30 Ocak 2013 Çarşamba

İş dünyası ve sanat

Ahmet TEZCAN

İş dünyası ve sanat

31.1.2013

Özel sektörün sanat faaliyetlerine destek olmasına ziyadesiyle memnun oluyorum.
Borusan'ın patronu Asım Kocabıyık'ın vefatında bunları yazacaktım ama fırsat olmadı.
Kocabıyık özellikle müzik alanında sanata büyük katkısı olan işadamıdır. Yalın Kocabıyık mı, iş dünyasının büyük grupları bunu hep yapıyor.Koç'un, Sabancı'nın, Eczacıbaşı'nın ve daha birçok büyük grubun sanat alanındaki faaliyetleri bilinir.
Esas işlerinin yanında özel hobi olarak başlatıp destek verdikleri yahut sponsor oldukları birçok sanat dalı bu işadamlarımızın himayesinde gelişme kaydetmiştir.
***
Başkent'te de sanat faaliyetlerine destek veren şirketleri biliyorum.
Peker İnşaat bunların başında geliyor. Erhan Peker'in resme olan tutkusu sanat çevrelerince bilinir. Çalışma odası bile resim galerisi gibidir.
Türk ressamlarına ait 100'den fazla seçkin eser Erhan Bey'in ofisini süslemektedir.
Peker Sanat da Erhan Peker'in resme olan aşkından doğmuştur.
Bu sezon Peker Sanat Galerisi'ndeki sergilerin sayısı dört mü beş mi oldu sayamadım.
Masamda bulduğum Peker Sanat'ın son davetiyesi Ressam Engin İnan'ın sergisine ait. O bir ressam aslında ama bu defa heykellerini sergileyecek, 7 Şubat'ta Peker Sanat Galerisi'nde.
***
Arete Sanat'ın Bedri Rahmi ve İbrahim Balaban sergileri de bu cümleden sözünü etmeye değer.
Son söz olarak demek istiyorum ki ne olur sanki bunların sayısı artsa, yalnız resme değil müzik alanında veya yok olmaya yüz tutmuş sanat dalları işadamlarımızın destek ve katkılarını beklemektedir.

gazete

23 Ocak 2013 Çarşamba

Kafama takılan şeyler

Ahmet TEZCAN

Kafama takılan şeyler

24.1.2013

Benim yıllardır kafama pek çok şey vardır Başkent'te, hiç akıl erdiremem.. Bugün yalnız ikisini dile getirmek istiyorum. Birincisi Diyanet'in hac organizasyonudur.. Çok demişimdir; hocalarımızı paradan uzak tutun, paraya değen el kirlenir, bu işi profesyonel turizm acentelerine bırakın, ama siz de kılı kırk yararcasına denetleyin diye..
Bir türlü anlatamadım.
Sırf para tadı değildir bu işi Diyanet'in elinde tutma ısrarı, belki benim bilmediğim başka durumlar vardır, kim bilir?!..
Tamamen iyi niyetle düşünüyordum.
Yoksa benim turizm acentem filan yok..
Diyordum ki.. Diyanet, Hac konusunun sadece ibadet boyutuyla ilgilensin.
Hacılarımıza mübarek topraklardan gelince "Nasıldı?" diye soruyoruz, kahir ekseriyet nerede kaldığını, ne yiyip içtiğini anlatıyor bize, ibadet kısmına dair pek bir şey duymuyoruz. Daha demem..
***

Akıl erdiremediğim ikinci konu da oda, borsa ve esnaf kuruluşları ile ilgili.
Bilir misiniz bu saydığım meslek kuruluşlarındaki otomobillerin hepsi siyah plakalıdır. Yani TOBB, TESK gibi kuruluşlar meslek örgütü olmakla birlikte aslında SİVİL TOPLUM kuruluşlarıdır.
Yani kısaca STK..
Peki, öyleyse bu kuruluşların temsilcileri niçin resmi plakalı araçlara binerler?

***
Üç soru işaretiyle bunu bu kuruluşların temsilcilerine sormak istiyorum.. Neden siyah resmi plaka??? Bu kuruluşlarla ilgili bir başka önemli husus da bu kuruluşlara personel alımıdır. Oda, borsa, sendika ve TESK gibi esnaf kuruluşlarına personel alımı hangi usulle yapılmaktadır? Bunların cevabını gerçekten merak ediyor ve önemli buluyorum.
Cevap alamazsam da takipçisi olmaya devam edeceğim.

gazete

16 Ocak 2013 Çarşamba

Oda Borsa seçimleri

Ahmet TEZCAN

Oda Borsa seçimleri

17.1.2013

Seçimler dolayısıyla Oda ve Borsalar'da heyecan dorukta.
Kulisler, ziyaretler, tembihler, üstü örtülü tehditler, vaatler seçimler yaklaştıkça havalarda uçuşur şimdi kim bilir?!
Vaktiyle buralarda makam mevki tutanlar hiç bırakmak niyetinde değiller. Dışarıda kalanlar da bir şekilde oda ve borsalarda görev alabilmek için yoğun çaba sarf ediyorlar.
Sinan Aygün mebus olmasaydı ATO'yu bırakır mıydı? Dolayısıyla Salih Bezci de ATO Başkanlığını rüyasında görürdü.

***

Bu hep böyle olmuştur. Bu, Demirel Türkiye'sinin geleneğidir.
Adamlarını seçtirip buralara oturtacaksın sonra da oluşturduğun bu gücü istediğin yerde kullanacaksın.
Bu bir tespit, bundan Hisarcıklıoğlu da böyle yapıyor anlamı çıkmasın.
Fakat yanlışı da söylemeliyim.
Sorarım İTO'nun F1 pistiyle ne münasebeti var? Lokantacılık, otelcilik yapmak, üniversite açmak oda ve borsaların görevleri arasında mı?
***

Anayasa Mahkemesi ekmeklerine yağ sürdü. Şimdi oda ve borsalarda bir şekilde yer tutmuş olanlar kıyamete kadar bu görevde kalmanın yollarını bulurlar. Bunun için hem paraları var hem etkileri. Rona Yırcalı 30 yıldır bu işin içinde, şimdi 30 yıl daha devam etmek için çabalıyor.
Hisarcıklıoğlu diyor ki; "Anayasa Mahkemesi Türkiye'nin yüksek mahkemesi sıfatıyla konuyu inceleyerek Anayasa'ya göre değerlendirme yaptığını ve bir karara vardı"
Evet, Yüksek Mahkeme değerlendirmesini Anayasa'ya göre yaptı ama MİLLET ADINA karar verdi.
Peki, millete sorun bakalım, Anayasa Mahkemesi ile aynı görüşte mi?

***
Son bir not; Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a Şinasi Sahnesi'ndeki Dolores Claiborne adlı oyunun da (18+) lık olduğunu şikayet etmiştim, DT Genel Müdürü Lemi Bilgin aradı sağ olsun sahne hassasiyetlerini anlattı, tiyatroya da davet etti, kaydedeyim istedim.

gazete

9 Ocak 2013 Çarşamba

İğrençlik sahnede!

Ahmet TEZCAN

İğrençlik sahnede!

10.1.2013

"Bu filmi görmeyin, iğrenç! Bu kadar yüz kızartıcı diyaloğu hayatımda duymadım. Bu sanat değil." Bu sözler Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a ait, bakanın bu sert tepkisi ünlü oyuncu Brad Pitt'in başrolünde oynadığı "Kibarca Öldürmek" filmineydi.
Geçen hafta hayli konuşulan bu sözleri duymasaydım ben de bunları yazmayacaktım.

***

Bu defa konu sinema filmi değil, bir tiyatro oyunu. Stephan King'in yazdığı "Dolores Claiborne", aynı adla sahneye konulmuş ve 15 Aralık'tan bu yana da Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçıları tarafından oynanıyor.
Şinasi Sahnesi'ndeki oyun, hafta sonu Zonguldak, ardından Denizli'de sahnelenecek. (Maden ocağında ölen 8 işçinin yası sürerken Zonguldak'ta tam zamanıydı(!) diyesi geliyor insanın.)
***
Yazarın adı daha çok korku ve gerilim filmleriyle anıldığı için benim pek tarzım değil. İnsan korku filmine neden gider anlayamam. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın, "Bu filmi görmeyin. Filmden çıkmayı bile düşündüm. İğrenç, iğrenç! Bu kadar yüz kızartıcı diyaloğu hayatımda duymadım. Film 13+ ama ben 'Ya 18+ olmalı ya da kaldırılmalı.
Böyle bir filme destek olamam. İnsan eşiyle film seyrederken rahatsız olabilir mi? Ben oldum. Bu sanat değil" diye devam eden sözleri beni cesaretlendirdi. Peki, bu tiyatro oyununu seyrettiniz mi sayın Bakan?

***

Bahse konu oyun "Dolores Claiborne" Aynen bakanın söylediği gibi bu da tiyatro sahnesindeki "18+" lık.. Bu değerlendirme bana ait değil, zira ben bu tiyatro oyununu seyretmiş değilim. Tepkiyi arkadaşlarımdan naklen aktarıyorum, hem de eli kalem tutan arkadaşlar… Bir süredir oyundaki "Bazen bir kadının kaltak olmaktan başka silahı kalmaz" gibi repliklerle ilgili serzenişlerini dinliyorum… Sahnedeki iğrençlikler ne olacak? diye de sormadan edemiyorum.

gazete

2 Ocak 2013 Çarşamba

Kum saati hayatlar

Ahmet TEZCAN

Kum saati hayatlar

3.1.2013

Hayat kum saati gibi gerçekten... Üst hazne boşalırken alttaki hazne doldurulmuş oluyor.
Neyi doldurup nereye boşaltıyoruz, bu üzerinde düşünmeye değer bir durum.
Yıllar geçip gidiyor, bize biçilen ömrü şöyle veya böyle tüketiyoruz.
Buna sevinmek mi yoksa üzülmek mi gerekir?
Yılbaşı gecesi Kızılay Meydanı'nda hop hop hoplaşanlar neye seviniyor, neyi kutluyorlar?
Bana sorarsanız umutlarını beklentilerini kutladılar peşin peşin...
***

Şairler, yazarlar, bestekarlardan bu meseleye kafa yoranlar çok. Üstad Münir Nurettin'i hatırlıyoruz birden "Bu yılda böyle geçti, şirin sözlü sevgilim" diye başlayan kürdili hicazkâr şarkısıyla... "Hayal içinde geçti o tatlı günlerimiz/ Geçen yılı yad edip üzülme ey sevgili/ Şevke, ümide doğru kanatlı günlerimiz" diye devam ediyor... Sonunda uzunca bir "ahh" çekip "Hayal içinde geçti şu tatlı günlerimiz" nakaratıyla bitiriyor şarkıyı ünlü bestekar.
Hüznü böyle güzelce anlatmak ancak şarkılarla mümkün...
Zaman mazi olmuş, tekrarı imkansız güzellikler yaşanmışsa yıllar şarkı olur dudaklarda, mırıldanılır o kadar.
Gelecekten her zaman umutlu olmak kolay olmamakla beraber, hepten umutsuz olmak da doğru değil.
***

İşte bugün kısacık ömrün tazecik iki sayfasını çevirmiş olduk bile. Ne yapmalı, bir gülümseyişle uykuya devam ederek o rüyayı tekrar görmek mümkün mü?
Kum saati işte...
İçine doldurulan hüzünlerimiz, sevinçlerimiz, umutlarımızla yeniden çevirmek gerekiyor tekrar akması için. Kum saatiyle altüst edip durduğumuz da aslında hayatımızdır. Değişmez olan ise hep aşağıya doğru akışı... Çevireni veda edene dek, bu dönüş ve döndürülüş bir o aşağı bir yukarı ömür boyu devam edecek.
Zamanı anlamlı ya da anlamsız kılan yaşadıklarımızdır diyelim yeni yılın yeni mutluluklara yüklü olmasını dileyelim.

gazete

26 Aralık 2012 Çarşamba

93 yıl önce bugün


93 yıl önce bugün

26.12.2012
Ahmet Tezcan
İşte 2012’yi geride bırakırken Sabah Ankara’da da 7 nci yılımızı doldurmuş bulunuyoruz.
Hiç kopamadığımız gazetecilik hayatımızın 30 ncu yılında bu köşede yazmaya başlamıştık. Başlangıçta Pazar hariç tüm günlerdi ama takdir edersiniz bu kolay değil. Sebatla devam ediyoruz ama artık haftada bir kez Perşembe günleri kent yazılarıyla burada buluşmaya gayret ediyoruz.  
****
Ankara’nın tarihi, coğrafyası, siyasi ve sosyal hayatını önceleyerek, 5 Ocak 2006’dan bu yana kent hayatı içinde gününe ve gündemine uygun olarak değinmediğimiz konu olmamıştır.
Sabah Ankara Başkent’e göz kulak olma iddiasıyla yola çıkarken biz de yazılarımızda aynı hedefi gözetmeye özen gösterdik.
Yüreğimizde hissetmediğimiz hiçbir yazımızı sütunlara taşımadık. Hep yapıcı yönüyle olaylara baktık ve asla yıkıcı olmadık.
****
Üç bin yıldır var olan ama adı Cumhuriyetle birlikte öne çıkan Ankara Türk tarihinde çok önemli bir yer işgal etmektedir, bizim için önemlidir. Biz onun “Ankara”  adını da Asya’dan getirdik. Bunun için de Gazi Mustafa Kemal’e teşekkür borçluyuz. Onun her bakımdan Ankara’ya büyük emeği var.
Ve bugünün tarihi de bu bakımdan çok önemli.
Atatürk 93 yıl önce bugün, 27 Aralık’ta Ankara’ya gelerek Milli Mücadele meşalesini burada tutuşturdu. O nedenle bugün şehirde seğmen kutlamaları var.    
Ben de yılın bu son yazısında büyük milletimize ve Başkent olarak Ankara’ya nice yıllar uzun ömürler diliyorum.     

19 Aralık 2012 Çarşamba

Nice Yıllara

Ahmet TEZCAN

Nice Yıllara

20.12.2012

Ahmet Tezcan/ Gel de yazma 'Ankara sağlığın da başkenti' diye yazmıştık geçen hafta. Hemen yansımaları oldu. Uzman doktor Abdullah Ahmet kendi alanında çığır açmış bir tıp adamı. Yazımda "Doktorların niçin tartaklandıklarını anladım" dediğime alınmış, diyor ki; "Randevusu 5 dakika sarkan hasta veya hasta yakınının hiç tahammülü yok.
Ola ki ameliyat uzuyor, tam zamanında yetişememiş oluyor, randevuya gecikiyoruz.
Hemen saati göstererek çıkışıyorlar, ağzını bozan da oluyor.
Bizim şartlarımızı da anlamak lazım, esasen bu anlayışın karşılıklı olması lazım."
Kent gazetesi olunca söylediğiniz sözün Ankara'da kalacağını düşünmeyin, ulaşması gereken yere ulaşıyor.
Konya Selçuklu Tıp Fakültesi Hastanesi
'nden de aradılar. Hastanedeki bazı sorumsuzluklara ışık tutmuştuk. Basın danışmanı Özlem hanım aradı, çok üzüldüklerini söyledi. "Her an hastalarımızla birlikteyiz.
Ama bazen istenmeyen durumlar da oluyor maalesef" diyerek, sorumlular hakkında gerekenin yapılacağını kaydetti.
***

İşte, biz de her an böyle kentle, başkentle birlikte yaşıyoruz. Olumlu olumsuz karşılaştığımız olayları sütuna aktarıyoruz.
Dile kolay tam 8 yıl olmuş. Doğum günü dolayısıyla SABAH Ankara'nın aile yemeğine bizi de davet ettiler. Bir akşam yemeğinde, büyük küçük tüm çalışanlarla yüz yüze gelme fırsatı oldu. Çok mutlu olduk. Osman Altınışık bayrağı devraldı, başarıyla götürüyor. Ankara'nın 24 saatini izliyor, dinliyor. "Biz Ankara'yı akşam saat 09.00 oldu mu vurup kafayı yatıyor, sanıyorduk" lafı vaktiyle bir devlet büyüğüne aitti. SABAH Ankara onun öyle olmadığını, Ankara'da 24 saat dolu dolu yaşandığını Başkent halkına gösterdi.
5 Ocak 2006'daki yazımıza böyle diyerek başlamışız. Başkent'in gecesi bir alem gündüzü bir alemmiş meğer, bunu SABAH Ankara ile öğrendik demişiz.
***

SABAH Ankara yani "Kent gazetesi" anlamında öncü olmuştur. 16 Aralık 2005'te ilk sayısını okuyucuya sundu, 5 Ocak 2006'dan itibaren sağ olsunlar bize de yer açtılar. O günden bu yana Ankara'ya ve dünyaya bu köşeden bakmaya devam ediyoruz. "Gel de yazma" başlığı SABAH'ın o günkü temsilcisi Aslı Aydıntaşbaş'ın dedesi Sıraç Aydıntaşbaş'a aitti. Sıraç Hoca 70'li yıllarda benim yönettiğim yerel gazetede bu başlıkla yazardı. Ben de ödünç aldım. SABAH Ankara'ya "Nice yıllara" diyorum.

gazete

12 Aralık 2012 Çarşamba

Sağlığın da başkentiyiz

Ahmet TEZCAN

Sağlığın da başkentiyiz

13.12.2012

Ankara'nın sağlık merkezi haline getirilmesi öngörülüyordu, ne aşamada bilmiyorum ama bunun çalışmaları sürüyor.
Ankara'nın SAĞLIĞIN DA BAŞKENTİ olması çok önemli, gerçekleşeceğine olan umudum ise çok yüksek. Zaten böyle bir şey çok gerekli, yalnız Ankara için değil, Türkiye için çok gerekli...
Çok uzak değil üç yıl sonra bu proje gerçekleştiğinde siz bakın o zaman; Avrupa'dan bile hasta akacak. Eskiden apandist için bile yurt dışına giderken işler tersine dönecek ve herkes Türkiye'ye gelecek.

***
2013 yılı bütçesi Meclis'te müzakere aşamasında, en büyük pay savunmadan da önce yine eğitim ve sağlığa ayrıldı.
Yani kuvvetli bir irade var, para da var, geriye bir tek insan unsuru(!) kalıyor. Bunun önüne bir ünlem işareti koyduk, devam edelim.
İsterseniz önce projeyi kısaca hatırlayalım...
Bildiğiniz üzere Etlik'te koca bir SAĞLIK YERLEŞKESİ inşa edilecek. (Batılılar 'kampüs' diyor, bizimkiler 'yerleşke' yi uygun bulmuşlar. (Han, hamam, kütüphane, mabet, aşevi ve şifahanesiyle böylesi tam tekmil yapılara eskiden KÜLLİYE denirdi.) Bilkent'te de bundan bir tane olacak. (Başbakan Erdoğan 25 ilde bu hastanelerden kurulacağını söylüyor.) Ankara Etlik ve Bilkent'teki ŞEHİR HASTANELERİ tam donanımlı olacak. Yani sağlık alanında akla gelebilecek her imkan, en son teknolojisiyle kurulacak. Hava ambulansları ve uydu bağlantılarıyla sağlık konusunda yok yok olacak anlayacağınız.
Başbakan Erdoğan bu sağlık konusunda çok hassas, Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın da bu işleri sabırla, ısrarla ve inatla takip ettiğini biliyorum. Zaten öyle olmasaydı muvafığı muarızı; Yani bu hükümete destek veren yahut karşısında olan herkes sağlık konusunda iktidara hakkını teslim etmezdi. Kiminle konuştuysam el Hak bunu böyle söylüyor.
***
Ancak...
Şimdi geldik zurnanın o sesi çıkardığı yere. İNSAN UNSURU dedik ve bir ünlem koyduk ya, o noktada bu ülkenin sıkıntısı var. Bunu söylerken sağlık alanında çalışan insanların becerisini kastetmiyorum. Validenin hastalığı dolayısıyla uzun bir süredir cebelleştiğimden bazı şeyleri daha iyi anladım. Mesela hastanelerde son zamanlarda sıkça karşılaşılan tartaklama olaylarının asla tek taraflı değerlendirilmemesi gerekiyor.
Ve tıp fakülteleri...
Sanırım büyük kısmı bu konuda en başta sınıfta kalır. Konya Selçuk Tıp'ta hasta inlerken serviste youtube'dan şarkı indirenleri gördüm. Dekanın, rektörün hastaneyle, hastayla hiç alakası yok, başhekim de adamına göre...
Velhasıl buralarda tebabetten önce insanlık dersine zorunlu olarak ihtiyacımız olduğu ortaya çıkıyor. Eflatun'un dediği gibi hastanın bedenini iyileştirmekle tedavi tamamlanmış olmuyor. Büyük sağlık projelerine girişirken bu hususa çok dikkat etmek gerekiyor.


gazete

5 Aralık 2012 Çarşamba

Mesnevi iklimi

Mesnevi iklimi

Ahmet Tezcan/ Gel de yazma
Ankara 5 milyonluk bir kent, hızlı tren bağlantılarıyla Başkentten çevresine,
çevreden başkente akış o ölçekte hızlandı. Konya ve Eskişehir bağlantılarına
yakın gelecekte İzmir’in, İstanbul’un, Sivas’ın dahil olmasıyla gün içindeki trafiğin
nasıl gelişeceğini ömrümüz olursa göreceğiz.
Türklerin son başkentinden ilk başkentine uzanacağım bugün.
Mevsim ne olursa olsun Aralık ayında Konya’da Mevlâna iklimi hüküm
sürer. Kendini o iklimin içinde bulmak isteyenler bugünlerde sevimli bir telaş
içindeler. Şeb-i Arus’a kadar hızlı tren ve otobüsler son başkentten ilk başkente
Mevlâna Muhibleri’ni taşıyacak.
Hz. Mevlâna, yeryüzünde vefatı kutlanan tek insandır, bunu da kendisi
istemiş, ölüm gününü “düğün günü”  ilan etmiştir. Ölüm, sevgiliye kavuşmanın
ilk eşiğidir onun için.

****

Geçenlerde internete düşen bir haber beni çok düşündürdü. Deniyor ki
bundan böyle Şeb-i Arus törenleri İstanbul’da da kutlanacak. Gönül ister ki her
yerde kutlansın ama Mevleviliğin asitanesi Konya’da layıkıyla olsun.
Hz Pîr’in babası, Âlimler Sultanı Muhammed Bahaddin Veled, “Beldelerin
Anası” Belh şehrinden kalkıp 15 vilayet dolaştıktan sonra Konya’yı bulmuştu. Bu
uzun göçün sebebi Moğol istilası ve Harzemşah’tan gönlünün incinmesiydi.
Şeb-i Arus’un İstanbul’a taşınacağı haberi bu yüzden beni düşündürdü; yoksa
dedim ahfadını da biz incitmiş olmayalım?
****

Pazarlama ve seyahat malzemesi olarak yıllarca kullanıldıktan sonra
halıcıların, kilimcilerin elinden kurtarılan Mevlâna İhtifalleri, son yıllarda tasavvuf
konserine, protokol konuşmalarıyla Şebi Arus da siyaset meydanına dönüştü.
Çünkü Mevleviliğin Asitanesinde bu mesele memurlara kalınca, halk da uzaklaştı.
Bu gidişle Mevlâna muhibleri Konya’da Mesnevi iklimini zor bulacaklar.
Nasıl bulsunlar?
Vitrinlerdeki Çin malı müzikli semazenlerde bile artık ney sesinin yerini
“Haniya da benim elli dirhem pırasam” havası almış. Bunu ben gördüm ama
belediyeler görmüyor, çünkü başkanlar afişlerden, bilbordlardan aşağı inmiyor.
Kim bilir diyorum belki de gücenikliğe bunlar yol açmış olabilir? Biz de bu
vesileyle Ahmet Davutoğlu hocama bunu böylece iletmiş olalım. Onun her işi
bırakıp bu işlerle uğraşmasını beklemiyoruz ama bilmesinde fayda var. Ayrıca
sözü ve değerlendirmeleri de benim için büyük önem taşır.
Üzerimize düşeni yapmazsak “elli dirhem pırasam” havasının “Üç mum
yakıp Konyalıyı arasam..” şeklindeki devamını Merhum Karakoç’un “ha
Hasan’a ha sana” deyişiyle bize hatırlatırlar unutmayalım.

28 Kasım 2012 Çarşamba

Kızartma yağları ne oluyor?

Kızartma yağları ne oluyor?
Ahmet Tezcan/Gel de yazma

Her daim kızartma mevsimidir bizim memleket, patatesten karnabahara biberden balık çeşitlerine kadar mutfaklarımızda kızartmamız hiç eksik olmaz.
Zaten Türk mutfağında ‘kızartmalar’ başlığı altında sıralanan yemekler çok önemli yekûn tutmaktadır. Hele şimdi tam balık mevsimi, özellikle hafta sonlarında başkentte hamsi tava yapılmayan ev yok gibidir.
Hangi çocuk patates kızartmasından vazgeçebilir? Bunu bildikleri için mısıra, patatese dayalı ‘cips’ sektörü belli tekeller elinde dünyada trilyonluk ciro yapıyor.
****
Lafı fazla dolandırmadan konuyu kızartma yağına getirmek istiyorum.
Bir litre kullanılmış bitkisel yağın 1 milyon litre suyu kirlettiğini biliyor muydunuz? Mutfakta kullanılan yağlar bir veya iki kullanımdan sonra lavaboya boşaltılıyor. Bu yağların bir bidona toplanıp değerlendirildiği hiçbir eve ben şahsen rastlamadım.
Adı üstünde ATIK, kullanılıp atılıyor. Bizde çevre bilinci fazla gelişmiş olmadığından bu gibi meselelere kafa yormuyoruz.   
Avrupa’daki gibi BİYOYAKIT üretimi de fazla gelişmiş değil bu yüzden yağların çoğu ziyan oluyor. Oysa bu konu zararı ve zayiatı yönüyle çok ciddi.   
****
Mustafa Ezici bu atıkların değerlenmesi için çaba sarfeden birkaç kişiden biri, bizim de arkadaşımız. Yıllardır ne mücadele verdiğini yakından biliyorum. Rakamları sıralayınca aklım durdu. Yılda 350 bin ton atık yağdan bahsediyor. Kaynaklar kirletildiği için “Yakında içme suyu dahi bulamayacağız” diyor.
En önemlisi 2008’de çıkarılan kanuna rağmen belediyeler toplama konusunda üzerlerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmiyorlar. Atık yağ; Tarım, Sağlık, Çevre, Enerji gibi bakanlıkların da konusu fakat faaliyetleri yeterli değil.
Recep Akdağ, sigara ile mücadelesinin, Taner Yıldız, petrol heyecanının, Erdoğan Albayrak TOKİ çabasının, Mehdi Eker de yağlı tohuma harcadığı mesainin onda birini bu konuya ayırsa bir petrol damarı bulmuş kadar kaynak elde edebiliriz.       

21 Kasım 2012 Çarşamba

Trafik terörü!

Trafik terörü!

Ahmet Tezcan / Gel de yazma 21 Kasım 2012
Şehirde yaşayıp da trafikle başı derde girmemiş bir kimse yoktur diye
düşünüyorum. Kıyamete kadar bu işin çözüleceğini de sanmıyorum.
Öyleyse uğraşmanın manası yok diye oturacak değiliz elbet. Mutlaka
birilerinin bir şeyler yapması gerekiyor.
Cezaların yükseltilerek bu problemin çözülebileceğini söyleyenler var.
Hayır, çözülemez..
Temelinde insanın olduğu her meselede olduğu gibi trafik de daima
hayatımızda tartışma konumuz olmaya devam edecektir.
İhsan Memiş, Ankara’da Karayolu Trafik ve Yol Güvenliği Araştırma
Derneği’nin başkanı, ömrünü trafiğe adamış. Bu kez “Trafik Mağdurları Anma
Günü” dolayısıyla uyarıyor, diyor ki:
Trafik de bir çeşit terördür ve Türkiye, dünyadaki ilk 10 ülke
arasında trafik teröründe 3. sırada yer almaktadır.
Terörlerden terör beğen, her türlü terör nedense bizi buluyor!
Peki, trafik teröründen bahsediliyorsa terörist kim?
Bunu da herkesin kendisine sorması lazım..
Başkan Memiş bir şeye daha işaret ediyor: Mevcut trafik kanunu ve ağır
işleyen bürokrasi..
Bu yüzden çözümsüzlükle karşı karşıyayız. Her yedi kişiden biri trafik
mağduru ve her yıl mağdur sayımız azalmıyor artıyor. (Mağdurlardan biri de
benim. Her hafta bir ekip geliyor, kapı önündeki arabama “kaldırım işgalinden”
bir ceza yapıştırıp gidiyor. Arabanı başka yere koy derseniz koyamıyorum çünkü
apartmanın her yanı Rent a Car otolarının işgali altında. Melih Başkan’a
sorarsanız bunların hepsi gelecek yıl şehir dışına çıkarılacak.)
Trafikteki problemi İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin yahut bürokratları
bilmiyor mu? Elbette biliyor, ancak onların da açmazları var.
Velhasıl “Terör” demek için trafikte hayatını kaybedenin “şehit” gibi
muamele görmesi, yani “adam” değeri taşıması ve mücadelenin de dağdaki kadar
ciddiye alınması gerekiyor.