5 Ekim 2017 Perşembe

Niye beş şehir?

Ahmet TEZCAN

Niye beş şehir?

5.10.2017

Beş Şehir, Ahmet Hamdi TANPINAR'ın en önemli eserlerindendir. Adını saydığı şehirlerde oturanlardan olup da bu eseri okumamış olanlar hemen bu kitabı edinip okumalıdırlar. En azından kendi oturduğu şehre bir kere de Tanpınar'ın gözüyle bakabilmek için okumalı, hiç olmazsa kendi şehrinden bahseden bölümü dikkatle okunmalı. Yani, bilvesile, bir bahisle, bir sebeple oku, okumak için bir yığın gerekçemiz var. Temel kitabımız ilkin "OKU" dedi, Mevlâna'nın Mesnevî'si de "DİNLE" diye başlar. Ne okuyacaksın ne dinleyeceksin sonra da ahkâm keseceksin, işte bu olmaz. Esas konumuz olmasa da hatırlatmak istedim.

***

Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir'i yazarken ilginç bir sıra takip ediyor. Hiç üzerinde duruldu mu bilmiyorum ama bu sıralama bence önemli. İlk önce İstanbul'dan bahsetmesi beklenirken; Tanpınar Beş Şehrine Ankara ile başlıyor. Ondan sonra sırasıyla Erzurum, sonra Konya, Bursa ve en son olarak İstanbul.. Bunu anlamak için onun yaşadığı, yazdığı döneme, dönemin gelişmelerine bir kere daha bakmak lazım diye düşünüyorum. Edebiyat dünyamızın bu önemli ismi–kitabın önsözünde belirttiği üzere– "kaybedilenlerin hüznü ama geleceğine kuvvetli özlemle" bu şehirleri yazmışsa sıralaması bence daha da önem kazanıyor?! Velhasıl Tanpınar bugün yazmış olsaydı eserinde yalnızca beş şehirden, yalnızca bu şehirlerden mi bahseder, değilse hangilerini alırdı diye düşünmeden edemiyorum. Mesela siz olsanız "İzmir niye yok?" mu derdiniz veya hangi şehirleri ilave ederdiniz?!

***

Her şey değişiyor; şartlar, şehirler, insanlar.. Biz mi şehirleri yoksa şehirler mi bizi değiştiriyor?! Önemli bir münazara konusudur bu. İki haftada 5 bin km'den fazla yol yaptım. Önce Bulgaristan'a.. En önemli sahil şehirleri Varna'yı, Burgaz'ı dolaştım. Daha kapıda 15 km'yi bulan TIR kuyruğu bu ülkeden geçebilmek için Dereköy'de Bulgar gümrükçüleri bekliyordu. Mahallinde konuşulan; Merkel'in Bulgarlara "çalışmayın" dediği şeklindeydi söylemeden geçemezdim. Başbakan Borisov ise mülteciler için Türkiye'ye müteşekkir! Market raflarında Türk malı aradım, pek rastlamadım desem yeridir. 500 yıldır iç içeyiz Bulgarlarla, 'bu nasıl komşuluk?' diye sorasım geldi?!

gazete

28 Eylül 2017 Perşembe

‘Ti’ sesi artık yok

Ahmet TEZCAN

‘Ti’ sesi artık yok

28.9.2017
Gaziantep Milletvekili Abdulkadir Yüksel'in Meclis'teki cenaze merasiminde bir ilk yaşandı. Boru (ti sesi) çalınmadı ve merasime katılanlar duaya davet edildi. Bu sütunda bizi takip edenler "Tİ SESİ NEYİN NESİ" başlığıyla bu uygulamaya itirazımızı hatırlayacaklardır. Bir değil birkaç yazıyla itirazımı dile getirirken bu sesin neyin nesi, neyin sesi olduğunu da açıklamaya çalışmıştım.
Çünkü alelade bir dernek genel kurulundan Meclis'teki merasimlere kadar Tİ SESİ öyle yerleşmiş ki Milli Marşımızı boru çalmadan dinleyemez olmuştuk. Şoförler derneği genel kurulundan kooperatif kongresine kadar -ne alâka ise- millî marşımızın terennüm edildiği her yerde bilhassa okullarda, önce boruyla uzunca bir sesi verilir sonra marşa geçilir.

Meclisimiz hiç de MİLLİ OLMAYAN bu geleneği (!) bozdu. Törenlerde boru sesi artık olmayacak. En azından Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki merasim, cenaze için yapılıyorsa katılımcılar duaya davet edilecek.
Kim başlattıysa -Abdulkadir Yüksel'in cenaze merasiminde gördük- bu hal inşallah devam edecek. Herkes de bunu umarım sürdürür, yaygınlaştırır ve Kore savaşında bize bulaşan Tİ SESİ çalma şeklindeki Amerikan âdeti sona erer.

Şimdi gelelim saygı duruşu ve İstiklal Marşı anında memleket semalarında 60 küsur yıldır yankılanan ve necip milletimize büyük bir ihtiramla dinletilen 'boru sesi'nin nereden geldiğine... Ancak bu boru başka boru, biz onu kısaca "Tİ SESİ" olarak biliriz.
Vatandaş olarak öyle alıştırılmışız ki, sesini duyduğumuz an toparlanıp saygı duruşuna geçiyoruz, "bu boru sesi de neyin nesi" diye hiç sormuyor, hiç düşünmüyoruz.

Şimdi bu mesele, bu sesi aslında bir Amerikan geleneği ve "ağıt" gibi bir şey..
Bize de Kore Savaşı sırasında bulaşmış. Ölen Amerikan askerleri, cenaze merasimlerinde boru çalınarak memleketlerine uğurlanırken Mehmetçik için de aynı şey uygulanır olmuş.
Çalınan şey de Amerikan İç Savaşı'ndan kalma.. General Daniel Butterfield'ın bestelediği, "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alınan bir ezgi. O gün bugün ABD etkisindeki tüm memleketlerde, duygusu yüksek bir durum söz konusu olunca 'ti sesi' verilir olmuş. Söz gelimi Boston'da, Amerikalıları İstiklal Marşımızı söylerken görmek veya Beyaz Saray'da mehteran gibi bir şey?!
Velhasıl saygı duruşumuzdan Tİ SESİ derhal çıkarılmalıdır. Türklerin saygıya durmak için boru sesi duymalarına bence hiç ihtiyaç bulunmamaktadır.
Ankara Valisine, tüm okullara; hatta Başbakanlığın bir genelgesi kâfidir yurt sathında uygulamayı sonlandırmak için. Bu millî bir tavırdır, siyasî değil.

gazete

21 Eylül 2017 Perşembe

Kendine güven

Ahmet TEZCAN

Kendine güven

21.9.2017

Türkiye'nin ve tek tek hiçbirimizin yedeği yok. Neslimizi, enerjimizi en yüksek seviyede koruma altında tutarak birbirimize sımsıkı sarılmalıyız. Sadece okuldaki nüfusumuz komşularımızın çoğunu katlar.
Ankara'da her sabah 1 milyon çocuk sırt çantalarıyla okul yolunda...
Onların beslenmesi, ulaşımı, güvenliği çok önemli... Validen dolmuş şoförüne hepimiz ne kadar büyük bir sorumluluk taşıyoruz ortada. En önemli varlıklarımız can parçalarımızın hergün yolunu gözlüyoruz. Tek tek bakınca kaçırırız ama toplum olarak çok anlamlı ve önemliyiz.
Öğretmenlerin her sabah bunu bilhassa ilköğretimde tekrar etmesi lazım.

Bu coğrafyada sorunsuz yaşamanın tek şartı var ve tek cümleyle; GÜÇLÜ O-LACAK- SI-NIZ... Ve bu toprakları kendiniz yöneteceksiniz, kimse işlerinize burnunu sokamayacak.. Ama öyle mi? İşte Avrupa...
Güneyi, kuzeyi, doğusu, batısıyla 50 devlet var Avrupa'da ve 700 küsur milyon insan yaşıyor. Hepsinin gözü bir şekilde Türkiye'de... ÇÜNKÜ TÜRKİYE BAYRAK ÜLKE.. ORTADOĞU'YA VE ASYA'YA BAYRAK.. 57 İSLAM ÜLKESİNE, TÜRK DÜNYASINA, 1 milyar 800 milyona BAYRAK.. Geçmişte oldu bu, bundan sonra neye olmasın?! Bizim dışımızdakiler bunu biliyor. Sadece biz bilmiyoruz.
Bir haftadır Balkan havası kokluyorum, bu yazıyı Varna'nın puslu havasında yazıyorum. Türkiye'nin değerini bir kere daha anlıyorum. Avrupa'nın göbeğinde olsanız da durum değişmez. Dışarının nabzını tutamayan bunu bilmez, bilemez, kimse kendini küçümsemesin.

Almanya'da seçim var ve dillerinde tek konu Türkiye ve ilişkileri. Hollanda Türkiye'yi diline dolamasaydı seçiminden kimsenin haberi olmazdı. "Avrupa'yı yapan biziz" diyordu rahmetli Halil İnalcık Hoca, ne kadar derin ve doğru bir anlatım?! Daha sandık görünmeden Türkiye için 2019 hazırlığına başladılar. Bizdeki sandık dünyanın başını döndürüyor. Çünkü gerçekten Türkiye sadece Türkiye değildir, sadece bir ülkeden ibaret değildir ve kararları çok şeyi değiştirir.
İşte Varna'da bir bilim faaliyetini izledik. 50 delege Türk bilim adamlarını dinledi dikkatle ve en çok soru yine onlara soruldu. (İleride yazacağım, çığır açacak bir çalışma bu, ülkemizin gücünü katlayacak.)

Ateş çemberinde yaşıyorsak bunun hazırlayanı biz değiliz. Petrol-doğalgaz-değerli madenler-güneş ve deniz bizim olsun, biz yönetelim istiyorlar. Kendileri güvende biz güvensiz.. Niye peki?

gazete

14 Eylül 2017 Perşembe

Ankara gündemi okullar ve trafik

Ahmet TEZCAN

Ankara gündemi okullar ve trafik

14.9.2017
Başkentin gelecek hafta en önemli gündemi okullar, öğrenciler ve trafik olacak.
Herkesin kafasında şimdiden;
"Okullar açılınca trafik ne olacak?" sorusu var. Mesai başlangıcında ve sonunda zaten felç olan ana arterler okullar ve servislerle birlikte daha da zorlaşacak görünüyor.
Hele bazı sokaklardaki gereksiz ve zamansız kaldırım yenilemeleri ve asfalt çalışmaları için bulundurulan iş makineleri trafiği tıkamaya zaten yetiyor.
***
Sadece trafik değil derdimiz. Eğitim öğretim bizim memleketimizin en önemli meselesidir. Niye derseniz; bizimle çok oynadılar. Ülkemizle uğraşanların, ülkemizin geleceği ile ilgili hesap yapanların ilk hedefi daima okullar öğrenciler olmuştur. Bu her zaman böyle olmuştur.
İdeolojik kamplaşmalar ilk önce okullarda başlatılmış memleket evlatları birbirine düşürülmüştür. Ülkemizdeki yabancı okulların durumu da bize eğitimin nasıl ve neden hedef olduğunun ipuçlarını verir. Siz istediğiniz kadar "Kolejde okuyorlar, yabancı dil öğreniyorlar" diye çocuklarınıza kaliteli bir eğitim imkânı sağladığınızı düşünün.
Başkaları bunu hep kullandılar. "Robert kolejler, Amerikan Bord, Fulbright Komisyonları" nedir, nasıl rol oynamışlardır ülkenin geleceğinde yeniden bakmak lazım?!
Aynı çevreler sonra sağlık sektörünü seçmişler çünkü eğitim gibi sağlık da çok önemli..
FETÖ'nün de ilk önce bu iki sektörü seçip hastaneler ve dershanelerle işe (!) başlaması bundandır. Herkesin çocuğu önemlidir, herkes çocuğuna iyi bir eğitim verebilmek için imkânlarını seferber etmektedir; "Cahil kalmasın, kendini kurtarsın" dır amaç.. Ama gelin görün "eğitimci-sağlıkçı" ve son yıllarda "gazeteci kimlikli yıkıcı faaliyet elemanlarının nice gizli işler içinde bulundukları ortaya çıkmıştır.
***
18 Eylül'de 18 milyon öğrenci okulda olacak. Her yıl 1 milyon civarında çocuğun okula başladığını biliyoruz. Ankara'da 3 bine yakın okulda -okul öncesi dâhil- 1 milyonun üzerinde öğrenci ve 80 bin öğretmen ile pazartesi okula koşacaklar, ama nasıl? Okula gitmeleri, dönmeleri, kullanacakları malzeme, giyecekleri, yiyecekleri hepsi aileleri düşündürüyor. Romanya'nın 19 milyon, Yunanistan'ın 11 milyon, Bulgaristan'ın 7 milyon nüfusuyla kıyaslayarak 20 milyon öğrencimizin öğrenciye, veliye, yöneticiye, eğitimciye, siyasetçiye nasıl bir sorumluluk yüklediği apaçık ortadadır.
Hayırlı olsun diyelim, tüm kesimlere kolaylıklar dileyelim ve çocuklarımızın yeni dönemi kazasız belasız tamamlamaları için dua edelim.
Bu satırların yazarı çocukların güvenliği ve okul yöneticilerinin sorumluluğu noktasında bilhassa takipçi olacak.

gazete

7 Eylül 2017 Perşembe

Ankara adı nereden?

Ahmet TEZCAN

Ankara adı nereden?

7.9.2017

Kedisi, keçisiyle ünlü bir şehirde yaşıyoruz.
Kangallarımız, ak ve karabaş diye adlandırdığımız köpeklerimiz, hepsi Anadolu markalı birer değerdir ve hepsi ünlüdür. Ankara kedisini mesela "Angora"dan alıp Hititler'e kadar götürenler var. Uzmanları daha iyi bilecektir ama biz bu güzel, sevimli, hoş hayvanları taa ata yurdundan getirdiğimizi biliyoruz.
3200 yıllık tarihinden söz ediliyor ve pek çok uygarlıklar gördü Ankara'mız.
O uygarlıklardan kalanlar da "insanlık mirası" olarak bizim zenginliğimizdir neticede ama.. Burada bir parantez açıp söylemek lazım:

***

Türkler, 1071 Haziranında gelip Kasım'a kadar evlerini tamamlayıp Ankara'da iskân olmuş değillerdir. Yüzlerce yıl sürmüştür, bölük bölük, akın akın kedileriyle, keçileriyle gelmiş, can verip kanını dökerek Anadolu'yu yurt tutmuşlardır.
Bakmayın siz şimdi -dış tesirle- birbirimizle uğraştığımıza, hepimiz oralardan geldik.
Türkülerimize, bozlaklarımıza bakın, hepsi bizim ortak hikâyemizdir. Ankara adı da, taa ata yurdu Asya'dan.. Gazi Mustafa Kemal, vefatından bir yıl evvel kendisini ziyaret eden Yunan Başbakanı General Metaksas'ı kabulü sırasında bu mevzuu açılınca; "Ekselans, Ankara adı nereden bilir misiniz?" diye sorar. Olumsuz cevap alınca Dünya Atlasını getirtir ve Baykal Gölü yakınında "Angarsk" kentini gösterir;
"İşte buradan" der.

***

Ankara o Ankara'dır ama yurt dışında "nereden?" diye sorulduğunda; "Türk, Türkiye.." diyoruz.. Sonra "İstanbul mu?" diye bir soru daha geliyor. Ankara deyince kafayı iki yana sallayanları gördük.
Ankara adı pek çok yerde İstanbul kadar duyulmamış sanki. Ankara'nın Başkent olduğunu söyleyince biraz da utanarak hayret ifade edenler oldu. Yani Başkent olsak da dışarıdaki şöhretimiz İstanbul'un altında.
"Şaşırmıyoruz" diyor bir arkadaşım ve devam ediyor "Ankara ile yalnız Türkiye'yi yönetirsin, İstanbul ise asırlarca dünyayı yönetmiş." Şimdi başı belaya girenin boşuna Türkiye'ye yönelmediğini, bunun eski bir alışkanlık olduğunu düşünün. Vaktiyle Açhe'ye, Rohingya'ya kadar uzanmış devletin iradesi, bugün Ankara'dan da onu bekliyorlar. Bu arada Türk Dünyası Araştırmalarında Kuzey Doğu Anadolu'da MÖ iki ve binli yıllara ait insan, at ve köpeğin yer aldığı mezarlar ortaya çıkarılmış, Orta Asya Türk Kurgan geleneğiymiş bunlar. Demek oluyor ki Anadolu'nun Türk yurdu oluşu bilinenden çok daha eski.

gazete

31 Ağustos 2017 Perşembe

Nice uzun bayramlara!..

Ahmet TEZCAN

Nice uzun bayramlara!..

31.8.2017

Tarih yapmak bizim milletimize has bir haslet desem abartmış mı olurum, sanmam.
Savaşçı bir millet iseniz bu sizin için sıradandır.
Sadece şunu söyleyeyim; bizim tarihimizi Avrupa'nın, Asya'nın tarihinden çıkarın DÜNYA TARİHİ adına geride çok fazla bir şey kalmayacaktır.
Bizim tarihimizin istismarları, ihanetleri ve kahramanlıkları iç içedir.
Anlam ve duygu bakımından da çok zengindir, çok renklidir.
93 yıl sonra bir zafer bayramını daha dün kutladık.
Ayrıntılarını biliyor muyuz? Sanmam, sadece yazılanlardan ibaret bildiklerimiz. =Bir Ankaralıya yekten sorsam Büyük Taarruz'da Ankara Valisi kimdi diye, Mehmet Atıf Tüzün'ün dönemin valisi olduğunu kimse hatırlamayacaktır. Oysa Vali Tüzün, 1922 Şubat'ında Murat Bey'den sonra göreve başlamış ve 1927 Temmuz ayına kadar 6 yıl sürmüş valiliği. Akrabalarından kalan olmuş mudur, bir yerlerde notları var mıdır, mezarı nerededir?! Ne valilik ne belediye internet sitelerinde eski valilere ve de belediye başkanlarına ilişkin tatminkâr bir not yok. Belediyecilik de Ankara'da 1924'te Şehremaneti'nin kuruluşuyla başlamış.
***
Bugün arife, yarın da bayram..
Eskiden büyük ebeveynlerle, müstakil evlerde yaşanırdı bayramlar. Şimdi tatil köylerinde, 'beach'lerde, üryan halde "chaiselongue" yani şezlonglarda uzun sandalyelerde uzun uzun tatillerde..
En büyüğün yaşadığı eve herkes doluşurdu, kocaman ailelerdik, hepimizin bir hikâyesi vardı, dedeninki büyük harpti.. Babanneler onlarca kez dinlemiş olsa da biz, "silahın var mıydı, sen de savaştın mı" diye sordukça sorardık.
Kurbanlık hayvanlar şefkatle -büyüklerden görüldüğü üzere- muamele edilir, sevilip okşanırdı.
Erkenden uyanılır, öğleye kadar yatılmazdı.
Evin hanımları baklava, börek, sarma-dolma türünden bayramlık yiyecekler bir-iki gün önceden hazır ederler, bayram günü tan yeri ağarmadan işe koyulurlardı. Evin erkekleri, torunlar dâhil, sadece bayram namazı için değil, sabah namazından evvel camileri doldururlardı. Sonra topluca kabirler ziyaret edilir, dünden yarına bir bağ kurulur, "Fatihalar" bağışlanırdı. Her şey örfe göre yapılırdı, eller öpülür, çocukların harçlıkları ellerine tutuşturulur, oruçlu olan varsa acele edilir ki, kurban etiyle oruçlarını açsınlar.
***
Yarın da bayram, "Et-kan bayramı" hiç değil, tamamen dini bir ritüel. Abdestler alınacak, namazlar kılınacak, tekbirlerle kurbanlar kesilecek.. Burada bir not: Ama asla eskisi gibi olmayacak. Çoğu kurbanını bile görmeyecek, "alo" diyecek bağışlayacak gidecek. Her şey bir "alo" seslenişinin ucunda olacak bundan böyle.
Çocukluk lezzetlerimiz ki ne zaman, yetişkinlikte aynı lezzet duyulur, işte o zaman her şey arzulanan mükemmelliğe kavuşmuş olur.
Nice sağlıklı bayramlara kavuşmak dileğiyle, Rabbim milletimizi memleketimizi her türlü kötülükten korusun.

gazete

24 Ağustos 2017 Perşembe

Başkent’e sahip çıkmak!

Ahmet TEZCAN

Başkent’e sahip çıkmak!

24.8.2017

Yaşadığımız, ekmeğini yediğimiz kentin kıymetini bilmemiz gerekiyor.
Ankara'yı da sahipsizlikten kurtarmak gerekiyor. Bunu söyleyen AK Parti Ankara Milletvekili değerli dostumuz Nevzat Ceylan.. Başkent için bu sözleri söylüyor.
Sadece söylemiyor, gereğini de yapıyor.
Başkent Ankara Meclisi (BAM), bu amaçla kuruldu.
Nasıl sahiplenebiliriz Ankara'mıza denildi ve bu çatı kuruluş vücut buldu. Kendisi de milletvekili sıfatıyla siyasetin aktif olarak içinde olan Nevzat Ceylan, "Pek çok konuda olduğu gibi neticede siyasi irade bir yere kadar, esas olan sivil irade.." diyor.
Uygulamada da zaten bu açık olarak kendini gösteriyor, Ceylan'a hak vermemek elde değil.

***

Ankara hemşehri dernekleri bakımından çok zengin, hemen her il, hattâ pek çok ilçe adına Başkentte faaliyet yürüten "yardımlaşma- dayanışma" dernek ve vakıfları var.
BAM da bu kuruluş yöneticilerinin güç birliği yaptığı ve müşterek faaliyet yürüttüğü bir kuruluş. Benim de medya mensubu olarak içinde bulunduğum BAM, çatı kuruluş olarak güçlü dernek ve federasyon başkanlarıyla çok aktif bir faaliyet yürütüyor. BAM, bu yapısı gereği bir anlamda bütün sivil toplum kuruluşlarıyla müşterek bir faaliyet yürütüyor.
"Ankara zaten güçlüdür, Başkenttir, bütün faaliyetlerin merkezidir" filan diye düşünmeyin. Gerçekte Başkentte; Kırşehir, Çankırı, Yozgat gibi çevre iller başta olmak üzere bütün bir ülke insanı mevcuttur ama..
Evet, burada bir duralım ve şöyle söyleyelim:
Hemşehri anlamında, nisbi olarak Başkentte Ankaralılığın, çok yoğun yaşandığını maalesef söyleyemiyoruz. Dolayısıyla Ankara'nın meselelerinin nasıl ve niçin geri bırakıldığı ya da geri kaldığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

***

Ankara'nın her konunun Başkenti olduğu sanılmasın. Mesela İtfaiye Meydanı'ndan Samanpazarı'na doğru şehre şöyle bir dalın, ne demek istediğimizi anlayacaksınız. Sadece burası değil, pek çok mahallede yaşam standardının Anadolu'nun en ücra köylerinin bile altında olduğunu göreceksiniz. Tarihine ve kültürüne öyle gerektiği gibi titizlik gösterildiğini söylemek de mümkün değil. Kastettiğimiz sadece belediye ile ilgili konular değildir. Ankara'nın yatırımlarına, bilhassa Ankara'nın kültürüne ve tarihine çok dikkat edilmeli, titizlik gösterilmelidir.
Ankara'da her şey her haliyle gazete sayfalarına ekranlara yansımıyor ama her yerde her fırsatta bunlar konuşuluyor.
Ne o Çukurambar ve çevresinin hali?! Akla iz'ana, insafa sığdırabiliyor musunuz? O da bir başka yazı konumuz olacak.

gazete

17 Ağustos 2017 Perşembe

CHP kaç yaşında?

Ahmet TEZCAN

CHP kaç yaşında?

17.8.2017

Türkiye'yi 14 yıldır yöneten (Kasım ayında 15 olacak) siyasi parti (AK Parti) 16. yaşını kutladı. Bize "Nice yıllar" dileğiyle kutlamak düşer çünkü Türkiye'de siyasi partileri yaşatmak kolay değildir. Koskoca iktidar partisini dahi kapatmaya kalktıklarına hepimiz şahidiz. Baktılar olmuyor, 15 Temmuz'da bütün kurumlarıyla beraber devleti, rejimi tüm sistemi başımıza çökertecek, bizi kanlı bir iç savaşın içine düşüreceklerdi, Allahın yardımıyla kurtulduk. Acaba diyorum, AK Parti'ye diğer siyasi partilerden yaş günü mesajı gönderen olmuş mudur? Elçilik vs. gibi dışarıdan AK Parti'ye bir kutlama gelmiş midir? Bunu da merak etmiyor değilim?

***

İktidar partisi 16 yaşında da, alternatifi olan ana muhalefet (CHP) kaç yaşında peki? Yargıtay sitesinde halen faaliyette görünen 88 siyasi partinin adı ve kuruluş tarihleri tek tek sıralanmış. Bu listeye göre Türkiye'nin en eski siyasi partisi Demokrat Parti (DP) ve kuruluş tarihi 23.06.1983, en yenisi de Osmanlı Partisi (OP) ve geçen sene 31 Ağustos'ta kurulmuş. Bu listede CHP'nin kuruluş tarihi 09.09.1992 görünüyor, o halde ana muhalefetin yaşı iddia edildiği gibi 93 değil, 25 tir. Aslında siyasi partilerin yaşları çok da önemli değildir. Seçmen onların yaşlarına bina ve tabelalarına bakarak oy vermez. Kimlerin yönettiğine, tavır ve davranışlarına, ülke yönetimini devralabilecek olgunlukta ve sorumlulukta olup olmadıklarına bakar. Zaten seçmenlerin ekseriyeti -Ferruh Bozbeyli'nin dediği gibi- oy verirken seçeceğine değil, seçmeyeceklerine bakarak karar verir. Yani benim anladığım; hepsini "ŞER" görür de ehvenini seçer.
İktidarın da muhalefetin de üzerinde durması gereken bir haldir bu.

***

Şimdi en hınzır sorular kafamda arka arkaya sıralanıyor, "metal yorgunluğu" filan deniyor ya.. Peki, iktidar niye yorulur? Makam elinde, yetkisi var, konfor desek benden daha yakın; bu yorgunluk niye? Ben söyleyeyim mi niyedir? Çok kalabalıklar. 365 gün siyaset yapıyorlar, buna ne parti dayanır ne bünye.. "Hantallıktan kurtarmak" adına devleti küçültürken, parti teşkilatını olabildiğince iri tutmak büyük çelişkidir. Hepsinin talepleri var. Kimi milletvekili, kimi başkan kimi parti yöneticisi olmak istiyor. Hiç bir şey istemeyen çocuğuna iş istiyor ve "ben partiliyim" diyor. İç hırpalanma, yıpranma, yorgunluk bundan doğuyor.
"Batı" derken ilim ve fennin yanı sıra biraz da particiliğine bakmak lazım?!

gazete

10 Ağustos 2017 Perşembe

Hac mevsimi başlamışken

Ahmet TEZCAN

Hac mevsimi başlamışken

10.8.2017

İslâm'ın doğduğu Mekke, geliştiği Medine ve cihana yayıldığı Kudüs...
Bu üç belde Müslümanların üç mukaddes mescididir. Her mü'min ömrü içinde bu mübarek toprakları en az bir defa ziyaret etmek ister.
Tüm dünyadan bu dine inanan, iman eden ve hali vakti yerinde olanlar mukaddes topraklara doğru yola çıktılar.
Bir mani olmazsa hacı olup dönecekler.
Hac mevsimi başlamışken bizim de söyleyeceklerimiz var. Bu yazımızda maksadımız İslam'ın şartlarından olan hac farizasını anlatmak değil, bunu anlatanlar var. Şimdi biz, ülkemizde bu farizanın seyahat boyutuna bakacağız.
***
Diyanet İşleri Başkanlığımızın açıklamasına göre bu seneki çıkışlar 31 Temmuz'da başladı ve 26 Ağustos'a kadar sürecek. Dönüş tarihleri de 5 Eylül-30 Eylül olarak açıklandı.
Bu sene 170 acente Diyanet ile sözleşme imzaladı. 80 bin aday bu yıl hacı olma şansını yakaladı. ŞANS diyorum çünkü bizim memleketimizde kutsal topraklara "PİYANGO" gibi hâlâ çekilişle gidiliyor. Oysa hac için başvuranlara, hangi yıl hacca gidebileceklerini, hattâ hangi kafileyle, hangi saatte yola çıkacaklarını söylemek bugün teknolojisiyle mümkün gözükmektedir. Ama böyle bir organizasyonun patronajını elinden bırakmak istemiyor, bundan menfaat umuyorsan böyle davranırsın.
"Ben hacca gitmek istiyorum" diyenin bu duygusunu adeta KARABORSA'ya taşımış olursun.
Bunu neden böyle söylüyorum? Adam, turlarla Amerika'yı, Rusya'yı, Uzak Doğu'yu keyifle gezip tozup gelebilirken; Hac yapmaya gelince mesele düğüm oluyor. Organizasyon sağlıklı olmuyor, parası çok pahalı ve kimin ne zaman gideceği meçhul.. Piyango benzetmesini de bu yüzden yapıyoruz. Hocalar bu işten elini çekip işi profesyonellere bıraksalar nasıl olur acaba? Para kirli(!), hocalarımızın elini de kirletmemiş oluruz?!
Eskiden Kudüs de güzergâha katılır, Mirac'ın manevi hazzı da tattırılırmış. Şimdi neden yapılmıyor? Eskiden iş daha düzenli, disiplinliymiş sanki?! Uzmanlar 16 yüzyılda, 100 bin vatandaşın hem kara hem deniz yoluyla Hicaz'a taşındığını söylüyor.
***
Diyanet İşleri Başkanlığınca, hacı adayları için oda tercihli konaklamalarda, 2 kişilik odada kişi başı 15 bin 500 lira, 3 kişilik odada 14 bin, 4 kişilik odada 12 bin 250 TL.
Peki bu PAHALI sayılabilir miktarlar değil mi? Kim 25-30 bin lirayı böyle kolayca ayırabilir güçtedir. Bizim insanımızın durumu da belli. "Hac herkese farz değil" diyerek de işin içinden çıkabilirsiniz ama vebalinden kurtulamazsınız.
Hele "bu işin başındayım" diyerek akraba-i taallukatını bi bedel veya ucuz yoldan Hicaz'a taşıyan varsa durum daha da vahim, benden söylemesi.

gazete

3 Ağustos 2017 Perşembe

İlgilisine birkaç not

Ahmet TEZCAN

İlgilisine birkaç not

3.8.2017
Bugünkü yazıma iki not ile başlamak istiyorum, biri Milli Eğitim'den… Birçoğumuzun hiç de duymadığı -ki itiraf edeyim ben de bilmiyordum, bilvesile, bir vesile öğrendim. "Fulbright" adıyla Amerikalılarla yaptığımız bir programdan, bir anlaşmadan söz etmiştim bir yazımda. 1949'da TEK PARTİ DÖNEMİ'nin son hükümeti tarafından imzalanan bu anlaşmayla "Milli Eğitimimiz Amerikalılara adeta teslim edilmiş" desek yeridir.
Çünkü çocuklarımızın öğreneceği derslerin muhtevası ve programı 3'ü Amerikan 3'ü Türk, ABD'nin Ankara Büyükelçisinin de fahri başkanı olduğu bir komisyonca belirleniyordu ve bu andlaşmanın bir sonucuydu.
Bir yönüyle de en fiyakalı "Amerikan Bursu" imiş Fulbright ve adını icatçısı olan Amerikalı senatörün soyadından alıyormuş.
En iyisini bu burstan yararlananlar bilir, en babacanına sormak lazım?!
***
Neyse, Milli Eğitim Bakan Yardımcısı dostum Orhan Erdem vuzuha kavuşturdu ve bizi rahatlattı.
Meşhur ve meş'um bir KIRMIZI KİTAP vardı; "Türklerin devleti nasıl yönetmeleri gerektiği ve uygulanacak siyaseti" dikte eden. Milli Eğitim'in de buna paralel bir BEYAZ KİTABI varmış, bu memlekette eğitimin nasıl olması lazım geldiğini va'zediyormuş! O da Kırmızı Kitap'la beraber uygulamadan kaldırılmış çok şükür. Senatörün bursu devam ediyor mu bilmiyorum?!
Öteki notum da "Minyatür Tabut" başlıklı yazım ile ilgili. Bana hediye edilen ve benim için kendisi küçük mesajı büyük, el kadar bir tabutum vardı, bir türlü bulamıyordum, Bayan Tezcan ortadan kaldırdı muhtemelen. Ressam Derya Saatçioğlu aradı, kendisinde de böyle bir biblo varmış, bana armağan etmek istiyor sağolsun, kabul ettim.
***
Prof. Mehmet Görmez'e Ve çok verimli bir yaşta, herkesten helallik dileyerek kendisini emekli eden Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'e de benim bir notum var.
Not aslında Kocatepe Camii'nin sabah namazı cemaatinden. Sizi çok sevmişler.
'Adı güzeldi, kendi güzeldi, hele o yanık sesiyle Kur'an kıraati doyulmazdı' diyorlar.
Helallik dilediniz, onlar da "helal olsun" diyorlar ama küçük bir de sitemleri var. "Her gün minareye çıkar gibi soluklanmadan camiye ulaşamıyoruz, şu camiye (Kocatepe'ye) yürüyen merdiven yaptırsaydı iyi olurdu" diyorlar.
Bir de vakit beklerken çay içip sohbet edecek yer istiyorlar. Cami ve çevresinin yeterince aydınlık-temiz olmadığı ve ses düzeni de cemaatin sohbet mevzularından benden söylemesi..

gazete

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Sağlıksız haberler

Ahmet TEZCAN

Sağlıksız haberler

29.7.2017

Sağlık haberleri toplum için çok önemlidir, her gün yığınla haber yayınlanır medya organlarında. Bunun için basın yayın organlarının bilhassa bu sektörü izleyen özel sağlık muhabirleri tahsis edilmiştir.
Bir çeşit sağlık haberi var ki "SAĞLIKSIZ HABER" demeyi ben daha uygun buluyorum.
"Doktora yumruklu saldırı", "Hasta yakınlarından ölüm tehdidi", "Doktora silahlı saldırı" veya "Hatalı ameliyatlar" bunların başında geliyor. Bir yeni tedavi şekli, bir buluş filan değil, düpedüz sağlıksız sağlık haberleri bunlar. Dün yine ekranlarda ve gazetelerin 1. sayfasındaydı böyle bir haber. Yüksek İhtisas Hastanesinde ve yine doktora saldırı haberiydi. Canını kurtarmak için doktor kendini ameliyathaneye kilitlemiş. Şiddetle kınıyor ve asla tasvip etmiyorum..

***

Doktorluk veya hekimlik bizde bir başkadır, belki de meselenin sırrı buradadır.
Şiirlerimize, şarkılarımıza konu olmuş nice doktor hasta hikâyelerimiz vardır. Rahmetli Karakoç; "Doktor benim derdim bambaşka bir dert/Ağrıyan yerimi sorma boşuna/ Yazdığın reçeteye değer mi zahmet/Kağıtla kalemi yorma boşuna.." derken belki bir gönül macerasıydı dile getirilmek istenen..
Yine Karakoç'un "Ne ilaç var ne de sargı/ yaradan utanan benim" mısralarındaki sefalet ve çaresizliği de Türkiye çok çok aşmıştır.
Her ilimizde devasa şehir hastaneleri bir bir hizmete sokuluyor ve Avrupalardan bile hasta kabul eden nice uzmanlarımız var. Yüksek İhtisas da bunlardan biri..
Doktor, eleman, alet-edevat sıkıntımız yok, ilaç sıkıntımız yok, para sıkıntımız hiç yok ya da aşılabilir düzeyde.

***

Velhasıl çocuklarımızın bile olmak istediği ilk meslektir doktorluk ama doktor veya hasta olunca işler değişmektedir.
Evet, hasta ve yakınları olarak istenilen kalitede davranış gösteremeyebiliriz belki, "cahil" de olabiliriz.. Evet, hayati derecede kazalarla sonuçlanan bir yığın ihmalimiz vardır. Ama neticede hasta olan hastası olan biziz, moralimiz de bozuk.. Çünkü çok sevdiğimiz saydığımız birinin hayatıdır belki söz konusu olan.. Ama ne olur meseleye bir de karşı taraftan bakın! Yüksek İhtisas'ta 150 doktor olayı protesto etmiş, vallahi biz hastanedeki bir haksız muameleyi "özel pankartlarla" protesto için üç hasta yakını bulamayız. Lütfen siz de kendinize bir bakıverin ne olur?! Nedir eksik olan hep beraber bulalım. Yoksa Tıp Fakültelerinde Anatomi, Fizyoloji gibi temel tebabet derslerinden önce "insanlık" mı okutalım?!

gazete