6 Ağustos 2015 Perşembe

İyi tatiller Türkiye!

Ahmet TEZCAN

İyi tatiller Türkiye!

6.8.2015

Türkiye doğusuyla batısıyla kavruluyor.
Doğusunda terör belasından, batısında ve bütün sahillerinde bazen 40 dereceyi gösteren mevsim sıcaklarından kavruluyor.
Ama bizi esas yakan hain kurşun, kalleş tuzaklarla devrilen şehitlerimiz..
Fidan gibi ana kuzuları milletin yüreğine ateş düşürüyor. Davulla zurnayla vatan görevine gönderdiğimiz gençler al bayraklı tabutlar içinde memleketlerine dönüyor ve milletin yüreğine gömülüyor.
Şehitlerin rütbesi olmaz, onlar en yüksek rütbeyle Yaratan'a döner ve peygamberlik makamı yanında yerlerini alırlar. Ama insan tarafımızın, yiyen, içen, gezen dünyeviliğimizin bunu anlaması, buna katlanması ancak Rabbin eğitimiyle mümkün, başka türlü ve kendiliğinden asla olmaz.
Tabutların ardındaki feveran bize bunu anlatıyor.
Peki, bu nasıl olacak sorusunun cevabı ise bende yok. En sorunlu alan da burası.. Nefsimizi kime emanet edecek, en doğruyu nasıl bulacağız?
Meselenin burası çok yüksek bir idrak gerektiriyor, bilmem anlatabildim mi?
***

Tüm çılgınlıklara rağmen tatilcilerin de bir kulağı Ankara'da ve güneydoğuda emin olun.
İllaki takip ediyorlar. Sahillerdeki eğlence ortamlarından yükselen dım-tıslarla dans edip coşan yok mu? Elbet var ve hiç şaşmamak lazım.
İngilizce, Türkçe, Kürtçe, ortaya karışık bir müzikle(!) kendilerinden geçenler yahut geçiyormuş gibi yapan bronz tenli insanlar da bizi hiç şaşırtmıyor. Bu topraklar her cins, tür ve görüşün yaşam bulabildiği müstesna bir coğrafya.
Spiker, jetlerin kulak yırtan gürültüleri eşliğinde savaş haberleri veriyor sanki. Makineli tüfek tarrakaları yüksek volümlü disko-müzikle kesiliyor.
Savaş sahnelerini aratmayan görüntüleri sokağın davetkâr çılgınlıklarıyla birlikte yaşıyor ve yorumlamaya çalışıyorsunuz. Rengârenk ışıltılar altında dekolte bedenler serinletilmeye çalışılırken birden ezan sesleri yükseliyor. Her türden hediyelik eşya, giysi, takı vs dükkânlardan yine her türden müziği sokaklara taşıyor, Tatilciler dondurma yalayarak vitrin bakıyorlar.
***

Eğlence sabahın ilk ışıklarına kadar sürüyor, terörle mücadele de.. Burası Türkiye..
Kudüs'e, Mekke-Medine'ye, Tahran'a, Moskova'ya, Atina ve Brüksel'e kuş uçuşu üç saat mesafede bir ülke.. Japonya'dan Peru'ya hiçbir ülkede görülemeyecek çeşitlilikle bu coğrafyada varlığımızı sürdürüyoruz, sürdüreceğiz.
BM'ye üye 194 ülke var yeryüzünde bayrak dalgalandıran ve biri de Türkiye. Uzaydaki ülke sayısı sadece 10 ve Türkiye bu on ülke arasında da var. Türkiye yerli, milli uyduları Rasat ve Göktürk'le uzaydaki yerini aldı, diğerleri de geliyor.
Dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 70'i Türkiye'nin kapı komşuları ve akrabalarından sağlanıyor. Yıllık 50 trilyon dolarlık bir ekonomi coğrafyasının tam ortasındayız. Belanın bin bir türü bu yüzden yakamızı bırakmıyor, akıllı olmak gerekiyor bu coğrafyada.. Seçimler çok önemli ve tercihte bulunurken bu gerçeklerin akıldan hiç çıkarılmaması gerekiyor.

gazete

30 Temmuz 2015 Perşembe

Herkesin bir gündemi var

Ahmet TEZCAN

Herkesin bir gündemi var

30.7.2015

Sokaktaki vatandaş "SICAK!" diyor başka bir şey demiyor. Hani, haksız da değiller yani.. Hoca Nasreddin böyle bir yaz gününde bulgur bulgur terlerken bir yandan da serinlemeye çalışıyormuş. Akşehirliler; "Hocam sen de kışın sarınıp bürünür, yazın da sıcaktan hep şekvacı olursun, yakışıyor mu senin gibi birine?" diye takılmak isterler. Hoca bir soruyla yapıştırır cevabı; Başka bir sözümüz oldu mu erenler? Geçen sene de bu zamanlar sıcaktan dem vurmuşuz, gökten gelene bir itirazımız olmaz demişiz. Şehir insanı elinde her daim bir şişe su, öff-püflerle kendini atacak koyu gölge peşinde. Kırsaldaki vatandaş ise bu sene yağmurlarla geciken harman hasat derdinde..
***

Terörün gündemi de Türkiye.. Dünyanın hangi köşesinde böyle kuralsız, hadsiz, haksız, hukuksuz, ahlaksız bir savaş sürüyor siz söyleyin. Açın haritayı bakın, ne adına olursa olsun böyle kalleş bir savaş bulabilecek misiniz yeryüzünde? Geçmişte yer yer oldu, Srebrenitza gibi toplu katliamlar yaşandı ama bunlar ırkçı, faşist, hasta yöneticiler eliyle kimi zaman adeta BM gözetiminde oldu ve insanlığın utancı olarak tarihe geçti. Belli mahfillerden de destek aldılar. Savaşın kaidesi mi olur demeyin, bu milletin tarafı olduğu bütün savaşlarda şu kural hiçbir şekilde bozulmamıştır: Silahsız savunmasız siviller, kadın-çocukyaşlı insanlar daima masum kabul edilmiş, silah doğrultulmamış ve savaş dışı tutulmuşlardır. Şimdi öyle mi ama?
***

Üç yıldır şehit yok derken, alışverişte, gezintide, çoluk çocuğunun yanında ve kalleşliğin her türlüsüyle insanlara saldırıyorlar. Hiçbir kuralı yok, namertçe! Dünyanın her yerinden, içinde her türlü gizli servis elemanının da olduğu, dini, milliyeti, mezhebi, meşrebi, ideolojisi belirsiz gruplarla da tam bir işbirliği içindeler, çünkü "küfür tek millet.." İçeriden de destek görüyorlar maalesef, en utanç verici olan ve kızgınlığa yol açan da bu. Peki, ne adına? Biz biliyoruz kafalarının ardındaki gündemi. Onların kulaklarına fısıldanan muhayyel coğrafya.. Ancak bu milletin hiçbir şekilde müsaade etmeyeceği şey de bu. Tek şehidin kanı bile oraları vatan yapmaya yeter, kaldı ki; biz bu topraklar için doğusuyla batısıyla çok bedel ödedik. Onlar bir şeyi ve en önemli şeyi bilmiyorlar; kullanıldıklarını.. Bu da geçecek fakat iz bırakacak..

gazete

23 Temmuz 2015 Perşembe

Sorumluluk..

Ahmet TEZCAN

Sorumluluk..

23.7.2015

Dostlarla bayramlaştıktan sonra torunlarla beraber olmak adına kısa bir kaçamakla Ege'deydim. Memleketimin bu köşesinden manzaralar aktaracaktım. Ama ne yazık Suruç'daki olay bayram sevincimizi de tatilimizi de zehir etti. Bayram tatilinin sevincini hazmedemedik yumruk gibi boğazımıza tıkandı acımız. Bu tür olayları yalnızca lanetlemek yetersiz kalır. Neyi lanetliyoruz, kimi suçluyoruz? Cesetler daha ortada dururken Cumhurbaşkanını, Başbakanı, hükümetin tutumunu suçluyor adamlar. Suriye politikası, sınır güvenliği, güneydoğu meselesi hepsi birbirine giriyor. Bir ülkede politika yaparken önce kendi aranızda, yani bu ülke vatandaşı olarak birbirinizle yurttaşlık temelinde ortak duygunuz, tavrınız olacak. Daha ilk günden HDP ve CHP sözcülerinin kullandıkları dil sorunlu olursa, bu memlekette hiçbir şeyi çözemezsiniz. Önce siyasi partiler bu gibi olaylarda görevlendirdikleri insanları 'SORUMLU' kişiler arasından seçecek.
***

30 gencin can verdiği bir olayda canlı bombanın kanlı eylemi karşısında millet şok olmuşken siyasi partiler, özellikle de HDP ve CHP adına konuşan insanlar ağzından çıkanı kulağı duyacak ve ne dediğini bilecek. Siyasi partiye aidiyet misyonu bu sorumluluğu icap ettirir. Bir olay bu kadar çirkince ve sorumsuzca politikaya alet edilmez. İkincisi bu gibi sorumsuzlara mikrofon tutan medya organları.. Kime mikrofon tuttuklarını ve millete neler duyurduklarını bunun neye malolacağını bilecekler. Adamlar çıkıyor bir ateşli üniversiteli gencin ağzından duyabileceğimiz şeyleri, politikada ergenliğe ulaşmamış insanlara söyletiyor. Devletin genel güvenlik politikaları ile iktidar eleştirisini birbirinden ayıramıyorlar. Herşeyi birbirine karıştırıyorlar. Adeta muhayyel bir başka coğrafya adına konuşuyor. Suçluyor, kızıyor, ağır sözler sarfediyor ve milletin kimyasını bozuyorlar. Bunu HDP'nin eşbaşkanları yapıyor.
***

Kimsiniz, neyi kim adına konuşuyorsunuz? Bunu sormak lazım onlara?! En yüksek kabul edebilir duygumla kulak veriyorum onlara ama benim ülkemin bir politikacısı konuşuyormuş gibi bir izlenim alamıyorum. Ondan sonra da İstiklal Marşı'nda dahi niye mutabık olamadığım aklıma geliyor. Çünkü adam milli marşımızdaki "Irkıma yok izmihlal" ifadesini sorguluyor şunca zaman sonra.. Ne diyorsun sen kardeşim derler adama Selahattin Bey, aklını başına al.. Bu milletin hiçbir bölgeyle, halkla sorunu olmaz ama seninle olur. Sorumlu olun biraz ve Suruç başta olmak üzere memleket meselelerine memleket insanı gibi yaklaşın.

gazete

2 Temmuz 2015 Perşembe

Ortak akıl nasıl oluşacak?

Ahmet TEZCAN

Ortak akıl nasıl oluşacak?

2.7.2015

Yıl 2015 ve yarısını geride bıraktık.
Etrafımız yangın yeri, dünyanın hiçbir coğrafyası bizimkisi kadar sıcak değil.
Yeryüzü çok önemli sıkıntılar ve zorluklar yaşıyorsa bunda bizim coğrafyamızda yaşananların önemli payı var.
Ülkemizde bir genel seçim yapıldı ve bir irade ortaya çıktı. Şimdi beklenen, hemen Divan'ın oluşturulup Meclis'in çalıştırılmasıdır.
Ama bakıyoruz günlerdir koalisyon tartışması yapılıyor ve tartışanlar hep kendine göre yorumlarla başkasının başarısızlığını kendine BAŞARI olarak kaydedip hüküm yürütüyor.
***
Anayasa, ülkeyi yönetme misyonunu yalnızca siyasete tanımaktadır. Yeni bir Anayasa yapılsa dahi bu değişmez ve ülkeyi yönetme görevi yine siyasetin olacaktır.
Bu devredilemez bir görevdir ve millet adına yapılmaktadır. O halde siyasilerin milleti umutsuzluğa sevk etmeden ortak bir akıl oluşturarak aldıkları sorumluluğun gereğini yerine getirmeleri gerekir. Neyin olmayacağı değil, neyin olabileceği üzerinde çaba sarf edilmelidir. Yangına odun taşıyan bir tutum önce siyasetin kendisine zarar verir.
Gördüğümüz manzara maalesef bizi umuda yönlendirmiyor. Devletin en yüksek makamı paranoya ölçüsünde siyasete malzeme yapılmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı da milletin kahir ekseriyetinin oyunu alarak o makamda oturmaktadır ve bu bir ilktir. Cumhurbaşkanı Meclis tarafından seçilmiş değildir.
***
Mevcut sistemin yönetemediği ortada. YÖNETEMEYEN BİR SİSTEM ile nereye kadar gidebiliriz? İrade ve irtibat sağlayamayan bir sistem ne tek başına ne de koalisyonla iktidar olunabilir, iddialı da olunamaz.
O halde siyasetin bir an önce ülkeyi yönetecek sistemi kurma görevi vardır. Herkesin şapkayı önüne koyup bir kere daha düşünme zamanıdır.
Meclis aritmetiği ortada. Ülkenin hükümetsiz olarak maceralara sürüklenmeye tahammülü yok. Bir hükümet kurup ortak bir iktidar ortaya çıkarılması isteniyorsa; bir kere ve öncelikle "SARAY PARANOYASI" terk edilmelidir. Bu üslup ortak aklı oluşturacak diyaloğu olumsuz etkilemektedir.
Masada bekleyen ağır sorunların sorumluluğu gösterilmeli ve öncelikle parlamentonun çalıştırılmasını gerektirmektedir.
***
Meclis üyelerinin çoğunluğu yeni. "NASIL"ına bakmadan şimdi bu insanların enerjileri ülke sorunlarında kullanılmalı ve kısır mücadelelerde harcanmamalıdır. Partilerin yapıları herkesçe malum! Grup toplantıları, gövde gösterisi, sağa sola laf yetiştirme ortamı olmaktan çıkarılmalı ve milletvekilleri hür iradeleriyle görüşlerini ifade edebilmelidirler.
Bir hatıramı paylaşmak isterim. Mersin Milletvekili bir Ali Er vardı Anavatan'da, çıktı kürsüye Turgut Özal'ın önünde en ağır eleştirilerini yaptı. Özal "Yanlış söylüyorsun Ali Bey" diye laf atınca kürsüden indi. Bu defa Özal kürsüye geldi ve kendisinin yanlış yaptığını söyleyerek Ali Er'i yeniden kürsüye çağırdı.
Liderler ortak aklın oluşmasında vekillerin katkısını mutlaka sağlamalıdırlar.

gazete

25 Haziran 2015 Perşembe

Hayırlı olsun ama..

Ahmet TEZCAN

Hayırlı olsun ama..

25.6.2015

Yeni Vekiller Meclis'te yeminlerini ettiler ve göreve başladılar. Bana sorarsanız 25. Dönem vekillerinin vekillikleri "kısa dönem askerlik" gibi olacak, bunu öncelikle ifade edelim. Çünkü Türk seçmeni ortaya çıkan manzarayı "şimdi ne olacak?" sorusuyla birlikte ibretle seyrediyor ve bundan hoşnut olmadığını da açıkça belli ediyor. Herkesin borcu var, derdi var, çoluğu çocuğu, geleceğe yönelik planları ile elini taşın altına koymuşluğu var. Dolayısıyla vatandaş Ankara'daki çarkın emin ellerde ve sorunsuz dönmesini, döndürülmesini ister. Bana sorarsanız bu manzaradan duvara asacak bir tabela çıkmaz, vatandaşın isteği ve beklentileri karşılanamaz.
***

Bu kaydı düşerken şunu da ifade edelim: Ortaya çıkan manzaradan hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın. Seçim sonuçlarının Meclis aritmetiğine yansıma şekli bir kere herkesin gazını aldı ve çok faydası da oldu. Yabancı medya desteğinde "Seçim güvenliği, şeffaflığı" gibi lakırdılarla ülkeyi dışarıya şikayet etme.. Yabancı medya desteğinde dışarıdan heyetlerin gelmesini sağlayıp Türk makamlarının sorgulatma.. İçeride gezi kalkışması benzeri densizliklerle bir kaşık suda fırtına koparmak suretiyle seçimin kargaşaya dönüşmesinin önüne geçilmiş oldu. 300 küsur milletvekiliyle AK Parti iktidarı sürmüş olsaydı bin dereden su getirilerek sonuç "ŞAİBELİ" ilan edilecek, ülke tahmin ötesi kargaşaya sahne olacak, en önemlisi; İktidar partisi "KENDİNİ TOPARLAMA İHTİYACI"nı görmeyecek ve çoğunluk yönetimine rağmen huzur bulamayacaktık.
***

Şimdi herkes şöyle derin bir nefes aldı, manzaraya baktı, ders çıkarılacak sonucun seçimden çıkarıldığını düşündü ve kendisi de bundan bir ders çıkardı. Biz gözümüzle inanan bir toplumuz, "bir musibet kırk nasihatten evladır." Vatandaş, yangın yerine dönmüş bir coğrafyada şimdi refah ve mutluluğu sağlamanın daha zor olduğunu görüyor. Bu sonuçlarla, yani eldeki "beş benzemez" ile Türkiye, "dünyanın beşten büyük olduğu" haykırabilir mi? Kafkasya'ya, Asya'ya sesini duyurabilir mi? Enerji koridoru olma iddiası, nükleer enerji, uzay çalışmaları ve büyük yatırımlar ne kadar yürüyebilir? Bu halimizle biz, bu yangından ancak eteklerini toparlayarak kurtulabiliriz. Sistemin yönetemediği ve bu çarpık manzarayı ortaya çıkardığı ortada.. Koalisyon çalışmaları beyhude bir gayretten öteye gitmez, bundan güçlü bir irade ortaya çıkmaz. Seçimin tekrarlanmasına karşı olanlar ve beyanları bunu açıkça gösteriyor.

gazete

18 Haziran 2015 Perşembe

5 yıldızlı bir hayat

Ahmet TEZCAN

5 yıldızlı bir hayat

18.6.2015

Bilen ve idrak edebilenler için müstesna anlar, özel zamanlardır Ramazan. Bu kaçıncı Ramazan bilemiyorum, Hicret'in 2. yılında Müslümanlara farz kılındığına göre varın siz hesaplayın kaçıncısıdır. Oruç, İslam'ın üçüncü şartıdır ve Ramazan ayında, sağlıklı, reşit, aklı başında her Müslüman için farzdır, bu fariza 2/183 ve 185. Âyetlerle Kur'an'da açıkça bildirilirken oruç tutarak korunmamız umuluyor. Peygamberimiz de, oruçluların cennete REYYAN kapısından gireceğini haber vererek orucun önemine işaret ediyor. Peki, oruç aç kalmak mıdır? Elbette değil. O zaman orucu sadece yeme içmeden ve diğer yasaklardan uzaklaşma olarak değerlendiremiyoruz.
***

İSLÂM, 5 şartlı, bir başka ifadeyle ve günümüz anlayışıyla BEŞ YILDIZLI BİR YAŞAM BİÇİMİDİR. Buna göre tercih ve tatbik ettiği yaşam biçimiyle herkes kendini serbestçe yıldızlayabilir. Şartlar belli: Önce Allah'tan başka bir ilah olmadığını ve Muhammed Mustafa'nın O'nun kulu ve resulü olduğunu kabul ve ikrar edeceğiz. Namaz ve oruç ibadeti ondan sonra geliyor. Ekonomik durum el veriyorsa, hac yaparak, zekât vererek 5 yıldızlı hayatın tüm şartları yerine getirilmiş olacak. Tam da burada bir soru akla geliyor.. Fiziki olarak tüm bu şartlar yerine getirildiğinde her şey tamamlanmış mı oluyor? Elbette değil. Müslümanlık çok büyük bir taahhüt, mü'min olmak onun da ötesinde.. İbadetlerin fiziki şartlarıyla beraber ötesine geçmek gerekiyor. Yani manen hazzını duymak ve kalben mutmain olmak için; elin, gözün, kulağın, hâsılı tüm uzuvların ibadete katılması gerekiyor. Yalnızca şahadet, yalnız oruç, namaz, hac veya yalnız zekat ile bu dinin yaşanamadığı gibi, yalnızlığa çekilip bir başına yaşanası bir durum olmadığı da bir gerçek. İslâm, komşuyla, arkadaşla, kardeşle, kısaca tüm toplumla ve tüm davranış biçimleriyle ortak hayatın kâmilen disipline edilmesidir. Peki, bu mümkün mü? Eh, bu soruyu herkes kendine soracak. Ne kadarını yaşarsa o kadar haz alacak, hazzını aldıkça da daha çok, daha derin yaşayacak. İslâm ve ibadet aynı zamanda bir denge ve bir iç disiplindir, her zaman yaşanası ve her zaman mümkündür.
***

Ramazanlar, bayramlar, Cuma ve kandil günleri en yalın ifadeyle; "özel anlar, müstesna zamanlar"dır. Günümüzün kanla, karmaşayla yoğrulan dünyasında bunalan insana bir lütfu ilahidir. Cenabı Mevlâ, kime, neye iltifat etmiş de yükseltip yüceltmemiş?! Taşa lutfetmiş elmas, zümrüt, yakut olmuş.. Toprağı HİCAZ, taştan tuğladan yapıyı KÂBE kılarak, "eşref" makamına yükselttiği insana tavaf makamı tayin etmiş. Zaman içinde zamanın mekân içinde mekânın yaratıcısı, böyle saklı zamanlar müstesna anlarla sadece bir şey murad ediyor; İnsanın hayat dediği ve çok önemsediği süreci doğru yoluna koymasını ve kendini kurtarmasını, o kadar. Ramazanımız mübarek, orucumuz makbul olsun. Her bakımdan şu dar ve zor günlerde kurtuluşumuza da vesile olur inşallah.

gazete

11 Haziran 2015 Perşembe

Hoş geldin eski Türkiye!

Ahmet TEZCAN

Hoş geldin eski Türkiye!

11.6.2015

İşte size iradesiz, iktidarsız, iddiasız bir Türkiye.. "Eski Türkiye, yeni Türkiye" neymiş gördünüz? Günlerce koalisyon için mekik dokunacak, sorumlu sorumsuz herkes konuşacak, savunma, enerji, uydu gibi hayati projeler beklerken Türkiye vakit kaybedecek. Kimin işine yaradı şimdi bu sonuç? Partili, partisiz hangi vatandaş bundan fayda sağlar herkes bunu bir kez daha düşünecektir.
İktidar mevkiindeki sorumluluk sahiplerinin ise; seçmene sorumluluk yüklemeden iki kere düşünme zamanıdır.
Şunu kimse aklından çıkarmasın.
Bu sonuca büyük katkısı olan içerideki ve dışarıdaki hıyanet cepheleri asla boş durmayacaktır, herkes aklını başına alsın ve ülkenin enerjisini boşa harcamasın.
İnsanımızın umudunu, hayallerini yıkmaya, Türkiye'nin vaktini boşa harcamaya kimsenin hakkı yok.
***
Bu seçimde Meclis'e bir irade yansımamıştır. Meclis'e yansıyan bu rakamlarla dört işlem yapılamaz.
Hele "Toplama işlemi" hiç olmaz..
Ama, çarpma, çarpışma, çarpıtma işlemleri fevkalade iyi yapılır, yeter ki kabiliyeti, kapasitesi yüksek, eğitimi müsait kişiler olsun!
Siyasi partilerin de bu kabil üyeleri Meclisimizin bünyesine katmış olduklarını yavaş yavaş müşahede etmekteyiz.
Temenni ederim bundan sonra Meclis müzakerelerinde YÜKSEK SÖZ hâkim olsun, fiziki güç yerine fikir gücü, gönül gücü kullanılsın.
Ama Meclis aritmetiği hiç umut vermiyor, "80'e 80" gibi sandalye dağılımları insanları korkutuyor. Çünkü oradaki çatışma sokağa misliyle yansır.
Çünkü bir süredir "siyasal güç" ne, "sayısal güç" nerede ve nasıl kullanılır karıştırır olduk. Hele silahlı güce mütemayil olan bir kesimin sayısal güce kavuşması tümüyle insanların umudunu kırıyor. Çünkü bazı bölgelerde sandığın nasıl kazanıldığını gördük, "defolun gidin" ihtarını da işittik ve atalar sözünü tekrar hatırladık.
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu...

gazete

4 Haziran 2015 Perşembe

Oyum kendime

Ahmet TEZCAN

Oyum kendime

4.6.2015

Evet, benim oyum kendime.. Bu seçim Türkiye'nin kendi olma seçimidir.
Türkiye bu seçimde ya kendi olacak ya da içeride ve dışarıda kaostan medet umanların karanlık planlarına kurban..
Biz sadece bir seçimlik düşünemeyiz. "Bana bir dört yıl verin. Sizden sadece dört yıllık görev istiyorum" demek bir seçimlik düşünmektir.
Bu seçim, bir kerelik, bir seferlik, bir seçimlik düşünenlerle, 100 -150 yıllık geçmişin ve geleceğin sorumluluğuyla bir hareket planı hazırlayanlar arasında geçmektedir. Erdoğan'ı hedefleyerek düşünmek bir seferlik düşünmektir. 10 sene sonra Erdoğan yok, dolayısıyla bu seçim Erdoğan'ı başkan yapma, AK Parti'yi iktidar, Davutoğlu'nu başbakan yapma seçimi değildir.
Bu Türkiye seçimidir. Kendiniz olduğunuz zaman meseleyi doğru başlatmış olursunuz.
İki seçenek var karşımızda, bir açık, belli, denenmiş bir yol, diğer taraf karanlık..
Ben aydınlığa oy vereceğim, benim oyum kendime..
***

Türkiye en az 60 yıldır kendi değildi, Türkiye'nin en önemli kararları başka mahfillerde alınıyordu. Evet, bir başbakanımız, cumhurbaşkanımız vardı ama onların da üstünde bir irade olduğu açıktı. Ülke için, Türkiye için onlar karar veriyorlardı. Kararsız koalisyonların, siyasi çekişmelerin, sen-ben kavgalarının nelere malolduğunu bu ülke iyi bilir. 45 bin faili meçhul cinayeti kimse unutamaz, unutturamaz.
Engin sağduyu seçimini yapacak ve yeniden bir maceraya ve kardeş kavgasına pirim vermeyecektir. Meydanlarda tartışan, çekişen, bağrışanların sayısı 10-15 bin kişidir.
Seçmen sayımız ise 55 milyon..
Yani Türkiye'nin 55 milyon düşüneni var.
***

Bizim seçimlerimiz nedense bütün dünyada yankı buluyor. Çünkü oturduğu topraklar her bakımdan müstesna bir coğrafya.
Dünyanın yüzde 70 enerji ihtiyacının karşılandığı ülkelere terminal.. Bunun için İspanya'dan İran'a Kanada'dan Japonya'ya kadar Türkiye'nin seçimiyle ilgilenmeyen yok.
Dünya basını bizimle meşgul adeta, hedefte de Erdoğan var. Seçim pusulasında olmayan ama herkesin hedefinde olan tek isim.. İçeridekini anlarım, ama New York Times veya İngiliz The Guardian gibi dışarıdakilerin, Türkiye'ye bu kadar yakın ilgisi ve ülkemin en tepe yönetimindeki en etkili ismin GÜÇSÜZLEŞMESİNİ istemeleri aklımın alacağı bir durum değil. Benim ülkemde bir isim, yerli bir isim cumhurbaşkanlığı gibi bir makamda olacak ama ülkesi üzerinde kontrolü olmayacak ve güçsüz olacak! Bu, anlaşılır bir durum değil.
Bölgede güçlü, etkin bir Türkiye istemiyorlar.
Bu yüzden bir bakıma Dünyanın seçimi bu seçim.. Bizim de üçüncü ve son sınavımız, Türkiye bu sınavı da başarıyla verecek ve kendi olmaya devam edecek. Biz olacağız ve kendi kararımızı kendimiz vereceğiz.

gazete

28 Mayıs 2015 Perşembe

CHPMHPHDPKKDHKPC..

Ahmet TEZCAN

CHPMHPHDPKKDHKPC..

28.5.2015

Buna 'paralel' olarak 've veya VPSPBBP' şeklinde ilaveler de yapılabilir.
Vatandaş da soruyor tabi, haklı olarak; "Böyle bişey olabilir mi arkadaş, aklım havsalam almıyor?!" diyor.
Ayniyle vakidir, çünkü bu durum ancak seçimlerde görünür hale geliyor.
Muhabirlik yaptığım dönemlerde seçim kampanyalarını izlerken kritik bölgelerde birbirleriyle kıyasıya mücadele eden particilere ben de soruyordum:
Yahu, sizin burada ne kadar çok parti var, her yerde siyasi parti tabelası asılı, her parti tam teşkilatlı, taraftarları, araçları var bölük bölük, konvoylarla zengin kampanyalar yürütüyorlar?! "Ankara'da bir tek parti var" dediğimde kafalarını hepten karıştırmış oluyordum..
***

Evet, Ankara'da yani Başkentte gerçekten bir tek parti faaliyetteydi aslında..
TEK PARTİ DÖNEMİ 2000'li yıllara kadar devam etmiştir. DP kurulup iktidara gelmesiyle o dönemin kapandığını düşünüyorsanız kuvvetle yanıldığınızı söylerim.
Peki, Ankara'da faaliyet gösteren tek parti mi? Yazının başlığındaki gibi bir şeydi o da aslında.. Bu partinin ne genel başkanı, ne genel merkezi, ne de amblemi vardı ama bütün genel merkezlerle çalışmayı bilir, bulurdu.
Bir "GÜÇ" tü o, UFO tarifi gibi TANIMLANAMAYAN BİR GÜÇ..
Nereye, kime dayanır, nereden kuvvet alır, nasıl çalışır belli değildi ama bütün kesimlerin kuvvetle hissettiği bir güçtü.
Yalnız siyasileri değil, askerleri de yönetiyor, yönlendiriyorlardı. Seçim ne zaman yapılacak, kimler koalisyon kuracak, başbakan, içişleri, dışişleri, maliye, bakanları kim olacak hepsine onlar karar verirdi.
Menderes, Nihat Erim, Turgut Özal gibi bu çarka bir şekilde çomak sokanlar ise canlarından oldu. 17 değil, 45 bin faili meçhul cinayeti de bunlara hamledebilirsiniz.
***

Bir bakıma siyasi partileri oluşturanlar da onlardı zaten. Bu milletin emekçisine, işçisine, sermaye çevresine ayrı ayrı partiler kurdurdular.. Yetmedi, Aleviliğimizi, Kürtlüğümüzü teşkilatlandırıp siyasi parti adı altında kullandılar, böylece bütün varlığımızı ve değerlerimizi istismar ettiler. İşin garibi, bu partilerin başlarındaki belli başlı liderler de memleket sahnesindeki yerlerini "saygın siyasiler" olarak uzun yıllar korudular.
Sade vatandaş hiçbir fikir sahibi olamadı bu konuda, o bir tek partisini bildi. Bölünüp, parçalanıp güç kaybettiğimizin farkında bile değildik. Zengin, fakir, Kürt ya da Türkdük..
Alevi, Sünni, Müslim veya gayri Müslimdik ama hepimiz en önce particiydik!
"Çok partili hayat", "Değerler demokrasisi" filan dediler, ayrı-gayrılığı bize güzel gösterdiler. Aslında yaptıkları düşmanlık tohumları ekip durmadan körüklemekti.
Yıllarca milleti birbirine kırdırdılar.
Millet bu oyunu fark edip birleşince bu defa şaşılacak şekilde en aykırı uçları hissettirmeden bir araya getirmeyi, milletin karşısına blok olmayı yine en iyi onlar beceriyor?
Bu yüzden CHPMHPHDPKKDHKPC dedim yazının başlığına, VPSPBBP'yi de ekledim. Her parti ayrı kampanya yürütüyor ama aslında birler, silahlı kanat ve paralelle de birlikteler!

gazete

22 Mayıs 2015 Cuma

Nice yıllar kaybettik

Ahmet TEZCAN

Nice yıllar kaybettik

22.5.2015

Bir ucundan ötekine bütün yurtta caddeler, sokaklar, meydanlar parti bayrakları ve afişlerle donanmış durumda..
Hem de iç içe, üst üste tüm renk ve desenleriyle tam bir cümbüş... En ufak köyün bile direklerinde seçim kampanyasının işaretlerini görmek mümkün.
Arada bir kuvvetli bir anons ya da 'lay lay lom' lu seçim şarkısıyla irkiliyoruz.
Ufak tefek tartışmalar olsa da tam bir 'bayrak demokrasisi' yaşadığımız.
"DÜDÜK DEMOKRASİSİ"nden BAYRAK DEMOKRASİSİ'ne geçişimiz kolay olmadı.
***

Türkiye ilerliyor derken, on yılda bir düdük sesiyle uyarılıyor, uyandırılıyorduk.
Siyasilerin ne menem adamlar oldukları, nasıl çaldıkları, ülkeyi ne hale düşürdükleri pompalanıyordu kulaklarımıza üniformalı siyasilerce.
İlelebet sürmüyordu düdüğün demokrasisi, dışarıdakilerin teşviki ve içerdekilerin yardımıyla frene basmışken özlük haklarıyla birlikte durumlarını biraz iyileştirip hırslarını da yatıştırdıktan sonra yine onlara, yani siyasilere teslim etmek zorunda kalıyorlardı ülkenin idaresini..
Bölük pörçük koalisyonlar, iradesiz iktidarlarla nice ON YILLAR KAYBETTİK.
Sadece yıllar değildi kayıplarımız, her alanda her şeyi kaybediyorduk.
En önemlisi birbirimize güvenimizi..
***

Doyasıya yaşamakta olduğumuz bayrak ve afiş demokrasisi de bir gün bitecek.
Bunun çevre kirliliğinden öteye halk nezdinde bir anlam taşımadığı..
70 li yılların siyasi propaganda teknik ve taktiklerinin günümüzde işlemediği..
Bu usulle ne oy ne taraftar toparlanabildiğini, sadece birilerinin cebine para pompalanmaktan başka işe yaramadığını da bir gün anlayacağız.
O zaman belki gerçek demokrasiye ulaşabileceğiz.
Hiç kimse birbirini hıyanetle suçlamayacak.
İktidarı kazanan hemen ÖTEKİ temizliğine girişmeyecek.
Hatta, "İktidar ne verdiyse ben daha fazlasını vereceğim" sözü de -İYİ ŞEYLERE İYİ ŞEYLER KATMAK ADINA- o zaman bir anlam kazanacak.
***

Bu seçimin sonucuna ilişkin bir sözü aktarıp kapatalım.
Dostlar, bizim seçmenimiz seçeceği partiye veya adaya bakarak oy vermez..
Bizim seçmenimiz oy verirken seçmeyeceğine bakar.
Bu benim değil, siyasette önemli roller almış duayen bir siyasetçinin, eski meclis başkanlarından Ferruh Bozbeyli'nin tespiti..

gazete

14 Mayıs 2015 Perşembe

Mal da yalan mülk de

Ahmet TEZCAN

Mal da yalan mülk de

14.5.2015

Kenan Evren'in ölümü bize çok şey hatırlatıyor.
Bir darbeyle devletin tepesine oturan Kenan Evren'in Çankaya köşkündeki son iş günü 9 Kasım 1989 idi, ardından Cumhurbaşkanı seçilen Özal'ın makamdaki ilk iş günü ise ilginçtir 10 Kasım'da, ilk Cumhurbaşkanı Atatürk'ün ölüm yıldönümünde başladı. Özal, makamdaki görevini tamamlayamadı, tamamlattırmadılar bence.
Çok partili dönemde üç devlet adamı görevini tamamlayamadı.
Biri Menderes'tir, arkadaşlarıyla birlikte darağacına gönderdiler, yetmedi, üç oğlunun da başına gelmedik kalmadı.
***
Yüksel Menderes'i kim hatırlıyor? 42 yaşında intihar süsü verilmiş bir cinayetle ortadan kaldırıldı. Siyasetçiydi babası gibi, Ankara Hukuk mezunuydu, iyi yetişmişti, Cenevre'de "Sciences Politiques" okudu, Belgrad'da diplomatik görev aldı, Aydın milletvekilliği yaptı bir dönem ve 1 Mart 1972'de Ankara'daki evinde öldü. İntihar ettiği söylendi, kareli bir kağıtta "Hayatta kaderin bütün cilveleri beni buldu, tahammül gösteremeyeceğim" yazılıydı, "veda mektubu" dediler. Mutlu Menderes, Ankara Siyasal mezunuydu, iki dönem Aydın milletvekilliği yaptı, 8 Mart 1978'de geçirdiği bir trafik kazasıyla o da abisine yakın bir yaşta hayatını kaybetti. Aydın Menderes malum, siyasetteki son Menderes'ti, yine bir trafik kazasıyla 15 yıl tekerlekli sandalyede geçen hayat sonrası 65 yaşında Hakkın rahmetine kavuştu.
Üçünün ölümü de şaibelidir ve kapatılmıştır.
Bence tozlu raflardan bir bir alınıp incelenmeye muhtaçtır. Mendereslerin hayatı filmlere konu olacak olaylarla doludur.
***
Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlığına gelince.. Özal'ın ölümüyle makama seçildi Demirel, "kalan yılları tamamlamalı" tartışmaları arasında 7 yıl görevde kaldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Arnavutluk'a gitmişken bir anekdot aktarmak isterim. Demirel, tam dört kere Tiran'ı ziyaret etti. Son ziyareti görevden ayrılmadan çok kısa bir süre öncesine rastladı. Derler ki Demirel'in Arnavutlara kan hısımlığı vardır, köyünün adı da çevre köylülerce "Islavköy" olarak söylenirdi, zamanla "İslamköy" oldu. Doğrusunu en iyi Demirel bilir.
Son ziyaretinde Arnavutlar Demirel'e 'en yüksek devlet nişanı' takdim ettiler, adı "İskender Nişanı" idi. İskender, Osmanlı'ya karşı isyan bayrağı açan asilerin lideriydi.
***
Yüksek görevler her zaman her bakımdan didiklenir, tartışma konusu yapılır. Evren'in ölümü de öyle oldu. Bir zamanlar okullar, en önemli bulvarlar onun adıyla anılsın diye yarış yapılırdı. Adana'da bulvar, Yalıkavak'ta, Fethiye'de cadde olmuştu adı, pek çok okul -İzmir'de, Ergani'de, Dörtyol'da, Adıyaman'da, Kula'da, Konya'da- yurdun dört bir yanında hâlâ onun adıyla anılıyor.
İşin sonuna bakacaksın, şimdi de adı her yerden silinsin isteniyor. İndirici bindirici bir dünya işte, hemencecik "Mal da yalan mülk yalan var biraz da sen oyalan" sözünü hatırlıyoruz..
Bâki kalan sadece, "hoş seda" imiş..

gazete