21 Temmuz 2016 Perşembe

Bin nasihat bir musibet!

Ahmet TEZCAN

Bin nasihat bir musibet!

21.7.2016

Darbe teşebbüsü bütün illerimizde hissedildi ama Ankara'da durum çok başkaydı. Çünkü Ankara başkent.. Ülkede iktidarı ele geçirmek için önce Başkan'ı ve başkenti teslim almak gerekir, başaramadılar.
Öncekileri bilemem ama 27 Mayısları, 12 Mart, 12 Eylülleri, 28 Şubat ve 27 Nisan'ı yaşamış biri olarak, yeni neslin ve herkesin darbenin "NASIL"ını "Bin Nasihat, Bir Musibet" anlaması bakımından belki TEK YARARI tartışılabilir.
Darbeciler Ankara'da bir şey dışında her şeyi yaptılar; Kocatepe'den başlayarak sadece camileri bombalamadılar. Hâlbuki jetlerin başkent semalarını yırtan ALÇAK UÇUŞ- LARINA önce minarelerden yükselen salâ sesleriyle karşılık veriliyordu.
Akıncı üssünde konuşlanan 60 jet, ikişer ikişer dalgalar halinde şehrin üstüne tam gaz geliyor ve bir yay çizerek yükseliyorlardı. Özenle seçiliyordu aşağıdakiler. Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ydı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ydi, Başbakanın çalıştığı Çankaya Köşkü ve milletin kendisiydi alçaldıkları ve yükseldikleri hedefler..
Başkentin semalarını yırtan alçak uçuşlar ve akabinde başlayan bombardımana helikopterlerin sesleri eklendi sonra. Karanlıkta çok zor seçilen skorskileri, makineli tüfek takırtılarıyla çok daha yakın fark ettik.
***
Yüreklere korku salmaya çalıştılar.
Havada sadece ışıklarıyla seçilen uçaklar şehir üzerinde kulakları yırtan gürültüleriyle önce milletten gelecek direnci kırmaya çalıştılar. Meclis bombardımandan büyük yara aldı.
Sokaklarda vatandaş darbecilerin silahlarından çıkan mermilerin hedefi olurken Meclisin ve meclis binasının sapa sağlam öylece kalması düşünülemezdi.
Vatandaş sokaktayken Gazi Meclisimiz de açıktı. Başkan İsmail Kahraman siyasi parti gruplarına hemen bir çağrıda bulunarak Meclisin çalışır halde olmasını sağladı. Nitekim milletvekilleri bombardımana rağmen meclis binasında bulundular... Bir sonraki yazımda bu konuya devam edeceğim.

gazete

15 Temmuz 2016 Cuma

Şahin ya da güvercin olmak

Ahmet TEZCAN

Şahin ya da güvercin olmak

15.7.2016

Kâmran İnan, yıllarca parlamentoda görev yapan tecrübeli bir siyaset adamıydı. Kürt kökenliydi, çeşitli hükümetlerde bakan olarak da önemli görevler üslenmişti. Dünyayı iyi tanır, uluslararası ilişkilerin önemine her fırsatta dikkat çekerdi. Yıllar önce ilk kez ondan dinlemiştim; "Türkiye'nin bu topraklarda ŞAHİN olmasına asla müsaade etmezler, GÜVERCİN olsun isterler, hele kana kırık olursa daha çok severler." Böyle diyordu Kâmran Bey. Bu coğrafyayı çok iyi tanımak lazım böyle bir yargıya varmak için, o bu coğrafyayı iyi tanıyan bir devlet adamıydı. Ancak köprünün altından çok sular aktı. Bayrak, vatan gibi kavramların tarifinde dahi ayrılığa düşen siyasilerine rağmen Türkiye gücünü yeniden keşfetti. Ülkemiz başta terör olmak üzere her türlü saldırıyla niçin karşı karşıya dersiniz? Batı dediğimiz dünya ile hangi müşterekte birleşebiliyoruz? Onlara boyun eğmedikçe sizi rahat bırakırlar mı? Her türlü saldıracak, durdurmak, susturmak isteyeceklerdir.
Türkiye sıradan bir devlet değil ki, bugün 64 devletin bayrak dalgalandırdığı bir coğrafyada asırlarca hükümran olmuş bir devlet, üstelik 5 trilyon dolarlık bir ekonominin de tam göbeğinde.. Dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 70'i bizim mahalleden karşılanıyor. Üç semavi dinin merkezindeyiz.. İnsan ve inanç çeşitliliği, tarihi, coğrafyası, iklimi ve doğal kaynaklarıyla dünyayı çeken bir bölge burası.. Sayısız medeniyetlerin kurulup battığı bu topraklarda insanlığa bir medeniyet tasavvuru önermek kadim anlayışlar için son derece rahatsızlık vericidir. Herkesin bir arzusu, sizin de saklı ya da bastırdığınız idealleriniz var. Yahut bu cennet coğrafyada cinneti sona erdirmek istiyorsunuz, kim dinler? Kargaşa ve kaos istiyor onlar, yerli işbirlikçileri de hazır..
Saddam'ın, Kaddafi'nin milyar dolarları, paha biçilmez mücevheratı nereye gitti dersiniz? Sadece petrol gelirleri yeterdi fakir halkın ihyası için. Başlarını kaldırmaya takatleri yok bugün. Diğerleri de onlardan farksız. Din, dil, mezhep, menfaat daha bir yığın gerekçeyle onlar kanlı bir iç savaşa sürüklenirken başkaları konforuna konfor katıyor. Bu coğrafyada önce güçlü olacaksınız, bu da ayrılıklarla değil, ortak yönlerin ortaya çıkarılması ve birlik içinde olmakla mümkündür. Yegâne caydırıcılığımız birlik olmamızdır.

gazete

8 Temmuz 2016 Cuma

Bayram ve trafik terörü

Ahmet TEZCAN

Bayram ve trafik terörü

8.7.2016

Ramazan Bayramı bilindiği üzere dini bir kavram, herkesçe yaşanası bir gün değildir aslında.
Yılda böyle iki bayramımız var, biri Ramazan diğeri Kurban.. "Şeker" ya da "et bayramı" diye adlandırıp bu müstesna günleri dini temelinden uzaklaştırma gayretleri hep olmuştur. Hatta bir kesimin kurban kesimi için ileri geri konuştuklarını biliriz, kast ettiğimiz kesim ete oldukça değil, fazlasıyla doygundurlar. Emsal değil ama bunlar yılbaşında hindi katliamına ses etmezken Kurban bayramında "hayvancıl" kesilirler.
Öyle olunca sormadan geçemiyoruz;
Ramazanda ne yaşadın, nasıl yaşadın da bayramı hak ettin birader?! Bırak yaşamayı, yaşamaya çalışanların orucuna, namazına, iftarına, ezanına her fırsatta istihza ile bakmayı da ihmal etmedin üstelik.
Ne yazık ki DAEŞ, EL KAİDE gibi bizzat Batı icadı örgütler Müslümanın boynunu büküyor, İslam deyince İslâm'la alâkası olmayan bu örgütler öne çıkarılıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan da haklı olarak en yüksek düzeyde cevabı alıyorlar.
***
İnsan ilişkileri, dini hayat maalesef tavsadı. Bunun çok çeşitli sebepleri var. Oruç, iftar kadar, teravih kadar dini değeri, maneviyatı yüksek olan bayram günlerini biz de gereğine uygun değil, artık "tatil fırsatı" olarak değerlendiriyoruz.
Yazık ki ne yazık, boşa harcanan kutsal zamanlardır bayram günleri! Üstelik hiç olmayacak şekilde bayram sevincini TRAFİK KAZALARI, ölüm ve acıya gark ediyoruz. Dün bu yazıyı kaleme alırken yollarda kaybettiklerimizin sayısı 50 dolayındaydı. İnanın terörle mücadelede biz bu kadar kayıp vermiyoruz. Sakat kalan, sonradan hastanede ölen ve milyonlarca lirayı bulan hasarlar buna dâhil değil.
***
Karayolları Trafik ve Yol Güvenliği Derneği Başkanı İhsan Memiş aradı dün yine, feryat figan ediyor. Yıllık kaza istatistiklerinin gerçek rakamları yansıtmadığını söylüyor. Bolu-Mengen'de tiner yüklü TIR kamyonu kazasını örnek gösteriyor. Beş vatandaşımızı kaybettiğimiz bu kazanın bilirkişi raporunu göndermiş ki denetimsizlikler akıl alacak gibi değil. Zaten bir süredir trafik denetimlerinde polis yok desem yeridir. Cihazlar ne tespit ediyorsa basıyorlar cezayı geçiyorlar. Egzos gürültüleriyle başkenti sarsan motosikletler ve lokanta kuryeleri ise tamamen denetim dışı gibi. Müdahale edecek bir Allahın kulu yok gibi, bizden söylemesi.

gazete

23 Haziran 2016 Perşembe

Kendin ol yeter…

Ahmet TEZCAN

Kendin ol yeter…

23.6.2016

Çok mübarek günler yaşıyoruz, bugünler seçilmiş zamanlardır, insana insanlığa tanınmış önemli fırsatlardır. Peki, ne için?
İnsanın arzularını, hırslarını dizginlemeleri, kendi aralarında bir dayanışma ve yardımlaşmayı sağlayabilmeleri için.
Bütün angajmanlarınızı bir yana koyup sadece insan olmak bu kadar mı zor?
İşte, evde, trafikte, çarşıda pazarda ne olur biraz sabır.. Sesinizi biraz alçaltın, yüksek sesle anlatamadığınızı belki yüksek sözle anlatabilirsiniz. Keskin sirkenin zararı en fazla kendineymiş, biraz törpüleyiverin keskinliklerinizi ne olur, 'diğergam' olun, 'hodgam' olmayın...

***

Bu kelimeleri yeni nesil bilmez; digergam olmak, başkalarının hakkını hukukunu da kendisininki kadar olmasa da gözetmek, göz önünde bulundurmak, korumaktır, hodgam da tam karşıtı. Bu tavır insan olmanın bir icabıdır. İnsan kelimesi de zaten "ünsiyet" eden demektir, yani ahbaplık arkadaşlık kuran yakınlaşan demektir. Uzun bir süredir biz bu kavramları kullanmaktan, bu kavramları edinmek, benimsemek, içine girmekten uzaklaştık. Şimdi bu kelimelerin yerini "egoizm, empati, sempati" gibi Latin kökenliler aldı.

***

Eskiden koptuk, yeni bir medeniyet tasavvuruyla karşı karşıyayız. Bu bizim kendimize ait de değil, bize dayatılan bir tasavvur. Hiç bilmeden sessizce, sinsice hayatımıza giriyor bizi değiştiriyorlar. Değişme değil bu, tam bir yozlaşmadır. Öyle olmasa yavrularımızı, en kıymetli varlıklarımızı bir dünya para ödeyip gönderdiğimiz yere KREŞ, yani DOMUZ AHIRI adını verir miyiz? En önemli eğitim kurumlarını yönetenlerin adları "REKTÖR, DEKAN" olur mu? Rektör, dekan aslında kiliselerin idari kadrolarından alınmış isimlerdir. Ayşe, Fatma gibi isimleri de terk ettik, yerine popüler isimlerden mesela FUNDA gibi adlar aldık. Tüm Fundalardan özürle söylüyorum, bizim dostlarımız da var ancak nedir Funda? ÇALILIK.. Tarihi, dini bir vurgusu, bir hedefi, mesajı var mı? Yok.. Sadece fonetik olarak kulağa hoş geliyor diye insan ismi yapmak ne derece doğrudur?! Biz eskiden İŞİTSEL bir medeniyetin çocuklarıydık, kulağımızdan beslenirdik. Şimdi her şeyimizle GÖRSEL olduk. Giyim, kuşam, araba, ev ve bütün davranış biçimlerimizle görsel olduk. Kararlarımız "Elalem ne der"e endeksli oldu. Kendimiz olmayı istemiyoruz, denemiyoruz bile..

gazete

17 Haziran 2016 Cuma

Tatil zili çalıyor

Ahmet TEZCAN

Tatil zili çalıyor

17.6.2016

Yaz tatili için bugün bütün okullarda son zil çalacak. 28 Eylül'de başlayan okullardaki eğitim-öğretim faaliyeti bugün sona eriyor. Karnelerini alacak olan öğrenciler üç ay boyunca dinlenecekler. Ankara'da 1 milyon öğrenci bugün karne sevinci yaşayacak. Başkentte özel ve resmi okul sayısı 70 bine yakın. Yine başkentin 20 dolayındaki üniversitesindeki öğrenciler buna dâhil değil. Hak ettiler, helal olsun, yaz tatilini de güzelce değerlendirmeliler.
Benim çocukların üniversite maceraları çoktan bitti ama karne günleri öğrencilerle birlikte ben de heyecanımı yenemiyorum.
Ders yılı başladığında Kocatepe Mimar Kemal'in önüne gidip onların heyecanını paylaşmıştım. Şimdi de üç ay boyunca kazasız belasız bir tatil geçirmeleri için onlara dua ediyorum.

***

Türkiye'nin 20 milyon civarındaki öğrencisi sayısı bile birçok ülkenin genel nüfusundan yüksek. Bu bizim için, ülkemiz için büyük şans ve büyük bir potansiyeldir.
Ama ilanihaye devam edecek de değildir. Nüfusumuz bizim de yaşlanıyor ve devlet büyükleri keyfinden çocuk sayısı hakkında teşvik konuşmaları yapmıyor.
Bunu "yatak odasına karışma" olarak nitelendirenler maksatlı değillerse yanlış düşünce içindeler. Onları zorla yatak odasına sokup çocuk yapın diyen yok. Ama şu bilinmelidir: Genç bir nüfusa sahip olmak istiyorsak, istikbalimizi iddialı bir şekilde planlayacaksak, ülkemiz bugün Avrupa'nın içine düştüğü durum benzeri "yaşlılar yurdu" haline gelmesin diyorsak en az üç, normali 4 çocuklu aile sayısını artırmalı, çocuk teşvikini sürdürmeliyiz.
Ülkelerin en büyük enerjisi genç nüfusudur.

***

Ha, bu teşvikler kuru kuruya da olmaz, belli desteklerin vatandaşa artırılarak yapılması gerekir. Hattâ bunun bölge bölge planlanması lazım. Evet, çocuk taşrada üretimin önemli bir unsurudur ama şehir hayatı gündeme geldiğinde tüketimin önemli bir unsuru olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Meselenin bir başka boyutu; Ankara'da 1 milyon ülke genelinde 20 milyon öğrenciyi tatil boyunca üç ay süreyle sokaklara terk edemeyiz. Ankara'da çoğu çalışan aileler, şimdi düşünüyorlar: Ben bu yavrumu nereye, kime bırakayım?! Büyük anne gibi ebeveynleri olmayanlar için bu durum çok büyük sorun. Çocuklarıyla işe gelen anne-babalar görürseniz hiç şaşırmayın, çoğu çaresizliğindendir.

gazete

9 Haziran 2016 Perşembe

Derdi dünya olanın...

Ahmet TEZCAN

Derdi dünya olanın...

9.6.2016

"Dünyayı anlamak zordur" diye başlıyor jeolojinin temel kavramlar kitabı ve oluşumundan gelişimine bir yığın soru soruyor.
Yer kürenin 23 derecelik eğimini bile henüz çözememiş bilim, çünkü 'bir yörüngede, bu hızda dönerken böyle kalması imkansız' diyorlar...
"Bir Yüce Kudret'in önünde?!" diyenler meseleyi çözüyorlar!
Ve işte zamanlardan bir an Ramazan... İki aydır bu müstesna günlerin hazırlığındaydık, nihayet kavuştuk şükürler olsun. Rabbim kime, neye iltifatta bulunmuş ise onu yükseltip yüceltmiştir.
Canlı cansız bütün mahlûkat bunun içindedir.
İnsanlar, dağlar, denizler, mekânlar, makamlar bunun içindedir.
Taşlara lutfetmiş; zümrüt, yakut, elmas olmuş...
Yerlere, yollara lutfetmiş; Mekke, Medine, Arafat, Kâbe, Kudüs olmuş...
Yeri göğü yaratmış; milyarlarca canlının içinden de insanı seçmiş, "yaratılmışların en şereflisi" ilan ederek yüce şahsına muhatap kılmış. Hiçbir mahlûkun erişemeyeceği HAZRET makamına yükseltmiş bizleri.
İnsanlar için bu muhataplık dahi emsalsiz bir ŞEREF makamıdır.
***
Peygamberler de insanlar arasından seçilmiş, "SIRATI MÜSTAKİM" denilen yeri, yolu bulmamız için görevlendirilmişlerdir.
Vahiy değil ama isteyene ilim, ilham yolları açık, kimin talebi olursa taahhüdü var Rabbimin.
Yunuslar, Mevlânalar Efendimizin velileri, vekilleridir. İnsanla iletişim sürüyor yeter ki müstahak olalım. Müstahaklık, bir şeyi hak etmiş olmak, "Seni hakkıyla bilemedik" diyerek boyun bükmektir.
Meselenin farkında olmak gerekiyor, zaman çok kısa..
"Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur" derler, bu manâda derdimizi(!) büyütmek, varlık sebebimizi kuşanmak ve kuşatmak durumundayız.
"Bakmaz mısınız, görmez misiniz, düşünmez misiniz?" diye sıklıkla soruyor yüce kitabımız; göğü, dağı gösteriyor, sivrisinekten, deveden örnek veriyor. Meymene- Meş'eme" diye ayırmış yolları ve tercihi bize bırakmış.
***
İşte, Ramazanlar, bayramlar, kandiller, kadirler istikametini belirlemesi için İnsan'a, Müslüman'a tanınan "MÜSTESNA ZAMANLAR"dır. Cuma günü gibi Ramazan da aylar içinden işaretlenmiş ve istisna tutulmuş.
Yetinmemiş içine bir de Kadir Gecesi gibi ömre bedel bir "MÜSTESNA AN" saklamış.
Bu mübarek Ramazan ayından en verimli şekilde nasiplenmeyi umuyoruz, dileğimiz, memleketimizin, milletimizin bu müstesna günler hürmetine her türlü tehditten, tehlikeden, tuzaktan korunmasıdır.

gazete

26 Mayıs 2016 Perşembe

Joachim Gauck kim?

Ahmet TEZCAN

Joachim Gauck kim?

26.5.2016

Yeni Türkiye, yeni hükümetle yoluna devam ediyor. Bize düşen hayırlı olmasını dilemektir. Uyumlu bir yönetim refah ve istikrar demektir.
Lider kavgaların- dan ve iki başlılıktan bu memleket çok çekti. Cenazede bile yan yana gelmeyen, selamlaşmaktan imtina eden yapı, kişiliklerden çok sistemdeki çarpıklığın sonucudur.

***

Demirel – Ecevit, onlardan önce İnönü - Bayar kavgaları halkı kahretmiş, "Medyaya kolay malzeme" olmuşlardır.
Neticede lider kavgaları bu ülkeye hep zarar vermiştir. En son Ecevit- Sezer kavgası, meşhur Anayasa kitapçığı fırlatma hadisesiyle bir gecede bu ülkeye 5 milyar dolara patlamış, tahribatı 18 milyar dolarla tamir edilmeye çalışılmıştır.

***

İki isim; Joachim Gauck veya Manuel Valls?
Kim Gauck'ın Almanya Cumhurbaşkanı, Valls'ın Fransız Başbakanı olduğunu söyleyebilir? Kendi vatandaşları bile düşünmeden çıkaramazlar. Bu iki ülke örneğinde görüldüğü üzere; bir şekilde oluşturulan sistemle yetki kargaşasını gidermişlerdir.

***

Bizde ise Cumhurbaşkanı da başbakan da sistem içinde çok güçlü ve bu güç Anayasa kaynaklıdır. Dolayısıyla yetki kargaşası bizde anayasaldır. Dünyada bir kargaşayı yasal hale getiren bir başka ülke var mıdır bilmiyorum?! O halde fiili durumun vakit geçirmeden sistemleşmesi zaruridir, kişiliklere bırakılmamalıdır.

***

Ülkede bir iktidar boşluğu bugün için yoktur ve fakat sağlıklı bir muhalefetin kurulamadığı da ortada.. Bu durum "Oh ne âlâ!" deyip geçiştirilemez, muhalefetteki boşluk iktidarların aleyhinedir. Bu boşluğu doldurmak isteyenler çıkabilir çünkü siyaset boşluk kaldırmaz. Nitekim bu gayretleri görüyoruz, sürekli iç çalkantılarla boğuşan muhalefet partileri politika üretemediğinden hedefindekilerle kavgayı tercih ediyor. Bunu görmek için bir saat Meclis TV'yi izlemek yeterli. Sistem kurması gerekenler birbiriyle uğraşmaktan yorgun düşüyorlar. O halde fiili durumu sistemleştirmekten başka çare kalmıyor.

gazete

28 Nisan 2016 Perşembe

Boru sesi neyin nesi?

Ahmet TEZCAN

Boru sesi neyin nesi?

28.4.2016

Son zamanların bir tartışma konusu var; şehit cenazelerimiz cenaze marşı ile mi yoksa tekbirlerle mi kaldırılsın? Ben düşüncemi hemen söyleyeyim; ben tekbirlerle kaldırılmasından yanayım cenazelerimizin.
Bando olacak deniyorsa Chopin'in marşı yerine Buhurizade Mustafa Itri Efendi'nin segâh bestesi seslendirilir, merasime katılanlar da sözleriyle bandoya refakat ederler.
Uygulama böyle olursa içimize siner mi? Kimse fark etmez belki ama, mesele de bitmez. Çünkü vatandaşın tavrı tamamen Şopen'e veya bandoya değildir, eski bir hikâyesi vardır bu tepkinin. Davul, trompet gibi birçok bando sazını mehteran da kullanıyordu, kulaklar alışıktır, bando-mızıka takımıydı onlar bizim için.
Öyleyse nedir?

***

Milli hafızada saklı olumsuz duygular var.
Türk musikisi yasaklanmıştı bir dönem, batı müziğini empozeyle emredenler, belediyeleri birer bando takımı kurmaya mecbur etmişlerdi.
Halkevlerinde de bando mızıka kursları, dans dersleri veriliyor, Cumhuriyet balolarının çok katılımlı ve çok renkli yaşanması isteniyordu.
"Modern, medeni" oluyorduk böylece, batılılar gibi bir "yaşam biçimi" kuruyorduk formel olarak vesaire vesaire!..Medeniyetimize ters düşen her uygulamanın derin sebepleri var. Cenazelerimizden Şopen'in marşının kalkması için Başbakan talimat vermişken bir hususu daha hatırlatalım istedim.

***

Boru sesi ?!
Madem cenazedeki uygulama için bir hazırlık var şunu da bu arada çözmenin tam zamanıdır: İstiklal Marşımızdan önce saygı duruşu ile beraber bir boru çalınır, Tİ SESİ diye bilinir? Pek çok resmi törende dikkat edin bu boru sesi ile saygı duruşuna geçer ardından Milli Marşımızı seslendiririz. Yani bu millete büyük ihtiramla bir 'BORU SESİ' dinletiliyor yıllardır. Şimdi bu boru sesi ne olacak?
2014'ün Nisan'ında bugünlerde itirazımı dile getirmiştim ama duyan olmadı.
Şoförler Derneği'nin kongresinden Cemevi açılışına (hem de güzelim Gülbank'tan önce) her yerde her törende saygı duruşumuzu sesiyle göstermek zorunda mıyız? "Ha sahi, bu Tİ sesi de neyin nesi?" diye sizin de aynı soruyu sorduğunuzu duyar gibiyim, Numan Kurtulmuş Hoca cevaplayacaktır umarım?!

***

Bu borunun da bir tarihi geçmişi var. Bize Kore Savaşı'nda Amerikalılardan bulaşmış.
Onlar için AĞIT bir nevi, meşhur Kuzey-Güney Savaşı'ndan kalmış. General Butterfield'in bestelediği ve "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alınan bu ezgi, o gün bugün her ABD askerinin tabutu başında seslendiriliyor. Kore'de onlar askerlerine tabut başında boru çalarken, Kore şehitlerimizin merasimi de aynı usulle yapılır olmuş.
(Bir anekdotu da bu arada aktarayım. Ülkemizi ziyareti sırasında Bush, kendisini karşılayan şeref kıtasının boru çaldığını duyunca;
"Kültürümüz buralara kadar gelmiş" demiş, çok sevinmiş.) Peki, bize ne oluyor da hâlâ sesiyle saygı duruyoruz? Bu borunun da Şopen'in marşıyla ile beraber derhal hayatımızdan çıkarılması gerekir diye düşünüyorum.

gazete

18 Nisan 2016 Pazartesi

KKTC sizi bekliyor

Ahmet TEZCAN

KKTC sizi bekliyor

18.4.2016

Kıbrıs içine düşülen siyasi krizi aştı. Vatandaş ilgisiz gibi görünse de sohbetin sonu krize gelip dayanıyordu. KKTC'de hükümet, koalisyon ortaklarından Ulusal Birliğin çekilme kararı almasıyla 2 Nisan'da düşmüştü.
50 sandalyeli KKTC Meclis'inde Cumhuriyetçi Türk Partisi 20, Ulusal Birlik Partisi de 18 sandalyeye sahip ve iki büyük partinin kurduğu hükümet 'Büyük Koalisyon' olarak niteleniyordu, olmadı. Temel sorun aslında ekonomik; memur maaşları ödenemez olmuş Ulusal Birlik de, "hükümette kalmak anlamsız" diyerek hükümetten çekilmişti. Ortaklar arasında ilk görüş ayrılığı Türkiye'nin su temini projesinin hayata geçmesiyle, suyun nasıl dağıtılacağı konusunda ortaya çıkmıştı. CTP Belediyeler eliyle suyun dağıtılmasını savunurken, UBP dağıtım özelleştirilsin istiyordu. Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, yeni hükümeti kurma görevini şimdi UBP Genel Başkanı Hüseyin Özgürgün'e verdi. Özgürgün, 5 sandalyeye sahip Demokrat Parti ve bağımsızlarla görüştü ve bir mutabakat kuruldu. Sokaktaki vatandaş da hükümeti UBP kursun istiyordu.
CTP' ye de itirazları yok ama bu partiyi fazla resmi buluyor vatandaş. Şimdi Denktaş ortaklığındaki hükümet Cumhurbaşkanı Akıncı tarafından onaylandı. Şunu mutlaka söylemeliyim;
KKTC'nin de krizlerden kurtulmak için "Eski Türkiye Anlayışı"ndan vazgeçmesi gerekiyor. Kararlı, istikrarlı bir hükümetin neler başardığını görmek için Anavatan en güzel örnek. Kuzey'in bir yığın sorunu var, çözümü Dünyalık olsa da şimdi kolları sıvayıp TAM YOL işe girişecekler. Her konuda Ankara'nın kapısını aşındırmaları gerekir. Turizmden Tarım'a orada ilk elden çözümlenecek çok iş, çok kazanç kapısı var. Bize düşen başarı dilemektir.
***


Kıbrıs'ın cömert güneşini bu seyahatimizde göremedik, sular da henüz ısınmamış olunca geriye tarihi turistik yerlerini gezmek, damak lezzetlerini aramak kaldı. Geçen sefer Salamis harabelerini, Magosa ve Lefkoşa'yı gezmiştik, bu defa Karpas burnundan başladık, kiliseleri gezdik, Dipkarpas'ın lezzetlerini tattık. Gaziantep ve Hatay'dakiler kadar güzel Soli mozaiklerini gördük, Vuni sarayını gezdik. Gemikonağı'nda, Yeşilırmak da dinlendik. KKTC'de Hükümet mali sıkıntı çekerken Kıbrıs'ın bakır ve altın rezervleri toprağın altında yatıyor. Oysa tarih boyunca bu madenler işletilmiş ve buradan dünyaya taşınmış. Gemikonağı'ndaki liman ve buralara kurulan saraylar bunun açık delili.
Kıbrıs'ın Anavatan'da bile yeterince tanındığını sanmıyorum. Sadece kumarıyla hatırlanmak KKTC'ye ayıptır. Kültürel varlıkları ve damak lezzetleri hayli zengin olan Yavru Vatan'ın tanıtımı için gayret gerekiyor. Son söz, Ada sizi bekliyor, dolu dolu gidin gezin ve görün bağrında nice güzellikler barındırıyor güzel Kıbrıs'ımız.

gazete

8 Nisan 2016 Cuma

Dr. Emin Acar

Ahmet TEZCAN

Dr. Emin Acar

8.4.2016

Kimi için hoca, kimine baba, ağabey, kimine şeyh ama bir gerçek var Ankara'nın manevi önderi, Doktor Emin Acar artık yok. Kendi için o, sadece Hacı Bayram Veli yolunun hayranı, takipçisi ve öğrencisiydi. Ak giysiler içinde sözleri, davranışı ve yaşantısıyla gerçek AKSAKAL bir adamdı Emin Hoca.
Adam olmak "âdem" olmayla başlar. Eskimez harflerle elif, dal, mim. Elif gibi dimdik, yalnızca doğruların savunucusu oldu.
Onun yolu, tek doğrusu; biricik Habibi Edib, Efendiler Efendisinin gösterdiği Rabbinin yoluydu o kadar. Engin tevazusuna bedeni de uydu zamanla, dal harfi gibi eğildi. Mim harfi onun seccadesinde Rabbisine kapandığı halidir. Tek kapısı, tesellisi ve baş koyup eğilecek tek makamda bir beni âdemdi, bir adamdı o.
***
Gönül adamları için öldü denmez, çünkü onlar ölmez. Bir bedene sahip olmak, yeyip içmek gezip tozmak tek dirilik alameti de değildir ayrıca. Niceleri var, sokakta, çarşıda, pazarda kanlı canlıdırlar ama ölüdürler. Varlıkları ile yoklukları arasında pek fark yoktur.
Niceleri vardır mezardadır, bir taşın arkasında upuzun, sessiz sakin yatıyordur ama her an herkesin dilinde, gönlündedir, her gün ondan bir şeyler alınır, yapılır, yaşanır, onsuz olunmaz.
Emin Acar, kimilerinin doktoruydu, hastalıklarını teşhis ve tedavi edendi. Ama geneli itibariyle o, gerçekten bu toplumun ruh doktoru, bilge kişisi, yol göstereniydi. En tekil, en mahrem marazınızdan, dünyayı ilgilendiren en genel hale kadar her duruma söyleyeceği bir sözü, bir tavsiyesi, bir tesbiti mutlaka vardı.
Bir keresinde eşinden boşanmış bir vatandaşa "Allah'ın sevmediği tek helaldir" diyerek, evlenmesini, evli olarak bu dünyadan göçmenin faziletlerini anlattığına şahit olurken, bir başka zaman Suriye'de o günlerde bir cephede ağır şekilde devam eden savaşla ilgili ilginç bilgiler veriyordu. "Ğûta" denen bölgeyi ben ondan duydum. Aç dedi, Ramuz'ül Ehadis adlı kitabı gösterdi, sayfasını, satırını, hadis numarasını söyleyip okumamı istedi:
"Melhame-i Kübra gününde Müslümanların merkezi Şam şehrinde Ğuta denilen yerdedir. O gün Müslümanların menzillerinin en hayırlısı orasıdır" yazıyordu Hz. Ebud Derda'dan rivayetle, "Hayırla sonuçlanacak" dedi.
***
Dr. Emin Acar, nereden, kimden, nasıl geldiğini bilemediğim kaynaklardan her konuya ilişkin bilgileri gerçek sayıları, rakamlarıyla verirdi. Her makamdan devlet erkânıyla görüşür, konuşur, tavsiye ve nasihatlerde bulunurdu.
Toryum, volfram gibi elementlerin önemini, nerelerde kullanıldığını, stratejisini, Türkiye ve dünyadaki rezervlerine varana kadar ayrıntılı bilgileri ben yine ilk kez ondan duydum. Sadece bunlar mı? Ne zaman neyin yenileceği, yararı, zararı fotokopi edilmiş olarak elinize tutuşturulur ve uygulanması tavsiye edilirdi. Şerbeti, çorbası onun ikramından herkes mutlaka nasiplenirdi. Yalnızca ikram, tavsiye, nasihat değil, bir konunun, bir meselenin etkilisi, yetkilisi, sorumlusu geldiğinde -ki eksik olmazdı- bir öğrenci gibi merakla sorular soran ve öğrenendi aynı zamanda o.
Velhasıl, Hacı Bayram'da biz bir bilge adamı, dertlere deva bir şifacıyı, toplumun ve insanların pek çok meselesine ışık tutan bir münevveri, bir tıp adamını, bir din âlimini, yol gösterici bir SIR ADAMI kaybettik. Rahmeti rahmana kavuştu inşallah.. Yeri doldurulamasa da 90 yıllık ömür içinde dergâh, tekke, ofis, yazıhane, muayenehane ne derseniz; en azından o çevredeki gariplere, fakirlere, hattâ meczuplara sığınak, barınak olan o mekân umarım yaşatılır.

gazete

9 Mart 2016 Çarşamba

Düşünmez misiniz?

Ahmet TEZCAN

Düşünmez misiniz?

10.3.2016

Kur'anî bir sözdür bu.. Bazen "akıl etmez misiniz?" şeklinde belki 10'dan fazla yerde geçer. İnsanı silkeleyen, kendine getiren bir uyarıdır. Düşünerek insanın bundan bir ders çıkarması istenir.
Öyleyse bir kere de biz düşünelim: Bir ülkeyi yöneten zat veya çoğul olarak söylersek zevat; sabah kalkacak tan yeri ağarmadan, ellerini açacak, ülkesi, milleti ve tüm dünya mazlumları için Rabbine yakaracak, yardım etmesi için Yaradan'a yalvar yakar olacak, bazen gözyaşlarına garkolup dualarına icabet isteyecek..
Sonra makamına geçecek "taraftar, yandaş" menfaati gözetecek, ihaleye fesat karıştıracak, kanunları çarpıtacak..
Aynı toplumun bir başka kesimine hayatı zehir edecek icraatlarda bulunacak?!..
Bu olacak şey değildir.
İkisi bir arada yürümeyen, yürütülemeyen bir durum, bir eylemdir bu..
Nefes alıp veren.. İnsan olarak varlığın ve varlığının farkında olup akıl ve gönül sahibi bir kimse için; ("Bir beyin ve bir kalp taşıyan" şeklinde de söylenebilir bu..) Birbirine zıt, birisi diğerine yer bırakmayan böyle bir tavır içinde olabileceği asla söylenemez. Olsa da bu durum sürdürülebilir değildir.
Benim inancım bu..
***

Siz de aksini düşünüp kurgulamak suretiyle bir akıl yürütebilirsiniz. Çünkü bu ülke, sabaha karşı kumar masasından çakırkeyif kalkıp yatağına kendini zor atan yöneticileri de gördü.
Nitekim İcra Vekilleri Heyetleri'ni saymazsak, İsmet Paşa'nın başında bulunduğu 1.
Hükümetten, Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki 63 ncü Hükümete kadar 92 yılda 63 hükümetle yönetilir (daha doğrusu YÖNETİLEMEZ) hale gelmezdi.
Burada kabaca bir hesap yaparak, 92 yılı 63'e bölsek bir hükümete 1,5 yıl bile düşmemektedir iktidarını gösterip bir icraat ortaya koyabilmesi için.. Değil köprü, baraj vs yapmak; yaşayan insanların günlük mübrem ihtiyaçlarının görülmesi için bile bu süre yetmez.
Bir de Cumhurbaşkanı ve başbakanları sürekli çatışan, birbiriyle kavga eden, birçok konuda ayrılığa düşen, medyada birbirine laf yetiştiren bir ülke ki biz bunları çok yaşadık:
***

Atatürk ile İnönü'nün anlaşmazlıkları henüz tam olarak gün yüzüne çıkmadı. Sonra Celal Bayar.. iktidarı boyunca Menderes'in elini kolunu bağlamıştır.
Asker cumhurbaşkanlarını saymazsak; Demirel ile Özal, Cumhurbaşkanı veya başbakan iken sürekli kavgalıydılar, bir konuda bile uzlaştıklarını kimse söyleyemez. Özal, kendi seçtiği başbakanlarıyla bile anlaşıp uzlaşamadı, vefatına yakın parti kurmaya kalktığını da herkes bilir.
Ahmet Necdet Sezer'i ortaya çıkaran Ecevit'ti, birbirine Anayasa kitapçığı fırlatıp işi "Nankör" lükle suçlamaya kadar götürdüler. Abdullah Bey ile Erdoğan'ın arasına nifak sokamamaları ikisinin de tuzağın farkında olmalarındandır.
Demek ki yönetim aygıtında bir sıkıntı var ve adı BAŞKANLIK da olsa herkesin bir irade koyup sistemi onarmaları mecburidir.
Davutoğlu-Erdoğan ilişkisi yürüyorsa bu mayaları ve ideallerinin icabıdır.

gazete