Çalışanların bayramıydı
10 Ocak, geçen hafta kutlandı. Çalışamayanları, çalıştırılmayanları, sırf gazeteci oldukları için dövülenleri, sövülenleri hatta öldürülenleri vardır bu mesleğin.
Geçenlerde
Yakup Kadri'nin 'Ankara' romanı gözüme çarptı, raftan indirip yapraklarını karıştırırken bir pusula çıktı içinden... Üç gazetecinin ismi yazılıydı üstünde...
Ahmet Samim, Hasan Fehmi, Zeki Bey... İsimlerinin altında da
"ittihatçılar tarafından öldürüldüler" yazılıydı. Kimbilir ne zaman bir yerde rastlayıp kayıt düşmüşüm.
Onların adlarını bizim hürriyet aşıkları(!) hiç anmışlar mıdır acaba? Derin konu, ileride bir gün değiniriz.
***
Bu mesleğin sokağını hiç tanımadan, yıllarca sipariş manşetlere kurulup isim yapmış olanlar var. Bir gün ansızın, hudayinabit gibi, gelip temsilci, köşe yazarı olanlar...
Ben onlara
'oturan gazeteciler' diyorum.
Bir koltuğa kurulurlar ve hep buyururlar...
Aslında
10 Ocak'ı onlar kutlamamalılar!
Çalışan gazetecilerinse çoğu kendi bayramlarını kutlayamadı...
Ben onların, bu mesleğe gönül vermiş gerçek gazetecilerin bayramını gecikmeli de olsa kutlamak istedim, çalışma şevkleri ve enerjileri hiç tükenmesin.
***
70'li yılların başına kadar gider benim mesleğe dahil oluşum. Kaşeli muhabir olarak
Tercüman'da kendi ismimi ilk gördüğüm gün bu mesleğe gönüllü yazılmıştım.
Yıllarca ekmek teknem, rızık kapım oldu.
Oysa hobi gibi başlamıştım. Türkçe öğretmenliği için yüksek öğrenime başladığım tarih
'musahhih' kadrosunda muhabirliğe de başladığım tarihtir.
Gazetecilik mi beni, ben mi onu buldum bilmiyorum. Rahmetli babama bile anlatamamıştım;
"Ne gazeteciliği oğlum?" diyordu,
"adam gibi" okuyup öğretmen olmamı istiyordu. Koltuğumun altında çarşı- pazar gazete satacağımı zannediyorlardı.
Aslında bu işe beni kendileri bulaştırdılar.
Siyasete duyarlıydılar, bizim dükkan da o yıllarda
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi başkanlığıydı.
9-10 yaşlarında partinin
"Kudret" adlı gazetesini postadan ben alıyor, paketi ben açıyor, dağıtım ve satışını da ben yapıyordum. Hepsi
5-10 gazeteydi ama hâsılat benimdi.
25 kuruşluk gazeteyi
"başlıklara bakalım" diye
10-15 kuruşa alıp iade eden müşterilerim de vardı.
***
Reklamına kadar kendim de gazetenin okuyucusuydum. Bazı haberlerin üzerine kendi elimle
"Ahmet Tezcan" yazdığımı hatırlıyorum, çocukluk hevesi işte halâ sürüyor!..
Sarı Basın Kartı'na kavuşmam yıllar sonra oldu. Beyanname isteyince
Rahmetli Muhasip Mustafa amca yüzüme şöyle bir bakmış,
"Vereyim mi?" diye patrona da seslenmişti. Basın kartı, çalışanın hakkı görülmüyor, bundan patronun aile bireyleri yararlanıyordu.
Muhabirdik ama gazetecinin adı yoktu, görünen hep onlardı. Bazen isim koyardım haberin üzerine, prova baskıda kaldırılırdı.
Bugün de bu mesleğin ciddi sorunları var, bilhassa siyasi irade ile münasebet bakımından. Herkes bu konumla meslek çizgisini belirliyor. Halbuki asıl olan kamu duyarlılığıdır.