28 Mayıs 2015 Perşembe

CHPMHPHDPKKDHKPC..

Ahmet TEZCAN

CHPMHPHDPKKDHKPC..

28.5.2015

Buna 'paralel' olarak 've veya VPSPBBP' şeklinde ilaveler de yapılabilir.
Vatandaş da soruyor tabi, haklı olarak; "Böyle bişey olabilir mi arkadaş, aklım havsalam almıyor?!" diyor.
Ayniyle vakidir, çünkü bu durum ancak seçimlerde görünür hale geliyor.
Muhabirlik yaptığım dönemlerde seçim kampanyalarını izlerken kritik bölgelerde birbirleriyle kıyasıya mücadele eden particilere ben de soruyordum:
Yahu, sizin burada ne kadar çok parti var, her yerde siyasi parti tabelası asılı, her parti tam teşkilatlı, taraftarları, araçları var bölük bölük, konvoylarla zengin kampanyalar yürütüyorlar?! "Ankara'da bir tek parti var" dediğimde kafalarını hepten karıştırmış oluyordum..
***

Evet, Ankara'da yani Başkentte gerçekten bir tek parti faaliyetteydi aslında..
TEK PARTİ DÖNEMİ 2000'li yıllara kadar devam etmiştir. DP kurulup iktidara gelmesiyle o dönemin kapandığını düşünüyorsanız kuvvetle yanıldığınızı söylerim.
Peki, Ankara'da faaliyet gösteren tek parti mi? Yazının başlığındaki gibi bir şeydi o da aslında.. Bu partinin ne genel başkanı, ne genel merkezi, ne de amblemi vardı ama bütün genel merkezlerle çalışmayı bilir, bulurdu.
Bir "GÜÇ" tü o, UFO tarifi gibi TANIMLANAMAYAN BİR GÜÇ..
Nereye, kime dayanır, nereden kuvvet alır, nasıl çalışır belli değildi ama bütün kesimlerin kuvvetle hissettiği bir güçtü.
Yalnız siyasileri değil, askerleri de yönetiyor, yönlendiriyorlardı. Seçim ne zaman yapılacak, kimler koalisyon kuracak, başbakan, içişleri, dışişleri, maliye, bakanları kim olacak hepsine onlar karar verirdi.
Menderes, Nihat Erim, Turgut Özal gibi bu çarka bir şekilde çomak sokanlar ise canlarından oldu. 17 değil, 45 bin faili meçhul cinayeti de bunlara hamledebilirsiniz.
***

Bir bakıma siyasi partileri oluşturanlar da onlardı zaten. Bu milletin emekçisine, işçisine, sermaye çevresine ayrı ayrı partiler kurdurdular.. Yetmedi, Aleviliğimizi, Kürtlüğümüzü teşkilatlandırıp siyasi parti adı altında kullandılar, böylece bütün varlığımızı ve değerlerimizi istismar ettiler. İşin garibi, bu partilerin başlarındaki belli başlı liderler de memleket sahnesindeki yerlerini "saygın siyasiler" olarak uzun yıllar korudular.
Sade vatandaş hiçbir fikir sahibi olamadı bu konuda, o bir tek partisini bildi. Bölünüp, parçalanıp güç kaybettiğimizin farkında bile değildik. Zengin, fakir, Kürt ya da Türkdük..
Alevi, Sünni, Müslim veya gayri Müslimdik ama hepimiz en önce particiydik!
"Çok partili hayat", "Değerler demokrasisi" filan dediler, ayrı-gayrılığı bize güzel gösterdiler. Aslında yaptıkları düşmanlık tohumları ekip durmadan körüklemekti.
Yıllarca milleti birbirine kırdırdılar.
Millet bu oyunu fark edip birleşince bu defa şaşılacak şekilde en aykırı uçları hissettirmeden bir araya getirmeyi, milletin karşısına blok olmayı yine en iyi onlar beceriyor?
Bu yüzden CHPMHPHDPKKDHKPC dedim yazının başlığına, VPSPBBP'yi de ekledim. Her parti ayrı kampanya yürütüyor ama aslında birler, silahlı kanat ve paralelle de birlikteler!

gazete

22 Mayıs 2015 Cuma

Nice yıllar kaybettik

Ahmet TEZCAN

Nice yıllar kaybettik

22.5.2015

Bir ucundan ötekine bütün yurtta caddeler, sokaklar, meydanlar parti bayrakları ve afişlerle donanmış durumda..
Hem de iç içe, üst üste tüm renk ve desenleriyle tam bir cümbüş... En ufak köyün bile direklerinde seçim kampanyasının işaretlerini görmek mümkün.
Arada bir kuvvetli bir anons ya da 'lay lay lom' lu seçim şarkısıyla irkiliyoruz.
Ufak tefek tartışmalar olsa da tam bir 'bayrak demokrasisi' yaşadığımız.
"DÜDÜK DEMOKRASİSİ"nden BAYRAK DEMOKRASİSİ'ne geçişimiz kolay olmadı.
***

Türkiye ilerliyor derken, on yılda bir düdük sesiyle uyarılıyor, uyandırılıyorduk.
Siyasilerin ne menem adamlar oldukları, nasıl çaldıkları, ülkeyi ne hale düşürdükleri pompalanıyordu kulaklarımıza üniformalı siyasilerce.
İlelebet sürmüyordu düdüğün demokrasisi, dışarıdakilerin teşviki ve içerdekilerin yardımıyla frene basmışken özlük haklarıyla birlikte durumlarını biraz iyileştirip hırslarını da yatıştırdıktan sonra yine onlara, yani siyasilere teslim etmek zorunda kalıyorlardı ülkenin idaresini..
Bölük pörçük koalisyonlar, iradesiz iktidarlarla nice ON YILLAR KAYBETTİK.
Sadece yıllar değildi kayıplarımız, her alanda her şeyi kaybediyorduk.
En önemlisi birbirimize güvenimizi..
***

Doyasıya yaşamakta olduğumuz bayrak ve afiş demokrasisi de bir gün bitecek.
Bunun çevre kirliliğinden öteye halk nezdinde bir anlam taşımadığı..
70 li yılların siyasi propaganda teknik ve taktiklerinin günümüzde işlemediği..
Bu usulle ne oy ne taraftar toparlanabildiğini, sadece birilerinin cebine para pompalanmaktan başka işe yaramadığını da bir gün anlayacağız.
O zaman belki gerçek demokrasiye ulaşabileceğiz.
Hiç kimse birbirini hıyanetle suçlamayacak.
İktidarı kazanan hemen ÖTEKİ temizliğine girişmeyecek.
Hatta, "İktidar ne verdiyse ben daha fazlasını vereceğim" sözü de -İYİ ŞEYLERE İYİ ŞEYLER KATMAK ADINA- o zaman bir anlam kazanacak.
***

Bu seçimin sonucuna ilişkin bir sözü aktarıp kapatalım.
Dostlar, bizim seçmenimiz seçeceği partiye veya adaya bakarak oy vermez..
Bizim seçmenimiz oy verirken seçmeyeceğine bakar.
Bu benim değil, siyasette önemli roller almış duayen bir siyasetçinin, eski meclis başkanlarından Ferruh Bozbeyli'nin tespiti..

gazete

14 Mayıs 2015 Perşembe

Mal da yalan mülk de

Ahmet TEZCAN

Mal da yalan mülk de

14.5.2015

Kenan Evren'in ölümü bize çok şey hatırlatıyor.
Bir darbeyle devletin tepesine oturan Kenan Evren'in Çankaya köşkündeki son iş günü 9 Kasım 1989 idi, ardından Cumhurbaşkanı seçilen Özal'ın makamdaki ilk iş günü ise ilginçtir 10 Kasım'da, ilk Cumhurbaşkanı Atatürk'ün ölüm yıldönümünde başladı. Özal, makamdaki görevini tamamlayamadı, tamamlattırmadılar bence.
Çok partili dönemde üç devlet adamı görevini tamamlayamadı.
Biri Menderes'tir, arkadaşlarıyla birlikte darağacına gönderdiler, yetmedi, üç oğlunun da başına gelmedik kalmadı.
***
Yüksel Menderes'i kim hatırlıyor? 42 yaşında intihar süsü verilmiş bir cinayetle ortadan kaldırıldı. Siyasetçiydi babası gibi, Ankara Hukuk mezunuydu, iyi yetişmişti, Cenevre'de "Sciences Politiques" okudu, Belgrad'da diplomatik görev aldı, Aydın milletvekilliği yaptı bir dönem ve 1 Mart 1972'de Ankara'daki evinde öldü. İntihar ettiği söylendi, kareli bir kağıtta "Hayatta kaderin bütün cilveleri beni buldu, tahammül gösteremeyeceğim" yazılıydı, "veda mektubu" dediler. Mutlu Menderes, Ankara Siyasal mezunuydu, iki dönem Aydın milletvekilliği yaptı, 8 Mart 1978'de geçirdiği bir trafik kazasıyla o da abisine yakın bir yaşta hayatını kaybetti. Aydın Menderes malum, siyasetteki son Menderes'ti, yine bir trafik kazasıyla 15 yıl tekerlekli sandalyede geçen hayat sonrası 65 yaşında Hakkın rahmetine kavuştu.
Üçünün ölümü de şaibelidir ve kapatılmıştır.
Bence tozlu raflardan bir bir alınıp incelenmeye muhtaçtır. Mendereslerin hayatı filmlere konu olacak olaylarla doludur.
***
Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlığına gelince.. Özal'ın ölümüyle makama seçildi Demirel, "kalan yılları tamamlamalı" tartışmaları arasında 7 yıl görevde kaldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Arnavutluk'a gitmişken bir anekdot aktarmak isterim. Demirel, tam dört kere Tiran'ı ziyaret etti. Son ziyareti görevden ayrılmadan çok kısa bir süre öncesine rastladı. Derler ki Demirel'in Arnavutlara kan hısımlığı vardır, köyünün adı da çevre köylülerce "Islavköy" olarak söylenirdi, zamanla "İslamköy" oldu. Doğrusunu en iyi Demirel bilir.
Son ziyaretinde Arnavutlar Demirel'e 'en yüksek devlet nişanı' takdim ettiler, adı "İskender Nişanı" idi. İskender, Osmanlı'ya karşı isyan bayrağı açan asilerin lideriydi.
***
Yüksek görevler her zaman her bakımdan didiklenir, tartışma konusu yapılır. Evren'in ölümü de öyle oldu. Bir zamanlar okullar, en önemli bulvarlar onun adıyla anılsın diye yarış yapılırdı. Adana'da bulvar, Yalıkavak'ta, Fethiye'de cadde olmuştu adı, pek çok okul -İzmir'de, Ergani'de, Dörtyol'da, Adıyaman'da, Kula'da, Konya'da- yurdun dört bir yanında hâlâ onun adıyla anılıyor.
İşin sonuna bakacaksın, şimdi de adı her yerden silinsin isteniyor. İndirici bindirici bir dünya işte, hemencecik "Mal da yalan mülk yalan var biraz da sen oyalan" sözünü hatırlıyoruz..
Bâki kalan sadece, "hoş seda" imiş..

gazete

7 Mayıs 2015 Perşembe

Yaza şimdi girdik

Ahmet TEZCAN

Yaza şimdi girdik

7.5.2015

Hıdırellezdi dün, gerçek bahar bayramı..
Sade insanların değil, çiçek, böcek tüm nebatatın, hayvanatın, hattâ cemadatın bayramıdır hıdırellez..
Bütün bu varlıkların başında insan geliyor..
Her şey insan için..
Çıkın kırlara bir tepenin başında, beş dakika sessiz kalın, kuş cıvıltıları, rüzgârın okşamasıyla karşılık bulacaksınız. Ilık ılık tüm bedeninizi saracak güneşin sıcaklığı, varlığınızı hissedeceksiniz.. Yer sarsıntıları, orman yangınları, çiçek ve böceklerin feryat figanını ve insan olarak bu felaketlere katkılarımızı hiç hatırlamayın.. Yılda 16 milyon hektar orman alanı yok oluyormuş ne gam?!
6 Mayıs Hıdırellez'e inat yıllarca 1 Mayıslar'a 'Bahar Bayramı' dedik ama hiç kutlamadık. 1 Mayıslar, maskeli adamların, molotoflu günleri oldu, ağaçlar kırdık, kaldırımları söktük, nice canlara kast ettik bu bayramlarda.
***

ODTÜ'deydim önceki gün, Kurdaş Salonu'nda Türk Halk Bilimi Topluluğu'nun halk müziği konseri vardı, nefis bir repertuvar hazırlamışlar, mest olduk.
Aşık Daimi'nin dizelerini ODTÜ'lü amatör öğrencilerden dinledik. "Ezel bahar olmayınca/ Kırmızı gül bitmez imiş/ kırmızı gül bitmeyince dertli bülbül ötmez imiş" diyor koca aşık..
Yalnız bu değil tabii, bir başka dizede; Bülbül güle hayran olur/ Hayran olur seyran olur/ Bazı insan hayvan olur/ Hayvan adem olmaz imiş.. "Her sözün bir müşterisi vardır" der Hz.
Mevlâna, biz de bu dizelere müşteri olduk.
Dinleyen kulak olursa ders alınacak çok şeyimiz var. Baharı Hıdırellez'de kutlayan, çayır çimen, çapa, bir tarım ahalisi olan toplum, ilgili olduğu her şeyden bir ders çıkarmış.
THBT konserinde ODTÜ'lüler, zeybeği, ağıtı, hoyratı ile İzmir'den Urfa'ya, Edirne'den Kerkük'e bize tüm Anadolu'yu dolaştırdı, şahaneydi. Sadece ses düzenini biraz iyileştirseler kaydını alıp CD yapsalar, milletin kapışacağına inanıyorum.
***

İdareciler imkân bulup bunları yapacaktır muhakkak, Kemal Kurdaş ruhuyla bunu yaparlar. Bakın, ODTÜ şenlikleri yük oldu, iki gün olsun kararı okulu çalkaladı.
Şenlikleri başlatan da zaten Kemal Kurdaş'tı.
Dayatmanın direnci mi, direncin dayatması mı zaman gösterecek ve bir yol bulacaklar.
ODTÜ iyi okul, dünya üniversiteleri arasında yeri, derecesi var, ilk kampüs üniversitemiz, ormanı Ankara'nın akciğeri, "aidiyet duygusu" yaratan bir okul, ancak SOL dozu biraz fazla. "Demokratız" diyenler fizik bölümünde "dinci" dedikleri grubun afişine tahammül gösterebilirler mi mesela?
Bu yazı yazılırken okulda dün hem bilimsel hem devrimsel hem de siyasal etkinlikler vardı, ne oldu bilmiyorum. Beni en çok HDP Eşbaşkanı Demirtaş'ın ODTÜ ziyareti düşündürdü, tam zamanlama(!) doğrusu.. Çünkü kuruluşundan bu yana bu güzide okul pek çok tezgâha mekân olmuştur. Tezgâhın şimdiki adı "provokasyon", aman dikkat.

gazete

30 Nisan 2015 Perşembe

Şimdi de Nepal'de biz varız...

Ahmet TEZCAN

Şimdi de Nepal'de biz varız...

30.4.2015

Türkiye'nin, Kızılay dâhil 105 kişilik 8 ayrı ekiple kurtarma ve yardım çalışmalarını sürdürdüğü Nepal bizim için ayrı bir parantez konusu. Baba Rawal'in Gurkaları'yla bu ilk karşılaşmamız değil. Kuvvetli, cesur ve kararlılıklarıyla İngiliz ordusunun en seçkin savaşçılarıydı onlar. Çanakkale'de İngiliz ve Anzak askerlerinin yanında onlar da vardı. Tüfekli birlikleriyle Aralık 1915'e kadar savaştılar bizimle.
Hep ön saftaydılar. Gurkaların son icraatları Zıgındere'de seyyar hastaneyi basıp yaralıları süngülemek oldu. Mehmetçik yedi düvelle birlikte onları da göğsünde söndürdü. Sonra Irak bölgesinde yine İngilizlerin 1924'de kurmayı planladıkları devlete karşı çıkan Türkmenler, bir olay başlatılmak suretiyle (şimdi bunun adı provokasyon oluyor) katledilmişlerdir.
Yine İngiliz planıyla binlerce Türkmen'in katledildiği olaylarda Nepalli Gurka askerleri kullanılmışlardır.
Neydi Türkmenlerin suçu? Faysal'ın kral olacağı yeni devletin kuruluşu için yapılan halk oylamasında karşı oy kullanmak istemeleriydi. Silahlı ayaklanmaya filan kalkışmadılar. Çoluk çocuk binlerce Türkmen katledildi.
***

Daha gerilere gitmeyelim. Kuzeydoğu Hindistan'da, Afganistan'a doğru Müslümanların ilerleyişlerinde de Gurkalar engeldirler. Ancak Türklerin devreye girmesiyle 13. Yüzyılda Hindistan Müslümanlarının (şimdiki Pakistan'ın) yolu yeniden açılır. Belki bu yüzdendir Nepalli Gurkaların İngilizler tarafından tarih içinde karşımıza çıkarılması, kim bilir?
Gurka soyundan Şah Maharaya Diraj Piriti'nin Nepal Krallığı adıyla kurduğu devletin cesur askerleri Hindistan'da ve koloni ordularında İngilizlerce hep kullanılmışlardır.
Yalnız Gurkalar mı, yeryüzünde İngilizlerin kullanmadığı, birbirine düşürmediği halk, kan akıtmadığı coğrafya var mı diye düşünüyorum. Mahşerde numaralı koltuk yok ama insanlara zulüm yaşatanların yeri Allah bilir ayrıdır.
Şimdi Türkiye, deprem gibi korkunç bir felaket yaşayan Nepal'in imdadına koştu. Kızılay dâhil tam donanımlı 105 kişilik 8 ayrı Türk ekibi beraberinde yardım malzemeleri olduğu halde Gurkaları değil, insanları kurtarmak, yardım etmek, çadır kurup, sıcak çorba sunmak amacıyla Başkent Katmandu'da bulunuyor.
Ehh, bu da bize çok yakışıyor.
Dünyanın neresinde, hangi milletten ve dinden olduğuna bakmadan, tarihte bize karşı işlediği cürümlerini hatırlamadan yardım etmek bu milletin geninde, şiarında var.

gazete

23 Nisan 2015 Perşembe

23 Nisan ama büyüklere!

Ahmet TEZCAN

23 Nisan ama büyüklere!

23.4.2015

95 yıl önce bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) faaliyete başladı.
TBMM'nin açılışı, çocukların "Bugün 23 Nisan neşe doluyor insan" çocuksuluğunun çok ötesinde, çok ciddi, çok hayati bir başlangıç, adeta bir milattır bu millet için. Ama biz, bu çok önemli ve çok tarihi günü, sadece çocuklara armağanı noktasında anlar, algılar ve çocuksuluğuna takılır kalırsak bugünden bir anlam çıkaramayız.
Her yeri çocuklarla dolduralım, çocukları önemseyelim, onları sonuna kadar mutlu edelim ama 23 Nisan'ı da gereği gibi anlayalım. 23 Nisan, çocuklara olduğu kadar büyüklere de anlatılmalıdır.
TBMM'nin oluşması, açılışı, grupları ve tüm gündemi didik didik, dizi dizi anlatılması öğrenilmesi gereken tarihi, siyasi milli bir olaydır.
***

TBMM'yi anlamadan bugünü anlamak ve yorumlamak mutlaka eksik kalır. Meclis-i Mebusan Başkanı Celalettin Arif Bey kim mesela? Milli hukukun müdafaası için TBMM'nin oluşmasında ne gibi gayretleri olmuş kim biliyor?
Birinci Meclis'teki gruplar nasıl oluştu, başkanı gibi hareket eden Hüseyin Avni Bey kim? İkinci Meclis nasıl ve kimlerden oluştu? Bunları bilen varsa kim, nerede, nasıl anlatıyor?
Bu olayı tarihi, belgesel dizi yapmayı düşünen ciddi senaristler, yönetmenler, ciddi tarihçiler var mı acaba? Yoksa bu iş de yine TRT'ye mi kalacak? (Bir kısım küfürbaz, daha doğru ifadeyle 'boşboğaz' ve 'Magazin Tarihçileri' zaten bu işlerin dışında düşünüyoruz.)
***

Türkiye'nin yakın tarihiyle ilgili sayısız makale ve kitap yayınlanmıştır.
Bir yığın eserin sadece "övgü" veya sadece "sövgü" için yazıldığı düşünülürse bu tarihi süreci anlamamıza ne katkısı olacağı haklı olarak sorulmaktadır.
Ama ben bugün bir eserden söz edeceğim, üstelik çok yeni bir eser de değil. Pınar Yayınları'ndan çıkmış, adı 'Cumhuriyetin Tarihi', yazarı Ahmet Cemil Ertunç. En önemli özelliği, gizli ya da açık "övgü ve sövgü" kapanına yakalanmamış oluşu. Bu özellikteki tek eser değildir şüphesiz ama dipnotlarına varana kadar okuyucuyu alıp götüren ve tekrar tekrar okutan önemli bir eser. Tavsiye ederim...
100 yıldır yaşadıklarımızı daha iyi anlayabilmek için...

gazete

16 Nisan 2015 Perşembe

Tandoğan tarih, ya diğerleri?

Ahmet TEZCAN

Tandoğan tarih, ya diğerleri?

16.4.2015

Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi son toplantısında önemli bir karar aldı. Tandoğan Meydanı'nın adı Anadolu Meydanı olarak değiştirildi. İncek Bulvarı'na da teröristlerin şehit ettiği Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın adı verilmiş. Tandoğan adının değiştirilmesi kararına CHP'li Meclis üyeleri ret oyu vermiş, MHP'liler de 'çekimser' kalmış. Sabah Ankara, haberi "TANDOĞAN ADI TARİHE KARIŞ-
TI"
başlığıyla duyurdu.
Meydanın adı, eski Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'dan geliyordu. Büyükşehir Meclisi ilk olarak 2012'deki bir değişiklikle önce 'Nevzat' ismini kaldırmış, Tandoğan Meydanı olarak değiştirmişti. 3 yıl sonra da ismi tamamen meydandan kaldırılarak ANADOLU MEYDANI olarak değiştirilmiş bulunuyor.
***
Peki, Nevzat Tandoğan kimdi diye en azından yeni nesil tarafından soracaktır. 1929 yılında Ankara Valiliği'ne atanan Nevzat Tandoğan, aynı zamanda Ankara Belediye Başkanı idi ve 18 yıl boyunca görevde kaldı. Tek parti rejiminin sadık bendesiydi, baskıcı yönetim anlayışıyla tanındı, kendi istedikleri yazılsın diye gazetelere sürekli baskı yaptı. (Ama bunlar günümüzde hiç dile gelmez.) Tandoğan'ın bir sözü var ki hafızalara kazınmıştır: "Türkiye'ye komünizm lazımsa onu da biz getiririz" Yani "Siz de kim oluyorsunuz?" Valinin adı yalnızca bu sözle değil, döneminde işlenen ve 'Ankara Cinayeti' olarak kriminal tarihe geçen bir olay, Vali Tandoğan'ın peşini hiç bırakmamış, bir valinin adı sürekli bir cinayetle anılmıştır. Sebep; cinayetin vali tarafından kasten örtbas edilmek istenmesidir.
Çünkü cinayete oğlunun da adı karışmıştır. Tandoğan'ın sonu da hazindir. Vali Bey, 1946 yılının 9 Temmuz Salı günü tabancasıyla kendi hayatına son vermiştir.
***
Aslında Başkentin en önemli meydanlarından birine, neden böyle bir şahsiyetin adı verilmiştir, kimler vermiştir bunun araştırılması gerekir. Bunları aydınlatmak gerekir.
Sadece Tandoğan konusu mu?
Hayır, Başkent'te adı sorunlu pek çok ilçe, semt ve cadde vardır.
Bir büyük caddede adı yaşatılan REŞİT GALİP kimdir mesela?
Ankara'nın en merkezi semtlerinden biri olan ESAT adı nereden gelmektedir?
Daha bir yığın isim var Ankara'da; ilk defa duyanlar tarafından, anlaşılmayan, garip karşılanan hattâ aşağılanan.. Bunların araştırılıp bir bir temizlenmesi gerekir. Değişikliğin, değişimin ilk anda kabulü her zaman zordur. CHP'de ise "her şeye itiraz ve ret" değişmez politika haline gelmiştir. Kolay değil, tarihi bagaj çok yüklü ve de sorunlu.

gazete

9 Nisan 2015 Perşembe

Gitmek mi zor kalmak mı?

Ahmet TEZCAN

Gitmek mi zor kalmak mı?

9.4.2015

İşte, mahşer kuralları işledi ve siyasette bir dönem daha geride kaldı. "Mahşer kuralları" benzetmesi tecrübeli siyasetçi Cemil Çiçek'e ait, seçim yaklaşırken hiçbir siyasetçinin, kendinden başka kimseyi düşünmemesi, düşünememesi dolayısıyla o bu benzetmeyi yapıyor.
Yedi dönemdir biz de bu çatının altındayız.
Girmediğimiz tek yer Genel Kurul Salonu, oraya da ancak milletin eliyle giriliyor. Tam öyle mi? Eh, yüzde 80, 90 oranla öyledir. Bir yerde bir iş yapılıyorsa o işi yapanın bir de tasdikçisi, yani "Hıh.." diyeni olur ve normaldir.
***

Siyaset, çok önemli bir görev, layıkıyla yerine getirilirse tabi..
İki bakımdan önemli.. Birincisi ve en şerefli tarafı; Milleti temsil etmek üzere seçiliyorsunuz ve Anayasamız, devleti yönetme iradesini ve sorumluluğunu sadece siyasilere, yani seçilmiş heyete veriyor.
Orada yani "Yüce Meclis" olarak tasvir ve tasavvur olunan çatı altında bir heyet, grup, bir ekip olarak yek ahenk içinde bulunmaktır önemli olan. Eğer Meclis çok kritik aritmetikle faaliyet icra ediyorsa o zaman vekillerin tek tek de önemi artmaktadır!
Sadece önemi değil, pahası da artar!
Sayı denk gelmezse bazen bir kişiye bir oy için dünyalar bağışlanır.
***

Milletvekilleri için bu görevi üslenmek de, o görevden geri kalmak da çok zordur.
Sadece vekiller için değil, aile bireyleri için de çok zordur ve çok önemlidir bu görev..
Çünkü hazmı zordur bu işin.. Seçilir "ne oldum delisi" olursunuz.. Seçilmez, dönüp düz vatandaş olmayı, vatandaşın arasına karışmayı yediremez, orta yerde kalırsınız.
Bu yüzden milletvekilleri mezarları bakımından sayısı en kalabalık yer Ankara'dır. Bazı vekiller ölmek için bile memleketlerine dönemezler.
Ankara'da kalmanın da birinci bahanesi hep çocuklar olur.
Milletvekili dediğin "E, bu kadar, buraya kadar" demesini bilecek, bilmezse bildirirler.
Siyaset yapmak bir bakıma belediye otobüsü ile yolculuk etmeye benzer, son durakta inilmez, indirilir.
Bilmem anlatabildim mi?
SABAH Ankara adaylarını dün tanıttı.
AK Parti'de birkaç isim dışında kadro yeni.
Muhalefet kanadında da durum farklı değil.
Cemil Çiçek, Ali Babacan, Salih Kapusuz, Haluk İpek, Bülent Gedikli, Reha Denemeç gibi önemli görevler üslenen isimler artık yok.
CHP'de de fiili durum 'üç dönem' uygulaması gibiydi. Yalnız Anamuhalefet'e etki eden bir yer vardı, söylemeden olmaz; Beykoz Konakları.. Eski siyasilerden, Ecevit'in Prensi Hüsamettin Özkan CHP'de "eşbaşkan" gibi görev yapıyor. Bunu bilen bilir, inkâr da edilebilir ama bu gerçeği değiştirmez.
Ancak o konaktaki yönetici kim orası meçhul?!..

gazete

2 Nisan 2015 Perşembe

Yeni Türkiye rahatsız ediyor

Ahmet TEZCAN

Yeni Türkiye rahatsız ediyor

2.4.2015

Teröristlerin adliye baskınından elektrik kesintilerine kâbus gibi bir gün yaşadık önceki gün. Ben internet olmazsa herkesin eli kolu bağlı kalır diye düşünüyordum ama elektrik olmazsa hiçbir şey olmazmış. Öylece kaldık, hayat durdu adeta.. Hastalar, çocuklar, ulaşım her şey kilitlendi.. Ardından Adliyeye terörist baskını.. Derin bir endişe ile İstanbul'daydı herkesin kulağı ve korkulan oldu.. Yalnızca bir çocuğun babasız, bir kadının kocasız kalması değil olay; mülke, memlekete yönelmiş açık bir tehdit var. Kiminin elinde silah, kiminde kalem var.
***

Seçim yaklaşırken benzerlerine hazırlıklı olmalı Türkiye. Çünkü Türkiye'den rahatsız olan etkin bir çevre var. Atılan twitler kimlikleri yine açık etti. Malum çevre niyetini hiç çekinmeden açık ediyor. Memleketin, mülkün yetkilileri de bunu değerlendirecektir umarım. Onlar da hiç çekinmeden milletin kendilerine verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanmalıdır, kullanacaktır. Millet bunu bekliyor. Erk yani güç başka bir şey, elden kaçırılınca insanın gözü başka hiçbir şey görmüyor. Firavunlar böyleydi, her şeyi ellerinde tutmak istediler, güçlerine rakip gördükleri her şeyi yok ettiler. Bir korku kehaneti sonucu aynı yıl doğan tüm erkek çocukları toplayıp öldürmek nasıl bir duygunun eseri, düşünebiliyor musunuz? Musa'nın zamanında firavun bunu yaptı. Ama Musa'yı aynı firavunun sarayında yaşatan, büyüten ve kendisine rakip kılan da bir yüce kuvvet ve kudretin olduğu hiç hesaba katılmıyor.
***

Dedim ya Türkiye bu olaylara hazır olmalı.. Çünkü Türkiye, son zamanlarda birçok çevreyi rahatsız ediyor. Konum, söylem ve davranışlarıyla rahatsız ediyor.. Savunma projeleri, nükleer girişimleri, gaz boru hatları, ulaşım yatırımları ile rahatsız ediyor.. Dolayısıyla malum çevreler de her fırsatta Türkiye'yi huzursuz edecek teşebbüsten geri durmayacaktır. Örgüt, devlet, şirket yahut cemaat eliyle her fırsatı kullanırlar. Hiç unutmayın, eskiden devletlerin şirketleri vardı, şimdi şirketlerin devletleri var. İçerisi dışarısı diye de bir ayırım yapmaya gerek yok artık, "satılmış"ınız varsa size kolayca ulaşabilirler. Gazetelerini, televizyonlarını her türlü iletişim ağlarını da hazır ederler. Sizin dilinizde konuşan, yazan, sizin gibi isimler taşıyanları bulmak zor olmaz onlar için. Çünkü bu topraklar, hainini de kahramanını da yetiştirmeye son derece müsait ve çok verimlidir. Tarih bize bunun sayısız örneklerini göstermektedir.

gazete

25 Mart 2015 Çarşamba

İki yanlıştan bir doğru çıkmaz

Ahmet TEZCAN

İki yanlıştan bir doğru çıkmaz

26.3.2015

Temel mantık kuralıdır bu, "Two wrongs do not make a right" der İngilizler, yani başlığa çıkardığım ifade "İki yanlıştan bir doğru çıkmaz.." Çünkü bu tüm dünya için geçerli bir mantık kaidesidir. Mandıra Filozofu mu kim bilmiyorum, şöyle bir ifadeye rastlamıştım:
Yanlışa yanlış mukabele, doğru adına doğrudan ayrılmaktır..
Neyse fazla uzatmayalım, sözü Ankara gündemini alt üst eden Arınç-Gökçek polemiğine getirmek istiyorum.
Nereden baksak ortada bir yanlış var, bu noktada herkes mutabık, bizdeki ise katmerli oldu, akıl alacak gibi değil yangına körükle gidiyoruz. Nitekim
Başbakan Davutoğlu,
en yetkili kişi olarak noktayı koydu, Y A N L I Ş!.. Bundan sonrası parti kurullarının.
Olayın kahramanları Arınç ve Gökçek, yılların siyaset adamlarıdır, ikisini de yakından tanırım, onlar da beni.. Hem ismen hem de cismen tanırlar. İkisinin de siyasetin içinde oldukları süre en az 30 yıl ise ben de 30 yıldır Meclis'teyim. Bülent Bey'i, vaktiyle içinde bulunduğu partinin ta Manisa il başkanlığından, Melih Bey'i de, Keçiören belediye başkanlığından bu yana tanırım.
***
Yunanistan'dan bir örnek vermek istiyorum. Alexis Çipras, ülkesinde sol koalisyonun lideri. Önceki gün Alman Şansölyesi Merkel ile önemli bir görüşme yaptı.
Konuşmasını şu sözle bağladı Çipras: Birbirimiz hakkında konuşacağımıza, birbirimizle konuşmalıyız.
Bizimkilere göre çok genç bir siyasetçi, 1974 doğumlu. Otuz küsur yıl değil, 2009'dan bu yana sorumluluk almış bir siyasetçi. Ülkesini ekonomik çıkmazdan kurtarmaya çabalıyor, sırf bu nedenle de olsa diyalog yolunun açık tutulması gerektiğini biliyor.
Siyaset çok önemli bir alan; sosyolojisi, psikolojisi hattâ etimolojisi ile çok önemli.
En önemli kuralı da eskilerin deyimiyle; UHULET ve SUHULET.. Yani usulüne uygun olarak, patırtıya meydan vermeden, kolay ve nezaket çerçevesinde hareket etmenin özeti..
***
Ülke olarak bir GİRDAPTAN kurtulmaya çalışıyoruz. Bu millet son 40 yılda az cedelleşmedi, yokluklardan, kuyruklardan geliyor. 45 bini bulan faili meçhul var bu memlekette. Evladını okula gönderiyor, akşama kadar iç buruntusuyla bekliyordu insanlar, her gün her yerde "kim vurdu ölümleri" 10'dan aşağı değildi çünkü. Nerelerden geldiğimizi iyi biliyoruz, çok kötü örneklerini gördüğü için siyasete de mesafelidir bizim insanımız, çok da hevesli değildir.
Şimdi çok kuvvetli bir irade beyanıyla, toplumsal barış yeniden tesis edilmeye çalışılıyor.
Tam da bu sırada "tecrübe abidesi" olarak bilinen, yüksek sorumluluk sahibi bir siyaset adamı seçime çeyrek kala kalkıyor bir yığın gereksiz yoruma yol açacak değerlendirmelerde bulunuyor süreç hakkında ve de Cumhurbaşkanı'na karşı.
YANLIŞ..
Başkentte
aynı derecede sorumlu ve tecrübeli bir başkası da anında twitleriyle tepki veriyor ve polemiği adeta katlıyor.
Bu da İKİNCİ YANLIŞ.. Hem şahıslar hem ifadeler bakımından yanlış.. Ülkenin en zor zamanında, içten ve dıştan adeta kuşatılmışlığın yarılmaya çalışıldığı bir dönemde şimdi iki yanlıştan bir doğru mu çıkacak? Çıkmaz..
Çinlilerin dediği gibi iki tane 1,5 metre atlayanla 3 metre atlanmaz.

gazete

18 Mart 2015 Çarşamba

Çanakkale son kale

Ahmet TEZCAN

Çanakkale son kale

19.3.2015

İngiliz garson, müşterisinin Türk olduğunu anlayınca "Çanakkale'de çok askerimizi öldürdünüz" demiş. Bizimkisi şaşırmış, cevabı da hemen yapıştırmış: - Orada ne işiniz vardı? Ne işleri olduğunu bugün haritaya baktığımızda daha iyi anlıyoruz.
Kirli işleri için buradaydılar, üstelik ölenler de İngiliz değil, çoğu dünyanın öteki ucundan; Anzaklar, Gurkalar ve Afrika'dandı..
Ben olsam bugün, her eve bir DÜNYA HARİTASI asılmasını için vatandaşı mecbur ederim. Bir süredir biz dünyadan çok koptuk, daha doğrusu koparıldık, içe kapandık ve kendimizle çok uğraştık.. Mekteplerde lüzumsuz gereksiz şeyler öğrettiler, çünkü müfredatı hazırlayanlar onlardı, yani bizi dünyadan koparanlar..
Kendi kendiyle uğraşmanın asla bir yararı olmadığını, daima ayar veren bir ÜST AKLIN bulunduğunu acı tecrübelerle öğreniyoruz.
Eskiden düşman bir yerden gelirdi, şimdi içeriden dışarıdan her yerden geliyor.
***
Çanakkale Zaferi'nin ruhu ve tüm gerçeği bu memleketin çocuklarına mutlaka yeniden anlatılmalı. Tarih öncesinin efsane canlıları dinazorların tüm çeşitlerini gerçek adlarıyla bilen ve ayıran yavrularımıza; tarihimizi, savaşlarımızı, zaferlerimizi ve çizgi filmlerden önce kendi kahramanlarımızı öğretmek mecburiyetindeyiz.
Bugün Çanakkale başta olmak üzere tarihten bir bahis açıldığında kimse dinlemiyor.
Öğrenciler, yetişkinler herkes sıkıldı, bayatladı artık bu anlatımlar. Yapılan ekleme çıkarmalar yüzünden kimse tarihe de inanmaz oldu. Savaşın ruhu ve gerçek kahramanları dile gelmiyor çünkü. Çanakkale Zaferi sırasında 35. Osmanlı Sultanı Halife Mehmet Reşat'ın hükümdar olduğunu sorun bakalım kaç kişi bilecek? Savaşın komutanı kimdi, Enver Paşa neciydi deyin cevap alabilecek misiniz?
***
Metrekareye 6 bin merminin düştüğü, toprağın çeliğe doyduğu, sıkılan kurşunların havada çarpışıp birbirine kaynadığı, 4 saatte 10 bin şehit verilen, tarihçilere "Çanakkale'de toprağın üstü altına kaçtı" dedirten dehşeti, her bakımdan üstün bir güce karşı kazanılan zaferle adeta matematiğin mağlup edildiği bir zafer böyle anlatılır mı?
Parmağı koptuğu için tetiğine dokunamadığı tüfeğini bozuldu zanneden Halil Onbaşı'yı, "Emir geldi" diyerek kopan ayağından kan fışkırırken cepheye koşan Bekir Çavuş'u, yaralı düşmanı bile 'iyileşeceksin' diye teselli eden Safiye Hemşireyi, tabyalardaki tütün alışverişini bu çocuklara kim anlatacak?
Ellerinde pipoları, puroları büyük tafrayla sahillerimize geldiler yüksek unvanlı generaller.. Cepheden toplanıp kaçışları ise apayrı bir tarihi bahistir. Vatan toprağına yapışmış yürekleri görünce tafraları, fiyakaları bozuldu, bir de yüksek savaş dersi almış oldular yedi düvelin kumandanları Çanakkale'de Mehmetçikten.
***
Evet, tüm renkleri ve inançlarıyla 637 yıl hüküm sürmüş muhteşem imparatorluğu anmaz, anlatmaz isek bu coğrafyanın tarihi çok yavan kalır. Çanakkale son kaleydi. Yeryüzü ne böyle bir savaşa şahit oldu ne de böyle bir kahramanlık yaşandı.
Onun için Bedir'in Aslanları'yla kıyaslandılar.
Bugün, bir Fatihalık duası, dökecek iki damla gözyaşı olan herkes Çanakkale'yi bilip, bulup onlara teşekkürünü bir şekilde ifade etmelidir. Çünkü orada hepimizin kanı canı var.

gazete