27 Şubat 2013 Çarşamba

Ulus değişiyor

Ahmet TEZCAN

Ulus değişiyor

28.2.2013

Ulus Ankara'nın kalbi, her fırsatta bir bahane üretip çarşısını pazarını dolaşır, ziyaret yerlerini gezerim.
Şu sıra Hacı Bayram'daki çevre düzenlemeleri büyük ilgimi çekiyor, aslına uygun restore çalışmaları ilerledikçe semtin silueti değişiyor.
Esnaf da umutlu… Bölge değiştikçe hareketliliğin artacağını söylüyor, bekliyorlar.
Dokuyu bozan beton yapının yerini ortama uygun işyerleri alacak, Anafartalar Çarşısı yıkılacak, heykelin çevresi açılacak, geniş gezinti alanları oluşacak. Tarihi eserler korunarak bunlar yapılacak. Hele Hıdırlıktepe'ye kurulacağı söylenen teleferikle Ulus bir başka olacak.
***
Türkiye'nin başkenti Ankara, Başkent'in başsemti UlusUlus, Kızılay'a kaptırdığı merkezi özelliği devralmaya hazırlanıyor.
Bir kısım İstanbullu'nun Esenboğa Yolu'nda "Hıh, Ankara…" deyip omuz üstünden bakmaları bir şeyi değiştirmez.
Yeni yüzyılın yeni Türkiye'si Ankara'da inşa ediliyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu geçen hafta Libyalı konuğu Abdülcelil ile Hacı Bayram Veli'yi ziyaret etti.
Bakın ne diyor Davutoğlu: "Ankara, son Başkent olmasına rağmen daha önceki bütün başkentlere ilham veren manevi bir mirasın sahibidir." Ankara Savaşı kaybedildiğinde devletin Fetret Dönemi'ne girdiğini, Ankara'da yeni bir Meclis kurulduğunda yeni bir devletin ortaya çıktığını da hatırlatıyor Davutoğlu
***
Bakan bunları Ak Parti İl Başkanlığı'nın Siyaset Akademisi'nde söylemiş.
Ben de Anadolu Ajansı'ndan izledim konuşmasını… Bunların birer tesadüf eseri olamayacağını kaydediyor Davutoğlu ve Ankara'nın, milletin manevi hamurunu temsil ettiğini, siyaseten başının eğilemeyeceğini söylüyor.
Tam yerinde ve zamanında söylenmiş sözler, duyan kulaklar için… Davutoğlu'nun dediği gibi "Fatih olmadan önce Akşemseddin'in dizinin dibine çökmek lazım, Akşemseddin olmak için de Hacı Bayram'ın"
Bakın o zaman neler değişiyor… Ben oraları ziyaret etme alışkanlığımı artırarak sürdüreceğim.

gazete

20 Şubat 2013 Çarşamba

Öksüz kaldım!

Ahmet TEZCAN

Öksüz kaldım!

21.2.2013

Yetim, kelime olarak 'yalnız, tek başına' anlamı taşıyormuş, Arapça'dan dilimize geçmiş. Öksüz ise Türkçe bir kelime, 'ök' kökünden geliyor, "ip, bağ" anlamında… Pederi 29 sene önce ellili yaşlarda kaybetmiştim.
Hayata tutunma çabası arasında babadan olmanın ne anlama geldiğini ve nasıl bir kayıp olduğunu ancak ilerleyen yaşlarda anlayabildim.
Öksüzlük yetimlik vasıfları daha çok çocuklar için acıtıcı acındırıcıdır, ileri yaşlardaki insanlar için pek ifade edilmez.
***
Geçen hafta annem Hatice Muazzez Tezcan Hakk'ın rahmetine kavuştu. 40 kilo kalmış bir kadının hayatımda ne büyük yer işgal etmiş olduğunu şimdi fark ettim. Ve ben bu yaşta da olsa öksüzlüğü derinden hissettim. Kırlara çıkıp hüngür hüngür ağlamak istedim ve bunu yapamadığım için boğazımda yumruk kadar bir şey öylece kaldı.
Annem çok genç yaşta eşini yani babamı kaybetmişti, tahsil hayatı nedeniyle bizler de yuvadan erken uçtuk. O Konya'da biz uzakta olduk uzun zaman. Arada bir ziyaretler de yetmedi.
Aramızdaki "mani hal" bir türlü giderilemedi.
Dolayısıyla ana-oğul doyamadık birbirimize.
Öksüz denince öğretmen kökenli Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle'nin bir sözünü hatırlıyorum. Annesini hiç tanımamış Karakelle, öksüz büyümüş... "Okul bahçesindeki 200-300 öğrenci arasında kimin öksüz bilirdim" demişti bir sohbette.
Velhasıl dostlar, son aylarda tedavi adına hastane hastane dolaştığımız, bir bakıma eziyet ettiğimizi düşündüğüm annem Rahmetine kavuştu. Çünkü orası, merhamette de eşsiz ve benzersiz bir makam.
Annemi de cennetinde ağırlamasını diliyorum.

gazete

13 Şubat 2013 Çarşamba

En sevgiliye selamla

Ahmet TEZCAN

En sevgiliye selamla

14.2.2013

Bugün 14 Şubat Sevgililer Günü…Ekranlar, sokaklar, çarşılar, vitrinler, gazete sayfaları günlerdir kalp şekline getirilmiş çiçekler, balonlarla bugünü işaret ediyordu.
Tüm bu gayretlerin yürek üzerinden yürütülen ama daha çok kese ile kasa ile ilgili olduğu muhakkak.
Ben "En sevgili" ye selamla günü kendimce kutlamak istiyorum.
Bu vesileyle e-postamda bulduğum bir hikayeyi paylaşıyorum.
Bir kadın evinden tam çıkmış, kapının önünde beyaz, uzun sakallı üç ihtiyarı görünce ikramda bulunmak niyetiyle evine davet etmiş. Eşinin evde olup olmadığını sormuş ihtiyarlar, "Hayır" cevabı alınca "olmaz" demişler, "O zaman giremeyiz…" HHH Hikaye bu ya, kocası eve geldiğinde olanları anlatmış kadın, "hala oradaysalar davet et" cevabı alınca dışarı çıkmış yaşlı adamları buyur etmiş. "Biz bir eve hep beraber girmeyiz", demiş yaşlı adamlar, kadın da "Neden?" diye sormuş.
İhtiyarlardan biri, "Onun adı 'zenginlik'tir" demiş, arkadaşlarından birini göstererek.
Diğerinin adı da 'başarı'ymış.
Üçüncüsü ben demiş, 'sevgi'yim; şimdi eşinle konuş ve hangimizi davet edeceğinize karar verin.

***

Kadın dönüp kocasına durumu anlatmış, çok sevinmiş kocası; 'harika!' demiş, "zenginliği davet edelim, gelsin ve evimizi parayla altınla doldursun…" "Kadın " Neden 'başarı'yı davet etmiyoruz?" karşılığını vermiş.
O sırada onları dinlemekte olan küçük kızları "Sevgiyi çağıralım baba, sevgiyi" diye öne atılmış ve küçük kızın isteğine uymuş, 'sevgi'yi davet etmişler evlerine.
Sevgi eve doğru yönelince diğer iki arkadaşı da onu takip etmişler.
Kadın şaşkın şaşkın bakarken "sevgi" söze girmiş; Eğer siz demiş 'zenginlik' veya 'başarı'yı davet etmiş olsaydınız, diğer ikimiz kalacaktık, ama siz beni (Sevgiyi) davet ettiniz, ben nerede olursam başarı ve zenginlik de orada olur…"
Kişinin eğer, dünden alıp, bugünde geliştirerek, yarına katabileceği bir şeyi yoksa diyor hikayeyi gönderen arkadaş, kuru bir ot kadar bile hükmü olmaz, zaman içinde, yaşar ve biter…" Son cümlesi de "Sigaranın bile ardında bıraktığı bir külü var" olmuş.
Evet, sevgiyle kazanılmayacak ne var ki?..!

gazete

6 Şubat 2013 Çarşamba

Diş işleri çok mühim!..

Ahmet TEZCAN

Diş işleri çok mühim!..

7.2.2013

Bazen çok önemli şeyler olur sessiz sedasız gerçekleşir, bir ilginiz, ilişkiniz varsa fark edersiniz. Benim en önem verdiğim şeylerden biri DIŞİŞLERİ, diğeri de DİŞ İŞLERİ dir.
Latife bir yana, dış işlerimiz malum burada diplomatik konuları anlatacak değilim.
Ama DİŞ işleri deyince Ankara hatırı sayılır illerin başında gelir. Başkent'te üçü devlet, biri vakıf olmak üzere üç diş hekimliği fakültesinde çok ciddi eğitim verilmektedir. **** Ben Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi ile ilgiliyim bir süredir.
Neden derseniz; orada dünyalar iyisi bir dostum vardı. Kendisi Konya Selçuk Diş Hekimliği Fakültesi'nde 7 yıl başarıyla yürüttüğü dekanlık görevinden sonra aynı görevle Ankara Üniversitesi'ne gelmişti. Prof. Dr. Adnan Öztürk'ten söz ediyorum.
Çok önemli bir bilim adamı, usta bir cerrah, idareci ve en önemlisi ressam..
Benim resme olan ilgim malum, hocayı da o yönüyle tanımıştım. Adnan Hoca'nın ressam olarak duygu dünyası çok derin ve coşkundur.
Zaten öyle olmazsa sanatçı olunmaz.
Yağlı boya doğa resimleri, bilhassa yelelerini savurarak koşuşturan at resimlerinden gözünüzü alamazsınız.
Yakında TBMM'nin Mithatpaşa Caddesi'ndeki tarihi Mustafa Necati Dinlenme Evi'nde bir sergisi olacak.
Bir yandan üniversite bir yandan sergi harıl harıl çalışıyor hoca..
Üç yıldır yürüttüğü AÜ Diş Hekimliği Fakültesi'nde dekanlık görevi de sona erince daha fazla vakti oluyor hocanın.

***
Burada bir şeyi de söylemeden geçemem. TÜBİTAK'a ait olan binayı dâhil etmiş olması fakülte için en büyük kazanç olmuştur. İnşallah yerine gelenler Prof Öztürk'ün büyük projesini tamamlama başarısını gösterirler. AÜ Diş Hekimliği deyip geçmeyin.. Dişişleri'nin Ahmet Davutoğlu'su da Adnan Öztürk'tür benim için!..
Zaten Başbakan Erdoğan başta olmak üzere pek çok devlet erkânı da diş işi oldu mu ona koşar. Çünkü Adnan Hoca'nın donattığı cihazlarla fakültede haftalık işler saatlik olmuştur.
Teşekkürler Adnan Öztürk..

gazete

30 Ocak 2013 Çarşamba

İş dünyası ve sanat

Ahmet TEZCAN

İş dünyası ve sanat

31.1.2013

Özel sektörün sanat faaliyetlerine destek olmasına ziyadesiyle memnun oluyorum.
Borusan'ın patronu Asım Kocabıyık'ın vefatında bunları yazacaktım ama fırsat olmadı.
Kocabıyık özellikle müzik alanında sanata büyük katkısı olan işadamıdır. Yalın Kocabıyık mı, iş dünyasının büyük grupları bunu hep yapıyor.Koç'un, Sabancı'nın, Eczacıbaşı'nın ve daha birçok büyük grubun sanat alanındaki faaliyetleri bilinir.
Esas işlerinin yanında özel hobi olarak başlatıp destek verdikleri yahut sponsor oldukları birçok sanat dalı bu işadamlarımızın himayesinde gelişme kaydetmiştir.
***
Başkent'te de sanat faaliyetlerine destek veren şirketleri biliyorum.
Peker İnşaat bunların başında geliyor. Erhan Peker'in resme olan tutkusu sanat çevrelerince bilinir. Çalışma odası bile resim galerisi gibidir.
Türk ressamlarına ait 100'den fazla seçkin eser Erhan Bey'in ofisini süslemektedir.
Peker Sanat da Erhan Peker'in resme olan aşkından doğmuştur.
Bu sezon Peker Sanat Galerisi'ndeki sergilerin sayısı dört mü beş mi oldu sayamadım.
Masamda bulduğum Peker Sanat'ın son davetiyesi Ressam Engin İnan'ın sergisine ait. O bir ressam aslında ama bu defa heykellerini sergileyecek, 7 Şubat'ta Peker Sanat Galerisi'nde.
***
Arete Sanat'ın Bedri Rahmi ve İbrahim Balaban sergileri de bu cümleden sözünü etmeye değer.
Son söz olarak demek istiyorum ki ne olur sanki bunların sayısı artsa, yalnız resme değil müzik alanında veya yok olmaya yüz tutmuş sanat dalları işadamlarımızın destek ve katkılarını beklemektedir.

gazete

23 Ocak 2013 Çarşamba

Kafama takılan şeyler

Ahmet TEZCAN

Kafama takılan şeyler

24.1.2013

Benim yıllardır kafama pek çok şey vardır Başkent'te, hiç akıl erdiremem.. Bugün yalnız ikisini dile getirmek istiyorum. Birincisi Diyanet'in hac organizasyonudur.. Çok demişimdir; hocalarımızı paradan uzak tutun, paraya değen el kirlenir, bu işi profesyonel turizm acentelerine bırakın, ama siz de kılı kırk yararcasına denetleyin diye..
Bir türlü anlatamadım.
Sırf para tadı değildir bu işi Diyanet'in elinde tutma ısrarı, belki benim bilmediğim başka durumlar vardır, kim bilir?!..
Tamamen iyi niyetle düşünüyordum.
Yoksa benim turizm acentem filan yok..
Diyordum ki.. Diyanet, Hac konusunun sadece ibadet boyutuyla ilgilensin.
Hacılarımıza mübarek topraklardan gelince "Nasıldı?" diye soruyoruz, kahir ekseriyet nerede kaldığını, ne yiyip içtiğini anlatıyor bize, ibadet kısmına dair pek bir şey duymuyoruz. Daha demem..
***

Akıl erdiremediğim ikinci konu da oda, borsa ve esnaf kuruluşları ile ilgili.
Bilir misiniz bu saydığım meslek kuruluşlarındaki otomobillerin hepsi siyah plakalıdır. Yani TOBB, TESK gibi kuruluşlar meslek örgütü olmakla birlikte aslında SİVİL TOPLUM kuruluşlarıdır.
Yani kısaca STK..
Peki, öyleyse bu kuruluşların temsilcileri niçin resmi plakalı araçlara binerler?

***
Üç soru işaretiyle bunu bu kuruluşların temsilcilerine sormak istiyorum.. Neden siyah resmi plaka??? Bu kuruluşlarla ilgili bir başka önemli husus da bu kuruluşlara personel alımıdır. Oda, borsa, sendika ve TESK gibi esnaf kuruluşlarına personel alımı hangi usulle yapılmaktadır? Bunların cevabını gerçekten merak ediyor ve önemli buluyorum.
Cevap alamazsam da takipçisi olmaya devam edeceğim.

gazete

16 Ocak 2013 Çarşamba

Oda Borsa seçimleri

Ahmet TEZCAN

Oda Borsa seçimleri

17.1.2013

Seçimler dolayısıyla Oda ve Borsalar'da heyecan dorukta.
Kulisler, ziyaretler, tembihler, üstü örtülü tehditler, vaatler seçimler yaklaştıkça havalarda uçuşur şimdi kim bilir?!
Vaktiyle buralarda makam mevki tutanlar hiç bırakmak niyetinde değiller. Dışarıda kalanlar da bir şekilde oda ve borsalarda görev alabilmek için yoğun çaba sarf ediyorlar.
Sinan Aygün mebus olmasaydı ATO'yu bırakır mıydı? Dolayısıyla Salih Bezci de ATO Başkanlığını rüyasında görürdü.

***

Bu hep böyle olmuştur. Bu, Demirel Türkiye'sinin geleneğidir.
Adamlarını seçtirip buralara oturtacaksın sonra da oluşturduğun bu gücü istediğin yerde kullanacaksın.
Bu bir tespit, bundan Hisarcıklıoğlu da böyle yapıyor anlamı çıkmasın.
Fakat yanlışı da söylemeliyim.
Sorarım İTO'nun F1 pistiyle ne münasebeti var? Lokantacılık, otelcilik yapmak, üniversite açmak oda ve borsaların görevleri arasında mı?
***

Anayasa Mahkemesi ekmeklerine yağ sürdü. Şimdi oda ve borsalarda bir şekilde yer tutmuş olanlar kıyamete kadar bu görevde kalmanın yollarını bulurlar. Bunun için hem paraları var hem etkileri. Rona Yırcalı 30 yıldır bu işin içinde, şimdi 30 yıl daha devam etmek için çabalıyor.
Hisarcıklıoğlu diyor ki; "Anayasa Mahkemesi Türkiye'nin yüksek mahkemesi sıfatıyla konuyu inceleyerek Anayasa'ya göre değerlendirme yaptığını ve bir karara vardı"
Evet, Yüksek Mahkeme değerlendirmesini Anayasa'ya göre yaptı ama MİLLET ADINA karar verdi.
Peki, millete sorun bakalım, Anayasa Mahkemesi ile aynı görüşte mi?

***
Son bir not; Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a Şinasi Sahnesi'ndeki Dolores Claiborne adlı oyunun da (18+) lık olduğunu şikayet etmiştim, DT Genel Müdürü Lemi Bilgin aradı sağ olsun sahne hassasiyetlerini anlattı, tiyatroya da davet etti, kaydedeyim istedim.

gazete

9 Ocak 2013 Çarşamba

İğrençlik sahnede!

Ahmet TEZCAN

İğrençlik sahnede!

10.1.2013

"Bu filmi görmeyin, iğrenç! Bu kadar yüz kızartıcı diyaloğu hayatımda duymadım. Bu sanat değil." Bu sözler Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a ait, bakanın bu sert tepkisi ünlü oyuncu Brad Pitt'in başrolünde oynadığı "Kibarca Öldürmek" filmineydi.
Geçen hafta hayli konuşulan bu sözleri duymasaydım ben de bunları yazmayacaktım.

***

Bu defa konu sinema filmi değil, bir tiyatro oyunu. Stephan King'in yazdığı "Dolores Claiborne", aynı adla sahneye konulmuş ve 15 Aralık'tan bu yana da Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçıları tarafından oynanıyor.
Şinasi Sahnesi'ndeki oyun, hafta sonu Zonguldak, ardından Denizli'de sahnelenecek. (Maden ocağında ölen 8 işçinin yası sürerken Zonguldak'ta tam zamanıydı(!) diyesi geliyor insanın.)
***
Yazarın adı daha çok korku ve gerilim filmleriyle anıldığı için benim pek tarzım değil. İnsan korku filmine neden gider anlayamam. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın, "Bu filmi görmeyin. Filmden çıkmayı bile düşündüm. İğrenç, iğrenç! Bu kadar yüz kızartıcı diyaloğu hayatımda duymadım. Film 13+ ama ben 'Ya 18+ olmalı ya da kaldırılmalı.
Böyle bir filme destek olamam. İnsan eşiyle film seyrederken rahatsız olabilir mi? Ben oldum. Bu sanat değil" diye devam eden sözleri beni cesaretlendirdi. Peki, bu tiyatro oyununu seyrettiniz mi sayın Bakan?

***

Bahse konu oyun "Dolores Claiborne" Aynen bakanın söylediği gibi bu da tiyatro sahnesindeki "18+" lık.. Bu değerlendirme bana ait değil, zira ben bu tiyatro oyununu seyretmiş değilim. Tepkiyi arkadaşlarımdan naklen aktarıyorum, hem de eli kalem tutan arkadaşlar… Bir süredir oyundaki "Bazen bir kadının kaltak olmaktan başka silahı kalmaz" gibi repliklerle ilgili serzenişlerini dinliyorum… Sahnedeki iğrençlikler ne olacak? diye de sormadan edemiyorum.

gazete

2 Ocak 2013 Çarşamba

Kum saati hayatlar

Ahmet TEZCAN

Kum saati hayatlar

3.1.2013

Hayat kum saati gibi gerçekten... Üst hazne boşalırken alttaki hazne doldurulmuş oluyor.
Neyi doldurup nereye boşaltıyoruz, bu üzerinde düşünmeye değer bir durum.
Yıllar geçip gidiyor, bize biçilen ömrü şöyle veya böyle tüketiyoruz.
Buna sevinmek mi yoksa üzülmek mi gerekir?
Yılbaşı gecesi Kızılay Meydanı'nda hop hop hoplaşanlar neye seviniyor, neyi kutluyorlar?
Bana sorarsanız umutlarını beklentilerini kutladılar peşin peşin...
***

Şairler, yazarlar, bestekarlardan bu meseleye kafa yoranlar çok. Üstad Münir Nurettin'i hatırlıyoruz birden "Bu yılda böyle geçti, şirin sözlü sevgilim" diye başlayan kürdili hicazkâr şarkısıyla... "Hayal içinde geçti o tatlı günlerimiz/ Geçen yılı yad edip üzülme ey sevgili/ Şevke, ümide doğru kanatlı günlerimiz" diye devam ediyor... Sonunda uzunca bir "ahh" çekip "Hayal içinde geçti şu tatlı günlerimiz" nakaratıyla bitiriyor şarkıyı ünlü bestekar.
Hüznü böyle güzelce anlatmak ancak şarkılarla mümkün...
Zaman mazi olmuş, tekrarı imkansız güzellikler yaşanmışsa yıllar şarkı olur dudaklarda, mırıldanılır o kadar.
Gelecekten her zaman umutlu olmak kolay olmamakla beraber, hepten umutsuz olmak da doğru değil.
***

İşte bugün kısacık ömrün tazecik iki sayfasını çevirmiş olduk bile. Ne yapmalı, bir gülümseyişle uykuya devam ederek o rüyayı tekrar görmek mümkün mü?
Kum saati işte...
İçine doldurulan hüzünlerimiz, sevinçlerimiz, umutlarımızla yeniden çevirmek gerekiyor tekrar akması için. Kum saatiyle altüst edip durduğumuz da aslında hayatımızdır. Değişmez olan ise hep aşağıya doğru akışı... Çevireni veda edene dek, bu dönüş ve döndürülüş bir o aşağı bir yukarı ömür boyu devam edecek.
Zamanı anlamlı ya da anlamsız kılan yaşadıklarımızdır diyelim yeni yılın yeni mutluluklara yüklü olmasını dileyelim.

gazete

26 Aralık 2012 Çarşamba

93 yıl önce bugün


93 yıl önce bugün

26.12.2012
Ahmet Tezcan
İşte 2012’yi geride bırakırken Sabah Ankara’da da 7 nci yılımızı doldurmuş bulunuyoruz.
Hiç kopamadığımız gazetecilik hayatımızın 30 ncu yılında bu köşede yazmaya başlamıştık. Başlangıçta Pazar hariç tüm günlerdi ama takdir edersiniz bu kolay değil. Sebatla devam ediyoruz ama artık haftada bir kez Perşembe günleri kent yazılarıyla burada buluşmaya gayret ediyoruz.  
****
Ankara’nın tarihi, coğrafyası, siyasi ve sosyal hayatını önceleyerek, 5 Ocak 2006’dan bu yana kent hayatı içinde gününe ve gündemine uygun olarak değinmediğimiz konu olmamıştır.
Sabah Ankara Başkent’e göz kulak olma iddiasıyla yola çıkarken biz de yazılarımızda aynı hedefi gözetmeye özen gösterdik.
Yüreğimizde hissetmediğimiz hiçbir yazımızı sütunlara taşımadık. Hep yapıcı yönüyle olaylara baktık ve asla yıkıcı olmadık.
****
Üç bin yıldır var olan ama adı Cumhuriyetle birlikte öne çıkan Ankara Türk tarihinde çok önemli bir yer işgal etmektedir, bizim için önemlidir. Biz onun “Ankara”  adını da Asya’dan getirdik. Bunun için de Gazi Mustafa Kemal’e teşekkür borçluyuz. Onun her bakımdan Ankara’ya büyük emeği var.
Ve bugünün tarihi de bu bakımdan çok önemli.
Atatürk 93 yıl önce bugün, 27 Aralık’ta Ankara’ya gelerek Milli Mücadele meşalesini burada tutuşturdu. O nedenle bugün şehirde seğmen kutlamaları var.    
Ben de yılın bu son yazısında büyük milletimize ve Başkent olarak Ankara’ya nice yıllar uzun ömürler diliyorum.     

19 Aralık 2012 Çarşamba

Nice Yıllara

Ahmet TEZCAN

Nice Yıllara

20.12.2012

Ahmet Tezcan/ Gel de yazma 'Ankara sağlığın da başkenti' diye yazmıştık geçen hafta. Hemen yansımaları oldu. Uzman doktor Abdullah Ahmet kendi alanında çığır açmış bir tıp adamı. Yazımda "Doktorların niçin tartaklandıklarını anladım" dediğime alınmış, diyor ki; "Randevusu 5 dakika sarkan hasta veya hasta yakınının hiç tahammülü yok.
Ola ki ameliyat uzuyor, tam zamanında yetişememiş oluyor, randevuya gecikiyoruz.
Hemen saati göstererek çıkışıyorlar, ağzını bozan da oluyor.
Bizim şartlarımızı da anlamak lazım, esasen bu anlayışın karşılıklı olması lazım."
Kent gazetesi olunca söylediğiniz sözün Ankara'da kalacağını düşünmeyin, ulaşması gereken yere ulaşıyor.
Konya Selçuklu Tıp Fakültesi Hastanesi
'nden de aradılar. Hastanedeki bazı sorumsuzluklara ışık tutmuştuk. Basın danışmanı Özlem hanım aradı, çok üzüldüklerini söyledi. "Her an hastalarımızla birlikteyiz.
Ama bazen istenmeyen durumlar da oluyor maalesef" diyerek, sorumlular hakkında gerekenin yapılacağını kaydetti.
***

İşte, biz de her an böyle kentle, başkentle birlikte yaşıyoruz. Olumlu olumsuz karşılaştığımız olayları sütuna aktarıyoruz.
Dile kolay tam 8 yıl olmuş. Doğum günü dolayısıyla SABAH Ankara'nın aile yemeğine bizi de davet ettiler. Bir akşam yemeğinde, büyük küçük tüm çalışanlarla yüz yüze gelme fırsatı oldu. Çok mutlu olduk. Osman Altınışık bayrağı devraldı, başarıyla götürüyor. Ankara'nın 24 saatini izliyor, dinliyor. "Biz Ankara'yı akşam saat 09.00 oldu mu vurup kafayı yatıyor, sanıyorduk" lafı vaktiyle bir devlet büyüğüne aitti. SABAH Ankara onun öyle olmadığını, Ankara'da 24 saat dolu dolu yaşandığını Başkent halkına gösterdi.
5 Ocak 2006'daki yazımıza böyle diyerek başlamışız. Başkent'in gecesi bir alem gündüzü bir alemmiş meğer, bunu SABAH Ankara ile öğrendik demişiz.
***

SABAH Ankara yani "Kent gazetesi" anlamında öncü olmuştur. 16 Aralık 2005'te ilk sayısını okuyucuya sundu, 5 Ocak 2006'dan itibaren sağ olsunlar bize de yer açtılar. O günden bu yana Ankara'ya ve dünyaya bu köşeden bakmaya devam ediyoruz. "Gel de yazma" başlığı SABAH'ın o günkü temsilcisi Aslı Aydıntaşbaş'ın dedesi Sıraç Aydıntaşbaş'a aitti. Sıraç Hoca 70'li yıllarda benim yönettiğim yerel gazetede bu başlıkla yazardı. Ben de ödünç aldım. SABAH Ankara'ya "Nice yıllara" diyorum.

gazete