18 Ocak 2018 Perşembe

En yaşanır semt Çukurambar (mı)?

Ahmet TEZCAN

En yaşanır semt Çukurambar (mı)?

18.1.2018

Her sene bir takım kuruluşlar dünyanın "En yaşanılır kentler"ini seçiyorlar. Kendi içimizde biz de bazen bunu yapıyoruz. Geçen sene sanırım Avusturalya'da Melbourne "dünyanın en yaşanılır kenti" seçilirken; içeride Kırşehir, Niğde, Kastamonu gibi küçük-orta ölçekli şehirlerimiz "en yaşanılır" derecesinin başında görünmüşlerdi. Dünyanın bugünün kan ve barut kokan Şam veya Bağdat'ını seçmesini beklemiyoruz elbet. Zaten aldıkları puanla sıralamada bu şehirlerin "YAŞANMAZ"lıkları da tescillenmiş oluyor. Ancak en gelişmiş silahlarıyla milyonlarca insanı öldürmelerine rağmen bu bölgelerde halâ hayat sürenler var ve doğumlar da devam ediyor, bunun da bilsinler! "En yaşanır"lıklarını kimler, nasıl tescil ediyor bu şehirlerin, kıstasları nedir ona da bakmak lazım elbet. Dünyada bu seçimleri yapanlar çoğu kez ya bir yayın organı veya araştırma şirketleridir. Neden böyle bir tespite ihtiyaç var bunlar gerçekten çok çok önemlidir.

***

Amaç turistikmiş gibi görünse de emlak piyasasının bunda elinin olmadığını veya katkısının bulunmadığını söylemek saflık olur. Dünyadaki kaymak tabakaya muhteşem yatlar, villalar, malikâneler pazarlayanların mütevazı ofislerinde müşteri beklediklerini düşünmeyin. Bu gibi seçimlerde onlar ya başrol alır veya sponsor olurlar. Dolayısıyla dehşetengiz bir mücadele verirken dünya basınına konu olacak böyle bu gibi reklamasyon ödülleri bize vermezler. Vereceklerse bile "kaz-tavuk" hesabı çok önemli beklentilerinin olması gerekir?! Seçicilerin siyasi yaklaşımları da bu gibi seçimlerde önemli rol oynar. Aslında bu seçimleri bence robotlar yapmalı ki objektife yakın sonuç alınabilsin?!

***

Şam-Bağdat dedim de.. Bir zamanların dünyanın en parlak, en gelişmiş kentleriydiler. Bilim kültür alanında dünyaya asırlarca ışık yaydılar, ilim-irfan merkezleriydiler, bugün barut kokan bu merkezlerde bir otorite yok, kimin hükümran olduğu belirsiz.

***

Kentler arası "en yaşanılır" sıralaması sözüm ona o kentlerin eğitim, sağlık, güvenlik, sanat ve ekonomi durumlarına bakılarak yapılıyor. Bu sene de hazırlıklar var. Hatırladığım kadarıyla Ankara'ya da birkaç kez böyle ödüller isabet etmişti. Şimdi gökdelenleriyle gündeme gelen Çukurambar, böyle bir seçimde nasıl değerlendirilir acaba? Zenginlik desen var, ama trafik berbat. Biz söylemiyoruz, Büyükşehir Başkanı Tuna "Öldü" diyor Çukurambar için ve "rahmet" okuyor!
Bari bundan sonraki yapılaşmalara örnek olmasın.

gazete

11 Ocak 2018 Perşembe

Hemşerilikler Kule Yolu memleketliye mi?

Ahmet TEZCAN

Hemşerilikler Kule Yolu memleketliye mi?

11.1.2018

Büyükşehir Başkanı Mustafa Tuna'yı ziyaret ettik önceki gün.. Ankara Milletvekili ve Başkent Ankara Meclisi (BAM) Başkanı Nevzat Ceylan'ın önderliğinde, Meclisimizi oluşturan başkanlarla gerçekleştirdiğimiz ziyarette Ankara'yı konuştuk. Ziyaretimiz, Başkentin yükünün hafifletilmesi noktasında Başkan'a gerekli toplum desteğini sağlamak içindi. Biz Ankara için oradaydık.
Nasıl olmasın?!
Ülkenin 81 vilayetinden yüzlerce ilçe ve köyünden gelerek oluşturduğumuz Başkentimize gerekli ve yeterli vakit ayırabildiğimiz söylenebilir mi? Bu soruyu Ankara'da yaşayan herkesin kendisine sorması lazım. Yaşadığımız, yetiştiğimiz, çocuklarımızı yetiştirdiğimiz, istifade ettiğimiz, mevki, makam, mülk sahibi olduğumuz Ankara'ya ne kadar yararlı olabiliyoruz ki?!

***

Hemşericiliğin en yoğun şekilde yaşandığı illerden biri İstanbul ise ötekisi Ankara'dır. Dünyada emsaline pek rastlanamayan, bizim en önemli dinamiklerimizden biridir hemşerilik. Bu dinamizmi yerinde ve zamanında kullandık mı yapamayacağımız, başaramayacağımız yoktur.
Nitekim 15 Temmuz direnişi bunun en açık, en çarpıcı, gurur veren örneği olmuştur.
O gece ortaya çıkan dehşeti görüp "Ne oluyor?"unu en seri şekilde kafasında çözerek meydana çıkıp savaş makinelerine karşı duranlar onlardır. Kimdir onlar? Tehlikenin devletin kalbine yöneldiği Ankara'da Ankaralılardır, Ankara'da yaşayanlardır. Kırşehir'den, Konya'dan, Yozgat'tan, Çankırı'dan, Çorum'dan hülasa 81 vilayetimizden geldik ama hepimiz Başkentli olduk. Ankara'da Ankara'nın hemşerisini bir avuç Hamamönü, Hacettepeli ile ilçelerinden gelen vatandaşlarımızdan ibaret sayarsak yanılırız. Hepimiz 1, BİR'imiz hepimiz olmak durumundayız. Burası Ankara, burası Başkenttir ve herkesin gözbebeği şehridir..

***

Başkent Ankara Meclisi de bu ihtiyaçtan doğdu. Biz Nevzat Ceylan'ın başkanlığında bir çalışma yürütüyoruz. Yiyip içip dağılmayalım daha yakın işbirliği içinde olalım istiyoruz. Başkan Tuna'yı da BAM olarak ilk kez ziyaret ettik, Ankara için gücü arkasında hissetsin istedik. Rahat, açık ve net gördüm Başkan'ı, ayaküstü "olur" ları, "evet" leri yok. Her şeyi oturup taraflarıyla etraflıca görüşüyor, müzakere ediyor, isabetli kararlar veriyor. Kısa sürede sempati topladı. Ayırım yapmıyor, oldukça önemli icraatlara da imza atıyor. Bu tavrı ve tarzıyla da hepimize güven verdi. İcraatlarını da inşallah bir başka yazıda toplayalım.

gazete

4 Ocak 2018 Perşembe

Modern insan ve 2018

Ahmet TEZCAN

Modern insan ve 2018

4.1.2018

Geçen seneki yılbaşı yazımızda 'yeni yılın ne numaralara gebe' olduğundan söz etmişiz.
Zamanı numaralayan da, yaşayan da, yaşanmaz kılan da bizleriz, yani insanlar. Evet, 15 Temmuz darbesiyle -ki ben ona İŞGAL GİRİŞİMİ diyorum- 2016'da bu millete yepyeni bir "UNUTULMAZ" ı yaşatmışlardı. Çok acı fakat çok değerli bir tecrübedir.
Unutulmaz olup hafızamıza kazıdık.
Öncekileri de var ama bu millet bilhassa 27 Mayıs'ı, 12 Eylül'ü hiç unutamadı çünkü mağdur oldu. 15 Temmuz da sonucunu milletin tayin ettiği bir darbe girişimi olarak asla unutulmayacak ve kulağımıza küpe olacak.

***

Homo sapiens sapiens yani MODERN İNSAN türü olarak yeryüzünde yaşadığımız süre yalnızca 2017 sene değil elbet, ondan öncesi de var.
Hz. İsa AS vesilesiyle Batı'ya uyup bir noktasına MİLAT yerleştirmek suretiyle öncesi ve sonrası diyerek zamanı bölmüş olduk sadece. İnsanoğlu muhtelif dönemlerinde unutulmaz zamanlar, medeniyetler yaşayarak yeryüzü tarihini oluşturdu. Yıl yıl takvim kayıtları düşüp, kimi zaman üzülerek, kimi zaman sevinerek yaşadıklarının yıldönümlerini yad etti. Bizden önce de İNSANSI yahut İNSAYMUN dedikleri türden canlılar vardı ama onlar eksiktiler, damak yapıları farklıydı, konuşamıyorlardı. Genetik ve evrimle uğraşanları yanıltan da belki bunlara ait bulgulardır kim bilir?!
Onlar konuşamıyorlardı ama hayatlarını kolaylaştırmak için birçok pratiğe içgüdüsel olarak ulaşmışlardı. Düşünen, (bazen düşünmeden) konuşan insan türü olarak bizler de ilk önce dövüşmeyi öğrendik? Okuyup yazmayı öğrendiğimiz tarihin geçmişi şunun şurasında 5 bin sene kadardır. Yani milattan sonra yaşadığımızın yaklaşık iki katı kadar bir süre. Ama insanın varoluş tarihi olarak bilim; 3,5 milyar yıldan söz ediyor.

***

Şimdi en can alıcı soru şu: Okumayı yazmayı öğrendik de dövüşmeyi unuttuk mu? İşte dünyanın hali ortada?!
İnsanlık ailesi olarak bizler, resim çizmeyi takı, mücevher kullanmayı okuyup yazmazdan önce öğrendik ki tarihi 50 bin yıldır. 70 bin yıl önce ateşi kullandık.
3500 yıldır tekerleğin icadı.. İşte bu da günün sorusudur: Bir dil geliştirmeyi 10 bin yıl önce öğrendik de anlaşabildik mi dostlar? Velhasıl ben yine de dövüşüp çekişmeden, bombalar patlatıp kadınları çocukları öldürmeden barış içinde yaşamayı diliyor, yeni yılınızı gecikmeli de olsa kutluyorum.

gazete

28 Aralık 2017 Perşembe

Boru sesi kalacak mı?

Ahmet TEZCAN

Boru sesi kalacak mı?

28.12.2017
Cenazelerde artık Şopen yerine Mustafa Itrî Efendi'nin Segâh makamındaki Tekbir'i çalınacak. Peki, saygı duruşlarımızdaki BORU yani Tİ SESİ kalacak mı? Cenaze marşını değiştiren irade şuna da bir el atsa da cenazelerimizde Amerikalılardan miras, 60 küsur yıldır çalınan boru sesini dinlemesek, dinlettirmesek?!
Değiştirmemiz gereken yalnızca cenaze marşımız ve Tİ sesi değil, başkaları da var elbet.
"Ti sesi neyin nesi?" diye bundan epeyce bir süre evvel sormuştuk da kimseden cevap alamamıştık.
Cenaze marşı değişikliği umudumuzu artırdı. Aynı irade Tİ sesine de el atacaktır umarım?!
***
Ti sesi Kore savaşından bu yana var, öncesinde böyle bir şey yok. Ne zaman İstiklâl Marşımız okunacak ve saygı duruşunda bulunacak olsak hemen boru sesi devreye giriyor ve ardından milli marşımızı okuyoruz. Kimse farkında değil, alışkanlık olmuş. Ti sesi olmadan olmuyor mu yani? Kore de Amerikalılarla birlikte savaştık. (Niye ve kimin adına o da kocaman bir sorudur. Derdimiz neydi de Mehmetçiklerimizi Anadolu'dan koparıp oralarda şehit verdik, 4 bine yakın canımızı ne uğruna yitirdik anlaşılır gibi değil. Bir kere bu savaş bizim savaşımız değildi ki?!
Neyse bu bugünün konusu da sorusu da değil.)
***
İşte o savaşta Amerikalılar boru çalarak ölülerini ülkelerine gönderiyorlardı. Zamanla bizim o güzelim şehitlerimizi de memlekete yollarken aynı şeyi yaptılar. Mevtanın yükleneceği uçağın başında, cenazemizin huzurunda boru çalmaya başladılar. O gün bugün alışkanlığımız oldu, sadece cenaze merasiminde değil, "Saygı duruşu-İstiklal Marşı" anonsu duyulur duyulmaz Tİİİİİİ diye bir ses duyuyoruz. Peki, bu Tİ sesi neyin nesi? "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alınan bir ezgidir aslında. Amerikan iç savaşında General Butterfield bir beste yapmış, o beste onlar için ağıt olmuş. Bizim için hiç bir anlamı yok. Ama o gün bugün ABD etkisindeki tüm memleketlerde bu boru çalınır olmuş.
***
Velhasıl bu Tİ SESİ de saygı duruşumuzdan derhal çıkarılmalı ve hiçbir yerde çalınmamalıdır. Cenaze marşımızdan Şopen'i çıkarıp bundan böyle bandonun TEKBİR bestesini çalmasına karar verenler bunu da yapmalılar. Saygıya durmak için boru sesi duymamıza hiç ihtiyaç yok.
İçişleri Bakanı Soylu'dan da polis araçlarındaki MAVİ-KIRMIZI çakarların rengini değiştirmesini bekliyoruz. Çünkü bu renkler de masum değildir, teşkilatın kuruluşunda eli olanlar Amerikan bayrağını ışıkla yansıtmayı sağladılar. Çakarlar neden bayrağımızın KIRMIZI-BEYAZ millî renkleriyle çakmasınlar?
Evet, bu millî bir tavırdır, siyasî değil..

gazete

14 Aralık 2017 Perşembe

Ankara Mevlevîhânesi

Ahmet TEZCAN

Ankara Mevlevîhânesi

14.12.2017

Altındağ Belediyesi çok önemli bir iş yaptı. Yol geçirme bahanesiyle 65 sene evvel yıkılan Ankara Mevlevîhânesi yeniden inşa edildi. Tam da Hazret'in 744 ncü Vuslat yıldönümüne rastladı, isabet oldu. Mevlevîhâne bugün törenle açılacak. Başkan Veysel Tiryaki'ye müteşekkiriz, takibini de yine kendinden bekleriz.
Başkentin başkanları hepsi birer Mevlâna muhibbi, yani hayranı ve sevenidir zaten. Bu tür faaliyetler onlara çok yakışıyor.
Konya bu faaliyetin "asitane"si yani merkeziydi.
Bir zamanlar Balkanlar'a, Şam'a, Bağdat'a kadar sayıları 200'ün üzerindeki bütün Mevlevîhânelerin kadrosu Konya'da yetiştirilir, görevlendirilir ve takip edilirdi.

***

Bizim ordularımızdan önce dervişlerimiz bu coğrafyayı gönülleriyle fethetmişlerdir.
Hangi dinden, inançtan olursa olsun onların tek hedefi vardı; İNSAN... Mevlevîlik bir ruh ve terbiye mimarisidir. Bir ahlak, fazilet, meziyet ve edep mektebidir, bir sistemdir başlı başına. Günümüz deyişiyle bizatihi insana yapılan yatırımdır. "Buralara noksan gelen tamam olur." Ancak, Mevlevîhâne inşası, ihyâsı anlamına gelmiyor, icrâsına bakmak gerekiyor. Eğer takip edilmez, bilgisiz, sevgisiz, saygısız ellere terk edilirse sonuç hüsran olur. Nitekim semazenliğin "nişandüğün malzemesi" olması bundandır.

***

Mevlana "Gel" diyor... O bu çağrıyı yaparken insanları Konya'ya çağırmıyordu elbet. İnsanı kendine çağırıyor, önce bizim kendimize gelmemizi istiyordu.
KENDİMİZ, çok derin bir meseledir, BİZ olma duygusudur ki bugün buna çok ihtiyacımız var. Mevlâna "Dinle" diyor..
Mesnevi'sindeki 26 bin beyitin birinci kelimesi, ilk sözü, ilk çağrısıdır ve başlı başına bir mesajdır sanki. Şimdi hep söyleyen olduk maalesef, dinleyenimiz yok, kimse kimseyi dinlemiyor. Aileden başlayarak bunu her yere uzatabiliriz. (Bütçe görüşmeleri naklen yayınlanıyor, 5 dakika seyredin yeter.) Ağzımızın ölçüsü de kalmadı, O'nun "Her ağzına geleni söyleme, her önüne konulanı yeme" tembihi tam da bizim için.

***

O doğumunda Celâleddin idi, yaşadığı ve yaşattıklarıyla "Mevlâna" oldu ve döneminde bu isim hiç kullanılmadı. Yeryüzünde ölüm günü kutlanan tek insandır O, ve de biz onu layıkıyla anlayamadık. Anlamak için "harf kabuğunu kırın" dedi onu da kıramadık. Hülâsa Mevlevîhâneler bugün bunun için gereklidir. Ankara Mevlevîhânesi'nde, O'nu erbabından dinlemeli, adabınca Mesnevî okumaları yapılmalı diyorum. Başkent'e yeniden kazandırdıkları için Veysel Tiryaki'yi kutluyorum

gazete

7 Aralık 2017 Perşembe

Anneler ölmesin bebekler de..

Ahmet TEZCAN

Anneler ölmesin bebekler de..

7.12.2017

Bizim ülkemizde yılda 1,5 milyon bebek dünyaya geliyor. Bu, aynı zamanda bir o kadar annenin de doğum yaptığı anlamına geliyor. Dolayısıyla her yıl 3 milyon insanın sağlık ve beslenme bakımından biraz daha fazla dikkat ve hassasiyete ihtiyaçları var. Sadece sağlık ve beslenme değil tabi, bu bireylerin aile ortamı da bir o kadar önemlidir..
***
Eskiden Kale'sinden Kule'sine kadar derdik, Başkentin hinterlandını ifade etmek için.. Şimdi bu ifade Ankara'yı kuşatmıyor, içeride bile kalıyor.
Söz gelimi yalnızca Aydınlıkevler'de 500 bin nüfusun yaşadığı, bir Ankara'dan söz ediyoruz. Ankara hem yatay hem dikey büyüyor artık, şehir sınırı il sınırı oldu ki belediyenin büyükşehir hizmet sınırı da zaten o sınırlardır.
Başkent için 6 milyon nüfustan söz ediliyor, böyle yoğun bir nüfus içinde annelerin, bebeklerin çok özel bir yeri vardır ve olmalıdır.
"Hiçbir bebek annesiz büyümesin, hiçbir anne evlat acısı çekmesin" Kim katılmaz bu temenniye?! Bir dua, bir yakarış gibi olan bu dileğe katılmamak mümkün mü?! Minicik bebeklerin anneleriyle beraber ve tüm aile bireylerinin her bakımdan hassasiyete ihtiyaçları var. Sokaktan geçen bir sürücünün korna çalarken bile bunu düşünmesi lazım.
Etrafta, her hangi evde mışıl mışıl uyuyan bir bebeğin o korna sesi ile nasıl irkileceği hiç hatırdan çıkarılmamalıdır.
***
Son yıllardaki araştırma ve gelişmelerin doğum hekimliğini çok değiştirdiği, genetik alanından, anne karnındaki bebeğe ve doğum sonrasına kadar teşhis ve tedavide pek çok şeyin inanılmaz şekilde değiştiği, ancak bunun muntazam takibe bağlı olduğu uzmanlarınca ifade ediliyor. Dünyada her yıl 500 bin anne ölümü oluyor ve bu ölümlerin yüzde 99'unun gelişmekte olan ülkelerde meydana geliyormuş. Ülkelerin bu alandaki bütün çabaları; anne ve bebek ölümlerini azaltmak ve sezaryen oranını düşürmek olarak açıklanıyor. Bebek ölümleri zaten ülkelerin gelişme indeksinde çok önemli bir ölçüt.
Yani nasıl bir memlekettir ilk önce bebek ölümlerine bakarlar ve o ülkenin notunu verirler. Şimdi en yeni rakamı bizzat Sağlık Bakanı Ahmet Demircan'dan veriyorum; açıklamayı bakanlığının bütçesi görüşülürken yaptı. Binde 40 olan bebek ölümü oranı 9,4'e ve binde 64 olan anne ölüm de 14'e düşmüş ki daha aşağılara düşmesi dileğiyle son derece sevindirici bir sonuç.
***
Böylesine bir hassasiyetin sağlık sektörü içindeki bir takım kurumlar ve elemanlarınca istismarı da hiç akıldan çıkarılmamalıdır.
Sezaryenle doğum oranındaki artışlar söyletiyor bize bunları. Bizim de maksadımız; öncelikle sağlıklı bir neslin yetişmesi, anne ve bebeklerin sağlıklı ortamda bulunmaları, doğum birimlerinde canını dişine takan uzman ve yardımcı personelin hatırdan çıkarılmamalarıdır.

gazete

30 Kasım 2017 Perşembe

Yanlış ısınmayın!

Ahmet TEZCAN

Yanlış ısınmayın!

30.11.2017

Aslında "karakış" olarak tanımlanan günleri yaşıyoruz ama Başkent'te henüz kar yok. Zaten Kızılay'da beyaz örtüyü görmeden Ankara'ya kar yağdığını söyleyemeyiz. TV kanalları bile kar-kış haberi yapabilmek için muhabirleri hemen Dikmen sırtlarına gönderiyorlar ki görüntü alabilsinler. Babaannemin takvimine göre aslında bugün Hicrî yıla göre Rebiülevvel'in 12'si. "Hicrî yıl" adı üstünde Hicret'e göre düzenlenmiş takvimdir. "Peygamberimizin İslam'ın 13. yılında Mekke'den Medine'ye göçü esas alınmıştır ki dünya alem bilir. Peki, "rebi" ne demek diyecek olursanız; "bahar" demektir evveli ve ahiriyle.. Dedem Rumi yıla göre "Teşrin"i kullanırdı, o da yılın son iki ayına işaret eder.

***

Takvimler insan icadıdır ve olaylara göre anlam ve önem yüklenmiştir. Güneşin parlaklığına da aldanmayın henüz mevsim kendini göstermiş değil, sıcak odalardan ayrılırken, akşamın soğuğuna çıkarken tedbirinizi alın, yoksa hastalıktan kurtulamazsınız. Sıcak odalar dedik de soğuk kış aylarında ısınabilmek de başlı başına bir mesele. Türkiye İstatistik Kurumu açıklamıştı; "Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması"na göre ülke nüfusunun yüzde 41,7'si oturduğu konutta ısınma sorunu yaşıyor. Yalıtımsız binalarda oturanlar, ısınamadıkları gibi yalıtımlı binalara oranla her ay yaklaşık 2 katı kadar fazla ödüyorlar. Sadece fatura değil, insan sağlığı ve çevre açısından da olumsuz.. Karbon salınımı artıyor ve "hava kirleniyor, iklim dengesi bozuluyor" diye de feryat ediyoruz.

***

Isınma araçları da ayrı bir dert. Elektrikli ısıtıcılar mesela, yaygın olarak kullanılıyor. Sağlık açısından yararlı mı, elektrik tasarrufu sağlıyor mu tartışılıyor. Mevsimin önemli sorunları bunlar. Başta elektrikli ısıtıcılar olmak üzere, birçok küçük ev aletinin elektromanyetik alan oluşturduğu da biliniyor. Peki bu, insan sağlığı için ne kadar tehlikeli? Uzmanların görüşleri farklı; ancak bir doğru var, doğru aletler yerinde ve doğru kullanılıyorsa bir sakıncası yok. Üzerinde en fazla konuşulan "infrared" sistemle çalışan ve yaygın olarak kullanılan ısıtıcılardır. İnfrared sistem, ısıyı ışık yolu ile yayan ısıtıcılardır. Elektrikli ısıtıcı pazarı da hayli büyük, pay kapmak isteyen fırsatçılar muhakkak olacaktır. Taklit konusunda Çin'i aratmayanlar elbette var. En verimli ısıtma aracı sıralamasında doğalgaz ilk sırada değil. En verimli yakıt hâlâ linyit görünüyor, kömürün ardından doğalgaz ve son sırada elektrik yer alıyor. Kömürlü ısınma en ucuz ve en verimli olsa da günümüz şehir hayatı için pratik bir yöntem değil. Çalışanların yoğun olduğu Ankara'da en pratik ısıtma aracı elektrikli ısıtıcılardır. İşten soğuk eve dönmüşsünüz yapacağınız tek şey fişi prizle buluşturmak. Faturasına katlanılırsa elektrikli ısıtmada bir sakınca yok gibi görünüyor..

gazete

16 Kasım 2017 Perşembe

Başkentin mabetleri

Ahmet TEZCAN

Başkentin mabetleri

16.11.2017

Melike Hatun Camii o meydana nefes aldırdı. Caminin İstanbul yolundan Atatürk Bulvarına çıkıştaki görüntüsü muhteşem. Yer seçimi isabetli ve önemli bir ihtiyaca cevap veriyor. Eskişehir yönünde Akseki Camii de muhteşem, Külliyenin Millet Camii de öyle.. Vatandaş özel zaman ayırıyor bu camiler için, gruplar halinde gidip namaz kılıyorlar hemen de ayrılmıyorlar. Yenişehir denilen şehrin bu yakasında daha önce Maltepe Kocatepe camileri vardı. Sonra Akseki, Millet ve Melike Hatun camileri yapıldı. Esat ve Hasan Tanık da muhitlerinde ihtiyaca cevap veren mabetler. Hepsinin kendine göre ilkleri, özellikleri var ve her biri şehir siluetine özel ve güzel katkılardır. Daha önce resmi kuruluşların ve pasajların bodrumlarındaki mescitlerle vatandaş bu bölgede ibadet için ancak yerin altında mekân bulmuştu. Halen Kızılay çevresinde böyle 30'dan fazla yer altı mescidi olduğunu biliyorum.

***

Son yıllarda inşa edilen camilerin hepsinin bir hikâyesi vardır. Ama Kocatepe'ninki bir başka... Önce öyle hâkim bir tepeye kocaman bir cami yapılmasını bazı çevreler istememişlerdir. Bu yüzden Menderes'ten Özal'a Kocatepe'nin yapım süreci 30 yılı aşmıştır. Projesinin Amerika'da bir garajdan kopya olduğu söylenmiştir. İnşaatına da açık açık "Cami" diyerek başlanmamıştır, "kültür merkezi" filan denmiş saklanmıştır adeta. Ve öncte minare temeli atılarak inşasına başlanan dünyadaki ilk ve tek camidir Kocatepe.

***

Akseki, Millet ve Melike Hatun camileri ibadete açılınca Kocatepe'nin -tabir caizse- pabucu dama atıldı. Bunu caminin cemaati söylüyor. Başkaca söyledikleri de var cemaatin, sormak için camilere yakın ilgisini bildikleri, "reisicumhur"u bekliyorlar, "Erdoğan nasıl olsa bir Cuma gelir" diyorlar. Anlaşılan yapımı gibi yönetimi de sorunlu caminin. Altında oturanların üstüyle yeterince ilgilenmedikleri ortada.. Çoğu 60 yaşın üstündeki cami cemaati iki yana yürüyen merdiven istiyor. Camiye girmek için 50 basamak tırmanmaktan kurtulmak istiyorlar. "Ses düzenine 860 bin Avro harcadılar" diyerek mihrap mermeri ve fil ayaklarının delik deşik edildiğinden şikâyetçiler. Aydınlatmaların yetersiz, ısıtmasoğutma soğutma sisteminin bulunmadığından yakınan cemaatin vakit beklerken sohbet edecekleri bir mekâna da ihtiyaçları var. Gerçekten led aydınlatmanın arızalı olduğu için Kocatepe Camii şehrin gece görüntüsünden silinmiş gibi. Yakın çevresindeki yapılar da camiyi perdeliyor. Duvar dipleri ise çöp deposu. Bunları giderecek bir yardımlaşma derneği de yok. Bizden aktarması…

gazete

9 Kasım 2017 Perşembe

Tuna Başkan Şehremini

Ahmet TEZCAN

Tuna Başkan Şehremini

9.11.2017

Kocaman, yemyeşil, ulu ağaçlarla dolu bir park ya da içinde yaşayanlara nefes aldıran kocaman bir meydan.. Şehirlerin en önemli ihtiyacıdır bence..
Paris'in Konkord, Londra'nın Trafalgar, Moskova'nın Kızıl meydanından hiç bahsetmeyeceğim.
Hele uçsuz bucaksız parklarından..
Emsal başkentlerle kıyaslandığında Kurtuluş Parkımız avuç içi kadar yerdir, bir bahçedir adeta.
New York'un Santralpark'ı 800 küsur dönüm, her yıl yaklaşık 40 milyon turist sadece bu parkı görmeye geliyormuş. Batı'daki büyük kentlerin çoğu yeşil ve bakımlıdır. Bilhassa tarihi doku iyi korunmuştur.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan da geçenlerde bu ihtiyacı dile getirdi, "bizde meydan yok" dedi.
İmparatorluğumuzun yıkılışı ve son 200 yıldır yaşadığımız çalkantılarla bunu belki izah edebiliriz. Yani bir türlü kendi düzenimizi kendimiz kuramadık, can derdine düştük adeta.. Başka sebepler de var şüphesiz.. Melih Gökçek 23 yıl sonra istifa ile ayrıldı. Gökçek'e hep siyaset penceresinden bakıldı ve hep inatlaşıldı.
Bir sürü de iddia ortaya atıldı. Gökçek Ankara'ya hizmet etmedi desek büyük haksızlık olur. Eleştirilecek yön vardır elbet ama Ankara'nın da çehresini değiştirmiştir, bu da bir gerçek.

***

Şehremini, şehrin emanet edildiği emin insan.. Şimdi ŞEHREMİNİ Mustafa Tuna, o da tecrübeli bir başkan.
Milletvekilliğinden tanırım kendisini; mütevazı, temiz, titiz, çalışkan, kariyer bakımından da sağlam. Safi kas ve sinirdir Tuna Başkan, sigarayı devam ettiriyor mu bilmiyorum ama irice bir kupa sıcak neskafe onun keyfidir. Sincan'a az hizmeti olmadı Tuna'nın. Şimdi işi kolay mı, asla değil, Büyükşehir de Sincan değil.. İşe sıkı başladı, herkesin istifasını istedi. "Düzgün çalışanın endişesi olmasın" dedi. Kısa sürede Başkent'e hâkim olacağına inanıyorum. Kâr gözetmeyen hemşeri bir yapıdır belediye ve doğumdan ölüme herkese dokunmak zorundadır… Kolay değildir belediyecilik, 7/24 canlıdır, hareketli bir kurumdur, ihmale gelmez, her aksaklık hemen ses verir. Şehircilik bir başka olay, belediyecilik bambaşka… Hele başkentte başkanın bir de protokol görevi vardır; yerli yabancı karşılamalar, uğurlamalar vs. mesaisini eritir başkanın. Şimdi bize düşen Tuna Başkan'a kolaylıklar dilemektir.

gazete

2 Kasım 2017 Perşembe

Başkentin çatı kuruluşu

Ahmet TEZCAN

Başkentin çatı kuruluşu

2.11.2017

Başkent Ankara Meclisimizin genel kurulu vardı geçtiğimiz hafta, sıradan bir dernek kuruluşu sanılmasın, bu meclis başka meclis.. BAM, yani Başkent Ankara Meclisi Ankara'daki hemşehri dernek ve federasyonlarının çatı kuruluşudur.

***

Ankara'da iki binden fazla hemşehri kuruluşu var. Kırşehirliler, Çankırılılar, Yozgatlılar, Çorumlular, Kırıkkaleliler gibi başkentte olup neredeyse hemşehri derneği kurmayan yoktur. Edirne'den Van'a kadar yurdumuz insanı Ankara'da dernek veya vakıf adı altında örgütlenmişlerdir. Hattâ bazı ilçelerin bile Ankara'da dernekleri vardır.
Aralarında çok kalabalık çok etkin olanları vardır, federasyon olarak birleşik hareket edenler vardır. Ama bir başkan birkaç hemşerinin fedakârlıklarıyla yürüyenler de yok değildir. Birçoğunun yerleşik binaları ve misafirhaneleri bile vardır ki memleketten gelenler buralarda barındırılır. Hemşehrilik en çok bizde yaşanır, başka ülkelerde bu tür bir dayanışma unsuruna pek rastlanmaz.
Onlar daha çok hobiler, fobiler üzerinden dayanışma kurarlar.

***

Burası büyük bir kent hem de Başkenttir, devlet merkezidir. Resmi yüzü yani kent değil başkent yüzü daha çok görünür ve hissedilir olduğundan Ankara'nın insanlar üzerindeki tesiri başlangıçta soğuktur. Ama yıllar geçtikçe Ankara sizi, siz Ankara'ya sararsınız, bir daha da bırakamazsınız. Her bakımdan bir Anadolu şehri olan Ankara sıcaktır, sevimlidir, kolaydır, gezilmeye, görülmeye değerdir. "Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Ankara 20 bin nüfuslu bir kasabaydı" tanımlamasına karşın bu şehrin söyleyeceği vardır: "Sen bizi düştük de gördün?!"

***

Evet, araştırmalar Ankara'nın 3500 yıllık bir tarihi geçmişi olduğunu göstermiştir.
Başkent Ankara Meclis Başkanı Nevzat Ceylan, kongrede yaptığı konuşmada Ankara'nın çeşitli medeniyetlere başkentlik yaptığını hatırlattı.
"Halihazırdaki Türkiye Cumhuriyeti başkentliği Ankara'nın beşinci başkentlik görevidir" dedi. Tek ve çok önemli bir şikâyeti var Ankara'nın; Burada herkes "Kendi memleketli"dir, kime sorsanız doğduğu yeri söyler, Ankara ikincil durumda kalır. BAM, bu ihtiyaçtan doğdu.
Bütün hemşehri derneklerinin yöneticileri oluşturdu. Başkentin havasına suyuna, kurduna kuşuna sahip çıkarak, enerjisini her türlü aksağın, eksiğin giderilmesine harcamaktadır, bilinsin istedim.

gazete

26 Ekim 2017 Perşembe

Anıların Ankara’sı

Ahmet TEZCAN

Anıların Ankara’sı

26.10.2017

Ankara deyince herkes kendi algısıyla anlatır. Bir bakıma görme özürlünün fili anlatması gibidir Başkentin anlatımı, genellikle dokunulan yere göre bir tasvir çizilir.
Zaman zaman burada değişik kalemlerden Ankara'mızı anlatırız. Geçenlerde kitaplığımı karıştırırken Nejat Akgün'ün "Burası Ankara" adlı eseri elime geçti. Ankara'nın dünü adına önemli eserlerden biridir. Aslında yaşayan Ankara yazarlarını, Ankara ile ilgili kafa yormuş kitap yazmış kalem erbabını toplamak, onlardan Başkentin, dünü, bugünü ve geleceğini dinlemek isterdim.
***
Nejat Bey'in kitabına yeniden göz gezdirirken ünlü bestekârlarımızdan Ahmet Adnan Saygun'un Ankara ile ilgili anısına rasladım. Saygun, batı tarzında eserler bestelemiş önemli bestekârlarımızdandır. Adnan Saygun Ankara'ya ilk kez 1926 yılında gelmiş.
"Size dönemin Ankara'sından bahsedeyim" derken hemen Ulus'daki Taşhan'a sözü getiriyor, karşısında da dönemin en meşhur lokantası Karpiç'e.. "Şimdi oralar çarşı olmuş" diyor. Çünkü hatırasını daha sonraki tarihlerde kaleme almış. CHP binası ve ilk Meclis ve bir yangınla yok olan eski Milli Eğitim Bakanlığı binasını anlatıyor.
Karaoğlan Çarşısı'ndan bahsederken şunları anlatıyor:
"Orada bir de pastane vardı adı da İstanbul Pastanesi.. Fikir adamları orada toplanırlar, görüşürler, sohbet ederlerdi. Kahvaltılar orada yapılırdı.
Bunların dışında her taraf bildiğimiz bir kent görünümündeydi. Eski Ankara evleri dar sokaklar.. Çok uzaklarda SSCB'nin elçilik binası ve bağlar."
***
Saygun, Musiki Muallim Mektebi için Ankara'ya gelmiş, "Garip bir yer" olarak tanımladığı Ankara'da Atatürk'ün neden bir musiki muallim mektebi açma ihtiyacı duyduğunu soruyor ve takdir ediyor. "Şimdiki devlet konservatuvarı" dediği Cebeci'deki binanın yerinde birkaç eski ev varmış ve tekke olarak kullanılıyormuş.
Evet, kolay şehir olmadı Ankara, 30'dan fazla valinin ve 32 belediye başkanının emeği var. Bugün 20 üniversitesi olan 5 milyonluk koca bir şehir. Biz o şehri seviyoruz ve benimsiyoruz, Ankara ile ilgili anılara yer vermeye devam edeceğiz.

gazete