22 Haziran 2021 Salı

ANKARA TAM YOL


Şehrin Eskişehir çıkışında, Armada alışveriş merkezinin önünde büyük bir çapa vardır. 

Bozkırın ortasında Ankara gibi şehirde, gemi çapası ne iş, bir sahil şehri olsa elbet anlamı olur?!

Derler ki Ankara’nın ilk kurucuları; deniz kökenli bir kavimdi..

Yahut bu bozkır vaktiyle uçsuz bucaksız bir denizdi de ondan. 

Öyle olmalı. 

Bu çoğu sularla kaplı mavi küre içinde Türkiye’nin oluşumu zaten hayrettir, meraklıları bilir.


Çapa olayına gelirsek..

Ankara’nın simgesi “çapa” için şu hikâye anlatılır: 

Polatlı’da Gordion şehrinde Frig kralı Midas rüyasında bir gemi çapası görür ve oraya bir şehir kurarsa bu şehrin kendisine mutluluk getireceği söylenir. Bir rivayete göre gemi çapası anlamına gelen “Anker” veya “Ankira” da Midas’ın bu şehrine isim olur.

***

Ankara kuruluş hikâyesine uygun bir gemi gibi şimdi tam yol ilerliyor.

 “Tam yol” bir denizci tabiri.. 

Yazının başlığını bu nedenle seçtim.. 

Tekne halat alıp yarım yol iskeleden salimen ayrılınca, deniz trafiği müsait, hava muhalefeti de yoksa kaptan tam yol levyeyi basar.

Bundan sonrası daha da önemli.. 

"Tam yol giderken tornistan vurulur mu, vurulursa tekne kaç boyda durur, dümen dinlemesi için ne kadar süre gerekir? 

Bu sorular denizcilikte önemlidir?

Rüzgâr da çok önemli denizcilikte.. 

"Teknenin kıçı ne tarafa gelir, sallar mı, teknenin üzerinde hiç yol yokken rüzgâra göre nasıl durduğu yahut saldığı gibi bir yığın bilinmesi gereken kurallar var. 

Hele yelkenli ise teknenin rüzgârı nasıl sevdiğini görmek, kuvvetli rüzgârlarda teknenin yatma durumunu bilmek çok önemli!

***

Söz açılınca “Hepimiz bir gemideyiz” diyerek ortak bir yön bulmaya çalışırız. Madem aynı gemideyiz denizcilik kurallarını da bilelim istedim.

Şimdi her türlü fırtınalı, dalgalı durumlara alışık Karadenizli bir Kaptan’la güvenle ilerlediğimize bakmayın..

Son 60 yıl memleket hiç de sağlıklı sularda seyretmedi..

Kâh fırtınaya tutuldu kâh karaya vurdu, çok şey kaybettik, çok zaman yitirdik. 

O nedenle süt gibi yoğurda da üfler olduk.

***

En sevdiğim şeylerden biri de denizcilikte “sağ” ve “sol” tabirlerinin hiç olmamasıdır.

Denizciler sağı - solu “İskele-sancak” kavramlarıyla tarif ederler..

“sancak” tır sağ, sol da “iskele”..

Gemidekiler denizcileri örnek alıp sağ-sol kavramlarını da aşıp hal ve hareketimizi geleceğe ayarlayarak, her türlü zararlı cereyana karşı birlik bütünlük içinde bir yol bulmalıdırlar. 

Kimsenin kimseye merhameti olmayacağı son NATO zirvesinde görüldü. Orası kurtlar sofrası, yıkılırsan parçalarlar.

Ecdat 20 küsur milyon kilometreye varan devasa topraklarda koca bir imparatorluk kurmayı başarmışsa; biz de bu ülkeyi yer yüzünde güçlü kuvvetli bir yıldız yapabiliriz. 

Herkesin aklını başına alıp öyle hareket etmesi gerekmektedir vesselam. 

15 Haziran 2021 Salı

VATANA İHANET NE, HAİN KİM?

 

Yine soruyoruz, geçen hafta Haber Heybesi’nin yüküydü bu konu.

Kime yük değil ki?!

Vatana yük, Millete yük, Devlete yük…

Devletin temelini yıkmak üzere bir eylem ortaya konulduğunda maşerî vicdan bunu “hıyanet” diye tarif edip mahkûm eder zaten. Başsavcılığın dava açıp kararı Anayasa Mahkemesine havale etmesini de benşahsen bunun gereği ve gereğinin icrası olarak addediyorum.

***

Eskiden “HIYANETİ VATANİYE KANUNU” vardı. Büyük Meclis’in 2 numaralı kanunuydu. Bu kanun29 Nisan 1920’de Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında otoriteye karşı çıkacak kişi ve gurupları etkisiz kılmak üzere hükümetin elini güçlendirmek için çıkarılmıştı, diyordu ki: Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine isyanı mutazammım kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet ve ifsadatta bulunan, haini vatan addolunur”

Yani günümüz Türkçesiyle;

Büyük Millet Meclisi’nin meşruluğuna başkaldırma niyetinde olarak,

SÖZ, EYLEM ve YAZI ile karşı koyanlar ve karışıklık çıkarmak isteyen kişiler vatan hainidir.

Büyük Meclis kurucu iradeydi o zaman; Devlet idi, milletin yegâne iradesiydi bir bakıma.

***

Şimdi sıkı durun…

12 Nisan 1991’de Terörle Mücadele Kanunu ile Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nune hikmetse yürürlükten kaldırmış, yerini tutacak bir kanun da çıkarılmamıştır. Sadece cumhurbaşkanları için bir ibare vardır o kadar.

***

Günümüz Türkiye’sinde hainlik diye bir suç tanımlanmış, tarif edilmiş değildir anlayacağınızböyle bir kanun yok.

Sual:

  • Eylemi suç sayan kanun yoksa eylemcinin ihaneti nasıl karşılık bulacak?
  • Terör, terörist nedir peki, bu suç “Vatana ihanet” kapsamına girmez mi?
  • Mehmetçiğimizi, sabi yavruları, masum sivilleri katledip milleti kahrolurken, teröristi gülücükle kucaklayıp onlara “canımız ciğerimiz” muamelesi çekenler hangi kategoriye girer peki?

***

Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak, düşmanla yani Kandil’le (siz gerilla deyin) anlaşmak, millî yararlara karşı hareket, güvenliği tehdit, tahrip ‘vatana ihanet’ denmese de hainlik kapsamında suçtur.

Ecdat, Devletin birliği, bütünlüğü söz konusu olduğunda kardeşini, amcasını dahi boğdurmaktan geri durmamış, kimsenin gözünün yaşına bakmamış da biz bunları mahkûm etmeyip maaş ödemeye devam mı edeceğiz? Bir bedeli olmayacak mı ödenmesi gereken?

Yan yana koyduğumuzda katil bile hâinden bir gömlek üstündür; eli silahlıdır hiç olmazsa katil olduğubellidir. 

Ya bu kravat-gömlek lâcilerle dolaşanlar?!


9 Haziran 2021 Çarşamba

HAİN KİM, CEZASI NE?

 

Evet, “hainlik, hıyanet” nedir, “hain” kimdir ve cezası nedir?

Soru bu…

Bir kere bunun tespit edilmesi lazım.

Sözlüklere bakarsan tarif belli:

“Hıyanet eden, ihanet eden (kimse); kötü bir niyet taşıyan. Zarar vermekten, üzmekten ya da kötülük yapmaktan hoşlanan –tam ifadeyle- “HAYIN” dır. 

Tarif bu.

***

Mevzuata bakarsanız en somut, en müşahhas tarifiyle açık seçik belli olmadığını göreceksiniz. 

Ben hukukçu değilim ve sordum, dediler ki:

TCK’da yani Türk Ceza Kanunu’nda “VATANA İHANET” adı altında bir suç yoktur.. 

İlginç değil mi? 

Ve devamla:

“Çağdaş ceza hukukunun temel ilkelerinden biri olan “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi gereğince vatana ihanet adı altında bir suçun düzenlenmesi bu ilkeye ters düşer. 

Zira bu isimde bir suç birçok suç oluşturan fiili kapsayabilir. 

Mesela, kin ve düşmanlığa tahrik..

Devlet sırlarını açığa vurma.. 

Anayasayı ihlal, "vatana ihanet" kavramı altında toplanabilir. 

Oysa bahsettiğimiz kanunilik ilkesi gereğince tüm suçların "kazuistik" bir şekilde düzenlenmesi gerekir.”

Evet, böyle dediler…

***

“Kazuistik” kelimesini de Molla Google’dan öğrendim:

“Yasalarda boşluk bırakmamak..

Nesnel olmak, keyfiliği engellemek ve hukuk güvenliğinin sağlanması için yasaların, konuyla ilgili, çıkabilecek tüm sorunları öngörmeye çalışarak düzenlemesi” imiş..

Anlayan anladı, uzatmayalım, benden hukukçu olmayacağı ortada…

Ancak şu “HIYANET” ya da “İHANET” meselesine gelince..

Sokaktaki vatandaşa döndürüp sorsanız cevabı eminim cevap şöyle olacaktır:

“İHANET, VATANA MİLLETE KARŞI FENA MUAMELEDİR VE

CEZASI DA ÖLÜMDÜR.”

O zaman bunun böyle tarif edilip cezanın infaz edilmesi gerekir. 

Bu “FENA MUAMELE” ifadesi de lastik gibi..

“fena” nedir, muamelesi nasıldır, tarife muhtaç?!

***

Bir zamanlar bakanlık mevkiinde de bulunmuş olan devlet adamı 

Kamuran İnan; (“Devlet” adıyla kitabı da var)..

“Türkiye’nin çok kolay hain ürettiğini” söylüyor, sayı bile veriyordu..

Diyordu ki; 

“Türkiye’de 200 binin üzerinde hain var bunlar Devlet tarafından biliniyor.” 

Yani kayıt altında..

Yalnız bana söylemedi bunu birçok sohbetinde kullandı.

TV’de bile söylediğini hatırlıyorum. 

Kim bu hainler acaba? 

Ne suç işleyip nasıl yaftalandılar, açıklansa da bilsek diyormuşum?!

***

Doğumuzda güneydoğumuzda, ehli sünnet inancında, muteber ‘şeyh’ler, ‘şıh’lar, ‘seyyid’ler, on binlerce dönüm arazisi, köyleri, köylüleri olan, aşiret reisi ‘ağa’larımız var..

Bir ömür “körfez emiri” gibi itibar görüyorlar. 

Bir dedikleri iki edilmez, sözleri demire geçer de dağlara geçmez mi? 

Daha geçen gün fidan gibi bir teğmenle bir korucumuzu toprağa verdik.

Konya’dan, Yozgat’tan, Van’dan, Bitlis’ten memleket evlatları 

hain emellere hedef olup yetimler bırakırken; 

Seslerini gür bir şekilde neden yükseltmezler, 

Fiili bir harekette bulunmazlar..

Anlaması gerçekten güç?!

Kim onların seslerini kısıp sözlerini kesebilir? 

Yoksa demokrasi geldi “feodalite” sona erdi de(!) bizim mi haberimiz yok?!


2 Haziran 2021 Çarşamba

TABİATA KULAK VER..

 

Yaz mevsimi, ormanlarımızın yanma (yakma) mevsimidir bir bakıma. 

177 acil yangın ihbar telefonudur..

112 ile de ihbarda bulunulabilir en baştan hatırlatmış olayım.

Orman yangınları benim çok etkilendiğim ve çok üzüldüğüm vakıalardır. 

Şöyle söyleyeyim: 

Haksızlık olmasın ama orman yangınları beni 

Ormancılardan çok daha fazla etkiler! 

Zaten doğrudan orman ile ilişkili olmayanların ruh halidir bu bir bakıma…

Ben bu durumu 

Yani orman yangını ile ormancı ilişkisini..

Ölü yıkamakla görevli gasilhane görevlisinin cesetle ilişkisine benzetirim:

Etkilenir mi, hayır!

Korkar mı yine hayır. 

Çünkü kim bilir  kaç cenaze geçmiştir elinden, niye etkilensin neden korksun ki?!

***

Geçen Eylül ayında Nallıhan’daki büyük yangını ormancılar gerekçeleriyle beraber çoktaan izah edip arşive kaldırdılar bile…

Lakin benim hafızamda o yangın hâlâ sıcaklığını koruyor.. 

1000 Hektardan fazla alanın, içindeki canlılarıyla birlikte kül olduğu..

Dosyası Cumhurbaşkanlığına kadar intikal ettirilen o yangın, son büyük NALLIHAN YANGINI ormancının elinde ARŞİV ve fakat benim kafamda henüz soğumuş söndürülmüş değildir.

***

Kızılırmak Kuş Cenneti de yanmıştı peşi sıra unutuldu gitti.

Orman yangınlarının hesabını birilerinin mutlaka vermesi gerekir. 

Bizde bu hesabı şimdiye kadar kimse ödememiştir.

Geçtik!

***

Dünyada her yıl 16 milyon hektar orman alanı yanıyormuş.

Dakikada 21 hektar…

Hiçbir zayiat bu kadar büyük değildir..

Çünkü orman yangınları geleceğin yok edilmesidir.

Ülkemizde 1937’den bu yana 100 bin yangında 1,5 milyon hektarı aşkın orman alanı yangınlarla yok olmuştur. 

Prof. Dr. Hayati Doğanay’ın tespitidir bu. 

1,5 milyon hektar yani 15 000 Km2

Arazisi en büyük ilimiz Konya 41 Km2

Bu hesapla yangınlarla yok olan orman alanı sizce kaç Konya eder?!

Orman yangınlarının yüzde 94’ü insan kaynaklı ve son 30 yılda dünya orman örtüsünün beşte biri yok olmuş.

***

Açık arazide yahut bir tepenin başında beş dakika sessiz kal…

Çiçekleri, böcekleri, ağaçları dinle..

Baharın en gümrah günlerinde yeryüzünün uyanışını seyret…

İstersen yum gözlerini, kulak ver tabiata; 

Kuş cıvıltılarıyla beraber rüzgâr tüm bedenini okşasın..

Ilık bir bahar gününde güneşin sıcaklığını hisset.

Sonra orman yangınlarını, çiçeklerin, böceklerin feryadını düşün..

Ve bu felakete insan olarak katkın nedir bulmaya çalış…

Tüm canlılar adına, iki dakika…

Hesaplaş kendinle…

27 Mayıs 2021 Perşembe

ŞEHİRLER VE SEMBOLLERİ

 Ahmet Tezcan

ankhaber

ankhaber 9. sayfa

İnsanlar, yaşadıkları şehirleri sembolleştirmek, sembollerle ifade etmekten hoşlanıyorlar. Yönetim anlayışından yahut tarihin bunda rolü bulunabilir. 8-10 köşeli yıldız Türklerin adeta "power icon" u, güç simgesi olmuştur. Konya, asırlardır çift başlı kartal ile temsil edilmektedir mesela, Selçuklunun payitahtıdır.  

Paris bir sahil şehri değildir ama üzerine "kral tacı ile süslenmiş bir yelkenli" ile temsil edilir. Ayı deyince Rusya akla gelir ve fakat Moskova, at üstünde mavi pelerinli bir komutanın ejderha ile mücadelesi sembol olmuştur. Altın taçlı ayı Almanya'nın başkenti Berlin'in simgesidir. 

Londra'da şehir arması olarak "beyaz zemin üzerinde kırmızı haç" işareti seçilmiştir ama İngiltere'nin Portsmouth ve İrlanda'nın Drogheda şehirleri şaşırtıcı biçimde AY-YILDIZ'lı armalarla temsil edilir. Bu şehirlerin popüler spor kulüplerinin armaları da aynı şekilde hilâldir ve üzeri 8 köşeli yıldızla süslenmiştir

Prof. Ekrem Buğra Ekinci, haçlı seferlerinde Kıbrıs'a uğrayan askerlerin burada gördükleri ay-yıldız sembolünü adaya götürmüş olabileceklerini söyler. Prof Ekinci, Sultan Mecid döneminde Britanya'ya gönderilen Türk denizcilerinin lacivert ceket, kılıç ve kemerleriyle büyük sükse yaptığını ve bu şehirlerde limana demirleyen üzeri ay-yıldız armalı Osmanlı firkateynlerinin hayranlıkla izlendiğini anlatırken; ay yıldızlı armaların o günlerin bir yansıması olabileceğini kaydeder. 

***

Türk denizcileri demişken; kolera salgınında bu denizcilerimizden 26'sının koleraya yakalanıp Portsmout'da hayata veda ettiklerini kim hatırlıyor? 

Vatanlarından çok uzakta, Porstmout Türk şehitliğinde ay-yıldızlı mezar taşları altında yatmaktadırlar, Rahmetle anmadan geçemiyorum. 

Kim bilir? 

İngiltere'de ve dünyanın pek çok köşesinde nice hüzünlü hikâyelerimiz vardır..

Unutulmuştur. 

Oralarda görev yapan diplomatlarımız veya yolu buralara düşen vatandaşlar dünyanın 76 noktasındaki şehitliklerimizi bilip, bulup bir Fatiha bağışlamışlar mıdır?  

Okullarımızda çocuklarımıza anlatılmazsa kim bilir bizim bu hüzünlü hikayelerimizi? O da bizim üzerinde çok düşünmemiz gereken bir başka hüznümüzdür vesselam!

***  

"Ankara’yı nasıl ifade edelim, simgemiz KEÇİ mi olsun, BOYNUZ mu" diye biz de yıllardır tartışır dururuz. "HİTİT KURSU veya ATAKULE, yok yok ANKARA KALESİ Başkentin sembolü olmaya en layıktır" gibi önermeler olmuştur. Camiye, minareye mesafeli tahammülsüz bir kitle maalesef vardır bu memlekette. Mesafesizler layıkıyla davranmış mıdır diye de sorulabilir. Neticede bir kubbe ilavesiyle "ortaya karışık" bir Ankara şehir arması halen tartışılmaktadır..  

Müşterek taraflarımızı ortaya çıkarmak yerine "kavga sebebi" bulmakta çok mahir(!) olduğumuzdan Atakule’li-Minareli sokak tabelaları ve flamaları tahrip eden bir güruh da türemiştir bir ara.. 

Başkasına ihtiyaç yok zaten, biz her gün bir ayrılık sebebi bulabilen belki dünyanın tek ülkesiyiz. Şehirlerarası rekabetlerimiz de aynı şekilde hırpalayıcı olabilmektedir. Şimdi hatırlatıp yaraları kaşımak istemem.

***

İspanya’da Barselona ve Madrid için Barselonalılar “karı-koca” benzetmesi yapıyormuş. “Biz çalışırız Madrid yer” diyerek başkent Madrid'i suçluyorlarmış. Aralarındaki amansız çekişme İspanya’nın “boğa” sına inat Barselona’da “eşek” ile sembolleşirken; “Neden eşek?”  sorusuna bölge halkı; “Bütün yükü biz çekeriz de ondan” diyorlarmış.

Bizde eşek heykeli, hiç kimsenin bir şey diyemeyeceği ve herkesin çok sevdiği Nasreddin Hocamızın ters binişiyle ancak kabul görmüştür.

Hoca’nın eşeği İspanya'ya kadar gitmiş, Hoca’nın hemşerisi sembolü eşek olan Barselona’ya turist olarak giderse, muhabbetin “eşek” üzerinden  gelişeceği muhakkak. Akşehir’in “en eski” gazetesi Pervasız’da, İspanya anılarını yazan Sefer İpek, Nasreddin Hoca ve eşeğini gösterince; "siz de mi?" demiş Katalanlar şaşkınlıkla.. "Yok" demiş Sefer İpek, Nasreddin Hoca'yı ve eşeğini Barselona'da bir güzel anlatmış ama eşeğe ters binmeyi bir türlü kavrayamamış Katalanlar. 

Şehir sembolleri bizde dört ayaklılarla pek temsil olunmaz, olursa alay ve kavga konusu  olur.  

Simge bulmak için tarihe, geleneğe bakmak ve yerli halkın karakterini gözetmek gerek. 

Karadeniz “Balık” sembolüyle temsil edilebilir mesela kimse de bir şey demez!

***

Son zamanlar İspanya’ya (bilhassa Endülüs) e “takmış” durumdayım. Pandemide nasıl olur bilmiyorum ama bir imkân bulsam ver elini Andalucia..  Kurtuba (Cordoba), İşbiliye (Sevilla) Tuleytula (Toledo), Gırnata (Granada) ve.. 

“El galibe illallah” sözünün duvarlarına dantel gibi işlendiği Elhamra Sarayı, görmek istediğim yerlerdendir ölmeden..

***

Netice itibariyle şehirlerdeki bazı yapılar, durumlar, semboller, bütün dünyada her zaman tartışma konusu olabiliyor. Günümüzün şehir mimarisinde “estetik” konusunu, insan- doğa ilişkilerini geliştiriyordum kafamda, söz nereye geldi!

Siz ne tasarlarsanız tasarlayın günümüzde yönetici ve yatırımcı kriterleri, şehirlerde aradığımız estetiğe her zaman bir engel oluşturabilmektedir. 

Başkentin Çapa ile temsili de antika bir merak. Bilip bulup ortaya çıkarmak tamam da anlatabilmek ve yerleştirmek zaman istiyor. Neyi nasıl anlatırsanız anlatın başarı ne kadar anlaşıldığındadır.  

Ve son olarak:

Çankaya Belediyesi bir otobüs gönderip Yaşamkent'i inletirken Şenol Güneş Parkı önünde yarım bıraktığı 20 metrelik yaya kaldırımını tamamlasa vatandaşa daha sempatik gelecektir.  "Atlatılırız, azar işitiriz diye belediyeye telefon dahi edemiyoruz" diyor vatandaş, Biz de Mansur Başkan'ın, Alper'in kulaklarını çınlatıyoruz. Öyle kaldırımlar öyle sokaklar var ki yarım günlük iş olduğu halde el atılmadığı için aylardır bekliyor ve fakat  23 Nisan, 19 mayıs, 29 Ekim bayramlarında ihtiyar-çocuk düşünmeden sokakları gümbürdemek Belediyeye belki daha kolay geliyor. 

Ben bunları yazacaktım, sonra sözü şehirlerdeki beton kuşatmasına, yanlış aydınlatmaya, ihmallere getirecektim. Estetikten vazgeçtik, nasıl bunaldığımızı, artık "rahat yaşanabilir"liği anlatacaktım bugün, bir başka güne kaldı. 

Şehir demek medeniyet demek, şehir şehir olmadıktan sonra simgesinin ne olduğu önemli mi? 


11 Mayıs 2021 Salı

ANNELERE ÖZEL GÜZEL BİR GÜN

Ahmet Tezcan

ankhaber

ankhaber Sayfa 9


Annesini bebekken kaybetmiş bir arkadaşım “Bir bakışta yüz çocuk arasından öksüz olanı bulurum” dedi ve ben bunu çok düşündüm.

Öksüz, malum annesiz olana denir.

Babasız olan da yetimdir, o da çok önemlidir ve fakat başka bir günün mevzusudur.

Anneler Günü’ydü yine de güzel bir gündü. Varsa hatırını sorduk, yoksa bir Fatiha ile andık onları.

Şiirler, türküler, sohbetler kaçınılmaz olarak günün gündemiydi bu hafta..

***

Mayıs ayının ilk Pazar günü annelere hasredilmiş.

Sebepleri var.

Süreç içinde AİLE’yi yok eden BATI, baktı ki her şey yok oluyor; böyle adanmış ÖZEL günlerle işi toparlamaya çalışıyor. En masum ifadeyle: “anneler günü”nün izahıdır bu.

Başkaca sebepleri de var elbet.

Böylesine özel günleri ekonomik yönüyle kullanmamak, yararlanmamak mümkün mü? Babalar, dedeler, sevgililer vs. gibi başkaca ÖZEL GÜNLER icat ederek duygular üzerinden ekstradan ve olabildiğince kazanç sağlanması önemli hedeftir. Aksi halde konforun, lüksün tekeri nasıl döndürülecek?!

***

Bizim terbiye sistemimizde her gün “anneler günü”dür aslında.

Lakin öyle bir dünyaya evrildik ki biz de onlar gibi düşünmeye başladık.

Anne terliğini unuttuk!

Öyle olunca psikoloji danışmanları, psikiyatristler dahil oldu hayatlara. Rejim, hijyen, diyet vs adı altında dayatılan alışkanlıklarımız işte gördük ki “pandemi” denen salgını önleyemedi maskelendi hayatlar.

Silah gibi “ruhsatla” taşınır oldu sevenler sevdiklerine.

***

Savaştan, açlıktan, perişanlıktan kaçan mazlum insanlara yardım etmeyip tekneleri batırdılar, botları patlattılar.

Sahile vuran AYLAN BEBEK cesetleri bile gaddarlıkları durdurmazken bebek katilleri anneler gününde en renkli görsellerle insanlığa yeni algoritmalar sunuyorlar ne gam..

Anne ölümleriyle nice hayatlar darmadağın olmuştur biliriz. Özellikle genç anne ölümlerine hiç dayanamam, bebeklere de.

Onların gözyaşlarının yeri göğü titrettiğine inanırım.

***

Anne-bebek ölüm oranı o kadar önemlidir ki ülkelerin en önemli “Gelişmişlik Endeksi” kabul edilir. Sadece bu rakamlara bakarlar ve notunuzu verirler.

Binde 40’lar seviyesindeydi bizde anne ve bebek ölümleri, 20 yılda yarıya düşürülebildi. Avrupa’da bu ölümler binde 4-9 seviyesinde ve onun için orası Avrupa.

Enflasyondan önce bu oranın tek rakama düşmesi gerekir ve Anneler Günü’nde esasen bunlar konuşulmalıdır.

Anne ve bebek ölümlerinde biz hangi noktadayız soru bu!

İyi başladık ve can yakan bir soruyla bitirdik.

Tüm anneleri kutluyorum, onlar bizim her şeyimiz.

6 Mayıs 2021 Perşembe

ANKARA’NIN YABANCI SEYYAHLARI

 

Eski İngiltere Büyükelçisi Ankara’nın yeşilliklerini öve öve bitirememiş hatıratında, Falih Rıfkı’ya Ankara’nın bağlarından, bahçelerinden bahsetmiş. Bugünü görseydi diyorum belki de dilini yutardı her halde şaşkınlıktan!

Fransız coğrafyacı George Perrot, 1800 lerde Ankara’ya gelmiş. Avgustus tapınağı kazısını o yapmış. Ermeni, Rum, Yahudi, Fransız ve İtalyan azınlıklardan, onların mezarlıklarından da söz ediyor. Zengin kesim o dönem şehrin güney doğusunda; süslü binalarda otururlarmış. Bugünkü Gaziosmanpaşa tarafları oluyor.

Bir şey değişmemiş demek ki?!

Türkler’in çoklukla Kale semtinde oturduklarını söylüyor Perrot..

Günümüzün gözde semti Çankaya’dan da “Çengi Kayası” diye bahsediliyor.

Çankaya adı buradan gelmiş olmalı, “Çengi” ve “kaya” kelimeleri birleştirilmiş. Atatürk, Reisicumhur Köşkünü yaptırıp yerleşince Cumhuriyet eliti de çevresine toplanmış.

****

İstanbul’daki Alman Hastanesinin ilk Başhekimi Dr. Mordmann da 19. asrın sonlarında Ankara’yı ziyaret eden yabancılardan..

Kent insanlarının çalışkan olduklarından bahsediyor Dr. Mordmann, yün, yapağı, tiftik üzerine nasıl uğraş verdiklerini anlatmış.

Birkaç yabancı dışında Türk hekim yokmuş o zamanlar Ankara’da. Dr. Mordmann, Ankara’nın o zamanki hekimlerini şöyle sıralıyor: Palermolu Leonardi, Yunanlı Rigas, Udimeli Bartalomeo Malfatti ve Fransız Duclos gibi birkaç isim sayıyor. Türk hekim yok muydu diye sormak geçiyor içimden, keşke birkaç Türk hekim ismine de rastlasaydık Mordmann’ın anılarında.

Tournefort ve Texier isimli seyyahlar kuş uçmaz kervan geçmez zamanlarda ne için gelip dolaşmışlarsa onlar da Ankara’nın sanayileşmesine dikkat çekmişler ve sanayi adına kayda değer bir şeye rastlamadıklarını anlatıyorlar.

19 yüzyılın başlarında Ankara’da faaliyet gösteren Levant Company ve East İndia Company adlı şirketlerdeki çalışanlar da olumlu bir kayıt vermiyorlar; “Refah adına bir şey bulamadık” diye not düşmüşler hatıralarında.

****

Bunları ben Nejat Akgün’ün, “Burası Ankara” adlı kitabından öğrendim, ilginç bilgiler var.

Anladığım kadarıyla 19 ncu yüzyıl Ankara’sı “seyyahlar” için iyi bir seçim olmasa da gelip gezmiş, dolaşmış ve bugünden bakıldığında “çok ilginç” notlarını ülkelerine taşımışlar.

Peki, bu isimler ya da başkaları sadece “gezgin” miydiler? Gezip görmek için mi ülkemizde bulundular? O yılların “turistleri” miydiler bunlar? Öyle kabul etmek bence saflık olur. Bu gezginlerin çoğunun ülkelerinin görevlendirdiği istihbarat amaçlı elemanlardan başkası olmadığını söylemek yanlış olmaz. Hatta daha da ileri giderek “özel görev” dışında çok değerli Anadolu kültür varlıklarının bu gibi elemanlarca yahut “arkeolog” adıyla ülkemizde dolaşanlar tarafından yurt dışına çıkarıldıkları bilinmektedir.

Şehir hayatı açısından şanssız dönemleri olmuş Ankara’nın, biz de bir yabancı gözüyle kısıtlı da olsa gezginlerin hatıralarından bunları öğreniyoruz.

Anadolu’daki ayaklanmalardan da Ankara çok çekmiş.. “Çete” diye adlandırılan zorbaların bahsi başlı başına bir konu. Kimdirler, ne cürümler işlemişlerdir gerçekten incelemeye değer. Bugünle kıyaslandığında belki de “masum” kalırlar?!