17 Mayıs 2018 Perşembe

Bedene su veren gıdaları seçin

Ahmet TEZCAN

Bedene su veren gıdaları seçin

17.5.2018

Zor zamanlar yaşıyoruz, bu zamanın Ramazanı da ona göredir. Mübarek olsun, yani bereketli geçsin ve bütün belaların defedilmesine vesile olsun, nice güzel günlere kavuşmak dileğimiz olsun.
Ağır işlerde çalışanlar için kolay bir ibadet değil şüphesiz ama her halükârda eciri çok yüksek. "Ecir" kelimesini hemen "ücret" ten hatırlayalım, "Emeğin kiraya verilmesi" olarak tanımlıyor sözlükler.
Oruç tutarken katlandığımızın karşılığını çok yüce bir makamdan, varlıktan bekliyoruz.
Ona yaslanıyor, ona sığınıyoruz.
Kabul ve makbul olur inşallah. O makam ve varlık ki; ayın, güneşin ve bütün nizamın yaratıcısı ve kusursuz işleyişine muktedir muazzam bir güç, bütün âlemlerin Rabbi, lütuf ve ikram sahibidir, bize ise sadece idraki kalmaktadır.

Bu sıcak yaz gününde biraz dikkat edilirse bu bir ay bizi kolayca bayrama ulaştıracaktır.
Bu sıralar herkesin tavsiyeleri var. Ancak uzmanlar özellikle bir hususa, susuzluğa dikkat çekiyorlar. Tıka basa yesek bile açlığı birkaç saat erteleyebiliyoruz ama susuzluk öyle değil. 100 gramlık protein için yarım litre suya ihtiyaç olduğunu söylüyorlar. O halde sahur yemeğinde vücudumuzdan su çeken gıdalar yerine bedene su veren gıdaların tercih edilmesi gerekiyor. Salatalık, marul, turp, rafadan yahut tereyağında yumurta, badem, yoğurt bu sınıfa giriyor. Ekmek, su çeken gıdaların başında geliyor, çok tüketildiğinde tok tutacağı sanılmasın. Peynir, zeytin, sucuk gibi tuzlu ve su tutan gıdaların, tatlıların ve karpuz gibi idrar söktürücü yiyeceklerin mümkün olduğunca az tüketilmesi gerekiyor.

Ankaramız zaten iklim bakımından katlanılmayacak bir yer değil. Burada yemek içmekten ziyade oruç tutanların hal ve tavırlarına bunu yansıtmaları gerekiyor.
Herkesin bildiği ama uygulamada zorlandığı şeyler bunlar. Bilhassa sigara tiryakileri çok agresif oluyor. SABIR en önemli ilaç..
Gözünü, kulağını biraz günlük olaylardan çekeceksin. Başkalarını değil kendini dinleyeceksin.
Yalnız kalındığında nefesimizi takip etmek bile insana büyük rahatlık veriyor. Zaten oruç dediğimiz şey de yiyip içmeden kesilmek değil, davranışlarımızı kontrol etmek değil midir?! Ramazan, bayram, kandil geceleri, Cuma vakitleri müstesna zamanlardır. Namazın içindeki rükû ve secde anı gibi farklıdır, ayrıdır, anlamlıdır. Günümüz insanının daha kolay anlayacağı ifadeyle; primi, bonusu, getirisi yüksektir. Boşa geçirmemek, değerlendirmek lazımdır, hayatımızın gidişatı hakkında hesabımızı yeniden gözden geçirme zamanıdır.

gazete

10 Mayıs 2018 Perşembe

Özel ve güzel zamanlar..

Ahmet TEZCAN

Özel ve güzel zamanlar..

10.5.2018

İnsan, zaman ve mekân üzerinde düşünüldüğünde sır dolu kavramlardır.
Zamanın mesela; her anı aynı değildir, parmak izi, göz retinası gibi her kişi de farklılık gösterir. Milyarlarca insan dünyadaki ömürlerini bir şekilde tamamlayıp döndüler, milyarlarcası da işte dünya üzerindeki 13 toprak parçasında hayatlarını diğer canlılarla birlikte sürdürüyorlar.
Hiçbiri birbirinin aynı değil. Aynı gibi görünen yüzlerin, bedenlerin, iş ve eylemlerin pertavsız altına alındığında ne kadar farklı oldukları bilinmektedir.
Hepimiz aslında görünüşte aynı olan farklılarız.

İşte insanoğlu yeryüzüne indirildiğinden bu yana nice milletler, medeniyetler, nice güçler oldular geldiler ve gittiler. Bir de bunların seçilmişleri vardır ve onlar varlığın en değerlileridir. Nasıl ki İNSAN bunca canlı içinden seçilmiş, muhatap alınmış EŞREF MAKAMINA yükseltilmiş ise; insanlığın kıblesi topraklar da Kâbe ile mukaddes makama yükseltilerek, bin yıllardır yıldızlar gibi dönen insanların tavaf yeri olmuştur.
Zaman da öyledir, hiçbir anı aynı olmayan, özel gün ve gecelerle seçilmiş, müstesna kılınmış günleri ve geceleriyle kim bilir SON BİR FIRSAT olarak insanlara ŞANS olarak sunulmaktadır. "Neden geldim, niye varım?" sorularının cevabıyla kendini bulsun, kurtulsun ve temizlenmiş olarak dönsün istenmektedir belki?! İşte Ramazan; seçilmiş zaman.. İçinde bir Kadir Gecesi var ki bin yıl, hesaba vurunca bir ömürlük bir fırsat. İnsan bedeni, mekanizmayı olağan dışı sistemle çalıştırırken yücelecek, yükselecek ve yaratanına hamd ve şükrünü ifade edecek.

Neden hastalanınca iştahımız kesilir hiç düşündünüz mü? Hiçbir şeyi canımız istemez, bolca SU içmek isteriz. Yapılan araştırmalar, 3 gün aç kalmanın, vücudun savunma mekanizmasını yenilediğini ortaya koymuştur. Açlık ve vücudumuzdaki sonuçlarıyla ilgili araştırma Nobellik olmuştur.
Bu yolla hücrenin gereksiz parçaları atarak yenilenmesi Japon bilim insanı Yoshinori Ohsumi'ye ödül kazandırmıştır. Uzun süreli açlığın savunma mekanizmasını yenilediğine yönelik bir araştırma yazısı da İngiliz The Telegraph'ta yayınlandı. Açlıkla yeni akyuvar oluşumunun tetiklendiği ve bağışıklık sistemini yenilendiği yazıldı. Batı'da çığır açan araştırmalar bunlar, başkaları da var. Biz buna ORUÇ diyoruz. Bütün varlığımızla varlığın sahibine teslim oluyor ve teşekkür ediyoruz. Bizi yarattığı için, bizi bu memlekette Müslüman olarak yaşattığı için teşekkür ediyoruz. Ramazan, seçilmiş zamanlardır, tek başına değil, toplum olarak yaşanılan, birlikte teşekkür edilen günlerin adıdır. Sözünü ettiğimiz araştırmalar yapılmadan bin küsur yıl önce Hicret'in 2 nci yılında farz kılındı ve bizim peygamberimiz, Seçilmiş İnsan Muhammed Mustafa da vefatına kadar 9 Ramazan oruç tuttu.

gazete

3 Mayıs 2018 Perşembe

1 Mayıs’tan geriye kalan

Ahmet TEZCAN

1 Mayıs’tan geriye kalan

3.5.2018

1 Mayıs'tan, "işçi ve emekçi bayramı"ndan geriye sadece bayrak, flama, patlak balon ve her türlü atıklar kaldı. Atık şampiyonu her zamanki gibi yine pet şişeler oldu. 1 Mayıslarda zaten en çok LAF, ardından da bolca su tüketilir. Atılan nutuklardan geride kalan olmaz ama su tüketimini pet şişelerden anlarız. O gün belediyeler ve çöp toplayıcılar sabaha kadar söylene söylene 1 Mayıs atığı topladılar. Sendika kelime olarak bize Fransızca "syndicat" kelimesinden geçmiş, "ortak çıkarları korumak için oluşturulan birlik" anlamına geliyor. Diğer ülkelerde "union" kelimesiyle karşılanıyor bu sözcük, Araplarda da "ittihad" yani birlik..

***

Günümüzdeki meslek örgütlerine ben hiç sıcak bakmıyorum, bakamıyorum çünkü bu örgütlerin – kusura bakılmasın ama– mensuplarını sömürmekten başka işe yaramadığını düşünüyorum. (Esnafsanatkâr kuruluşları, odalar, borsalar da buna dâhildir.) Bunu anlamak için aidat ödeyen sade üyelere; örgütten, dernekten, sendikadan, odadan v.s. meslek kuruluşundan nasıl bir hizmet aldığını sormak yetecektir. Ne yapmış, dünyadaki hangi ileri uygulamayı kazandırmış da üyesinin satışını, gelirini, sosyal seviyesini yükseltmiş sormak lazım?! Yalnız bu soruyu soracaklarınız, sendikada, esnaf teşkilatında, odada, borsada vs meslek kuruluşunda "yönetici" konumunda olmamalıdır. Çünkü onların varsa kendi işleri dışındaki bu meşguliyetten yani meslek temsilciliğinden edindikleri konfor hayli yüksektir. Önemli bir gelir ve hatırı sayılır makamlar sağlanmaktadır. Üstelik çeşitli adlar adı altında yaptıkları dünya gezilerini de asla kendi gelirleriyle yapamazlar.

***

1 Mayıs mitingleri üyelerin gazını almak için yapılan eylemlerdir, günlerce hazırlığı yapılır ama işçi-emekçi adına elde edilen pek bir şey yoktur. Herkes kendi ideolojik görüşü doğrultusunda bir şeyler söyler geçer. (Ankara'da o meydana "Anadolu Meydanı" demeye dilleri varmadı.) Masraflar da yine işçinin emekçinin kesesindendir. Bu yüzden 1 Mayıslarda meydanlar dolmaz daha çok "tatil" olarak değerlendirilir. Sendikalardaki sert hiyerarşik yapıyı da hiç anlayamam, kayıtsız şartsız itaat gerektiriyor. Böyle bir ilişki içinde "sendikacı" üyesi tarafından sorgulanabilir, "aldığın aidatı nereye, nasıl kullanıyorsun?" denebilir mi? Konfederasyon, Birlik, Sendika v.s.. Aynalı, camlı, kaplamalı, kapalı garajları son model makam araçlarıyla dolu merkez binalarına bir bakın söylediklerimin nereye vardığını göreceksiniz. "Az bile söylüyorsun" diyeceksiniz.

gazete

26 Nisan 2018 Perşembe

Yeni bir eşikten geçerken

Ahmet TEZCAN

Yeni bir eşikten geçerken

26.4.2018

Bakın, biz koskoca bir imparatorluk idik, terk ettiğimiz 24 milyon kilometrekarelik coğrafyada 64 devlet kuruldu.
Şöyle oldu böyle oldu neticede koca imparatorluk, içeriden dışarıdan büyük gayretle yıkıldı. İçinden kazıyıp atılamayan halk, elinde kalan 780 bin kilometrekarelik toprak parçasıyla "Türkiye" adıyla bir yurt tutmayı başardı.
Yurt tuttuk da tam anlamıyla bir devlet olmayı başarabildik mi? Bunu söylemek zor ama o yoldayız ve kararlılıkla ilerliyoruz, taş koymazlarsa başaracağız..

Cumhuriyete geçişimiz çok sorunlu oldu, büyük bedeller ödedik.
Gücümüz ve enerjimiz yok edildi, çok insan kaybettik. Medeniyet tasavvurumuz altüst oldu. İmparatorluk topraklarında kurulan devletlerle düşman edildik, halklarıyla aramızı açtılar. Bilhassa İslam âlemine ve dahi petrol kaynaklarına sırtımızı dönmemizi istediler.
İmparatorluğumuzu yıkanlar Türkiye'den ellerini hiç çekmediler. Bu coğrafyada kendi başına karar veren bir güç oluşsun istemediler.
Eskiden devletlerin şirketleri vardı, şimdi şirketlerin devletleri var ve amaçlarına ulaşmak için her türlü mekanizmayı kullanıyorlar.
Son yüz yılda kendileri 10-15 lider ve hükümetle, istikrar içinde yönetilirken Cumhuriyet Türkiye'si iki başlı yönetim altında 60 küsur hükümetle yönetilememiş, darbeler ve suikastlarla bu milletin yolu kesilmiştir.

İçeriden ve dışarıdan kuşatma sürüyor.
Türkiye'yi birbirine düşürmek her türlü mekanizmayı kullanıyorlar. Baykal'ın kasetle indirilmesi sadece CHP'nin iç meselesi değildir, MHP'nin bölünmesi de MHP'nin meselesi değildir. Bütün bunlar baştan sona Türkiye'nin meselesidir. Nerede yumuşak karnınız varsa oraya saldırıyorlar. İçeriden, dışarıdan, açık-gizli yürütülen her türlü kumpas, saldırı ve suikastlarda içimizden birilerinin kullanılmasıdır en büyük 'handikap'ımız.
Ağacı kesen baltanın sapı ağaçtandır. Gafili ve haini bol bir ülkeyiz maalesef. Tescilli hainlerin varlığı devlet ricali tarafından da vaktiyle bizzat ifade ve itiraf edilmişti.
Sinema, tiyatro ve medyamızı oluşturamadığımız içindir ki bir avuç elit, yoz ve seçkin mütegallibe ile yıllarca uğraştık. Bu mekanizmalarla hem baskı kurdular hem kendilerini haklı çıkardılar, milletin temsilcileri görev aldığında da bir kaşık suda fırtına kopardılar.

Aklın yolu birdir, acil yapılması gereken; adı ne olursa olsun sağlıklı bir yönetim sisteminin hemen kurulmasıdır. Türkiye büyümek, güçlenmek istiyor ve buna mani olmak isteyenler var. Şapkaya dikkat.. Vatandaşın şapkayı önüne koyup bir kere daha düşünmesi gerekecek.

gazete

19 Nisan 2018 Perşembe

Her semtin taksisi farklı renkte olsun

Ahmet TEZCAN

Her semtin taksisi farklı renkte olsun

19.4.2018

Ticari taksiler, taksiciler konusu baştan aşağı elden geçirilmeye muhtaç bir iş koludur. (Dolmuşçuluğu da siz ekleyin.) Taksici cinayetlerinden UBER kavgalarına, giyim-kuşamdan rengine ve gün geçtikçe şehir nüfusuna paralel hızla artan sayılarına bakınca ticari taksiler için yeni bir düzenlemenin zarureti kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Yalnızca şehirdeki trafik kazaları istatistiği bile bunu zorunlu kılmaktadır zira şehirdeki kazalarda ticari taksi payının hayli yüksek olduğu söylenmektedir.

Taksiler, taksiciler en evvela memleket kültürünün aynasıdır. Yalnız bizim ülkemiz için değil bu, bütün dünyada taksiler bulundukları ülkenin kültürel kimliğini yansıtan iş kollarının başında gelir. Japonya'da taksicilerin beyaz eldivenle görev yaptığını ve Japonya'da takside unutulan bir eşyanın pek kaybolmadığını söylerler. Şimdi bu durumu bizim ülkemizle kıyaslayın bakalım ne çıkaracaksınız?! Yalnız şunu da hemen söylemeliyim ki; Ankara'da kela kibar taksiciler, sayıları çok değilse bile yok değiller, sık olmasa da onlara rastlıyoruz. Her halde çalışma saatlerine göre taksici profili değişiyor?! Geçenlerde sabaha karşı birisiyle az kalsın.. Haklı olduğumuz halde para verdik kurtulduk.
Kütüphane haftasında taksi duraklarına ve taksilere Dede Korkut, Nasretttin Hoca türü hikâye kitapları konulsa Ankara'yı "her köşede bir kütüphane" misali "Kütüphane Şehir" haline getirsek diye bir teklifim oldu, "Konu belediyenin" veya "Taksici Odası ile görüşün" dendi.
Kütüphaneler Genel Müdüründen başka kimseden bir cevap alamadım, onların da işi başından aşkın. Büyükşehir Başkanı Mustafa Tuna'nın ise randevu listesindeki talep sayısının 4 bini geçtiğini gazeteden okuyunca ondan da bir umudum kalmadı.

Bugün taksiciler için yeni bir teklifte bulunacağım, bakalım kim ilgilenecek?!
Derim ki; HER SEMTİN TAKSİSİ FARKLI RENKTE OLSUN.. Ankara'da bir ifadeye göre 9 bin ticari taksi faaliyet gösteriyor. TİCARİ deyince her ne kadar SARI RENK hâkimiyeti söz konusuysa da; bütün tonlarına rastlamak mümkündür.
O halde her semtin taksisi farklı renkte olsun ve kimin nerede çalıştığı da belli olsun, söz gelimi Gölbaşı taksisi akşamüstü Kızılay'da çalışmasın. Mesela Beştepe taksileri TURKUAZ olsun, Keçiören'inki YEŞİL.. Çankaya, bayrak gibi KIRMIZI bir renk seçse -semtlerinde çalışan taksiler içinfena mı olur?! Böylece bir rekabet de ortaya çıkar ve temizlikte dürüstlükte yarışırlar diye düşünüyorum. Fikri olan bize yazsın, bilelim ki uçuk bir teklifte bulunmadık diyelim, işte posta adresimiz

gazete

12 Nisan 2018 Perşembe

Parkinson son değil..

Ahmet TEZCAN

Parkinson son değil..

12.4.2018

Sabah'ta bu başlıkla çıkmıştı hastalıkla ilgili haber. Evet, son olmamalı, yeter ki farkında olalım. Dün, 11 Nisan Dünya Parkison Günüydü, hafta boyunca da etkinlikler olacakmış. Dernek yetkililerinin radyoda anlattıkları ile adeta ürktüm.
Çünkü Parkinson sadece bir ihtiyarlık hastalığı da değil ve artık gençlerde de görülebiliyormuş.
"Derdinde olmayan deveyi görmez" derler.
Gerçekten ne ailede ne çevrede böyle bir dertle karşılaşmadığımız için dinleyip geçiyoruz. Oysa öyle bir çağda yaşıyoruz ki -Allah muhafaza- bir gün bir titreme ile dehşete düşmeyeceğimiz garanti değil. Hastalık sadece titreme ile de belli olmuyor; kronikleşen depresyon, kabızlık, hattâ koku almada sorun yaşamaya başlamak bile parkinsonun belirtileriymiş ve hasta zamanla günlük basit ihtiyaçlarını bile tek başına karşılayamıyormuş.
Tedavisi de yok üstelik..
Ancak bazı ilaçlar ve cerrahi müdahaleyle hafifletilebiliyor..

Hastalığa en önemli sebebi "dopamin" denilen kimyasalın artık bedende üretilmemesi, bu da hareketi ve kişinin ruh halini etkiliyor. Dopamin azaldıkça belirtiler baş gösteriyor. Uzmanların ifadesine göre; elde veya başparmakta kontrolsüz hareket, çene ve dudakta hafif titremeler parkinsonun en sık görülen belirtileri.
Bacak kaslarının seğrimesi ve el yazısındaki ani değişmeler buna dahil.. Her el titremesi de parkinson hastalığı anlamına gelmiyor.
Yürürken adımlar küçülür, ayak sürüklemede zorlanılır, kaslar sertleşir dolayısıyla hareket kısıtlanıyor ve de ağrılar oluşuyorsa "Parkinson" ile karşı karşıyayız.
Konuşmada hızlanma, zorlanma ve kısık ses, cümleler arasında durmama, tereddüt, konuşmanın monotonlaşması hastalık belirtisi olabiliyor. Yaş, cinsiyet ve kalıtımsal özellikler parkinson için çok önemli sayılıyor.

Hastalığın yol açtığı sorunların kontrol altına alınması yine hastalığın erken teşhisine bağlı. Elektrik dalgalarıyla belirtiler hafifletilebiliyormuş.
Daha çok taze sebze ve meyve, tam tahıllı gıdalar lifli yiyecekler tavsiye ediliyor. Bir de düzenli egzersiz.. Masaj ve akupunktur hastanın rahatlamasına yardımcı oluyor. Velhasıl dünyanın bin bir türlü hali var, "Bende olmaz" demeyeceğiz, dikkatli olacağız, zor gelmeden yaşantımızı ayarlamakta fayda var. Tıp ilerledi, özellikle bizim ülkemizde her türlü hastalığın tedavisi için uzmanlarımız, gönüllü dernekler var. Hasta sahipleriyle yakın temas ve dayanışma önemli. Bilgilerimizi tazeler, yeni şeyler öğrenebiliriz. Her türlü hastalıktan Allah korusun diyorum ve tüm hastalara şifalar diliyorum

gazete

5 Nisan 2018 Perşembe

Ankara’nın kararları

Ahmet TEZCAN

Ankara’nın kararları

5.4.2018

"Geleceği öngörmek kolay değildir, çoğu zaman mümkün değildir. Ama olası gelecek senaryolarını kurgulamak mümkündür. Geleceğe etki eden trendleri tespit etmek, etkilerini incelemek mümkündür. Buna göre tedbir alınabilir." Bu cümleyi Gelecekhane adlı bir internet sitesinden aldım. Büyüklerimizin şu sözünü de ilave etmişler; "Geleceği öngörmenin en iyi yolu onu var etmektir." Ankara'nın bozkırın ortasında 5-6 milyonluk bir şehir olacağı öngörülmüş olabilir mi? Başkent yapanların bile 400 bin nüfuslu bir şehir planladıkları kayıtlarda geçiyor.

***

Neyle meşgulseniz, hayatınız dâhil neyi kuruyor, kurguluyorsanız gelecek öngörünüzün sağlam olması gerekiyor. Geçmiş geride kaldı, gelecek bir ölçüde bizim kararlarımıza bağlı. Ankara'da bugünlerde ilginç şeyler oluyor. İnsanların, şehirlerin, ülkelerin geleceği bir kararla değişebiliyor. Sene 2018 ve Türkiye ilk nükleer santral için bir adım attı. Bu çok önemli bir adım. Bir eşik atlıyor Türkiye, ilerletmek için güçlü olmanız gerekiyor. Geleceğin dünyasında gücünüz enerjinizdir. Peki, bu daha önceden öngörülemiyor muydu? Tabi ki biliniyordu ve lakin kendi kararlarınızı kendinizin uygulama şansı oldukça düşüktü. Biz bir enerji coğrafyasında yaşıyoruz, Batı'nın enerji ihtiyacının büyük kısmı bizim coğrafyamızdan sağlanıyor. Ama atomun parçalandığı gün nükleer enerji dünyanın gündemine girmişti.

***

Bugünlerde Türkiye'yi en çok düşündüren ve uğraştıran Suriye meselesidir. Orada güç bulunduran ABD aynı zamanda dünyanın nükleer şampiyonudur. Tam 100 santrali faal durumdadır Amerika'nın ve elektrik enerjisinin beşte birini nükleerden sağlamaktadır. Fransa 59 santralle ikinci sırada, Japonya 43 santralle üçüncü ve Rusya 35, İngiltere 23 nükleer santrale sahip. Çin ise 20 yeni nükleer santral inşa ediyor. Dünyanın önde gelen aktörleri aynı zamanda enerjinin de her türlü oyuncularıdır. Silah sanayi de bunun paralelindedir. Paris'in, Brüksel'in ortasında nükleer santraller işletilirken sözde çevreci ve insancıl kaygılarla Türkiye'deki santral girişimi yıllarca engellenmeye çalışılmıştır. Uzaya çıkmakla, yerli silah sanayini kurmakla ve enerjide nükleer duvarını aşmakla Türkiye çok isabetli kararlar almıştır. Ankara'nın bu kararları Türkiye'nin geleceğini kurmaktadır. Bunların ilkokuldan başlayarak çocuklarımıza da anlatılması gerekir.

gazete

29 Mart 2018 Perşembe

Her durağa bir kitaplık

Ahmet TEZCAN

Her durağa bir kitaplık

29.3.2018

Bu hafta Kütüphaneler Haftası ya, ülkemizde -üniversiteler dâhil- toplam 30 bin 231 kütüphane olduğunu AA'nın haberinden öğrendim. Halk Kütüphaneleri'nden bu sene 25 milyon insan yararlanmış. Aynı kaynak Ürgüp'ün Şahinefendi köyünden Şükrü Dede'nin 1950'lerde "eşekli kütüphane" ile kazandığı okuma alışkanlığını ilerlemiş yaşına rağmen sürdürdüğünü yazıyor, hayran oldum.
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğünde çok cevval bir adam oturuyor, adı Hamdi Turşucu..
"Daha fazla insanın istifadesi için kütüphanelerin her saat hizmette, "yaşayan" alanlar olması için çalışıyoruz" diyor. Harika olur, morglarda geceleyin ders çalışan öğrenciler görmüş, çok üzülmüştüm.

Benim de nice zamandır aklımda tuttuğum bir projem var; "HER DURAĞA BİR KİTAPLIK" fikri..
Tam zamanıdır dedim, Kütüphaneler Haftası'nda işte ortaya attım, bakalım kim ne diyecek?! Her durağa derken taksi duraklarını kasdediyorum.
Ankara'da kaç taksi durağı var bilmiyorum ama şöyle 10-15 kitaplık bembeyaz yeni proje taksi duraklarında, şirin raflarda, ortak kültürümüzün ürünü, Dede Korkut, Nasreddin Hoca cinsinden halk kitapları, hikâyeler veya şehri tanıtan kitaplar olsa fena mı olur?
Bir-iki tanesi taksinin içinde olur, şöyle koltuğun üstünde veya ceplerde.. Yolcu beklerken taksici, trafik tıkanınca, yol uzayınca yolcu belki birine göz atar.

Zamanla alışkanlık olur. "Şu kitabı alabilir miyim?" diyene de AL densin, kitabı alan da bir durağa aynı cinsten bir kitap bağışlasın?! Evlerde nice yararlı kitaplar var, duraklarda taksiciler hem okur hem korurlar. Kitaplı taksiler dolaşır şehirde, kütüphane gibi olur şehirler, KÜTÜPHANE ŞEHİRLERDE yaşarız diye düşünüyorum.. Çok mu FANTAZİ bir fikir, hayata geçirilemez mi? Taksiciler sahiplenmez mi? Bizim taksiciler bir bakıma kamunun nabzıdır, devlet büyükleri bile duraklara uğramadan edemezler. Bilhassa siyasilerin kendilerini belli etmeden şoför üzerinden memleket nabzı tuttuklarını biliriz.
Bizim taksiciler de kimin kim olduğunu anlamaz ya(!) hemen tabir caiz ise "bindirirler" istemediklerine.. Ya da şükür ifade eder sorana moral olurlar.
Velhasıl okuyanların da okuduklarını sokağa, insan ilişkilerine de yansıtmaları benim Kütüphaneler Haftası dileğim olsun. İyi okumalar…

gazete

22 Mart 2018 Perşembe

Şehirlerin de hafızası var

Ahmet TEZCAN

Şehirlerin de hafızası var

22.3.2018

Viyana, 2016 yılında dünyanın yaşam kalitesi en yüksek şehri olmuş.
Sıralamada Zürih ikinci, Auckland üçüncü sırada yer alırken, İstanbul geçen yıl olduğu gibi 122. sırada kendine yer bulmuş, başkent Ankara'nın ise adı yok..
Önce bu araştırmaların ne işe yaradığını söylemek gerekiyor.
Çalışanların ücretlendirilmesinde şehrin yaşam kalitesi endeksi önemli rol oynuyormuş.
Çalıştığı şehrin yaşam kalitesi düşükse çalışana ekstra 'Meşakkat Ödeneği' ödeniyormuş.
Firmalar da bu araştırmaları çok ciddiye alıyor, araştırmacılar da bu işlere ciddi miktarda para, zaman ve eleman ayırıyorlar. Endeksiniz düşükse; yani şehir olarak güvenlik, pahalılık, sağlık, ulaşım kriterleriniz iyi değilse, listede yer alamıyorsanız firma çalışanlarına ekstra ödemeler yapılıyor.

Avrupa'nın yaşam kalitesi sıralamasında yine başı çektiği söz konusu araştırmanın izahatında ifade olunuyor.. Ne ki Avrupa şehirlerinde istikrar artmış, geçim standartları yükselmiş ve yaşam kalitesi iyileşmiş!
Dolayısıyla yine Avrupa şehirleri öne çıkmış bizim şehirler nal toplamış. Şam, Bağdat, Basra listenin ancak sonuna tutunabilmiş..
Bir zamanlar dünyanın önde gelen ilim ve medeniyet merkezi şehirlerin Batı başkentlerinde alınan kararlarla yerle yeksan edildiğinden ise hiç bahis yok?! Yani şu demek oluyor ki; Doğu'nun yıkılması Batı'ya istikrar, yüksek standart ve yaşam kalitesi sağlıyor!
Bir başka deyişle New York, Londra, Paris, Viyana gibi şehirlerde yaşayanların yaşam kalitesini yükseltmek için Bağdat'ın, Şam'ın, Halep'in yıkılması gerekiyor!

Başından beri şehirciliğin önemine ve şehirlerin de bir ruhu, bir hafızası olduğuna inanan bir millet olarak ne oldu da "kentsel dönüşüm" veya başka adlar altında mahallelerimizi yok ettik, dizi dizi ruhsuz apartmanlarla komşuluklarımızı bitirdik, güzelim bahçeli evlerimizi ranta kurban ettik?!
Yaşam felsefesi olarak bizim kültürümüz "yolcu gibi yaşamayı" emri ferman etmişken ne oldu da "towers"lar, "rezidans"larla dikine büyümek istedik? Batı taklidi şehirlerde insan ilişkilerimizi şimdi yeniden nasıl kuracağız sormadan edemiyoruz?! Velhasıl ne olduğu, neyi kaybettiğimizi anlamak için İbni Haldun'dan, Evliya Çelebi'ye "şehir ve insan" ilişkilerini yeniden okumak, bütün şehrengizleri bir bir gözden geçirmek gerekecek.
Sinan'ın ruhları şahlandıran şehirciliğini çoktan unuttuk ama şehirler bizi unutmuyor, ne yaptıysak misliyle mukabele görüyoruz.
Şehirlerle ilişkimiz, ulaşımımız, şehir yaşantımız bu yüzden çok çetin çok sert geçiyor.
Bu yüzden bir bağ-bahçe bulup hafta sonu hepimiz şehirden kaçıyoruz.

gazete

15 Mart 2018 Perşembe

STG’ler STK’lardan daha dinamik

Ahmet TEZCAN

STG’ler STK’lardan daha dinamik

15.3.2018

Toplumsal dinamizm.. Bu ifadeyi çok duydunuz. Dillendirilmediği sohbet veya tartışma yok gibidir.
Bir de "temel" kelimesi ilave etmek suretiyle başlığa veya bağlamında son cümleye "toplumun temel dinamikleri" diyerek yerleştirilir. Yani canlılığı, faal olmayı, bunu sağlayan unsurlara dikkat çekmek için kullanılır.
Biz gerçekten çok canlı ve değişime açık bir toplumuz.
Sırf bu özelliğimiz sebebiyle bizim ülkemizde yaşamak isteyenler vardır.
Özellikle Batı'da toplumların çoğu durağandır, günleri, gündemleri pek değişmez. Bizde ise bir olay bile bazen tüm toplumu kuşatır, çalkalanırız adeta. Çok sürmez ardından gelenle gündem hemen değişir, gazeteler hangisini manşete çıkaracaklarını şaşırırlar.

***

Türkiye'miz yerküre üzerinde adeta bir kalp gibi her an atıyor. Toplumun tüm kesimleri Suriye'deki mücadelemize dikkat kesilmişken bile durmak yok. İyi günde kötü günde bizim toplumumuzu canlı tutan, duyarlı kılan sâikler var elbet. Biliyor musunuz pek çok ilde ve Başkent Ankara'da haftada birkaç kez toplanan gruplar var. Ya sabah namazı sonrası bir kahvaltıda veya hafta sonu bir araya gelip enerji depoluyorlar adeta. STK dediğimiz; sendika, dernek, vakıf beraberliklerinin ötesinde, meslektaş, arkadaş, gönüldaş olarak toplanıyorlar. Toplumun bir de böyle STK'lardan ayrı STG'leri yani SİVİL TOPLUM GRUPLARI var ve çok dinamikler, toplumu birbirine kilitliyorlar.

***

Benim de içinde bulunduğum gruplar var, izin almadığım için yazmıyorum, inşaalah bir başka zaman anlatırım.
Bunlar siyasî değil, ticarî değil tamamen gönül beraberliği içindedirler..
Vefatının yıldönümü diye söylüyorum, mesela rahmetli Emin Acar'ın bir örgütü mü vardı? Başkentte on yıllarca millete doğru istikamet gösteren isim oldu. Cemiyet içinde temayüz etmiş insanlar, para ve zaman harcıyorlar, gayret sarf ediyorlar ve toplumu her daim canlı tutuyorlar. Hani derler ya; kahir ekseriyeti bu toplumun, bütün olumsuzluklara rağmen bozulmuyor, çözülmüyor, yardımlaşma ve dayanışmayı sürdürüyorlarsa inanın bu, tüzel kişiliği olmayan ve benim STG dediğim isimsiz grupların büyük katkılarıyladır.
15 Temmuz gecesi de çoğunlukla bu arkadaş grupları insiyakî olarak hemen meydanlardaydılar, dile gelsin istedim.

gazete

8 Mart 2018 Perşembe

Kadının yeri tartışılmaz...

Ahmet TEZCAN

Kadının yeri tartışılmaz...

8.3.2018

Kadın ile ne kadar ilgiliyiz hiç düşündünüz mü? Nasıl olmayız? İlk olarak annemizle başladı bu ilgi, kardeşler, arkadaşlar ve nihayet eşimizle de yoğun olarak devam etti. Bu ilgi ve alâka biz erkekler için giderek BAĞIMLILIĞIMIZ oldu adeta. Her an, hiçbir hal ve şart altında onlarsız olabileceğimizi düşünemiyorum.
Cemiyet içinde de öyle.. Yönetici, siyasetçi, sanatçı, sporcu hangi konumda olursa olsun, kadın oldu mu ilgi ve alâka hemen katlanıyor. İlk kadın vali olarak atandığında bütün gazetelere manşet olmuştu Lale Aytaman.. Hâlbuki "kadının yönetici olması" noktasında dünyada kimse bizim elimize su dökemez. Raziye Sultan'ın Delhi Türk Sultanlığı tahtına oturması İngiltere'nin ilk kadın hükümdarı Mary Tudor'dan 318 yıl öncesine rastlar.

***

Aynı adı taşıyan bir başka Raziye Hatun; yine 13'üncü asırda Konya'da yaşamış bir sultandır, Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus'un hanımıdır. Halkın hayat standardını yükselten ileri bir anlayış sergileyen Raziye Sultan, Anadolu'da pek çok cami, çeşme, han, hamam yaptırmıştır. Bu hanlardan biri de benim ilçemdedir. Doğup büyüdüğüm ilçemin adı sırf bu nedenle KADINHANI olmuştur. Minnet ve şükran duygusunu kendi adında yaşatmaktadır.
8 Mart Kadınlar Gününde bundan bahsetmeseydim olmazdı. Bizim tarih geleneğimizde, birçok vesika, kitabe ve vakfiyelerde hükümdar ailesi hanımlardan Devlet Hatun diye bahsedilirken; Batı'da kadının asaletine uygun muameleye muhatap olduğunu hiç kimse söyleyemez.

***

Bugün durumu değerlendirirken; kadının ne kadar "yükseltilip yüceltildiğini" hepimiz görüyoruz. Pazar kaygısı mıdır bilmem! Tek bir karar sahibi yoktur ki kadının aleyhinde konuşsun. Herkes, bütün kurumlar, özel günler, özel eylem ve söylemlerle kadının ne kadar kutsal, ne kadar önemli, o kadar zarif, latif, nazenin, fedakâr, vefakâr ve hamarat olduğunu anlatıp durmaktadırlar. Ama daha büyük ölçekte konuşulan tartışılan bir gerçek daha var.. Ne hazindir ki bugünün dünyasında kadın kadar kullanılan, aşağılanan, örselenen, öldürülen bir başka varlık yoktur desem yeridir. Çocuklar bundan ayrı değildir, kadınla birliktedir çocuğun dramı.
Öldürülen, örselenen, aşağılanan kadını konuşmaya da bayılıyoruz ayrıca, medya bu iş için seferber. Boşanmalar aldı başını gidiyor ve bundan en çok AİLE zarar görüyor, fazlasıyla da kadın. Netice-i kelam biz kadını anne, eş, kardeş veya arkadaş olarak görürken İNSAN olduğunu galiba unuttuk?!
Kadın-erkek diye ayırmak bizi kurtarmayacak.
Bu ayırımla yapılan bütün değerlendirmeler de korkarım boşa çıkacak.

gazete