8 Nisan 2016 Cuma

Dr. Emin Acar

Ahmet TEZCAN

Dr. Emin Acar

8.4.2016

Kimi için hoca, kimine baba, ağabey, kimine şeyh ama bir gerçek var Ankara'nın manevi önderi, Doktor Emin Acar artık yok. Kendi için o, sadece Hacı Bayram Veli yolunun hayranı, takipçisi ve öğrencisiydi. Ak giysiler içinde sözleri, davranışı ve yaşantısıyla gerçek AKSAKAL bir adamdı Emin Hoca.
Adam olmak "âdem" olmayla başlar. Eskimez harflerle elif, dal, mim. Elif gibi dimdik, yalnızca doğruların savunucusu oldu.
Onun yolu, tek doğrusu; biricik Habibi Edib, Efendiler Efendisinin gösterdiği Rabbinin yoluydu o kadar. Engin tevazusuna bedeni de uydu zamanla, dal harfi gibi eğildi. Mim harfi onun seccadesinde Rabbisine kapandığı halidir. Tek kapısı, tesellisi ve baş koyup eğilecek tek makamda bir beni âdemdi, bir adamdı o.
***
Gönül adamları için öldü denmez, çünkü onlar ölmez. Bir bedene sahip olmak, yeyip içmek gezip tozmak tek dirilik alameti de değildir ayrıca. Niceleri var, sokakta, çarşıda, pazarda kanlı canlıdırlar ama ölüdürler. Varlıkları ile yoklukları arasında pek fark yoktur.
Niceleri vardır mezardadır, bir taşın arkasında upuzun, sessiz sakin yatıyordur ama her an herkesin dilinde, gönlündedir, her gün ondan bir şeyler alınır, yapılır, yaşanır, onsuz olunmaz.
Emin Acar, kimilerinin doktoruydu, hastalıklarını teşhis ve tedavi edendi. Ama geneli itibariyle o, gerçekten bu toplumun ruh doktoru, bilge kişisi, yol göstereniydi. En tekil, en mahrem marazınızdan, dünyayı ilgilendiren en genel hale kadar her duruma söyleyeceği bir sözü, bir tavsiyesi, bir tesbiti mutlaka vardı.
Bir keresinde eşinden boşanmış bir vatandaşa "Allah'ın sevmediği tek helaldir" diyerek, evlenmesini, evli olarak bu dünyadan göçmenin faziletlerini anlattığına şahit olurken, bir başka zaman Suriye'de o günlerde bir cephede ağır şekilde devam eden savaşla ilgili ilginç bilgiler veriyordu. "Ğûta" denen bölgeyi ben ondan duydum. Aç dedi, Ramuz'ül Ehadis adlı kitabı gösterdi, sayfasını, satırını, hadis numarasını söyleyip okumamı istedi:
"Melhame-i Kübra gününde Müslümanların merkezi Şam şehrinde Ğuta denilen yerdedir. O gün Müslümanların menzillerinin en hayırlısı orasıdır" yazıyordu Hz. Ebud Derda'dan rivayetle, "Hayırla sonuçlanacak" dedi.
***
Dr. Emin Acar, nereden, kimden, nasıl geldiğini bilemediğim kaynaklardan her konuya ilişkin bilgileri gerçek sayıları, rakamlarıyla verirdi. Her makamdan devlet erkânıyla görüşür, konuşur, tavsiye ve nasihatlerde bulunurdu.
Toryum, volfram gibi elementlerin önemini, nerelerde kullanıldığını, stratejisini, Türkiye ve dünyadaki rezervlerine varana kadar ayrıntılı bilgileri ben yine ilk kez ondan duydum. Sadece bunlar mı? Ne zaman neyin yenileceği, yararı, zararı fotokopi edilmiş olarak elinize tutuşturulur ve uygulanması tavsiye edilirdi. Şerbeti, çorbası onun ikramından herkes mutlaka nasiplenirdi. Yalnızca ikram, tavsiye, nasihat değil, bir konunun, bir meselenin etkilisi, yetkilisi, sorumlusu geldiğinde -ki eksik olmazdı- bir öğrenci gibi merakla sorular soran ve öğrenendi aynı zamanda o.
Velhasıl, Hacı Bayram'da biz bir bilge adamı, dertlere deva bir şifacıyı, toplumun ve insanların pek çok meselesine ışık tutan bir münevveri, bir tıp adamını, bir din âlimini, yol gösterici bir SIR ADAMI kaybettik. Rahmeti rahmana kavuştu inşallah.. Yeri doldurulamasa da 90 yıllık ömür içinde dergâh, tekke, ofis, yazıhane, muayenehane ne derseniz; en azından o çevredeki gariplere, fakirlere, hattâ meczuplara sığınak, barınak olan o mekân umarım yaşatılır.

gazete

9 Mart 2016 Çarşamba

Düşünmez misiniz?

Ahmet TEZCAN

Düşünmez misiniz?

10.3.2016

Kur'anî bir sözdür bu.. Bazen "akıl etmez misiniz?" şeklinde belki 10'dan fazla yerde geçer. İnsanı silkeleyen, kendine getiren bir uyarıdır. Düşünerek insanın bundan bir ders çıkarması istenir.
Öyleyse bir kere de biz düşünelim: Bir ülkeyi yöneten zat veya çoğul olarak söylersek zevat; sabah kalkacak tan yeri ağarmadan, ellerini açacak, ülkesi, milleti ve tüm dünya mazlumları için Rabbine yakaracak, yardım etmesi için Yaradan'a yalvar yakar olacak, bazen gözyaşlarına garkolup dualarına icabet isteyecek..
Sonra makamına geçecek "taraftar, yandaş" menfaati gözetecek, ihaleye fesat karıştıracak, kanunları çarpıtacak..
Aynı toplumun bir başka kesimine hayatı zehir edecek icraatlarda bulunacak?!..
Bu olacak şey değildir.
İkisi bir arada yürümeyen, yürütülemeyen bir durum, bir eylemdir bu..
Nefes alıp veren.. İnsan olarak varlığın ve varlığının farkında olup akıl ve gönül sahibi bir kimse için; ("Bir beyin ve bir kalp taşıyan" şeklinde de söylenebilir bu..) Birbirine zıt, birisi diğerine yer bırakmayan böyle bir tavır içinde olabileceği asla söylenemez. Olsa da bu durum sürdürülebilir değildir.
Benim inancım bu..
***

Siz de aksini düşünüp kurgulamak suretiyle bir akıl yürütebilirsiniz. Çünkü bu ülke, sabaha karşı kumar masasından çakırkeyif kalkıp yatağına kendini zor atan yöneticileri de gördü.
Nitekim İcra Vekilleri Heyetleri'ni saymazsak, İsmet Paşa'nın başında bulunduğu 1.
Hükümetten, Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki 63 ncü Hükümete kadar 92 yılda 63 hükümetle yönetilir (daha doğrusu YÖNETİLEMEZ) hale gelmezdi.
Burada kabaca bir hesap yaparak, 92 yılı 63'e bölsek bir hükümete 1,5 yıl bile düşmemektedir iktidarını gösterip bir icraat ortaya koyabilmesi için.. Değil köprü, baraj vs yapmak; yaşayan insanların günlük mübrem ihtiyaçlarının görülmesi için bile bu süre yetmez.
Bir de Cumhurbaşkanı ve başbakanları sürekli çatışan, birbiriyle kavga eden, birçok konuda ayrılığa düşen, medyada birbirine laf yetiştiren bir ülke ki biz bunları çok yaşadık:
***

Atatürk ile İnönü'nün anlaşmazlıkları henüz tam olarak gün yüzüne çıkmadı. Sonra Celal Bayar.. iktidarı boyunca Menderes'in elini kolunu bağlamıştır.
Asker cumhurbaşkanlarını saymazsak; Demirel ile Özal, Cumhurbaşkanı veya başbakan iken sürekli kavgalıydılar, bir konuda bile uzlaştıklarını kimse söyleyemez. Özal, kendi seçtiği başbakanlarıyla bile anlaşıp uzlaşamadı, vefatına yakın parti kurmaya kalktığını da herkes bilir.
Ahmet Necdet Sezer'i ortaya çıkaran Ecevit'ti, birbirine Anayasa kitapçığı fırlatıp işi "Nankör" lükle suçlamaya kadar götürdüler. Abdullah Bey ile Erdoğan'ın arasına nifak sokamamaları ikisinin de tuzağın farkında olmalarındandır.
Demek ki yönetim aygıtında bir sıkıntı var ve adı BAŞKANLIK da olsa herkesin bir irade koyup sistemi onarmaları mecburidir.
Davutoğlu-Erdoğan ilişkisi yürüyorsa bu mayaları ve ideallerinin icabıdır.

gazete

2 Mart 2016 Çarşamba

Rent a Car'lar da şehir dışına..

Ahmet TEZCAN

Rent a Car'lar da şehir dışına..

3.3.2016

Başkent otomobilden geçilmiyor, kaldırımlara kadar her yer model model arabalarla dolu. Bu sadece Ankara'ya mahsus değil her yer aynı. Eskiden hane başı- naydı ihtiyaç, şimdi fert başına hesaplar yapılıyor. Dolayısıyla birden fazla otomobile sahip aile sayısı gün geçtikçe artıyor. Bir süre sonra bu durum AĞIR SORUNLAR ortaya çıkaracak. Aslında kendi hareket alanımızı daraltıyoruz. Kredilendirmede teşvikler ağırlıklı olarak otomobile değil de söz gelimi eve yapılsaydı, insanların öncelikle ev sahibi olmaları teşvik edilseydi belki daha doğru olacak, paramızın büyük bölümü de ülke içinde kalacak, dışarı döviz akıtmayacaktık. Yapılan bir araştırmaya göre Ankara'da her dört kişiden biri araç sahibi. Başkent sokaklarında dolaşan araç sayısının 2015 rakamlarına göre yaklaşık 1 milyon 200 bin olduğu ifade ediliyor. Buna minibüs, kamyonet gibi araçlar dâhil değil. Toplamı için telaffuz edilen rakam 1 milyon 700 bin dolayında.. Kayıtlı araç sayısına göre zaten Ankara ikinci sırada.
***

Sabah Ankara'nın önceki günkü manşeti oto galericileriyle ilgiliydi. OTONOMİ adıyla Esenboğa yolunda bir mekân kuruluyor. Özal Bulvarı üzerindeki yatırım METRO hattıyla da bağlantılı olacak. Amaç, şehirde dağınık halde bulunan oto galerileri modern bir merkezde toplamak ve sektörü Ankara'da düzenli bir yapıya kavuşturmak. Ancak bazıları -ki bunların arasında kayıtdışı çalışanlar olduğu ifade ediliyor- OTONOMİ'ye taşınmak yerine emlakçıymış gibi tabela değiştirmek suretiyle faaliyetine devam etmek istiyorlarmış.
***

Benim esas dikkat çekmek istediğim ise adına RENT A CAR denilen araç kiralama işiyle uğraşanlar. Sektör olarak giderek büyüyor, pasta büyük olunca bu işle uğraşanların sayısı da artıyor. Ankara'da durum nedir, bu işle ilgili bir araştırma yapılmış mıdır bilmiyorum ama rent a car işi özellikle Tunalı Hilmi'de yoğun, taa Ahmetler Postanesi'ne kadar sağlı sollu kiralık oto işiyle uğraşan dükkânlarla dolu. Bir ara saymaya kalkıştım 150'den fazlaydı işyeri sayısı. Beş metrekare bir dükkân, bir masa iki koltuk, bir de telefon başında görevlisi; al sana bir "rent a car"!.. Her dükkânın önünde kiralamaya hazır en az 2-3 aracı olduğu hesabıyla sokaktaki manzara ortada. Şehirde vatandaşın park yeri bulması zaten mucize..
***

Şimdi diyorum; madem galeriler için bir Otonomi düşünüldü, rent a car işiyle uğraşanları da modern bir mekâna kavuşturmak suretiyle sokaklardan kurtarmayı düşünenler var mıdır? Valiliğimiz ya da Büyükşehir yönetimi kiralık oto işine de bir el atsalar çok önemli bir sorunu çözmüş olurlar. Rent a Car filoları giderek büyüyor, ülke çapında sektör, bir önceki yıla göre yüzde 20 büyümüş. Başta kamu olmak üzere otomobil üreticilerine kadar teşvik edeni de çok. İçinden çıkılmaz bir hal almadan tedbir almak gerektiğini düşünüyor ve uyarıyorum.

gazete

24 Şubat 2016 Çarşamba

Başkente özel güvenlik!

Ahmet TEZCAN

Başkente özel güvenlik!

25.2.2016

Son Ankara saldırısından sonra başkente özel bir "Güvenlik Eylem Planı" devreye sokulacak, polisler daha görünür olacakmış. Açıklama böyle..
Diğer şehirlerin de özelliklerine göre kendi güvenlik planları olacak ve uygulanacak. Başkent, siren seslerine, çakar lambalara ve polis görünürlüğüne çok alışıktır. Bizim polisler hem öyle görünür haldeler ki film setinden fırlamış gibiler.
Gençleri de zaten bu mesleğe çeken en öncelikli haldir bu GÖRÜNTÜ. Belde tabanca, afili gözlükler cezbeyi doruğa yükseltiyor.
Ceketteki tabanca kabarıklığı, spiral haberleşme aparatları, Bond gözlükleriyle sivil olanların bile görünürlükleri tamdır. Çocuklara "ne olmak istersin" diye sorunca hemencecik "polis" diyenlerin sayısı bu nedenle her daim yüksek çıkar.
***
Aslında mesele görünürlük değildir, ETKİN ve İŞLEVSEL olmaktır esas olan.
Her iş, her meslek için geçerlidir bu kural.
Biz eskiden 'işitsel bir medeniyet' in çocuklarıydık, kulaktan beslenir, az konuşurduk.
Şimdi 'görsel bir medeniyet' kurduk kendimize ve çok fazla konuşkan olduk. Ev, otomobil, giyim-kuşamla toplumda yer edinmeye çalışıyoruz sanki. Saat, gözlük ayakkabı seçerken bile görsellik ön planda. İşte, güvenliğimiz de görünerek, göstererek sağlanmaya, caydırılmaya çalışılıyor.
Etkili olur mu, belki?! Zaten başkentin her köşesi Amerikan bayrağını hatırlatan MAVİ-KIRMIZI tepe lambalı polis araçlarıyla dolu. Tepe lambası sadece görevde yanmalı bence. Yani aksine fazla görünmemeli polis, sinmeli, saklanmalı. Önce Amerikalıların 911'i gibi sıkı bir ACİL ÇAĞRI SİSTEMİ gerek.. Hattâ çoğu kadın olan sivillerden oluşmalı bu ekip. Ne oldu Antalya'da pilot çalışma başlatılmıştı, ülke çapında yaygınlaştırıp çalıştırılabildi mi bu servis? Kim 155'i aradı da ahret sualine muhatap olmadı?!
***
Sabah'ta yazan Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman, bu yüzden "Her olayın polisiye bir hal alması, her olayın bir güvenlik sorununa dönüşmesi"endişesini haklı olarak dile getiriyor. Hemen ardından KENT denilen olgunun hiçbir dönemde olmadığı kadar demokrasinin odağına yerleştiğine dikkat çekiyor. Öyleyse kentli olacağız, kente göre davranacağız. Ankara'nın resmi devlet yapısının kent yapısını boğduğunu söylemiştim bir yazımda. Ne olur abartmayın. "Niye öyle baktın, plakayı mı aldın, bildiğin yere şikâyet et" tavrına yabancı değiliz. Bu tavır güveni ve dayanışma arzusunu kırmaktadır. Çakar lambalı araçların siren sesleriyle cirit attığı başkentte, seçimin daha dikkatli yapılması gerekmektedir.

gazete

17 Şubat 2016 Çarşamba

Bunlar bilinmeli

Ahmet TEZCAN

Bunlar bilinmeli

18.2.2016

Bütün bir ülkede hayat normal devam ederken yediden yetmişe kafamızı meşgul eden tek konu var: SURİYE..
Ne olacak, bir savaş çıkar da dünya burada yeniden birbirine girer mi?
İki koca cihan savaşı ve 100 milyondan fazla insan kaybından sonra ülkelerin yöneticileri böyle bir savaşı bir daha göze alabilirler mi?
Ülkelerin yöneticilerini bilemem ama DÜNYANIN YÖNETİCİLERİ 7 milyarı aşan nüfusun yaşadığımız dünyaya fazla olduğunu, kaynakların bu kadar insanı besleyemeyeceğini düşünüyorlar ve ideal dünya nüfusunun 3 milyar olması gerektiğini öngörüyorlar.
Peki, nasıl azaltılacak bu nüfus?
İşte böyle, Suriye'de, Afganistan'da, olmadı Pakistan'da bir maraza çıkarıp bunu sağlayabileceklerini düşünüyorlar dünyanın yöneticileri.
Ülkelerin yöneticilerini de kullanıyorlar.
Bir yanda ülkeleri yönetenler öbür yanda dünya yöneticileri mi var?
Evet, aynen öyle..
***

"Mumma Grubu, Girişim Çemberi, Dokuz Bilinmez Adam, Venedik Kara Asalet Aileleri" gibi ifadeler duymuş muydunuz?
İşte böyle adlarla dünyada faaliyet gösteren yığınla kuruluş var. Birbirleriyle de hiyerarşik bağları var. Geçenlerde sadece Rockefeller ailesine ait bir vakfın parasal varlığının 70 trilyon dolar olduğunu öğrendim, dudağım uçukladı. Neler yapılmaz bu paralarla?!
Neyse işin gerçeği dünya elitlerinin kendi konforları uğruna göze alamayacakları yoktur. İstedikleri yalnızca para da değildir.
Firavunların paraya mı ihtiyaçları vardı?
Onlar değerli taşlar, altınlar içinde yüzerken bile zulmetmeye devam ettiler.
Türkiye'nin, 30 küsur trilyon dolarlık ekonominin döndüğü, 1,5 milyar insanın yaşadığı 62 devletle çevrelenmiş müstesna bir coğrafyada bulunuyor. Para burada, burası dünyanın merkezi.. Bütün dinler, kültürler, enerji ve su kaynakları burada.. Nice imparatorluklar kuruldu bu coğrafyada, niceleri çöktü.
En kanlı savaşlar bu yüzden burada yaşanıyor.
Bu topraklarda bizi rahat bırakmıyorlar.
Bir el içimizde durmadan karıştırıyor. İngiltere ya da Amerikan topraklarında Afganistan veya Suriye- Irak benzeri bir kargaşa en son ne zaman oldu hatırlayabilen var mı?
***

Terör örgütleri için en mümbit membaa sanki bu coğrafya.. Hepsinin doğdukları topraklar da hep bu bölge nedense?! Ama bizi yıkan, kahreden ne TERÖR ÖRGÜTLERİ ne de TERÖR DEVLETLERİ(!)dir. Bizi zorlayan içimizdeki İHANET ŞEBEKELERİDİR.
Kamuran İnan, rahmetli oldu gitti. Ama söylediği bir şey vardı ve hâlâ kulaklarda çınlamaktadır; Bu toprakların çok kolay hain üretebildiğini söylerdi. Sayısını bile verdiğini hatırlıyorum, 205 bin tescilli hainden söz ederdi. Devlette önemli görevler almış birinin bu sözünü alıp atalım mı?

gazete

10 Şubat 2016 Çarşamba

CHP'nin resimle imtihanı

Ahmet TEZCAN

CHP'nin resimle imtihanı

11.2.2016

Aylin Nazlıaka, Ankara'mızın milletvekili, biz de bir Ankara yazarıyız. Aylin Hanım bir süredir gündemde ve hayatında belki hiç arzu etmediği şeyler yaşıyor. Bizim buna bigâne kalmamız doğru olmaz, üstelik ayıp da olurdu.
Önce kaçak su kullanmaktan adı sıkça duyuldu Nazlıaka'nın.
Belediye ile mahkemelik olmuştu. (Davanın red olunduğunu da dün Sabah Ankara'dan öğrendik.) Sonraki daha enteresan.. CHP'li bir milletvekili odasındaki Atatürk resmini indirmiş, olay Aylin Hanım buna şahit olmuş vesaire..
Neredeyse kadını partiden atacaklar. Bir siyasetçi için hiç kolay değil bunları yaşamak. Sosyal medyada hemen CHP'de bunun ilk olmadığı yazıldı, daha önce de İnönü'nün Türk Lirasından Atatürk resmini kaldırdığı hatırlatıldı.
***
Bir kere olay birbirinin aynı değil, birisi İNDİRME işlemi öteki KALDIRMA.. İkisi aynı değerlendirilemez! Üstelik indirmenin de kaldırmanın da bir kuralı olmalı..
Nitekim varmış. Öncelikle CHP'lilerin de bunu Milli Şef'ten, CHP'nin "efsane genel başkanı" İnönü'den öğrenmeleri gerekirdi. Ata'nın resmini paradan kaldırırken İnönü, 701 nolu yasaya dayanıyor.
Ve 3322 sayılı bir kararnameyle 50, 100, 500 ve 1000 liralık banknotlardan Ata'nın resmini kaldırtıyor. İcraat tamamen hukuka uygun.. 1957 yılında Meclis gündemine gelmiş bu uygulama, İnönü de paşalar gibi kendini savunmuş. Hattâ bu icraatını Başbakan Yardımcısı Kemal Satır'a şu sözlerle anlattığı rivayet olunur: "Atatürk gibi eşsiz bir kahramanın halefiydim. Benim için en büyük tehlike onun gölgesi altında erimek ve ezilmek idi. Devlet icraatının bütün sorumluluğu bana ait olmalıydı. Bunun için de kudretim neyse benim damgamı taşıyacak bir dönemin başladığının belli olması gerekiyordu. Paralara resim nakşedilmesi tarihten gelen bir devlet kudreti ve hâkimiyeti geleneği idi. Parada pulda yapılanların başka türlü manâlandırılması bir istismardır.
Bizim ona vefa ve sadakatimiz tarihin imtihanından geçmiştir."
***
İşte bu kadar!..
Peki, CHP milletvekilinin yaptığı ne? Üstelik kimdi resmi duvardan indiren, erkek miydi, kadın mı? Bir sürü spekülasyon ama tam Anamuhalefet'lik..
CHP'nin
ne tarihle ne de resimle imtihanı bitiyor. Ancak Aylin Hanım'a bir sözüm var: Her tecrübe bir bedelle kazanılır, bedel ödememek için büyük sözü dinlemeli. Yeni vekillere hep hatırlatırım, Hz. Mevlâna bakın ne diyor: "Ağzına gelen her sözü söyleme, her önüne konulanı da yeme." Bir söz daha var: "Sesini yükseltme sözünü yükselt." Meclis'te Genel Kurul salonunun duvarlarına yazılacak sözler bunlar ama neme lazım bu sefer de "Ata'nın veciz sözleri Meclis'ten siliniyor" derler, biz hatırlatmakla kalalım!

gazete

3 Şubat 2016 Çarşamba

Geç kalmadan

Ahmet TEZCAN

Geç kalmadan

4.2.2016

Kızılay, Ankara'nın kalbidir. Alışveriş veya başka bir iş için evinden çıkanlar Kızılay'a uğramadan dönmezler. Eski alışkanlıktır, hiç işi olmayanlar bile hava müsaitse Bulvarda şöyle bir turlamak isterler. Her gün otobüsler, dolmuşlar dolusu insanlar çeşitli nedenlerle şehrin dört bir yanından Kızılay'a gelirler giderler. Meclis'in ve birçok devlet binasının da burada olması Başkent'in misafirlerini de Kızılay'a çeker. Bu yüzden insan ve araç trafiğinin en yoğun olduğu bölgedir Kızılay.
***

Ulus tamam demiştim geçen yazımda; Kızılay'da, Kocatepe'de bir düzenleme yapılıp yapılmayacağını sormuş, şehrin bu yakasındaki düzenleme ihtiyacının belki Ulus'tan daha elzem olduğunu ifade etmiştim. Sonra lafı yine Kocatepe Camii'ne getirip Ankara'nın siluetindeki bu muhteşem yapı nirengi alınarak Valilik ve Belediyemizin burada hemen bir çalışma başlatması gereğini dile getirmiştim. Kaç gündür elektronik posta adresime defalarca baktım, acaba bir açıklama gönderdiler de atladım mı diye.. Olur ya onca mail'in arasında kaynayıp gidebilir. Ama yok, ne Diyanet'ten, ne Vakıf'tan ne de Vilayet'ten tek satır bir açıklama yok. Belediye'den de bir bilgilendirme almadım. Ne için mi bir açıklama bekliyorum?
***

Gerçekten Ankara çok hızlı büyüyor, çok gelişiyor. Son yıllarda Ankara'ya iki, belki üç Ankara daha eklendi. Hem iş kapasitesi hem ticari ve turistik bakımdan Ankara çok büyüdü çook.. 20 dolayında üniversite var, on binlerce öğrenci barınıyor. AVM sayısı da yanılmıyorsam 40'a yaklaştı. Daha nice yapılar, yatırımlar yapılıyor Ankara'ya.. Sağlık'ta, savunma sanayi yatırımlarında Başkent başı çekiyor. Büyük Gar binası da tamamlanınca Türkiye'nin dört bir yanından YHT'ler Başkent'e belki günü birliğine insan taşıyacak. Hızlı trenlerle Başkent'e ulaşım saatler içinde gerçekleşecek. Yozgat'tan, Sivas'tan, Kayseri'den insanlar çat kapı gelip gidecekler.
***

Yarın "Eyvah geç kaldık" demeden, "şurayı şöyle burayı böyle" yapsaydık pişmanlığına düşmeden Kızılay ve çevresinde adam akıllı ele alınması ve köklü bir düzenleme yapılması lazım. Kızılay'da bilhassa, bunca olumlu gelişmenin yanı sıra bir süredir bu bölgede, cadde ve sokaklarda keyfilikler yaşanıyor. Sebep Çankaya Belediyesi midir, kimdir?! Dükkân önleri, rastgele büfeler, adım başı taksi durakları geçit vermiyor. Diyanet Vakfı mesela, iki koca binayı durup dururken yıktı, aylar sürdü bu yıkım, şantiye binaları için ağaçları kestiler. Hele bir kayısı vardı ki; dayadılar testereyi, yılların ağacını 5 dakikada devirdiler. Yine aynı büyüklükte inşaatlara giriştiler. Fora kazık matkabının sesi mahalleliyi adeta delirtecek.. Muhteşem Kocatepe de sorumsuz ellerde, ses ve aydınlatma sistemi, çevresi ve her şeyi ile vicdan sahibi bir yetkilinin müdahalesini bekliyor. İşte bütün bunlar için aydınlatıcı bir bilgilendirme bekliyorum tüm ilgililerden, vatandaş adına..

gazete

27 Ocak 2016 Çarşamba

Kar beyaz olunca

Ahmet TEZCAN

Kar beyaz olunca

28.1.2016

Kar beyaz olunca hayatlar beyaz olmuyor, biz bu mevsime KARAKIŞ demeye devam ediyoruz.
Bembeyaz mevsimi karartan şüphesiz karın beyazlığı olamaz. Beyaz mevsimi karartan çetin şartlardır. Şimdi düşünsenize minicik yavrularıyla başını sokacak yer arayan bir göçmen ailesini..
Elimizin tersiyle ittiğimiz nice şeyler onun için bir nimettir.
Bizim çocukluğumuz dede-torun üç neslin bir arada yaşadığı büyük aile içinde geçti.
Oyuncağımızı kendimiz üretir kardan kıştan keyif alırdık. Ne GDO vardı ne hormon, düz damlı evlerdi evlerimiz, her kar yağdığında damları kürenirdi. Çocuk olarak en çok buna sevinirdik. Bahçe ortasına yığılan kardan ev yapıp içine yerleşirdik.
Çok masalsı gelirdi.
***
Eskilerin kış mevsimini tarifleri de masalsıydı, iklimi gibi bir başka olurdu.
Koca seneyi "Kasım ve Hızır günleri" diye ikiye bölmüşler mesela.. Buna göre kış devresi 8 Kasım'da başlıyor, 6 Mayıs'ta Hıdırellez`le de yaza giriliyor. Kasımın 46'sında "kırk gün" anlamına gelen "erbain" başlıyor, 86`sında da elli günlük "hamsin".. Kışın en soğuk zamanı genellikle bu 90 günlük sürede yaşanıyor. Kasım ortalanıp yüz gün geride kaldığında zorlu kış günlerinin de sona erdiği düşünülüyor.
Bu takvime göre bugün kasımın 36'sı, yani kara kışın gerçek yüzünü göstermesine hesapta daha 10 gün var. Rûmi takvime göre de bugün "teşrini sani" yani ikinci teşrinin son günü, yarın "kanun-u evvel" giriyor..
Ecdat uzun seneler bu tabirlerle günlerini belirlemiş, 1925 Aralık ayında da şimdiki takvime geçmişiz. Gençlere kulak dolgunluğu olsun diye anlatıyorum.
***
Bu bembeyaz mevsim, niçin "kara kış" dedim hep merak ettim. Dedim ya bu "kara kış" nitelemesi, pencerenin önünde, kalorifer sıcağında, dışarıda lapa lapa yağan karı seyreden şehir insanı için değildir elbet..
Kapımıza kadar ekmeğimiz, damacanayla suyumuz gelir, aidatı ödeyebildikten sonra şehirde kalorifer sıcağında kışı geçirmek pekâlâ mümkün. Ankara'nın çoğu aylıklı çalışan insanlar, "daireye" diye evden ayrılır, akşam "Neredesin?" diye sorana da "daireden" diyerek eve dönülür.
Mutfakta bir masa, emre amade bir anne, kim ne zaman eve dönerse karnını doyurup odasına çekilir. Herkes kendi televizyonunda ve kendi dünyasında olur. Hele karı-koca çalışan aileyse vay o evin haline, onların durumu ötekinden beter, ne yazı çekilir ne de kışı..
"Kadına çalışma hakkı, İşgücüne katılım, pozitif ayırım..." vs parlak laflarla kadınları evden, kocadan kopardık, evler hanımsız, çocuklar annesiz kaldı, "anne işe çocuklar kreşe" olduk..
Analı-babalı ama öksüz ve yetim şehir çocukları adeta, ağıtlarıyla her sabah yürek paralıyorlar. Babanne yok, dede yok bakıcı kadın elinde ruhlarını hırpalıyorlar.
Köy hayatına yeniden imrenir olduk bu yüzden. Koyunu, ineği eşeği, köpeği çocuklar AVM'lerde, pet-shoplarda değil, gerçeğini görsün, tanısın istiyoruz.
Hep söylerim; şehirde yaşıyoruz ama ruhumuz köyde.. İnsanlarla bu koca şehirde zorunlu beraberlik sanki?!

gazete

20 Ocak 2016 Çarşamba

Ulus tamam ya Kocatepe?!

Ahmet TEZCAN

Ulus tamam ya Kocatepe?!

21.1.2016

Ulus değişiyor, büyük ölçüde değişti bile… Anafartalar Çarşısı ile birlikte devasa devlet yapıları yıkılır, heykelin çevresi boşaltılır, tarihi doku ortaya çıkarılırsa değişim tam anlamıyla gerçekleşmiş olacak.
***
Şehri gösteren ve görkemli kılan meydanlardır. Ankara'da meydan yok. Batı'da meydanlar otoriteyi işaret eder, otorite de ya dini bir yapı olarak muhteşem bir mabet veya emsalsiz ihtişamıyla kralın sarayı ile temsil olunur.
Çünkü onlarda toplumun omurgasını bu kurumlar oluşturur.
Bizde böyle bir şey yok; toplumun omurgası esnaf ve sanatkârlardır, ahlakî umdeleri de adeta bir derviş hayatı. Köşede asmalı bir mescit, az ileride bir tekke veya dergâh, hepsi bu.
***
Lafı eğdik büktük, bir türlü Kızılay'a gelemedik. Kızılay da Ankara'nın kalbidir ve bir de kocaman Kocatepe'si var.
Ben başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere Başbakan'ın ve Vakfın da başkanı olması sıfatıyla bilhassa Diyanet İşleri Başkanımız'ın Kocatepe'ye, Başkent'in muhteşem simgesi Kocatepe Camii'ne dikkatlerini çekmek istiyorum. Kocatepe, adına uygun muameleden maalesef bir süredir mahrum kaldı. Ulus gibi Kocatepe'de de acilen bir çevre düzenlemesi elzemdir. Kocatepe Camii nirengi alınarak bunun yapılması hayati önem taşıyor. Bir kere buradaki Düğün Salonu, alttaki kafeler ve tüm müştemilatıyla -saat kulesi dâhil- yeryüzünden kaldırılmalı ve camiye bir nefes aldırılmalıdır.
Araştırılırsa zaten camiyi perdelemek için bu yapıların yapıldığı ortaya çıkacaktır.
***
Sorumlulara "Ne oldu?" diye sormayın bu caminin zaten sorumlusu da kalmadı.
Otopark çetesinden kurtulduktan sonra şimdi de Vakfın sorumsuz, özürsüz inşaatlarından cami çevresi yaşanmaz haldedir.
Caminin kadrosu dağıtıldı. 7 yıldır halıları yıkanmayan bir cami düşünülebilir mi?
Aydınlatması, ses düzeni her şeyi bir SORUMLU EL bekliyor Kocatepe'nin.
Caminin önünde camiye nasıl ve nereden girileceği soruluyor düşünebiliyor musunuz? Nedeni alışveriş merkezi öncelikli bir yapı öngörülmüş. Bir trilyona asansör yaptırıp kullandırmadılar yıllarca. Velhasıl yürüyen bantlarıyla kolayca camisine girilebilir, cemaatine oturacak, bir yudum çay içilebileceği mahalleri olan ferah bir düzenleme bekliyor Kocatepe. Valilik ve Büyükşehir Ulus'daki gibi inisiyatif alıp master bir plan çerçevesinde burada da acilen köklü bir çalışma yapmalıdır.

gazete

13 Ocak 2016 Çarşamba

Ama gel gör ki...

Ahmet TEZCAN

Ama gel gör ki...

14.1.2016

Ulus'un çehresinin değişmesi ihtiyacı, bugünkü yazımın konusuydu.
Ama gel gör ki son terör olayları o eski semtin değil, 'Ulus'un, 'Ulusal'ın sorunsalına kaydırdı konuyu! Yani ulusallaşmada bir problematiğimiz var! Ne söylemeye mi çalışıyorum?
Millet olarak bu zırvaları bu lisanla her akşam televizyonlarda, kendine "aydın" diyen bir kısım zevattan dinleyip duruyoruz fakat bir şey anlamıyoruz.
Zaten onlar da anlaşılsın istemedikleri için böyle konuşuyorlar.
Şu bin küsur akademisyen bildirisi sadece devletin değil, milletin de tepesini attırmış bulunuyor. Cumhurbaşkanı'nın feveranı boşuna değil, bunun yansımasıdır. Bu bildiri "Aydın" değil gerçekten kapkaranlık bir güruhun hezeyanıdır sadece. Ama behemahal bir bedel mutlaka ödenmeli, ödetilmelidir.
***
Hani Azerbaycan için söyleriz ya "Bir millet iki devlet" diye.. Türkiye için, içimizdeki yapı için de aynı akıl yürütmesinden hareketle şöyle denmeli her halde: BİR DEVLET İKİ MİLLET! Çünkü gerçekten bu memlekette Edirne'den Van'a kadar KURUCU UNSUR olarak bilinen Anadolu halkının, Anadolu anlayışının ötesinde; ne idiğü meçhul, kim oldukları ancak kendilerinden menkul bir sürü insan yaşıyor. Hem de TEK MİLLET olarak yaşıyorlar. Boşuna söylenmemiş "Küfür Tek Millettir" diye..
Gerektiğinde böyle bini bir araya hemen toplanırlar. Gerekmese de "insiyaki" olarak bir arada dururlar bunlar, ne bayramında ne seyranında hiçbir şekilde bu millete dâhil olmazlar, olamazlar. Adlarının Ahmet, Mehmet olması da sizi yanıltmasın, üç göbek ötesi Kirkor'dur, Kohen'dir, Niko'dur bunların. Gerçek Nikolar, Kevorklar, Moşeler Anadolu halkı olarak memlekette zaten aynı adla hayatlarını sürdürüyorlar. Onlarla bu milletin hiçbir sıkıntısı da yok, milletin ta kendisi onlar. Kimileri için "Kripto" diye boşuna denmiyor, bizim esas derdimiz kriptolarla...
Tarihin her döneminde bu böyle olmuştur.
***
Araştırmacı - Yazar İsmail Hacıfettahoğlu ile konuşuyoruz.
Sohbetin ortasında kalktı bir kitap gösterdi. Raymond Kevorkyan'ın, ERMENİ SOKIRIMI yazıyor üzerinde.. ("SÖZDE" filan demiyor, düpedüz SOYKIRIM!) İyi de; karşı tez olarak böyle bir kitabı Ermeni dilinde, Erivan'da yayınlayabilir misin? Can alıcı soru bu, dene istersen?!

gazete

6 Ocak 2016 Çarşamba

Anadolu hep sığınak

Ahmet TEZCAN

Anadolu hep sığınak

7.1.2016

Bizim bu köşeden dünyaya, Türkiye'ye, olaylara, insanlara bakarken tek düşüncemiz var: O da memleketimizin, milletimizin yararı... Adalet duygusuyla ama mes'uliyetle olaylara, insanlara bakıyor ve değerlendirmelerimizi ona göre yapıyoruz.
Ne yapacaktık ki; biz bu memlekette doğduk, büyüdük. Dini, içtimai, kültürel birikiminden beslendik.
Başka türlü olması da beklenemez. Bir başka coğrafyada muhayyel ne toprağımız, ne bayrağımız var. Bu manada bir ideal de beslemiyoruz.
Mirasçısı bulunduğumuz yapıyı aklımızdan hiç çıkarmadan bilgimiz, görgümüz, duygumuz istikametinde olaylara bakıyor ve değerlendirmelerimizi yapıyoruz, hem de KUŞBAKIŞI bir açıyla.
Yazdıklarımıza ileri geri konuşanlara cevap olsun bu, şimdi son duruma gelelim.
***
İşte bölgedeki iki güç, bir idam meselesinden Şiilik ve Sünnilik adına ayağa kalktı ve herkes endişeye düştü. Ne olur, savaşırlar mı? Asla! Ama etkili oldukları gruplarla yani velayetler eliyle bölgede zaten hükmünü sürdürmekte olan gerginliği artırmaya devam ederler. Kim mani olacak bu tehlikeli tırmanışa? Bütün bunlar Türkiye'yi bölgede güçlü olmaya mecbur kılıyor. Nitekim 40 yıllık husumetten sonra ilk kez Ahmedinecat ile Kral Abdullah'ı Riyad'da bir araya getiren Türkiye olmuştu, unutuldu. Ambargo altında bunalmışken Laricani'yi Batı ile buluşturup İran'a nefes aldıran da Türkiye'ydi.
Örnekler artırılabilir. O iklimi sürdüremediler, biri Sisi'yi besledi, öteki Esed'in yangınına odun taşımaya devam ediyor. Sürdürselerdi bugün Kuzey Afrika dâhil tüm coğrafyadaki mazlum halklar mülteci durumuna düşmeyecek, körpe bedenler batık teknelerden sahillere vurmayacaktı.
***
Türkiye hep doğru yerde durdu. Tarihi misyonuyla müdahil olmaya mecburdu.
Anadolu meskûn bölge, her türlü dini etnik grupla da anlaşır. Zalimlerden kaçanlar hep Anadolu'ya sığınmışlardır. Yeter ki ihanete uğramayalım. Sırf ihanete uğramamak için güçlü olmak zorundayız. Batı'nın oportünizmi bölgeyi ne hale düşürdü açıkça görülüyor. İsrail başta herkes aklını başına almalıdır.
Doğrudan, dolaylı müdahaleler bize ciddi rahatsızlık vermektedir. Başkasının ağzıyla konuşanlarsa yalnızca ihanete katkı vermekteler. Güneydoğumuzda olan nedir?
Kürtlerle ne alâkası var bunların?
Şu iyi bilinmelidir ki Türkiye, son asırda hiç olmadığı kadar güçlüdür. Memleketi karıştırmaya kimsenin gücü yetmez. Yabancı seralarda özenle yetiştirilmiş nevzuhurlar da utanmazlar belki ama yarın kaçacak delik arayacaklardır, unutmasınlar.

gazete