10 Kasım 2016 Perşembe

Filler kazandı

Ahmet TEZCAN

Filler kazandı

10.11.2016

Evet, aylardır merakla izlenen Amerikan seçimleri nihayet sonuçlandı.
Fil amblemli Cumhuriyetçiler iş başına gelirken eşek amblemli Demokratlar seçimi kaybetmiş oldular.
ABD'deki yönetim değişiklikleri dünya için pek fazla bir şey değiştirmiyor.
Bugünden tezi yok gizli servisler Amerikan menfaatlerini yeni başkan Trump'ın önüne koyarlar ve ülkeyi yerleşik SİSTEM yönetmeye başlar. Başkanın hiç etkisi olmaz mı? Muhakkak olur, ağırlıklı olarak usül ve üslup değişir o kadar. Biz mesela; ikili ilişkilerimizde, NATO'da ve bölgemizde Barack Obama'nın 'Hüseyin'liğini değil, hinliğini gördük sadece.
Hüseyin Barack Obama barış adına dünyada neyi değiştirdi ki?
Döktüğü kan Bush'tan daha az değildir.

***

ABD önemli bir ülke; ekonomisi, coğrafyası ve deniz aşırı ilişkileriyle önemli bir ülke.. Dünyanın yüzde 25'ini teşkil ediyor ABD Ekonomisi. (Çin Yüzde 5 bile değil.) Dünya silah pazarındaki payı 33.6 milyar dolar. Dolayısıyla savaşlar dahil, dünyadaki silahlı mücadelenin de önemli bir parçası Amerika.
Bu ülkenin barışa katkısı hiçbir zaman bu oranda yüksek olmadı.

***

Demokratlar EŞEK, Cumhuriyetçiler FİL'dir ama renk hiçbir zaman değişmiyor; Kırmızı-Mavi.. Ve kazanan daima bu renkler olur. Bu renkler ABD bayrağının rengidir, milli simgeleridir.
Tam bir bayrak çılgınıdırlar Amerikalılar ve bu renkleri pek çok objede (külotlarında bile) kullanmaktan kendilerini alamazlar. Resmi araçlarındaki tepe lambaları ve çakarlar da bayraklarından mülhem kırmızı-mavidir. Dikkat ederseniz bizim polislerin ve diğer resmi araçların tepe lambası ve çakarları da kırmızı- mavidir. Amerikalılarla uzun yıllar öyle içli dışlı olduk ki onların milli renklerini, Tİ SESİ gibi milli adetlerini biz de kullanır olduk. Oysa bizim de ay-yıldızlı albayrağımızdan mülhem milli renklerimiz var; KIRMIZI-BEYAZ.. Polis ve diğer resmi araçlarımızın Amerikalıların bayrak rengiyle değil, milli renklerimiz olan kırmızı-beyaz ışıldamaları gerektiğini yazmıştım, İçişleri Bakanlığından farklı bir yorum geldi. Neymiş, kırmızı renk, uyarıcı ve dikkat çekici, mavi ise derin sinyal vericiymiş, dünyanın pek çok ülkesinde de kullanılıyormuş. Kırmızı- Beyazın sinyali zayıf mıdır? O halde maçlarda kırmızı-beyaz denince neden yerlerimizde duramıyor ayağa fırlıyoruz?!

gazete

3 Kasım 2016 Perşembe

YHT ulaşımının kalbi Ankara

Ahmet TEZCAN

YHT ulaşımının kalbi Ankara

3.11.2016

Ankara Yüksek Hızlı Tren Garı artık hizmette, bu muhteşem eser zaman içinde başkent insanları için yeni bir nirengi noktası olacak.
Sadece başkentin mi, yeni gar demiryolu ulaşımında tüm yurdun kalbi olacak.
Böyle bir eserin hayata geçmiş olması karşısında heyecanlanıyorum. Buradan her gün 150 bin kişinin gelip geçeceğini düşününce insanın başı dönüyor. Baş döndürücü olan yalnızca bu değil, 20 Aralık'ta da Avrasya Tüneli de açılacak.
Bu topraklara şu kadarcık dahi muhabbet duyuyorsa, ülkesi adına insanın gurur duymaması mümkün değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dediği gibi bu yatırımlar ilerde çok konuşulacak.
14 ilimizle başkent arasındaki hızlı tren ağlarının buluştuğu nokta burası, yılda 15 milyon kişiye hizmet verileceği hesaplanmış. Gerçekten YHT ulaşımının kalbi olacak YHT Garı.. Sadece yolcu karşılamak ve uğurlamak için değil, sadece bir gar değil, gece gündüz insanların buluştuğu bir mekân özelliği taşıyor ve yeni yaşam alanlarıyla yeni gar artık insanların rahatlıkla vakit geçireceği bir alan..
***
Yeni Gar'da tarifeli seferler başladı.
Standardı yüksek mimarisiyle şehir siluetine farklılık katan YHT Garı'nın Ankaray, Başkentray ve Keçiören metrolarıyla bağlantılı olması da sanırım günlük hayatı kolaylaştıracak ve zaman kaybını önleyecek.
Yeni gar Ankara'nın prestij eserleri arasında yerini alırken; tarihi hatıraları ve dokusuyla mevcut Ankara Garı'nın, yeni konsept içinde korunacak olmasına ayrıca sevindim. Memleketin her köşesinde böyle birçok eserin yok edilmesi veya kaderine bırakılması bizde kişilerin anlayışına terk edildiği için ESKİNİN KORUNDUĞUNU duymak sevindirici oluyor.
"Yap-İşlet-Devret" modeli ile inşa edildi Yeni Gar, 235 milyon dolar yatırım bedeliyle iki yılda da tamamlandı.
Eskiden böyle eserler için 10 yılı gözden çıkarmak gerekiyordu. Başkent siluetindeki bir başka önemli eser olan Kocatepe Camisi için Ankaralılar 30 yıl bekledi ve hâlâ tamamlandığı söylenemez.
***
Yeni garda on binlerce kişiye ve yolcuya hizmet söz konusu.. Üç peron, 6 demiryolu hattıyla aynı anda eski ifadeyle 12 YHT katarı yanaşabilecek. 8 katlı gar binasının kapalı alanı yaklaşık 200 bin metrekare, dolayısıyla yeni gar sadece bir ulaşım istasyonu değil, şehrin orta yerinde yeni bir alışveriş, konaklama, toplantı ve buluşma merkezi özelliği taşıyor.
Oteli, kiralık ofisleriyle ticari hayatın da önemli bir parçası olacak.
Böyle bir yapının şehrin dokusuna uyumu kolay olmaz, en azından yan yollar ve trafik akışı bakımından. Beni en düşündüren araç trafiği ve otoparkıydı.
Toplam 2000 araçlık otopark hizmeti verileceğini öğrendim, sevindim. İnşallah yeterli olur ve işletmesi de zaman içinde sorun oluşturmaz.
Bize düşen; ortaya konan bir eseri takdir hissiyle karşılamaktır. Şüphesiz bunda da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın katkısı büyüktür. TC Devlet Demiryolları başta olmak üzere bütün emeği geçenleri, Büyükşehir Belediyesi'ni candan kutluyorum.
Ankaralılara ve bütün vatandaşlarımıza da hayırlı olsun dileklerimle ve özenle kullanılmasını bekliyorum.

gazete

27 Ekim 2016 Perşembe

Kazan’ın kahramanlığı

Ahmet TEZCAN

Kazan’ın kahramanlığı

27.10.2016

Kazan ilçemiz tıpkı Maraş gibi RESMEN KAHRAMAN ilan edildi. Hani 31 Ekim 1919 günü "Burası artık Türk memleketi değildir" diyerek özbeöz Türk yurdunu Fransız müstemlekesine dönüştürmeye çalışan Fransız-Ermeni lejyonerlerine karşı "Haydi Millet, bu boyundurukla yaşayamayız.." isyanını başlatan Sütçü İmam'ın kahramanlığı gibidir bu kahramanlık.. O ruh 15 Temmuz'da yeniden ortaya çıkmış ve herkesi meydanlara toplamıştır. Kazan'ın kahramanlığı, aynı zamanda Ankara'nın 'kahramanlığı'dır, vatan, millet, memleket, hürriyet, demokrasi gibi kavramların yaşamsal olarak ne mana ifade ettiğini bilen ve tanklara karşı kendini siper eden her memleket evladının kahramanlığıdır.. Herkes o gün meydanlardaydı; Keçiören, Altındağ, Sincan meydanlardaydı, Kızılcahamam, Nallıhan, Çamlıdere meydanlardaydı. Sadece Ankara mı, bütün yurt ayağa kalktı, herkes sokaktaydı, korku denilen şey sanki bir operasyonla manevi bir el tarafından içlerinden çıkarılmış ve herkes namluların karşısına dikilivermişti. Bu duyguyu tatmayan bilmez.

***

Bu duygunun evveliyatı var. Menderes yaka paça edilip arkadaşlarıyla beraber darağacına gönderilerken susturulanlar o suskunluğu bir türlü hazmedememişlerdi. 12 Eylül'de de insanlar korkutulup yığın yığın zulme maruz bırakıldığında yine susturulmuş korkutulmuştuk. Böyle sustukça sıra sonrakilere geliyordu, nöbet nöbet bu utancı yaşamaya devam edecek miydik? Bu el aynı eldi, dışarıdan içimize uzanıyordu ve işbirlikçilerini de her zaman kolayca buluyordu. 31 Mart ayaklanması, Sultan Aziz'in bileklerini kesenler Abdülhamid Han'a da kast edenlerdi. Bunu biliyorduk, aslında hedef yine Türkiye'ydi.

***

Bu defa 15 Temmuz'da öyle olmadı, kadın çoluk çocuk, 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan tümünün mağdurları ayağa kalktı. O gün barda kafa çekerken "yıkın şunları" diye sarhoş narası atanlar da olmuştur ama küçük bir azınlık olarak, kendi utançlarını belki ayılınca yaşamışlardır. Hem "özgürlük, demokrasi, cumhuriyet" şampiyonu olacaksın ama tanklar sokağa çıkınca da cunta ile iş tutacaksın, bunun izah edilir yanı yoktur. Onları çelişkileri ile başbaşa bırakıyoruz. Evet, sivil direnişin en önemli merkezlerinden biriydi Kazan ve hak ettiği payeyi de aldı. Kahramankazanlıları Belediye Başkanı Lokman Ertürk'ün şahsında kutluyorum ve Kahramanlık teklifini Meclis gündemine getiren Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan'ı da kutluyorum. Kahramanlığınız daim olsun.

gazete

13 Ekim 2016 Perşembe

Siren sesleri

Ahmet TEZCAN

Siren sesleri

13.10.2016

Başkent insanları siren seslerine, yanar-döner tepe lambalarına alışıktır. Hemen her dakika bakan, başbakan ya da üst düzey askeri zevat eskortlarıyla geçerler. Tiz bir ambulans sesiyle irkiliriz bazen, cafcaflı çakarlar yetmez, hemen sirene asılırlar, o da yetmez hoparlörden plakaya özel ikazı yapıştırırlar;
DS 90 sağda bekle.. Derhal çekilip, yol vereceksin, istersen verme?!..
Siren yahut sinyal ikazı aldığımızda biliriz ki geçiş önceliği taşıyan araç geçiyordur, gereklidir, geçiş üstünlüğü vardır, acildir vesaire vesaire..

***

İpin ucu iyice kaçmış gibi sanki! Yoksa ben mi yanılıyorum? Yalnız öncelikli araçlar olsa neyse, önüne gelenin, her türden siren ve sinyal aksesuarlarını araçlarında rahatlıkla kullanır olduğu görülüyor. Halbuki bunların kullanımıyla ilgili bir yönetmelik vs. mutlaka vardır.
Dolayısıyla kimin, hangi araca bu aparatı takacağı ve hangi durumda kullanabileceği orada yazılıdır. Partinin diyelim ilçe başkanına, danışmana kadar indiyse bunlar işimiz var! Bir de mesela gece yarısı bu sesli ikaz cihazları rastgele kullanılabilir mi? Bunlar açıkça belirtilmiştir sanırım?! Haksız kullananlara karşı bir cezai müeyyidesi dahi vardır diye düşünürken bu işin ölçüsünün ve de denetiminin kaçmış olduğu gibi bir duyguya kapılıyorum.

***

Geçenlerde kuvvetli bir siren sesi ile irkildim,"bekleme yapma, ilerle" uyarısı da ardısıra geldi. Hayli sert ikazın nereden, hangi araçtan geldiğini anlayamadım.
Sesin geldiği yönde başımı çevirdim ki ön panjuru mavi-kırmızı çakarları altlı üslü patlayıp duran, camları filmli siyah bir araç gördüm ama sivil plakalıydı, silip geçti yanımızdan.. (Çakarlar ABD bayrağı gibi neden mavi-kırmızı o da merak konusu? Mavi yerine beyaz olsa milli rengimiz olur.)Böylesi sert (nezaket dışı) uyarılar, başkentin bulvarlarında harcı âlem olmasın istiyorum. Ben istedim diye değil, yaşlı, hasta, bebek şehirde bir dünya insan yaşıyor. Bir de şu kendine mahsus kask, gözlük, deri eldiven ve yelekli motorcular var, "savaş yıllarından kalmış, film setinden fırlamış gibiler, metropol kovboyları sanki.." sokakları yırtan egzozlarıyla bu motorcuların başkentte sere serpe nasıl dolaşabildiklerine, trafik polisine hiç mi rastlamadıklarına hayret ediyorum! Bugün bütün bunlar İçişleri Bakanı Sn. Soylu'ya arzımdır diyorum, bizden daha duyarlı olduğunu düşünüyor, meseleyi kapatıyorum.

gazete

7 Ekim 2016 Cuma

Lozan diye diye

Ahmet TEZCAN

Lozan diye diye

7.10.2016

Cumhurbaşkanı Erdoğan "Bize Sevr'i gösterdiler Lozan'a ikna ettiler, zafer bu mu?" diye sorunca 93 yıllık anlaşma gündeme bomba gibi düştü. Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan'a sordum; "Hocam, bu Lozan bizim için neyi ifade eder?", dedi. "Çok şey.." İzahatı tarih biliminin kıstasları çerçevesinde kaldı. Bir şey daha söyledi: "Lozan Mustafa Kemal'in de içine sinmedi" dedi ve 'kerhen' kabul edildiğini söyledi, ilginçti... Neticede bu konuya kafa patlatmış bir bilim insanıdır Hoca ve tespiti önemlidir.

***

Orijinal söylenişi ile Lozan Muahedesi bizim için gerçekten çok önemli. Bu anlaşma bizim için Kıbrıs'tır, On iki adadır, Musul- Kerkük'tür, Batı Trakya'dır, Patrikhanedir, Ayasofya ve hattâ Hilafettir.
Bütün bunlar bir tarafa İslâm âleminin darmadağın olması ve petrol sömürüsüdür, vesaire vesaire..
Bugün bir savaş hali yaşıyorsak, akın akın mülteciler çoluk çocuk perişanlık yaşıyor kitleler halinde can veriyorlarsa sebebi Lozan'da dayatılanlardır. Geçmiş gitmemiştir, Cumhurbaşkanı boşuna feryad etmiyor, nereye dokunsak halâ canımız yanmaktadır. Nihayet 39 yaşında genç bir adam İsmet İnönü, diğer heyet üyeleri de öyle.. Lord Curzon ve beraberindeki kurt diplomatların entrikalarına kurban olduk.
Büyük Britanya… Dünyanın dört bir tarafında diplomasi yürütmüş İngilizlerin yanı sıra gerçek anlamıyla YEDİ DÜVEL vardı karşımızda.
Türlü oyunlarla nice madrabazlıkların sergilendiği yerdir Lozan…

***

Osmanlı gibi muazzam bir imparatorluğun mirasını yağmalamak üzere sözleşmişler, Türk'ün şahsında İslâm'dan intikam almaya yemin etmişler. Kendisi de Temsil Heyeti Üyesi olan Dr. Rıza Nur, "Türk zaferinin bedeli değildir, eksiktir, noksandır, kusurludur" diyor, hakkı teslim ediyor.
Ankara'ya döndüklerinde Meclisi, Heyeti Murahhasa'ya düşman bulmuşlar. Lozan uğruna cinayet işlendi o Meclis'te, muhalefete öncü olan Ali Şükrü'yü vurdular, sonra vuranı da vurdular. Uzun müzakereler oldu, Mersin Milletvekili Niyazi'nin, Yahya Kemal'in, Ordu Müftüsü Esat Hoca'nın konuşmaları milli duyguları körükledi, yeri geldi vekiller gözyaşı döktüler. Batı Trakya Türklüğünü Yunan zulmüne terk ederken "Türkiye'yi kurduk, kurtardık" diye teselli olabilir miyiz? Neleri kazanabileceğimiz halde kaybettik? Tek nüsha, 143 maddelik Fransızca bir metni imzaladık döndük.
GİZLİ MADDELER de var diyorlar. Bugünkü nesil bunları bilmeli, öğretilmeli onlara ki 15 Temmuz şehitleri rahat uyumalı.

gazete

30 Eylül 2016 Cuma

Ahmet Tezcan : Din, diyanet, medya..

Ahmet TEZCAN

Ahmet Tezcan : Din, diyanet, medya..

30.9.2016

En çok konuşulan, tartışılan hattâ istismar edilen konu olduğu halde Din ve Diyanet'e dair haberler medyada pek yer almaz. Kimi mesafeli, kimi de istismara yöneliktir. Bu yüzden Hac, Ramazan, kandil ile sınırlıdır bizdeki haberler. Asırlardır yaşandığı halde hâlâ her Ramazan "orucu bozan şeylerin" gündem olduğuna; sakızın, diş macununun orucu bozup bozmadığı sorularına şahit oluruz. Metrobüsteki şortlu bayan ile onu tekmelemeye kalkan aynı anlayışın insanları olduğu halde sade Müslüman bundan nasibini alır ve aşağılanır. İstismar edenin dini hayat ve kurumla ilişkili olması bir başka istismarcının ekmeğine yağ sürer. İstismar haberleri sade Müslüman'ın utancı olmakla kalmaz, inanç sistemi sorgulanır adeta… Medya organlarında ilahiyatçı bir uzman bulunmaz, bulunması bile sorun olur zaten ve dolayısıyla medya organları "Cuma namazının kaza edilmesi, Haccın kurbana denk düşmesi" gibi garabetlere düşmekten de kurtulamaz.

***

"Din, Diyanet ve medya" konusu bir inceleme konusu olmuş mudur? Bu konunun düşünenleri mutlaka vardır ama bizim kanaatimiz bu alanda bir boşluğun, ilgisizliğin veya sahipsizliğin olduğudur. Bunu anlamak için Diyanet'e tahsis edilmiş kanalın yayınlarına bakmak bile yeterlidir. Din ve diyanet alanında bunca tartışma konusu varken, Müslümanlar bunca haksızlığa muhatap olurken söz konusu kanalın mesela; "ebru sanatının icrası" benzeri konulara saatlerini tahsis etmesi hayret vericidir.

***

Şimdi şöyle söyleyelim; zamanımızda müftülük gibi bir görevin valilik ve belediye başkanlığından daha az önemli olduğu söylenebilir mi? Öyleyse Diyanet İşleri Başkanlığı makamı neden hasseten yükseltilir ve yüceltilir sormak gerekir?! Aynı değer ve derecede önemliyse bu görev; söz gelimi 81 ilin müftülerinin Başkent toplantısı neden bir partinin, sendikanın ya da bir meslek kuruluşunun başkanlarının toplantısı kadar ilgi ve itibar görmez?

***

Ne yapar bu Diyanet Başkanlığı ya da Vakfı? Hesabı, kitabı, icrası hiç soruşturulur mu? Vakfın bütçesi nedir mesela, nerelere harcanmıştır? Başkanlığa bulaşıp 1000'den fazla elemanını sokabilen FETÖ, Diyanet Vakfı'na nasıl ilgisiz kalmış, bir kişiyi bile sokamamıştır? Daha bir yığın soru var, GENTAŞ'la, KOMAŞ'la, vakfın yurt dışındaki harcamaları, görevlendirmeleri ve başkanlığın yurt dışındaki müşavirleriyle ilgili.. İzmir'i unutmayıp 94 yıl sonra metropolitini alâyıvalâ ile yerine oturtan papazları gördünüz?! Kocatepe'nin kubbesi akıyor, minarelerin aydınlatması söndü, halıları yıkanmıyor! Hepsini soracağız, biz sormazsak Allah soracak...

gazete

22 Eylül 2016 Perşembe

Ahmet Tezcan : Mezarlıklar

Ahmet TEZCAN

Ahmet Tezcan : Mezarlıklar

22.9.2016

Ölüm her canlı için kaçınılmaz bir son, nasıl ve nerede olacağı da yalnızca Yaratan'ın bilgisinde.. İlk intibasıyla soğuk ve korkutucu gibi görünen mukadder halin aslında son derece rahatlatıcı olduğu da muhakkak..
Bir büyüğümüz zihnen, fikren, bedenen kendimizi yorgun hissettiğimizde bir kenara çekilip nefesimizi saymamızı tavsiye ederdi.
Gerçekten insanın iki dakikacık kendi nefesini dinleyerek rahatlaması tecrübeyle sabittir, siz de deneyin isterseniz.
Sağlıkla, iman ve inançla yapıldığında ölüm düşüncesinin de insanda aynı etkiyi gösterdiği uzmanlarca ifade edilmektedir.

***


Konumuz ölüm değil aslında, giderek büyüyen ve çoğalan Ankara'nın mezarlıklar meselesini gündemimize alalım istedik. Nüfusu beş milyonu aşan başkentte mezarlık bulmak maddi-manevi başlı başına bir mesele olmaya başladı.
Nerede, ne zaman öleceğimizi bilemediğimiz gibi hak vaki olduğunda defnimizin nereye yapılacağını kestirmek de zor.. Neticede defni gerçekleşmemiş mevta yok ama ölüm ansızın geldiğinden olsa gerek mezarlık temini aileleri en çok uğraştıran konuların başında geliyor.
Eskiden sekiz-on tahta parçasıyla mesele çözümlendiğinden mezarlıkların adı "tahtalıköye" çıkmıştı. Günümüzde "tahtalıköyü" boylamak o kadar ucuz değil. Günde ortalama 30 defin gerçekleşen Karşıyaka, Başkentin en büyük mezarlığıydı, artık burası da kapasitesini zorlamaya başladı, Cebeci'de de yer yok deniyor, parayı basan yerini buluyor! Bu yüzden Büyükşehir Mamak'ta Ortaköy mezarlığını açtı. Burası 1,5 milyon metrekarenin üzerinde hayli geniş bir alan. Gölbaşı'nda defin izni ilçe sakinleriyle sınırlı tutuyor. Apartmanlar arasında kalmış eski köy mezarlıkları ise saklı mekânlar. Mümkün olsa üzerlerine hemen apartman dikecekler.

***


Mezarlığın kolay ulaşılabilir olması önemli, cenazeye gelenlerin yaz-kış bütün ihtiyacını karşılayacak tesislerin bulunması bir zaruret. Bazı kurumlar gibi herkesin özel cenaze teşkilatı yok. Bu yüzden ölüm vukuunda vatandaşın eli ayağı birbirine dolaşıyor.
O nedenle defin işleminin oldukça kolay gerçekleşmesi için yetkililerin empati yapmaları gerekiyor. Bu empati zinciri belediye başkanından mezarlıktaki dini vecibeyi yerine getiren imama kadar uzanır. Bugün nereden baksanız bir defin işlemi 5-50 bin lira arasında değişiyor. Öncelikle mezarlık yerinin maddi boyutunu çok küçültmek gerekiyor. İnsanların aile mezarlığı arzusu baskın olduğu için bunu söylüyorum.

***


Son söz daha çok şehit ve asker cenazeleri için seçilen Kocatepe Camii ile ilgili..
Buradaki merasime genellikle devlet erkânı da katıldığından her merasim vatandaş için adeta işkenceye dönüşüyor. Çevredeki ana arterler trafiğe kapatılınca en az iki saat hayat duruyor, bu da mevtanın ruhunu rahatsız eden tartışmalara yol açıyor bilesiniz.
Akseki Camii bu görev için daha uygun olabilir diye düşünüyorum, yetkililer bilmem ne der?!

gazete

15 Eylül 2016 Perşembe

Kurbanımız kabul ve makbul o

Ahmet TEZCAN

Kurbanımız kabul ve makbul o

15.9.2016

NİCE BAYRAMLARA dileklerimizle bir güzel kurban bayramını daha millet, ümmet ve hattâ devlet olarak kutluyoruz. Rabbim kabul ve makbul eylesin, bereketini artırsın, akıttığımız yalnızca kurban kanı olsun başka kan dökülmesin ve gelecek yılın bayramına da sevdiklerimizle birlikte kavuştursun inşallah.
"Neresi güzel?! Şu çağdışı görüntülere bak, ortalık kan revan, kan akıtarak ibadet mi olurmuş?!" vesaire vesaire..
Bu gibi yavelerle modernlik adına meseleye karşı çıkanlar yok değil ama çok da değil. Eğer inanıyorlarsa onların imanını zedeleyen bir zıtlaşmadır bu hafazanallah.. Dini bir mesele olması hasebiyle de belki tövbesi gerekir ki, bu hususun bir yetkiliye sorulması lazım. Bu tipler gerçekten çok bilgisizce kurbana değil ama kesmeye karşı çıkıyorlar, insanlık adına değil belki hayvanlık adına bunu yapıyorlar. Bizim apartmanın arkası küçük bir bahçe kurban kesmeye müsait ama ben bunu yapacak olsam polise zabıtaya mutlaka ihbar ederler.
***
Bir kere bizim şu tespiti yapmamız lazım.
Biz eskiden çoğunlukla TARIM TOPLUMU idik, dolayısıyla bağımız bahçemiz vardı, davara-sığıra uzak değildik. Kesip yüzme işlemini büyüklerimizden öğrenmiştik ama çocuklarımıza öğretemedik. Artık şehirli olduk. Nüfusumuzun çoğunluğu şehirlerde oturuyor ve artık hepimiz apartman insanıyız. Bir tarafımızla da eskiyi özlüyor ve istiyoruz.
Kurban mali duruma dayalı dini bir vecibe.. İnanan ve şartları uyan bu ibadeti yerine getirmek mecburiyetinde. Kurbanını kesecek veya kestirecek, fakirini bulup verecek yahut bağış yapacak. Ama şehir şartlarında bunun büyük zorlukları var maalesef. Kaldı ki gerçek fakiri bulmak da zor. Kurumları henüz oluşuyor, başta belediyeler olmak üzere hijyenik ortamlar hızla çoğalıyor.
***
İşin bir de ekonomik yönü var.
Biliyor musunuz, bu bayram 2,7 milyonu küçükbaş olmak üzere toplam 3,5 milyon dolayında hayvan kurban edilmiş. Parasal boyutuyla 7,5 milyar liranın üzerinde.. Kurban sayımız birçok ülkenin hayvan varlığını katlıyor. Türkiye büyük ve güçlü bir ülke.
Ama gel gör ki nitelik yönüyle durum çok hoş değil. Bizim kasap "Ben dolabıma bu etten 10 kg. dahi koymam" diyor. Nedeni kesim işleminin tecrübeli kişilerce yapılmaması.. Bunun bir hale yola konulması zorunlu. İbadetin bu yönüyle de değerli kılınması gerekmektedir. Eline bıçak alan kurban kesmeye soyunursa ziyan oranı çok yüksek olur, deriler de delik deşik!
***
Kurbanın ibadet boyutuna hiç girmemeliyim.
Evet, ne eti ne kanı Cenab-ı Allah'a ulaşacak, yalnızca kan akması yeterli ancak, görülen kadarıyla uygulama ve ruh hali itibariyle meselenin bu tarafının da iyi düşünülmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

gazete

8 Eylül 2016 Perşembe

Kocatepe Camii 29 yaşında

Ahmet TEZCAN

Kocatepe Camii 29 yaşında

8.9.2016

Başkentin ulu camisi Kocatepe, merhum Menderes tarafından tasarlanmış ve 28 Ağustos 1987'de Turgut Özal tarafından ibadete açılabilmiştir.
Mabed olarak değil, aslında Kocatepe Devrim Diyanet Sitesi olarak başlayıp 43 yıl sonra camisi ortaya çıkarılabilmiştir. Sultanahmet, Süleymaniye gibi selâtin camileri döneminin teknolojileri ile 7 yılda tamamlanırken Kocatepe'nin inşası nedense(!) tam 20 yıl sürmüştür. En büyük ve en güzel camilerimize biz ULUCAMİ adını veririz, imparatorluk başkentleri ulu camilerle süslüdür ve bu eserler bizim bu topraklardaki varlığımızın mührüdür. Cumhuriyet başkenti Ankara'nın ulu camisi yoktu, Hacıbayram da yetmez olmuştu, Kocatepe ile bu eksik geç de olsa giderilmiş oldu.

***

Başkentte Kocatepe silueti birçoklarını rahatsız etmiştir, hattâ bunu açık açık ifade edenler olmuştur. Caminin ilk mimari projesini üslenen Mimar Vedat Dalokay bile Anıtkabir'in karşısına böyle bir yapı dikmenin sakıncalarından bahsetmiştir. 12 Eylül darbesinin ardından Meclis'e "modern bir mabet" yapmakla övünen Mimar Behruz Çinici daha da ileri gitmiş; camiyi "Ankara'nın üzerindeki KARA LEKE" diye niteleyerek eleştirisini hakarete kadar vardırabilmiştir.
Bu, bir bakış, bir anlayış meselesidir, Özal da şehre yukarıdan bakıldığında üç şeyin; "Ankara Kalesi, Anıtkabir ve minareleriyle mü'minin göğe kalkmış şahadet parmakları gibi Kocatepe'nin ışıklandırılmış siluetinden mutlu olmuş ve Başbakanlığı döneminde caminin kurdelesini kesmek de ona nasip olmuştur.

***

Kocatepe Camii, 43 yıllık macerası içinde başkente yeni bir anlam ve bir işarettir.
Nitekim o işaret, 15 Temmuz işgal girişiminde Kocatepe'den başlayarak bütün camilerden SALÂ olarak dalga dalga bütün yurtta yankılanmış; ülkemiz, Türkiye'miz, biricik vatanımızın karanlık bir girdaba sürüklenmesi bir yürek çağrısıyla SİLAHSIZ GÜÇLER tarafından engellenmiştir. Kocatepe, başkente sadece bir mabet kazandırmanın ötesine geçmiş bir maceradır gerçekten.. Yalnız Ankara'nın değil tüm yurdun macerasıdır aslında… Kocatepe, ikinci savaştan sonra -Şeflik Dönemi dahil- halimizin, zihniyet karmaşamızın simgesidir adeta ve modernleşme, demokratikleşme ve gelişme çabamızı anlatır bir bakıma..

***

Kocatepe'de kitaplar dolduracak hikâyeler var, bunlar hem başkentin hem Türkiye'nin hikâyesidir ve bir yazıda anlatılacak gibi değildir. Kocatepe yazılarımız devam edecek...

gazete

18 Ağustos 2016 Perşembe

Maya sağlam...

Ahmet TEZCAN

Maya sağlam...

18.8.2016

1999 Marmara Depremi'nin üzerinden 17 yıl geçmiş. O günlerde doğanlar bugün delikanlı. Bizim ülkemiz sadece jeolojik bakımdan değil her bakımdan deprem bölgesi. Öyle sarsıntılara sahne oluyoruz ki 17 Ağustos depremi gölgede kalıyor. 15 Temmuz darbesi depremden daha az mı risk taşıyordu? Bir gece baktık tanklar helikopterler sokakta.. Kendi halkını, kendi ülkesini kendi silahlarıyla vuruyor, bombalıyor. 15 Temmuz gecesi Ankara ve İstanbul -Allah korusun- 7 şiddetinde bir depremle vurulsaydı ruh sağlığımıza bundan daha fazla mı hasar verirdi? Sadece PDY/FETÖ, sadece PKK değil ki korkumuz, riskimiz.. Devletin sıfırı tüketmesine yol açan ekonomik politikalar da vatandaşımızı hep sarstı, sefalete sürükledi. Başbakanın tökezlemesinden bile borsa tepetaklak oluyordu. 70 Cent'e muhtaç olduğumuzu devletin tepesindeki yetkilinin ağzından duymuştuk ilk kez. Halbuki işleri çözmesi ve iyi yönetmesi için onu seçmiş oraya oturtmuştuk.
Her salı siyasi liderler siyasi parti gruplarında yurda seslenirler. Her konuşma toplum katmanlarında 4-5 şiddetinde sarsıntıya sebep oluyor neredeyse. Millî, manevî her şey siyasete alet ediliyor. Özellikle Anamuhalefet'in tavrı her konuda ve her kararda karar sahiplerinin "Ama muhalefet?!" tedirginliğine yol açıyor. Bir türlü müspet muhalefeti öğrenemediler. Öğrenemezler çünkü onların duygu ve düşüncelerindeki Türkiye ile seninki 180 derece zıt. Azamisini geçtik bu kafayla nerede, nasıl bir asgari müşterek kurulabilir ki? Kemal Bey, konu DARBE olduğu halde bile balmumlu çifte davetiyeyle katılmak zorunda kaldığı Yenikapı mitingindeki MİLLİ MUTABAKATI grup toplantısındaki konuşmasıyla hemen bozdu. Doğruyu yanlış, yanlışı da doğruymuş gibi sunmakta pek mahir Kemal Bey. Bir kere üslup üslup değil, sokak ağzıyla siyaset de ancak böyle yapılır.
Velhasıl 17 Ağustos sarsıntısının yıldönümünde benim ülkemin karşı karşıya bulunduğu başka riskler ve yol açtığı zararlara dikkat çekmeye çalıştım. Allah bu memleketi kriz, deprem, darbe, istismar gibi her türlü sarsıntıdan korusun. Kendimizi bundan ayrı tutmayalım medya da buna dâhildir. Her gün 81 vilayette akıl almaz nice manşetler, haberler, köşe yazılarıyla sarsılıyor bu memleket, nice ihanetlerle karşılaşıyor. Mayası öyle sağlam ki her türlü sütü bozukluğa karşı müthiş bir bağışıklığa sahip olduğu görülüyor. Bizim yaşadığımız sarsıntılara başkaları muhatap olsa yerinde yeller eserdi. Nasıl, sizce de öyle değil mi?

gazete

11 Ağustos 2016 Perşembe

FETÖ ve Humeyni

Ahmet TEZCAN

FETÖ ve Humeyni

11.8.2016

Darbe teşebbüsünün yarattığı atmosferden uzunca bir süre kurtulamayacak gibiyiz. Ne büyük bir badireden kurtulduğumuz ileride çok daha iyi anlaşılacak, Allah bu memleketi, bu milleti çok büyük bir beladan korumuştur bu bilinmelidir. İleride bugünler hakkında çok şeyler yazılacak ve söylenecektir. Şimdi herkes söylüyor, "FETO Humeyni gibi yurda dönecekti" deniyor. Peki, Humeyni kimdi ve Tahran'a nasıl dönmüştü? Kıyas bakımından çok önemlidir. Humeyni 1964'de Türkiye'deydi, sürgündeydi bir bakıma. Bursa'da istihbarat albayı Ali Çetiner'in evinde kaldı bir süre..

***

Burada "Niye?" diye sormak herkesin hakkıdır. İstihbaratçı bir askerin Humeyni'yi karşılayıp Bursa'da ikametine yardım etmesi nasıl açıklanacaktır? Bu soruya cevap vermek için bizim(!) istihbarat teşkilatımızın o zamanki yapısını bilmek lazım. Bizim diyorum ama asker dâhil Türkiye'nin güvenlik kurumları o yıllarda ne kadar bizimdi? Sadece güvenlik kurumları değil, hassasiyet derecesi yüksek birçok kurumda o yıllarda Amerikalılar çok etkindi, "stratejik ortağımız" bir bakıma devletin kılcal damarlarında dolaşıyordu desek yeridir... Velhasıl Humeyni Türkiye'den sonra Irak'a gidip yerleşti ve faaliyetlerini bir süre oradan yönetti. Sonra Şah'ın baskısıyla Saddam tarafından Irak'tan çıkarılsdı ve Fransa'ya yerleşti. 1979 yılına kadar Humeyni, dinî, siyasi, ekonomik hangi konuda bir şey söylese Batı medyasında manşetten veya birinci haber olarak yer aldı. "Tahran hazır hocam" dedikleri gün İran'ı teslim aldılar.

***

Batı'nın hesabı İslam dünyasıyladır. Şii İmam Humeyni ile İslam coğrafyasını yönetemediler. Altın, gümüş her türlü değerli maden, neyi varsa bu coğrafyanın onu sömürmek istemektedir. Cumhurbaşkanı "cibilliyet" kelimesiyle ifade ediyor ya işte o. Onlar bölecek, parçalayacak ve seni öylece yönetecek. Batı, bu defa Sünni bir imamla İslam coğrafyasını yönetmek istedi. Onun için Feto'yu hazırladı. FETÖRİSTBAŞI, İstanbul'a geldiği hafta Cuma namazını hemen Ayasofya'da kılmak arzusunu gözyaşları içinde dile getirecek ve milyonlar Ayasofya'da Cuma namazı için yurdun her köşesinden yollara düşecek, o da onlara imamet edecekti.
Milat olacaktı o gün, magazin kanalları dâhil bütün televizyonlar Kur'an tilaveti ve ilahilerle yayınlarına başlayacaklardı. Hangi Müslüman itiraz edebilir, ne diyebilir ki?! Ama bizim ülkemizi biz yönetemiyor olacaktık. Bizimle birlikte Şam'ı Bağdat'ı Kahire'yi katacaklar ve suni bir atmosfer yaratarak bu coğrafyayı içimizdeki ihanet şebekeleri eliyle onlar yöneteceklerdi.

gazete