27 Ocak 2016 Çarşamba

Kar beyaz olunca

Ahmet TEZCAN

Kar beyaz olunca

28.1.2016

Kar beyaz olunca hayatlar beyaz olmuyor, biz bu mevsime KARAKIŞ demeye devam ediyoruz.
Bembeyaz mevsimi karartan şüphesiz karın beyazlığı olamaz. Beyaz mevsimi karartan çetin şartlardır. Şimdi düşünsenize minicik yavrularıyla başını sokacak yer arayan bir göçmen ailesini..
Elimizin tersiyle ittiğimiz nice şeyler onun için bir nimettir.
Bizim çocukluğumuz dede-torun üç neslin bir arada yaşadığı büyük aile içinde geçti.
Oyuncağımızı kendimiz üretir kardan kıştan keyif alırdık. Ne GDO vardı ne hormon, düz damlı evlerdi evlerimiz, her kar yağdığında damları kürenirdi. Çocuk olarak en çok buna sevinirdik. Bahçe ortasına yığılan kardan ev yapıp içine yerleşirdik.
Çok masalsı gelirdi.
***
Eskilerin kış mevsimini tarifleri de masalsıydı, iklimi gibi bir başka olurdu.
Koca seneyi "Kasım ve Hızır günleri" diye ikiye bölmüşler mesela.. Buna göre kış devresi 8 Kasım'da başlıyor, 6 Mayıs'ta Hıdırellez`le de yaza giriliyor. Kasımın 46'sında "kırk gün" anlamına gelen "erbain" başlıyor, 86`sında da elli günlük "hamsin".. Kışın en soğuk zamanı genellikle bu 90 günlük sürede yaşanıyor. Kasım ortalanıp yüz gün geride kaldığında zorlu kış günlerinin de sona erdiği düşünülüyor.
Bu takvime göre bugün kasımın 36'sı, yani kara kışın gerçek yüzünü göstermesine hesapta daha 10 gün var. Rûmi takvime göre de bugün "teşrini sani" yani ikinci teşrinin son günü, yarın "kanun-u evvel" giriyor..
Ecdat uzun seneler bu tabirlerle günlerini belirlemiş, 1925 Aralık ayında da şimdiki takvime geçmişiz. Gençlere kulak dolgunluğu olsun diye anlatıyorum.
***
Bu bembeyaz mevsim, niçin "kara kış" dedim hep merak ettim. Dedim ya bu "kara kış" nitelemesi, pencerenin önünde, kalorifer sıcağında, dışarıda lapa lapa yağan karı seyreden şehir insanı için değildir elbet..
Kapımıza kadar ekmeğimiz, damacanayla suyumuz gelir, aidatı ödeyebildikten sonra şehirde kalorifer sıcağında kışı geçirmek pekâlâ mümkün. Ankara'nın çoğu aylıklı çalışan insanlar, "daireye" diye evden ayrılır, akşam "Neredesin?" diye sorana da "daireden" diyerek eve dönülür.
Mutfakta bir masa, emre amade bir anne, kim ne zaman eve dönerse karnını doyurup odasına çekilir. Herkes kendi televizyonunda ve kendi dünyasında olur. Hele karı-koca çalışan aileyse vay o evin haline, onların durumu ötekinden beter, ne yazı çekilir ne de kışı..
"Kadına çalışma hakkı, İşgücüne katılım, pozitif ayırım..." vs parlak laflarla kadınları evden, kocadan kopardık, evler hanımsız, çocuklar annesiz kaldı, "anne işe çocuklar kreşe" olduk..
Analı-babalı ama öksüz ve yetim şehir çocukları adeta, ağıtlarıyla her sabah yürek paralıyorlar. Babanne yok, dede yok bakıcı kadın elinde ruhlarını hırpalıyorlar.
Köy hayatına yeniden imrenir olduk bu yüzden. Koyunu, ineği eşeği, köpeği çocuklar AVM'lerde, pet-shoplarda değil, gerçeğini görsün, tanısın istiyoruz.
Hep söylerim; şehirde yaşıyoruz ama ruhumuz köyde.. İnsanlarla bu koca şehirde zorunlu beraberlik sanki?!

gazete

20 Ocak 2016 Çarşamba

Ulus tamam ya Kocatepe?!

Ahmet TEZCAN

Ulus tamam ya Kocatepe?!

21.1.2016

Ulus değişiyor, büyük ölçüde değişti bile… Anafartalar Çarşısı ile birlikte devasa devlet yapıları yıkılır, heykelin çevresi boşaltılır, tarihi doku ortaya çıkarılırsa değişim tam anlamıyla gerçekleşmiş olacak.
***
Şehri gösteren ve görkemli kılan meydanlardır. Ankara'da meydan yok. Batı'da meydanlar otoriteyi işaret eder, otorite de ya dini bir yapı olarak muhteşem bir mabet veya emsalsiz ihtişamıyla kralın sarayı ile temsil olunur.
Çünkü onlarda toplumun omurgasını bu kurumlar oluşturur.
Bizde böyle bir şey yok; toplumun omurgası esnaf ve sanatkârlardır, ahlakî umdeleri de adeta bir derviş hayatı. Köşede asmalı bir mescit, az ileride bir tekke veya dergâh, hepsi bu.
***
Lafı eğdik büktük, bir türlü Kızılay'a gelemedik. Kızılay da Ankara'nın kalbidir ve bir de kocaman Kocatepe'si var.
Ben başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere Başbakan'ın ve Vakfın da başkanı olması sıfatıyla bilhassa Diyanet İşleri Başkanımız'ın Kocatepe'ye, Başkent'in muhteşem simgesi Kocatepe Camii'ne dikkatlerini çekmek istiyorum. Kocatepe, adına uygun muameleden maalesef bir süredir mahrum kaldı. Ulus gibi Kocatepe'de de acilen bir çevre düzenlemesi elzemdir. Kocatepe Camii nirengi alınarak bunun yapılması hayati önem taşıyor. Bir kere buradaki Düğün Salonu, alttaki kafeler ve tüm müştemilatıyla -saat kulesi dâhil- yeryüzünden kaldırılmalı ve camiye bir nefes aldırılmalıdır.
Araştırılırsa zaten camiyi perdelemek için bu yapıların yapıldığı ortaya çıkacaktır.
***
Sorumlulara "Ne oldu?" diye sormayın bu caminin zaten sorumlusu da kalmadı.
Otopark çetesinden kurtulduktan sonra şimdi de Vakfın sorumsuz, özürsüz inşaatlarından cami çevresi yaşanmaz haldedir.
Caminin kadrosu dağıtıldı. 7 yıldır halıları yıkanmayan bir cami düşünülebilir mi?
Aydınlatması, ses düzeni her şeyi bir SORUMLU EL bekliyor Kocatepe'nin.
Caminin önünde camiye nasıl ve nereden girileceği soruluyor düşünebiliyor musunuz? Nedeni alışveriş merkezi öncelikli bir yapı öngörülmüş. Bir trilyona asansör yaptırıp kullandırmadılar yıllarca. Velhasıl yürüyen bantlarıyla kolayca camisine girilebilir, cemaatine oturacak, bir yudum çay içilebileceği mahalleri olan ferah bir düzenleme bekliyor Kocatepe. Valilik ve Büyükşehir Ulus'daki gibi inisiyatif alıp master bir plan çerçevesinde burada da acilen köklü bir çalışma yapmalıdır.

gazete

13 Ocak 2016 Çarşamba

Ama gel gör ki...

Ahmet TEZCAN

Ama gel gör ki...

14.1.2016

Ulus'un çehresinin değişmesi ihtiyacı, bugünkü yazımın konusuydu.
Ama gel gör ki son terör olayları o eski semtin değil, 'Ulus'un, 'Ulusal'ın sorunsalına kaydırdı konuyu! Yani ulusallaşmada bir problematiğimiz var! Ne söylemeye mi çalışıyorum?
Millet olarak bu zırvaları bu lisanla her akşam televizyonlarda, kendine "aydın" diyen bir kısım zevattan dinleyip duruyoruz fakat bir şey anlamıyoruz.
Zaten onlar da anlaşılsın istemedikleri için böyle konuşuyorlar.
Şu bin küsur akademisyen bildirisi sadece devletin değil, milletin de tepesini attırmış bulunuyor. Cumhurbaşkanı'nın feveranı boşuna değil, bunun yansımasıdır. Bu bildiri "Aydın" değil gerçekten kapkaranlık bir güruhun hezeyanıdır sadece. Ama behemahal bir bedel mutlaka ödenmeli, ödetilmelidir.
***
Hani Azerbaycan için söyleriz ya "Bir millet iki devlet" diye.. Türkiye için, içimizdeki yapı için de aynı akıl yürütmesinden hareketle şöyle denmeli her halde: BİR DEVLET İKİ MİLLET! Çünkü gerçekten bu memlekette Edirne'den Van'a kadar KURUCU UNSUR olarak bilinen Anadolu halkının, Anadolu anlayışının ötesinde; ne idiğü meçhul, kim oldukları ancak kendilerinden menkul bir sürü insan yaşıyor. Hem de TEK MİLLET olarak yaşıyorlar. Boşuna söylenmemiş "Küfür Tek Millettir" diye..
Gerektiğinde böyle bini bir araya hemen toplanırlar. Gerekmese de "insiyaki" olarak bir arada dururlar bunlar, ne bayramında ne seyranında hiçbir şekilde bu millete dâhil olmazlar, olamazlar. Adlarının Ahmet, Mehmet olması da sizi yanıltmasın, üç göbek ötesi Kirkor'dur, Kohen'dir, Niko'dur bunların. Gerçek Nikolar, Kevorklar, Moşeler Anadolu halkı olarak memlekette zaten aynı adla hayatlarını sürdürüyorlar. Onlarla bu milletin hiçbir sıkıntısı da yok, milletin ta kendisi onlar. Kimileri için "Kripto" diye boşuna denmiyor, bizim esas derdimiz kriptolarla...
Tarihin her döneminde bu böyle olmuştur.
***
Araştırmacı - Yazar İsmail Hacıfettahoğlu ile konuşuyoruz.
Sohbetin ortasında kalktı bir kitap gösterdi. Raymond Kevorkyan'ın, ERMENİ SOKIRIMI yazıyor üzerinde.. ("SÖZDE" filan demiyor, düpedüz SOYKIRIM!) İyi de; karşı tez olarak böyle bir kitabı Ermeni dilinde, Erivan'da yayınlayabilir misin? Can alıcı soru bu, dene istersen?!

gazete

6 Ocak 2016 Çarşamba

Anadolu hep sığınak

Ahmet TEZCAN

Anadolu hep sığınak

7.1.2016

Bizim bu köşeden dünyaya, Türkiye'ye, olaylara, insanlara bakarken tek düşüncemiz var: O da memleketimizin, milletimizin yararı... Adalet duygusuyla ama mes'uliyetle olaylara, insanlara bakıyor ve değerlendirmelerimizi ona göre yapıyoruz.
Ne yapacaktık ki; biz bu memlekette doğduk, büyüdük. Dini, içtimai, kültürel birikiminden beslendik.
Başka türlü olması da beklenemez. Bir başka coğrafyada muhayyel ne toprağımız, ne bayrağımız var. Bu manada bir ideal de beslemiyoruz.
Mirasçısı bulunduğumuz yapıyı aklımızdan hiç çıkarmadan bilgimiz, görgümüz, duygumuz istikametinde olaylara bakıyor ve değerlendirmelerimizi yapıyoruz, hem de KUŞBAKIŞI bir açıyla.
Yazdıklarımıza ileri geri konuşanlara cevap olsun bu, şimdi son duruma gelelim.
***
İşte bölgedeki iki güç, bir idam meselesinden Şiilik ve Sünnilik adına ayağa kalktı ve herkes endişeye düştü. Ne olur, savaşırlar mı? Asla! Ama etkili oldukları gruplarla yani velayetler eliyle bölgede zaten hükmünü sürdürmekte olan gerginliği artırmaya devam ederler. Kim mani olacak bu tehlikeli tırmanışa? Bütün bunlar Türkiye'yi bölgede güçlü olmaya mecbur kılıyor. Nitekim 40 yıllık husumetten sonra ilk kez Ahmedinecat ile Kral Abdullah'ı Riyad'da bir araya getiren Türkiye olmuştu, unutuldu. Ambargo altında bunalmışken Laricani'yi Batı ile buluşturup İran'a nefes aldıran da Türkiye'ydi.
Örnekler artırılabilir. O iklimi sürdüremediler, biri Sisi'yi besledi, öteki Esed'in yangınına odun taşımaya devam ediyor. Sürdürselerdi bugün Kuzey Afrika dâhil tüm coğrafyadaki mazlum halklar mülteci durumuna düşmeyecek, körpe bedenler batık teknelerden sahillere vurmayacaktı.
***
Türkiye hep doğru yerde durdu. Tarihi misyonuyla müdahil olmaya mecburdu.
Anadolu meskûn bölge, her türlü dini etnik grupla da anlaşır. Zalimlerden kaçanlar hep Anadolu'ya sığınmışlardır. Yeter ki ihanete uğramayalım. Sırf ihanete uğramamak için güçlü olmak zorundayız. Batı'nın oportünizmi bölgeyi ne hale düşürdü açıkça görülüyor. İsrail başta herkes aklını başına almalıdır.
Doğrudan, dolaylı müdahaleler bize ciddi rahatsızlık vermektedir. Başkasının ağzıyla konuşanlarsa yalnızca ihanete katkı vermekteler. Güneydoğumuzda olan nedir?
Kürtlerle ne alâkası var bunların?
Şu iyi bilinmelidir ki Türkiye, son asırda hiç olmadığı kadar güçlüdür. Memleketi karıştırmaya kimsenin gücü yetmez. Yabancı seralarda özenle yetiştirilmiş nevzuhurlar da utanmazlar belki ama yarın kaçacak delik arayacaklardır, unutmasınlar.

gazete

30 Aralık 2015 Çarşamba

ODTÜ'lüler tezgâha gelmez

Ahmet TEZCAN

ODTÜ'lüler tezgâha gelmez

31.12.2015

Olumlu olumsuz tüm yaşananlarla 2015'i de tarihteki yerine yolluyoruz. Yarın yeni bir yıl, devralınan sorunlar itibariyle dünyada kuvvetli bir UMUT beklentisinde bulunmak zor.
Cesedi sahile vuran çocuklar her şeyi anlatmaya yetiyor.
Ama bizim temel inancımız ÜMİT-KORKU arasında bir beklentiyi esas alıyor. Tümüyle umutsuz olmak, korkularımızla yaşamak zaten insanın tabiatına da aykırı.
2015'in, biri tekrar olmak üzere en çok İKİ GENEL SEÇİM ile anılacağını düşünüyorum.
Haziran seçimi sonrası Meclis'te oluşan aritmetikle 20 ayrı hükümet alternatifi mümkünken, olmadı. Seçimin tekrarına gidildi. Sadece bu durumun yani bunca alternatife rağmen hükümet kurulamayışını münhasıran incelenmeye değer buluyorum.
Siyaset bilimiyle uğraşanlar, sosyo-politik alanda çalışanlar bunu behemehâl incelemeliler.
***

Bir ülkedeki siyaset yelpazesi bu kadar ayrı-gayrı olamaz. Her zaman bir asgari müşterek bulmaya mecburuz. Şu parti ile bu partinin "uçurum" denilebilecek görüş ayrılığı içinde olmaları o ülkenin geleceği için sağlıklı değil.
Bu ülkenin insanı olarak, sorunlara çözüm bulmak üzere siyasete soyunmuşsan asgari müşterek sınırlarını bileceksin.
Nedir bu?
Bayrağımız, İstiklal Marşımızdır, ülkenin bölünmezliğidir, ortak tarih ve ortak sorumluluklarımızdır.
Bu millet "Özyönetim" filan gibi densizlikleri demokratik haklar vs ile izah edip içine sindiremez. Herkes haddini hududunu bilmek zorundadır, bilmeyene bildirirler.
Bu her memlekette böyledir.
***

2015'in bu sütundaki ilk yazısı Bilkent'teki Doğramacı Camisi olmuş. Bu yılı ODTÜ'deki mescit tartışmalarıyla kapatırken konu hakkındaki görüşlerimi belirtmeden geçemeyeceğim.
ODTÜ sıkça uğradığım, ilgilendiğim bir eğitim kuruluşudur. Nasıl ilgilenmem, ülkemizin gözbebeği okullarından biridir ve uluslararası alanda başarılarıyla ilk 100 üniversite arasında sayılmaktadır.
Ancak, okulun demokratik olgunluğu bu şöhreti ile bağdaşmakta mıdır? Bunu söylemek gerçekten güç. Öyle olsaydı okulda mescit kavgası hiç olmazdı, şöhretine uygun bir ibadet mahalline de çoktan kavuşturulmuş olurdu.
Ben onları "solculuğunuz daha ağır basıyor" diye bu sütunda eleştirmişimdir. Fizik bölümü duvarlarında en radikal görüşler afiş, bildiri vs ile kendine yer bulabilirken İslâm adına en ufak bir aksiyon hemen tepki görmektedir. Niye peki?
***

Ha, Mescit tartışmasında ODTÜ'ye yüklenmeyi da haklı bulmuyorum. Dayağa varacak tepki ve bunu videoya çekerek "Müslümanları dövüyorlar" şeklindeki sosyal medya yaygaralarını da sorumsuzca verilen demeçler kadar haksız buluyorum. Aynı gün bir sorumsuz da "Hacettepe'de ezan susmayacak" diye demeç verdi.
Rektör seçimleri arifesinde bunların olması düşündürücüdür.
ODTÜ'yü kümse provoke edemez, ODTÜ'lüler de provokasyona gelmez. Gelmemelidir de.. Orada uydu, uzay çalışmaları yapıldığını, savunma projeleri üretildiğini biliyorum. Orası bir bilim yuvası, bu onlara yakışmaz ve şöhretlerine de gölge düşürür.
Her şeye rağmen 2016'nın hayırlı, olumlu bir yıl olmasını diliyor, hepinizin yeni yılını kutluyorum.

gazete

23 Aralık 2015 Çarşamba

Büyük tehlike!

Ahmet TEZCAN

Büyük tehlike!

24.12.2015

Humeyni İran'da iktidarını bir anda kurmadı, uzun zaman aldı, onun da bir üst aklı muhakkak vardı. (Dr.
John Coleman,"300'ler Komitesi" sayfa 113) Batı, Humeyni'yi
iyi tanıyordu, biz de.. İran'dan sürgün edilince 60'lı yıllarda ülkemize gelmiş, Bursa'da istihbarat albayı Ali Çetiner'in evinde kalıyordu, ev de İstihbarat binasının bir soluk ötesinde.. O zaman tanındığı adıyla İranlı Hoca'nın Türkiye'de kalıcı olmadığı belliydi, Fas vizesi alıp ülkemizi terk etmekti Hoca'nın arzusu. Batı, işine yarayacağını düşündüğü herkesi izler, sonuna kadar da kullanır.
***
Fas yerine Fransa çıktı İmam Humeyni'nin talihine. Birdenbire Avrupa'da ve dünyada büyük itibar gördü, boy boy fotoğrafları, dizi dizi röportajları yayınlanıyordu. İmam Humeyni imzalı bildirileri de ABD'nin Tahran büyükelçiliği aracılığıyla el altından hedef kitleye ulaştırıldı.
Netice, "Hocam Tahran hazır" denilince Air France tahsisli uçakla ülkesine dönen Humeyni, Azadî meydanındaki heyecanlı kitleye ulaşmış ve Büyük Devrimi gerçekleştirmiş oldu.
***
17- 25 Aralık müdahalesi başarıya ulaşmış olsaydı belki bir benzerini Türkiye'ye yaşatacaklardı kim bilir?! Ülke yöneticileri kelepçelenip "Dönemin başbakanı" olarak yargılanırken bizim Hoca da Pensilvanya'dan THY uçağı ile yola çıkacak, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'na yerleşecekti. Hoca'nın avdetiyle oluşacak iklime, Show TV dâhil tüm kanallar Kur'an tilaveti ve ilahi yayınlarıyla uyum gösterecek, dünya medyasının köpürtmesiyle olay dalga dalga cihana yayılacaktı.
Büyük şaşkınlık içinde olayı anlamaya çalışanlar da Hoca'nın ilk Cuma namazı için Ayasofya'yı ibadete açtırmasıyla akıntıya kapılacaktı. Milyonların hayali değil mi kimin itirazı olabilir?
***
"Demokratik bir barış ortamı ve dindarlaşma" yaşayacaktık ama görünürde.
Türkiye, İslâm alemine de örnek gösterilecekti..
Kahire, Şam ardı ardına dostluk kardeşlik mesajları yayınlayacak, Tel Aviv dost başkentlerin en başında yerini alacaktı. Gerçekte, şimdilerde ÜST AKIL denen enternasyonal irade, Şii İmamla başaramadığını Sünni İmam'la, belki halifeliği de yeniden ihdas ederek deneyecek, başarırsa yalnızca Türkiye'yi değil, 2 milyara yakın nüfusuyla tüm İslâm âlemini sorunsuz teslim alacaktı. Ülkeyi yönetme insiyatifi elimizden çıkacak, her şeyi Hoca'nın arkasından onlar yönetecekti.
Çok zorlama bir komplo teorisi mi bunlar, yoksa büyük bir tehlikenin eşiğinden nasıl döndüğümüzün resmi mi? Gün geçtikçe olay daha iyi anlaşılacak gibi geliyor bana.

gazete

16 Aralık 2015 Çarşamba

Sağır odada kahvaltı

Ahmet TEZCAN

Sağır odada kahvaltı

17.12.2015

Özallı yıllardı, 80'li yılların sonu.. Sovyetler çözülmüş, Saddam'ın Kuveyt'e saldırması sonucu Körfez yine ısınmıştı. Gerilimin adı "Körfez Krizi"ydi, henüz savaşa dönüşmemişti. Ankara milletvekiliydi Göksel Kalaycıoğlu, Meclis'te fısıltıyla bana anlattıklarını unutamıyorum.
Yine Musul meselesiydi. Hiç gündemimizden düşmedi ki MUSUL…
***
Göksel Hanım, gecenin saat 3'ünde telefonu çalınca çok korkmuş. "Ahizeyi kaldırdım" diyor, Cumhurbaşkanımız Özal'ın sesi.. "Uyandırdım mı Göksel hanım" demiş, ardından Lozan Konferansı'ndaki Musul zabıtlarını sormuş. "Var efendim, bulurum" dedim diyor, Özal da Göksel hanıma sabah 7.00'de Çankaya Köşkü'nde kahvaltıya beklediğini söylüyor, tutanaklarla beraber. Göksel Kalaycıoğlu sadece milletvekiliydi o zaman ama çok tecrübeli ve araştırmacı bir vekil. Musul zabıtlarını niçin benden istiyor?" sorusu sabaha kadar Göksel hanımın kafasını kemirmiş; "Tutanaklarla beraber bu soruya da cevap aradım" diyor.
Sorunun cevabını bulmuş Kalaycıoğlu, sabahın ilk ışıklarıyla çantasında Lozan'daki Musul tutanakları olduğu halde Köşk'ün yolunu tutmuş. "Beni kapıda gülerek karşıladı" diyor, selamlaştıktan sonra el sıkışırken "Musul'a mı giriyoruz?" deyivermiş usulca.. Özal'ın mukabelesi çok ilginç; parmağını dudağına götürmüş "sus işareti" yapmış. Göksel hanım niçin sormasın o soruyu, Musul o günlerin de tartışılan konusuydu, "Genelkurmay Başkanı bunun için istifa etti" deniliyordu. Misak-ı Milli sınırlarımız içindeydi ama bir asırdır statüsü belirlenememiş bir vatan coğrafyasıydı.
Dolayısıyla tarih hafızamızda canlanıyor ister istemez; Birinci Cihan Harbi, sonuçları, Lozan Konferansı, Türkiye'nin kuruluşu, Cumhuriyet'in ilanı, Halifeliğin kaldırılması gibi can alıcı gündemin bir maddesi de Musul'dur, dolayısıyla Lozan'dır.
Birinci Meclis'in feshi, acele yenilenen İkinci Meclis'in ilk icraatı Lozan'dır ve dolayısıyla Musul'dur. Sadece bizimle ilgili değil, Yedi Cihan işin içindedir Lozan'da ama önce İngilizler.. Dünya haritasının üzerinde gözünüzü kapatıp bir yere parmağınızı basın; orada uluslararası bir mesele mutlaka vardır ve sebebi İngilizlerdir. Yatacak yerleri yok dünyada İngilizlerin!
***
Başbakanlık, Dışişleri, Genelkurmay hattâ Türk Tarih Kurumu dururken Musul zabıtlarını niçin Kalaycıoğlu'ndan istenir?
Köşk'te "Musul'a mı giriyoruz?"
deyince Cumhurbaşkanı neden "sus işareti" yaptı? Kahredici bir durumdur..
Özal Musul
zabıtlarını hangi kurumdan istese, okyanus ötesine kadar anında dış merkezler haberdar olacaktı. Türkiye'nin Musul meselesi 7 cihanı ilgilendiriyor çünkü.. Ajda'nın o şarkısı nasıldı? "Aman petrol, canım petrol/Sana sana.." Özal, cumhurbaşkanı olduğu Köşk'te "Sus" işareti yaptıktan sonra Göksel Kalaycıoğlu ile kahvaltısını Köşk'ün "sağır" odasında yapmış; "Konuştuklarımız duyulmasın" diye!
Ben yine de "Acaba?!" diyorum?!

gazete

2 Aralık 2015 Çarşamba

Devlet olmak…

Ahmet TEZCAN

Devlet olmak…

3.12.2015

Erzurumlu vatandaşın ekrana yansıyan "Allah Rusları pakliye" temennisi, insanımızın toplam duygusunun özeti gibi. "Paklemek" Anadolu ağzında "temizlemek, pak etmek" anlamındadır, malum..
Onları Allah'a havale ediyor Erzurumlu.. "Kim kimin dalından vurmuş?, uçaklarını sınırımızda niye uçurdiyrsen?" diye o güzel ağzı ile sorarken de Putin'e önemli bir şeyi hatırlatıyor..
Utanmayı.. Herkes görmek istediğini görür.
Bizim kültürümüzdür bu, en tabandan devlet ağzına kadar "Edep" denilen duygu yerleşmiştir, bir nezafet ve nezaket ihtiva eder. Rus uçağı vurulduğunda Genelkurmay'ın açıklaması; "Vurduk, düşürdük" şeklinde olmadı, "müdahale edildi" dendi, gurur kırıcı bir ifade kullanmamaya özen gösterildi.
***
Türkiye, Kuzey komşusuyla münasebetlerini güçlendirmek için büyük gayret gösterdi. Üşenmedim Rus-Türk ilişkilerine şöyle bir baktım, tüm ilişkilerin bir kronolojisini buldum. Bütün mesaj ziyaret, telefon görüşmelerine varana kadar tarihleriyle tek tek yer alıyor, kaynak da Rusya Büyükelçiliği... 2000 yılından bu yana Rusya-Türkiye arasında 238 münasebet gerçekleştirilmiş. Ben sadece telefonlara takıldım. Türkiye ve Rusya liderleri arasında 15 yılda toplam 25 telefon görüşmesi yapılmış.
Bunun 19'u Erdoğan ile Putin arasında olmuş. Son görüşme 26 Temmuz 2015 tarihli.. Putin ile yapılan bu görüşmede; iki lider, terörizm konusunda ilgili devletlerin uluslararası hukuka dayalı çabalarını birleştirmeleri gerektiğini vurgulamış. Sonra Dışişleri bakanları arasında 27 Ağustos tarihli bir görüşme olmuş ve ondan sonra ne Külliye'nin ne Kremlin'in telefonları bir daha çalmamış. En son Rusya-Türkiye yuvarlak masası toplanmış. 4 Eylül'de iki ülkenin girişimcileri Ankara'da B20 çerçevesinde bir araya gelmiş, TOBB ve Rus muhatapları (RSPP) ekonomi alanında işbirliği eylem planı imzalamışlar. Aynı çevreler şimdi de ilişkilerin bütün yükünü devlete bırakmamalılar. TOBB yöneticileri Rusları aramalı, "Ne yapıyorsunuz, aklınız başınızda mı?" diye sormalı.
***
Devlet olmak zordur, hele o iradeyi yansıtmak çok daha zor.. Sadece nüfus kalabalığı bunun için yetmez. Devlet iradesi, bütün kudret ve değerleriyle millet iradesinin bir yansımasıdır.
O halde Putin'in bu tavrı ve devlet aygıtını işletme şekli Rus milletini yansıtmakta mıdır? Biz onları Moskova Knezliğinden beri tanırız. Şimdiye kadar Ruslarla 13 kez savaştık ve onların "Kazandık" dediğinde bile kaybeden biz olmadık. Bu defa da öyle olacak, bu psikolojik savaştan galip çıkan Türkiye olacak.

gazete

25 Kasım 2015 Çarşamba

Hedef Türkiye

Ahmet TEZCAN

Hedef Türkiye

26.11.2015

Öğretmenler günü'nü kutladık geçen, o gün herkes konunun bir tarafından tutup duygusal, süslü, parlak laflarla bir şeyler söyledi ve geçti gitti.
Güne ilişkin bizim de sözümüz vardı, ben de 24 Kasım'ı bekledim "Günün anlam ve önemi" için.. Eski bir liseye komşuyum, dolayısıyla öğrencileri, öğretmenleri, okulu ve girip çıkan herkesi -servis şoförlerine kadar- yıllardır izliyor, gözlemliyorum.
Sadece bu gözlemle bile çok şey yazıp söyleyebilirim.
Hele EĞİTİM üzerine öğrenim görmüş biri olarak daha çok şey söylenebilir sanıyorum.
İnsanların okulla ilişkileri hiç bitmez. Önce kendi öğrenciliğimiz, sonra çocukların okul hayatı ve nihayet torunlar..
Bizim ikizler eğitim hayatlarının İLK ADIM kademesindeler. Arada onları okuldan alma görevi düşüyor bana da ve erkenden gidip bu defa onların okullarından gözlemlerimi sürdürüyorum.
***
Öğretmenler Günü'nde önce sokağa baktım.. Komşu lisenin üç bayan öğretmenini okulun az ötesindeki gözlemecinin önünde, mevsimin son güneşinde günün keyfini çıkarırken buldum. Büfedeki gazetelere bakıyormuş gibi yapıp konuşmalarına kulak misafiri oldum. Sigarasından derin nefes çekip kül tablasına bastıran orta yaşlı 'hocanım' konuttan, bankadan, krediden söz ediyordu.
Saçlarını meslekte ağartmış fizik öğretmeni komşum da; "Ne sanıyorsun?" diye başladı, "öğretmenliğin öldüğünü" söyledi.
Aylığı 3.000'i bile bulmuyormuş.
Söylemesine gerek yoktu, biliyordum, zar zor getiriyordu aybaşını. 'Hocam, bu meslek para işi değil' diyecek oldum, saygının, sevginin, kalitenin de kalmadığını hemen ekledi. "Kimseye bir şey söyleyemiyorsun" dedi, öğrenciye bile "yalvar-yakar" durumda olduklarını anlattı örneklerle... Çok etkilendim, üzüldüm Hoca'nın sözlerinden, sarıldım ayrıldım. Şaşırmış halde onu öylece bırakırken "Neden böyle olduk?" diye en netameli soruyu kendime sordum.
***
Çok oynadılar okullarımızla, öğretmen ve öğrencilerimizle. Hatta ilk evvel, kasten ve planlı olarak oynadıkları alanlardır eğitim- öğretim kurumlarımız.. Kim? demeyin sakın.. En az 100 yıldır bu memleketin dokusuyla, her şeyiyle oynayıp bizi imparatorluk sonrası kalan mülkümüzde AŞAĞILARIN AŞAĞISINA indirmek, bizi MÜSTEMLEKE yapmak isteyenlerdir.
İntikam için bunu yapmışlardır. Şimdi çevremizi yakıyorlar.. Irak, Suriye, Mısır'ı yangın yerine çevirenler, terörü besleyenler de onlardır.. Tek hedef biziz, hedef Türkiye..
Çünkü bu coğrafya, altıyla, üstüyle, içinde oturanlarıyla birlikte çok önemli, çok değerli..

gazete

18 Kasım 2015 Çarşamba

Kıbrıslılar da güven tazeledi

Ahmet TEZCAN

Kıbrıslılar da güven tazeledi

19.11.2015

Kıbrıs'ın kuzeyine yani 'Bizim Kıbrıs'a, KKTC'ye yaptığımız geziyi anlatmıştım son yazımda. Güney bize açılırsa oraya da gider, oradan izlenimlerimizi de aktarırız ama şimdiki halde buna müsaade yok. Lefkoşa'da Lokmacı kapısında bunu bizzat yaşadım. Gün gelir KKTC'ye girer gibi Güney'e de girer Kıbrıs'ı gönlümüzce dolaşırız umuduyla oradan ayrıldık. Beşparmak dağlarında Prof.
Salih Saner'in
koordinasyonunda Çam, Harnut, Alıç gibi envai türlü ağaçların arasında yürüdük.
Hani "TREKKİNG" diyorlar ya, onu yaptık. Kıbrıs'ın parlak güneşi altında, tertemiz orman havasını içimize çektik. ODTÜ'nün Kuzey Kıbrıs Kampüsünde görev yapan, Rektör Turgut Tümer başta, tüm akademik kadro çoluk çocuk yürüyüşteydiler sanki, çok keyif aldım. Doğayı, tarihi bilenlerle yürümek çok farklı bir duygu, çok da yararlı oldu. Ankara'da bunu sürdürmekte fayda var diye düşünüyorum.
***
Oraya kadar gidilir de KKTC'ye CAN SUYU olacak Asrın Projesi'nden bahsetmemek olur mu? Dünyada eşi benzeri olmayan bir usulle suyun Kıbrıs'a taşınması herkesi gururlandırdı. Bu noktada en büyük teşekkürlerden biri şüphesiz Orman Su Bakanı Veysel Eroğlu'nundur. Anamur Alaköprü'nün suları Geçitköy barajında birikmeye başlamış. Girne, Lefkoşa ve Gazi Magosa hattında borular da hızla döşeniyor. Kıbrıs'ta çatlamış topraklar suyun sesini duydu, münbit ovaların hasreti çok yakında bitecek.
Barajda biriken suyun dörtte birinin buharlaşma ve başka nedenlerle ziyan olacağı ilgililerce ifade ediliyor. Kaliforniya benzeri, "plastik toplarla baraj yüzeyi kapatılarak buharlaşmanın önlenmesi" usulü bizde de uygulanamaz mı, maliyetli mi olur diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü bin bir emekle götürülen suyun KKTC'deki değeri çok yüksek.
***
Beşparmak dağlarında bir mayının durdurduğu tankımızı gördüm. Askerimizin cüret ve cesaretinin sembolü olarak orada anıtlaşmış. Zor karşısında Mehmetçiğin neleri göze alabileceği dağların zirvesinde, geçit vermez ormanların arasındaki bu tankla çok daha iyi anlaşılıyor.
Sonra St. Hilarion kalesine çıktım, Salamis harabelerini gezdim muhteşemdi.
Buralar mutlaka ve tam anlamıyla turizme kazandırılmalı. Gazi Magosa'nın durumu beni yine üzdü. Burada ve tüm Kuzeyde bir tek çakıl taşından bile vazgeçilemez, durum onu gösteriyor, Kıbrıslıların da bu konuda Anavatan yönetimine güveni tam. Taviz başlarsa arkası gelmez, bu Anavatan'ı da yaralar.
Tam da "ezanın mahkeme kanalıyla susturulması" tartışmaları sürerken Lefkoşa'da Muhteşem Selimiye Camii'nde yatsı ezanını dinledik. Burası eski bir katedralden camiye çevrilmiş, 12.
Yüzyıldan
kalma, hayranlıkla seyrettik ve turistlerinin cemaatinden çok fazla olduğunu da fark ettik. Velhasıl KKTC'de herkes Anamur'un sularını beklediği gibi Türkiye'yi bekliyor, hem de her konuda..
Seçimden sonra Kıbrıslıların Anavatan'a duydukları güven de artmış.

gazete

11 Kasım 2015 Çarşamba

Kıbrıs nasıl anlatılır?

Ahmet TEZCAN

Kıbrıs nasıl anlatılır?

12.11.2015

Kıbrıs'ı herkes bilgisine ve ilgisine göre tanır. Kıbrıs, kadim kültüründe derin izleri olan Türkler için adeta sürekli bir mücadele alanı olmuştur. Bugün de durum değişmemiştir. Doğu Akdeniz'de iddiası olan bütün devletlerin de gözdesidir Kıbrıs. Hele son dönemde petrol ve doğalgaz ulaşım yollarının kontrolü ve her bakımdan son derece önemlidir. Ada, Süveyş Kanalı'nın ağzında "batmayan bir uçak gemisi" gibidir adeta…

***
Bizim gençlik yıllarımızın Kıbrıs'ı üçbeş isimle anılırdı. Papaz Makarios, aynı zamanda devlet başkanıydı. Kıbrıs'ı Yunanistan'la birleştirme (ENOSİS) idealiyle yandı tutuştu. General Grivas ile birlikte EOKA adıyla bir örgüt kurup birlikte kanlı katliamlara imza attılar. Merhum Karakoç'un "Ha Hasan'a ha sana" diye başlayan mektuplarını hatırlıyorum; "U'thant'ın, Giyani'nin suçundan /Galo Plaza'dan Barış Gücünden / Kıbrıs'a dünyanın öbür ucundan / Kalleşliğe gelenlerden haber ver" mısralarıyla günü anlatıyordu. "Uygar Batı"nın Kıbrıs'ta yaşattığı zulüm onlarca filme senaryo olacak zenginliktedir ama ciddi anlamda bir tanesi bile yapılmamıştır. Çünkü Yeşilçam MİLLİ olamamıştır.

***
Durup dururken değil, hafta sonu Ada'ya yaptığımız gezi nedeniyle gündeme aldık Kıbrıs'ı, faydalı da oldu. Yavru Vatan'ımızı birçok bakımdan yeniden tanıma fırsatı buldum. Şimdi uluslararası üniversiteleriyle büyük bir EĞİTİM ÜSSÜ oldu Kıbrıs. ODTÜ'nün de Kuzey Kıbrıs Kampüsü'yle ciddi bir eğitim faaliyeti içinde olduğunu gördük. 3000 civarında öğrencisi var ve yüzde 60'ı yabancı. Prof. Salih Saner, okulun Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Program Koordinatörü, çok renkli bir hoca.. Aslında başlı başına bir yazıda onun bu renkli kişiliğini anlatmak isterim, çünkü o, Erenköy direnişinin de kahramanlarından ve bir yazıya sığacak bir kişilik değil... Prof. Mahmut Parlaktuna vasıtasıyla onu tanıdım. Parlaktuna da ODTÜ'nün uzun süre Petrol ve Doğalgaz ABD Başkanlığı'nı yürütmüş, bilhassa TERMAL ENERJİ alanında adını duyurmuş önemli bir bilim adamı. Birlikte Beşparmak dağlarında uzun bir yürüyüşe katıldık. KKTC gezimiz bir yazıya sığmaz, haftaya Beşparmak yürüyüşümüzü, Adaya Cansuyu olacak asrın projesini, St. Hilarion tırmanışımızı, Lefkoşa ve Gazi Magosa izlenimlerimi anlatacağım.

gazete