5 Kasım 2020 Perşembe

BÜTÜN ACİL ÇAĞRILAR 112’YE


GEL DE YAZMA


            Bizim memleketimizde polise 155, Jandarmaya 156 çağrı numarası ile ulaşır, ambulansı 112 ile çağırırdık. Yangın ihbarları da lüzumsuz meşgul edilmiyorsa 110 numaralı telefondan yapılırdı. Sorumluluk duygusu taşıyan, vicdan sahibi bir görevli karşınıza çıkarsa acil çağrınız yerini bulur ve imdadınıza yetişilirdi. Şimdi artık öyle değil BÜTÜN ACİL ÇAĞRILAR artık tek numaradan, 112'den yapılacak. Polis, yangın, kaza, ambulans her türlü acil çağrı bu numaradan koordine edilecek. Ne zaman ihbar alınmış, kaçta çıkılmış, vaktinde olay yerine ulaşılmış mı bütün çağrılar tam saatiyle otomatik kaydedilecek. Benim anladığım sistem bu, 177 Orman Yangın ihbar hattı da buna dahildir umarım.

            Bu köşeden bizi takip edenler bilir, ortak acil çağrı servisi konusunda 2005 yılından bu yana yazılar yazıyorum. Eski haliyle sistemin bir anlam taşımadığı, numaraların hafızada tutulamadığı ve çağrıların zamanında karşılık bulmadığını herkes kabul ediyordu. Bu yüzden ihbar sistemi de bizim memleketimizde çalışmıyor, dolayısıyla asayiş, yangın vs acil konularda vatandaş desteği yeterince alınamıyordu. İller İdaresi ile çok yazıştık, vaktiyle bana hak verip çalışmalar hakkında bilgilendirenler de oldu. Ve nihayet, 112 ORTAK ACİL ÇAĞRI SİSTEMİ faaliyete geçmiş bulunuyor. Bir müjde oldu benim için adeta. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu birkaç gün önce bunu resmen açıkladı. Allah muhtaç etmesin de; artık bütün ACİL çağrıları 112 nolu telefondan kolayca yapabileceğiz. Sistemin birleştirilmiş olması bizim memleketimiz için çok önemli. Yıllardır terörle yüz yüze yaşıyoruz, belanın kavşak noktasındayız sanki. Şu güzel memleketin dört bir tarafı ATEŞ ÇEMBERİ iken çok geç kalmış bir hizmetin hayata geçirilmiş olması memnuniyet verici. Süleyman Soylu, sadece bu hizmet için bile teşekkürü hak ediyor.

            Amerikalılar 911 numaralı telefonla yıllardır bu hizmeti verimli bir şekilde kullanıyorlar. Hatta öyle ki bunalıma düşüp hayatına son vermeyi düşünenlerin bile son dakikada 911'den psikolojik destek aldıklarını biliriz. Sadece New York'ta halkın güvenliğiyle ilgili kurumlarda toplam 60 bin kişi çalışıyormuş. Sahi; nüfusu 5 milyonu geçen Ankara'mızda huzur ve güvenimiz için kaç kişinin çalıştığını sormayacağım ama; koskoca başkentte Büyükşehir Belediyesi'nin 153 numaralı hattında vatandaşın ne zaman muhatap bulup sağlıklı bir diyalog geliştireceğini doğrusu sormadan geçemeyeceğim?

Sabah Gzt.




30 Ekim 2020 Cuma

KORONA MEZARLIKTA

 

GEL DE YAZMA 

Korona, Karşıyaka mezarlığındaki cenaze defin sistemini de değiştirdi. Yıllardır

üçer beşer namazları kılınıp yerlerine defnedilen cenazelere artık ayrı ayrı işlem

yapılıyor. Bir cenaze kaldırılmadan diğerinin namazına geçilmiyor.

Korona salgını sadece hayatı değil, ölümü de etkilemiş bulunuyor. Karşıyaka’da

bir dostun cenazesinde namazı kıldıran görevlinin sözleri dehşeti tarif ediyordu

sanki:

İfadeye göre mezara getirilen cenazelerin her gün en az 10’u korona nedeniyle

vefat etmiş. Görevliler camiye gelenleri tedbirli olmaları, maske ve mesafeye

dikkat etmeleri konusunda ısrarla uyarıyorlar ama ne gam; ölüm acısını yaşarken

bile ahalinin mezarlıktaki sorumsuz tavrı insanı şaşırtıyor.


****


Cenaze namazı doğumda kulağımıza okunan ezanın namazıdır derler. Bu ezan-

namaz arası geçen hayata da “ömür” deniyor. Mezarlıklar, akıbetin gözle

görüldüğü hüzünlü yerlerdir. En güzel ifadesini Yahya Kemal’in mısralarında

buluyoruz:

“Ah, Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç / Bu son fasıldır, ey ömrüm,

nasıl geçersen geç!

Münir Nurettin’in bestelediği şiir, mezarlıkları bile bize sevdirmiştir. Guruba

karşı bu son bahçenin keyfi nasıl çıkar, mısralar arasında onun da ipuçlarını

buluyoruz;

Aşk ve şevk içinde gönlünü, göğsünü LALE ve GÜL bahçesine dönüştürenler

kazanıyor. Tesadüf değil, bizim kadim kültürümüzde lale ve gül Allah ve

Rasulü’nü simgeler ki İslâm sanatındaki süslemelerde de sıkça kullanılmıştır.

Ve bu münasebetle ve en yüksek “hamd” duygusuyla, doğum gününe rastlayan

bu günde Sevgili Peygamberimiz’e salat ve selamla, bütün Müslümanların

kandilini kutluyoruz.


****


Bu arada anmadan geçemem. Kocatepe Camii imamı, ünlü mevlithan Hafız

İsmail Coşar’ın adı Mehmet Akif Ersoy Mahallesi’ndeki parkta yaşayacak.

Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar’a teşekkürler. “Unutulursanız işte o

zaman öldünüz” diyordu Coşar, Başkan Yaşar, açılıştaki konuşmasında onun bu

sözünü hatırlattı. Seslendirdiği ezan, ilahi ve kasidelerle gönüllerde taht kuran

Coşar, Mart ayında Polatlı yakınlarında geçirdiği trafik kazasında eşi ile beraber

hayatını kaybetmişti, rahmetle anıyoruz.


Sabah Gzt.

22 Ekim 2020 Perşembe

EĞİTİMDE REFORM..

GEL DE YAZMA 


Zil çalıyor, haydi çocuklar sınıflara..” Sırt çantalarıyla telaş içinde koşuşturan öğrencilere her sabah tekrarlanan çağrıydı bu. Kocaman bir zil bina girişinde sallanırdı. Şimdi ne o zil var ne o telaş. Öğrenciler okullarını, okul öğrencilerini, herkes birbirini özledi. Ders başı ekran başında yapılıyor artık. Virüsün yalnızca bir sağlık sorunu olmadığı anlaşılmaya başladı. Yüzümüz gerçek olmayınca maskeler yüzümüz oldu. Kimseyi tanıyamıyoruz. Daha bir süre hayatın normale döneceğini sanmıyorum. Her şey değişiyor sanki, en önemlisi de eğitim.. Delikanlı üniversite kazanmış, ekran başında mühendis olacak düşünebiliyor musunuz?!

 ****

Sadece orta öğretim nüfusumuz Yunanistan’ın iki katı, kabaca 20 milyon öğrencimiz var. 2021 bütçesinde en büyük pay Eğitim’e ayrıldı: 146.9 milyar. Virüse rağmen Sağlığa 77.4 milyar, ateş çemberi içinde savunmamıza 61.5 milyar ayrıldı. Aslan payını Eğitim alıyor.  

Başkan Erdoğan İbni Haldun Üniversitesi’ndeki açılışta eğitime daha doğrusu iktidar olmaya dair çok önemli bir şeyler söyledi; “Fikren iktidar olamadık” dedi, “eğitimde topyekûn bir reformun şart” olduğunu söyledi. Demek ki neymiş, hükümette olmak iktidarda olmak anlamına gelmiyormuş. Yıllardır “İktidar-Muktedir” diye konuşuruz. İktidar olmak Eğitim’e hâkim olmakla mümkünmüş, Cumhurbaşkanı’nın sözlerinden bunu anlıyoruz. Şimdiye dek o makamlarda olup da bunu söyleyen hiç çıkmadı. Bu sözler boşuna söylenmez.

****

Eskiden koalisyonların en önemli pazarlığı Millî Eğitim üzerine olurdu. “Sizde olacak bizde olacak” diye müzakereler yürütülürdü. Adı “millî” idi ama bu milletin çocukları yıllarca “UYU UYU YAT UYU” ile alfabe heceledi, sürüngenlerin sindirim sistemini şekil üzerinde izaha çabaladık yıllarca..

Şimdiye kadar 70’ten fazla bakan görev yapmış Milli Eğitim’de, pek bişey değişmemiş. Bu defa değişecek, adı gibi eğitim de MİLLÎ olacak.

Peki, Eğitimi kim yönetip yönlendirmiş diye sorulduğunda karşımıza bir komisyon çıkıyor: FULBRİGHT KOMİSYONU.. Dördü Amerikalı 8 kişiden oluşan, ABD büyükelçisinin başkanı olduğu bir komisyon. Tek parti döneminin son hükümetiyle yapılan bir anlaşmayla kurulmuş, altında İsmet Paşa’nın imzası var. Yani bizim nasıl eğitilmemiz, neyi öğrenmemiz gerektiğine yıllarca bu komisyon karar verdi.

****

Kimler geçti bu tezgâhtan kim bilir?! Çok yazdık. Adını ABD’li bir senatörden alan, 150’dan fazla “gelişmemiş” ülkede, 70 küsur yıldır da ülkemizde faaliyette olan komisyonu bir de siz araştırın isterseniz. Amacı “Dünyada silahlı çatışma potansiyeline karşı atılan bir adım” olarak açıklanıyor. Savaş ateşinin hiç sönmediği, milyonların canından, yurdundan, yuvasından olduğu bu coğrafyada aynı aktörlerin rol aldığını düşünmek beyin yakıcı. Gerisini söylemeye dilim varmıyor.

Sabah Gzt.

15 Ekim 2020 Perşembe

97. YILA NOT



GEL DE YAZMA


13 Ekim Ankara için özel bir gün, geçen Salı Ankara’nın BAŞKENT oluşunun 97. yıldönümüydü. 2023’te ASIRLIK BAŞKENT olarak dalya diyecek. Kutluyoruz ve NİCE YILLARA diyoruz Ankara’mız için. Şehir tarihi bakımından önemlidir, hatırlanmalı ve anlatılmalıdır. Sadece Ankara’da yaşayanlar değil, bilhassa gençler bilmeli ve tarihten habersiz yetişmemelidir.

İnşa için mutabakat şart, yazık ki yaşanmış olayda bile mutabık olamıyoruz. Şehir simgesinde bile anlaşamayıp kavga eden bir toplum olduk. Biri geldi Hitit heykelinde karar kıldı, ötekisi kale dedi. Atakule’li şehir amblemi de yakında yeni bir tartışma ile neye dönüşür bilemem. Paris’in flamasındaki gemi figürü “ne alâka” diye değiştirmeyi hiçbir Fransız düşünmemiş. Boş işlerle uğraşmayı çok seviyoruz.

****

Ankara’nın Başkent ilan edilişinin 97. Yılı anısına “armağan” kabilinden somut bir etkinlik bir açılış duymadım, mesajla yani lafla geçiştirdik. Atatürk bitmez tükenmez bir hazine, harca harca bitmez. Böyle günlerde hemen düne dönülür ve Heyet-i temsiliye’den Milli Mücadeleye Kuvva nutuklarıyla kutlama masa başında tamam olur. Bu defa da öyle olmuş Başkan Yavaş’tan Taşdelen’e 97. Yıldönümü mesajlarla kutlanmış.

Böyle özel günlerde bilhassa şehir yöneticileri kapalı kapılar ardında Londra, Paris, Viyana gibi batı başkentlerini internetten incelemeliler; tarih nasıl korunmuş, şehir nasıl temizlenmiş görmeliler, çatı estetiğinden şehir aydınlatmasına nasıl yapılıyor bilmeliler. Adamlar başkentlerine bilhassa özel önem veriyorlar, temizliğini de adam gibi yapıyorlar. Biz de çöp arabalarının ardından bir ekip daha çıkarmalı ki etrafa saçılanlar toparlansın.

****

Londra’da 5 tane hava alanı varmış, 300 dil konuşuluyormuş hayret ettim. Bizim şehirlerin cadde ve sokaklarında da Türkçe unutuldu. Her türden yazı, tebela, ilan Londra diliyle ifade ediliyor nedense? “Real Park vs” gibi oturduğumuz site isimleri dahi İngilizce. Lokanta menülerinde bile Türkçe yemek isimlerine nadir rastlıyoruz.

Paris’in koruyucuları şehri yıkmaması için Atila’ya yalvarmışlar, biz ise şehirlerimizi kendimiz yıkıp yok ediyoruz. İmamoğlu’na sormalı mesela; İstanbul’da trafiğin isini pisini yok eden yol kenarlarındaki dikey bahçelerden ne istedin diye?! O boyamalar tozdan rutubetten yakında tek renge kahverenge dönüşecek bilmiyorlar.

İslam kültür ve medeniyetiyle asırlara, şehirlere damga vuran ecdadın çocuklarıyız, Avrupa medeniyetinin doğuşuna da katkımız var ve fakat onları şimdi neden şehir kurmada, korumada taklit etmiyoruz anlamıyorum.

8 Ekim 2020 Perşembe

CAMİLER SALGINDAN ÇOK ETKİLENDİ

 

GEL DE YAZMA


Camiler ve Din Görevlileri Haftası’ndan Ankara’ya şöyle bir baktım. 3000’in üzerinde camisi var Başkentin, nüfus yoğunluğu nedeniyle çoğu Çankaya sınırları içinde. Bizim memleketimizde camileri birinci derecede vatandaş yaptırmaktadır. Bir hayır sahibi çıkar bir arsa bağışlar, bir dernek kurarlar ve inşaatı başlatırlar, ondan sonrası malum. Cami tamamlandığında imam-müezzin ataması Diyanet’in görevi. Yurt genelinde 150 bin dolayında din görevlisi var Diyanet’in, bunun yüz bini imam ve müezzin, 90 bin camide görev yapıyorlar. Çok sorunlu, çok konuşulan, çok tartışılan bir konu bu, bir şura toplayıp her yönüyle masaya yatırılabilir mi bilmiyorum. 

****

Pandemi denen salgın en çok mabetleri vurdu. Sıkı dezenfeksiyona rağmen camilerde cemaat sayısı çok çok azaldı. Namaz, Müslümanın en önemli şartı ve camideki namaz çok kıymetli olduğu halde insanlar salgın korkusundan cemaatten ve camiden uzak durdular. Şunları ifade etmeden de geçemeyeceğim; Ankara’da Çayyolu, Yaşamkent gibi yeni yerleşim merkezlerinde camiler kurucu derneklerin sultası altına girmiş maalesef. Lojmanda oturan imamdan kira isteme, cami haziresini maksat dışı kullanma gibi ilginç örnekler var. Kadrosuzluk genelde pek çok caminin başlıca sorunu. Bu arada Külliye içindeki Millet Camii’ne bir girebilen bir de gelip göremeyen pişman. En üst düzeydeki koruma duvarı insanı yıldırıyor. Millet değil Devlet Camii dense yeridir çünkü bu güzel mabed bu yüzden sadece oradaki görevlilere hizmet verir durumda. Kütüphane yönünden camiye bir yol açılıp girişin kolaylaştırılması mümkün mü bilmiyorum?!

****

İnsan dediğimiz varlık, tabiatın en güçlü, akıllı ve EŞREF (en şerefli) makamındaki tek canlısıdır. Lakin, melekten üstün ve hayvandan aşağı bir yelpazede, tercihi kendi iradesine bırakılan insan hep bir arayış içinde olmuştur. Doğruyu bulmamız için de rehberler gönderilmiş ve insanın bunu başarması istenmiştir. Hayatın bir sınavdan ibaret olduğunu zaten hepimiz biliriz. 

“Moral” dediğimiz şey bir insanın ruhsal gücünü, maneviyatını ifade eder, insanın olmazsa olmazıdır. Daima inanma ihtiyacı içinde olmuştur İnsan ve esasen DİN dediğimiz kurum bunu karşılar. Temelde bir yaratıcıya, ALLAH’a ve O’nun elçisi olan peygambere olan inançtır ki hayatın doğrularını bize vâzeder. Ve Allah indinde din, İSLÂM’dır.

Bir kültür emperyalizmine maruz kalarak medeniyet değerlerimize yabancılaştığımız, şuurumuzun yaralandığı ve bu şuurla yerimizi ve yönümüzü bulamadığımız da bir gerçek. Maalesef cehalete düştük, denetimsiz kaldık ve FETÖ, DEAŞ gibi istismarcılar da bunu fırsata çevirdiler. Uyanık olmak ve uyanık kalmak durumundayız.

 Sabah Gzt.

1 Ekim 2020 Perşembe

ORMANCIDAN AÇIKLAMA



GEL DE YAZMA


        Nallıhan’da günlerce süren orman yangınından bahsettik burada, nasıl

içimizi yandığını, yangının sebeplerini ve Külliye için de mufassal bir raporun

hazırlanmakta olduğunu anlattık. Yazılarımızı müteakip Orman Bölge Müdürü

Veysel Kodalak aradı ve yangını bizzat ondan da dinledik.

Teşkilatın mahallindeki önemli bir yetkilisi olarak Kodalak da üzüntüsünü

dile getirdi. Nallıhan özelinde yangınla nasıl mücadele edildiğini anlattı.

Kodalak’ın açıklamaları özetle şöyleydi:

****


         “Nallıhan’da yangın çıktığı gün ben de Beynam ormanlarında gözlem

kulesindeydim ve Pazar günü itibariyle yangın süresince evime dahi gitmedim.

Kuzey ormanlarında her sene 2-3 yangın olur çünkü gölgede 40 dereceyi bulan

yaz sıcağı yangına adeta zemin hazırlar. O yangının ilçeye kadar inmemesi

mucizeydi.. 700 civarında görevli ve 127 arazöz iş makinalarıyla birlikte yangının

söndürülmesi için herkes canla başla çalıştı. Uçaklar, helikopterler görevdeydi ve

su bulmada güçlük çektiler. Bu kadar insanın hayati ihtiyaçları dahi problemdir

yangınla mücadele sırasında ve neticede 18 Eylül’e kadar süren bir afet yaşadık,

toplamda 659 hektarlık bir alanı maalesef kaybettik..”

Ankara Orman Bölge Müdürü, “geç müdahale ve organizasyonda hata”

iddialarını doğru bulmuyor, “12 dakikada yangının çıktığı alana ulaştık” diyor.

Yanan alanın da 659 hektar olduğunu söylüyor.

****


        Evet, mevsim geçti konu kapandı ama binlerce canlıyı yok eden yangının

izleri mahallinde en çarpıcı biçimde görünüyor, kokusunu hâlâ genzinde

hissediyorsunuz. İlgililer, yetkililer olayı belgeleyecek. Kodalak’ın “1Cm alan

bırakmayıp mutlaka ağaçlandırılacağız” sözü içimize su serpti.

Yangınla mücadele gerçekten zor. “Tabii tensil” denilen seyreltme ve

sürülerin zarar vermesini önlemek üzere canlıları adeta yangına mahkûm eden

tel örgü uygulaması kafamı karıştırıyor. Biz gerçeğin ortaya çıkması, sorumluların

bulunması bir yana; yangınların çıkmaması, kuş, geyik, tilki, böcek binlerce

canlının yok olmaması için bunları yazdık. Kimseye bir kastımız da yok. Neticede

milli varlığımız, ortak değerimizdir ormanlar ve çok iyi korunması gerekiyor.

Sabah Gzt.

24 Eylül 2020 Perşembe

KORONA'YA FİLM YAPILMALI



GEL DE YAZMA

        Biz artık görerek ikna olan bir toplum olduk. Gönül gözümüze “katarakt” inmiş olmalı!

İnsanımıza bir şeyi anlatmak, inandırmak, ikna etmekte zorlanıyoruz. Bakın aylardır şu meşum

hastalık için en üst düzeyde ve her gün “Maske tak, mesafeli ol” denildiği halde çoğumuz kulak

asmıyor.

        Niye acaba?!

        Sadece Covid için değil, böyle bir yığın önemli uygulama, uyarı, tembih havada, idrak

noktamızın dışında kalıyor maalesef. İDRAK, anlama yeteneği, anlayış, kavrayış demektir, erişme,

kavuşma, ulaşma anlamındadır bir bakıma. Ama biz idrak etmede sanki acze düştük!

Maske takmayanın öteki uyarılara kulak astığı sanılmasın. Eğitim düzeyi ne olursa maske

takmamak SAĞLIK değil, AHLÂK meselesidir demiştim daha önceki bir yazımda, aynen öyledir ve

sorumsuzluktur bence. Dünya genelinde yaşanan bu salgının sadece bir sağlık meselesi olmadığı gibi..

Bilmem anlatabildim mi?!


                                                                      ****


        ABD sinema endüstrisi Hollywood, Amerikan devletinin emrindedir adeta. Dünya üzerinde

ABD adına ne icra ediliyorsa Hollywood orada olur. En yüksek teknolojiyi kullanarak Amerika’nın

Irak’ta, Suriye’de niçin bulunduğunu, Afganistan’da 3,5 milyon insanı niçin öldürdüğünü siyahi

beyaza boyayarak anlatır sinemacılar. Seyircinin gözünü boyarlar ve psikopat derecesinde bir zulmü,

masum çaresiz bir uygulama gibi gösterirler. Ağlarız filmi izlerken, duygu seline kapılırız. ABD,

Hollywood’u kendi kamuoyuna da böyle kullanır.

                                                                        ****


        Ülkemizin sinema sektörü de fena sayılmaz, artık dünya ölçeğinde filmler yapılabiliyor. Şu

birkaç aydır Covid 19 nedeniyle yaşananların niçin senaryosu yazılıp filmi yapılmaz ki? Bilhassa sağlık

çalışanlarının yaşadıkları başlı başına bir dizi konusudur. Doktorların, hemşirelerin çocuklarına bile

sarılamamaları, bir apartman ötede yaşadıkları aile hasretleri niçin dile getirilmez? Çok mu sıradan

şeyler bunlar?!


                                                                        ****


        Sadece sağlık değil, işte, minicik bebelerimiz bu salgın döneminde okula başladılar, onların

duygusal dünyaları, velilere mesajlar, biraz yetişkin çocuklarımızın sosyal medya tutkuları, aileden

kopuk gibi yaşamaları film endüstrisinin konusu olamaz mı? Kültür bakanlığımız, Corona konusunda

bir görev aldı mı mesela? Kesenin ağzını açıp mutlaka teşvik edilmelidir. Nice filmlere konu olacak, ne

hikâyeler yaşandı kim bilir? Ne dediğimi anlamamış olanlar şu sıra Amerika’da, Avrupa’da çok revaç

bulan “Social Dilemma” filmini seyretsinler. Bizzat Google, Facebook çalışanlarından dinlemeliler

insanlığın nasıl bir tuzakla karşı karşıya bulunduklarını..


Sabah Gzt.

17 Eylül 2020 Perşembe

NALLIHAN YANGINI KÜLLİYE'DE

GEL DE YAZMA 

       Yanan ormanların hesabını birilerinin vermesi gerekir. Nallıhan’dan sonra Kızılırmak Deltası kuş cennetinde çıkan yangında da 1000 hektar alan kül oldu. Normal yangınlardan öte bir durumdur orman yangınları, geleceğimizin yanmasıdır.

            900 Hektarlık Nallıhan yangınının ardından Kızılırmak Deltası kül oldu. UNESCO dünya mirası listesindeydi delta, gördünüz mü bilmiyorum, zengin kuş çeşitliliğine sahip, göçmen kuşların uğrak yeri güzelim deltanın önemli bir kısmı yandı kül oldu. Başlangıç cümlemi tekrar ediyorum: Bu yangınların hesabını birilerinin vermesi lazım.

                                                    ****

        Nallıhan’daki yangının raporu Cumhurbaşkanı’nın önüne geliyor. Aslında bağımsız bir denetim grubu oluşturup bütün önemli yangınlar hakkında birer rapor alınmalı. Ne zaman yangın başlamış, müdahale ne zaman olmuş ne kaybedilmiş tek tek soruşturulmalı. “Mevsim gereği her sene olur” diyerek yangınlar asla geçiştirilmemelidir.

        Kendisi de Nallıhanlı olan Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan’ın tespitleri önemli. Ceylan, geç müdahaleyi 1. Sebep olarak görüyor. Organizasyon bozukluğu, sevk ve idarede kopukluk yangının büyümesinde ikinci sebep. “Personel orman yollarını bile bilmiyor” diyor. Niye? Çünkü başka yerden getirtildiler. 4. Sebep “Tabii Tensil” denilen kesim atıklarının öbek öbek orman içinde bırakılmış olması Nallıhan yangınını körüklemiş. Soğutmada da yetersizlikler yaşanınca yangın büyümüş.

                                                       ****

        Dediğim gibi, bir rapor halinde bu yangın Cumhurbaşkanının da önüne gelecek. Ormancıların şapkalarını önlerine koyup düşünmeleri gerekir. Tek bir ağacın dahi yanmasına bu milletin tahammülü yoktur. Bilhassa ardıç, ormanın altın ağacıdır, her yönüyle çok değerlidir. Kuş cenneti yangınları ise bütün vicdanları sızlatır.

        Hataya tekrar düşmeden, bütün orman yangınlarımıza esasen milli savunma konusu kadar hassasiyet gösterilmesi icap eder. Milli varlığımıza ve Ormana kast edenin cezası affolunmaz.  

Sabah Gzt.

 


10 Eylül 2020 Perşembe

NALLIHAN'DA İÇİMİZ YANDI

 GEL DE YAZMA  


Nallıhan yangını Ankara’nın afetidir. Doğa-çevre anlamında her ilin bir yumuşak karnı vardır. Mesela İstanbul, bilim insanlarının “kaçınılmaz” dedikleri o büyük depremin kâbusu ile yaşamaktadır. Diğer illerin de böyle yöreye has özel durumları vardır. Ankara’nın ormanları da öyledir ve Başkent için önemlidir.


Çankaya’dan Keçiören’den ibaret değildir Ankara.. Nallıhan’ı, Elmadağ’ı, Koçhisar’ı velhasıl her hal ve şartı ile Ankara’dır.


Nallıhan’daki orman yangının külleri henüz soğumadı. Üzerinde durulması gereken bir olaydır ve yalnız Ankara için değil, Türkiye için önemli bir olaydır bu yangın. Nallıhan yangınının mercek altına alınması gerekir.


****


Nallıhan’daki yangın anlayan, bilen, yaşayan insanların ciğerini yaktı. Bunlardan biri de Nevzat Ceylan. Nallıhan’da doğmuş büyümüş bir insan Nevzat Ceylan. Siyasete atılmadan önce Milli Parklar’ın da en üst derece yöneticisiydi, genel müdür olarak görev yaptı. Nallıhan’’daki yangın başlayınca orman işçisi gibi gece gündüz bizzat mücadele ettiğini gördük. Söylediği bir şey var Nevzat Bey’in; “Ormanları yok eden yangınlar değildir” diyor. Öyleyse geriye müdahale biçimi kalıyor. Bu noktada ben de orman yangınlarına zamanında ve doğru biçimde müdahale edilmiyor mu diye sormak istiyorum?!


****


Orman yangınlarına karşı uçağı, helikopteri ve her türlü mücadele ve müdahale araçlarını devletimiz sağlamış bulunmaktadır. Teşkilatın her türlü donanımı tam ama gelin görün ki yangınların önü alınamamaktadır.


Ormanlarda kimin yangını çıkardığı önemlidir ama yangınların neden zamanında söndürülemediği bundan daha önce gelen bir sorudur ve sorudur.


Nallıhan’da 900 hektar ormanı kaybettik. Yalnız ağaçlar değil, güzelim yaban geyikleri, kuşlar, bütün canlılar bu yangında can verdiler. Ormana zarar vermesin diye çekilen tel örgüler içinde kalan geyikler yangından kaçamamış kavrulmuşlar. Bir yanlış uygulama da bu tel örgü uygulamasıdır.  


****


Nevzat Ceylan, yangının büyümesini geç müdahaleye bağlıyor. Teşkilatın moral motivasyonunun da önemine dikkat çekiyor. Bir süre ben de Orman Bakanlığında, Ormancıların içinde görev yaptım. Ormancıların da meslek taassubu içindeler. “Kol kırılır yen içinde kalır” derler ve olayları kapalı devre tartışırlar. Ağaçlandırma çalışmalarını olabildiğince duyurup, ne kadar alanı ağaçlandırdıklarını gururla anlattıkları halde yangınları hiç konuşmazlar. Bunun da konuşulup tartışılması gerekir Bu konuya devam edeceğiz. 

3 Eylül 2020 Perşembe

MÜNHASIR ZAMANLAR

 


Ahmet Tezcan


Aşure günlerindeyiz, Muharrem ile başlayan Haram aylar hürmetli aylardır. Öteki

aylar hürmetsizdir anlamına değil, MÜNHASIR yani hasredilmiş bir zaman dilimi.

Şu sıralar çok duyduk bu kelimeyi. Münhasır, sondaj için ekonomik bölgeyi işaret

etmez, sadece bir yer işaretçisi değildir yani, zamanlar da hasredilir.

Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve mübarek ÜÇ AYLAR’ın başladığı Recep haram

aylardır.

Ramazan sonuna kadar ibadete hasredilmiştir.

Kurban, Hac, oruç, kandil geceleri..

Kötü alışkanlıkların terki, ibadet ve güzel alışkanlıkların sürekli hale dönüşmesi

için önemli bir fırsattır bu aylar. Sadece ibadet değil, çalışmak, üretmek, okumak

ama dini vecibeleri de yerine getirerek değerlendirilmesi gereken bir zaman.


****


Şimdiki nesil bunları bilmiyor anlatmak lazım.. Sünnet nedir diye sorulunca

utanıyor, elini ağzına kapatıp gülüyor, sonra “Şey işte..” diyor, kestirmekten söz

ediyor. Ona sünnet olurken de bir şey söylenmemiş. Sünnet elbisesi, davul-

zurna, vur patlasın çal oynasın onu hatırlıyor yavrucak.

Derin anlamları vardır bu ayların. Aşure aşını kaşıklarken kaçımız Nuh Nebiyi

hatırlıyor?! Hz. Âdem’in tövbesi, Hz. İbrahim’in ateşten kurtuluşu, Hz.

Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişi bugün kimin

gündemidir mesela? Muharrem’in 10’unda kaçımızın evinde aşure kaynar?!


****


Artık şehirli olduk GÜVENLİKLİ SİTELERİ doldurduk. KOMŞULUK adına SIFIR bir

hayat! Zavallı, acınası bir yalnızlık içinde güya birlikte oturuyoruz! Whatsapp

Grubu gibiyiz. “Aidatı 50 TL artırdık, arabanızı garajdan çıkarın” gibi bu yolla

gönderilen mesajlardan birilerinin bizi yönettiğini fark ediyoruz ama komşuluk

yok.. Oysa komşu; evlattan, anadan, yârdan önemli. Neredeyse birbirinin

mirasçısı olacaktı komşular. Bu dinin Güzel Peygamberi “o kadar bahsedildi ki

öyle sandım” diyor. Selam, sevgi, saygımız onun üzerine, âline, ahfadına olsun.

Aşure, birbirimizi görmek, tanımak, ikram etmek, hâl-hatır bilmek, sevmek için

de bir fırsattı eskiden, Muharrem de onun zamanı.

Şimdilerde hürmetli aylarda savaş konuşur olduk. Habire tamtamlar vuruyor

Doğu Akdeniz’de. Tamtamın başında eli kanlı Fransa vaveyla yükseltiyor. Bu

yakada ise ZAFERLERİN MİLLETİ Ya Sabır çekiyor. İş başa düşerse de en az 100

yılın hesabı görülür.

27 Ağustos 2020 Perşembe

MASKE DEĞİL, SAĞLIK!



GEL DE YAZMA 


Ahmet Tezcan

Maske-mesafe uyarıları hedefine ulaşıyor mu? Çarşıya pazara bakarsak pek

uyulmadığı hissine kapılıyoruz. Maskesini kolda, çenede veya burnunu açıkta

bırakarak kullananların çoğunluğu hemen dikkat çekiyor.

Sağlık Bakanı Koca açıkladı, EN RİSKLİ 6 İL; İstanbul, Ankara, Gaziantep,

Şanlıurfa, Bursa olarak sıralanıyor. Çorum, Kayseri, Konya, Diyarbakır da aynı

durumda. Daha pek çok il bu sıralamaya dahil edilebilir durumda.

Yüksek riskli 6 il içinde ANKARA maalesef ikinci sırada yer alıyor. Söz açılınca

Ankara’nın BAŞKENT ve bu şehrin çoğunlukla MEMUR ŞEHRİ olduğunu söyleriz.

Hani nerede?


****


Korona uyarıları neden adrese ulaşmıyor? Amiyane tabirle çoğunlukla mürekkep

yalamışlığımız nerede kalıyor? Demek ki bu konunun diplomayla filan ilgisi yok!

Ya neyle ilgisi var?

Maske kullanıp kullanmama, meseleyi hafife alma, uyarıları önemsememenin

bence sorumluluk duygusuyla, aile terbiyesiyle, ahlâkla ilgisi var. Salgına rağmen

burun buruna, adeta sarmaş dolaş bir hayat sürüp gidiyor.

Maskeye dikkat etmeyenlerin mesafeye, temizliğe ve diğer uyarılara dikkat

gösterdiklerini mi sanıyorsunuz? Hiç sanmam!

Kına, nişan ve düğünlerde, asker uğurlamalarında, taziyelerde sorumsuz hareket

ediliyor da çarşıda pazarda esnaf- sanatkâr maskesiz dolaşmamaya çok mu özen

gösteriyor? Bakın çevrenize, dükkân komşularının kapı önünde burun buruna

tavla oynadıklarını görürsünüz. Bunların aileleri, çocukları, komşuları, akrabaları,

arkadaşları var. Taşıyıcı iseler hepsi risk altındalar.


****


Ne olsun yani?

Her gün 20-25 kişi bu korona virüsden değil, SORUMSUZLUK YÜZÜNDEN

ölmeye..

Her gün 1500-2000 kişi bu hastalığa yakalanmaya devam mı etsin?

İlelebet maskeli bir hayata mahkûm mu olalım?

İşte, olayın sadece bir sağlık sorunu olmadığı ortada. Öyle olsaydı makul süre

içinde inanın bu sorunu çözerdik. Bir virüs aylarca gündemde kalmaz, en önemli

endişe kaynağımız olmazdı. Böyle giderse maskenin, giyim-kuşamın bir parçası

olmaya devam edeceği bilinmelidir.