15 Haziran 2021 Salı

VATANA İHANET NE, HAİN KİM?

 

Yine soruyoruz, geçen hafta Haber Heybesi’nin yüküydü bu konu.

Kime yük değil ki?!

Vatana yük, Millete yük, Devlete yük…

Devletin temelini yıkmak üzere bir eylem ortaya konulduğunda maşerî vicdan bunu “hıyanet” diye tarif edip mahkûm eder zaten. Başsavcılığın dava açıp kararı Anayasa Mahkemesine havale etmesini de benşahsen bunun gereği ve gereğinin icrası olarak addediyorum.

***

Eskiden “HIYANETİ VATANİYE KANUNU” vardı. Büyük Meclis’in 2 numaralı kanunuydu. Bu kanun29 Nisan 1920’de Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında otoriteye karşı çıkacak kişi ve gurupları etkisiz kılmak üzere hükümetin elini güçlendirmek için çıkarılmıştı, diyordu ki: Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine isyanı mutazammım kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet ve ifsadatta bulunan, haini vatan addolunur”

Yani günümüz Türkçesiyle;

Büyük Millet Meclisi’nin meşruluğuna başkaldırma niyetinde olarak,

SÖZ, EYLEM ve YAZI ile karşı koyanlar ve karışıklık çıkarmak isteyen kişiler vatan hainidir.

Büyük Meclis kurucu iradeydi o zaman; Devlet idi, milletin yegâne iradesiydi bir bakıma.

***

Şimdi sıkı durun…

12 Nisan 1991’de Terörle Mücadele Kanunu ile Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nune hikmetse yürürlükten kaldırmış, yerini tutacak bir kanun da çıkarılmamıştır. Sadece cumhurbaşkanları için bir ibare vardır o kadar.

***

Günümüz Türkiye’sinde hainlik diye bir suç tanımlanmış, tarif edilmiş değildir anlayacağınızböyle bir kanun yok.

Sual:

  • Eylemi suç sayan kanun yoksa eylemcinin ihaneti nasıl karşılık bulacak?
  • Terör, terörist nedir peki, bu suç “Vatana ihanet” kapsamına girmez mi?
  • Mehmetçiğimizi, sabi yavruları, masum sivilleri katledip milleti kahrolurken, teröristi gülücükle kucaklayıp onlara “canımız ciğerimiz” muamelesi çekenler hangi kategoriye girer peki?

***

Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak, düşmanla yani Kandil’le (siz gerilla deyin) anlaşmak, millî yararlara karşı hareket, güvenliği tehdit, tahrip ‘vatana ihanet’ denmese de hainlik kapsamında suçtur.

Ecdat, Devletin birliği, bütünlüğü söz konusu olduğunda kardeşini, amcasını dahi boğdurmaktan geri durmamış, kimsenin gözünün yaşına bakmamış da biz bunları mahkûm etmeyip maaş ödemeye devam mı edeceğiz? Bir bedeli olmayacak mı ödenmesi gereken?

Yan yana koyduğumuzda katil bile hâinden bir gömlek üstündür; eli silahlıdır hiç olmazsa katil olduğubellidir. 

Ya bu kravat-gömlek lâcilerle dolaşanlar?!


9 Haziran 2021 Çarşamba

HAİN KİM, CEZASI NE?

 

Evet, “hainlik, hıyanet” nedir, “hain” kimdir ve cezası nedir?

Soru bu…

Bir kere bunun tespit edilmesi lazım.

Sözlüklere bakarsan tarif belli:

“Hıyanet eden, ihanet eden (kimse); kötü bir niyet taşıyan. Zarar vermekten, üzmekten ya da kötülük yapmaktan hoşlanan –tam ifadeyle- “HAYIN” dır. 

Tarif bu.

***

Mevzuata bakarsanız en somut, en müşahhas tarifiyle açık seçik belli olmadığını göreceksiniz. 

Ben hukukçu değilim ve sordum, dediler ki:

TCK’da yani Türk Ceza Kanunu’nda “VATANA İHANET” adı altında bir suç yoktur.. 

İlginç değil mi? 

Ve devamla:

“Çağdaş ceza hukukunun temel ilkelerinden biri olan “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi gereğince vatana ihanet adı altında bir suçun düzenlenmesi bu ilkeye ters düşer. 

Zira bu isimde bir suç birçok suç oluşturan fiili kapsayabilir. 

Mesela, kin ve düşmanlığa tahrik..

Devlet sırlarını açığa vurma.. 

Anayasayı ihlal, "vatana ihanet" kavramı altında toplanabilir. 

Oysa bahsettiğimiz kanunilik ilkesi gereğince tüm suçların "kazuistik" bir şekilde düzenlenmesi gerekir.”

Evet, böyle dediler…

***

“Kazuistik” kelimesini de Molla Google’dan öğrendim:

“Yasalarda boşluk bırakmamak..

Nesnel olmak, keyfiliği engellemek ve hukuk güvenliğinin sağlanması için yasaların, konuyla ilgili, çıkabilecek tüm sorunları öngörmeye çalışarak düzenlemesi” imiş..

Anlayan anladı, uzatmayalım, benden hukukçu olmayacağı ortada…

Ancak şu “HIYANET” ya da “İHANET” meselesine gelince..

Sokaktaki vatandaşa döndürüp sorsanız cevabı eminim cevap şöyle olacaktır:

“İHANET, VATANA MİLLETE KARŞI FENA MUAMELEDİR VE

CEZASI DA ÖLÜMDÜR.”

O zaman bunun böyle tarif edilip cezanın infaz edilmesi gerekir. 

Bu “FENA MUAMELE” ifadesi de lastik gibi..

“fena” nedir, muamelesi nasıldır, tarife muhtaç?!

***

Bir zamanlar bakanlık mevkiinde de bulunmuş olan devlet adamı 

Kamuran İnan; (“Devlet” adıyla kitabı da var)..

“Türkiye’nin çok kolay hain ürettiğini” söylüyor, sayı bile veriyordu..

Diyordu ki; 

“Türkiye’de 200 binin üzerinde hain var bunlar Devlet tarafından biliniyor.” 

Yani kayıt altında..

Yalnız bana söylemedi bunu birçok sohbetinde kullandı.

TV’de bile söylediğini hatırlıyorum. 

Kim bu hainler acaba? 

Ne suç işleyip nasıl yaftalandılar, açıklansa da bilsek diyormuşum?!

***

Doğumuzda güneydoğumuzda, ehli sünnet inancında, muteber ‘şeyh’ler, ‘şıh’lar, ‘seyyid’ler, on binlerce dönüm arazisi, köyleri, köylüleri olan, aşiret reisi ‘ağa’larımız var..

Bir ömür “körfez emiri” gibi itibar görüyorlar. 

Bir dedikleri iki edilmez, sözleri demire geçer de dağlara geçmez mi? 

Daha geçen gün fidan gibi bir teğmenle bir korucumuzu toprağa verdik.

Konya’dan, Yozgat’tan, Van’dan, Bitlis’ten memleket evlatları 

hain emellere hedef olup yetimler bırakırken; 

Seslerini gür bir şekilde neden yükseltmezler, 

Fiili bir harekette bulunmazlar..

Anlaması gerçekten güç?!

Kim onların seslerini kısıp sözlerini kesebilir? 

Yoksa demokrasi geldi “feodalite” sona erdi de(!) bizim mi haberimiz yok?!


2 Haziran 2021 Çarşamba

TABİATA KULAK VER..

 

Yaz mevsimi, ormanlarımızın yanma (yakma) mevsimidir bir bakıma. 

177 acil yangın ihbar telefonudur..

112 ile de ihbarda bulunulabilir en baştan hatırlatmış olayım.

Orman yangınları benim çok etkilendiğim ve çok üzüldüğüm vakıalardır. 

Şöyle söyleyeyim: 

Haksızlık olmasın ama orman yangınları beni 

Ormancılardan çok daha fazla etkiler! 

Zaten doğrudan orman ile ilişkili olmayanların ruh halidir bu bir bakıma…

Ben bu durumu 

Yani orman yangını ile ormancı ilişkisini..

Ölü yıkamakla görevli gasilhane görevlisinin cesetle ilişkisine benzetirim:

Etkilenir mi, hayır!

Korkar mı yine hayır. 

Çünkü kim bilir  kaç cenaze geçmiştir elinden, niye etkilensin neden korksun ki?!

***

Geçen Eylül ayında Nallıhan’daki büyük yangını ormancılar gerekçeleriyle beraber çoktaan izah edip arşive kaldırdılar bile…

Lakin benim hafızamda o yangın hâlâ sıcaklığını koruyor.. 

1000 Hektardan fazla alanın, içindeki canlılarıyla birlikte kül olduğu..

Dosyası Cumhurbaşkanlığına kadar intikal ettirilen o yangın, son büyük NALLIHAN YANGINI ormancının elinde ARŞİV ve fakat benim kafamda henüz soğumuş söndürülmüş değildir.

***

Kızılırmak Kuş Cenneti de yanmıştı peşi sıra unutuldu gitti.

Orman yangınlarının hesabını birilerinin mutlaka vermesi gerekir. 

Bizde bu hesabı şimdiye kadar kimse ödememiştir.

Geçtik!

***

Dünyada her yıl 16 milyon hektar orman alanı yanıyormuş.

Dakikada 21 hektar…

Hiçbir zayiat bu kadar büyük değildir..

Çünkü orman yangınları geleceğin yok edilmesidir.

Ülkemizde 1937’den bu yana 100 bin yangında 1,5 milyon hektarı aşkın orman alanı yangınlarla yok olmuştur. 

Prof. Dr. Hayati Doğanay’ın tespitidir bu. 

1,5 milyon hektar yani 15 000 Km2

Arazisi en büyük ilimiz Konya 41 Km2

Bu hesapla yangınlarla yok olan orman alanı sizce kaç Konya eder?!

Orman yangınlarının yüzde 94’ü insan kaynaklı ve son 30 yılda dünya orman örtüsünün beşte biri yok olmuş.

***

Açık arazide yahut bir tepenin başında beş dakika sessiz kal…

Çiçekleri, böcekleri, ağaçları dinle..

Baharın en gümrah günlerinde yeryüzünün uyanışını seyret…

İstersen yum gözlerini, kulak ver tabiata; 

Kuş cıvıltılarıyla beraber rüzgâr tüm bedenini okşasın..

Ilık bir bahar gününde güneşin sıcaklığını hisset.

Sonra orman yangınlarını, çiçeklerin, böceklerin feryadını düşün..

Ve bu felakete insan olarak katkın nedir bulmaya çalış…

Tüm canlılar adına, iki dakika…

Hesaplaş kendinle…

27 Mayıs 2021 Perşembe

ŞEHİRLER VE SEMBOLLERİ

 Ahmet Tezcan

ankhaber

ankhaber 9. sayfa

İnsanlar, yaşadıkları şehirleri sembolleştirmek, sembollerle ifade etmekten hoşlanıyorlar. Yönetim anlayışından yahut tarihin bunda rolü bulunabilir. 8-10 köşeli yıldız Türklerin adeta "power icon" u, güç simgesi olmuştur. Konya, asırlardır çift başlı kartal ile temsil edilmektedir mesela, Selçuklunun payitahtıdır.  

Paris bir sahil şehri değildir ama üzerine "kral tacı ile süslenmiş bir yelkenli" ile temsil edilir. Ayı deyince Rusya akla gelir ve fakat Moskova, at üstünde mavi pelerinli bir komutanın ejderha ile mücadelesi sembol olmuştur. Altın taçlı ayı Almanya'nın başkenti Berlin'in simgesidir. 

Londra'da şehir arması olarak "beyaz zemin üzerinde kırmızı haç" işareti seçilmiştir ama İngiltere'nin Portsmouth ve İrlanda'nın Drogheda şehirleri şaşırtıcı biçimde AY-YILDIZ'lı armalarla temsil edilir. Bu şehirlerin popüler spor kulüplerinin armaları da aynı şekilde hilâldir ve üzeri 8 köşeli yıldızla süslenmiştir

Prof. Ekrem Buğra Ekinci, haçlı seferlerinde Kıbrıs'a uğrayan askerlerin burada gördükleri ay-yıldız sembolünü adaya götürmüş olabileceklerini söyler. Prof Ekinci, Sultan Mecid döneminde Britanya'ya gönderilen Türk denizcilerinin lacivert ceket, kılıç ve kemerleriyle büyük sükse yaptığını ve bu şehirlerde limana demirleyen üzeri ay-yıldız armalı Osmanlı firkateynlerinin hayranlıkla izlendiğini anlatırken; ay yıldızlı armaların o günlerin bir yansıması olabileceğini kaydeder. 

***

Türk denizcileri demişken; kolera salgınında bu denizcilerimizden 26'sının koleraya yakalanıp Portsmout'da hayata veda ettiklerini kim hatırlıyor? 

Vatanlarından çok uzakta, Porstmout Türk şehitliğinde ay-yıldızlı mezar taşları altında yatmaktadırlar, Rahmetle anmadan geçemiyorum. 

Kim bilir? 

İngiltere'de ve dünyanın pek çok köşesinde nice hüzünlü hikâyelerimiz vardır..

Unutulmuştur. 

Oralarda görev yapan diplomatlarımız veya yolu buralara düşen vatandaşlar dünyanın 76 noktasındaki şehitliklerimizi bilip, bulup bir Fatiha bağışlamışlar mıdır?  

Okullarımızda çocuklarımıza anlatılmazsa kim bilir bizim bu hüzünlü hikayelerimizi? O da bizim üzerinde çok düşünmemiz gereken bir başka hüznümüzdür vesselam!

***  

"Ankara’yı nasıl ifade edelim, simgemiz KEÇİ mi olsun, BOYNUZ mu" diye biz de yıllardır tartışır dururuz. "HİTİT KURSU veya ATAKULE, yok yok ANKARA KALESİ Başkentin sembolü olmaya en layıktır" gibi önermeler olmuştur. Camiye, minareye mesafeli tahammülsüz bir kitle maalesef vardır bu memlekette. Mesafesizler layıkıyla davranmış mıdır diye de sorulabilir. Neticede bir kubbe ilavesiyle "ortaya karışık" bir Ankara şehir arması halen tartışılmaktadır..  

Müşterek taraflarımızı ortaya çıkarmak yerine "kavga sebebi" bulmakta çok mahir(!) olduğumuzdan Atakule’li-Minareli sokak tabelaları ve flamaları tahrip eden bir güruh da türemiştir bir ara.. 

Başkasına ihtiyaç yok zaten, biz her gün bir ayrılık sebebi bulabilen belki dünyanın tek ülkesiyiz. Şehirlerarası rekabetlerimiz de aynı şekilde hırpalayıcı olabilmektedir. Şimdi hatırlatıp yaraları kaşımak istemem.

***

İspanya’da Barselona ve Madrid için Barselonalılar “karı-koca” benzetmesi yapıyormuş. “Biz çalışırız Madrid yer” diyerek başkent Madrid'i suçluyorlarmış. Aralarındaki amansız çekişme İspanya’nın “boğa” sına inat Barselona’da “eşek” ile sembolleşirken; “Neden eşek?”  sorusuna bölge halkı; “Bütün yükü biz çekeriz de ondan” diyorlarmış.

Bizde eşek heykeli, hiç kimsenin bir şey diyemeyeceği ve herkesin çok sevdiği Nasreddin Hocamızın ters binişiyle ancak kabul görmüştür.

Hoca’nın eşeği İspanya'ya kadar gitmiş, Hoca’nın hemşerisi sembolü eşek olan Barselona’ya turist olarak giderse, muhabbetin “eşek” üzerinden  gelişeceği muhakkak. Akşehir’in “en eski” gazetesi Pervasız’da, İspanya anılarını yazan Sefer İpek, Nasreddin Hoca ve eşeğini gösterince; "siz de mi?" demiş Katalanlar şaşkınlıkla.. "Yok" demiş Sefer İpek, Nasreddin Hoca'yı ve eşeğini Barselona'da bir güzel anlatmış ama eşeğe ters binmeyi bir türlü kavrayamamış Katalanlar. 

Şehir sembolleri bizde dört ayaklılarla pek temsil olunmaz, olursa alay ve kavga konusu  olur.  

Simge bulmak için tarihe, geleneğe bakmak ve yerli halkın karakterini gözetmek gerek. 

Karadeniz “Balık” sembolüyle temsil edilebilir mesela kimse de bir şey demez!

***

Son zamanlar İspanya’ya (bilhassa Endülüs) e “takmış” durumdayım. Pandemide nasıl olur bilmiyorum ama bir imkân bulsam ver elini Andalucia..  Kurtuba (Cordoba), İşbiliye (Sevilla) Tuleytula (Toledo), Gırnata (Granada) ve.. 

“El galibe illallah” sözünün duvarlarına dantel gibi işlendiği Elhamra Sarayı, görmek istediğim yerlerdendir ölmeden..

***

Netice itibariyle şehirlerdeki bazı yapılar, durumlar, semboller, bütün dünyada her zaman tartışma konusu olabiliyor. Günümüzün şehir mimarisinde “estetik” konusunu, insan- doğa ilişkilerini geliştiriyordum kafamda, söz nereye geldi!

Siz ne tasarlarsanız tasarlayın günümüzde yönetici ve yatırımcı kriterleri, şehirlerde aradığımız estetiğe her zaman bir engel oluşturabilmektedir. 

Başkentin Çapa ile temsili de antika bir merak. Bilip bulup ortaya çıkarmak tamam da anlatabilmek ve yerleştirmek zaman istiyor. Neyi nasıl anlatırsanız anlatın başarı ne kadar anlaşıldığındadır.  

Ve son olarak:

Çankaya Belediyesi bir otobüs gönderip Yaşamkent'i inletirken Şenol Güneş Parkı önünde yarım bıraktığı 20 metrelik yaya kaldırımını tamamlasa vatandaşa daha sempatik gelecektir.  "Atlatılırız, azar işitiriz diye belediyeye telefon dahi edemiyoruz" diyor vatandaş, Biz de Mansur Başkan'ın, Alper'in kulaklarını çınlatıyoruz. Öyle kaldırımlar öyle sokaklar var ki yarım günlük iş olduğu halde el atılmadığı için aylardır bekliyor ve fakat  23 Nisan, 19 mayıs, 29 Ekim bayramlarında ihtiyar-çocuk düşünmeden sokakları gümbürdemek Belediyeye belki daha kolay geliyor. 

Ben bunları yazacaktım, sonra sözü şehirlerdeki beton kuşatmasına, yanlış aydınlatmaya, ihmallere getirecektim. Estetikten vazgeçtik, nasıl bunaldığımızı, artık "rahat yaşanabilir"liği anlatacaktım bugün, bir başka güne kaldı. 

Şehir demek medeniyet demek, şehir şehir olmadıktan sonra simgesinin ne olduğu önemli mi? 


11 Mayıs 2021 Salı

ANNELERE ÖZEL GÜZEL BİR GÜN

Ahmet Tezcan

ankhaber

ankhaber Sayfa 9


Annesini bebekken kaybetmiş bir arkadaşım “Bir bakışta yüz çocuk arasından öksüz olanı bulurum” dedi ve ben bunu çok düşündüm.

Öksüz, malum annesiz olana denir.

Babasız olan da yetimdir, o da çok önemlidir ve fakat başka bir günün mevzusudur.

Anneler Günü’ydü yine de güzel bir gündü. Varsa hatırını sorduk, yoksa bir Fatiha ile andık onları.

Şiirler, türküler, sohbetler kaçınılmaz olarak günün gündemiydi bu hafta..

***

Mayıs ayının ilk Pazar günü annelere hasredilmiş.

Sebepleri var.

Süreç içinde AİLE’yi yok eden BATI, baktı ki her şey yok oluyor; böyle adanmış ÖZEL günlerle işi toparlamaya çalışıyor. En masum ifadeyle: “anneler günü”nün izahıdır bu.

Başkaca sebepleri de var elbet.

Böylesine özel günleri ekonomik yönüyle kullanmamak, yararlanmamak mümkün mü? Babalar, dedeler, sevgililer vs. gibi başkaca ÖZEL GÜNLER icat ederek duygular üzerinden ekstradan ve olabildiğince kazanç sağlanması önemli hedeftir. Aksi halde konforun, lüksün tekeri nasıl döndürülecek?!

***

Bizim terbiye sistemimizde her gün “anneler günü”dür aslında.

Lakin öyle bir dünyaya evrildik ki biz de onlar gibi düşünmeye başladık.

Anne terliğini unuttuk!

Öyle olunca psikoloji danışmanları, psikiyatristler dahil oldu hayatlara. Rejim, hijyen, diyet vs adı altında dayatılan alışkanlıklarımız işte gördük ki “pandemi” denen salgını önleyemedi maskelendi hayatlar.

Silah gibi “ruhsatla” taşınır oldu sevenler sevdiklerine.

***

Savaştan, açlıktan, perişanlıktan kaçan mazlum insanlara yardım etmeyip tekneleri batırdılar, botları patlattılar.

Sahile vuran AYLAN BEBEK cesetleri bile gaddarlıkları durdurmazken bebek katilleri anneler gününde en renkli görsellerle insanlığa yeni algoritmalar sunuyorlar ne gam..

Anne ölümleriyle nice hayatlar darmadağın olmuştur biliriz. Özellikle genç anne ölümlerine hiç dayanamam, bebeklere de.

Onların gözyaşlarının yeri göğü titrettiğine inanırım.

***

Anne-bebek ölüm oranı o kadar önemlidir ki ülkelerin en önemli “Gelişmişlik Endeksi” kabul edilir. Sadece bu rakamlara bakarlar ve notunuzu verirler.

Binde 40’lar seviyesindeydi bizde anne ve bebek ölümleri, 20 yılda yarıya düşürülebildi. Avrupa’da bu ölümler binde 4-9 seviyesinde ve onun için orası Avrupa.

Enflasyondan önce bu oranın tek rakama düşmesi gerekir ve Anneler Günü’nde esasen bunlar konuşulmalıdır.

Anne ve bebek ölümlerinde biz hangi noktadayız soru bu!

İyi başladık ve can yakan bir soruyla bitirdik.

Tüm anneleri kutluyorum, onlar bizim her şeyimiz.

6 Mayıs 2021 Perşembe

ANKARA’NIN YABANCI SEYYAHLARI

 

Eski İngiltere Büyükelçisi Ankara’nın yeşilliklerini öve öve bitirememiş hatıratında, Falih Rıfkı’ya Ankara’nın bağlarından, bahçelerinden bahsetmiş. Bugünü görseydi diyorum belki de dilini yutardı her halde şaşkınlıktan!

Fransız coğrafyacı George Perrot, 1800 lerde Ankara’ya gelmiş. Avgustus tapınağı kazısını o yapmış. Ermeni, Rum, Yahudi, Fransız ve İtalyan azınlıklardan, onların mezarlıklarından da söz ediyor. Zengin kesim o dönem şehrin güney doğusunda; süslü binalarda otururlarmış. Bugünkü Gaziosmanpaşa tarafları oluyor.

Bir şey değişmemiş demek ki?!

Türkler’in çoklukla Kale semtinde oturduklarını söylüyor Perrot..

Günümüzün gözde semti Çankaya’dan da “Çengi Kayası” diye bahsediliyor.

Çankaya adı buradan gelmiş olmalı, “Çengi” ve “kaya” kelimeleri birleştirilmiş. Atatürk, Reisicumhur Köşkünü yaptırıp yerleşince Cumhuriyet eliti de çevresine toplanmış.

****

İstanbul’daki Alman Hastanesinin ilk Başhekimi Dr. Mordmann da 19. asrın sonlarında Ankara’yı ziyaret eden yabancılardan..

Kent insanlarının çalışkan olduklarından bahsediyor Dr. Mordmann, yün, yapağı, tiftik üzerine nasıl uğraş verdiklerini anlatmış.

Birkaç yabancı dışında Türk hekim yokmuş o zamanlar Ankara’da. Dr. Mordmann, Ankara’nın o zamanki hekimlerini şöyle sıralıyor: Palermolu Leonardi, Yunanlı Rigas, Udimeli Bartalomeo Malfatti ve Fransız Duclos gibi birkaç isim sayıyor. Türk hekim yok muydu diye sormak geçiyor içimden, keşke birkaç Türk hekim ismine de rastlasaydık Mordmann’ın anılarında.

Tournefort ve Texier isimli seyyahlar kuş uçmaz kervan geçmez zamanlarda ne için gelip dolaşmışlarsa onlar da Ankara’nın sanayileşmesine dikkat çekmişler ve sanayi adına kayda değer bir şeye rastlamadıklarını anlatıyorlar.

19 yüzyılın başlarında Ankara’da faaliyet gösteren Levant Company ve East İndia Company adlı şirketlerdeki çalışanlar da olumlu bir kayıt vermiyorlar; “Refah adına bir şey bulamadık” diye not düşmüşler hatıralarında.

****

Bunları ben Nejat Akgün’ün, “Burası Ankara” adlı kitabından öğrendim, ilginç bilgiler var.

Anladığım kadarıyla 19 ncu yüzyıl Ankara’sı “seyyahlar” için iyi bir seçim olmasa da gelip gezmiş, dolaşmış ve bugünden bakıldığında “çok ilginç” notlarını ülkelerine taşımışlar.

Peki, bu isimler ya da başkaları sadece “gezgin” miydiler? Gezip görmek için mi ülkemizde bulundular? O yılların “turistleri” miydiler bunlar? Öyle kabul etmek bence saflık olur. Bu gezginlerin çoğunun ülkelerinin görevlendirdiği istihbarat amaçlı elemanlardan başkası olmadığını söylemek yanlış olmaz. Hatta daha da ileri giderek “özel görev” dışında çok değerli Anadolu kültür varlıklarının bu gibi elemanlarca yahut “arkeolog” adıyla ülkemizde dolaşanlar tarafından yurt dışına çıkarıldıkları bilinmektedir.

Şehir hayatı açısından şanssız dönemleri olmuş Ankara’nın, biz de bir yabancı gözüyle kısıtlı da olsa gezginlerin hatıralarından bunları öğreniyoruz.

Anadolu’daki ayaklanmalardan da Ankara çok çekmiş.. “Çete” diye adlandırılan zorbaların bahsi başlı başına bir konu. Kimdirler, ne cürümler işlemişlerdir gerçekten incelemeye değer. Bugünle kıyaslandığında belki de “masum” kalırlar?!

29 Nisan 2021 Perşembe

ANKARA’NIN KARDEŞ KENTLERİ VE PARİS

 

İstanbul’un 50’ye yakın kardeş şehri varmış, Bursa’nın da 20. Acaba Ankara’nın kardeş şehirleri hangileridir diye merak ettim. Meğer Moskova başta olmak üzere Ankara da 20’ye yakın şehrin kardeşiymiş. Kiev, Bükreş, Üsküp, Tiran, Sofya, Saraybosna, Seul, Pekin, Tiflis gibi başkentler birer protokolle Ankara ile kardeşlik ilişkisi kurmuşlar. Hatta “kardeş şehir” ilişkileri nedeniyle Ankara’nın Avrupa Konseyi’nden ödülü bile varmış.

***

Kardeş Şehir ilişkileri, halkların birbirini yakından tanıması, kültür ve yaşantılarını öğrenebilmesi bakımından önemli. Kent kardeşlikleri simgeseldir aslında ve bu kardeşliğin temeli yine insan ilişkileridir. Farklı coğrafyada da olsalar, dillerinin, dinlerinin, gelenek ve göreneklerinin farklılıklarına rağmen insanların birbirleriyle dostluk kurmaları önemlidir. Kardeşlik ilişkisi derin bir ilişkidir, kardeşlik, ailevi bir kavramdır. Dolayısıyla sevgiyle yoğrulan bir ilişki olması gerekir. Bu ilişki paylaşıma dayanmaz, maddi anlamda bir ortaklık ilişkisi değildir. Eğer bir şeyleri paylaşmak üzere bir araya gelirseniz, paylaşılacak şeyler tükenince ilişkiniz biter.

Biz bu hep savaşan, güçlülerin zayıflara hiç insaf etmediği bu dünyada insanların hangi coğrafyada olursa olsun sevinçlerini, üzüntülerini, acılarını paylaşabileceğinden, bunun gereğinden bahsediyoruz. Hele ki dünya ölçeğinde yaşanan şu salgın iyiliğin, güzelliğin, yardımlaşmanın önemini ortaya çıkardı. Bu ilişki insanlığın gereğidir aslında. Halkları birbirine karşı yaklaştırır. İnsanlar sevgiyle beraber imkânlarını da paylaşabilirler.

***

İki ülkede şehirlerin kardeşlik ilişkisine daha çok belediyeler öncülük ediyor olsalar da bu ülke yöneticilerinin bilgisi tahtında gerçekleşiyor. Kardeşlik ilan edilirken bu şehirlerin önemli cadde ve meydanlarına da karşılıklı isimler veriliyor. Mesela bizdeki Paris Caddesine karşılık Paris’te Eifel Kulesine yakın caddelerden birinin adı da Ankara’dır; La Rue Ankara.. Paris’in bu caddesine Ankara adı 31 Ağustos 1932 yılında, Albert Lebrun’un cumhurbaşkanlığı sırasında yani Atatürk döneminde verilmiş. Karşılıklı bu jestler bir dostluk taahhüdüdür aslında..

Çünkü KENTLERİN KARDEŞLİĞİ bir anlamda HALKLARIN KARDEŞLİĞİ olarak algılanır.

***

Hal bu iken Macron Fransa’sının, Rusya ve Çin ile birlikte Türkiye’yi düşman ilan ettiğini duydunuz mu bilmiyorum. Birkaç hafta önce Fransa’nın önemli gazetelerinden Le Monde’da böyle bir haber yer aldı. Fransa’nın düşmanlık ilanı Türkiye’den henüz karşılık bulmadı.

Şimdilerde gerilim yaşadığımız Fransa, Paris’teki Ankara caddesinin adını da değiştirir mi bilinmez! Macron, Paris’teki La Rue Ankara’dan yani Ankara Caddesi’nden geçerken DÜŞMAN ilan ettiği Türkiye hakkında ne düşünür bilemeyiz. Ama şurası muhakkak ki; bizler Ankara’daki Paris Caddesi’nde yürürken Fransa’yı değilse bile artık Macron’u anmadan geçemiyoruz. Onun Türk ve Türkiye düşmanlığını, "İslamofobik" tavrını hatırlıyoruz.

Paris Caddesi’nin Ankara’da şimdi Türklere hissettirdiklerini Fransızlar La Rue Ankara’dan geçerken ne anımsıyorlar doğrusu merak ediyoruz?! Bir gerçek var ki Macron yüzünden Türkler bir süredir Paris’i hayırla yad etmiyorlar.

***

Araştırma sırasında Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce 2003’de “Kardeş Kentler Zirvesi” düzenlendiğini öğrendim. Zirvenin ardından bir de ”ANKARA DEKLERASYONU” yayınlanmış ve Ankara’ya gelen 17 kardeş kent belediye başkanı, ekonomik, sosyal, kültürel, sanat ve sportif alanlarda iş birliği yoluyla kentler arası kardeşliğin geliştirilmesi konusunu masaya yatırmışlar. Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’nun kulakları çınlasın.

21 Nisan 2021 Çarşamba

VİRÜS, MASKE YALNIZCA BİR SAĞLIK SORUNU DEĞİL!




Kanlı işgaller, savaşlar, anlaşmazlıklar İslam coğrafyasının zaten başlıca üzüntü kaynağı olmaya devam ediyor. Hiçbir Müslüman ülke yok ki ağız tadıyla bir ramazan geçirsin.

Müslümanlık, yalnızca ibadetten ibaret de değildir. Bizim dinimiz bir bakıma insan ilişkisidir cemaat olmayı, cem olmayı emreder. Hiç kimsenin sevabı bir başkasına yazılmaz ve ibadetler şahsidir ama bütün olumsuzlukların sorumluluğu ortaktır. Dînî ifadesi ile buna “muamelat” denir ki Müslümanlar bu noktada sınıfta kalmışlardır.

Birbirini sevmek yani “muhabbet”, birbirinin derdiyle dertlenmek, sevincini paylaşmak, yardımlaşmak bizim dinimizde ibadet kadar önemlidir. Mabetler bunun içindir, birlikte bir hali yaşamak, birbirine dua etmek, sorumluluğu paylaşmaktır.

***

Birlik beraberlik içinde değilseniz yalnızsınız ve yalnızlık günümüzün en önemli sosyal sorunudur. Milyonların yaşadığı semtlerde, devasa sitelerde yaşadığımıza bakmayın, KALABALIKLAR İÇİNDE YALNIZIZ.

Büyük ailelerin yerini çekirdek aileler aldı ve hızlı kentleşme ile birlikte sorunlar hızla çoğaldı. Ne ‘KENDİ’leştik ne ‘KENTLİ’leşebildik. ‘SİTE’leşen yaşamlar geleneksel aile dokumuzu olumsuz etkiledi. Yaşlılar eski evlerinden çıkmak, çocuklar yaşlılarla yaşamak istemiyor. Sayıları hızla artan sözde huzurevleri, zorunlu sığınılan kurumlar olarak buruk ama hızlı bir şekilde hayatlarımıza dahil oluyor.

İnsanlar, kapısını çalacak candan bir dostun sesine, ilgisine muhtaç. Selamsızlık, iletişimsizlik yüzünden birbirimize yabancılaşınca sadece yüzümüzü değil, bütün halimizi maskelemiş olduk! Bazı şirketler “Birbirimize daha güçlü bağlanıp daha çok sevmek mümkün mü?” diye çocuklara “Büyük Sorular!” sordurup bu ilgisizliği, ilişkisizliği ticarî olarak kullanıyorlar.

***

Gün geçtikçe yayılan, yayıldıkça endişeleri artıran virüsü, maskeyi ve maskeli hayatı yalnızca bir sağlık sorunu olarak görmek de bence yanlış. Virüs öncesinde de birbirimizle ilişkilerimizde tavır olarak maskeliydik sanki?!

İnsanoğlu yüzünü ve sözünü çok eskitti ve maske görünür oldu!

Bir an önce bu salgından kurtulmak istiyor isek insan olarak, Müslüman olarak, komşu, akraba, arkadaş olarak ilişkilerimizi samimiyetle yeniden tanımlamak durumundayız.

O reklamdaki çocukların sorduğu gibi birbirimizle gerçekten çok güçlü bağlar kurmadıkça ve birbirimizi daha çok sevmedikçe “büyük sorular” maalesef cevapsız kalacak ve belki başkaca sorunlar yaşanacak.

***

İnsan ilişkileri konusunda dinimiz en net şekilde ölçüyü koymuş, diyor ki: “İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de iman etmiş olmazsınız”

İşte şimdi özellikle bu müstesna Ramazan günleri; birbirimizi anlama, sevme ve bütün zamanların Rabbi’ne sığınma zamanıdır. Din, yalnızca ibadetten ibaret olmadığı gibi insanlığı da “yeme, içme ve haz peşinde koşma” olarak anlayamayız. Her davranışın bir sonucu mutlaka olur ve hak yerini bulur.