15 Kasım 2018 Perşembe

Ağaçları doğradılar!

Ahmet TEZCAN

Ağaçları doğradılar!

15.11.2018

Bine yakın yazım yayınlandı bu köşede, pek çok konuya değindik ama daha çok Ankara'yı, şehri, Ankaralıları yazdım.
Bahar oldu, yaz oldu mevsimleri, doğayı, ağaçları, kuşları anlattım.

"Benim erikler açtı, çiçekler dalları sarmaya başladı bile. Kayısım da öyle, pembe pembe başlayıp tüm ağacı bembeyaz güzelliğin kaplayacağı gün uzak değil.
Kocaman yaprakların arasından incirin açık yeşil çiçeklerinden mor meyvelere duruşunu gözlüyorum.
Penceremden gördüğüm tüm ağaçlar, kuşlar benimdir, bana aittir.
Uzanıp meyve topladığım ağaçlar değildir ama benimdir. Hepsi şu camın ardında yaz kış sevdiğim, seyrettiğim manzaramın en güzel dekorlarıdır. Bu manzarayı gören başkaları da benim gibi düşünebilir. Her dalda şirin mi şirin yüzlerce çiçeği saatlerce seyretsem doymuyorum. Kayısı ve erik, pencereye kadar uzanan arsız asma, az ötedeki kiraz, vakti gelince mahallenin tüm afacanlarına yine davetiye çıkaracaklar biliyorum. Olsun, ben de kuş cıvıltıları arasında bahar faslını şimdilik burada böylece terennüm ediyorum.
Bembeyaz çiçeklerle donanınca pencerenin önünden bir türlü ayrılamıyorum.
Saatlerce seyretsem usanmıyorum.

Çeşitli yazılarımdan alıntıdır yukarıdaki cümleler. Eli baltalı iki adamın akasya ağaçlarını kesmelerini ise "Üç ağaç eks oldu" başlıklı yazımda anlatmışım. ("Eks" bir tıp terimi, "ölüm" anlamında) Demişim ki; "İlk vuruşta serçeler pırrr.. Hemen uçtular, uçmadılar kaçtılar, sonra bir daha, bir daha.." Akasyaların dallarını sürterekten duvar dibine tomruk olarak yığılmaları çoktan unutuldu, kestirenler bile unuttu. Bu yazıda bir cümle daha var onu alacağım:
"Ağaçları kesenler, iş eldivenleri giymişler baltanın sapından elleri tahriş olmasın diye.
Kocatepe'de, Diyanet Vakfı ek binasının yanındaki akasyalardı kestirdikleri.. Birkaç darbe ile varlıkları yeryüzünden kaldırıldı" H H H
Bu defa bizim apartman yönetimi, içlerinde bir de Ziraat profesörü var. Yukarıda sayıp döktüğüm incir, erik, kiraz, ne varsa; manzarasına doyamadığım bütün ağaçları -bu defa motorlu testere ile her haldekökten kestirip meseleyi "kök" ten halletmişler!
Bir geldim ki bir yığın tomruk, pırasa gibi doğranmış güzelim ağaçlar..
Pencerelerinden seyretmişler midir bilmiyorum?!
Kaşıkçıoğlu'nun cesedi gibi bütün suç delillerini de alelacele toplattılar. Bu bir apartman meselesi değil, bir anlayış, başka türlü bir bakış ve bir inanış belki kim bilir?Serçeler birkaç gün konacak dal ararlar, bizim bahçede olmazsa komşuda bulurlar ama kestirenler ne bulur bilemem!

gazete

8 Kasım 2018 Perşembe

Sağlık olsun!

Ahmet TEZCAN

Sağlık olsun!

8.11.2018

Ankara, sağlık ve savunma yatırımlarının da başkenti, bu alanlarda başkentin devasa ve teknik anlamda en girift girişimlerine şahit oluyoruz.
Geçenlerde ODTÜ Teknokent'e gittim hem gururlandım hem üzüldüm. Üzüntüm bu alanda hayli geç kalmışlığımız, gururum ise pırıl pırıl gençlerin dünyanın geldiği teknolojik seviyede ve onlarla yarışacak düzeyde iş çıkarabilme- leriydi. Sadece para amaçlı bu işler yapılmaz, ancak "vatan" ve "sevgi" kavramlarıyla bunu izah edebilirsiniz.
Buralardaki gizlilik ve güvenliğin en üst düzeyde olması da tabi bir sonuçtur elbette.

Ama her şeyin başı sağlık. Dilimizin tespihidir ve fakat başımıza gelmeden anlamayız.
Hastanelerin bahçesinde bekleyenlerin fosur fosur sigara içmeleri bunun en açık göstergesi, duman üzerlerinde adeta girdap yapıyor. Sağlık ve eğitim bu kadar önemli ki genel bütçede en büyük pay bu ikisine ayrılıyor. 2019 bütçesinde Eğitime 161, Sağlığa 157 milyar lira ayrılmış, devasa rakamlar bunlar.

Sağlık deyince, başkentin Bilkent'deki Şehir Hastanesi'nden söz etmemek olmaz.
Deniyor ki; DÜNYANIN TEK PARÇADA YAPILAN EN BÜYÜK HASTANESİDİR.
Şimdiden çeşitli ödüller kazanmış bir proje, hakkıdır. 4 bine yakın yatak kapasitesi ile dünyanın da 3. büyük sağlık komleksi ve günde 40 bin hasta tedavi görecek, 6 bin tıbbi personel görev yapacak, 131 tane ameliyathanesi olacak, yine ülkemizin en büyük laboratuarı burada kuruluyor.
Ambulans helikopterler için de iki heliport inşa ediliyor. Sosyal donatıları ile burası ayrı bir kent görüntüsü veriyor. Rahmetli İhsan Doğramacı Bilkent'i kurarken bir slogan üretmişti; "Siz şehre değil, şehir size gelecek"demişti, haklı çıktı. Sağlığa kavuşmak için dünyanın Bilkent Ankara şehir hastanesine akacağını tahmin ediyorum.

İnsanın bütün varlığı hastalık-sağlık içindir, bütün çabamız, kaygımız iki şeyedir; başımızı sokacak bir yuva ve Allah vermesin bir hastalık zuhur ettiğinde dara düşmemeyedir. Özel hastanelerin mantar gibi çoğalması ticari boyutuyla alâkalıdır.
Özbekistan'dan bir dostum 22 yaşında kan kanseri oğlunu tedavi için Andican'dan Ankara'ya bir özel hastaneye getirdi, 10 günde 30 bin dolar fatura çıkardılar. Oysa ameliyat yok, bir şey yoktu! Hani dolarla iş yapılmayacaktı?! Dara düşen hemşerisi de "partisi iyi adam kötü" diyerek çelişkiyi anlamaya çalıştı. Her şey var çok paralar harcanıyor ama önce insan. Tıp bilgisinden önce vicdanı öğretmek zorundayız. Hastayı hasta olarak gören, MÜŞTERİ muamelesi yapmayanların sayısı artmalı. Eğitimdeki en büyük handikabımız da bu zaten, bilgiyle dolduruyoruz çocuklarımızı...

gazete

1 Kasım 2018 Perşembe

Yerel başarıda ölçü belli

Ahmet TEZCAN

Yerel başarıda ölçü belli

1.11.2018

Yerel hizmetleri yazarken ister istemez vatandaşın şikâyetleri bizlere de ulaşıyor. Vatandaş yani yerine göre "EN ETKİLİ İRADE, BAŞ TACI, MİLLET" dediğimiz insanlar topluluğu.. Onların (yerel-genel) yöneticilerden fazla bir şey beklediği yok; çöpü alınsın, ayağı çamura batmasın ona yetiyor.
Sokakta kendine, çocuğuna, arabasına yer bulabilse belediye yetkililerini öpüp başına koyacak. Ama öyle mi? Şehirler kalabalıklaştı, bilhassa merkezi yerlerde ne kendimize, ne çocuklarımıza, ne de arabamıza yer bulmakta güçlük çekiyoruz.
Bunu ben söylemiyorum sokaktaki şikayeti yansıtıyorum o kadar.

"Vatandaş pek mi dikkat ediyor?" kısmını bir yana bırakıp belediye, yerel idareler olarak kendimize düşeni yapsak işin meselenin büyük kısmını çözecek.
Diyelim Çankaya Belediyesi'nin çöp arabaları; çöpü aldıktan sonra ardından iki adam göndereceksin ki aceleyle döküp saçtıklarını toplasınlar.
Kocatepe Mimar Kemal Lisesi'nin yanında kaldırımı kazdılar aylardır vatandaş yağışlarda çamura batıyor, veliler şikâyetçi. Kazıyorsan kapatacaksın kardeşim, sonra da kaldırımını döşeyip vatandaşın kullanımına bırakacaksın.
Otopark başkentin ciddi sorunlarından biridir. Halbuki teknoloji işi çözüyor.
Sadece apartman cüssesinde bir bina ile yerin altına yüzlerce arabayı depolayan ROBOTİK SİSTEMLER var. Bazı belediyeler bunu denedi ve başarı sağladı.
Bu OTOMOBİLLEŞME HIZI ile inanın beş yıl sonra sokağa çıkamayacağız ve bunun şimdiden tedbirini almak durumundayız. Kimse sokaklardan araba çekmek suretiyle otopark sorununun çözüleceğini sanmasın. Vatandaşı idareye düşman etmeyin.

Netice seçim yaklaşırken kazma kürek sokağa çıkmak pek makbul sayılmıyor.
Yerel seçimler için kulisler bu defa biraz erken yoğunlaştı. Eski bir dostumun sosyal medya kanalıyla kendi ilinde belediye başkanlığı için zemin yokladığını gördüm, bir yığın yorum almış.
Ben de genel için ölçüyü koydum dedim ki; "Paraya, makama, şöhrete bakmaz, kendini makama hapsetmez, lüzumsuz toplantı yapmaz, akıl-mantık ve teknolojiyi tercih eder, 7/24 hizmet eder ve tasarruf en öncelikli ilkesidir." En önemlisi Allah'tan korkar.. İşte ölçü.. Seçilir seçilmez makam odası-otosu derdine düşmeyeceksin.
Bu çerçevede bir çalışma prensibiyle yola çıkan başarıyı mutlaka yakalarsın.

gazete

25 Ekim 2018 Perşembe

Başkentin sırları

Ahmet TEZCAN

Başkentin sırları

25.10.2018

Geçen hafta Ankara'nın başkent oluşu(13 Ekim) kutlandı çeşitli etkinliklerle.. Dolayısıyla gecikmiş bir yazı olarak kabul edebilirsiniz bu yazıyı.
Neticede Ankara 95 yıldır başkent. 20 küsur bin insanın yaşadığı bir kasaba iken bugün 5,5 milyon bir arada yaşıyoruz, tüm isteklerimiz, ihtiyaçlarımız ve gerçeklerimizle..
İşte Ankara.. 3 bin yıllık bir kent, 95 yıllık bir başkent.. Başkentliği bir asra yaklaşmış bir Ankara var önümüzde; adını da geldiğimiz yerlerden, taa Asya'dan getirmişiz.
Şunu da söylemek lazım: Asya'da biz bir sabah kalkıp tüm obalara oymaklara ulak gönderip "Haydi atlarınızı arabalarınızı hazırlayın, Anadolu'ya göçüyoruz" deyip ertesi hafta çadırlarımızı kurup Anadolu'ya yerleşmiş değiliz. Türklerin Anadolu'ya da göç hikâyesi çok önemli çok yönlü çok derin bir konudur.

Ankara adını Asya'dan getirdik dedim:
Gazi, vefatından bir yıl evvel, Yunan Başbakanı General Metaksas'ın ziyareti sırasında mevzuu açılınca; "Ekselans, Ankara adı nereden bilir misiniz?" diye sorar ve bir dünya atlası getirterek Baykal Gölü yakınında "Angarsk" kentini gösterir ve "İşte buradan" der. Baykal gölü kıyısındaki "Angara" dır gösterdiği yer. Ne Anker, ne Engür ne bir başka şey. İstanbul kadar olmasa da Ankara'nın da hikâyesi derindir ve bütün evreleriyle tarihe yansımış da değildir. Son yüzyılını bile bütün olayları, yönleri ve yaşantılarıyla, tarihe tam olarak yansıdığını söylemek zor.. Ankara Hayatı bütün ayrıntılarıyla bilinmelidir bence, neden kaçınılıyor? Atatürk'ün vasiyeti dahi açılamamıştır, neden? 100. Yıl mı bekleniyor, yoksa şimdilik sakıncalı mı bulunuyor?

Ankara'nın başkent olması gelişmesine büyük ivme kazandırmıştır bunda da Mustafa Kemal'in büyük emeği ve katkısı vardır kimse inkâr edemez. Şehircilik anlamında bilhassa Atatürk'e çok şey borçluyuz.
Ankara başkent olarak yeni mücadelenin karargâhı olmuştur. İşte bu nedenle Ankara'nın bilhassa son asrının bütün yönleriyle bilinmesini zorunlu kılmaktadır, çünkü bu bir bakıma Türkiye'nin kuruluş ve kurtuluş hikâyesidir. Bu noktada en önemli görev üniversitelerimize düşmektedir. Vakıf üniversiteleri dâhil Başkent'teki 20'den fazla üniversitemizin görevidir bir bakıma. Ben buna "Başkentin sırları" diyorum. Bu sırların sadece kitaplara, dergilere değil tarihe geçmesi gerekmektedir. Üniversite gençliğiyle şehir adeta bir kampus, o halde bu üniversitelerin ilgili bölümlerindeki gençler Ankara için neden görevlendirilmez?
Ankara'ya ne veriyor bu üniversitelerimiz diye sormak zorunda kalmayalım.
Arşivlerin tozlu rafları kim bilir neler saklıyor?

gazete

18 Ekim 2018 Perşembe

CHP’nin banka işleri dendi de...

Ahmet TEZCAN

CHP’nin banka işleri dendi de...

18.10.2018

Evet, İş Bankası hissesi dendi de iki çift laf etme hakkım doğdu. Yeryüzünde anayasa hükmüne rağmen ticari faaliyette bulunan bir başka siyasi parti var mıdır diye soruluyor.
Vardır, Sisi'nin Mısır'ı gibi Afrika'da Asya'da Güney Amerika ülkeleri arasında göstermelik siyasi partiler aynen CHP gibi ticaretle sarmaş dolaştırlar. Zaten o memleketlerde siyaset para için yapılmaktadır.
Para ve "dolce vita" yani tatlı hayat?! Kime bahşedilirse o sesini keser, ortalarda pek görünmez ve cebini doldurmaya bakar. Bizdeki ise tek parti dönemi mirası...
Şöyle yazmıştım 2010'da: "CHP'nin İş Bankası ortaklığının açıkça Anayasa'ya aykırı olduğu yüzlerce kez bu memlekette ifade edildi. Anayasa'nın 69. Maddesi, siyasi partilerin ticarî faaliyetlere giremeyeceğine amirdir.
İş Bankası bir ticarî kuruluş değil mi?" Nihayet sorgulanıyor artık.

İş Bankası hisselerinin yüzde bilmem kaçını elinde bulunduran CHP, bu banka aracılığıyla doğrudan ve dolaylı olarak 100'den fazla şirkete ortak durumda.
Bunların içinde Borsa'ya kote, borsada tahtası olan önemli şirketler vardır. Banka yöneticiliğinin parti olarak kendilerine parasal bir gelir sağlamadığını söylüyorlar. Bankanın iştiraki olan 100'den fazla şirketin yönetim kurullarına yapılan atamalarda partinin hiç mi dahli yok? Mesela CHP'nin atadığı banka yöneticilerinden biri Murat Karayalçın ve halen bankada yönetim kurulu üyesidir.
Son genel kurulda -ki mart aylarındadır genellikle- gündemin 7. Maddesi "Yönetim Kurulu Üyelerine verilecek tahsisatın tespiti" idi, alınan kararla yönetim kurulu üyelerine net 28 bin 500 lira ödenmesi kararlaştırıldı.
Makama tahsisli odalar, araçlar ve iştiraki olan şirketlerin bayram, yılbaşı hediyeleri de cabası. Karayalçın şu soruya cevap vermeli.
Bankanın ortağı olduğu şirketlerin yönetim kurulu üyeliklerine yapılan atamalarda sizin imzanız yok mu? Yani bu atamaları Banka Yönetimi yapmıyor mu? Kaç kişidir bunlar ve o şirketlere sizin imzalarınızla atanan bu yöneticilere ödenen tahsisat miktarı nedir?

Belki 1000'e yakın partili veya yakınları Hindistan'daki Müslümanların gönderdikleri nakdi yardımlarla kurulan İş Bankası'ndaki hisselerden böyle nemalanmaktadırlar.
Adnan Keskin, Nurettin Sözen'in kardeşi Ali Sözen, Bayram Meral ve Mehmet Moğultay'ın oğulları ve onlarca partili bu bankada yönetimde bulunmuşlardır. Bu bankanın şubelerinde işe başlayan yüzlerce çalışanın içinde de illaki CHP'li yöneticilerden referansla işe girmiş olanlar da bulunabilir?

gazete

11 Ekim 2018 Perşembe

Başkente “laf ebesi” lazım değil

Ahmet TEZCAN

Başkente “laf ebesi” lazım değil

11.10.2018

Yerel seçimler yaklaşıyor, siyasiler, siyasi partiler yoğun bir faaliyet içindeler. Herkes her ilde, her partiye bir aday yakıştırıyor. Gizliden gizliye temaslar sürüyor ki kulislerde bu isimler telaffuz ediliyor.
Ya da gönlünden geçirenler kim ne diyecek bilinsin yahut sırf vatandaşın kulağı alışsın diye bazı isimlere piyasa yaptırıyorlar.
Bizi sadece Ankara ilgilendiriyor, kime emanet edilecek, başkenti kim yönetecek?
Yoksa Mustafa Tuna'ya " Pİ-AR'ın fena değil DEVAM" mı denilecek? Ankara'ya esasen "laf ebesi" değil, 7/24 çalışacak bir "amele" lazım, Tuna da bunu yapıyor zaten.

Bu arada "Ankara'yı, sadece belediye başkanları mı yönetir?" sorusunu da düşünmek gerekiyor?! İstanbul için de aynı soru sorulabilir. (İzmir'i katmıyorum, çünkü orası yönetilmiyor, yönetilemez..
Bizim Çankaya misali; hep bir ideolojik tartışma, sen- ben kavgası.. Hizip mücadelelerinin üretildiği, yürütüldüğü, yönetildiği yerlerdir. Aziz Kocaoğlu bile PES etti.) İstanbul ve Ankara için durum öyle değil. Ülkenin her bakımdan en büyük iki kentidir sadece valilere, belediye başkanlarına bırakılmaz.
Trilyonlarca yatırımları olan, bazen uygulamaları dünyanın öteki ucunda yankılanan iller için "vali ya da belediye başkanı bu kararı aldı" diyebilir miyiz? Öyle olsa adama; "dur bi dakka ne yapıyorsun, kime danıştın?" demezler mi?

Münhasıran Ankara için söylüyorum; hayati kararların alınacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Artık başkenti şehir hayatı bakımından ya YAŞANMAZ kılınır yahut GELECEĞİ KURTULUR..
İşte, Ulus'tan başlandı bile.. Tarihi doku korunarak Hacıbayram çevresi dümdüz edilmeli.. Ulaşım akmalı, gürültü- kirlilik kaynağı ne varsa -Deutz minibüsler dâhil- hemen yok edilmeli. Şehrin uygun yerlerine hemen acilen ROBOTİK OTOPARKLAR inşa edilmeli. Kolej'deki katlı otoparkın yerine üç tanesi sığar ve yüzlerce aracı sokaktan alır. Kocatepe otoparkı da öyle.. Saat kulesinden konferans salonu dâhil toprak üstünde hiçbir şey bırakılmamalı ve altı da robotik teknolojiyle binlerce araca sığınak olmalı. Kocatepe de Ulus gibi acil çevre düzenlemesi ihtiyacında olan bir bölge.
Şehrin kalbi Kızılay böyle kurtarabilir.
Aksi halde şehir, bir süre sonra içinden çıkılmaz (ya da girilmez) hale gelecek

gazete

4 Ekim 2018 Perşembe

Başkentin diplomasisi

Ahmet TEZCAN

Başkentin diplomasisi

4.10.2018

Başkent, aynı zamanda diplomatik bir merkezdir. Büyükelçiliklerin özellikle milli günlerde verdikleri resmikabuller yani "resepsiyonlar"; gazeteciler, bilhassa diplomasi muhabirleri tarafından sıkı takip edilir. Edilir ki, bu ülkelerin Türkiye hakkındaki düşünceleri, iki ülke yöneticilerinin karşılıklı resmi ziyaretleri ve pek çok diplomatik gelişme bu kabul günlerinde birinci elden öğrenilir.
Çünkü başka ülkelerin diplomatik misyonu da buralarda temsil edilir ve bir araya gelmiş olurlar. Geçenlerde davetli bulunduğum Pakistan'ın böyle bir gününde "Cive Pakistan" başlığıyla kendi izlenimlerimi aktarmıştım.
Demiştim ki "Pakistan'ın son seçiminde asker-polis fazla ön plana çıktı. İmranhan adında eski bir sporcu başbakan yapılmak isteniyor, siyasi gösterilerde çok sayıda insan öldü" Bu yüzdendir ki Pakistan'ın gününde resmi üniformalarıyla askerleri pek göremedik, yoksa ülkelerindeki muhataralı hadiselerden utandılar mı?" filan diye kendi izlenimlerimizi yorumlamıştık.


***


Büyükelçilikten değil ama Pakistan'lı olup ülkemizde yaşayan Pakistanlılardan tepki gecikmedi. Tepki derken; hem teşekkür hem rica hem uyarıyı birlikte aldık.
E-posta yoluyla bize ulaşan ve Khalid Mahmood Malik imzasıyla bize yazan dostumuz, iki ülke halklarının ebedi dostluklarına vurgu yapıp bunun hiçbir hal ve şart altında bozulamayacağını tekrarlarken kısaca şunları dile getirmiş:"Gerçekten son zamanlarda Pakistan tarihinde az rastlanan olaylar yaşandı. Türkiye'nin 15 Temmuz'una benzer olaylardı sanki bunlar.
Aynı merkez mi diye düşünmeden de edemedim. Başbakanı seçim öncesi tutukladılar, oyları çaldılar, vatandaşı tartakladılar ancak ne hikmetse bu olaylar pek duyulmadı. Fetö benzeri bir yapılanma bu haberlerin dışarıya yansımasına mani oldu. Türkiye'de bir gazete dışında yalnızca siz sütununuzda olaylara ışık tuttunuz.
Şimdi Nawaz Şerif'in tutukluluğu kaldırıldı.
Seçimde rol alanlar yargı soruşturmasında, medya da döndü ve mevcut başbakan zor günler yaşıyor. Ama bu haberler Urduca'dan tercüme edilip halklara duyurulmuyor" Evet, bize yazan dostumuz kendisinin uzun yıllardır Türkiye'de olduğunu ve Türkiye'nin hem kendisi hem ülkesi için vazgeçilmezliğini ifade ederken; "dostların üzüntü ve sevinci birlikte yaşaması" gerektiğini özellikle kaydediyor.


***


Bizim de niyetimiz halis; nerede olursa olsun halkın iradesi önemlidir, dayatma asla kabul edilemez ve bütün toplumlar insanca yaşamayı hak etmektedirler. Dost Pakistan için bu defa "Zindabad" diye haykırıyor, kardeşçe, barış içinde yaşamalarını diliyorum.

gazete

27 Eylül 2018 Perşembe

Önce öğretmen...

Ahmet TEZCAN

Önce öğretmen...

27.9.2018

Bütçeden en fazla pay Eğitim'e ayrılıyor.
Daha önce ülke savunması ön plandaydı. Şimdi eğitimi savunmadan önemli kılan husus "önce insan" değerlendirmesiyle ortaya çıktı.
Ülkesine sıkı sıkıya sarılmış, yetişmiş, yerli ve milli mantaliteye sahip insan olmadan savunma ne işe yarar ki?! Eğitimde stratejik planlamalar da güvenlik kadar titiz çalışmayı gerektirmektedir.
Ziya Selçuk, "Milyon öğretmenden milyon fikir" başlığı altında bir projeyi eğitim hayatına sokmaya hazırlanıyor.
Milli Eğitim'de öğrenciden çok öğretmenin yetişmesi öne çıkmalıdır bence. Önce vereceksin sonra alacaksın. Eğitim öğrenimi görmüş, bunun sosyolojisini, psikolojisini okumuş biri olarak söylüyorum; önce öğretmenin çok iyi yetişmesi lazımdır ki bir fikir üretebilsin.

Öğretmenin eğitim ve gelişimi derken belki de "Öğretmen Akademileri" ni gündeme getirmek lazımdır. Ehemmühim meselesi.. Asker polis önemlidir.
Güvenlik "önce yaşam hakkı" için en başta gelen müessese. Peki, ya öğretmen ve de eğitim?! Denilmez miydi; "fena bir doktor bir hastayı öldürür ama iyi yetişmemiş bir öğretmen bir nesli yok eder" diye. O halde toplumu yapan, yetiştiren, ülkesine yararlı haline getiren öğretmendir.
Öğretmenin ilk önce iyi yetişmesi gerekir. Onun her türlü konforunu sağlamak zorundayız, hiç bahanesi olmamalı.
En ufak hatasında da; ideolojik, sosyolojik, etnik her ne ise bir ayırım durumunda tepesine dikilmelidir. Öğretmen bütün mesaisini, duygusunu, sevecenliğini ve tabi çağın gerektirdiği bilgi ve donanımını öğrencisine aktarabilmelidir. Ve fakat öğretmen bugün yalnızdır, savunmasızdır, korku içindedir, kendine güven duygusu zedelenmiştir, veli-öğrenci-idareci baskısı altındadır. "Hangi davranışım suç sayılır, yanlış anlaşılırım da kim benden şikâyetçi olur" korkusu içindedir. Önce bunun giderilmesi gerekmektedir.

Öğretmenin yetişmesinde belki öğretmen akademileri çözüm olabilir. Ciddi bir akademik eğitim çok şey katacaktır.
Hattâ öğretmen okulları yeniden ihdas edilip öğretmeni çekirdekten yetiştirmeli, 14 yaşında mesleğin havasına sokulmalıdır.
Öğretmenlik çok önemli bir meslektir, her kaynaktan temini akla ziyan bir uygulamadır.
Herkes öğretmen olamaz, olmamalıdır.
Nasıl ki bazı meslekler için özel şartlar aranır, öğretmenlik de öyledir. Bu meslekte özel şartlara haizlik aranmalıdır.
"Tam sağlam" insanlar arasından seçilip özel olarak yetiştirilmesi gerekmektedir öğretmenlerin

gazete

20 Eylül 2018 Perşembe

Günümüzün Ahileri

Ahmet TEZCAN

Günümüzün Ahileri

20.9.2018

Bizim hayat omurgamızı sadece ekonomik değerler oluşturmuyor.
Yaşatılan kültür değerlerimiz, toplumumuzun en değerli varlıklarındandır.
Zengin kültür değerlerine sahip necip milletimiz, biraz örselenmiş olsa da bu değerlerini korumayı ve gelecek nesillere aktarmayı bilmiştir.

Ahilik Haftası'ydı geçen hafta, çeşitli etkinlikler vardı.
Ahilik Teşkilatı, Türk sosyal ve ekonomik hayatının gelişmesinde çok önemli yeri olan, halkımız tarafından da günümüze kadar yaşatılmış köklü bir gelenektir.
Ahilik geleneğimizi asrın idrakine uygun hale getirip yaşatmak çok önemli görevlerden birisidir.
Bir hatırlatma yapmadan geçemeyeceğim.
Haftanın kutlamalarına baktığımızda valileri, kaymakamları, belediye başkanlarını ön planda görüyoruz. Oysa günümüzün ahileri TOBB'dur, TESK'tir, diğer esnaf sanatkâr kuruluşlarıdır.
Odalar borsalar birliği ve esnafsanatkârlar konfederasyonu bu konuda bayraktarlığı ele aldıklarında ahilik prensiplerinin yerleşmesinde önemli ilerlemeler olacaktır. Bu kuruluşlar bir bakıma çağın ahilik kurumudur.
Hisarcıklıoğlu, Palandöken günümüzün Ahi Evran'larıdırlar.
Bilmiyorum TOBB'un, TESK'in münhasıran Ahilik konusunda masaları, oluşturulmuş fonları bulunmakta mıdır? Yoksa ihdası gerekir diye düşünüyorum.

Ahi Evran, çalışma hayatımızın düzenleyicisi olan Ahilik teşkilatını; akıl, ahlak, bilim ve çalışma prensipleri üzerine oturtarak, sevgi, kardeşlik ve karşılıklı dayanışma temelinde yoğurup, Türk Milletine has bir kültür hazinesi haline getirmiş bir ulu velidir.
Bundan dolayı Ahilik; bu topraklarda büyük kabul görüp yayılmış ve Kutlu Anadolu Halkı, bu disiplinden Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı gibi idari, askeri ve mali anlamda büyük ve güçlü imparatorluklar çıkarmasını bilmiştir.
Çünkü Ahilik; bilgidir, bilgiye tecrübeye hürmettir, kalitedir, kanaattir, doğruluktur, cömertliktir, tasarruftur, tasavvuftur, berekettir.
Düsturu da bellidir:
ELİNİ, SOFRANI, KAPINI AÇIK TUT/GÖZÜNÜ, DİLİNİ, BELİNİ BAĞLI TUT...
Ve bu değerler toplamı güçtür. Bu gücü elinde bulunduran millet; güçlü bir millet, onun devleti de güçlü bir devlettir.
Ben bunu bilir buna inanırım.

gazete

6 Eylül 2018 Perşembe

Koşun çocuklar zil çalacak!

Ahmet TEZCAN

Koşun çocuklar zil çalacak!

6.9.2018

Yaz mevsimi de tatil de bitti sayılır, çünkü artık okul mevsimi başlamış bulunuyor. Tatil telaşının yerini Başkentte, okul telaşı aldı. Yazıya geçmeden Ankaralıların tatilciliğine ilişkin sözüm olacak. Tatil yörelerinde Ankaralıların sayısal olarak kalabalık oluşunu görmüş olmalısınız.
Mevsim açılır açılmaz 5,5 milyon nüfusun 2 milyonu dönemsel olarak sahillere kayıyor.
Dolayısıyla "tatil" denince Ankaralıların tatilin hakkını verdiğini söyleyebiliriz. Bunu nereden mi çıkarıyorum; ağırlıklı olarak 06'lı plakalardan.
Havalar ısınır ısınmaz Akdeniz, Ege, Körfez yöresi Ankara plakasından geçilmiyor.
Bunu son derece normal görüyorum çünkü Ankara nüfusunu çoğunlukla işçimemur çalışan insanlar oluşturuyor. Onların da belli zaman içinde dinlenmeye, tatile elbette hakları var.

***

Okulların açılışı gündeme gelir gelmez bütün yurtta olduğu gibi Başkentte de vatandaşın telaşı da arttı. Nasıl artmasın? 20 milyona yaklaşan öğrenci nüfusumuzun önemli bir kısmı Başkent'tedir. İstanbul'dan sonra ağırlık Ankara'nındır yani.. Bu rakam birçok komşu ülke nüfusunu katladığını görüyoruz.
Dolayısıyla memleketimizin okulla ilgili dosyası kabarıktır, üstesinden gelmek kolay olmasa gerek. Sadece "minikler" in sayısı bile milyonu geçiyor. Resmi bilgilerine miniklerin Ankara'daki sayısı 100 bini geçiyor.
İlkokulların 1. sınıfına zorunlu kayıt olması gereken öğrenci sayısı 90 bini, şube sayısı 3 bini aşmıştı Şube başına düşen öğrenci sayısının 33 olarak planlandığını biliyorum.

***

Ankara'nın bu seneki rakamları yaklaşık ifadeyle şöyle: Resmi okul sayımız 1400, özellerle birlikte 1900'ü geçiyor. Derslik baz alındığında Ankara'daki toplam rakam 30 bine yaklaşmış olmalı, öğrenci toplamı ise milyonu aşmış bulunuyor. Yanlışım varsa MEB İl yöneticileri düzeltsin. Fakat bence esas önemli olan müfredat.. Milli müfredatımız gerçekçi olmak zorunda. Çocuklarımıza neyin okutulup öğretildiği çok önemlidir, müfredatın milletin kültürüne, tarihine, geleneğine uygun olması gerekmektedir. Uzun yıllar bu nedense pek istenmedi?!

***

Artık bu memleketin çocuklarının kendi inancına, kendi coğrafyasına uygun müfredatı takip etmesi zorunludur. Bu bir milletin KENDİ olması, yabancı boyunduruğundan kurtulması demektir. "Fulbright Komisyonu" nedir, müfredatın belirlenmesinde bu komisyonun rolü bulunmakta mıdır küçük bir araştırma yapılırsa ne söylemeye çalıştığım kolayca anlaşılacaktır. Bize buradan okullarında zili çalan çocuklarımızın hayatlarının çalınmaması için hayırlar ve başarılar dilemek kalıyor. Dünyada birçok çocuğun okulu yok zilleri de çalmıyor!!!

gazete

30 Ağustos 2018 Perşembe

Efil efil bir yaz, bir yazı

Ahmet TEZCAN

Efil efil bir yaz, bir yazı

30.8.2018

Deniz, güneş ve yılın yorgunluğunu üzerlerinden atmaya çalışan insanlar, efil efil şehir hayatı için enerji topluyorlar.
Benim önümdeki manzara bu. Küçücük bir tatili hak ettik diye düşündük biz de, dağların eteğinde, doğanın kucağına kendimizi attık. Koyu bir gölgeyle, yaz güneşinden korunurken, esintinin doğal klima keyfi insana okşanma hissi veriyor. Bu da bize yetiyor.
Olabildiğince yararlanmaya çalışıyoruz.
Şehirde sıcaktan bunalanlar gelme diyor, "izinli" sayıyorlar ama biz yazı işte hem yazıyor hem yaşıyoruz.
Şehrin kargaşasından, gürültüsünden, bunaltıcı sıcağından uzak doğanın kucağında bir nebze dinlenebilenler sağlığına da katkıda bulunmuş oluyorlar.
Serin esinti mevsimin vazgeçilmezidir, zamanını ve süresini ayarlamak şartıyla.. Güneyden emilen havanın dağların bol oksijeniyle yoğrulup en zengin haliyle insanoğluna sunulduğu ender memleketlerden biridir Türkiye, işte şu bayram tatilinde bile her yerden insanlar sahillerimize, yaylalara akarsu boylarına aktılar. Ağustos sıcağında eşsiz klimasıyla fazla bir rakibi de yok.
***
Türkiye kıyılarının uzunluğu 8 bin 300 küsür km. Kıyılarımız ilgili haberler genelde;
"talan ediliyor, betonlaşmaya kurban edildi" başlıklarıyla verilir. Yalan da değil yanlış da..
Yalnız nerede bir talan varsa yerel idarenin eli o talanın içinde, hissim odur. "Polissiz suç işlenmez" derdi eski bir polis dostum, yerel idareden habersiz de talan olmaz bence..
Değilse bile vatandaş bunu böyle biliyor, kanaati değiştirmek lazım.. Göz yummak yetiyor bir bakıma. Söz açılınca vatandaş hemen, arka plandaki bir "rant kadrosu"ndan söz ediyor, dilin de kemiği yok.
Yaz yazısı için bunlar fazla ciddi meseleler ancak şehir merkezlerinden, kasabalardan geçerken iddiayı haklı çıkaracak uygulamaları da görüyorsunuz. Bu mu bizim yerel yönetim tecrübemiz, estetik anlayışımız? Seçim yaklaşıyor zaten, milleti "enayi" yurduna koyan vatandaştan köteği yer. Bütün olumsuzluklara rağmen ülkemizin mavi bayraklı plajları ve marinaları ile dünyada derece alıyor olması da sevindirici. Ümit ve memnuniyet duyuyor insan, demek ki talanın uğramadığı yerler hâlâ mevcut, bunu da söylemek lazım!
Ben körfezdeyim, tarih, turizm, termal.. Taa Behramkale'ye kadar tüm kıyı sanki cennet, bu günlerde sular yavaş yavaş soğumaya yüz tutsa da tarihi, turizmi, termal zenginliği anlatmaya engel değil. Ünlü filozof Aristoteles, Milattan 6 asır önce hayatının bir bölümünü Behramkale yani Assos'ta geçirmiş. 15 asır sonra Sultan 1.
Murat'ın inşa ettirdiği Hüdevandigâr Camisi, "bu topraklardaki bütün medeniyetlere sahiplik mührü" gibi, en tepede bütün haşmetiyle duruyor.
Homeros'un destanlarında "Bin pınarlı İDA" olarak anlatılan muhteşem Kaz Dağları görüp geçilecek yerler değil.
Bölgeden bahsederken zeytinden ve zeytinyağından söz edilmezse ayıp olur. Dünyanın en sağlıklı, en besleyici, en yararlı ürünü zeytin, anavatanı da bu topraklar. Zeytinyağı bir bakıma meyve suyudur. Semavi kitaplarda adı geçen meyvedir zeytin, binlerce yıldır kullanılır.
Türkiye bu havzada ürünün en önde gelen üreticisidir. Biz bu zenginliğimizi, henüz tam değerlendirebilmiş değiliz.

gazete