8 Şubat 2018 Perşembe

Bu kurultayda ne oldu?!

Ahmet TEZCAN

Bu kurultayda ne oldu?!

8.2.2018

Ana muhalefetin yani iktidara alternatif birinci siyasi partinin 36 kurultayı için ne demiştik? Hiçbir şey değişmez...
Kılıçdaroğlu da onu yaptı, beraber çalıştığı arkadaşlarına birkaç isim ilavesiyle mutlu mesut yürüyüp gidiyor. Kurultay hakkında bile konuşamadılar... Yine varsa yoksa Erdoğan'ı ve partisini konuştular.
Kılıçdaroğlu, "dar alanda kısa paslaşma" tarzı siyaset ile ancak iktidarını koruyabiliyor.
Yani CHP iktidarı ona yetiyor. Bana sorarsanız bu, Kılıçdaroğlu için "parti iktidarı" da değil, görünürde "partinin en üst görevlisi" konumunda ve görev süresi CHP'nin ilk olağan ya da olağanüstü kurultayına kadar (belki) uzatılmıştır.
***
Bu kurultayda ne oldu? MYK üyeliğini 16'ya çıkararak birkaç isim ilave etmiş oluyor o kadar. Kendini aday gösterenlerin oyunu bile tam alamadı. Ha, şunu anlamak lazım; CHP'nin "kırmızı çizgi" saydığı şeylerle çok fazla oynayıp hoplayıp zıplamayacaksın.
Bekâroğlu ve Tanrıkulu'nun isimleri mesela bu yüzden çizilmiştir. İki genel başkan yardımcısı (Zeynep Altıok ve Yasemin Öney) ile Genel Sekreter (Kamil Okyay Sındır) aday olamadılar düştüler.
Konsolos da (Öztürk Yılmaz) gitti gider, işi öğrenemedi çünkü.. Aykut Erdoğdu belirsiz, o da çok hoplayıp zıplayanlardan, "buraya kadar" denebilir, Çetin Budak'a da "tamam" denebilir ve beraber çalıştığı arkadaşlarıyla devam edecektir.
***
Kimdir onlar? Haluk Koç en yüksek oyu aldı, aynı görevle devam eder, idari-mali işleri iyi idare etmiş belliki.. Akif Hamzaçebi, Faik Öztrak ve Selin Sayek Böke üç ekonomist olarak devam ederler. Skandal sözleriyle ismi çok tartışılan Sayek Böke'nin delegeden nasıl bu kadar oy aldığını sormayın, her iki listede ismi yer aldı ve onun ABD bağlantısı da güçlüdür. Hakkı Süha Okay, Sera Kadıgil, Fethi Açıkel ile aynen devam, Burhan Şenatalar gözden kaçtı çünkü bir sonraki kurultayda ismi onun da ismini çizerler. Burada Erdal Aksünger bileğinin hakkıyla liste delerek giren tek isimdir, takdir etmek lazım. Erdoğan Toprak danışmanlıktan MYK üyeliğine yeniden terfi eder ve Yıldırım Kaya, Ali Haydar Hakverdi, Yaşar Seyman, Veli Ağbaba, Necati Yılmaz gibi isimler Kılıçdaroğlu'nun (kontenjan gibi) vazgeçilmezleridir. Netice olarak Ali Topuz, Önder Sav gibi eski ağır topların evlerinde televizyondan izledikleri 36 Kurultay da böyle bitti. Onları salona getirebilseydi Kemal Beyi belki takdir edebilirdim. Sorsak "davetiye gönderdim" diyecektir ama işte iddiasız ve kurultaylarla ancak gündeme gelen bir yeni(!) CHP, hayırlı olsun diyorum ve bu yapıyla bu ülkeye ne verebilir ki diye düşünmeden de edemiyorum.

gazete

1 Şubat 2018 Perşembe

Ne memleket şu Türkiye?!

Ahmet TEZCAN

Ne memleket şu Türkiye?!

1.2.2018

Türkiye içiyle dışıyla gerçekten çok enteresan memleket.. Uçak tanktopla ordunuz, sınır ötesinde, karadan havadan sıcak savaş ortamındayken borsanın rekor üstüne rekor kırması rastlanır durum mudur? İşte, ana muhalefete bakıyoruz hafta sonu bilmem kaçıncı kurultayına hazırlanıyor, TÜİK son ekonomik verileri açıklıyor; ekonomi yine rekor yazmış, ihracat da ithalat da artmış, ekonominin fındık fıstığa dayanmadığı ortada... Görüldüğü üzere siyaset de ticaret de bütün canlılığıyla devam ediyor. Benim anlayamadığım: Bir yanda savaş, elinde al bayraklarımızla askerlik şubeleri önünde toplanan savaş gönüllüleri, öte yanda nargile salonlarında alabildiğine "geyik" yapanların bulunduğu bir başka ülke var mıdır acaba? Anlayacağınız savaş ortamındayken bile dinamizmini kaybetmeyen ve her türlü faaliyetin hız kesmeden devam ettiği bir ülke Türkiye... BM'ye üye 194 ülke var, bir tanesinde bile bu dinamizmi göremezsiniz.

***

Bugün 36. Kurultayına hazırlanan Anamuhalefet'e iki cümle göndermeden edemem. Bir kere şunu bir kenara yazın; bu kurultay CHP'de hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Şunun şurasında seçime pek fazla zaman kalmamışken ortaya çıkanlar ya kendine bir yer bulmak veya yerini korumak isteyenlerdir. Neticede mevcut yönetim 1250 delegeden 750'sini alır ve kurultayın kazananı olur biter. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün eski CHP'si 9 Eylül 1993'te sahip değiştirmiş geride klasik yapıdan çok az şey kalmıştır. Baykal politikaları rafa kalkmış, Ecevit'in sadece söylemleri kullanılmaktadır. Adları anılır ama kendileri yoktur artık. Kılıçdaroğlu'nun "Kitle partisi" iddiası doğrudur ama bu bambaşka bir kitledir. Ulusalcısından PKK'lısına her türlüsüne rastlamak mümkündür bu kitlede. "Ben CHP milletvekiliyim ama CHP'li değilim" diyenler bile vardır bu yapı içinde.

***

Partideki çeşitlilik dört isimle izah bulabilir. Muharrem İnce ve arkadaşları CHP'de ulusalcıların son temsilcileridir. Stratfor'un TR 705 ile damgaladığı Sezgin Tanrıkulu bir başka misyon ifade eder ve HDP'yi anımsatır sanki. Bir genel başkan danışmanı vardır ki (Erdoğan Toprak) MYK üyesiymiş gibi teşkilat üzerinde her daim etkin ve yetkindir, neyi temsil ettiğini partililer çok iyi bilir. Genel başkan Kılıçdaroğlu ise bütün çeşitliliği ile bu tuhaf CHP'nin temsilcisi, savunucusu ve görüntüsüdür. Kurultayda partiye birkaç kişi daha katacak ve yoluna devam edecektir

gazete

25 Ocak 2018 Perşembe

Can feda millete can feda..

Ahmet TEZCAN

Can feda millete can feda..

25.1.2018

ŞEHÎD, Allah'ın isimlerinden, "Esmaül Hüsna"dandır öncelikle bunu belirtmiş olalım.. Ve Büyük Türkçe Lügat, "şehid" kelimesini; "Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse" diye tarif ediyor. İslâm Ansiklopedisi kaynağına baktığımızda şehîd;
"Kesin olarak bilen, bildiğini haber verme konusunda güvenilen" demek oluyor ki bu kelime Allah'a nisbet edildiğinde "Her şeyi bilen, hiçbir şeyin O'nun ilminden gizli kalmadığı" mânasına geliyor. Aynı kaynak "Şehâdet" kavramının; Kur'an-ı Kerîm'de yedi âyette fiil kalıplarıyla, iki âyette şâhid ve on dokuz âyette şehîd biçiminde Allah'a nisbet edildiğini kaydetmiş. Âlimler, şehîd isminin temel mânasının "bilen" olduğu ve şâhidden daha zengin
bir muhtevaya sahip bulunduğu hususunda ittifak ediyorlar.

***

En meşhur arama motorunda "şehit" yazdığınızda karşınıza yaklaşık 15 milyona yakın başlık çıkıyor. Şöyle bir göz atayım derken bilhassa ŞEHİTLİKLER konusu benim çok ilgimi çekti. İngiltere'den Japonya'ya kadar 3 kıtada 78 Türk şehitliği bulunduğunu biliyor muydunuz?
Ülkelerin büyüklükleri sadece başarılarıyla ölçülmüyor, yaptıkları fedakârlıklar da fevkalâde önemlidir. Türk milleti gerektiğinde çok büyük fedakârlıklar gösterebilen bir millet, bunu kimse inkâr edemiyor. Can söz konusu olduğunda da gözünü kırpmadan canını feda ederek en büyük fedakârlığı yapabilen bir millet.. İşte bu defa Suriye'de, Irak'ta bu milletin kahramanlıklarına bilmem kaçıncı kez bütün dünya şahit oluyor.

***

"Canfeda Millet"e can feda edilir ve bu çok anlamlı, çok önemli yüksek bir ruh halidir. Kafkasya'da, Yemen'de, dünyanın öteki ucu Kore'de, Myanmar'da Türk şehitlikleri var ve böylesi bir ülke dünyada yok. Kahraman vatan evlatları o coğrafyalarda "Kürt, Laz, Çerkez" değil, Türk Şehitleri olarak huzur içinde uyuyor ve anılıyorlar. Uzak coğrafyalarda şehitlikleri olan kaç ülke vardır, kaç millet bayrak uğruna şehit olur acaba? Kaç Mehmedimiz, Mehmetçiğimiz, vatan topraklarına hasret yabancı topraklarda ve bu milletin dualarında varlıklarını sürdürüyorlar?!
İçinde Büyük Alîm Muhittin Arabi'nin de medfun bulunduğu Şam'daki şehitliğimizi darmadağın etmişlerdi, işte onların torunları şimdi dedelerine yapılanları karşılıksız bırakmıyor. Hiçbirinin kanı yerde kalmıyor. Bu coğrafyada biz hep varız ve daima var olacağız. Yaşayarak, savaşarak, çalışarak varlığımızı sürdüreceğiz.

gazete

18 Ocak 2018 Perşembe

En yaşanır semt Çukurambar (mı)?

Ahmet TEZCAN

En yaşanır semt Çukurambar (mı)?

18.1.2018

Her sene bir takım kuruluşlar dünyanın "En yaşanılır kentler"ini seçiyorlar. Kendi içimizde biz de bazen bunu yapıyoruz. Geçen sene sanırım Avusturalya'da Melbourne "dünyanın en yaşanılır kenti" seçilirken; içeride Kırşehir, Niğde, Kastamonu gibi küçük-orta ölçekli şehirlerimiz "en yaşanılır" derecesinin başında görünmüşlerdi. Dünyanın bugünün kan ve barut kokan Şam veya Bağdat'ını seçmesini beklemiyoruz elbet. Zaten aldıkları puanla sıralamada bu şehirlerin "YAŞANMAZ"lıkları da tescillenmiş oluyor. Ancak en gelişmiş silahlarıyla milyonlarca insanı öldürmelerine rağmen bu bölgelerde halâ hayat sürenler var ve doğumlar da devam ediyor, bunun da bilsinler! "En yaşanır"lıklarını kimler, nasıl tescil ediyor bu şehirlerin, kıstasları nedir ona da bakmak lazım elbet. Dünyada bu seçimleri yapanlar çoğu kez ya bir yayın organı veya araştırma şirketleridir. Neden böyle bir tespite ihtiyaç var bunlar gerçekten çok çok önemlidir.

***

Amaç turistikmiş gibi görünse de emlak piyasasının bunda elinin olmadığını veya katkısının bulunmadığını söylemek saflık olur. Dünyadaki kaymak tabakaya muhteşem yatlar, villalar, malikâneler pazarlayanların mütevazı ofislerinde müşteri beklediklerini düşünmeyin. Bu gibi seçimlerde onlar ya başrol alır veya sponsor olurlar. Dolayısıyla dehşetengiz bir mücadele verirken dünya basınına konu olacak böyle bu gibi reklamasyon ödülleri bize vermezler. Vereceklerse bile "kaz-tavuk" hesabı çok önemli beklentilerinin olması gerekir?! Seçicilerin siyasi yaklaşımları da bu gibi seçimlerde önemli rol oynar. Aslında bu seçimleri bence robotlar yapmalı ki objektife yakın sonuç alınabilsin?!

***

Şam-Bağdat dedim de.. Bir zamanların dünyanın en parlak, en gelişmiş kentleriydiler. Bilim kültür alanında dünyaya asırlarca ışık yaydılar, ilim-irfan merkezleriydiler, bugün barut kokan bu merkezlerde bir otorite yok, kimin hükümran olduğu belirsiz.

***

Kentler arası "en yaşanılır" sıralaması sözüm ona o kentlerin eğitim, sağlık, güvenlik, sanat ve ekonomi durumlarına bakılarak yapılıyor. Bu sene de hazırlıklar var. Hatırladığım kadarıyla Ankara'ya da birkaç kez böyle ödüller isabet etmişti. Şimdi gökdelenleriyle gündeme gelen Çukurambar, böyle bir seçimde nasıl değerlendirilir acaba? Zenginlik desen var, ama trafik berbat. Biz söylemiyoruz, Büyükşehir Başkanı Tuna "Öldü" diyor Çukurambar için ve "rahmet" okuyor!
Bari bundan sonraki yapılaşmalara örnek olmasın.

gazete

11 Ocak 2018 Perşembe

Hemşerilikler Kule Yolu memleketliye mi?

Ahmet TEZCAN

Hemşerilikler Kule Yolu memleketliye mi?

11.1.2018

Büyükşehir Başkanı Mustafa Tuna'yı ziyaret ettik önceki gün.. Ankara Milletvekili ve Başkent Ankara Meclisi (BAM) Başkanı Nevzat Ceylan'ın önderliğinde, Meclisimizi oluşturan başkanlarla gerçekleştirdiğimiz ziyarette Ankara'yı konuştuk. Ziyaretimiz, Başkentin yükünün hafifletilmesi noktasında Başkan'a gerekli toplum desteğini sağlamak içindi. Biz Ankara için oradaydık.
Nasıl olmasın?!
Ülkenin 81 vilayetinden yüzlerce ilçe ve köyünden gelerek oluşturduğumuz Başkentimize gerekli ve yeterli vakit ayırabildiğimiz söylenebilir mi? Bu soruyu Ankara'da yaşayan herkesin kendisine sorması lazım. Yaşadığımız, yetiştiğimiz, çocuklarımızı yetiştirdiğimiz, istifade ettiğimiz, mevki, makam, mülk sahibi olduğumuz Ankara'ya ne kadar yararlı olabiliyoruz ki?!

***

Hemşericiliğin en yoğun şekilde yaşandığı illerden biri İstanbul ise ötekisi Ankara'dır. Dünyada emsaline pek rastlanamayan, bizim en önemli dinamiklerimizden biridir hemşerilik. Bu dinamizmi yerinde ve zamanında kullandık mı yapamayacağımız, başaramayacağımız yoktur.
Nitekim 15 Temmuz direnişi bunun en açık, en çarpıcı, gurur veren örneği olmuştur.
O gece ortaya çıkan dehşeti görüp "Ne oluyor?"unu en seri şekilde kafasında çözerek meydana çıkıp savaş makinelerine karşı duranlar onlardır. Kimdir onlar? Tehlikenin devletin kalbine yöneldiği Ankara'da Ankaralılardır, Ankara'da yaşayanlardır. Kırşehir'den, Konya'dan, Yozgat'tan, Çankırı'dan, Çorum'dan hülasa 81 vilayetimizden geldik ama hepimiz Başkentli olduk. Ankara'da Ankara'nın hemşerisini bir avuç Hamamönü, Hacettepeli ile ilçelerinden gelen vatandaşlarımızdan ibaret sayarsak yanılırız. Hepimiz 1, BİR'imiz hepimiz olmak durumundayız. Burası Ankara, burası Başkenttir ve herkesin gözbebeği şehridir..

***

Başkent Ankara Meclisi de bu ihtiyaçtan doğdu. Biz Nevzat Ceylan'ın başkanlığında bir çalışma yürütüyoruz. Yiyip içip dağılmayalım daha yakın işbirliği içinde olalım istiyoruz. Başkan Tuna'yı da BAM olarak ilk kez ziyaret ettik, Ankara için gücü arkasında hissetsin istedik. Rahat, açık ve net gördüm Başkan'ı, ayaküstü "olur" ları, "evet" leri yok. Her şeyi oturup taraflarıyla etraflıca görüşüyor, müzakere ediyor, isabetli kararlar veriyor. Kısa sürede sempati topladı. Ayırım yapmıyor, oldukça önemli icraatlara da imza atıyor. Bu tavrı ve tarzıyla da hepimize güven verdi. İcraatlarını da inşallah bir başka yazıda toplayalım.

gazete

4 Ocak 2018 Perşembe

Modern insan ve 2018

Ahmet TEZCAN

Modern insan ve 2018

4.1.2018

Geçen seneki yılbaşı yazımızda 'yeni yılın ne numaralara gebe' olduğundan söz etmişiz.
Zamanı numaralayan da, yaşayan da, yaşanmaz kılan da bizleriz, yani insanlar. Evet, 15 Temmuz darbesiyle -ki ben ona İŞGAL GİRİŞİMİ diyorum- 2016'da bu millete yepyeni bir "UNUTULMAZ" ı yaşatmışlardı. Çok acı fakat çok değerli bir tecrübedir.
Unutulmaz olup hafızamıza kazıdık.
Öncekileri de var ama bu millet bilhassa 27 Mayıs'ı, 12 Eylül'ü hiç unutamadı çünkü mağdur oldu. 15 Temmuz da sonucunu milletin tayin ettiği bir darbe girişimi olarak asla unutulmayacak ve kulağımıza küpe olacak.

***

Homo sapiens sapiens yani MODERN İNSAN türü olarak yeryüzünde yaşadığımız süre yalnızca 2017 sene değil elbet, ondan öncesi de var.
Hz. İsa AS vesilesiyle Batı'ya uyup bir noktasına MİLAT yerleştirmek suretiyle öncesi ve sonrası diyerek zamanı bölmüş olduk sadece. İnsanoğlu muhtelif dönemlerinde unutulmaz zamanlar, medeniyetler yaşayarak yeryüzü tarihini oluşturdu. Yıl yıl takvim kayıtları düşüp, kimi zaman üzülerek, kimi zaman sevinerek yaşadıklarının yıldönümlerini yad etti. Bizden önce de İNSANSI yahut İNSAYMUN dedikleri türden canlılar vardı ama onlar eksiktiler, damak yapıları farklıydı, konuşamıyorlardı. Genetik ve evrimle uğraşanları yanıltan da belki bunlara ait bulgulardır kim bilir?!
Onlar konuşamıyorlardı ama hayatlarını kolaylaştırmak için birçok pratiğe içgüdüsel olarak ulaşmışlardı. Düşünen, (bazen düşünmeden) konuşan insan türü olarak bizler de ilk önce dövüşmeyi öğrendik? Okuyup yazmayı öğrendiğimiz tarihin geçmişi şunun şurasında 5 bin sene kadardır. Yani milattan sonra yaşadığımızın yaklaşık iki katı kadar bir süre. Ama insanın varoluş tarihi olarak bilim; 3,5 milyar yıldan söz ediyor.

***

Şimdi en can alıcı soru şu: Okumayı yazmayı öğrendik de dövüşmeyi unuttuk mu? İşte dünyanın hali ortada?!
İnsanlık ailesi olarak bizler, resim çizmeyi takı, mücevher kullanmayı okuyup yazmazdan önce öğrendik ki tarihi 50 bin yıldır. 70 bin yıl önce ateşi kullandık.
3500 yıldır tekerleğin icadı.. İşte bu da günün sorusudur: Bir dil geliştirmeyi 10 bin yıl önce öğrendik de anlaşabildik mi dostlar? Velhasıl ben yine de dövüşüp çekişmeden, bombalar patlatıp kadınları çocukları öldürmeden barış içinde yaşamayı diliyor, yeni yılınızı gecikmeli de olsa kutluyorum.

gazete

28 Aralık 2017 Perşembe

Boru sesi kalacak mı?

Ahmet TEZCAN

Boru sesi kalacak mı?

28.12.2017
Cenazelerde artık Şopen yerine Mustafa Itrî Efendi'nin Segâh makamındaki Tekbir'i çalınacak. Peki, saygı duruşlarımızdaki BORU yani Tİ SESİ kalacak mı? Cenaze marşını değiştiren irade şuna da bir el atsa da cenazelerimizde Amerikalılardan miras, 60 küsur yıldır çalınan boru sesini dinlemesek, dinlettirmesek?!
Değiştirmemiz gereken yalnızca cenaze marşımız ve Tİ sesi değil, başkaları da var elbet.
"Ti sesi neyin nesi?" diye bundan epeyce bir süre evvel sormuştuk da kimseden cevap alamamıştık.
Cenaze marşı değişikliği umudumuzu artırdı. Aynı irade Tİ sesine de el atacaktır umarım?!
***
Ti sesi Kore savaşından bu yana var, öncesinde böyle bir şey yok. Ne zaman İstiklâl Marşımız okunacak ve saygı duruşunda bulunacak olsak hemen boru sesi devreye giriyor ve ardından milli marşımızı okuyoruz. Kimse farkında değil, alışkanlık olmuş. Ti sesi olmadan olmuyor mu yani? Kore de Amerikalılarla birlikte savaştık. (Niye ve kimin adına o da kocaman bir sorudur. Derdimiz neydi de Mehmetçiklerimizi Anadolu'dan koparıp oralarda şehit verdik, 4 bine yakın canımızı ne uğruna yitirdik anlaşılır gibi değil. Bir kere bu savaş bizim savaşımız değildi ki?!
Neyse bu bugünün konusu da sorusu da değil.)
***
İşte o savaşta Amerikalılar boru çalarak ölülerini ülkelerine gönderiyorlardı. Zamanla bizim o güzelim şehitlerimizi de memlekete yollarken aynı şeyi yaptılar. Mevtanın yükleneceği uçağın başında, cenazemizin huzurunda boru çalmaya başladılar. O gün bugün alışkanlığımız oldu, sadece cenaze merasiminde değil, "Saygı duruşu-İstiklal Marşı" anonsu duyulur duyulmaz Tİİİİİİ diye bir ses duyuyoruz. Peki, bu Tİ sesi neyin nesi? "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alınan bir ezgidir aslında. Amerikan iç savaşında General Butterfield bir beste yapmış, o beste onlar için ağıt olmuş. Bizim için hiç bir anlamı yok. Ama o gün bugün ABD etkisindeki tüm memleketlerde bu boru çalınır olmuş.
***
Velhasıl bu Tİ SESİ de saygı duruşumuzdan derhal çıkarılmalı ve hiçbir yerde çalınmamalıdır. Cenaze marşımızdan Şopen'i çıkarıp bundan böyle bandonun TEKBİR bestesini çalmasına karar verenler bunu da yapmalılar. Saygıya durmak için boru sesi duymamıza hiç ihtiyaç yok.
İçişleri Bakanı Soylu'dan da polis araçlarındaki MAVİ-KIRMIZI çakarların rengini değiştirmesini bekliyoruz. Çünkü bu renkler de masum değildir, teşkilatın kuruluşunda eli olanlar Amerikan bayrağını ışıkla yansıtmayı sağladılar. Çakarlar neden bayrağımızın KIRMIZI-BEYAZ millî renkleriyle çakmasınlar?
Evet, bu millî bir tavırdır, siyasî değil..

gazete

14 Aralık 2017 Perşembe

Ankara Mevlevîhânesi

Ahmet TEZCAN

Ankara Mevlevîhânesi

14.12.2017

Altındağ Belediyesi çok önemli bir iş yaptı. Yol geçirme bahanesiyle 65 sene evvel yıkılan Ankara Mevlevîhânesi yeniden inşa edildi. Tam da Hazret'in 744 ncü Vuslat yıldönümüne rastladı, isabet oldu. Mevlevîhâne bugün törenle açılacak. Başkan Veysel Tiryaki'ye müteşekkiriz, takibini de yine kendinden bekleriz.
Başkentin başkanları hepsi birer Mevlâna muhibbi, yani hayranı ve sevenidir zaten. Bu tür faaliyetler onlara çok yakışıyor.
Konya bu faaliyetin "asitane"si yani merkeziydi.
Bir zamanlar Balkanlar'a, Şam'a, Bağdat'a kadar sayıları 200'ün üzerindeki bütün Mevlevîhânelerin kadrosu Konya'da yetiştirilir, görevlendirilir ve takip edilirdi.

***

Bizim ordularımızdan önce dervişlerimiz bu coğrafyayı gönülleriyle fethetmişlerdir.
Hangi dinden, inançtan olursa olsun onların tek hedefi vardı; İNSAN... Mevlevîlik bir ruh ve terbiye mimarisidir. Bir ahlak, fazilet, meziyet ve edep mektebidir, bir sistemdir başlı başına. Günümüz deyişiyle bizatihi insana yapılan yatırımdır. "Buralara noksan gelen tamam olur." Ancak, Mevlevîhâne inşası, ihyâsı anlamına gelmiyor, icrâsına bakmak gerekiyor. Eğer takip edilmez, bilgisiz, sevgisiz, saygısız ellere terk edilirse sonuç hüsran olur. Nitekim semazenliğin "nişandüğün malzemesi" olması bundandır.

***

Mevlana "Gel" diyor... O bu çağrıyı yaparken insanları Konya'ya çağırmıyordu elbet. İnsanı kendine çağırıyor, önce bizim kendimize gelmemizi istiyordu.
KENDİMİZ, çok derin bir meseledir, BİZ olma duygusudur ki bugün buna çok ihtiyacımız var. Mevlâna "Dinle" diyor..
Mesnevi'sindeki 26 bin beyitin birinci kelimesi, ilk sözü, ilk çağrısıdır ve başlı başına bir mesajdır sanki. Şimdi hep söyleyen olduk maalesef, dinleyenimiz yok, kimse kimseyi dinlemiyor. Aileden başlayarak bunu her yere uzatabiliriz. (Bütçe görüşmeleri naklen yayınlanıyor, 5 dakika seyredin yeter.) Ağzımızın ölçüsü de kalmadı, O'nun "Her ağzına geleni söyleme, her önüne konulanı yeme" tembihi tam da bizim için.

***

O doğumunda Celâleddin idi, yaşadığı ve yaşattıklarıyla "Mevlâna" oldu ve döneminde bu isim hiç kullanılmadı. Yeryüzünde ölüm günü kutlanan tek insandır O, ve de biz onu layıkıyla anlayamadık. Anlamak için "harf kabuğunu kırın" dedi onu da kıramadık. Hülâsa Mevlevîhâneler bugün bunun için gereklidir. Ankara Mevlevîhânesi'nde, O'nu erbabından dinlemeli, adabınca Mesnevî okumaları yapılmalı diyorum. Başkent'e yeniden kazandırdıkları için Veysel Tiryaki'yi kutluyorum

gazete

7 Aralık 2017 Perşembe

Anneler ölmesin bebekler de..

Ahmet TEZCAN

Anneler ölmesin bebekler de..

7.12.2017

Bizim ülkemizde yılda 1,5 milyon bebek dünyaya geliyor. Bu, aynı zamanda bir o kadar annenin de doğum yaptığı anlamına geliyor. Dolayısıyla her yıl 3 milyon insanın sağlık ve beslenme bakımından biraz daha fazla dikkat ve hassasiyete ihtiyaçları var. Sadece sağlık ve beslenme değil tabi, bu bireylerin aile ortamı da bir o kadar önemlidir..
***
Eskiden Kale'sinden Kule'sine kadar derdik, Başkentin hinterlandını ifade etmek için.. Şimdi bu ifade Ankara'yı kuşatmıyor, içeride bile kalıyor.
Söz gelimi yalnızca Aydınlıkevler'de 500 bin nüfusun yaşadığı, bir Ankara'dan söz ediyoruz. Ankara hem yatay hem dikey büyüyor artık, şehir sınırı il sınırı oldu ki belediyenin büyükşehir hizmet sınırı da zaten o sınırlardır.
Başkent için 6 milyon nüfustan söz ediliyor, böyle yoğun bir nüfus içinde annelerin, bebeklerin çok özel bir yeri vardır ve olmalıdır.
"Hiçbir bebek annesiz büyümesin, hiçbir anne evlat acısı çekmesin" Kim katılmaz bu temenniye?! Bir dua, bir yakarış gibi olan bu dileğe katılmamak mümkün mü?! Minicik bebeklerin anneleriyle beraber ve tüm aile bireylerinin her bakımdan hassasiyete ihtiyaçları var. Sokaktan geçen bir sürücünün korna çalarken bile bunu düşünmesi lazım.
Etrafta, her hangi evde mışıl mışıl uyuyan bir bebeğin o korna sesi ile nasıl irkileceği hiç hatırdan çıkarılmamalıdır.
***
Son yıllardaki araştırma ve gelişmelerin doğum hekimliğini çok değiştirdiği, genetik alanından, anne karnındaki bebeğe ve doğum sonrasına kadar teşhis ve tedavide pek çok şeyin inanılmaz şekilde değiştiği, ancak bunun muntazam takibe bağlı olduğu uzmanlarınca ifade ediliyor. Dünyada her yıl 500 bin anne ölümü oluyor ve bu ölümlerin yüzde 99'unun gelişmekte olan ülkelerde meydana geliyormuş. Ülkelerin bu alandaki bütün çabaları; anne ve bebek ölümlerini azaltmak ve sezaryen oranını düşürmek olarak açıklanıyor. Bebek ölümleri zaten ülkelerin gelişme indeksinde çok önemli bir ölçüt.
Yani nasıl bir memlekettir ilk önce bebek ölümlerine bakarlar ve o ülkenin notunu verirler. Şimdi en yeni rakamı bizzat Sağlık Bakanı Ahmet Demircan'dan veriyorum; açıklamayı bakanlığının bütçesi görüşülürken yaptı. Binde 40 olan bebek ölümü oranı 9,4'e ve binde 64 olan anne ölüm de 14'e düşmüş ki daha aşağılara düşmesi dileğiyle son derece sevindirici bir sonuç.
***
Böylesine bir hassasiyetin sağlık sektörü içindeki bir takım kurumlar ve elemanlarınca istismarı da hiç akıldan çıkarılmamalıdır.
Sezaryenle doğum oranındaki artışlar söyletiyor bize bunları. Bizim de maksadımız; öncelikle sağlıklı bir neslin yetişmesi, anne ve bebeklerin sağlıklı ortamda bulunmaları, doğum birimlerinde canını dişine takan uzman ve yardımcı personelin hatırdan çıkarılmamalarıdır.

gazete

30 Kasım 2017 Perşembe

Yanlış ısınmayın!

Ahmet TEZCAN

Yanlış ısınmayın!

30.11.2017

Aslında "karakış" olarak tanımlanan günleri yaşıyoruz ama Başkent'te henüz kar yok. Zaten Kızılay'da beyaz örtüyü görmeden Ankara'ya kar yağdığını söyleyemeyiz. TV kanalları bile kar-kış haberi yapabilmek için muhabirleri hemen Dikmen sırtlarına gönderiyorlar ki görüntü alabilsinler. Babaannemin takvimine göre aslında bugün Hicrî yıla göre Rebiülevvel'in 12'si. "Hicrî yıl" adı üstünde Hicret'e göre düzenlenmiş takvimdir. "Peygamberimizin İslam'ın 13. yılında Mekke'den Medine'ye göçü esas alınmıştır ki dünya alem bilir. Peki, "rebi" ne demek diyecek olursanız; "bahar" demektir evveli ve ahiriyle.. Dedem Rumi yıla göre "Teşrin"i kullanırdı, o da yılın son iki ayına işaret eder.

***

Takvimler insan icadıdır ve olaylara göre anlam ve önem yüklenmiştir. Güneşin parlaklığına da aldanmayın henüz mevsim kendini göstermiş değil, sıcak odalardan ayrılırken, akşamın soğuğuna çıkarken tedbirinizi alın, yoksa hastalıktan kurtulamazsınız. Sıcak odalar dedik de soğuk kış aylarında ısınabilmek de başlı başına bir mesele. Türkiye İstatistik Kurumu açıklamıştı; "Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması"na göre ülke nüfusunun yüzde 41,7'si oturduğu konutta ısınma sorunu yaşıyor. Yalıtımsız binalarda oturanlar, ısınamadıkları gibi yalıtımlı binalara oranla her ay yaklaşık 2 katı kadar fazla ödüyorlar. Sadece fatura değil, insan sağlığı ve çevre açısından da olumsuz.. Karbon salınımı artıyor ve "hava kirleniyor, iklim dengesi bozuluyor" diye de feryat ediyoruz.

***

Isınma araçları da ayrı bir dert. Elektrikli ısıtıcılar mesela, yaygın olarak kullanılıyor. Sağlık açısından yararlı mı, elektrik tasarrufu sağlıyor mu tartışılıyor. Mevsimin önemli sorunları bunlar. Başta elektrikli ısıtıcılar olmak üzere, birçok küçük ev aletinin elektromanyetik alan oluşturduğu da biliniyor. Peki bu, insan sağlığı için ne kadar tehlikeli? Uzmanların görüşleri farklı; ancak bir doğru var, doğru aletler yerinde ve doğru kullanılıyorsa bir sakıncası yok. Üzerinde en fazla konuşulan "infrared" sistemle çalışan ve yaygın olarak kullanılan ısıtıcılardır. İnfrared sistem, ısıyı ışık yolu ile yayan ısıtıcılardır. Elektrikli ısıtıcı pazarı da hayli büyük, pay kapmak isteyen fırsatçılar muhakkak olacaktır. Taklit konusunda Çin'i aratmayanlar elbette var. En verimli ısıtma aracı sıralamasında doğalgaz ilk sırada değil. En verimli yakıt hâlâ linyit görünüyor, kömürün ardından doğalgaz ve son sırada elektrik yer alıyor. Kömürlü ısınma en ucuz ve en verimli olsa da günümüz şehir hayatı için pratik bir yöntem değil. Çalışanların yoğun olduğu Ankara'da en pratik ısıtma aracı elektrikli ısıtıcılardır. İşten soğuk eve dönmüşsünüz yapacağınız tek şey fişi prizle buluşturmak. Faturasına katlanılırsa elektrikli ısıtmada bir sakınca yok gibi görünüyor..

gazete

16 Kasım 2017 Perşembe

Başkentin mabetleri

Ahmet TEZCAN

Başkentin mabetleri

16.11.2017

Melike Hatun Camii o meydana nefes aldırdı. Caminin İstanbul yolundan Atatürk Bulvarına çıkıştaki görüntüsü muhteşem. Yer seçimi isabetli ve önemli bir ihtiyaca cevap veriyor. Eskişehir yönünde Akseki Camii de muhteşem, Külliyenin Millet Camii de öyle.. Vatandaş özel zaman ayırıyor bu camiler için, gruplar halinde gidip namaz kılıyorlar hemen de ayrılmıyorlar. Yenişehir denilen şehrin bu yakasında daha önce Maltepe Kocatepe camileri vardı. Sonra Akseki, Millet ve Melike Hatun camileri yapıldı. Esat ve Hasan Tanık da muhitlerinde ihtiyaca cevap veren mabetler. Hepsinin kendine göre ilkleri, özellikleri var ve her biri şehir siluetine özel ve güzel katkılardır. Daha önce resmi kuruluşların ve pasajların bodrumlarındaki mescitlerle vatandaş bu bölgede ibadet için ancak yerin altında mekân bulmuştu. Halen Kızılay çevresinde böyle 30'dan fazla yer altı mescidi olduğunu biliyorum.

***

Son yıllarda inşa edilen camilerin hepsinin bir hikâyesi vardır. Ama Kocatepe'ninki bir başka... Önce öyle hâkim bir tepeye kocaman bir cami yapılmasını bazı çevreler istememişlerdir. Bu yüzden Menderes'ten Özal'a Kocatepe'nin yapım süreci 30 yılı aşmıştır. Projesinin Amerika'da bir garajdan kopya olduğu söylenmiştir. İnşaatına da açık açık "Cami" diyerek başlanmamıştır, "kültür merkezi" filan denmiş saklanmıştır adeta. Ve öncte minare temeli atılarak inşasına başlanan dünyadaki ilk ve tek camidir Kocatepe.

***

Akseki, Millet ve Melike Hatun camileri ibadete açılınca Kocatepe'nin -tabir caizse- pabucu dama atıldı. Bunu caminin cemaati söylüyor. Başkaca söyledikleri de var cemaatin, sormak için camilere yakın ilgisini bildikleri, "reisicumhur"u bekliyorlar, "Erdoğan nasıl olsa bir Cuma gelir" diyorlar. Anlaşılan yapımı gibi yönetimi de sorunlu caminin. Altında oturanların üstüyle yeterince ilgilenmedikleri ortada.. Çoğu 60 yaşın üstündeki cami cemaati iki yana yürüyen merdiven istiyor. Camiye girmek için 50 basamak tırmanmaktan kurtulmak istiyorlar. "Ses düzenine 860 bin Avro harcadılar" diyerek mihrap mermeri ve fil ayaklarının delik deşik edildiğinden şikâyetçiler. Aydınlatmaların yetersiz, ısıtmasoğutma soğutma sisteminin bulunmadığından yakınan cemaatin vakit beklerken sohbet edecekleri bir mekâna da ihtiyaçları var. Gerçekten led aydınlatmanın arızalı olduğu için Kocatepe Camii şehrin gece görüntüsünden silinmiş gibi. Yakın çevresindeki yapılar da camiyi perdeliyor. Duvar dipleri ise çöp deposu. Bunları giderecek bir yardımlaşma derneği de yok. Bizden aktarması…

gazete