11 Ağustos 2016 Perşembe

FETÖ ve Humeyni

Ahmet TEZCAN

FETÖ ve Humeyni

11.8.2016

Darbe teşebbüsünün yarattığı atmosferden uzunca bir süre kurtulamayacak gibiyiz. Ne büyük bir badireden kurtulduğumuz ileride çok daha iyi anlaşılacak, Allah bu memleketi, bu milleti çok büyük bir beladan korumuştur bu bilinmelidir. İleride bugünler hakkında çok şeyler yazılacak ve söylenecektir. Şimdi herkes söylüyor, "FETO Humeyni gibi yurda dönecekti" deniyor. Peki, Humeyni kimdi ve Tahran'a nasıl dönmüştü? Kıyas bakımından çok önemlidir. Humeyni 1964'de Türkiye'deydi, sürgündeydi bir bakıma. Bursa'da istihbarat albayı Ali Çetiner'in evinde kaldı bir süre..

***

Burada "Niye?" diye sormak herkesin hakkıdır. İstihbaratçı bir askerin Humeyni'yi karşılayıp Bursa'da ikametine yardım etmesi nasıl açıklanacaktır? Bu soruya cevap vermek için bizim(!) istihbarat teşkilatımızın o zamanki yapısını bilmek lazım. Bizim diyorum ama asker dâhil Türkiye'nin güvenlik kurumları o yıllarda ne kadar bizimdi? Sadece güvenlik kurumları değil, hassasiyet derecesi yüksek birçok kurumda o yıllarda Amerikalılar çok etkindi, "stratejik ortağımız" bir bakıma devletin kılcal damarlarında dolaşıyordu desek yeridir... Velhasıl Humeyni Türkiye'den sonra Irak'a gidip yerleşti ve faaliyetlerini bir süre oradan yönetti. Sonra Şah'ın baskısıyla Saddam tarafından Irak'tan çıkarılsdı ve Fransa'ya yerleşti. 1979 yılına kadar Humeyni, dinî, siyasi, ekonomik hangi konuda bir şey söylese Batı medyasında manşetten veya birinci haber olarak yer aldı. "Tahran hazır hocam" dedikleri gün İran'ı teslim aldılar.

***

Batı'nın hesabı İslam dünyasıyladır. Şii İmam Humeyni ile İslam coğrafyasını yönetemediler. Altın, gümüş her türlü değerli maden, neyi varsa bu coğrafyanın onu sömürmek istemektedir. Cumhurbaşkanı "cibilliyet" kelimesiyle ifade ediyor ya işte o. Onlar bölecek, parçalayacak ve seni öylece yönetecek. Batı, bu defa Sünni bir imamla İslam coğrafyasını yönetmek istedi. Onun için Feto'yu hazırladı. FETÖRİSTBAŞI, İstanbul'a geldiği hafta Cuma namazını hemen Ayasofya'da kılmak arzusunu gözyaşları içinde dile getirecek ve milyonlar Ayasofya'da Cuma namazı için yurdun her köşesinden yollara düşecek, o da onlara imamet edecekti.
Milat olacaktı o gün, magazin kanalları dâhil bütün televizyonlar Kur'an tilaveti ve ilahilerle yayınlarına başlayacaklardı. Hangi Müslüman itiraz edebilir, ne diyebilir ki?! Ama bizim ülkemizi biz yönetemiyor olacaktık. Bizimle birlikte Şam'ı Bağdat'ı Kahire'yi katacaklar ve suni bir atmosfer yaratarak bu coğrafyayı içimizdeki ihanet şebekeleri eliyle onlar yöneteceklerdi.

gazete

4 Ağustos 2016 Perşembe

FETÖRİSTLER

Ahmet TEZCAN

FETÖRİSTLER

4.8.2016

Sosyal medya hesaplarında darbe başarılı olsaydı diyerek Suriye benzeri senaryolar dillendiriliyor. Evet, darbeyi başarılı kılmak için ilk önce toz duman edeceklerdi şu güzelim ülkeyi.. Çok kan akıtacaklardı, çok can yanacaktı. Sonra "YURTTA SULH KONSEYİ" inanılmaz süratle sulh ve sükûnu sağlayacaktı(!) ülkede ama SÖZDE.. Bütün askeri darbelerin karakteridir bu, ÖNCE KAOS SONRA ASAYİŞ.. 11 Eylül'de kan gövdeyi götürürken 24 saat sonra ne olmuştu da anarşi bitivermişti. Üzerinde düşünmeye değmez mi?

***

Suriye, Irak, Libya benzeri bir Türkiye, kimsenin, hele Batı'nın hiç işine gelmez. Dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 70'i bizim mahalleden karşılanıyor, böyle bir coğrafyayı daha fazla riske atarlar mı? Mesele sadece enerji de değildir. Burası İslam coğrafyası, kadim düşmanlıklara, din adına kanlı savaşlara sahne olmuş muhtelif medeniyetlerin birbirini mahvettiği bir alan.. Mısır'ı bir şekilde Sisi ile hallettiler! Suriye ve Irak'taki kaos ve bundan kaçan on binlerce mülteci huzurlarını kaçırıyor. Türkiye'yi de bu kaosa dâhil ederek yaşanmaz kılmak sözde dünya efendilerinin konforlarını bozar.

***

Yıkmak istedikleri Türkiye değildir, MİLLİ ve YERLİ düşüncedir.. Milli ve yerli düşünmemizi asla istemezler.. Köprüler, havaalanları, nükleer santraller milli ve yerli düşünmenin ürünleridir.. Türkiye büyüsün, güçlensin diyenler milli ve yerli düşünenlerdir. Bunu bilmek ve iyi ayırt etmek gerekir. Hükümet'i hedeflemek isterken temelinden Devlet'i yıkmaya kalktılar 15 Temmuz'da, millet buna izin verir mi? FETO bir kukla, kuklacılar sahnenin arkasında.. Canını hiçe sayarak Başkent'te ve İstanbul'da tankın, topun, makineli tüfeğin üstüne üstüne giden, uçaklara, helikopterlere meydan okuyan eli öpülesi bir millet var, bu millet buna müsaade eder mi? Bir asır geçti, Çanakkale'den bu yana, Türkleri unutmuşlardı, onlara kim olduğumuzu yeniden hatırlattık. Türk milletinin cesaretine bütün dünya bir kere daha şahit oldu. Milletin genlerindeki Çanakkale ruhu canlandı ve destansı bir dirençle kanlı teşebbüs akîm kaldı..

***

FETÖRİSTLER, hükümeti devirip başbakanı, bakanları tutuklayarak milleti yıldırmak istediler. En başta Cumhurbaşkanı'nı öldürmeyi planladılar. Saddam yahut Kaddafi gibi derdest edip direnci kıracaklardı. Hiç unutulmaması gereken şu: Kendi kin ve öfkesinin girdabına düşmüş yerli işbirlikçiler de bundan pay çıkarmayı umdular. Dört duvar ortasında utançlarıyla baş başa kaldılar. Allah korudu bu memleketi onlar da avuçlarını yaladılar..

gazete

28 Temmuz 2016 Perşembe

Tarifsiz bir duygu!

Ahmet TEZCAN

Tarifsiz bir duygu!

28.7.2016

Baş döndürücü günler yaşıyoruz, ortalık toz duman, kimin kurt, aslan yahut çakal olduğu seçilir gibi değil. (Karargâhlarda yaşananları duymak bile istemiyorum, nasıl olsa gerçeğin çıplak gezmek gibi bir tabiatı var.)
Ancak çok açık ve net olan şey..
Milletimizin cesaretidir..
Kocaman bir yürek ortaya çıkıyor ve "Ne yapıyorsun oğlum, kardeş aklın başında mı, millete nasıl kurşun sıkarsın, dön kışlana?" uyarılarıyla meydana fırlıyor, ateşin üstüne gidiyor, paletini kilitleyerek tankı durdurmaya çalışıyor.
Kimin haddine?!
Direnenlerin içinde kadın, genç, ihtiyar, çocuk herkes var.
Dünya bu duyguyu nasıl anlasın, nasıl anlamlandırsın?

***

Yüreğin tafraya galip geldiği Çanakkale'yi de böyle anlayamamışlardı.
Bunca silah, mühimmat, onca gemi, on binlerce asker ve kusursuz bir savaş stratejisine karşılık; kısıtlı imkânlar içindeki "yorgun, aç-biilaç" bir orduya nasıl ve neden yenildiler yüz yıldır araştırıyorlar, bulamıyorlar.
Onların anlayamadıkları; bunun bir iman, inanç ve bir direnç duygusu olduğudur..
Göze alamayacağı tehdit ve tehlike yoktur bu milletin, yeter ki inansın..
Bu duyguyu bir partiye, bir kişiye indirgemek de milleti anlamamak, olayı küçümsemek veya sulandırmak olur ki bu da bilinmelidir.

***

Aksini düşünmek bile istemem. Sosyal medya hesaplarında çeşitli senaryoları yazılıyor, Allah muhafaza darbe başarıya ulaşsaydı diyorlar, sokağa çıkma yasağı ile birlikte tüm iletişim ve haberleşmenin kesildiği, gözaltılar, dezenformasyon ve çatışmaların yaşandığı bir ortamda 16 Temmuz'dan itibaren direnen her yer ağır bombardıman altında kalacak ve "güvenliği sağlamak" adına yabancı güçler ülkeye girecek ve Türkiye Suriye'den kötü duruma düşecekti.
Rabbim korudu, çünkü bu millet "UMUT MİLLET". Ümmetin ve bütün inanların duasıyla atlattık büyük bir badireyi.
Çünkü "Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü'minler, ancak Allah'a tevekkül etsinler" diyen bir Yüce Kitaba inanmışız. Bu duygu, ancak bu inançla tarifini bulabilir.

gazete

21 Temmuz 2016 Perşembe

Bin nasihat bir musibet!

Ahmet TEZCAN

Bin nasihat bir musibet!

21.7.2016

Darbe teşebbüsü bütün illerimizde hissedildi ama Ankara'da durum çok başkaydı. Çünkü Ankara başkent.. Ülkede iktidarı ele geçirmek için önce Başkan'ı ve başkenti teslim almak gerekir, başaramadılar.
Öncekileri bilemem ama 27 Mayısları, 12 Mart, 12 Eylülleri, 28 Şubat ve 27 Nisan'ı yaşamış biri olarak, yeni neslin ve herkesin darbenin "NASIL"ını "Bin Nasihat, Bir Musibet" anlaması bakımından belki TEK YARARI tartışılabilir.
Darbeciler Ankara'da bir şey dışında her şeyi yaptılar; Kocatepe'den başlayarak sadece camileri bombalamadılar. Hâlbuki jetlerin başkent semalarını yırtan ALÇAK UÇUŞ- LARINA önce minarelerden yükselen salâ sesleriyle karşılık veriliyordu.
Akıncı üssünde konuşlanan 60 jet, ikişer ikişer dalgalar halinde şehrin üstüne tam gaz geliyor ve bir yay çizerek yükseliyorlardı. Özenle seçiliyordu aşağıdakiler. Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ydı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ydi, Başbakanın çalıştığı Çankaya Köşkü ve milletin kendisiydi alçaldıkları ve yükseldikleri hedefler..
Başkentin semalarını yırtan alçak uçuşlar ve akabinde başlayan bombardımana helikopterlerin sesleri eklendi sonra. Karanlıkta çok zor seçilen skorskileri, makineli tüfek takırtılarıyla çok daha yakın fark ettik.
***
Yüreklere korku salmaya çalıştılar.
Havada sadece ışıklarıyla seçilen uçaklar şehir üzerinde kulakları yırtan gürültüleriyle önce milletten gelecek direnci kırmaya çalıştılar. Meclis bombardımandan büyük yara aldı.
Sokaklarda vatandaş darbecilerin silahlarından çıkan mermilerin hedefi olurken Meclisin ve meclis binasının sapa sağlam öylece kalması düşünülemezdi.
Vatandaş sokaktayken Gazi Meclisimiz de açıktı. Başkan İsmail Kahraman siyasi parti gruplarına hemen bir çağrıda bulunarak Meclisin çalışır halde olmasını sağladı. Nitekim milletvekilleri bombardımana rağmen meclis binasında bulundular... Bir sonraki yazımda bu konuya devam edeceğim.

gazete

15 Temmuz 2016 Cuma

Şahin ya da güvercin olmak

Ahmet TEZCAN

Şahin ya da güvercin olmak

15.7.2016

Kâmran İnan, yıllarca parlamentoda görev yapan tecrübeli bir siyaset adamıydı. Kürt kökenliydi, çeşitli hükümetlerde bakan olarak da önemli görevler üslenmişti. Dünyayı iyi tanır, uluslararası ilişkilerin önemine her fırsatta dikkat çekerdi. Yıllar önce ilk kez ondan dinlemiştim; "Türkiye'nin bu topraklarda ŞAHİN olmasına asla müsaade etmezler, GÜVERCİN olsun isterler, hele kana kırık olursa daha çok severler." Böyle diyordu Kâmran Bey. Bu coğrafyayı çok iyi tanımak lazım böyle bir yargıya varmak için, o bu coğrafyayı iyi tanıyan bir devlet adamıydı. Ancak köprünün altından çok sular aktı. Bayrak, vatan gibi kavramların tarifinde dahi ayrılığa düşen siyasilerine rağmen Türkiye gücünü yeniden keşfetti. Ülkemiz başta terör olmak üzere her türlü saldırıyla niçin karşı karşıya dersiniz? Batı dediğimiz dünya ile hangi müşterekte birleşebiliyoruz? Onlara boyun eğmedikçe sizi rahat bırakırlar mı? Her türlü saldıracak, durdurmak, susturmak isteyeceklerdir.
Türkiye sıradan bir devlet değil ki, bugün 64 devletin bayrak dalgalandırdığı bir coğrafyada asırlarca hükümran olmuş bir devlet, üstelik 5 trilyon dolarlık bir ekonominin de tam göbeğinde.. Dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 70'i bizim mahalleden karşılanıyor. Üç semavi dinin merkezindeyiz.. İnsan ve inanç çeşitliliği, tarihi, coğrafyası, iklimi ve doğal kaynaklarıyla dünyayı çeken bir bölge burası.. Sayısız medeniyetlerin kurulup battığı bu topraklarda insanlığa bir medeniyet tasavvuru önermek kadim anlayışlar için son derece rahatsızlık vericidir. Herkesin bir arzusu, sizin de saklı ya da bastırdığınız idealleriniz var. Yahut bu cennet coğrafyada cinneti sona erdirmek istiyorsunuz, kim dinler? Kargaşa ve kaos istiyor onlar, yerli işbirlikçileri de hazır..
Saddam'ın, Kaddafi'nin milyar dolarları, paha biçilmez mücevheratı nereye gitti dersiniz? Sadece petrol gelirleri yeterdi fakir halkın ihyası için. Başlarını kaldırmaya takatleri yok bugün. Diğerleri de onlardan farksız. Din, dil, mezhep, menfaat daha bir yığın gerekçeyle onlar kanlı bir iç savaşa sürüklenirken başkaları konforuna konfor katıyor. Bu coğrafyada önce güçlü olacaksınız, bu da ayrılıklarla değil, ortak yönlerin ortaya çıkarılması ve birlik içinde olmakla mümkündür. Yegâne caydırıcılığımız birlik olmamızdır.

gazete

8 Temmuz 2016 Cuma

Bayram ve trafik terörü

Ahmet TEZCAN

Bayram ve trafik terörü

8.7.2016

Ramazan Bayramı bilindiği üzere dini bir kavram, herkesçe yaşanası bir gün değildir aslında.
Yılda böyle iki bayramımız var, biri Ramazan diğeri Kurban.. "Şeker" ya da "et bayramı" diye adlandırıp bu müstesna günleri dini temelinden uzaklaştırma gayretleri hep olmuştur. Hatta bir kesimin kurban kesimi için ileri geri konuştuklarını biliriz, kast ettiğimiz kesim ete oldukça değil, fazlasıyla doygundurlar. Emsal değil ama bunlar yılbaşında hindi katliamına ses etmezken Kurban bayramında "hayvancıl" kesilirler.
Öyle olunca sormadan geçemiyoruz;
Ramazanda ne yaşadın, nasıl yaşadın da bayramı hak ettin birader?! Bırak yaşamayı, yaşamaya çalışanların orucuna, namazına, iftarına, ezanına her fırsatta istihza ile bakmayı da ihmal etmedin üstelik.
Ne yazık ki DAEŞ, EL KAİDE gibi bizzat Batı icadı örgütler Müslümanın boynunu büküyor, İslam deyince İslâm'la alâkası olmayan bu örgütler öne çıkarılıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan da haklı olarak en yüksek düzeyde cevabı alıyorlar.
***
İnsan ilişkileri, dini hayat maalesef tavsadı. Bunun çok çeşitli sebepleri var. Oruç, iftar kadar, teravih kadar dini değeri, maneviyatı yüksek olan bayram günlerini biz de gereğine uygun değil, artık "tatil fırsatı" olarak değerlendiriyoruz.
Yazık ki ne yazık, boşa harcanan kutsal zamanlardır bayram günleri! Üstelik hiç olmayacak şekilde bayram sevincini TRAFİK KAZALARI, ölüm ve acıya gark ediyoruz. Dün bu yazıyı kaleme alırken yollarda kaybettiklerimizin sayısı 50 dolayındaydı. İnanın terörle mücadelede biz bu kadar kayıp vermiyoruz. Sakat kalan, sonradan hastanede ölen ve milyonlarca lirayı bulan hasarlar buna dâhil değil.
***
Karayolları Trafik ve Yol Güvenliği Derneği Başkanı İhsan Memiş aradı dün yine, feryat figan ediyor. Yıllık kaza istatistiklerinin gerçek rakamları yansıtmadığını söylüyor. Bolu-Mengen'de tiner yüklü TIR kamyonu kazasını örnek gösteriyor. Beş vatandaşımızı kaybettiğimiz bu kazanın bilirkişi raporunu göndermiş ki denetimsizlikler akıl alacak gibi değil. Zaten bir süredir trafik denetimlerinde polis yok desem yeridir. Cihazlar ne tespit ediyorsa basıyorlar cezayı geçiyorlar. Egzos gürültüleriyle başkenti sarsan motosikletler ve lokanta kuryeleri ise tamamen denetim dışı gibi. Müdahale edecek bir Allahın kulu yok gibi, bizden söylemesi.

gazete

23 Haziran 2016 Perşembe

Kendin ol yeter…

Ahmet TEZCAN

Kendin ol yeter…

23.6.2016

Çok mübarek günler yaşıyoruz, bugünler seçilmiş zamanlardır, insana insanlığa tanınmış önemli fırsatlardır. Peki, ne için?
İnsanın arzularını, hırslarını dizginlemeleri, kendi aralarında bir dayanışma ve yardımlaşmayı sağlayabilmeleri için.
Bütün angajmanlarınızı bir yana koyup sadece insan olmak bu kadar mı zor?
İşte, evde, trafikte, çarşıda pazarda ne olur biraz sabır.. Sesinizi biraz alçaltın, yüksek sesle anlatamadığınızı belki yüksek sözle anlatabilirsiniz. Keskin sirkenin zararı en fazla kendineymiş, biraz törpüleyiverin keskinliklerinizi ne olur, 'diğergam' olun, 'hodgam' olmayın...

***

Bu kelimeleri yeni nesil bilmez; digergam olmak, başkalarının hakkını hukukunu da kendisininki kadar olmasa da gözetmek, göz önünde bulundurmak, korumaktır, hodgam da tam karşıtı. Bu tavır insan olmanın bir icabıdır. İnsan kelimesi de zaten "ünsiyet" eden demektir, yani ahbaplık arkadaşlık kuran yakınlaşan demektir. Uzun bir süredir biz bu kavramları kullanmaktan, bu kavramları edinmek, benimsemek, içine girmekten uzaklaştık. Şimdi bu kelimelerin yerini "egoizm, empati, sempati" gibi Latin kökenliler aldı.

***

Eskiden koptuk, yeni bir medeniyet tasavvuruyla karşı karşıyayız. Bu bizim kendimize ait de değil, bize dayatılan bir tasavvur. Hiç bilmeden sessizce, sinsice hayatımıza giriyor bizi değiştiriyorlar. Değişme değil bu, tam bir yozlaşmadır. Öyle olmasa yavrularımızı, en kıymetli varlıklarımızı bir dünya para ödeyip gönderdiğimiz yere KREŞ, yani DOMUZ AHIRI adını verir miyiz? En önemli eğitim kurumlarını yönetenlerin adları "REKTÖR, DEKAN" olur mu? Rektör, dekan aslında kiliselerin idari kadrolarından alınmış isimlerdir. Ayşe, Fatma gibi isimleri de terk ettik, yerine popüler isimlerden mesela FUNDA gibi adlar aldık. Tüm Fundalardan özürle söylüyorum, bizim dostlarımız da var ancak nedir Funda? ÇALILIK.. Tarihi, dini bir vurgusu, bir hedefi, mesajı var mı? Yok.. Sadece fonetik olarak kulağa hoş geliyor diye insan ismi yapmak ne derece doğrudur?! Biz eskiden İŞİTSEL bir medeniyetin çocuklarıydık, kulağımızdan beslenirdik. Şimdi her şeyimizle GÖRSEL olduk. Giyim, kuşam, araba, ev ve bütün davranış biçimlerimizle görsel olduk. Kararlarımız "Elalem ne der"e endeksli oldu. Kendimiz olmayı istemiyoruz, denemiyoruz bile..

gazete

17 Haziran 2016 Cuma

Tatil zili çalıyor

Ahmet TEZCAN

Tatil zili çalıyor

17.6.2016

Yaz tatili için bugün bütün okullarda son zil çalacak. 28 Eylül'de başlayan okullardaki eğitim-öğretim faaliyeti bugün sona eriyor. Karnelerini alacak olan öğrenciler üç ay boyunca dinlenecekler. Ankara'da 1 milyon öğrenci bugün karne sevinci yaşayacak. Başkentte özel ve resmi okul sayısı 70 bine yakın. Yine başkentin 20 dolayındaki üniversitesindeki öğrenciler buna dâhil değil. Hak ettiler, helal olsun, yaz tatilini de güzelce değerlendirmeliler.
Benim çocukların üniversite maceraları çoktan bitti ama karne günleri öğrencilerle birlikte ben de heyecanımı yenemiyorum.
Ders yılı başladığında Kocatepe Mimar Kemal'in önüne gidip onların heyecanını paylaşmıştım. Şimdi de üç ay boyunca kazasız belasız bir tatil geçirmeleri için onlara dua ediyorum.

***

Türkiye'nin 20 milyon civarındaki öğrencisi sayısı bile birçok ülkenin genel nüfusundan yüksek. Bu bizim için, ülkemiz için büyük şans ve büyük bir potansiyeldir.
Ama ilanihaye devam edecek de değildir. Nüfusumuz bizim de yaşlanıyor ve devlet büyükleri keyfinden çocuk sayısı hakkında teşvik konuşmaları yapmıyor.
Bunu "yatak odasına karışma" olarak nitelendirenler maksatlı değillerse yanlış düşünce içindeler. Onları zorla yatak odasına sokup çocuk yapın diyen yok. Ama şu bilinmelidir: Genç bir nüfusa sahip olmak istiyorsak, istikbalimizi iddialı bir şekilde planlayacaksak, ülkemiz bugün Avrupa'nın içine düştüğü durum benzeri "yaşlılar yurdu" haline gelmesin diyorsak en az üç, normali 4 çocuklu aile sayısını artırmalı, çocuk teşvikini sürdürmeliyiz.
Ülkelerin en büyük enerjisi genç nüfusudur.

***

Ha, bu teşvikler kuru kuruya da olmaz, belli desteklerin vatandaşa artırılarak yapılması gerekir. Hattâ bunun bölge bölge planlanması lazım. Evet, çocuk taşrada üretimin önemli bir unsurudur ama şehir hayatı gündeme geldiğinde tüketimin önemli bir unsuru olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Meselenin bir başka boyutu; Ankara'da 1 milyon ülke genelinde 20 milyon öğrenciyi tatil boyunca üç ay süreyle sokaklara terk edemeyiz. Ankara'da çoğu çalışan aileler, şimdi düşünüyorlar: Ben bu yavrumu nereye, kime bırakayım?! Büyük anne gibi ebeveynleri olmayanlar için bu durum çok büyük sorun. Çocuklarıyla işe gelen anne-babalar görürseniz hiç şaşırmayın, çoğu çaresizliğindendir.

gazete

9 Haziran 2016 Perşembe

Derdi dünya olanın...

Ahmet TEZCAN

Derdi dünya olanın...

9.6.2016

"Dünyayı anlamak zordur" diye başlıyor jeolojinin temel kavramlar kitabı ve oluşumundan gelişimine bir yığın soru soruyor.
Yer kürenin 23 derecelik eğimini bile henüz çözememiş bilim, çünkü 'bir yörüngede, bu hızda dönerken böyle kalması imkansız' diyorlar...
"Bir Yüce Kudret'in önünde?!" diyenler meseleyi çözüyorlar!
Ve işte zamanlardan bir an Ramazan... İki aydır bu müstesna günlerin hazırlığındaydık, nihayet kavuştuk şükürler olsun. Rabbim kime, neye iltifatta bulunmuş ise onu yükseltip yüceltmiştir.
Canlı cansız bütün mahlûkat bunun içindedir.
İnsanlar, dağlar, denizler, mekânlar, makamlar bunun içindedir.
Taşlara lutfetmiş; zümrüt, yakut, elmas olmuş...
Yerlere, yollara lutfetmiş; Mekke, Medine, Arafat, Kâbe, Kudüs olmuş...
Yeri göğü yaratmış; milyarlarca canlının içinden de insanı seçmiş, "yaratılmışların en şereflisi" ilan ederek yüce şahsına muhatap kılmış. Hiçbir mahlûkun erişemeyeceği HAZRET makamına yükseltmiş bizleri.
İnsanlar için bu muhataplık dahi emsalsiz bir ŞEREF makamıdır.
***
Peygamberler de insanlar arasından seçilmiş, "SIRATI MÜSTAKİM" denilen yeri, yolu bulmamız için görevlendirilmişlerdir.
Vahiy değil ama isteyene ilim, ilham yolları açık, kimin talebi olursa taahhüdü var Rabbimin.
Yunuslar, Mevlânalar Efendimizin velileri, vekilleridir. İnsanla iletişim sürüyor yeter ki müstahak olalım. Müstahaklık, bir şeyi hak etmiş olmak, "Seni hakkıyla bilemedik" diyerek boyun bükmektir.
Meselenin farkında olmak gerekiyor, zaman çok kısa..
"Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur" derler, bu manâda derdimizi(!) büyütmek, varlık sebebimizi kuşanmak ve kuşatmak durumundayız.
"Bakmaz mısınız, görmez misiniz, düşünmez misiniz?" diye sıklıkla soruyor yüce kitabımız; göğü, dağı gösteriyor, sivrisinekten, deveden örnek veriyor. Meymene- Meş'eme" diye ayırmış yolları ve tercihi bize bırakmış.
***
İşte, Ramazanlar, bayramlar, kandiller, kadirler istikametini belirlemesi için İnsan'a, Müslüman'a tanınan "MÜSTESNA ZAMANLAR"dır. Cuma günü gibi Ramazan da aylar içinden işaretlenmiş ve istisna tutulmuş.
Yetinmemiş içine bir de Kadir Gecesi gibi ömre bedel bir "MÜSTESNA AN" saklamış.
Bu mübarek Ramazan ayından en verimli şekilde nasiplenmeyi umuyoruz, dileğimiz, memleketimizin, milletimizin bu müstesna günler hürmetine her türlü tehditten, tehlikeden, tuzaktan korunmasıdır.

gazete

26 Mayıs 2016 Perşembe

Joachim Gauck kim?

Ahmet TEZCAN

Joachim Gauck kim?

26.5.2016

Yeni Türkiye, yeni hükümetle yoluna devam ediyor. Bize düşen hayırlı olmasını dilemektir. Uyumlu bir yönetim refah ve istikrar demektir.
Lider kavgaların- dan ve iki başlılıktan bu memleket çok çekti. Cenazede bile yan yana gelmeyen, selamlaşmaktan imtina eden yapı, kişiliklerden çok sistemdeki çarpıklığın sonucudur.

***

Demirel – Ecevit, onlardan önce İnönü - Bayar kavgaları halkı kahretmiş, "Medyaya kolay malzeme" olmuşlardır.
Neticede lider kavgaları bu ülkeye hep zarar vermiştir. En son Ecevit- Sezer kavgası, meşhur Anayasa kitapçığı fırlatma hadisesiyle bir gecede bu ülkeye 5 milyar dolara patlamış, tahribatı 18 milyar dolarla tamir edilmeye çalışılmıştır.

***

İki isim; Joachim Gauck veya Manuel Valls?
Kim Gauck'ın Almanya Cumhurbaşkanı, Valls'ın Fransız Başbakanı olduğunu söyleyebilir? Kendi vatandaşları bile düşünmeden çıkaramazlar. Bu iki ülke örneğinde görüldüğü üzere; bir şekilde oluşturulan sistemle yetki kargaşasını gidermişlerdir.

***

Bizde ise Cumhurbaşkanı da başbakan da sistem içinde çok güçlü ve bu güç Anayasa kaynaklıdır. Dolayısıyla yetki kargaşası bizde anayasaldır. Dünyada bir kargaşayı yasal hale getiren bir başka ülke var mıdır bilmiyorum?! O halde fiili durumun vakit geçirmeden sistemleşmesi zaruridir, kişiliklere bırakılmamalıdır.

***

Ülkede bir iktidar boşluğu bugün için yoktur ve fakat sağlıklı bir muhalefetin kurulamadığı da ortada.. Bu durum "Oh ne âlâ!" deyip geçiştirilemez, muhalefetteki boşluk iktidarların aleyhinedir. Bu boşluğu doldurmak isteyenler çıkabilir çünkü siyaset boşluk kaldırmaz. Nitekim bu gayretleri görüyoruz, sürekli iç çalkantılarla boğuşan muhalefet partileri politika üretemediğinden hedefindekilerle kavgayı tercih ediyor. Bunu görmek için bir saat Meclis TV'yi izlemek yeterli. Sistem kurması gerekenler birbiriyle uğraşmaktan yorgun düşüyorlar. O halde fiili durumu sistemleştirmekten başka çare kalmıyor.

gazete

28 Nisan 2016 Perşembe

Boru sesi neyin nesi?

Ahmet TEZCAN

Boru sesi neyin nesi?

28.4.2016

Son zamanların bir tartışma konusu var; şehit cenazelerimiz cenaze marşı ile mi yoksa tekbirlerle mi kaldırılsın? Ben düşüncemi hemen söyleyeyim; ben tekbirlerle kaldırılmasından yanayım cenazelerimizin.
Bando olacak deniyorsa Chopin'in marşı yerine Buhurizade Mustafa Itri Efendi'nin segâh bestesi seslendirilir, merasime katılanlar da sözleriyle bandoya refakat ederler.
Uygulama böyle olursa içimize siner mi? Kimse fark etmez belki ama, mesele de bitmez. Çünkü vatandaşın tavrı tamamen Şopen'e veya bandoya değildir, eski bir hikâyesi vardır bu tepkinin. Davul, trompet gibi birçok bando sazını mehteran da kullanıyordu, kulaklar alışıktır, bando-mızıka takımıydı onlar bizim için.
Öyleyse nedir?

***

Milli hafızada saklı olumsuz duygular var.
Türk musikisi yasaklanmıştı bir dönem, batı müziğini empozeyle emredenler, belediyeleri birer bando takımı kurmaya mecbur etmişlerdi.
Halkevlerinde de bando mızıka kursları, dans dersleri veriliyor, Cumhuriyet balolarının çok katılımlı ve çok renkli yaşanması isteniyordu.
"Modern, medeni" oluyorduk böylece, batılılar gibi bir "yaşam biçimi" kuruyorduk formel olarak vesaire vesaire!..Medeniyetimize ters düşen her uygulamanın derin sebepleri var. Cenazelerimizden Şopen'in marşının kalkması için Başbakan talimat vermişken bir hususu daha hatırlatalım istedim.

***

Boru sesi ?!
Madem cenazedeki uygulama için bir hazırlık var şunu da bu arada çözmenin tam zamanıdır: İstiklal Marşımızdan önce saygı duruşu ile beraber bir boru çalınır, Tİ SESİ diye bilinir? Pek çok resmi törende dikkat edin bu boru sesi ile saygı duruşuna geçer ardından Milli Marşımızı seslendiririz. Yani bu millete büyük ihtiramla bir 'BORU SESİ' dinletiliyor yıllardır. Şimdi bu boru sesi ne olacak?
2014'ün Nisan'ında bugünlerde itirazımı dile getirmiştim ama duyan olmadı.
Şoförler Derneği'nin kongresinden Cemevi açılışına (hem de güzelim Gülbank'tan önce) her yerde her törende saygı duruşumuzu sesiyle göstermek zorunda mıyız? "Ha sahi, bu Tİ sesi de neyin nesi?" diye sizin de aynı soruyu sorduğunuzu duyar gibiyim, Numan Kurtulmuş Hoca cevaplayacaktır umarım?!

***

Bu borunun da bir tarihi geçmişi var. Bize Kore Savaşı'nda Amerikalılardan bulaşmış.
Onlar için AĞIT bir nevi, meşhur Kuzey-Güney Savaşı'ndan kalmış. General Butterfield'in bestelediği ve "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alınan bu ezgi, o gün bugün her ABD askerinin tabutu başında seslendiriliyor. Kore'de onlar askerlerine tabut başında boru çalarken, Kore şehitlerimizin merasimi de aynı usulle yapılır olmuş.
(Bir anekdotu da bu arada aktarayım. Ülkemizi ziyareti sırasında Bush, kendisini karşılayan şeref kıtasının boru çaldığını duyunca;
"Kültürümüz buralara kadar gelmiş" demiş, çok sevinmiş.) Peki, bize ne oluyor da hâlâ sesiyle saygı duruyoruz? Bu borunun da Şopen'in marşıyla ile beraber derhal hayatımızdan çıkarılması gerekir diye düşünüyorum.

gazete