4 Ekim 2018 Perşembe

Başkentin diplomasisi

Ahmet TEZCAN

Başkentin diplomasisi

4.10.2018

Başkent, aynı zamanda diplomatik bir merkezdir. Büyükelçiliklerin özellikle milli günlerde verdikleri resmikabuller yani "resepsiyonlar"; gazeteciler, bilhassa diplomasi muhabirleri tarafından sıkı takip edilir. Edilir ki, bu ülkelerin Türkiye hakkındaki düşünceleri, iki ülke yöneticilerinin karşılıklı resmi ziyaretleri ve pek çok diplomatik gelişme bu kabul günlerinde birinci elden öğrenilir.
Çünkü başka ülkelerin diplomatik misyonu da buralarda temsil edilir ve bir araya gelmiş olurlar. Geçenlerde davetli bulunduğum Pakistan'ın böyle bir gününde "Cive Pakistan" başlığıyla kendi izlenimlerimi aktarmıştım.
Demiştim ki "Pakistan'ın son seçiminde asker-polis fazla ön plana çıktı. İmranhan adında eski bir sporcu başbakan yapılmak isteniyor, siyasi gösterilerde çok sayıda insan öldü" Bu yüzdendir ki Pakistan'ın gününde resmi üniformalarıyla askerleri pek göremedik, yoksa ülkelerindeki muhataralı hadiselerden utandılar mı?" filan diye kendi izlenimlerimizi yorumlamıştık.


***


Büyükelçilikten değil ama Pakistan'lı olup ülkemizde yaşayan Pakistanlılardan tepki gecikmedi. Tepki derken; hem teşekkür hem rica hem uyarıyı birlikte aldık.
E-posta yoluyla bize ulaşan ve Khalid Mahmood Malik imzasıyla bize yazan dostumuz, iki ülke halklarının ebedi dostluklarına vurgu yapıp bunun hiçbir hal ve şart altında bozulamayacağını tekrarlarken kısaca şunları dile getirmiş:"Gerçekten son zamanlarda Pakistan tarihinde az rastlanan olaylar yaşandı. Türkiye'nin 15 Temmuz'una benzer olaylardı sanki bunlar.
Aynı merkez mi diye düşünmeden de edemedim. Başbakanı seçim öncesi tutukladılar, oyları çaldılar, vatandaşı tartakladılar ancak ne hikmetse bu olaylar pek duyulmadı. Fetö benzeri bir yapılanma bu haberlerin dışarıya yansımasına mani oldu. Türkiye'de bir gazete dışında yalnızca siz sütununuzda olaylara ışık tuttunuz.
Şimdi Nawaz Şerif'in tutukluluğu kaldırıldı.
Seçimde rol alanlar yargı soruşturmasında, medya da döndü ve mevcut başbakan zor günler yaşıyor. Ama bu haberler Urduca'dan tercüme edilip halklara duyurulmuyor" Evet, bize yazan dostumuz kendisinin uzun yıllardır Türkiye'de olduğunu ve Türkiye'nin hem kendisi hem ülkesi için vazgeçilmezliğini ifade ederken; "dostların üzüntü ve sevinci birlikte yaşaması" gerektiğini özellikle kaydediyor.


***


Bizim de niyetimiz halis; nerede olursa olsun halkın iradesi önemlidir, dayatma asla kabul edilemez ve bütün toplumlar insanca yaşamayı hak etmektedirler. Dost Pakistan için bu defa "Zindabad" diye haykırıyor, kardeşçe, barış içinde yaşamalarını diliyorum.

gazete

27 Eylül 2018 Perşembe

Önce öğretmen...

Ahmet TEZCAN

Önce öğretmen...

27.9.2018

Bütçeden en fazla pay Eğitim'e ayrılıyor.
Daha önce ülke savunması ön plandaydı. Şimdi eğitimi savunmadan önemli kılan husus "önce insan" değerlendirmesiyle ortaya çıktı.
Ülkesine sıkı sıkıya sarılmış, yetişmiş, yerli ve milli mantaliteye sahip insan olmadan savunma ne işe yarar ki?! Eğitimde stratejik planlamalar da güvenlik kadar titiz çalışmayı gerektirmektedir.
Ziya Selçuk, "Milyon öğretmenden milyon fikir" başlığı altında bir projeyi eğitim hayatına sokmaya hazırlanıyor.
Milli Eğitim'de öğrenciden çok öğretmenin yetişmesi öne çıkmalıdır bence. Önce vereceksin sonra alacaksın. Eğitim öğrenimi görmüş, bunun sosyolojisini, psikolojisini okumuş biri olarak söylüyorum; önce öğretmenin çok iyi yetişmesi lazımdır ki bir fikir üretebilsin.

Öğretmenin eğitim ve gelişimi derken belki de "Öğretmen Akademileri" ni gündeme getirmek lazımdır. Ehemmühim meselesi.. Asker polis önemlidir.
Güvenlik "önce yaşam hakkı" için en başta gelen müessese. Peki, ya öğretmen ve de eğitim?! Denilmez miydi; "fena bir doktor bir hastayı öldürür ama iyi yetişmemiş bir öğretmen bir nesli yok eder" diye. O halde toplumu yapan, yetiştiren, ülkesine yararlı haline getiren öğretmendir.
Öğretmenin ilk önce iyi yetişmesi gerekir. Onun her türlü konforunu sağlamak zorundayız, hiç bahanesi olmamalı.
En ufak hatasında da; ideolojik, sosyolojik, etnik her ne ise bir ayırım durumunda tepesine dikilmelidir. Öğretmen bütün mesaisini, duygusunu, sevecenliğini ve tabi çağın gerektirdiği bilgi ve donanımını öğrencisine aktarabilmelidir. Ve fakat öğretmen bugün yalnızdır, savunmasızdır, korku içindedir, kendine güven duygusu zedelenmiştir, veli-öğrenci-idareci baskısı altındadır. "Hangi davranışım suç sayılır, yanlış anlaşılırım da kim benden şikâyetçi olur" korkusu içindedir. Önce bunun giderilmesi gerekmektedir.

Öğretmenin yetişmesinde belki öğretmen akademileri çözüm olabilir. Ciddi bir akademik eğitim çok şey katacaktır.
Hattâ öğretmen okulları yeniden ihdas edilip öğretmeni çekirdekten yetiştirmeli, 14 yaşında mesleğin havasına sokulmalıdır.
Öğretmenlik çok önemli bir meslektir, her kaynaktan temini akla ziyan bir uygulamadır.
Herkes öğretmen olamaz, olmamalıdır.
Nasıl ki bazı meslekler için özel şartlar aranır, öğretmenlik de öyledir. Bu meslekte özel şartlara haizlik aranmalıdır.
"Tam sağlam" insanlar arasından seçilip özel olarak yetiştirilmesi gerekmektedir öğretmenlerin

gazete

20 Eylül 2018 Perşembe

Günümüzün Ahileri

Ahmet TEZCAN

Günümüzün Ahileri

20.9.2018

Bizim hayat omurgamızı sadece ekonomik değerler oluşturmuyor.
Yaşatılan kültür değerlerimiz, toplumumuzun en değerli varlıklarındandır.
Zengin kültür değerlerine sahip necip milletimiz, biraz örselenmiş olsa da bu değerlerini korumayı ve gelecek nesillere aktarmayı bilmiştir.

Ahilik Haftası'ydı geçen hafta, çeşitli etkinlikler vardı.
Ahilik Teşkilatı, Türk sosyal ve ekonomik hayatının gelişmesinde çok önemli yeri olan, halkımız tarafından da günümüze kadar yaşatılmış köklü bir gelenektir.
Ahilik geleneğimizi asrın idrakine uygun hale getirip yaşatmak çok önemli görevlerden birisidir.
Bir hatırlatma yapmadan geçemeyeceğim.
Haftanın kutlamalarına baktığımızda valileri, kaymakamları, belediye başkanlarını ön planda görüyoruz. Oysa günümüzün ahileri TOBB'dur, TESK'tir, diğer esnaf sanatkâr kuruluşlarıdır.
Odalar borsalar birliği ve esnafsanatkârlar konfederasyonu bu konuda bayraktarlığı ele aldıklarında ahilik prensiplerinin yerleşmesinde önemli ilerlemeler olacaktır. Bu kuruluşlar bir bakıma çağın ahilik kurumudur.
Hisarcıklıoğlu, Palandöken günümüzün Ahi Evran'larıdırlar.
Bilmiyorum TOBB'un, TESK'in münhasıran Ahilik konusunda masaları, oluşturulmuş fonları bulunmakta mıdır? Yoksa ihdası gerekir diye düşünüyorum.

Ahi Evran, çalışma hayatımızın düzenleyicisi olan Ahilik teşkilatını; akıl, ahlak, bilim ve çalışma prensipleri üzerine oturtarak, sevgi, kardeşlik ve karşılıklı dayanışma temelinde yoğurup, Türk Milletine has bir kültür hazinesi haline getirmiş bir ulu velidir.
Bundan dolayı Ahilik; bu topraklarda büyük kabul görüp yayılmış ve Kutlu Anadolu Halkı, bu disiplinden Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı gibi idari, askeri ve mali anlamda büyük ve güçlü imparatorluklar çıkarmasını bilmiştir.
Çünkü Ahilik; bilgidir, bilgiye tecrübeye hürmettir, kalitedir, kanaattir, doğruluktur, cömertliktir, tasarruftur, tasavvuftur, berekettir.
Düsturu da bellidir:
ELİNİ, SOFRANI, KAPINI AÇIK TUT/GÖZÜNÜ, DİLİNİ, BELİNİ BAĞLI TUT...
Ve bu değerler toplamı güçtür. Bu gücü elinde bulunduran millet; güçlü bir millet, onun devleti de güçlü bir devlettir.
Ben bunu bilir buna inanırım.

gazete

6 Eylül 2018 Perşembe

Koşun çocuklar zil çalacak!

Ahmet TEZCAN

Koşun çocuklar zil çalacak!

6.9.2018

Yaz mevsimi de tatil de bitti sayılır, çünkü artık okul mevsimi başlamış bulunuyor. Tatil telaşının yerini Başkentte, okul telaşı aldı. Yazıya geçmeden Ankaralıların tatilciliğine ilişkin sözüm olacak. Tatil yörelerinde Ankaralıların sayısal olarak kalabalık oluşunu görmüş olmalısınız.
Mevsim açılır açılmaz 5,5 milyon nüfusun 2 milyonu dönemsel olarak sahillere kayıyor.
Dolayısıyla "tatil" denince Ankaralıların tatilin hakkını verdiğini söyleyebiliriz. Bunu nereden mi çıkarıyorum; ağırlıklı olarak 06'lı plakalardan.
Havalar ısınır ısınmaz Akdeniz, Ege, Körfez yöresi Ankara plakasından geçilmiyor.
Bunu son derece normal görüyorum çünkü Ankara nüfusunu çoğunlukla işçimemur çalışan insanlar oluşturuyor. Onların da belli zaman içinde dinlenmeye, tatile elbette hakları var.

***

Okulların açılışı gündeme gelir gelmez bütün yurtta olduğu gibi Başkentte de vatandaşın telaşı da arttı. Nasıl artmasın? 20 milyona yaklaşan öğrenci nüfusumuzun önemli bir kısmı Başkent'tedir. İstanbul'dan sonra ağırlık Ankara'nındır yani.. Bu rakam birçok komşu ülke nüfusunu katladığını görüyoruz.
Dolayısıyla memleketimizin okulla ilgili dosyası kabarıktır, üstesinden gelmek kolay olmasa gerek. Sadece "minikler" in sayısı bile milyonu geçiyor. Resmi bilgilerine miniklerin Ankara'daki sayısı 100 bini geçiyor.
İlkokulların 1. sınıfına zorunlu kayıt olması gereken öğrenci sayısı 90 bini, şube sayısı 3 bini aşmıştı Şube başına düşen öğrenci sayısının 33 olarak planlandığını biliyorum.

***

Ankara'nın bu seneki rakamları yaklaşık ifadeyle şöyle: Resmi okul sayımız 1400, özellerle birlikte 1900'ü geçiyor. Derslik baz alındığında Ankara'daki toplam rakam 30 bine yaklaşmış olmalı, öğrenci toplamı ise milyonu aşmış bulunuyor. Yanlışım varsa MEB İl yöneticileri düzeltsin. Fakat bence esas önemli olan müfredat.. Milli müfredatımız gerçekçi olmak zorunda. Çocuklarımıza neyin okutulup öğretildiği çok önemlidir, müfredatın milletin kültürüne, tarihine, geleneğine uygun olması gerekmektedir. Uzun yıllar bu nedense pek istenmedi?!

***

Artık bu memleketin çocuklarının kendi inancına, kendi coğrafyasına uygun müfredatı takip etmesi zorunludur. Bu bir milletin KENDİ olması, yabancı boyunduruğundan kurtulması demektir. "Fulbright Komisyonu" nedir, müfredatın belirlenmesinde bu komisyonun rolü bulunmakta mıdır küçük bir araştırma yapılırsa ne söylemeye çalıştığım kolayca anlaşılacaktır. Bize buradan okullarında zili çalan çocuklarımızın hayatlarının çalınmaması için hayırlar ve başarılar dilemek kalıyor. Dünyada birçok çocuğun okulu yok zilleri de çalmıyor!!!

gazete

30 Ağustos 2018 Perşembe

Efil efil bir yaz, bir yazı

Ahmet TEZCAN

Efil efil bir yaz, bir yazı

30.8.2018

Deniz, güneş ve yılın yorgunluğunu üzerlerinden atmaya çalışan insanlar, efil efil şehir hayatı için enerji topluyorlar.
Benim önümdeki manzara bu. Küçücük bir tatili hak ettik diye düşündük biz de, dağların eteğinde, doğanın kucağına kendimizi attık. Koyu bir gölgeyle, yaz güneşinden korunurken, esintinin doğal klima keyfi insana okşanma hissi veriyor. Bu da bize yetiyor.
Olabildiğince yararlanmaya çalışıyoruz.
Şehirde sıcaktan bunalanlar gelme diyor, "izinli" sayıyorlar ama biz yazı işte hem yazıyor hem yaşıyoruz.
Şehrin kargaşasından, gürültüsünden, bunaltıcı sıcağından uzak doğanın kucağında bir nebze dinlenebilenler sağlığına da katkıda bulunmuş oluyorlar.
Serin esinti mevsimin vazgeçilmezidir, zamanını ve süresini ayarlamak şartıyla.. Güneyden emilen havanın dağların bol oksijeniyle yoğrulup en zengin haliyle insanoğluna sunulduğu ender memleketlerden biridir Türkiye, işte şu bayram tatilinde bile her yerden insanlar sahillerimize, yaylalara akarsu boylarına aktılar. Ağustos sıcağında eşsiz klimasıyla fazla bir rakibi de yok.
***
Türkiye kıyılarının uzunluğu 8 bin 300 küsür km. Kıyılarımız ilgili haberler genelde;
"talan ediliyor, betonlaşmaya kurban edildi" başlıklarıyla verilir. Yalan da değil yanlış da..
Yalnız nerede bir talan varsa yerel idarenin eli o talanın içinde, hissim odur. "Polissiz suç işlenmez" derdi eski bir polis dostum, yerel idareden habersiz de talan olmaz bence..
Değilse bile vatandaş bunu böyle biliyor, kanaati değiştirmek lazım.. Göz yummak yetiyor bir bakıma. Söz açılınca vatandaş hemen, arka plandaki bir "rant kadrosu"ndan söz ediyor, dilin de kemiği yok.
Yaz yazısı için bunlar fazla ciddi meseleler ancak şehir merkezlerinden, kasabalardan geçerken iddiayı haklı çıkaracak uygulamaları da görüyorsunuz. Bu mu bizim yerel yönetim tecrübemiz, estetik anlayışımız? Seçim yaklaşıyor zaten, milleti "enayi" yurduna koyan vatandaştan köteği yer. Bütün olumsuzluklara rağmen ülkemizin mavi bayraklı plajları ve marinaları ile dünyada derece alıyor olması da sevindirici. Ümit ve memnuniyet duyuyor insan, demek ki talanın uğramadığı yerler hâlâ mevcut, bunu da söylemek lazım!
Ben körfezdeyim, tarih, turizm, termal.. Taa Behramkale'ye kadar tüm kıyı sanki cennet, bu günlerde sular yavaş yavaş soğumaya yüz tutsa da tarihi, turizmi, termal zenginliği anlatmaya engel değil. Ünlü filozof Aristoteles, Milattan 6 asır önce hayatının bir bölümünü Behramkale yani Assos'ta geçirmiş. 15 asır sonra Sultan 1.
Murat'ın inşa ettirdiği Hüdevandigâr Camisi, "bu topraklardaki bütün medeniyetlere sahiplik mührü" gibi, en tepede bütün haşmetiyle duruyor.
Homeros'un destanlarında "Bin pınarlı İDA" olarak anlatılan muhteşem Kaz Dağları görüp geçilecek yerler değil.
Bölgeden bahsederken zeytinden ve zeytinyağından söz edilmezse ayıp olur. Dünyanın en sağlıklı, en besleyici, en yararlı ürünü zeytin, anavatanı da bu topraklar. Zeytinyağı bir bakıma meyve suyudur. Semavi kitaplarda adı geçen meyvedir zeytin, binlerce yıldır kullanılır.
Türkiye bu havzada ürünün en önde gelen üreticisidir. Biz bu zenginliğimizi, henüz tam değerlendirebilmiş değiliz.

gazete

23 Ağustos 2018 Perşembe

Yeni canavarımız cep telefonları

Ahmet TEZCAN

Yeni canavarımız cep telefonları

23.8.2018

Karayolu Trafik Yol Güvenliği Derneği'nin tatil dönemlerinde hele bayramlardaki gayreti her türlü övgünün üstünde. Başkan İhsan Memiş ve yardımcısı Dr. Suat Sarı, "BU BAYRAM'DA KURBAN SİZ OLMAYIN!.." sloganıyla tüm sürücüleri "Aman dikkat" diyerek uyarmayı ihmal etmediler.
İstatistikler kıyaslanacak olsa can kaybı ve hasar bakımından inanın trafik kazalarının terörden farkı yok. TRAFİK TERÖRÜ diye boşa söylemiyorlar.
Üstelik terör öldürmek üzere ortaya konulan, tabir caizse "harbi" bir eylem, dolayısıyla muhatabı da ona göre hazırlıklı olur.
Ama trafikte öyle değil..
Eğlenmek, gezmek, dostlarla, aile büyükleriyle görüşmek üzere yola çıkıyorsunuz ve en ufak bir ihmal, tedbirsizlik, dikkatsizlik onarılamaz sonuçlara, kayıp ve hasarlara yol açıyor, ruhlar darbe alıyor. Çocuğunu, torununu, can kardeşini, biricik anne-babasını, en sevdiğini kaybetmek nasıl bir acı öyle?Allah göstermesin..

***

Kurban'da kurban olan insan(!) sayısı son baktığımda 50'yi bulmak üzereydi, yaralı sayısı da 200'dü. Geçen bayram alınan tüm tedbirlere rağmen, 10 günde 122 kişi kaybetmiştik, 617 kişi de yaralıydı.
"Rekor" demişlerdi. Sonuçları bir ay izlenince ölü sayısının 250'yi bulduğu, bunun en az yüzde 10 'unun sakat-engelli olduğunu söylemek mümkünmüş.
Dehşet şeyler söylüyorlar. Yılda ortalama 1.5 milyon kaza ve işte sonuç: ölü sayısı 7.500, yaralı sayısı 300 bin ve binlerce sakat "engelliler" sınıfına dâhil olarak yaşıyorlar.
Bu ne demek biliyor musunuz?
Çevredeki işyerleri dahil en kalabalık zamanında 5 Temmuz Kızılay Meydanı bu kadar kişi ile iki defa doldurulur boşaltılır.
Ve en kalabalık ilçede yaşayanların yarısının yaralı ve sakat kalmasıdır. Ülke ekonomisine zararı yıllık 40-50 milyarı buluyor.

***

Bütün bunlar olmasın istiyorsak; mutlaka kurallara uyacağız. Ancak çağın hastalığı direksiyondayken cep telefonuyla meşgul olmak ki; kazaya davetiye çıkarmaktan başka bir şey değil.
Şimdi SÜRÜCÜNÜN CANAVARI CEP TELEFONUDUR. Saniyenin üçte biri kadar bir dikkat kaybının nelere yol açtığı ortada ama yine de vazgeçilemiyor. Hepimizin elinde bir telefon cinnet halindeyiz; zaman kaybı, dikkat kaybı, ilgi kaybı ve trafikte can kaybı.
Çocuklara KIRMIZI DÜDÜK ile FAHRİ TRAFİK POLİSLİĞİ iyi düşünülmüş, dikkatle müdahale ediyorlar. Bir dostum çarşıda kırmızı düdük aradığını söyledi, çocuklar TV yayınından etkilenmiş ve kampanyaya dâhil olmak istemişler. Ancak diyor dostum, yol bitinceye kadar "baba" diye çığlık atmışlar, kulağına kulağına üflemişler düdüğü.
Babanın nasıl karşılık verdiğini de tahmin ediyorum.

gazete

16 Ağustos 2018 Perşembe

Cive Pakistan

Ahmet TEZCAN

Cive Pakistan

16.8.2018

Başkentin resepsiyonları çok renklidir, daha çok "milli günlerde" verilen resepsiyonların müdavimleri de genellikle başkentin kordiplomatik heyeti, medya mensupları ve politikacılardır. Ankara gazetecileri orada da ayrılır. İslam ülkelerinin kabul günlerinde Hürriyet, Cumhuriyet gibi gazetelerden kimseyi pek göremezsiniz. Ama ev sahibi ülke, atıyorum; ABD, İngiltere, Fransa filan olsa yazarları dâhil tam kadro yer alırlar. Dost Pakistan'ın kabul günüydü önceki gün. Süheyl Mahmud Yeni Delhi'ye atanınca Muhammed Gazi, Dost Pakistan'ın Ankara'daki yüzü oldu. Budapeşte'den Ankara'ya gelen Gazi, ilk kabul gününde ülkesinin dünya birincisi olduğu ve en önemli ihraç kalemi olan mango meyvesinin tanıtımı dolayısıyla Başkentteki dostlarını ağırladı.

***

Pakistan'ın resepsiyonlarında her yıl büyükelçilik mensupları çoluk çocuk tam kadro yer alırlar, bilhassa askerler, gösterişli üniformaları ve güzel gülüşleri ile misafirlerini ağırlarlardı. Simsiyah saçları bembeyaz gülüşleri ile Pakistanlı dostlarımız gerçekten çok sempatiktirler. Ama bu kez askeri kadrodan kimseyi göremedim desem yeridir. Belki sivil olarak katılmayı tercih ettiler biz fark edemedik?! Pakistan'da 25 Temmuz'da genel seçim oldu ama bu defaki seçim bir garipti. Üniformalı bürokratlar seçimde sanki taraf oldular. Başbakan Nawaz Şerif'i ailesiyle birlikte tutuklandı, oylar çalındı, yakıldı. İmranhan adında eski bir sporcu İngiltere'den getirtildi ve başbakan yapılmak istendi sanki?! 500'den fazla insanın öldüğü olaylar dünyaya da pek yansımadı, çünkü ülke dijital erişime de kapatıldı. Ekonomik alanda operasyona maruz kalınca 15 Temmuz'da olduğu gibi ülkemize yine en ciddi destek, kargaşa ortamında olduğu halde yine bu ülkeden, Dost Pakistan'dan geldi. Milyarlarca liralık 100 Atak helikopteri ve MİLGEM sınıfı 4 gemi ihalesini Türkiye almıştı malum. Olağanüstü günler yaşarken bile bizimle beraber olan Pakistan gibi dostlarımız var. Cive (Yaşa) Pakistan..

***

Elim taşın altında Katar'da, Lübnan'da diğer pek çok dost ülkede halk Türkiye'ye desteğini esirgemedi. Halkımız küçük tasarruflarıyla kampanyaya katılıyor. Furkan'ın annesi dişinden tırnağından artırdığı 100 Avroyu vermiş oğluna "destek olsun, nereye yatırılacaksa yatır" demiş, gözlerim yaşardı.. 15 Temmuz'da da bu halk ülkesine böyle sımsıkı sarılmıştı. Ama ben halâ Fatih Terim, Ali Koç, Taha Akyol, Ertuğrul Özkök gibi topluma "ayar verici" isimler acaba bu kampanyaya nasıl bir katkıda bulunacaklar, onu bekliyorum?!

gazete

9 Ağustos 2018 Perşembe

Bayrama kurban!

Ahmet TEZCAN

Bayrama kurban!

9.8.2018

Haftaya bayram, bayrama mı tatile mi giriyoruz belli değil.
Çağın şartları her şeyi olduğu gibi bayramları da değiştirdi. İnsanın "kim kurban, kim neye kurban?" diye sorası geliyor.
Olumsuz yaklaşmak istemiyorum ama her şeyin olduğu gibi bayramın da içini boşalttık?!
Öyle değil derseniz;
Kurban Bayramı 9 günlük resmi tatil olunca bayrama nerede, hangi sahilde gireceksiniz, kurbanınızı nerede keseceksiniz diye sormak isterim?!
"Memlekete gidiyoruz, annem babam akrabalarla baba evinde çoluk çocuk buluşup bahçemizde de kurbanımızı keseceğiz" Bu cümleyi kuracak kaç aile var?
Yoksa çocuklar başkasının eline bakmasın diye dört taksit kredi kartıyla kurban alıp kestirmeyi mi konuşalım?!
***
Ne dedeli neneli büyük aileler kaldı ne eski alışkanlıklar.
Alo deyip kurbanları bağışlıyor, sabah namazsız bayram namazlarıyla bu çok özel günün maneviyatını yaşamaya çalışıyoruz.
Gözünü "A SOSYAL MEDYA" dan ayıramayan yeni nesile kurbanı, bayramı anlatmakta zorlanıyoruz.
Tüketim toplumu olunca dini, milli her şeyi bitirip tüketiyoruz. Bana sorarsanız ben artık şehir hayatı içinde sanal bayramlar yaşamaktan bıktım.
Kaçırılan kurbanları sokaklarda yakalamaya çalışanların, kurban keseceğim diye elini kolunu kesip hastanelerin acil servislerde bekleyenlerin haberlerini izleyerek bir bayram geçirmeyi de istemiyorum.
***
Şimdi "Nerede o eski bayramlar" diye başlayıp çocukluk hatıralarını sıralayarak özlemlerimizi dile getirmek yerine bayramlarımızı dini, milli, örfi yönleriyle düşünmek gerekiyor.
Evet, eskiden tarım toplumuyduk, hepimiz bir aradaydık.
Şehir şartları yaşam biçimlerimizi kökten değiştirdi ama gelinen şartlarda da kutlamalarımızı aslına uygun yapabiliriz diye düşünüyorum.
Kurban Bayramı'nın rakamsal ifadesi de çok önemli. 200 bin ton et, 3 milyon küçük, 900 bin adet büyükbaş hayvan sözkonusu.
Kasaplar Federasyonu Başkanı Fazlı Yalçındağ dostumuz dün meseleye dikkat çekti. Bayramın ekonomik tarafı da asla ihmal edilemez.

gazete

2 Ağustos 2018 Perşembe

Açık Kapı ardına kadar kapalı!

Ahmet TEZCAN

Açık Kapı ardına kadar kapalı!

2.8.2018

Hava sıcak su tüketimi de o oranda fazla.. Herkes elinde pet şişe ile dolaşıyor. Pek çok yerden güneşe maruz kalmış pet şişelerin suyu zehirlediği hattâ KANSEROJEN olduğu yönünde uyarılar alıyoruz. Dikkat ediliyor mu? Eh, kısmen bu uyarılara uyulduğu söylenebilir.
Peki, bu ambalajlı sular hakkında toplum yeterli bilgiye sahip mi? Denetim gereği gibi yerine getiriliyor mu?
Bugün bu hususa dikkat çekmeye beni mecbur eden durumlarla karşılaştım.

Ancak günümüzde sağlıklı, nitelikli, rafine bir hayat yaşamanın da belli şartları var. SU bir hayat kaynağı, insan olarak bizim de olmazsa olmazımız. Zaruri ihtiyaç olunca ambalajlı su çok önemli bir sektör oldu çıktı. Yılda 12 milyar litre su tüketiyoruz. Toplam ciro 6 milyar liraya dayanmış bulunuyor. Üretici dernekleri 500 ton dolayında ihracatın olduğunu bunun 64 milyon dolarlık getirisi bulunduğunu ifade ediyorlar.
Öyle olunca sektörde faaliyet gösteren firma sayısı da gün geçtikçe artıyor.
100'den fazla şirket bu alanda faaliyet gösteriyor. Türkiye'den su pazarı giderek büyüyor, kişi başına ortalama tüketim 150 litreyi aşmış, çeşit çeşit markada pet şişeler, damacanalar sokakta, çarşıda, pazarda ve her yerde kullanıp atılmış plastik şişeler çevre kirliliğinin de en önemli unsuru durumunda..

Konuyu gündeme taşımamın esas sebebine gelince; hangi marka olursa olsun toptancı pazarında yığınla pet şişelerin temmuz sıcağında gün boyu güneş altında tutulduğunu gördüm. Oysa her gün plastik şişelerin asla güneş ışığına maruz kalmaması için uyarılıyoruz.
Plastik şişe güneşe, sıcak yüzeye veya ateşe maruz kaldığında içinde bulunan sıvıya toksik madde saldığı biliniyor. Valilik, belediye, zabıta, sağlık müdürlüğü başta olmak üzere Konya'da çalmadığım kapı kalmadı ama sesimi duyuramadım. Kimi yemek tatilindeymiş, kimi mesai bittiği için başvuruyu bir sonraki gün alacaklarını ifade etti. Ankara'da da durumun bundan farklı olmadığını AÇIK KAPI diye bir yer buldum internette annemin kızlık soyadından harfler istedi, formu doldurmak bile meseleydi.Peki, kim bu işe bakacak? Açıkta ambalajlı su satana kim mani olacak? Vatandaşın sağlığını kimin umurunda sormak istiyorum.
Bunu da CİMER'e mi yazmalıyım.
Sorumlu makamdakiler bunun gereğini neden yerine getirmezler?

gazete

26 Temmuz 2018 Perşembe

Şirazemiz bozuldu

Ahmet TEZCAN

Şirazemiz bozuldu

26.7.2018

Gazetelere bakıyor musunuz; haberlerde bir "şiraze kayması" olduğunu siz de fark ediyorsunuzdur?! Yok "Annesini pompalı tüfekle öldürdü" Veya "112 Acil doktorunu darp etti" vesaire..
Taciz, tecavüz örneklerini hiç vermeyeceğim..
Onlar hepimizin şirazesini bozacak ölçülerde ele alınır oldu.
Tecavüze uğrayandan haberin başlığını atana kadar uzayan sorumluluk zincirinde "sorumsuz" bir davranış bozuklu her an mümkün.
Gazeteler başlığı atıp çekiliyor, televizyonlarda ise olay vıcık vıcık...
Travmasını vatandaş olarak biz yaşıyoruz.
Gerçek nedir, mahkemeye nasıl intikal etmiştir, intikalinden sonraki tespitler ve nasıl sonuçlanmıştır takibi mümkün değil.
Haa takip edecek olsan da hangi birini sonuna kadar izleyebilirsin?!
Haberin başlığını boksörün direkt yumruğu gibi zihnimize tam isabet, alıyor ve orada kalıyoruz. Böylesi birkaç darbe bütün toplumun şirazesini etkiliyor.

Şiraze örneğini mahsus verdim.
Esasen bu kelime "mücellithanesi" yani cilt işleminin yapıldığı eski matbaalarda mücellitlerin yani kitap ciltleyenlerin ağzındaki bir sözdü.
Kitabın sayfalarını bir arada tutan sırt dikişinin adıydı şiraze ama artık son zamanlarda tıbbın psikiyatri bölümlerinde daha sık kullanılır oldu, kelime artık "akli denge kaybı" olarak değerlendirilip anlamlandırılıyor.

O halde meselenin burasını masaya yatırmak gerekiyor. Mesela; ayda veya yıl içinde doktorları, sağlık çalışanlarını hedef alan kaç vaka vardır?
Artma eğiliminde midir bu vakalar yoksa giderek azalıyor mu?
Devletimiz tabir caizse dişinden tırnağından artırıp sağlık hizmetlerini, hastaneleri iyileştiremeye, yeni ve modern alet ve techizatla donatmaya uğraşıyor.
Hastaneler pırıl pırıl, yağ dök yala misali tertemiz.. Odaların, makamların, koridorların konforuna diyecek yok iken nedir bu hastaların, hasta yakınlarının, doktorların, sağlık çalışanlarının derdi diye masaya yatırılmış mıdır? En büyük bütçenin Savunma'dan önce eğitim ve sağlığa ayrılmasının bir anlamı olmalı?!

gazete

19 Temmuz 2018 Perşembe

Kulağınıza küpe olsun

Ahmet TEZCAN

Kulağınıza küpe olsun

19.7.2018

Yaşlı bir baba mirasını açıklamak için oğullarını çağırır, der ki; "Ben artık ölüyorum. Birbirinize düşmeyin diye sahip olduğum 17 deveyi size paylaştırmak istiyorum." Yarısını büyük oğula, üçte birini ortancaya, dokuzda birini de küçük oğluna bırakır. Oğullar vasiyete göre 17 deveyi paylaşmak isterler ama 17 ne ikiye, ne üçe, ne dokuza bölünebilmektedir.
Köyün bilge kişisine sorarlar.
Cevap gayet kısa ve nettir; "Benim de bir devem var ahırda onu da alın hesabınızı yeniden yapın." Bu cömertliğe oğullar hem şaşırır hem sevinirler. Bilge kişininki ile birlikte 18 olan devenin yarısı, yani 9 tanesini büyük oğul, üçte biri olan 6'sını ortanca alır, küçük oğlana da dokuzda biri yani 2 deve kalır. Miras vasiyete göre paylaşılmıştır ama fazladan bir deve vardır. Mirasçılar bilge kişinin kapısını tekrar çalar ve ne yapacaklarını sorarlar.
"Tamam" der yaşlı, bilge kişi "Sorun çözüldüyse benimkini alabilirim." Millet iradesi yaşlı bilge kişi gibidir ve ne zaman kapısı çalınsa bir formülü vardır. İşte sistemi değiştirirken Meclis aritmetiğini de yeniden tanzim etti ve kuyumcu terazisi hassaslığında partileri tartarak Meclis'teki temsili belirledi.

Ankara'nın Meclis'e gönderdiği 36 vekilden 14'ü yeni ve ilk kez milletvekili sıralarına oturuyor. Siyaset kademelerinden geçmiş olsalar bile Meclis'in havası hiçbir kuruma benzemez, bu itibarla tecrübesi zaman alacaktır. "Kulaklara küpe" kabilinden benim de yeni vekillere her zamanki gibi söyleyeceklerim var.
Hz. Mevlâna'nın Mesnevî'sinden seçilmiş şu cümleler bence Meclis'in en görünür yerlerine yazılmalıdır.
"Önünüze her konulanı yemeyin ve ağzınıza geleni de söylemeyin"
"Sesinizi yükseltmeyin, sözünüzü yükseltin" Merhum Abdürrahim Karakoç'un "Ha Hasan'a ha sana" türünden sözlerdir bunlar, eskileri de "ilgilendirmez" değildir, bizden hatırlatması.

Mazbatayla milletvekili olunmaz, kişiyi vekil yapan parlamenter tecrübedir, o da zamanla elde edilmektedir. Koşarken giyinmek gibi bir şey bu.. Mesleğinizdeki başarı milletvekilliğinde başarı garantiniz değildir.
Meclis görevi toplam bir görevdir, bu görevi taşımak da bu görevden düşmek de zor gelir insana. Zaman hızla akar, ne olup bittiğini anlayamadan yeni seçim dönemi gelir çatar. Bunu "geçici görev" gibi kabul ederseniz rahat olursunuz. Yeniden parlamentoya girebilmenin yollarını arayarak yorulmayın, etrafın "poh poh" una da kanmayın.
Meclisin ziyaretçileri önemlidir, tayin, terfi istekleri hiç bitmeyecektir, bunlarla uğraşmak sizi asıl görevinizden koparır, herkesi memnun etmeye çalışan politikacılar pek makbul sayılmazlar bunu da bilin. Ve son tavsiye: Asla dünü unutmayın. Yaşantınıza nitelik kazandırın fakat değiştirmeyin.
Nerede ve kimlerle olacak ve kimin fotoğraf karesine gireceksiniz siz seçin, herkesin önüne yanına durup resim çektirirseniz hiç istemediğiniz durumlarla karşılaşabilirsiniz.
Bundan sonra ne yediğiniz, nerede kiminle olduğunuz önemlidir bunu da bilin.

gazete