7 Eylül 2017 Perşembe

Ankara adı nereden?

Ahmet TEZCAN

Ankara adı nereden?

7.9.2017

Kedisi, keçisiyle ünlü bir şehirde yaşıyoruz.
Kangallarımız, ak ve karabaş diye adlandırdığımız köpeklerimiz, hepsi Anadolu markalı birer değerdir ve hepsi ünlüdür. Ankara kedisini mesela "Angora"dan alıp Hititler'e kadar götürenler var. Uzmanları daha iyi bilecektir ama biz bu güzel, sevimli, hoş hayvanları taa ata yurdundan getirdiğimizi biliyoruz.
3200 yıllık tarihinden söz ediliyor ve pek çok uygarlıklar gördü Ankara'mız.
O uygarlıklardan kalanlar da "insanlık mirası" olarak bizim zenginliğimizdir neticede ama.. Burada bir parantez açıp söylemek lazım:

***

Türkler, 1071 Haziranında gelip Kasım'a kadar evlerini tamamlayıp Ankara'da iskân olmuş değillerdir. Yüzlerce yıl sürmüştür, bölük bölük, akın akın kedileriyle, keçileriyle gelmiş, can verip kanını dökerek Anadolu'yu yurt tutmuşlardır.
Bakmayın siz şimdi -dış tesirle- birbirimizle uğraştığımıza, hepimiz oralardan geldik.
Türkülerimize, bozlaklarımıza bakın, hepsi bizim ortak hikâyemizdir. Ankara adı da, taa ata yurdu Asya'dan.. Gazi Mustafa Kemal, vefatından bir yıl evvel kendisini ziyaret eden Yunan Başbakanı General Metaksas'ı kabulü sırasında bu mevzuu açılınca; "Ekselans, Ankara adı nereden bilir misiniz?" diye sorar. Olumsuz cevap alınca Dünya Atlasını getirtir ve Baykal Gölü yakınında "Angarsk" kentini gösterir;
"İşte buradan" der.

***

Ankara o Ankara'dır ama yurt dışında "nereden?" diye sorulduğunda; "Türk, Türkiye.." diyoruz.. Sonra "İstanbul mu?" diye bir soru daha geliyor. Ankara deyince kafayı iki yana sallayanları gördük.
Ankara adı pek çok yerde İstanbul kadar duyulmamış sanki. Ankara'nın Başkent olduğunu söyleyince biraz da utanarak hayret ifade edenler oldu. Yani Başkent olsak da dışarıdaki şöhretimiz İstanbul'un altında.
"Şaşırmıyoruz" diyor bir arkadaşım ve devam ediyor "Ankara ile yalnız Türkiye'yi yönetirsin, İstanbul ise asırlarca dünyayı yönetmiş." Şimdi başı belaya girenin boşuna Türkiye'ye yönelmediğini, bunun eski bir alışkanlık olduğunu düşünün. Vaktiyle Açhe'ye, Rohingya'ya kadar uzanmış devletin iradesi, bugün Ankara'dan da onu bekliyorlar. Bu arada Türk Dünyası Araştırmalarında Kuzey Doğu Anadolu'da MÖ iki ve binli yıllara ait insan, at ve köpeğin yer aldığı mezarlar ortaya çıkarılmış, Orta Asya Türk Kurgan geleneğiymiş bunlar. Demek oluyor ki Anadolu'nun Türk yurdu oluşu bilinenden çok daha eski.

gazete

31 Ağustos 2017 Perşembe

Nice uzun bayramlara!..

Ahmet TEZCAN

Nice uzun bayramlara!..

31.8.2017

Tarih yapmak bizim milletimize has bir haslet desem abartmış mı olurum, sanmam.
Savaşçı bir millet iseniz bu sizin için sıradandır.
Sadece şunu söyleyeyim; bizim tarihimizi Avrupa'nın, Asya'nın tarihinden çıkarın DÜNYA TARİHİ adına geride çok fazla bir şey kalmayacaktır.
Bizim tarihimizin istismarları, ihanetleri ve kahramanlıkları iç içedir.
Anlam ve duygu bakımından da çok zengindir, çok renklidir.
93 yıl sonra bir zafer bayramını daha dün kutladık.
Ayrıntılarını biliyor muyuz? Sanmam, sadece yazılanlardan ibaret bildiklerimiz. =Bir Ankaralıya yekten sorsam Büyük Taarruz'da Ankara Valisi kimdi diye, Mehmet Atıf Tüzün'ün dönemin valisi olduğunu kimse hatırlamayacaktır. Oysa Vali Tüzün, 1922 Şubat'ında Murat Bey'den sonra göreve başlamış ve 1927 Temmuz ayına kadar 6 yıl sürmüş valiliği. Akrabalarından kalan olmuş mudur, bir yerlerde notları var mıdır, mezarı nerededir?! Ne valilik ne belediye internet sitelerinde eski valilere ve de belediye başkanlarına ilişkin tatminkâr bir not yok. Belediyecilik de Ankara'da 1924'te Şehremaneti'nin kuruluşuyla başlamış.
***
Bugün arife, yarın da bayram..
Eskiden büyük ebeveynlerle, müstakil evlerde yaşanırdı bayramlar. Şimdi tatil köylerinde, 'beach'lerde, üryan halde "chaiselongue" yani şezlonglarda uzun sandalyelerde uzun uzun tatillerde..
En büyüğün yaşadığı eve herkes doluşurdu, kocaman ailelerdik, hepimizin bir hikâyesi vardı, dedeninki büyük harpti.. Babanneler onlarca kez dinlemiş olsa da biz, "silahın var mıydı, sen de savaştın mı" diye sordukça sorardık.
Kurbanlık hayvanlar şefkatle -büyüklerden görüldüğü üzere- muamele edilir, sevilip okşanırdı.
Erkenden uyanılır, öğleye kadar yatılmazdı.
Evin hanımları baklava, börek, sarma-dolma türünden bayramlık yiyecekler bir-iki gün önceden hazır ederler, bayram günü tan yeri ağarmadan işe koyulurlardı. Evin erkekleri, torunlar dâhil, sadece bayram namazı için değil, sabah namazından evvel camileri doldururlardı. Sonra topluca kabirler ziyaret edilir, dünden yarına bir bağ kurulur, "Fatihalar" bağışlanırdı. Her şey örfe göre yapılırdı, eller öpülür, çocukların harçlıkları ellerine tutuşturulur, oruçlu olan varsa acele edilir ki, kurban etiyle oruçlarını açsınlar.
***
Yarın da bayram, "Et-kan bayramı" hiç değil, tamamen dini bir ritüel. Abdestler alınacak, namazlar kılınacak, tekbirlerle kurbanlar kesilecek.. Burada bir not: Ama asla eskisi gibi olmayacak. Çoğu kurbanını bile görmeyecek, "alo" diyecek bağışlayacak gidecek. Her şey bir "alo" seslenişinin ucunda olacak bundan böyle.
Çocukluk lezzetlerimiz ki ne zaman, yetişkinlikte aynı lezzet duyulur, işte o zaman her şey arzulanan mükemmelliğe kavuşmuş olur.
Nice sağlıklı bayramlara kavuşmak dileğiyle, Rabbim milletimizi memleketimizi her türlü kötülükten korusun.

gazete

24 Ağustos 2017 Perşembe

Başkent’e sahip çıkmak!

Ahmet TEZCAN

Başkent’e sahip çıkmak!

24.8.2017

Yaşadığımız, ekmeğini yediğimiz kentin kıymetini bilmemiz gerekiyor.
Ankara'yı da sahipsizlikten kurtarmak gerekiyor. Bunu söyleyen AK Parti Ankara Milletvekili değerli dostumuz Nevzat Ceylan.. Başkent için bu sözleri söylüyor.
Sadece söylemiyor, gereğini de yapıyor.
Başkent Ankara Meclisi (BAM), bu amaçla kuruldu.
Nasıl sahiplenebiliriz Ankara'mıza denildi ve bu çatı kuruluş vücut buldu. Kendisi de milletvekili sıfatıyla siyasetin aktif olarak içinde olan Nevzat Ceylan, "Pek çok konuda olduğu gibi neticede siyasi irade bir yere kadar, esas olan sivil irade.." diyor.
Uygulamada da zaten bu açık olarak kendini gösteriyor, Ceylan'a hak vermemek elde değil.

***

Ankara hemşehri dernekleri bakımından çok zengin, hemen her il, hattâ pek çok ilçe adına Başkentte faaliyet yürüten "yardımlaşma- dayanışma" dernek ve vakıfları var.
BAM da bu kuruluş yöneticilerinin güç birliği yaptığı ve müşterek faaliyet yürüttüğü bir kuruluş. Benim de medya mensubu olarak içinde bulunduğum BAM, çatı kuruluş olarak güçlü dernek ve federasyon başkanlarıyla çok aktif bir faaliyet yürütüyor. BAM, bu yapısı gereği bir anlamda bütün sivil toplum kuruluşlarıyla müşterek bir faaliyet yürütüyor.
"Ankara zaten güçlüdür, Başkenttir, bütün faaliyetlerin merkezidir" filan diye düşünmeyin. Gerçekte Başkentte; Kırşehir, Çankırı, Yozgat gibi çevre iller başta olmak üzere bütün bir ülke insanı mevcuttur ama..
Evet, burada bir duralım ve şöyle söyleyelim:
Hemşehri anlamında, nisbi olarak Başkentte Ankaralılığın, çok yoğun yaşandığını maalesef söyleyemiyoruz. Dolayısıyla Ankara'nın meselelerinin nasıl ve niçin geri bırakıldığı ya da geri kaldığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

***

Ankara'nın her konunun Başkenti olduğu sanılmasın. Mesela İtfaiye Meydanı'ndan Samanpazarı'na doğru şehre şöyle bir dalın, ne demek istediğimizi anlayacaksınız. Sadece burası değil, pek çok mahallede yaşam standardının Anadolu'nun en ücra köylerinin bile altında olduğunu göreceksiniz. Tarihine ve kültürüne öyle gerektiği gibi titizlik gösterildiğini söylemek de mümkün değil. Kastettiğimiz sadece belediye ile ilgili konular değildir. Ankara'nın yatırımlarına, bilhassa Ankara'nın kültürüne ve tarihine çok dikkat edilmeli, titizlik gösterilmelidir.
Ankara'da her şey her haliyle gazete sayfalarına ekranlara yansımıyor ama her yerde her fırsatta bunlar konuşuluyor.
Ne o Çukurambar ve çevresinin hali?! Akla iz'ana, insafa sığdırabiliyor musunuz? O da bir başka yazı konumuz olacak.

gazete

17 Ağustos 2017 Perşembe

CHP kaç yaşında?

Ahmet TEZCAN

CHP kaç yaşında?

17.8.2017

Türkiye'yi 14 yıldır yöneten (Kasım ayında 15 olacak) siyasi parti (AK Parti) 16. yaşını kutladı. Bize "Nice yıllar" dileğiyle kutlamak düşer çünkü Türkiye'de siyasi partileri yaşatmak kolay değildir. Koskoca iktidar partisini dahi kapatmaya kalktıklarına hepimiz şahidiz. Baktılar olmuyor, 15 Temmuz'da bütün kurumlarıyla beraber devleti, rejimi tüm sistemi başımıza çökertecek, bizi kanlı bir iç savaşın içine düşüreceklerdi, Allahın yardımıyla kurtulduk. Acaba diyorum, AK Parti'ye diğer siyasi partilerden yaş günü mesajı gönderen olmuş mudur? Elçilik vs. gibi dışarıdan AK Parti'ye bir kutlama gelmiş midir? Bunu da merak etmiyor değilim?

***

İktidar partisi 16 yaşında da, alternatifi olan ana muhalefet (CHP) kaç yaşında peki? Yargıtay sitesinde halen faaliyette görünen 88 siyasi partinin adı ve kuruluş tarihleri tek tek sıralanmış. Bu listeye göre Türkiye'nin en eski siyasi partisi Demokrat Parti (DP) ve kuruluş tarihi 23.06.1983, en yenisi de Osmanlı Partisi (OP) ve geçen sene 31 Ağustos'ta kurulmuş. Bu listede CHP'nin kuruluş tarihi 09.09.1992 görünüyor, o halde ana muhalefetin yaşı iddia edildiği gibi 93 değil, 25 tir. Aslında siyasi partilerin yaşları çok da önemli değildir. Seçmen onların yaşlarına bina ve tabelalarına bakarak oy vermez. Kimlerin yönettiğine, tavır ve davranışlarına, ülke yönetimini devralabilecek olgunlukta ve sorumlulukta olup olmadıklarına bakar. Zaten seçmenlerin ekseriyeti -Ferruh Bozbeyli'nin dediği gibi- oy verirken seçeceğine değil, seçmeyeceklerine bakarak karar verir. Yani benim anladığım; hepsini "ŞER" görür de ehvenini seçer.
İktidarın da muhalefetin de üzerinde durması gereken bir haldir bu.

***

Şimdi en hınzır sorular kafamda arka arkaya sıralanıyor, "metal yorgunluğu" filan deniyor ya.. Peki, iktidar niye yorulur? Makam elinde, yetkisi var, konfor desek benden daha yakın; bu yorgunluk niye? Ben söyleyeyim mi niyedir? Çok kalabalıklar. 365 gün siyaset yapıyorlar, buna ne parti dayanır ne bünye.. "Hantallıktan kurtarmak" adına devleti küçültürken, parti teşkilatını olabildiğince iri tutmak büyük çelişkidir. Hepsinin talepleri var. Kimi milletvekili, kimi başkan kimi parti yöneticisi olmak istiyor. Hiç bir şey istemeyen çocuğuna iş istiyor ve "ben partiliyim" diyor. İç hırpalanma, yıpranma, yorgunluk bundan doğuyor.
"Batı" derken ilim ve fennin yanı sıra biraz da particiliğine bakmak lazım?!

gazete

10 Ağustos 2017 Perşembe

Hac mevsimi başlamışken

Ahmet TEZCAN

Hac mevsimi başlamışken

10.8.2017

İslâm'ın doğduğu Mekke, geliştiği Medine ve cihana yayıldığı Kudüs...
Bu üç belde Müslümanların üç mukaddes mescididir. Her mü'min ömrü içinde bu mübarek toprakları en az bir defa ziyaret etmek ister.
Tüm dünyadan bu dine inanan, iman eden ve hali vakti yerinde olanlar mukaddes topraklara doğru yola çıktılar.
Bir mani olmazsa hacı olup dönecekler.
Hac mevsimi başlamışken bizim de söyleyeceklerimiz var. Bu yazımızda maksadımız İslam'ın şartlarından olan hac farizasını anlatmak değil, bunu anlatanlar var. Şimdi biz, ülkemizde bu farizanın seyahat boyutuna bakacağız.
***
Diyanet İşleri Başkanlığımızın açıklamasına göre bu seneki çıkışlar 31 Temmuz'da başladı ve 26 Ağustos'a kadar sürecek. Dönüş tarihleri de 5 Eylül-30 Eylül olarak açıklandı.
Bu sene 170 acente Diyanet ile sözleşme imzaladı. 80 bin aday bu yıl hacı olma şansını yakaladı. ŞANS diyorum çünkü bizim memleketimizde kutsal topraklara "PİYANGO" gibi hâlâ çekilişle gidiliyor. Oysa hac için başvuranlara, hangi yıl hacca gidebileceklerini, hattâ hangi kafileyle, hangi saatte yola çıkacaklarını söylemek bugün teknolojisiyle mümkün gözükmektedir. Ama böyle bir organizasyonun patronajını elinden bırakmak istemiyor, bundan menfaat umuyorsan böyle davranırsın.
"Ben hacca gitmek istiyorum" diyenin bu duygusunu adeta KARABORSA'ya taşımış olursun.
Bunu neden böyle söylüyorum? Adam, turlarla Amerika'yı, Rusya'yı, Uzak Doğu'yu keyifle gezip tozup gelebilirken; Hac yapmaya gelince mesele düğüm oluyor. Organizasyon sağlıklı olmuyor, parası çok pahalı ve kimin ne zaman gideceği meçhul.. Piyango benzetmesini de bu yüzden yapıyoruz. Hocalar bu işten elini çekip işi profesyonellere bıraksalar nasıl olur acaba? Para kirli(!), hocalarımızın elini de kirletmemiş oluruz?!
Eskiden Kudüs de güzergâha katılır, Mirac'ın manevi hazzı da tattırılırmış. Şimdi neden yapılmıyor? Eskiden iş daha düzenli, disiplinliymiş sanki?! Uzmanlar 16 yüzyılda, 100 bin vatandaşın hem kara hem deniz yoluyla Hicaz'a taşındığını söylüyor.
***
Diyanet İşleri Başkanlığınca, hacı adayları için oda tercihli konaklamalarda, 2 kişilik odada kişi başı 15 bin 500 lira, 3 kişilik odada 14 bin, 4 kişilik odada 12 bin 250 TL.
Peki bu PAHALI sayılabilir miktarlar değil mi? Kim 25-30 bin lirayı böyle kolayca ayırabilir güçtedir. Bizim insanımızın durumu da belli. "Hac herkese farz değil" diyerek de işin içinden çıkabilirsiniz ama vebalinden kurtulamazsınız.
Hele "bu işin başındayım" diyerek akraba-i taallukatını bi bedel veya ucuz yoldan Hicaz'a taşıyan varsa durum daha da vahim, benden söylemesi.

gazete

3 Ağustos 2017 Perşembe

İlgilisine birkaç not

Ahmet TEZCAN

İlgilisine birkaç not

3.8.2017
Bugünkü yazıma iki not ile başlamak istiyorum, biri Milli Eğitim'den… Birçoğumuzun hiç de duymadığı -ki itiraf edeyim ben de bilmiyordum, bilvesile, bir vesile öğrendim. "Fulbright" adıyla Amerikalılarla yaptığımız bir programdan, bir anlaşmadan söz etmiştim bir yazımda. 1949'da TEK PARTİ DÖNEMİ'nin son hükümeti tarafından imzalanan bu anlaşmayla "Milli Eğitimimiz Amerikalılara adeta teslim edilmiş" desek yeridir.
Çünkü çocuklarımızın öğreneceği derslerin muhtevası ve programı 3'ü Amerikan 3'ü Türk, ABD'nin Ankara Büyükelçisinin de fahri başkanı olduğu bir komisyonca belirleniyordu ve bu andlaşmanın bir sonucuydu.
Bir yönüyle de en fiyakalı "Amerikan Bursu" imiş Fulbright ve adını icatçısı olan Amerikalı senatörün soyadından alıyormuş.
En iyisini bu burstan yararlananlar bilir, en babacanına sormak lazım?!
***
Neyse, Milli Eğitim Bakan Yardımcısı dostum Orhan Erdem vuzuha kavuşturdu ve bizi rahatlattı.
Meşhur ve meş'um bir KIRMIZI KİTAP vardı; "Türklerin devleti nasıl yönetmeleri gerektiği ve uygulanacak siyaseti" dikte eden. Milli Eğitim'in de buna paralel bir BEYAZ KİTABI varmış, bu memlekette eğitimin nasıl olması lazım geldiğini va'zediyormuş! O da Kırmızı Kitap'la beraber uygulamadan kaldırılmış çok şükür. Senatörün bursu devam ediyor mu bilmiyorum?!
Öteki notum da "Minyatür Tabut" başlıklı yazım ile ilgili. Bana hediye edilen ve benim için kendisi küçük mesajı büyük, el kadar bir tabutum vardı, bir türlü bulamıyordum, Bayan Tezcan ortadan kaldırdı muhtemelen. Ressam Derya Saatçioğlu aradı, kendisinde de böyle bir biblo varmış, bana armağan etmek istiyor sağolsun, kabul ettim.
***
Prof. Mehmet Görmez'e Ve çok verimli bir yaşta, herkesten helallik dileyerek kendisini emekli eden Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'e de benim bir notum var.
Not aslında Kocatepe Camii'nin sabah namazı cemaatinden. Sizi çok sevmişler.
'Adı güzeldi, kendi güzeldi, hele o yanık sesiyle Kur'an kıraati doyulmazdı' diyorlar.
Helallik dilediniz, onlar da "helal olsun" diyorlar ama küçük bir de sitemleri var. "Her gün minareye çıkar gibi soluklanmadan camiye ulaşamıyoruz, şu camiye (Kocatepe'ye) yürüyen merdiven yaptırsaydı iyi olurdu" diyorlar.
Bir de vakit beklerken çay içip sohbet edecek yer istiyorlar. Cami ve çevresinin yeterince aydınlık-temiz olmadığı ve ses düzeni de cemaatin sohbet mevzularından benden söylemesi..

gazete

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Sağlıksız haberler

Ahmet TEZCAN

Sağlıksız haberler

29.7.2017

Sağlık haberleri toplum için çok önemlidir, her gün yığınla haber yayınlanır medya organlarında. Bunun için basın yayın organlarının bilhassa bu sektörü izleyen özel sağlık muhabirleri tahsis edilmiştir.
Bir çeşit sağlık haberi var ki "SAĞLIKSIZ HABER" demeyi ben daha uygun buluyorum.
"Doktora yumruklu saldırı", "Hasta yakınlarından ölüm tehdidi", "Doktora silahlı saldırı" veya "Hatalı ameliyatlar" bunların başında geliyor. Bir yeni tedavi şekli, bir buluş filan değil, düpedüz sağlıksız sağlık haberleri bunlar. Dün yine ekranlarda ve gazetelerin 1. sayfasındaydı böyle bir haber. Yüksek İhtisas Hastanesinde ve yine doktora saldırı haberiydi. Canını kurtarmak için doktor kendini ameliyathaneye kilitlemiş. Şiddetle kınıyor ve asla tasvip etmiyorum..

***

Doktorluk veya hekimlik bizde bir başkadır, belki de meselenin sırrı buradadır.
Şiirlerimize, şarkılarımıza konu olmuş nice doktor hasta hikâyelerimiz vardır. Rahmetli Karakoç; "Doktor benim derdim bambaşka bir dert/Ağrıyan yerimi sorma boşuna/ Yazdığın reçeteye değer mi zahmet/Kağıtla kalemi yorma boşuna.." derken belki bir gönül macerasıydı dile getirilmek istenen..
Yine Karakoç'un "Ne ilaç var ne de sargı/ yaradan utanan benim" mısralarındaki sefalet ve çaresizliği de Türkiye çok çok aşmıştır.
Her ilimizde devasa şehir hastaneleri bir bir hizmete sokuluyor ve Avrupalardan bile hasta kabul eden nice uzmanlarımız var. Yüksek İhtisas da bunlardan biri..
Doktor, eleman, alet-edevat sıkıntımız yok, ilaç sıkıntımız yok, para sıkıntımız hiç yok ya da aşılabilir düzeyde.

***

Velhasıl çocuklarımızın bile olmak istediği ilk meslektir doktorluk ama doktor veya hasta olunca işler değişmektedir.
Evet, hasta ve yakınları olarak istenilen kalitede davranış gösteremeyebiliriz belki, "cahil" de olabiliriz.. Evet, hayati derecede kazalarla sonuçlanan bir yığın ihmalimiz vardır. Ama neticede hasta olan hastası olan biziz, moralimiz de bozuk.. Çünkü çok sevdiğimiz saydığımız birinin hayatıdır belki söz konusu olan.. Ama ne olur meseleye bir de karşı taraftan bakın! Yüksek İhtisas'ta 150 doktor olayı protesto etmiş, vallahi biz hastanedeki bir haksız muameleyi "özel pankartlarla" protesto için üç hasta yakını bulamayız. Lütfen siz de kendinize bir bakıverin ne olur?! Nedir eksik olan hep beraber bulalım. Yoksa Tıp Fakültelerinde Anatomi, Fizyoloji gibi temel tebabet derslerinden önce "insanlık" mı okutalım?!

gazete

20 Temmuz 2017 Perşembe

Yeni müfredat ve Fulbright..

Ahmet TEZCAN

Yeni müfredat ve Fulbright..

20.7.2017
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz 2017-2018 eğitim dönemi için yeni müfredatı açıkladı. Yeni müfredatın saha çalışmalarıyla, 100 bine yakın öğretmen ve velinin katılımıyla hazırlandığı söylendi. Müfredat Arapça kökenli bir kelime, "ferd" kelimesinden hatırlarız, "bütünü oluşturan ferdler" anlamına geliyor. Yeni müfredatın ayrıntılarına ulaşılabilir ancak bakanın şu cümlesi çok önemli:
"Gelecek nesillerin daha donanımlı olabilmesi için müfredatın yenilenmesi ihtiyacı doğurmuştur."
15 Temmuz Demokrasi Zaferi ve Millî Birlik Günü de öğretim programlarında yer alıyormuş.
***
Şunu mutlaka söylemeliyim; müfredata el atmada çok geciktik. Müfredat çalışmalarının tarih içindeki seyri ve rol alanları mutlaka bir kitapçık halinde hazırlanmalı ve milletimiz bu konuda aydınlatılmalıdır.
***
Balta Limanı Anlaşmasının Osmanlı'yı çökerten anlaşmalardan olduğu söylenir.
Aynısı ve bin beteri olarak 1995'deki Gümrük Birliği Anlaşması için söylenir.
Ülkemizin bu anlaşmayla ekonomik olarak darboğaza sürüklendiği, üretimin tümüyle ortadan kalktığı ve tüketimin dayatıldığı anlatılır.

ABD ile 27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan bir anlaşma vardır;
"Fulbright" anlaşmasi..
***
Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden Fulbright anlaşması da tek parti döneminin son hükümeti tarafından alelacele imzalanmıştır sanki. Cumhurreisi İnönü'dür, Başbakanı Şemsettin Günaltay, (sözde) Milli Eğitim Bakanı da Banguoğlu..
Bir sonraki hükümetle Menderes artık yönetimi devralmıştır.
***
Anlaşmanın 5. Maddesiyle 4'ü ABD'li 4'ü TC vatandaşı olmak üzere 8 üyeden oluşan Komisyon'un fahri başkanı da ABD Büyükelçisi oluyor. Hâlâ çalışmalarını sürdürüyorsa personel politikaları, ders programları ve pek çok konuda stratejik kararlar öneren, "Milli Eğitimi Geliştirme" adlı bir başka komisyon daha vardır. 1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı. Şimdilik "anlaşma" hakkında bunları söylesek yeterlidir.

gazete

14 Temmuz 2017 Cuma

15 Temmuz yüreğin galibiyeti..

Ahmet TEZCAN

15 Temmuz yüreğin galibiyeti..

14.7.2017

Toplumların huzur ve sükûn hali ki biz ona tek kelimeyle BARIŞ diyoruz, çok önemlidir. Bir coğrafyada barış içinde yaşıyorsanız her türlü üretime en uygun haldesiniz demektir. Sanatı, estetiği üretme keyfiyetiniz vardır; güzelliği, zarafeti yaşarsınız. Bir yüksek algı ve anlayış kazanırsınız.. Bu anlayış şehirlerinizden mobilyanıza kadar her şeyinize yansır ve yaşam kaliteniz de buna paralel olarak yükselir.
Mezarlarınızda bile görülür bu durum. Bir eski mezarlara, mezar taşlarına bakın bir de bugün; mermer plakalardan ibaret mezarlıklara..
İçinde yatanın değil, bizim anlayışımızın, inanışımızın, bakış kalitemizin göstergesidir. Çoğu mezar taşlarının üzerinde "Hüvelbaki" ya da " El Fatiha" bile yazmıyor.

***

Bakar mısınız, şu son iki asır şu coğrafyada neler yaşadık? Hep savrulduk, savaşlardan, darbelerden, çalkantılardan, isyanlardan, kalkışmalardan başımızı alamadık. Ne sanatı, ne estetiği; doğru dürüst düşünemedik bile.. Yaşadıklarımızı, bakış-görüş-düşüncemizi sanata, estetiğe, konfora dönüştüremedik. Medeniyet adına bir çıkış yapamadık toplum olarak. Yeni bir medeniyet inşası ancak toplum huzur ve sükûn halindeyse mümkün olabilir. Üretme kapasiteniz, bakış kaliteniz artar o zaman.

***

Biz ancak karnımızı doyurduk, güvenli bir ortam aradık işimizi yapmak, çoluk çocuğumuzu yetiştirmek için.. Yani yaşamak için mücadele verdik bir bakıma. Çocuğumuza şöyle yön verelim, evimizin şurası şöyle olsun, bahçemize şu ağacı dikelim değil.. Bir işimiz, bir çorba aşımız, başımızı sokacak güven içinde bir mekândı tek düşüncemiz. Bu şehirde de böyle, köyde de..

***

Bunu biz mi böyle istedik, hayır?! Biz her anlamda potansiyeli çok yüksek bir toplumuz. Birilerini korkutuyoruz, korkuluyoruz belki?! Ya da çok önemli bir yerde oturuyoruz, birilerinin bizim bu oturduğumuz coğrafyada çok yüksek menfaatleri var ki öyledir. Ve bizi rahat bırakmıyorlar. Bizimle hesapları var, içimizde de kendi hesaplarına çalışan işbirlikçileri..

***

Savaş simetriktir; tankınızla topunuzla savaşırsınız. Yener ya da yenilirsiniz. Darbeler öyle mi? İşte 15 Temmuz.. Hiç beklemediğiniz bir anda tanklar, toplar, sokakta eli silahlı adamlar ve siz öylece yakalanırsınız, "memleket evladı" sandığınız kendi uçaklarınızdan atılan bombalara, açılan ateşlere karşı yüreğinizle karşı koyarsınız. 15 Temmuz, kalleşliğe karşı yüreğin galibiyetidir. Üzerinde çok düşünüp iyi değerlendirmek gerekir.

gazete

6 Temmuz 2017 Perşembe

Sivil toplum deyince

Ahmet TEZCAN

Sivil toplum deyince

6.7.2017

STK diyoruz kısaca, yani SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI.. Meslek kuruluşları, sendikalar, vakıflar, dernekler ve benzerleri bu kapsama giriyor.
STK'lar önceliği ve özelliği itibariyle bütün insanların ortak gayelerinden yola çıkarlar.
Gerçek sivil toplum örgütü en başta toplum yararına çalışacak. Demokrasinin gelişmesine katkısı olacak. Kâr amacı gütmeyecek. En önemlisi devletten ayrı hareket edebilecek. İnsanların ortak amaç ve hedeflerine bakıldığında ise; siyasi idareyi ve yönetimi kamuoyu oluşturmak suretiyle etkileyebilen bir örgütlenme türü olacak.
***
"Demokrasinin hâkim olduğu gelişmiş toplumlarda" diye başlayacaktım bundan sonraki cümleye ama günümüzde maalesef bu kriterlere sahip, "demokrasi ve insan hakkı" gözeten ülke bulmak çok güç. Pek çok ülkenin "çıkar üzerine ve ırkçı" bir yaklaşım gösterdikleri gerçeği apaçık görülüyor. Yani "demokrasinin hâkim olduğu gelişmiş ülke" ifadesi maalesef sadece LAF. Onların gelişmişlikleri gerçekte sömürüye ve güce dayanıyor o kadar. Anti parantez bu değerlendirmeyi yapmadan geçemedim.
Çünkü birçoğu kendi gizli servislerinin görünen yüzü veya güdümünde hareket ediyor.
***
Sivil toplum ilişkileri, siyasi ve sosyal ilişkilerin ve gelişmelerin kaçınılmaz sonucudur. Çağdaş toplumların hepsinde bu kuruluşlar vardır ve giderek ağırlıklarını daha fazla hissettirmektedirler. Kamu yönetiminin teşkilat yapısı dışında kalmış, resmi ve resmi olmayan hüviyetiyle vatandaş, bu kuruluşlarla merkezi ve yerel yönetimler üzerinde sistemli ve sürekli bir baskı oluşturabilmektedirler. Faaliyetini makbul kılan da zaten bu özellikleridir.
STK'lar sorumluluklarını yerine getirirken bir takım ahlaki değerlere de bağlı kalmaları gerekiyor. Bunlar nedir? İşte ne bileyim; dürüstlük, tutarlılık, açıklık, saydamlık, hizmet anlayışı ve yardımseverlik.
Şimdi içtenlikle etrafınızdaki bu nevi kuruluşlara bir bakın Allah aşkına.. Çok azı böyle bir manzara çiziyor değil mi? Çok aktif gözükenlerin bile neyi kimin parasıyla yaptığı bile belli değil. Alakasız işlerle uğraşanlar o kadar çok ki.. İsim zikretmeyeceğim ama "sivil toplum kuruluşu" olduğu halde araçlarında resmi plaka taşıyan meslek örgütleri bile var.
***
Bir önemli hususa daha değinmeden geçmeyeceğim. Çeşitli törenlerde mikrofon önüne konuşmacıların hitaplarına dikkat edin. Orada bir "yığın" insan toplanmışken konuşmacının öncelikli olarak; "Sayın Valim, sayın dekanlar, muhterem başkan vs" gibi en önde oturan birkaç resmi zevata seslendiğini göreceksiniz. En sonuna da "değerli katılımcılar veya vatandaşlar" cümlesi sanki lütfen ilave ediliyor.
Peki, orada toplananlar gerçekten "YIĞIN" olarak mı nitelendiriliyor da böyle davranılıyor. Hani "millet öncelikli" bir yapıdan söz ediyorduk, "Devletin milleti" olmaktan çıkmıştık, hani "millete hizmet" esas alınıyordu?! Ne tür toplantı olursa, dikkat edin bakalım size nasıl hitap ediliyor...

gazete

22 Haziran 2017 Perşembe

Nice ramazan ve bayramlara

Ahmet TEZCAN

Nice ramazan ve bayramlara

22.6.2017

İşte bitti, sayılı günler tez bitiyor. Bir Ramazan'ı böyle tamamlamış olacağız.
İnşallah gereği gibi yaşanmış olsun. 57 İslam ülkesi 1.7 milyar Müslüman'ı ilgilendiren Ramazan'ın bu coğrafyada tam anlamıyla mutlu, mes'ut, müreffeh yaşanacağı günleri özlemle ve umutla bekliyoruz. Üç milyonun üzerinde Suriyeliyi misafir ediyoruz, bunun 500 bini çocuk ve dünya bu drama hem sessiz hem eylemsiz. "İyi ki Türkiye var" dedirten bir konumla ülkemizin nice Ramazanlara ve bayramlara ulaşması samimi temennimizdir.
Ramazanlar, bayramlar, kandil geceleri seçilmiş zamanlardır.
Rabbimizin seçmiş olması seçilmiş olanı yükseltmekte ve yüceltmektedir.
Milyarlarca canlının arasından Rabbim insanı seçmiş ve yaratılmışların en şerefli makamına yükseltmiştir.

***

İnsanı anlamak bizatihi insanın kendini anlamasıyla mümkün olmaktadır, kendini anlamak ise kendini bilmektir bir bakıma.
Kişi kendini bildiğinde Rabbini bilip bulmakta ve vuslata ermektedir. Birbirimizi anlamak da neticede bu zincire bir halka olmakla başlıyor, aksi halde sağırlar körler diyalogu..
Seçilmiş zamanlar bizlere yüksek bir anlayış ve seziş kazandırıyor. Anlamak için de dinlemek gerekiyor. Sözün tek müşterisi vardır o da kulaktır. Dinlemek ilk kademe ise söz ikincisidir.
Beyinde ve bedende yaşanmamış olanın sırf söz olmasının bir anlamı ve ağırlığı olmadığını bilenlerdeniz.

***

Sözün davranışa yansımaması da ayrı bir durum, ağızdan çıkanı kulak duymazsa diğer uzuvların haberi hiç olmaz. Önce ağızdan çıkanı kulağın duyması gerekiyor. Biz eskiden "söz toplumu"yduk, Mevlâna'nın 26 bin beyitlik Mesnevisi de "Dinle" diye başlıyordu, şimdi "göz toplumu" olduk. Bütün yaşantımızı göze gözleme uygun kuruyoruz.
Evimiz, arabamız, giyim-kuşamımız bile göze gözleme uygun olsun istiyoruz. Halbuki bir düşünün söz organı da göz organı da başımıza yerleştirilmiştir ki akılla da bir yakınlık kurulmuş olsun. Birisi iyi bir söz söylüyorsa diyor Hz. Mevlana bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasındandır ve ekliyor; "Sözün içini elde etmek için harf kabuğunu yarmak gerek." Söze dair söylenecek çok söz var, sözün kokusu olur mu demezseniz bir misal daha vereceğim;
"Yalan söz söyleyenin soluğundan belli olur!" diye de bir söz var. Bizler de büyüklere ait bu sözlerin hatırlatıcılarıyız ki, arzumuz "sağırlar çarşısında gazel atma ya da körler çarşısında ayna satma" cinsinden olmasın.
Esas olan söylenenin sahibi olmaktır vesselam.
Kandiliniz, Ramazanınız mübarek olsun. Tuttuğunuz oruçlar da kabul ve makbul olsun, Allah sevdiklerimizle birlikte yeni Ramazanlara, bayramlara kavuştursun.

gazete