturumu yöneten başkanın tavrını tartışmaya açmak istiyor "taraf davrandın" diye.. Bağrışmalar arasında Başkan, "oturuma 5 dakika ara veriyorum" şeklindeki, o kürsüden bilmem kaç on bininci kez tekrarlanmış bulunan meşhur anonsunu yapıyor ve koltuğu boşaltıyor, zaten o boşaltmadan salon boşalıyor ve kaç 5 dakika sonra aynı teraneler tekrarlanmak üzere toplanmaya görüşmeye görüşülmeye, çalışılıyor. Güya Meclis çalışıyor, "Parlamenter Nizam" işliyor.. Halbuki Türkiye çok büyümek, çok güçlenmek kimseye muhtaç olmamak çok kazanmak parasını doğru kullanmak istiyor.

***

Bu TARİHİ bir karar olacak..
Madem Avrupa girdi bu işe, Almanya ve Amerika girdi.. Yetmedi Hıristiyan dünyası resmiyle Vatikan da devrede.. Bütün liderleri topluyor, nasıl davranılması neler konuşulması gerekenleri Papalık amblemli bloknotlarla bilgi notlarını onlara dağıtıyorlar..
Madem kanaatlerini ifade etmek için gazete ve tv'lerinde Türkçemizi kullanıyorlar net anlaşılması için.. Üstelik yalnızca bununla yetinmiyor terör örgütlerini de kullanmaktan çekinmiyorlar.. Ve madem onlar "hayır" diyorlar bizim de öyle dememizi ısrarla istiyorlar..
Cevabımız net olacak, EVET olacak..
Sağımıza solumuza bakmadan, tereddütsüz EVET olacak.

gazete

6 Nisan 2017 Perşembe

“Adam değil, sistem eksik...”

Ahmet TEZCAN

“Adam değil, sistem eksik...”

6.4.2017

Bunu ben demiyorum, Cumhuriyet Gazetesi'nin sahibi Nadir Nadi söylüyor yıllar önce; "Adamsızlık değil, sistemsizliktir" demiş asıl eksiği göstermiş.
Aşağıda ayrıntılı vereceğim. Önce referandum tartışmaları.. Yakından takip edebiliyor musunuz bilmiyorum?
Muvafık muhalif hep dikine bir söylemdir gidiyor. O hale geldi ki kampanyalarda AK diyene KARA cevap hazır, Anayasa maddelerini ise tartışan yok gibi. Muhaliflerle "Bir devlet iki milletiz" sanki.
Özellikle Cumhuriyet Gazetesi'ne bakıyorum, en katı muhalif, adeta bir başka ülkeden yayın yapıyor, hedefi de sistem değil adam! Oysa arşivine şöyle bir göz atsa sistemdeki arızayı ilk kendisinin sayfalara taşıdığını hemen görecek. Bakın, yıl 1949, ocak ayının 16'sı, Cumhuriyet, yeni hükümetin kurulma umudunu dile getirmiş. "Şemsettin Günaltay'ın Başbakan" olduğu haber veriliyor manşetten. "Dün hükümet kurulamadı, bugün umut var" diyor.

***

İsmet İnönü, yeni hükümeti kurması için Günaltay'dan önce 4 kişiye görev teklif etmiş. Dönemin en önemli gazetesi Cumhuriyet; "kimi itiraz etti, kimi mühlet istedi" diye yazmış. (Öyle ki "itiraz" kelimesi bile düzeltilemeden "itizar" olarak geçmiş sayfaya.) Yani kimse hükümeti kurmaya yanaşmıyor anlayacağınız, DP kokusunu almışlar. Kurulmaya çalışılan tek parti döneminin son hükümeti, 26 senelik iktidarın el değiştirmesine ramak kalmış.
Gazete, yaşananları "Kabine Buhranı" olarak değerlendiriyor. Nasıl olmasın?! 6 aylık Hasan Saka hükümeti, Parti Genel Sekreteri Kasım Gülek yüzünden istifa etmiş ki apayrı bir yazı konusu. Başbakan konuyu grup toplantısında izah etmek yerine istifayı tercih ediyor. Biri gidiyor ötekisi geliyor hükümetlerin, icraata vakit yok.
Demokratların gelişmeleri dikkatle izlediği de ifade ediliyor ayrı bir yazıyla.

***

Cumhuriyet'in Başyazarı Nadir Nadi'nin yazısı asıl önemli olan.
Galatasaraylı, Viyana'da siyaset okumuş, iktidar ile içli dışlı olan Başyazar Nadir Nadi, DÜĞÜM başlığını attığı aynı tarihli yazısında; "Devlet mekanizmasının belli bir İSTİKRARA kavuşmadığı takdirde müspet bir netice elde edilemeyeceği şüphesizdir.
Çünkü sık sık tekrarladığımız gibi, ASIL EKSİĞİMİZ ADAMSIZLIKTAN ZİYADE SİSTEMSİZLİKTEDİR."
Nadir Nadi'nin bu tespiti bugünün Cumhuriyet'ine bir şey ifade eder mi, Türkiye ağır-aksak bir sistemle daha ne kadar bekletilir ve kimin işine gelir?

gazete