16 Temmuz 2020 Perşembe

Ayasofya ve 15 Temmuz




GEL DE YAZMA 
Ayasofya’nın ibadete açılmasının yankıları sürüyor. 15 Temmuz ihanetinin de
üzerinden tam 4 yıl geçti. Peki, bu ikisi arasında bir ilişki var mıydı? İşte bu
yazımızın esası bu olacak. Önce Ayasofya ile ilgili söyleyeceklerimiz var.
Bir kere bu millet Ayasofya’nın müze yapılmasını bir türlü kabullenememiştir.
Beş asırlık İslam mabedinin MÜZELİK olması milletin gönlünde makes
bulmamıştır. Muhteşem bir imparatorluğun paramparça olması maşeri vicdanı
kanatmışken; fethin sembolü, ecdat mirası Ayasofya’nın vasiyete rağmen
müzeye çevrilmesini kim ister? O fetih ve komutanı, dahi Hükümdar Fatih
Sultan Mehmet Han’ın İslam inancında dillerde ve gönüllerde pelesenk bir
karşılığı vardır. Fatih, bu fetihle Peygamberimiz (SAV) Efendimizin övgüsüne
mazhar olmuşken, ÖVÜLMÜŞ KOMUTAN’ın vasiyeti yok sayılabilir mi? Neticede
86 yıllık hasret bitmiş, Ayasofya’mız kim ne derse desin yeniden cami olmuştur.
Muhteşem mabed ziyarete de artık 7/24 açık olacaktır.

****

Ayasofya’nın ibadete açılması kararı DİNÎ değil MİLLÎ bir meseledir ve
aidiyetle alâkalıdır. Herkes elbet aidiyetine uygun söz ve davranış gösterecektir.
Bu kararın anlamı şudur: Ayasofya bizimdir ve nasıl kullanılacağına ancak biz
karar veririz. Çoğu kavram ve tanımlar dini olsa da olay millidir. Öncelikle bunun
iyi anlaşılması gerekiyor. “Namaz kılacaksanız cami mi yok” sözleri safsatadır.
“Zulüm 1453’te başladı” diyenlerin ürettikleri bir safsatadır. EGEMENLİK, Kayıtsız
Şartsız Milletinse Ayasofya kararı da millete aittir. Bu millet Ayasofya’yı elinde
kalan bu son vatan parçasının bir mührü, bir bakıma tapusu olarak görmektedir.

****

Sütü bozuk bir hamle ile bu millete ve vatana ihanet edenlerin giriştiği 15
Temmuz darbesi eğer başarılı olsa idi bakın ne olacaktı.
Hassasiyeti çok iyi bildikleri için hemen Ayasofya’yı ibadete açarak milletin
gönlünü almaya, ortalığı yatıştırmaya çalışacaklardı. Pensilvanya’daki
Besleme alay-ı vâlâ ile Türkiye’ye getirilecek ve ilk Cuma namazı onun
imametinde Ayasofya’da kılınacaktı. Gönlünde bu muhteşem mabedin 86 yıldır
cami olmasını besleyen ve bekleyen halkın Cuma namazı için akın akın İstanbul’a
gelmesi sağlanacak, Divanyolu’na uzanacak milyonluk cemaatle büyük bir gövde
gösterisine sahne olacaktı İstanbul. Ayasofya’yı da kullanacaklardı bir bakıma. En
dekolte TV’ler bile ekranlarını ardına kadar açacaktı bu iş için. Darbenin asıl
sahipleri de Türkiye’de FETÖ eliyle elde edecekleri “İslâm görüntülü iktidar” ile
yalnız Türkiye’yi değil, halkı Müslüman olan tüm coğrafyaları tek elden, Türkiye
üzerinden ve perde gerisinden yöneteceklerdi. Yönetme ne kelime, iliklerine
kadar sömürmeye devam edeceklerdi. Asıl o zaman MÜZELİK olan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti olacaktı.
Şu çok iyi bilinmelidir ki; Ayasofya kararına tepki aslında Türkiye’nin
egemenlik hakkınadır o kadar.
Ve 24 Temmuz’da kim mihraba geçer söylemeyeceğim ama ilk Cuma namazı
Fetih Suresi ile kılınacak ve manevi coşkusu çok yüksek olacak. Her 24
Temmuz’da da bu yaşanacak.

9 Temmuz 2020 Perşembe

Baronun kelime manası..



GEL DE YAZMA

Ankara’da 20 bine yakın avukat var. Yaklaşık rakamlarla İstanbul’da 50 bin,
İzmir’de 10 bin, toplamda 130 bin avukat varmış memlekette.
Kanunlaşma yolundaki çoklu baro sisteminin hararetle müzakere edilmekte
olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Milletvekillerinin 132’si hukukçu ve
bunların 130’u kendisini avukat, hâkim ve savcı olarak başkanlığa deklare etmiş.
Millet onlardan usulet ve suhuletle bir baro sistemi ortaya çıkarmalarını
beklemektedir.
“Benim avukatlık işim olmaz” demezseniz bir hesaba ve de nüfusumuza göre
hali hazırda 500 kişiye bir avukat düşmektedir.
Türkiye’de kaç hukuk fakültesi var derseniz; tam 132 hukuk fakültesinin her yıl
mezun verdiğini biliyoruz. Az mıdır çok mudur onu barolar bilir. Avukat olduktan
sonra yakaya iliştirilen BARO rozeti itina ile emeklilikte bile taşınır. Yakasında
mezun olduğu fakülte rozetini taşıyan avukatlar ise bir elin parmakları kadar bile
değildir nedense?!

****

Baro, Fransızca “barreau” kelimesinden dilimize geçmiş, BARON kelimesiyle bir
irtibat ve iltisakı yok. Avukat da Fransızca bir kelime. Bin yıl üç kıtada hüküm
sürerken nasıl bir hukuk düzeni vardı bu kavram ve kurumların karşılığı neydi
unuttuk
Baro ne anlama geliyor diye merak ettim, şaşırtıcı ve bir o kadar da düşündürücü
bir cevap çıktı karşıma:
Baro, kelime olarak “engel, mahkemede avukatları hâkimden ayıran
bariyer” anlamına geliyormuş! Avukat da “savunucu” demek oluyor ama
Latince “bağırıp çağırmak” anlamına gelen “vocare” kelimesinden türemiş, ilginç!

****

Barolar bir kamu kuruluşu değildir, devlet yapısı içinde yer almazlar. Neticede
TOBB gibi TESK gibi meslek kuruluşlarıdır. “Peki, neden resmi (siyah) plakalı
araç kullanırlar devlet gibi?” derseniz o başka bir tartışma konusudur. Sivil
bir toplum kuruluşu yani STK iken resmi plaka kullanma ihtiyacında olanlara
sormak gerekir!
Velhasıl barolar, tamamen bağımsız, hukukun ve adaletin sağlanması yolunda
hizmet etmek durumundadırlar ama bizde öyle değildir. Çoğunlukla CHP’nin arka
bahçesi gibi Altıok hizmetindedirler adeta ve sözde laikliğin amansız
savunucularıdır. Duyarlılıklarını hep bu yönde kullanırlar, saniyen hukuk ve
adalette. CHP’nin de her kademedeki yönetimine, görevine potansiyel aday
olarak her hal ve şartta orada, baroda hazırdırlar ve statükoyu da korurlar.
Statüko denen mefhumu da bir başka yazımızda inceleyelim.  09.07.2020   

2 Temmuz 2020 Perşembe

Başkentin Başkanları

GEL DE YAZMA

Başkentin başkanları ne yapıyor, nasıl çalışıyor ancak mahallinde yaşıyorsa vatandaşın onlardan haberi oluyor. Ana akım medyanın onlara ayıracak zamanı yok! Zaman zaman "bizden yazmıyorsun" gibi sitemlerle karşılaşıyoruz. Başkentin başkanlarından vatandaşı haberdar etmek elbet bizim de görevimiz, SABAH Ankara bunu layıkıyla yapıyor, biz de fırsat buldukça köşemizde dile getiriyoruz.

Sincan Belediye Başkanı Murat Ercan muhtarlarla istişarelerine devam ediyor. Geçen hafta son toplantıda Başkan Ercan, muhtarlara belediye faaliyetleri ve devam eden projeleri anlattı ve onların taleplerini not aldı. 

Kahramankazan Başkanı Serhat Oğuz ilçe ziyaretlerini sürdürüyor. Son olarak sanayicileri ziyaret etti. Sanayi alanında yoğun potansiyele sahip olan ilçedeki fabrika, üretim tesisi ve iş yerlerinde hayli çalışan var. Oğuz, çalışanlara kolaylıklar diledi ve "İstihdam yaratan, üreten herkes baş tacıdır" dedi. Onlar için elimizden geleni yapıyoruz" dedi. 

Altındağ vatandaşın rahat bir ortamda alışverişlerini yapabilmesi için 3 mahallede yapımına başlanan semt pazarları yakında tamamlanacak. Karacaören, Karapürçek ve Gültepe mahallelerinde oturan vatandaşlar sabırsızlıkla inşaatın bitmesini bekliyorlar. Başkan Asım Balcı, mahalle sakinlerinin rahat ve güvenli bir biçimde alıveriş yapabilecekleri kapalı semt pazarlarında her detayı düşündüklerini söyledi. Asım Balcı Kurban Bayramı hazırlıklarının da başladığını kaydetti.

Keçiören Başkanı Turgut Altınok makamda nadir oturur. Bunu başkanın çevresindekiler söylüyor. Her fırsatta Keçiörenlilerle beraber olan Altınok, Kartaltepe'deki Dağ Kızağı Parkı'nı tanıttı. Kent Ormanı Mesire Alanı'ndaki park için "heyecan arayanları buraya davet ediyoruz" dedi. 

Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar, temizlik İşleri için yeni hizmet binası çabasında. Geçen hafta inşaat alanını ziyaret etti. Yaşar, salgının başlangıç günlerinde temizlik çalışanlarının gece gündüz demeden Yenimahalle'yi dezenfekte ettiklerini yeni bir hizmet binasıyla onların ödüllendirileceğini ifade etti. Macun Mahallesi'nde yapılacak olan bina birkaç ay içinde tamamlanacak. 

Vatandaşın köpeklerden şikâyetleri hiç eksilmiyor. Bilhassa Çankaya bölgesinde, Yaşamkent'te köpek çeteleri özellikle çocukların güvenliğini tehdit ediyor bizden söylemesi. Başkentin başkanlarına burada bu köşede her zaman yer olacak, yeter ki çalışsınlar.

Giriş Tarihi: 2.7.2020

Sabah Gzt.

25 Haziran 2020 Perşembe

Face-food(!) hayatlar!

GEL DE YAZMA 

Simit, tost, döner, lahmacun, pide, döner, hamburger, soğuk sandviçler, pizza, kızarmış patates, parça tavuk, balık-ekmek çoğumuzun iştahla tükettiği yiyeceklerdir ve adına ne derseniz deyin bu tür beslenme giderek yaygınlaşmaktadır.

Fast-Food ve Facebook; ağzımız yemekte, gözümüz eğlenmekte olan bir hayatı ancak böyle anlatırız, özeti bu. Bizim büyüklerimiz “Yavrum nerene yiyorsun?” derlerdi. FAST-FOOD olarak karşımıza çıkan AYAKÜSTÜ beslenme tarzının sadece yemek içmek ile ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bunu yalnızca beslenme biçimi olarak anlamak konuyu anlamamak ve eksik tanımlamak olur. Salgına yol açan virüsün sadece sağlık sorunu olmadığı gibi!..

****

İnsanların her alanda olduğu gibi beslenme konusunda da büyüklerinden öğrendikleri alışkanlıkları vardır. Biz buna kültür diyoruz. Fastfood, bir beslenme kültürüdür. Kelimenin tarifinden de bu açıkça anlaşılmaktadır. Acıktığınız zaman hemen doymak isteyeceksiniz. Fastfood bu ihtiyaca masum bir pratik çözüm olarak geliştirilmiş olabilir. İleri zamanlarda OBEZİTE gibi giderek yaygınlaşmakta olan pek çok sağlık sorunu ortaya çıkardığı saptanmış olmakla birlikte; fast-food beslenme bütün dünyada benimsenmiş ve maalesef ortak bir kültür haline gelmiştir.

****

Ne yediğimiz, nerede yediğimizden önce yiyip içmenin bence zamanı da şekli de önemlidir. Dolayısıyla konuya her açıdan bakmak gerekmektedir. Bizim toplumumuzun beslenme biçimiyle karşılaştırıp karşı çıkarsınız yahut benimsersiniz. Bizim ülkemizde genellikle ailecek yemek yeme alışkanlığı vardı. Bugün ise aile ancak hafta sonları bir araya gelebilmektedir, o da belki!

Yemek saati alışkanlığımız ortadan kalkmıştır. Çocuklar sofra adabından uzaktır, çağrıldıklarında “ben tokum” gibi uzaktan işittiğiniz ses zaten her şeyi anlatmakta, aile olarak birlikteliğinize cevap vermiş olmaktadır. Maske taktıramadığımızı, söz dinletemediğimizi, özetle çocuklarımıza bakıp yabancılaştığımızı düşünüyorsak her şeyi ile birlikte düşüneceğiz.

Ne yiyor, yediriyoruz, nasıl giyinip giydiriyoruz, nasıl yaşıyoruz; başımızı biraz(!) dijital platformlardan, bilhassa cep telefonundan kaldırıp iki elimizin arasına alma zamanıdır. Sonra çok geç olur.

18 Haziran 2020 Perşembe

Bir hayat ve bir kitap

GEL DE YAZMA
    Arkadaşınızla doğup büyüdüğünüz mahallede motorunuzla dolaşıyorsunuz. Yağmur atıştırmaya başlayınca bir kenara çekiyor ve hemen oradaki lokantada boş bulduğunuz iki sandalyeye oturup servis açan garson kıza verdiğiniz siparişlerinizi beklerken, kasada oturan şişman adam eliyle işaret ederek; “o masaya servis yapma” diyor. Dönüp “Üzgünüm” diyor garson kız da servis yapamayacağını söylüyor. 
    Olayı yaşayan şampiyon boksör Muhammed Ali’yi 2016 Haziran’ında kaybettik. Yaşadıkları ile O, İnsan Hakları ve Hak Savunucularına BAYRAK oldu. Belçikalı, Sovyet, Avusturalya ve Polonyalı boksörleri ringe serip finalde olimpiyat şampiyonu olarak ülkenizi temsilen dünyaya adınızı duyuracaksınız ama doğup büyüdüğünüz semtte -ırk ayırımı yüzünden- lokantaya oturup yemek dahi yiyemeyeceksiniz?! 
****
    Motosikletli çetelerin hakaret ve saldırılarından kurtulup eve dönerken, henüz Muhammed Ali adını almamış şampiyon boksör Cassius Clay, tişörtünün altında taşıdığı altın madalyayı üzerindeki yürüdükleri köprüden Ohio nehrinin derinliklerine fırlatıp atıyor.
Muhammed Ali bizim gençliğimizin bir anlamda güç simgesiydi. Yeni yetmelerin cesaret ve övünç duydukları bir isimdi. Azılı rakipleri Frezier ve Foreman müsabakalarını izleyebilmek için sabahın dördünde uyanıp kahvehaneye koştuğumu hatırlıyorum. Ünlü sunucu Orhan Ayhan da maçları anlatmak üzere stüdyoya giderken sabaha karşı evlerin ışıklarının nasıl birer birer yandığını hayretle anlatır. O müsabakalarda ülke ayağa kalkardı. 
****
    Muhammed Ali’nin hayatını Tamer KORKMAZ’ın kaleminden kitap olarak çıktı. Cümle Yayınlarından çıkan kitabın adı ilginç. Müslüman olduktan sonra bile ona Muhammed Ali demeyip ilk ismiyle anan boksörleri ringde döverken “BENİM ADIM NE, SÖYLE?” diyormuş. Bu soru kitaba isim olmuş: Benim Adım Ne? O bu soruyu sadece rakiplerine değil, kendisini rengiyle, inancıyla kabul edemeyen herkese soruyordu. 
    Bugün Amerika bir iç isyan yaşıyor adeta. “Süper gücün(!)” yaşadığı karışıklıklar da bu soruya ABD’de halâ cevap verilemediğini gösteriyor. Dünyanın pek çok yerinde bu HAK GASPI, bu İLKELLİK yaşanmaya maalesef devam ediyor. Korkmaz’ın kitabı dünyadaki ırkçılığı, ayırımcılığı derinden anlamamıza önemli katkı veriyor. Bütün zamanların en iyi boksörü kabul edilen dünya şampiyonu bir sporcunun ibretamiz hayat hikâyesinden öte; tam da bugünlerin kitabı, nefis bir üslupla kaleme alınmış, tavsiye ederim.    

5 Haziran 2020 Cuma

Maskeyi hiç sevmezdim!

Korona virüsü hayatımızı alt-üst etmişken, Ankara’nın Kale’sinden,
Kule’sinden mevzularla yarenlik etmeyi uygun bulmuyorum. Haziran ile beraber
Türkiye, kısmen kısıtlı YENİ NORMAL hayata geçerken, NORMAL ile yenisinin
kıyaslanması gerekiyordu. “İnsanlığa karıl” diyordu Hz. Mevlâna, ben de
Başkentin sokaklarında insanlara karıldım; dükkanlar açılıyor, lokantalar müşteri
beklemede, iş yerleri, daireler, duraklar hareketlenmiş.
“Salgın yüzünden evimize hapsolmuştuk” filan diye asla şikâyetamiz laflar
edecek değilim. Virüs bir bakıma evimizi, ailemizi yeniden keşfetmede faydalı
bile oldu ve ne güzel oldu. Birçok arkadaşımdan da bunu duydum.
Yeni Normal vatandaşı rahatlatmış gözüküyor. Kısıtlamalar kademeli
kalkarken, 3M denilen MASKE, MESAFE, MESKEN tedbirlerini asla ihmal etmemek
gerekiyor, en azından bir süre daha..
****
Bundan önceki yazımda virüsü kastederek; SADECE BİR SAĞLIK SORUNU
olarak görmenin yanlış olacağını yazmıştım. Korona’nın başta EKONOMİK olmak
üzere sosyolojik, psikolojik, dinî, siyasi hattâ askeri tesirleri olduğunu, bu süreçte
dünyanın çok büyük zarar gördüğünü izah edecek değilim. Sabah akşam
medyanın gündemi bunlar. Kamera uygulamasıyla da internetten bütün
dünyada, büyük metropollerde hayatın durduğu apaçık görünüyor. Canlı izliyoruz
adeta ölümleri! Yüz binlerle ifade ediliyor. Biz de 4 bin insanımızı kurban verdik.
Kâbe dahil bütün mabetlerin boşalması az şey mi?!
****
Virüs yüzünden bütün bu yaşananları yalnızca tıp ve fen bilimleriyle izah
etmek dedim, YANLIŞ olur. Bunun başkaca izahları da olmalı?! Hastanelerde
insanlar can çekişirken ozon tabakasının kendini yenilemesi nasıl izah edilir?
Hunharca tahrip ettiğimiz doğa ve çevre biz sokaktan çekilince kendini tamire
başladı!
Ama esas kaybı ben, dün sokağa çıkınca, insanlara karılınca keşfettim.
Maske yüzünden yüzlerimizi kaybettik, yüzümüzle ne çok şey kaybettik?
Mimikler kayboldu; kızgın mı, üzüntülü mü, yorgun mu çözemez olduk
birbirimizi, perdelendi gülücükler, kayboldu. Maskenin her türünü zaten
sevmezdim, bunu da hiç sevmedim, ben en çok insan yüzlerini özledim.
Dile, dudağa dökülmeden sözler, meğer ne çok şey ifade ediyormuş
yüzler?!.. Yüz üzerine söylenen dedim kendi kendime; şarkılar, şiirler boşa
değilmiş!!!

28 Mayıs 2020 Perşembe

Yanlış nerede?

Yaygın ifadeyle izole yani tecritte bir bayram geçirdik. Nice Bayramlara
dileğimiz ‘salgın’sız, virüssüz, engelsiz kutlayacaklarımıza olsun inşallah. Bayram
kelimesi esasen "sevinç-eğlence günü" anlamına geliyor. Kimi inanışa göre
bayramlar mutluluğun esas merkezi olan cennetten dünyaya salınmış tadımlık bir
sevinç numunesi olarak tarif ediliyor ama el’an yaşananlar da ortada.. 

****

Her şey bize yani insana, onun tavır ve davranışlarına bağlı. Benim
inancıma göre zaten her şey insanda başlayıp insanda bitiyor. Kime neyi
yaşatırsak onu yaşayacağımız muhakkak. Değişmez, İlahî bir kuraldır bu. İnsan
olacaksınız ama insana, hayvana, doğaya düşmanca davranacaksınız. Bu kabul
edilebilir değildir.

****

İnsanı, hayvanı, doğayı, dünyayı çok HOR kullandık. Tek hecede söylenir
geçer ama çok şey ifade eder bu kelime; Hakir görmek, aşağılamak, sefil hale
düşürmektir hor görmek. Biz ne yaptık; köpeği sevdik ama insana düşmanca
davrandık. EŞREF (en şerefli) bir mahlûktur insan, yeryüzü, gökyüzü, dağlar
denizler onun beslenmesi, barınması için yaratılmış, bütün varlıklar onun emrine
verilmiştir. Ama insan olmak şartıyla. En vahşi hayvandan melekî yapıya kadar
insanoğluna en geniş yelpazede muhtelif seçenekler sunulmuştur. Bunun
karşılığını da mutlaka görecektir. Nasılsak öyle muamele görürüz.

****
Dünya üç aydır bir salgın, bir felaket yaşıyor. Herkesin evlere tıkıldığı,
metropollerin boşaldığı, ekonomilerin felç olduğu, bütün mabedlerin kapandığı bir
tam bir felaket yaşanıyor. Ölümlerin gerçek sayıları belli değil. Herkes
açıklananla açıklıyor durumu.

****

Yaşananları geçmişte de benzeri yaşanmış “SADECE BİR SAĞLIK SORUNU”
olarak görürsek, yandık demektir. Büyük bir yanlışın içine düşmüş oluruz bence.
O zaman “Niye?” diye sorarız. Cevabını tıp ve fen bilimleriyle vermeye kalkmak
yetmez. Biz evimize çekilince dünya yenilenmeye başladı, ozon tabakası
onarılmış, çevre temizleniyor, doğa tazeleniyor.. İnsanoğlu hastanelerde can
çekişirken dünya için bu olumlu gelişmeler niyedir sence?

****

İnsan olarak bazı kavramları iyice düşünmemiz gerekiyor. Belki bizim de
fabrika ayarlarına dönmemiz isteniyor. Bunu daha önce de yazdım; “İnsan”
kelimesi, “ünsiyet” den geliyor, ünsiyet; arkadaşlık, tanışıklık, ahbaplık
demek oluyor ey insan, mahallede birbirimize selamı, kelamı kesip birbirimizi
yiyip bitirirken güzellik bekleyebilir miyiz?!

21 Mayıs 2020 Perşembe

Kutsala Saygı



Her insanın bir kutsalı vardır, kutsal olmadan yaşanmaz, yaşansa da o hayatın anlamı olmaz. 
Ayların seçilmişidir Ramazan, "sultan" olarak adlandırılır. Kadir gecesi de içinde saklı bir "müstesna bir an.." Yaratıcı'nın zamana iltifatıyla insana sunulmuş bir fırsattır adeta; durmak, düşünmek ve arınmak için. Ölüm korkusuyla evlere kapandığımız şu günlere rastlayan bu mübarek gecede virüsle gelen afetin afiyete tebdili için o gecede dua dua ellerimizi semaya açtık, yerin göğün sahibinden yardım istedik. Bayrak bayrak Türkiye'nin 19 Mayıs coşkusu da balkonlardan taştı, milli-manevî duyguyu birlikte yaşadık.
***

Dedim ya herkesin bir kutsalı var. Ankara'mızın en önemli ziyaret makamında, Hacı Bayram Veli Camii ve Türbesi önünde motosikletli densizliğe değinmeden geçemeyeceğim. Drift kelimesini merak ettim, baktım, "sürüklenme" demekmiş tam da icracısına uygun ifade. Dua etsin sokağa çıkma yasağında icra etti bu densizliği, normal günde, mekânın ziyaretçileri önünde buna asla cesaret edemezdi. Türbe önünde motosikletle sürüklenenlerin Büyükşehir Belediyesi'nden olmalarına şaşırmadım desem Mansur Başkan kızacak. Rezaleti duyduğunda ne yaptı acaba; "İyi yapmışsın oğlum, aferin" dediğini sanmam?! Valilik cezalandırmış, para cezası kesmiş "hız ihlali ve aşırı gürültü" den.. Türbesi önünde bir mübarek zata saygısızlığın cezası yok ki!
***


Ecdadın mübarek mekanlara saygısını anlatması bakımından tarihin çarpıcı bir hikâyesi var, yeri gelmişken anlatmalıyım. Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han Hicaz'a demiryolu döşettirir malum. Devletin siyasî hakimiyeti, mukaddes toprakları ziyaret eden Müslümanların güvenliği, en önemlisi de Hac yolculuğunu kolaylaştırmaktır maksat. Tam 6 bin kilometre ve zamanın ÇILGIN PROJESİ. Avrupalılar, "başarılması imkânsız, fantezi" olarak bakarlar projeye. Demiryolu temeli 1900 yılının Eylül ayında Şam'da atılır. İnşaasında "amele- i mükellefe" statüsüyle yöre halkı, askerler, Mühendislik Mektebi öğrencileri görev alır, Avrupalı ustalar da çalıştırılır. Hicaz Demiryolu hikâyesi aslında, Anthony Quin'in başrolünü oynadığı Mustafa Akad'ın ünlü "ÇAĞRI" filmi benzeri efsane bir tarihî dizi film olmalıdır ama kim yapar, nasıl olur?! Şimdi sıkı durun.. Demiryolu inşaatı Medine-i Münevvere`ye 20 km yaklaştığında Sultan Abdülhamid Han, "Medine merkezine kadar raylara keçe döşensin" emrini verir, sırf Peygamber Efendimiz (S.A.V) rahatsız olmasın, tren sessizce o mübarek beldeye yaklaşsın diye. 
Ecdadın hassasiyetini düşünebiliyor musunuz, bir de Hacı Bayram hazretlerinin huzurunda drift atanı?! Veliler peygamber vekilleridir.



19 Mayıs 2020 Salı

Hayatın İdamesi?!

Giriş Tarihi: 14.5.2020

Koronavirüs salgını sağlığımızı olduğu kadar ekonomiye de namütenahi tesir ediyor. Aksini düşünmek mümkün değil. Hayatın her alanı salgından çok olumsuz etkileniyor. Geçimini sağlayabilmek için günlük çarkını döndüremeyen pek çok kesim var. İnsanlar dükkân, ev, araba sair ihtiyaçlar için borçlanmışlar ama salgın yüzünden ödemeler yapılamıyor. Bırakın ödemeyi geçim sıkıntısına düşenler var. İBAN numarası verip ihtiyaç ifade edemeyen bir yığın insan var. Bu noktada "iyi ki devletimiz var" diyoruz ve imkânların nasıl seferber edildiğini görüyoruz. Salgının Ramazan'a rastlaması da ilginç, belki bir lütuf! Ayın bereketi salgının olumsuz tesirini bir ölçüde kırıyor.

Sadece hizmet değil, devlet kesenin ağzını açtı ve sıkıntıyı hafifletmek üzere en geniş şekilde tedbirlerini alıyor ve hayatın idamesi bir anlamda esnetilmeye çalışılıyor. Ankara, ağırlıklı olarak memur kenti, ticari faaliyet de buna göre vaziyet almış durumda. Resmî kurumlar en sıkıntılı halde dahi çalışanlarına ödeme yapmak zorundalar. Genel bütçeden ona göre pay aldılar. Ama özel sektör öyle değil, "yarı maaş", "ücretsiz izin" vs gibi tedbirlerle salgının etkisi kırılmaya çalışılıyor.

TOBB, TESK gibi meslek kuruluşları ve sendikaların hayatı rahatlatmak adına ne yaptıklarını ben şahsen merak ediyorum. Salgın etkisi derece derece toplumun bütün katmanlarına bunlar yansırken, geniş bir kesimin destek beklediği muhakkak. Büyükşehir ek bir destek için geçen hafta 100 milyonluk kararı meclisten geçirdi. Oy birliğiyle alındı karar. 100 milyon deyip geçmeyelim, hâlâ eski para ile düşünenlerin rakamı 100 trilyon olarak anlaması gerekiyor. Belediyenin 2020 bütçesi de zaten 7 milyarı yani 7 katrilyonu aşmıştı. İlçe belediyeleri ile birlikte toplam bütçe rakamı 17 milyarın üzerinde. İlçeler arasında en büyük bütçe Çankaya'nın onu Yenimahalle Belediyesi izliyor. Vatandaşa yansıma oranının yüzde 10 civarında olduğunu başkanların ağzından duydum.

Salgın, vatandaşın sağlığı adına olumsuz ama belediyelerin hizmetleri için ise tam fırsat. Hazır bütün cadde ve sokaklar insansızlaşmışken; asfalt, kaldırım gibi kent estetiği çalışmaları kolaylıkla tamamlanabilir. Yaşamkent gibi pek çok mahallenin köpek istilası altında olduğu biliniyor, vatandaş şikâyetçi ve ciddi güvenlik tehdidi var ama belediyelerde muhatap bulamıyor.


7 Mayıs 2020 Perşembe

3030 nasıl bir yıl olacak?

Giriş Tarihi: 7.5.2020

Kusursuz şeylere bakıp; "dört dörtlük" tabiriyle yaptığımız değerlendirmeler içinde yaşadığımız 2020 yılı için yapılamayacak. 2020'nin "yirmi yirmilik" olmadığı muhakkak. zaten en başından belliydi. İki eş harften oluşan 2020'yi konuşurken; "1010'da neler olduydu acaba?" veya geleceğe bakıp 3030'da dünyanın akıbetini düşünmeden edemiyoruz. Sadece ben değil, Alman Die Zeit gazetesi de iki eş harfli yıllara kafa yormuş ve 1010'da yaşananlar ile 3030'da yaşanacaklar hakkında bir dosya hazırlamış, ilginç buldum paylaşmak istedim.

1010 yılında Avrupa'ya baktığımızda el değmemiş ormanlar, dağlar ve canlılar görüyoruz. İnsanlar, genellikle su kenarlarında yoğunlaşmış. Nüfusun yüzde 90'ı kırsalda ve büyük toprak sahibi derebeylerin emrinde çalışıyorlar. Siyasi ve sosyal anlamda bir kimlik sahibi henüz değiller ve ahali olarak tanımlanıyorlar. Devlet yok, sınır yok toprak ve para sahiplerinin gücüne göre kullandıkları geniş topraklar var. Yani bugünkü anlamda Almanlar, Fransızlar yok, Medeniyet ise doğuda.. Bizans, yani Konstantinopol, yani İstanbul, 150- 200 bin nüfuslu bir şehir ama Avrupa'nın en büyük kenti, bir devlet ve imparatorluk merkezi, Hristiyanlığın da en önemli merkezi. Yalnız savaş var ve 1010'da Kayzer Vasilios, Bulgarlara karşı savaşıyor. 1010 yılı İstanbul'u için önemli bir notum var: Büyük bir deprem yaşanmış o yıl İstanbul'da ve Vordonisi adlı bir ada o depremde yok olmuş. Adada yaşayan var mıydı yok muydu kayıt yok. İslam dünyası ise eğitimi, yönetimi, orduları ve donanmalarıyla 11. asırda medeniyetin merkezi. Özellikle Endülüs bir yıldız gibi parlıyor ve İslam Medeniyeti Batıda da üstün durumda; sanatı, zenginliği ile göz kamaştırıyor. Zengin kütüphaneleri her alanda bilimin izini sürerken Hristiyanlar kör taassubun içinde kıvranıyorlar.

2020'den sonra insanlığın karşılaşacağı ilk eş rakamlı 3030 yılını merak ediyorsanız, tarif edivereyim: Tam tarifiyle insana rastlamak zor olacak 3030'da, çoğu uzuvları robotik yaratıklar nüfusun ekseriyetini oluşturacak. Yönetim dahil bütün işler robotların elinde ve İnsanlar bir merkeze bağlı ve sanal bir alemde yaşıyor olacaklar. Bugünün her türlü değeri, değerlendirmesi ve tanımı tarih olacak.

Dün hıdırellezdi idi, bereketi, çiçek, böcek ve tüm canlılarıyla baharın başlangıcı kabul edilen bir gün. Ezelden ebede bütün toplumlarca kutlanan gerçek bir bahar bayramıdır Hıdırellez. 1 Mayıslarda ne bahar, ne bayram söz konusu oldu molotoflu nümayişler yüzünden! Hıdır-İlyas gününüzü kutluyorum.


4 Mayıs 2020 Pazartesi

Takke Düştü

Giriş Tarihi: 30.4.2020

İçinde yaşadığımız olayın iyi tanımlanması gerekiyor. Bir salgın yaşıyor dünya ve hedefi de insan. Burada haberciliğin temel kuralı 5N1K ilkesi devreye giriyor. "Nerede, niçin ve nasıl"larını bir kenara koyup şu sorunun cevabının acilen aranması gerekiyor.
"Kim yaptı veya yarattı, neden?" Temel soru bu.
Kanadalı ünlü iletişimci Marshall McLuhan; "Söylenenin önemi yoktur, önemli olan nasıl iletildiğidir" diyordu. Zaman bol, gün boyu kulaklarımız medyada. İsimlerinin önünde büyük unvanlar taşıyan "ilim adamları" ekranlarda konuşuyorlar. McLuhan bugünlerde en okunası yazarlardandır bence, özellikle de "Küresel köy" adlı kitabı. Bir hikayesini hatırlıyorum, demişti ki özetle: Ben Kenya'yı bir Fransız Kenya uzmanı ile değil bir Kenyalı ile gezmek isterim. Nedeni de "uzak ve yakın tehlike?" kaygısıydı. McLuhan, Fransız Kenya uzmanı'nın gördüğüne göre hareket edeceğini düşünüyordu.
Biz eskiden öyleydik yani "Görsel" olmadan önce "işitsel" bir medeniyetin çocuklarıydık. Onun için Hz. Mevlâna 40 bin beyitlik eserine "bişnev" yani "dinle" diye başlıyordu. Çünkü bu millet kadim kültürüyle kulaktan besleniyordu.
Şimdi hiçbir şeye kulak asmaz olduk.
Salgını ve virüsü de yabancı terimlerle, üstelik meselenin esasını değil, anlaşılmasın diye anlatıyoruz.
Oysa dehşeti yaşıyoruz. Dünya kapandı, ekonomiler kilitlendi, Kâbe'den Vatikan'a tüm inanç merkezleri boşaldı.
Var mı dünya tarihinde şimdiye dek böyle yaşanmış bir dehşet ve bir felaket?
Peki, neden yaşıyoruz? Bunu soran yok.
Biz bir salgını ve korkuyu yaşarken dünyamız da kendini onarmaya, yenilemeye başladı ilginç değil mi? Ozon tabakası kapandı, kirlilik azaldı, iklim düzeliyor vs. Bir salgın ile insanlara afet, yer yüzüne afiyet bir durum?! Demek ki yeryüzünü çok hor kullandık, çok hırpaladık.
Birbirimizi de.. İnsan, insanlığını unuttu. İnsan demek, kelime manasıyla ünsiyet yani "ahbaplık, yakınlık, arkadaşlık" ile hareket eden demektir. Biz ise uzaklaştık ve düşmanlaştık.. Bunu düzeltene kadar da afete, felakete dûçar olmamız mukadder. Bugün korona yarın Allah korusun daha büyük bir felaket. Virüsün doğru mesajını alın yoksa bu hal ve Aylan bebek gibi sabilerin ahı yeri göğü inletecektir.
Yine bir McLuhan sözüyle: Kıyıya vurmadıkları sürece balıklar suyun farkında olmazlarmış!
Medeniyet, batı, güç kavramları artık yeni tanım gerektiriyor. Ve bizden bir söz ile tamamlayalım: Takke düştü kel göründü!