25 Haziran 2015 Perşembe

Hayırlı olsun ama..

Ahmet TEZCAN

Hayırlı olsun ama..

25.6.2015

Yeni Vekiller Meclis'te yeminlerini ettiler ve göreve başladılar. Bana sorarsanız 25. Dönem vekillerinin vekillikleri "kısa dönem askerlik" gibi olacak, bunu öncelikle ifade edelim. Çünkü Türk seçmeni ortaya çıkan manzarayı "şimdi ne olacak?" sorusuyla birlikte ibretle seyrediyor ve bundan hoşnut olmadığını da açıkça belli ediyor. Herkesin borcu var, derdi var, çoluğu çocuğu, geleceğe yönelik planları ile elini taşın altına koymuşluğu var. Dolayısıyla vatandaş Ankara'daki çarkın emin ellerde ve sorunsuz dönmesini, döndürülmesini ister. Bana sorarsanız bu manzaradan duvara asacak bir tabela çıkmaz, vatandaşın isteği ve beklentileri karşılanamaz.
***

Bu kaydı düşerken şunu da ifade edelim: Ortaya çıkan manzaradan hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın. Seçim sonuçlarının Meclis aritmetiğine yansıma şekli bir kere herkesin gazını aldı ve çok faydası da oldu. Yabancı medya desteğinde "Seçim güvenliği, şeffaflığı" gibi lakırdılarla ülkeyi dışarıya şikayet etme.. Yabancı medya desteğinde dışarıdan heyetlerin gelmesini sağlayıp Türk makamlarının sorgulatma.. İçeride gezi kalkışması benzeri densizliklerle bir kaşık suda fırtına koparmak suretiyle seçimin kargaşaya dönüşmesinin önüne geçilmiş oldu. 300 küsur milletvekiliyle AK Parti iktidarı sürmüş olsaydı bin dereden su getirilerek sonuç "ŞAİBELİ" ilan edilecek, ülke tahmin ötesi kargaşaya sahne olacak, en önemlisi; İktidar partisi "KENDİNİ TOPARLAMA İHTİYACI"nı görmeyecek ve çoğunluk yönetimine rağmen huzur bulamayacaktık.
***

Şimdi herkes şöyle derin bir nefes aldı, manzaraya baktı, ders çıkarılacak sonucun seçimden çıkarıldığını düşündü ve kendisi de bundan bir ders çıkardı. Biz gözümüzle inanan bir toplumuz, "bir musibet kırk nasihatten evladır." Vatandaş, yangın yerine dönmüş bir coğrafyada şimdi refah ve mutluluğu sağlamanın daha zor olduğunu görüyor. Bu sonuçlarla, yani eldeki "beş benzemez" ile Türkiye, "dünyanın beşten büyük olduğu" haykırabilir mi? Kafkasya'ya, Asya'ya sesini duyurabilir mi? Enerji koridoru olma iddiası, nükleer enerji, uzay çalışmaları ve büyük yatırımlar ne kadar yürüyebilir? Bu halimizle biz, bu yangından ancak eteklerini toparlayarak kurtulabiliriz. Sistemin yönetemediği ve bu çarpık manzarayı ortaya çıkardığı ortada.. Koalisyon çalışmaları beyhude bir gayretten öteye gitmez, bundan güçlü bir irade ortaya çıkmaz. Seçimin tekrarlanmasına karşı olanlar ve beyanları bunu açıkça gösteriyor.

gazete

18 Haziran 2015 Perşembe

5 yıldızlı bir hayat

Ahmet TEZCAN

5 yıldızlı bir hayat

18.6.2015

Bilen ve idrak edebilenler için müstesna anlar, özel zamanlardır Ramazan. Bu kaçıncı Ramazan bilemiyorum, Hicret'in 2. yılında Müslümanlara farz kılındığına göre varın siz hesaplayın kaçıncısıdır. Oruç, İslam'ın üçüncü şartıdır ve Ramazan ayında, sağlıklı, reşit, aklı başında her Müslüman için farzdır, bu fariza 2/183 ve 185. Âyetlerle Kur'an'da açıkça bildirilirken oruç tutarak korunmamız umuluyor. Peygamberimiz de, oruçluların cennete REYYAN kapısından gireceğini haber vererek orucun önemine işaret ediyor. Peki, oruç aç kalmak mıdır? Elbette değil. O zaman orucu sadece yeme içmeden ve diğer yasaklardan uzaklaşma olarak değerlendiremiyoruz.
***

İSLÂM, 5 şartlı, bir başka ifadeyle ve günümüz anlayışıyla BEŞ YILDIZLI BİR YAŞAM BİÇİMİDİR. Buna göre tercih ve tatbik ettiği yaşam biçimiyle herkes kendini serbestçe yıldızlayabilir. Şartlar belli: Önce Allah'tan başka bir ilah olmadığını ve Muhammed Mustafa'nın O'nun kulu ve resulü olduğunu kabul ve ikrar edeceğiz. Namaz ve oruç ibadeti ondan sonra geliyor. Ekonomik durum el veriyorsa, hac yaparak, zekât vererek 5 yıldızlı hayatın tüm şartları yerine getirilmiş olacak. Tam da burada bir soru akla geliyor.. Fiziki olarak tüm bu şartlar yerine getirildiğinde her şey tamamlanmış mı oluyor? Elbette değil. Müslümanlık çok büyük bir taahhüt, mü'min olmak onun da ötesinde.. İbadetlerin fiziki şartlarıyla beraber ötesine geçmek gerekiyor. Yani manen hazzını duymak ve kalben mutmain olmak için; elin, gözün, kulağın, hâsılı tüm uzuvların ibadete katılması gerekiyor. Yalnızca şahadet, yalnız oruç, namaz, hac veya yalnız zekat ile bu dinin yaşanamadığı gibi, yalnızlığa çekilip bir başına yaşanası bir durum olmadığı da bir gerçek. İslâm, komşuyla, arkadaşla, kardeşle, kısaca tüm toplumla ve tüm davranış biçimleriyle ortak hayatın kâmilen disipline edilmesidir. Peki, bu mümkün mü? Eh, bu soruyu herkes kendine soracak. Ne kadarını yaşarsa o kadar haz alacak, hazzını aldıkça da daha çok, daha derin yaşayacak. İslâm ve ibadet aynı zamanda bir denge ve bir iç disiplindir, her zaman yaşanası ve her zaman mümkündür.
***

Ramazanlar, bayramlar, Cuma ve kandil günleri en yalın ifadeyle; "özel anlar, müstesna zamanlar"dır. Günümüzün kanla, karmaşayla yoğrulan dünyasında bunalan insana bir lütfu ilahidir. Cenabı Mevlâ, kime, neye iltifat etmiş de yükseltip yüceltmemiş?! Taşa lutfetmiş elmas, zümrüt, yakut olmuş.. Toprağı HİCAZ, taştan tuğladan yapıyı KÂBE kılarak, "eşref" makamına yükselttiği insana tavaf makamı tayin etmiş. Zaman içinde zamanın mekân içinde mekânın yaratıcısı, böyle saklı zamanlar müstesna anlarla sadece bir şey murad ediyor; İnsanın hayat dediği ve çok önemsediği süreci doğru yoluna koymasını ve kendini kurtarmasını, o kadar. Ramazanımız mübarek, orucumuz makbul olsun. Her bakımdan şu dar ve zor günlerde kurtuluşumuza da vesile olur inşallah.

gazete

11 Haziran 2015 Perşembe

Hoş geldin eski Türkiye!

Ahmet TEZCAN

Hoş geldin eski Türkiye!

11.6.2015

İşte size iradesiz, iktidarsız, iddiasız bir Türkiye.. "Eski Türkiye, yeni Türkiye" neymiş gördünüz? Günlerce koalisyon için mekik dokunacak, sorumlu sorumsuz herkes konuşacak, savunma, enerji, uydu gibi hayati projeler beklerken Türkiye vakit kaybedecek. Kimin işine yaradı şimdi bu sonuç? Partili, partisiz hangi vatandaş bundan fayda sağlar herkes bunu bir kez daha düşünecektir.
İktidar mevkiindeki sorumluluk sahiplerinin ise; seçmene sorumluluk yüklemeden iki kere düşünme zamanıdır.
Şunu kimse aklından çıkarmasın.
Bu sonuca büyük katkısı olan içerideki ve dışarıdaki hıyanet cepheleri asla boş durmayacaktır, herkes aklını başına alsın ve ülkenin enerjisini boşa harcamasın.
İnsanımızın umudunu, hayallerini yıkmaya, Türkiye'nin vaktini boşa harcamaya kimsenin hakkı yok.
***
Bu seçimde Meclis'e bir irade yansımamıştır. Meclis'e yansıyan bu rakamlarla dört işlem yapılamaz.
Hele "Toplama işlemi" hiç olmaz..
Ama, çarpma, çarpışma, çarpıtma işlemleri fevkalade iyi yapılır, yeter ki kabiliyeti, kapasitesi yüksek, eğitimi müsait kişiler olsun!
Siyasi partilerin de bu kabil üyeleri Meclisimizin bünyesine katmış olduklarını yavaş yavaş müşahede etmekteyiz.
Temenni ederim bundan sonra Meclis müzakerelerinde YÜKSEK SÖZ hâkim olsun, fiziki güç yerine fikir gücü, gönül gücü kullanılsın.
Ama Meclis aritmetiği hiç umut vermiyor, "80'e 80" gibi sandalye dağılımları insanları korkutuyor. Çünkü oradaki çatışma sokağa misliyle yansır.
Çünkü bir süredir "siyasal güç" ne, "sayısal güç" nerede ve nasıl kullanılır karıştırır olduk. Hele silahlı güce mütemayil olan bir kesimin sayısal güce kavuşması tümüyle insanların umudunu kırıyor. Çünkü bazı bölgelerde sandığın nasıl kazanıldığını gördük, "defolun gidin" ihtarını da işittik ve atalar sözünü tekrar hatırladık.
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu...

gazete

4 Haziran 2015 Perşembe

Oyum kendime

Ahmet TEZCAN

Oyum kendime

4.6.2015

Evet, benim oyum kendime.. Bu seçim Türkiye'nin kendi olma seçimidir.
Türkiye bu seçimde ya kendi olacak ya da içeride ve dışarıda kaostan medet umanların karanlık planlarına kurban..
Biz sadece bir seçimlik düşünemeyiz. "Bana bir dört yıl verin. Sizden sadece dört yıllık görev istiyorum" demek bir seçimlik düşünmektir.
Bu seçim, bir kerelik, bir seferlik, bir seçimlik düşünenlerle, 100 -150 yıllık geçmişin ve geleceğin sorumluluğuyla bir hareket planı hazırlayanlar arasında geçmektedir. Erdoğan'ı hedefleyerek düşünmek bir seferlik düşünmektir. 10 sene sonra Erdoğan yok, dolayısıyla bu seçim Erdoğan'ı başkan yapma, AK Parti'yi iktidar, Davutoğlu'nu başbakan yapma seçimi değildir.
Bu Türkiye seçimidir. Kendiniz olduğunuz zaman meseleyi doğru başlatmış olursunuz.
İki seçenek var karşımızda, bir açık, belli, denenmiş bir yol, diğer taraf karanlık..
Ben aydınlığa oy vereceğim, benim oyum kendime..
***

Türkiye en az 60 yıldır kendi değildi, Türkiye'nin en önemli kararları başka mahfillerde alınıyordu. Evet, bir başbakanımız, cumhurbaşkanımız vardı ama onların da üstünde bir irade olduğu açıktı. Ülke için, Türkiye için onlar karar veriyorlardı. Kararsız koalisyonların, siyasi çekişmelerin, sen-ben kavgalarının nelere malolduğunu bu ülke iyi bilir. 45 bin faili meçhul cinayeti kimse unutamaz, unutturamaz.
Engin sağduyu seçimini yapacak ve yeniden bir maceraya ve kardeş kavgasına pirim vermeyecektir. Meydanlarda tartışan, çekişen, bağrışanların sayısı 10-15 bin kişidir.
Seçmen sayımız ise 55 milyon..
Yani Türkiye'nin 55 milyon düşüneni var.
***

Bizim seçimlerimiz nedense bütün dünyada yankı buluyor. Çünkü oturduğu topraklar her bakımdan müstesna bir coğrafya.
Dünyanın yüzde 70 enerji ihtiyacının karşılandığı ülkelere terminal.. Bunun için İspanya'dan İran'a Kanada'dan Japonya'ya kadar Türkiye'nin seçimiyle ilgilenmeyen yok.
Dünya basını bizimle meşgul adeta, hedefte de Erdoğan var. Seçim pusulasında olmayan ama herkesin hedefinde olan tek isim.. İçeridekini anlarım, ama New York Times veya İngiliz The Guardian gibi dışarıdakilerin, Türkiye'ye bu kadar yakın ilgisi ve ülkemin en tepe yönetimindeki en etkili ismin GÜÇSÜZLEŞMESİNİ istemeleri aklımın alacağı bir durum değil. Benim ülkemde bir isim, yerli bir isim cumhurbaşkanlığı gibi bir makamda olacak ama ülkesi üzerinde kontrolü olmayacak ve güçsüz olacak! Bu, anlaşılır bir durum değil.
Bölgede güçlü, etkin bir Türkiye istemiyorlar.
Bu yüzden bir bakıma Dünyanın seçimi bu seçim.. Bizim de üçüncü ve son sınavımız, Türkiye bu sınavı da başarıyla verecek ve kendi olmaya devam edecek. Biz olacağız ve kendi kararımızı kendimiz vereceğiz.

gazete

28 Mayıs 2015 Perşembe

CHPMHPHDPKKDHKPC..

Ahmet TEZCAN

CHPMHPHDPKKDHKPC..

28.5.2015

Buna 'paralel' olarak 've veya VPSPBBP' şeklinde ilaveler de yapılabilir.
Vatandaş da soruyor tabi, haklı olarak; "Böyle bişey olabilir mi arkadaş, aklım havsalam almıyor?!" diyor.
Ayniyle vakidir, çünkü bu durum ancak seçimlerde görünür hale geliyor.
Muhabirlik yaptığım dönemlerde seçim kampanyalarını izlerken kritik bölgelerde birbirleriyle kıyasıya mücadele eden particilere ben de soruyordum:
Yahu, sizin burada ne kadar çok parti var, her yerde siyasi parti tabelası asılı, her parti tam teşkilatlı, taraftarları, araçları var bölük bölük, konvoylarla zengin kampanyalar yürütüyorlar?! "Ankara'da bir tek parti var" dediğimde kafalarını hepten karıştırmış oluyordum..
***

Evet, Ankara'da yani Başkentte gerçekten bir tek parti faaliyetteydi aslında..
TEK PARTİ DÖNEMİ 2000'li yıllara kadar devam etmiştir. DP kurulup iktidara gelmesiyle o dönemin kapandığını düşünüyorsanız kuvvetle yanıldığınızı söylerim.
Peki, Ankara'da faaliyet gösteren tek parti mi? Yazının başlığındaki gibi bir şeydi o da aslında.. Bu partinin ne genel başkanı, ne genel merkezi, ne de amblemi vardı ama bütün genel merkezlerle çalışmayı bilir, bulurdu.
Bir "GÜÇ" tü o, UFO tarifi gibi TANIMLANAMAYAN BİR GÜÇ..
Nereye, kime dayanır, nereden kuvvet alır, nasıl çalışır belli değildi ama bütün kesimlerin kuvvetle hissettiği bir güçtü.
Yalnız siyasileri değil, askerleri de yönetiyor, yönlendiriyorlardı. Seçim ne zaman yapılacak, kimler koalisyon kuracak, başbakan, içişleri, dışişleri, maliye, bakanları kim olacak hepsine onlar karar verirdi.
Menderes, Nihat Erim, Turgut Özal gibi bu çarka bir şekilde çomak sokanlar ise canlarından oldu. 17 değil, 45 bin faili meçhul cinayeti de bunlara hamledebilirsiniz.
***

Bir bakıma siyasi partileri oluşturanlar da onlardı zaten. Bu milletin emekçisine, işçisine, sermaye çevresine ayrı ayrı partiler kurdurdular.. Yetmedi, Aleviliğimizi, Kürtlüğümüzü teşkilatlandırıp siyasi parti adı altında kullandılar, böylece bütün varlığımızı ve değerlerimizi istismar ettiler. İşin garibi, bu partilerin başlarındaki belli başlı liderler de memleket sahnesindeki yerlerini "saygın siyasiler" olarak uzun yıllar korudular.
Sade vatandaş hiçbir fikir sahibi olamadı bu konuda, o bir tek partisini bildi. Bölünüp, parçalanıp güç kaybettiğimizin farkında bile değildik. Zengin, fakir, Kürt ya da Türkdük..
Alevi, Sünni, Müslim veya gayri Müslimdik ama hepimiz en önce particiydik!
"Çok partili hayat", "Değerler demokrasisi" filan dediler, ayrı-gayrılığı bize güzel gösterdiler. Aslında yaptıkları düşmanlık tohumları ekip durmadan körüklemekti.
Yıllarca milleti birbirine kırdırdılar.
Millet bu oyunu fark edip birleşince bu defa şaşılacak şekilde en aykırı uçları hissettirmeden bir araya getirmeyi, milletin karşısına blok olmayı yine en iyi onlar beceriyor?
Bu yüzden CHPMHPHDPKKDHKPC dedim yazının başlığına, VPSPBBP'yi de ekledim. Her parti ayrı kampanya yürütüyor ama aslında birler, silahlı kanat ve paralelle de birlikteler!

gazete

22 Mayıs 2015 Cuma

Nice yıllar kaybettik

Ahmet TEZCAN

Nice yıllar kaybettik

22.5.2015

Bir ucundan ötekine bütün yurtta caddeler, sokaklar, meydanlar parti bayrakları ve afişlerle donanmış durumda..
Hem de iç içe, üst üste tüm renk ve desenleriyle tam bir cümbüş... En ufak köyün bile direklerinde seçim kampanyasının işaretlerini görmek mümkün.
Arada bir kuvvetli bir anons ya da 'lay lay lom' lu seçim şarkısıyla irkiliyoruz.
Ufak tefek tartışmalar olsa da tam bir 'bayrak demokrasisi' yaşadığımız.
"DÜDÜK DEMOKRASİSİ"nden BAYRAK DEMOKRASİSİ'ne geçişimiz kolay olmadı.
***

Türkiye ilerliyor derken, on yılda bir düdük sesiyle uyarılıyor, uyandırılıyorduk.
Siyasilerin ne menem adamlar oldukları, nasıl çaldıkları, ülkeyi ne hale düşürdükleri pompalanıyordu kulaklarımıza üniformalı siyasilerce.
İlelebet sürmüyordu düdüğün demokrasisi, dışarıdakilerin teşviki ve içerdekilerin yardımıyla frene basmışken özlük haklarıyla birlikte durumlarını biraz iyileştirip hırslarını da yatıştırdıktan sonra yine onlara, yani siyasilere teslim etmek zorunda kalıyorlardı ülkenin idaresini..
Bölük pörçük koalisyonlar, iradesiz iktidarlarla nice ON YILLAR KAYBETTİK.
Sadece yıllar değildi kayıplarımız, her alanda her şeyi kaybediyorduk.
En önemlisi birbirimize güvenimizi..
***

Doyasıya yaşamakta olduğumuz bayrak ve afiş demokrasisi de bir gün bitecek.
Bunun çevre kirliliğinden öteye halk nezdinde bir anlam taşımadığı..
70 li yılların siyasi propaganda teknik ve taktiklerinin günümüzde işlemediği..
Bu usulle ne oy ne taraftar toparlanabildiğini, sadece birilerinin cebine para pompalanmaktan başka işe yaramadığını da bir gün anlayacağız.
O zaman belki gerçek demokrasiye ulaşabileceğiz.
Hiç kimse birbirini hıyanetle suçlamayacak.
İktidarı kazanan hemen ÖTEKİ temizliğine girişmeyecek.
Hatta, "İktidar ne verdiyse ben daha fazlasını vereceğim" sözü de -İYİ ŞEYLERE İYİ ŞEYLER KATMAK ADINA- o zaman bir anlam kazanacak.
***

Bu seçimin sonucuna ilişkin bir sözü aktarıp kapatalım.
Dostlar, bizim seçmenimiz seçeceği partiye veya adaya bakarak oy vermez..
Bizim seçmenimiz oy verirken seçmeyeceğine bakar.
Bu benim değil, siyasette önemli roller almış duayen bir siyasetçinin, eski meclis başkanlarından Ferruh Bozbeyli'nin tespiti..

gazete

14 Mayıs 2015 Perşembe

Mal da yalan mülk de

Ahmet TEZCAN

Mal da yalan mülk de

14.5.2015

Kenan Evren'in ölümü bize çok şey hatırlatıyor.
Bir darbeyle devletin tepesine oturan Kenan Evren'in Çankaya köşkündeki son iş günü 9 Kasım 1989 idi, ardından Cumhurbaşkanı seçilen Özal'ın makamdaki ilk iş günü ise ilginçtir 10 Kasım'da, ilk Cumhurbaşkanı Atatürk'ün ölüm yıldönümünde başladı. Özal, makamdaki görevini tamamlayamadı, tamamlattırmadılar bence.
Çok partili dönemde üç devlet adamı görevini tamamlayamadı.
Biri Menderes'tir, arkadaşlarıyla birlikte darağacına gönderdiler, yetmedi, üç oğlunun da başına gelmedik kalmadı.
***
Yüksel Menderes'i kim hatırlıyor? 42 yaşında intihar süsü verilmiş bir cinayetle ortadan kaldırıldı. Siyasetçiydi babası gibi, Ankara Hukuk mezunuydu, iyi yetişmişti, Cenevre'de "Sciences Politiques" okudu, Belgrad'da diplomatik görev aldı, Aydın milletvekilliği yaptı bir dönem ve 1 Mart 1972'de Ankara'daki evinde öldü. İntihar ettiği söylendi, kareli bir kağıtta "Hayatta kaderin bütün cilveleri beni buldu, tahammül gösteremeyeceğim" yazılıydı, "veda mektubu" dediler. Mutlu Menderes, Ankara Siyasal mezunuydu, iki dönem Aydın milletvekilliği yaptı, 8 Mart 1978'de geçirdiği bir trafik kazasıyla o da abisine yakın bir yaşta hayatını kaybetti. Aydın Menderes malum, siyasetteki son Menderes'ti, yine bir trafik kazasıyla 15 yıl tekerlekli sandalyede geçen hayat sonrası 65 yaşında Hakkın rahmetine kavuştu.
Üçünün ölümü de şaibelidir ve kapatılmıştır.
Bence tozlu raflardan bir bir alınıp incelenmeye muhtaçtır. Mendereslerin hayatı filmlere konu olacak olaylarla doludur.
***
Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlığına gelince.. Özal'ın ölümüyle makama seçildi Demirel, "kalan yılları tamamlamalı" tartışmaları arasında 7 yıl görevde kaldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Arnavutluk'a gitmişken bir anekdot aktarmak isterim. Demirel, tam dört kere Tiran'ı ziyaret etti. Son ziyareti görevden ayrılmadan çok kısa bir süre öncesine rastladı. Derler ki Demirel'in Arnavutlara kan hısımlığı vardır, köyünün adı da çevre köylülerce "Islavköy" olarak söylenirdi, zamanla "İslamköy" oldu. Doğrusunu en iyi Demirel bilir.
Son ziyaretinde Arnavutlar Demirel'e 'en yüksek devlet nişanı' takdim ettiler, adı "İskender Nişanı" idi. İskender, Osmanlı'ya karşı isyan bayrağı açan asilerin lideriydi.
***
Yüksek görevler her zaman her bakımdan didiklenir, tartışma konusu yapılır. Evren'in ölümü de öyle oldu. Bir zamanlar okullar, en önemli bulvarlar onun adıyla anılsın diye yarış yapılırdı. Adana'da bulvar, Yalıkavak'ta, Fethiye'de cadde olmuştu adı, pek çok okul -İzmir'de, Ergani'de, Dörtyol'da, Adıyaman'da, Kula'da, Konya'da- yurdun dört bir yanında hâlâ onun adıyla anılıyor.
İşin sonuna bakacaksın, şimdi de adı her yerden silinsin isteniyor. İndirici bindirici bir dünya işte, hemencecik "Mal da yalan mülk yalan var biraz da sen oyalan" sözünü hatırlıyoruz..
Bâki kalan sadece, "hoş seda" imiş..

gazete

7 Mayıs 2015 Perşembe

Yaza şimdi girdik

Ahmet TEZCAN

Yaza şimdi girdik

7.5.2015

Hıdırellezdi dün, gerçek bahar bayramı..
Sade insanların değil, çiçek, böcek tüm nebatatın, hayvanatın, hattâ cemadatın bayramıdır hıdırellez..
Bütün bu varlıkların başında insan geliyor..
Her şey insan için..
Çıkın kırlara bir tepenin başında, beş dakika sessiz kalın, kuş cıvıltıları, rüzgârın okşamasıyla karşılık bulacaksınız. Ilık ılık tüm bedeninizi saracak güneşin sıcaklığı, varlığınızı hissedeceksiniz.. Yer sarsıntıları, orman yangınları, çiçek ve böceklerin feryat figanını ve insan olarak bu felaketlere katkılarımızı hiç hatırlamayın.. Yılda 16 milyon hektar orman alanı yok oluyormuş ne gam?!
6 Mayıs Hıdırellez'e inat yıllarca 1 Mayıslar'a 'Bahar Bayramı' dedik ama hiç kutlamadık. 1 Mayıslar, maskeli adamların, molotoflu günleri oldu, ağaçlar kırdık, kaldırımları söktük, nice canlara kast ettik bu bayramlarda.
***

ODTÜ'deydim önceki gün, Kurdaş Salonu'nda Türk Halk Bilimi Topluluğu'nun halk müziği konseri vardı, nefis bir repertuvar hazırlamışlar, mest olduk.
Aşık Daimi'nin dizelerini ODTÜ'lü amatör öğrencilerden dinledik. "Ezel bahar olmayınca/ Kırmızı gül bitmez imiş/ kırmızı gül bitmeyince dertli bülbül ötmez imiş" diyor koca aşık..
Yalnız bu değil tabii, bir başka dizede; Bülbül güle hayran olur/ Hayran olur seyran olur/ Bazı insan hayvan olur/ Hayvan adem olmaz imiş.. "Her sözün bir müşterisi vardır" der Hz.
Mevlâna, biz de bu dizelere müşteri olduk.
Dinleyen kulak olursa ders alınacak çok şeyimiz var. Baharı Hıdırellez'de kutlayan, çayır çimen, çapa, bir tarım ahalisi olan toplum, ilgili olduğu her şeyden bir ders çıkarmış.
THBT konserinde ODTÜ'lüler, zeybeği, ağıtı, hoyratı ile İzmir'den Urfa'ya, Edirne'den Kerkük'e bize tüm Anadolu'yu dolaştırdı, şahaneydi. Sadece ses düzenini biraz iyileştirseler kaydını alıp CD yapsalar, milletin kapışacağına inanıyorum.
***

İdareciler imkân bulup bunları yapacaktır muhakkak, Kemal Kurdaş ruhuyla bunu yaparlar. Bakın, ODTÜ şenlikleri yük oldu, iki gün olsun kararı okulu çalkaladı.
Şenlikleri başlatan da zaten Kemal Kurdaş'tı.
Dayatmanın direnci mi, direncin dayatması mı zaman gösterecek ve bir yol bulacaklar.
ODTÜ iyi okul, dünya üniversiteleri arasında yeri, derecesi var, ilk kampüs üniversitemiz, ormanı Ankara'nın akciğeri, "aidiyet duygusu" yaratan bir okul, ancak SOL dozu biraz fazla. "Demokratız" diyenler fizik bölümünde "dinci" dedikleri grubun afişine tahammül gösterebilirler mi mesela?
Bu yazı yazılırken okulda dün hem bilimsel hem devrimsel hem de siyasal etkinlikler vardı, ne oldu bilmiyorum. Beni en çok HDP Eşbaşkanı Demirtaş'ın ODTÜ ziyareti düşündürdü, tam zamanlama(!) doğrusu.. Çünkü kuruluşundan bu yana bu güzide okul pek çok tezgâha mekân olmuştur. Tezgâhın şimdiki adı "provokasyon", aman dikkat.

gazete

30 Nisan 2015 Perşembe

Şimdi de Nepal'de biz varız...

Ahmet TEZCAN

Şimdi de Nepal'de biz varız...

30.4.2015

Türkiye'nin, Kızılay dâhil 105 kişilik 8 ayrı ekiple kurtarma ve yardım çalışmalarını sürdürdüğü Nepal bizim için ayrı bir parantez konusu. Baba Rawal'in Gurkaları'yla bu ilk karşılaşmamız değil. Kuvvetli, cesur ve kararlılıklarıyla İngiliz ordusunun en seçkin savaşçılarıydı onlar. Çanakkale'de İngiliz ve Anzak askerlerinin yanında onlar da vardı. Tüfekli birlikleriyle Aralık 1915'e kadar savaştılar bizimle.
Hep ön saftaydılar. Gurkaların son icraatları Zıgındere'de seyyar hastaneyi basıp yaralıları süngülemek oldu. Mehmetçik yedi düvelle birlikte onları da göğsünde söndürdü. Sonra Irak bölgesinde yine İngilizlerin 1924'de kurmayı planladıkları devlete karşı çıkan Türkmenler, bir olay başlatılmak suretiyle (şimdi bunun adı provokasyon oluyor) katledilmişlerdir.
Yine İngiliz planıyla binlerce Türkmen'in katledildiği olaylarda Nepalli Gurka askerleri kullanılmışlardır.
Neydi Türkmenlerin suçu? Faysal'ın kral olacağı yeni devletin kuruluşu için yapılan halk oylamasında karşı oy kullanmak istemeleriydi. Silahlı ayaklanmaya filan kalkışmadılar. Çoluk çocuk binlerce Türkmen katledildi.
***

Daha gerilere gitmeyelim. Kuzeydoğu Hindistan'da, Afganistan'a doğru Müslümanların ilerleyişlerinde de Gurkalar engeldirler. Ancak Türklerin devreye girmesiyle 13. Yüzyılda Hindistan Müslümanlarının (şimdiki Pakistan'ın) yolu yeniden açılır. Belki bu yüzdendir Nepalli Gurkaların İngilizler tarafından tarih içinde karşımıza çıkarılması, kim bilir?
Gurka soyundan Şah Maharaya Diraj Piriti'nin Nepal Krallığı adıyla kurduğu devletin cesur askerleri Hindistan'da ve koloni ordularında İngilizlerce hep kullanılmışlardır.
Yalnız Gurkalar mı, yeryüzünde İngilizlerin kullanmadığı, birbirine düşürmediği halk, kan akıtmadığı coğrafya var mı diye düşünüyorum. Mahşerde numaralı koltuk yok ama insanlara zulüm yaşatanların yeri Allah bilir ayrıdır.
Şimdi Türkiye, deprem gibi korkunç bir felaket yaşayan Nepal'in imdadına koştu. Kızılay dâhil tam donanımlı 105 kişilik 8 ayrı Türk ekibi beraberinde yardım malzemeleri olduğu halde Gurkaları değil, insanları kurtarmak, yardım etmek, çadır kurup, sıcak çorba sunmak amacıyla Başkent Katmandu'da bulunuyor.
Ehh, bu da bize çok yakışıyor.
Dünyanın neresinde, hangi milletten ve dinden olduğuna bakmadan, tarihte bize karşı işlediği cürümlerini hatırlamadan yardım etmek bu milletin geninde, şiarında var.

gazete

23 Nisan 2015 Perşembe

23 Nisan ama büyüklere!

Ahmet TEZCAN

23 Nisan ama büyüklere!

23.4.2015

95 yıl önce bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) faaliyete başladı.
TBMM'nin açılışı, çocukların "Bugün 23 Nisan neşe doluyor insan" çocuksuluğunun çok ötesinde, çok ciddi, çok hayati bir başlangıç, adeta bir milattır bu millet için. Ama biz, bu çok önemli ve çok tarihi günü, sadece çocuklara armağanı noktasında anlar, algılar ve çocuksuluğuna takılır kalırsak bugünden bir anlam çıkaramayız.
Her yeri çocuklarla dolduralım, çocukları önemseyelim, onları sonuna kadar mutlu edelim ama 23 Nisan'ı da gereği gibi anlayalım. 23 Nisan, çocuklara olduğu kadar büyüklere de anlatılmalıdır.
TBMM'nin oluşması, açılışı, grupları ve tüm gündemi didik didik, dizi dizi anlatılması öğrenilmesi gereken tarihi, siyasi milli bir olaydır.
***

TBMM'yi anlamadan bugünü anlamak ve yorumlamak mutlaka eksik kalır. Meclis-i Mebusan Başkanı Celalettin Arif Bey kim mesela? Milli hukukun müdafaası için TBMM'nin oluşmasında ne gibi gayretleri olmuş kim biliyor?
Birinci Meclis'teki gruplar nasıl oluştu, başkanı gibi hareket eden Hüseyin Avni Bey kim? İkinci Meclis nasıl ve kimlerden oluştu? Bunları bilen varsa kim, nerede, nasıl anlatıyor?
Bu olayı tarihi, belgesel dizi yapmayı düşünen ciddi senaristler, yönetmenler, ciddi tarihçiler var mı acaba? Yoksa bu iş de yine TRT'ye mi kalacak? (Bir kısım küfürbaz, daha doğru ifadeyle 'boşboğaz' ve 'Magazin Tarihçileri' zaten bu işlerin dışında düşünüyoruz.)
***

Türkiye'nin yakın tarihiyle ilgili sayısız makale ve kitap yayınlanmıştır.
Bir yığın eserin sadece "övgü" veya sadece "sövgü" için yazıldığı düşünülürse bu tarihi süreci anlamamıza ne katkısı olacağı haklı olarak sorulmaktadır.
Ama ben bugün bir eserden söz edeceğim, üstelik çok yeni bir eser de değil. Pınar Yayınları'ndan çıkmış, adı 'Cumhuriyetin Tarihi', yazarı Ahmet Cemil Ertunç. En önemli özelliği, gizli ya da açık "övgü ve sövgü" kapanına yakalanmamış oluşu. Bu özellikteki tek eser değildir şüphesiz ama dipnotlarına varana kadar okuyucuyu alıp götüren ve tekrar tekrar okutan önemli bir eser. Tavsiye ederim...
100 yıldır yaşadıklarımızı daha iyi anlayabilmek için...

gazete

16 Nisan 2015 Perşembe

Tandoğan tarih, ya diğerleri?

Ahmet TEZCAN

Tandoğan tarih, ya diğerleri?

16.4.2015

Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi son toplantısında önemli bir karar aldı. Tandoğan Meydanı'nın adı Anadolu Meydanı olarak değiştirildi. İncek Bulvarı'na da teröristlerin şehit ettiği Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın adı verilmiş. Tandoğan adının değiştirilmesi kararına CHP'li Meclis üyeleri ret oyu vermiş, MHP'liler de 'çekimser' kalmış. Sabah Ankara, haberi "TANDOĞAN ADI TARİHE KARIŞ-
TI"
başlığıyla duyurdu.
Meydanın adı, eski Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'dan geliyordu. Büyükşehir Meclisi ilk olarak 2012'deki bir değişiklikle önce 'Nevzat' ismini kaldırmış, Tandoğan Meydanı olarak değiştirmişti. 3 yıl sonra da ismi tamamen meydandan kaldırılarak ANADOLU MEYDANI olarak değiştirilmiş bulunuyor.
***
Peki, Nevzat Tandoğan kimdi diye en azından yeni nesil tarafından soracaktır. 1929 yılında Ankara Valiliği'ne atanan Nevzat Tandoğan, aynı zamanda Ankara Belediye Başkanı idi ve 18 yıl boyunca görevde kaldı. Tek parti rejiminin sadık bendesiydi, baskıcı yönetim anlayışıyla tanındı, kendi istedikleri yazılsın diye gazetelere sürekli baskı yaptı. (Ama bunlar günümüzde hiç dile gelmez.) Tandoğan'ın bir sözü var ki hafızalara kazınmıştır: "Türkiye'ye komünizm lazımsa onu da biz getiririz" Yani "Siz de kim oluyorsunuz?" Valinin adı yalnızca bu sözle değil, döneminde işlenen ve 'Ankara Cinayeti' olarak kriminal tarihe geçen bir olay, Vali Tandoğan'ın peşini hiç bırakmamış, bir valinin adı sürekli bir cinayetle anılmıştır. Sebep; cinayetin vali tarafından kasten örtbas edilmek istenmesidir.
Çünkü cinayete oğlunun da adı karışmıştır. Tandoğan'ın sonu da hazindir. Vali Bey, 1946 yılının 9 Temmuz Salı günü tabancasıyla kendi hayatına son vermiştir.
***
Aslında Başkentin en önemli meydanlarından birine, neden böyle bir şahsiyetin adı verilmiştir, kimler vermiştir bunun araştırılması gerekir. Bunları aydınlatmak gerekir.
Sadece Tandoğan konusu mu?
Hayır, Başkent'te adı sorunlu pek çok ilçe, semt ve cadde vardır.
Bir büyük caddede adı yaşatılan REŞİT GALİP kimdir mesela?
Ankara'nın en merkezi semtlerinden biri olan ESAT adı nereden gelmektedir?
Daha bir yığın isim var Ankara'da; ilk defa duyanlar tarafından, anlaşılmayan, garip karşılanan hattâ aşağılanan.. Bunların araştırılıp bir bir temizlenmesi gerekir. Değişikliğin, değişimin ilk anda kabulü her zaman zordur. CHP'de ise "her şeye itiraz ve ret" değişmez politika haline gelmiştir. Kolay değil, tarihi bagaj çok yüklü ve de sorunlu.

gazete