16 Nisan 2015 Perşembe

Tandoğan tarih, ya diğerleri?

Ahmet TEZCAN

Tandoğan tarih, ya diğerleri?

16.4.2015

Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi son toplantısında önemli bir karar aldı. Tandoğan Meydanı'nın adı Anadolu Meydanı olarak değiştirildi. İncek Bulvarı'na da teröristlerin şehit ettiği Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın adı verilmiş. Tandoğan adının değiştirilmesi kararına CHP'li Meclis üyeleri ret oyu vermiş, MHP'liler de 'çekimser' kalmış. Sabah Ankara, haberi "TANDOĞAN ADI TARİHE KARIŞ-
TI"
başlığıyla duyurdu.
Meydanın adı, eski Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'dan geliyordu. Büyükşehir Meclisi ilk olarak 2012'deki bir değişiklikle önce 'Nevzat' ismini kaldırmış, Tandoğan Meydanı olarak değiştirmişti. 3 yıl sonra da ismi tamamen meydandan kaldırılarak ANADOLU MEYDANI olarak değiştirilmiş bulunuyor.
***
Peki, Nevzat Tandoğan kimdi diye en azından yeni nesil tarafından soracaktır. 1929 yılında Ankara Valiliği'ne atanan Nevzat Tandoğan, aynı zamanda Ankara Belediye Başkanı idi ve 18 yıl boyunca görevde kaldı. Tek parti rejiminin sadık bendesiydi, baskıcı yönetim anlayışıyla tanındı, kendi istedikleri yazılsın diye gazetelere sürekli baskı yaptı. (Ama bunlar günümüzde hiç dile gelmez.) Tandoğan'ın bir sözü var ki hafızalara kazınmıştır: "Türkiye'ye komünizm lazımsa onu da biz getiririz" Yani "Siz de kim oluyorsunuz?" Valinin adı yalnızca bu sözle değil, döneminde işlenen ve 'Ankara Cinayeti' olarak kriminal tarihe geçen bir olay, Vali Tandoğan'ın peşini hiç bırakmamış, bir valinin adı sürekli bir cinayetle anılmıştır. Sebep; cinayetin vali tarafından kasten örtbas edilmek istenmesidir.
Çünkü cinayete oğlunun da adı karışmıştır. Tandoğan'ın sonu da hazindir. Vali Bey, 1946 yılının 9 Temmuz Salı günü tabancasıyla kendi hayatına son vermiştir.
***
Aslında Başkentin en önemli meydanlarından birine, neden böyle bir şahsiyetin adı verilmiştir, kimler vermiştir bunun araştırılması gerekir. Bunları aydınlatmak gerekir.
Sadece Tandoğan konusu mu?
Hayır, Başkent'te adı sorunlu pek çok ilçe, semt ve cadde vardır.
Bir büyük caddede adı yaşatılan REŞİT GALİP kimdir mesela?
Ankara'nın en merkezi semtlerinden biri olan ESAT adı nereden gelmektedir?
Daha bir yığın isim var Ankara'da; ilk defa duyanlar tarafından, anlaşılmayan, garip karşılanan hattâ aşağılanan.. Bunların araştırılıp bir bir temizlenmesi gerekir. Değişikliğin, değişimin ilk anda kabulü her zaman zordur. CHP'de ise "her şeye itiraz ve ret" değişmez politika haline gelmiştir. Kolay değil, tarihi bagaj çok yüklü ve de sorunlu.

gazete

9 Nisan 2015 Perşembe

Gitmek mi zor kalmak mı?

Ahmet TEZCAN

Gitmek mi zor kalmak mı?

9.4.2015

İşte, mahşer kuralları işledi ve siyasette bir dönem daha geride kaldı. "Mahşer kuralları" benzetmesi tecrübeli siyasetçi Cemil Çiçek'e ait, seçim yaklaşırken hiçbir siyasetçinin, kendinden başka kimseyi düşünmemesi, düşünememesi dolayısıyla o bu benzetmeyi yapıyor.
Yedi dönemdir biz de bu çatının altındayız.
Girmediğimiz tek yer Genel Kurul Salonu, oraya da ancak milletin eliyle giriliyor. Tam öyle mi? Eh, yüzde 80, 90 oranla öyledir. Bir yerde bir iş yapılıyorsa o işi yapanın bir de tasdikçisi, yani "Hıh.." diyeni olur ve normaldir.
***

Siyaset, çok önemli bir görev, layıkıyla yerine getirilirse tabi..
İki bakımdan önemli.. Birincisi ve en şerefli tarafı; Milleti temsil etmek üzere seçiliyorsunuz ve Anayasamız, devleti yönetme iradesini ve sorumluluğunu sadece siyasilere, yani seçilmiş heyete veriyor.
Orada yani "Yüce Meclis" olarak tasvir ve tasavvur olunan çatı altında bir heyet, grup, bir ekip olarak yek ahenk içinde bulunmaktır önemli olan. Eğer Meclis çok kritik aritmetikle faaliyet icra ediyorsa o zaman vekillerin tek tek de önemi artmaktadır!
Sadece önemi değil, pahası da artar!
Sayı denk gelmezse bazen bir kişiye bir oy için dünyalar bağışlanır.
***

Milletvekilleri için bu görevi üslenmek de, o görevden geri kalmak da çok zordur.
Sadece vekiller için değil, aile bireyleri için de çok zordur ve çok önemlidir bu görev..
Çünkü hazmı zordur bu işin.. Seçilir "ne oldum delisi" olursunuz.. Seçilmez, dönüp düz vatandaş olmayı, vatandaşın arasına karışmayı yediremez, orta yerde kalırsınız.
Bu yüzden milletvekilleri mezarları bakımından sayısı en kalabalık yer Ankara'dır. Bazı vekiller ölmek için bile memleketlerine dönemezler.
Ankara'da kalmanın da birinci bahanesi hep çocuklar olur.
Milletvekili dediğin "E, bu kadar, buraya kadar" demesini bilecek, bilmezse bildirirler.
Siyaset yapmak bir bakıma belediye otobüsü ile yolculuk etmeye benzer, son durakta inilmez, indirilir.
Bilmem anlatabildim mi?
SABAH Ankara adaylarını dün tanıttı.
AK Parti'de birkaç isim dışında kadro yeni.
Muhalefet kanadında da durum farklı değil.
Cemil Çiçek, Ali Babacan, Salih Kapusuz, Haluk İpek, Bülent Gedikli, Reha Denemeç gibi önemli görevler üslenen isimler artık yok.
CHP'de de fiili durum 'üç dönem' uygulaması gibiydi. Yalnız Anamuhalefet'e etki eden bir yer vardı, söylemeden olmaz; Beykoz Konakları.. Eski siyasilerden, Ecevit'in Prensi Hüsamettin Özkan CHP'de "eşbaşkan" gibi görev yapıyor. Bunu bilen bilir, inkâr da edilebilir ama bu gerçeği değiştirmez.
Ancak o konaktaki yönetici kim orası meçhul?!..

gazete

2 Nisan 2015 Perşembe

Yeni Türkiye rahatsız ediyor

Ahmet TEZCAN

Yeni Türkiye rahatsız ediyor

2.4.2015

Teröristlerin adliye baskınından elektrik kesintilerine kâbus gibi bir gün yaşadık önceki gün. Ben internet olmazsa herkesin eli kolu bağlı kalır diye düşünüyordum ama elektrik olmazsa hiçbir şey olmazmış. Öylece kaldık, hayat durdu adeta.. Hastalar, çocuklar, ulaşım her şey kilitlendi.. Ardından Adliyeye terörist baskını.. Derin bir endişe ile İstanbul'daydı herkesin kulağı ve korkulan oldu.. Yalnızca bir çocuğun babasız, bir kadının kocasız kalması değil olay; mülke, memlekete yönelmiş açık bir tehdit var. Kiminin elinde silah, kiminde kalem var.
***

Seçim yaklaşırken benzerlerine hazırlıklı olmalı Türkiye. Çünkü Türkiye'den rahatsız olan etkin bir çevre var. Atılan twitler kimlikleri yine açık etti. Malum çevre niyetini hiç çekinmeden açık ediyor. Memleketin, mülkün yetkilileri de bunu değerlendirecektir umarım. Onlar da hiç çekinmeden milletin kendilerine verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanmalıdır, kullanacaktır. Millet bunu bekliyor. Erk yani güç başka bir şey, elden kaçırılınca insanın gözü başka hiçbir şey görmüyor. Firavunlar böyleydi, her şeyi ellerinde tutmak istediler, güçlerine rakip gördükleri her şeyi yok ettiler. Bir korku kehaneti sonucu aynı yıl doğan tüm erkek çocukları toplayıp öldürmek nasıl bir duygunun eseri, düşünebiliyor musunuz? Musa'nın zamanında firavun bunu yaptı. Ama Musa'yı aynı firavunun sarayında yaşatan, büyüten ve kendisine rakip kılan da bir yüce kuvvet ve kudretin olduğu hiç hesaba katılmıyor.
***

Dedim ya Türkiye bu olaylara hazır olmalı.. Çünkü Türkiye, son zamanlarda birçok çevreyi rahatsız ediyor. Konum, söylem ve davranışlarıyla rahatsız ediyor.. Savunma projeleri, nükleer girişimleri, gaz boru hatları, ulaşım yatırımları ile rahatsız ediyor.. Dolayısıyla malum çevreler de her fırsatta Türkiye'yi huzursuz edecek teşebbüsten geri durmayacaktır. Örgüt, devlet, şirket yahut cemaat eliyle her fırsatı kullanırlar. Hiç unutmayın, eskiden devletlerin şirketleri vardı, şimdi şirketlerin devletleri var. İçerisi dışarısı diye de bir ayırım yapmaya gerek yok artık, "satılmış"ınız varsa size kolayca ulaşabilirler. Gazetelerini, televizyonlarını her türlü iletişim ağlarını da hazır ederler. Sizin dilinizde konuşan, yazan, sizin gibi isimler taşıyanları bulmak zor olmaz onlar için. Çünkü bu topraklar, hainini de kahramanını da yetiştirmeye son derece müsait ve çok verimlidir. Tarih bize bunun sayısız örneklerini göstermektedir.

gazete

25 Mart 2015 Çarşamba

İki yanlıştan bir doğru çıkmaz

Ahmet TEZCAN

İki yanlıştan bir doğru çıkmaz

26.3.2015

Temel mantık kuralıdır bu, "Two wrongs do not make a right" der İngilizler, yani başlığa çıkardığım ifade "İki yanlıştan bir doğru çıkmaz.." Çünkü bu tüm dünya için geçerli bir mantık kaidesidir. Mandıra Filozofu mu kim bilmiyorum, şöyle bir ifadeye rastlamıştım:
Yanlışa yanlış mukabele, doğru adına doğrudan ayrılmaktır..
Neyse fazla uzatmayalım, sözü Ankara gündemini alt üst eden Arınç-Gökçek polemiğine getirmek istiyorum.
Nereden baksak ortada bir yanlış var, bu noktada herkes mutabık, bizdeki ise katmerli oldu, akıl alacak gibi değil yangına körükle gidiyoruz. Nitekim
Başbakan Davutoğlu,
en yetkili kişi olarak noktayı koydu, Y A N L I Ş!.. Bundan sonrası parti kurullarının.
Olayın kahramanları Arınç ve Gökçek, yılların siyaset adamlarıdır, ikisini de yakından tanırım, onlar da beni.. Hem ismen hem de cismen tanırlar. İkisinin de siyasetin içinde oldukları süre en az 30 yıl ise ben de 30 yıldır Meclis'teyim. Bülent Bey'i, vaktiyle içinde bulunduğu partinin ta Manisa il başkanlığından, Melih Bey'i de, Keçiören belediye başkanlığından bu yana tanırım.
***
Yunanistan'dan bir örnek vermek istiyorum. Alexis Çipras, ülkesinde sol koalisyonun lideri. Önceki gün Alman Şansölyesi Merkel ile önemli bir görüşme yaptı.
Konuşmasını şu sözle bağladı Çipras: Birbirimiz hakkında konuşacağımıza, birbirimizle konuşmalıyız.
Bizimkilere göre çok genç bir siyasetçi, 1974 doğumlu. Otuz küsur yıl değil, 2009'dan bu yana sorumluluk almış bir siyasetçi. Ülkesini ekonomik çıkmazdan kurtarmaya çabalıyor, sırf bu nedenle de olsa diyalog yolunun açık tutulması gerektiğini biliyor.
Siyaset çok önemli bir alan; sosyolojisi, psikolojisi hattâ etimolojisi ile çok önemli.
En önemli kuralı da eskilerin deyimiyle; UHULET ve SUHULET.. Yani usulüne uygun olarak, patırtıya meydan vermeden, kolay ve nezaket çerçevesinde hareket etmenin özeti..
***
Ülke olarak bir GİRDAPTAN kurtulmaya çalışıyoruz. Bu millet son 40 yılda az cedelleşmedi, yokluklardan, kuyruklardan geliyor. 45 bini bulan faili meçhul var bu memlekette. Evladını okula gönderiyor, akşama kadar iç buruntusuyla bekliyordu insanlar, her gün her yerde "kim vurdu ölümleri" 10'dan aşağı değildi çünkü. Nerelerden geldiğimizi iyi biliyoruz, çok kötü örneklerini gördüğü için siyasete de mesafelidir bizim insanımız, çok da hevesli değildir.
Şimdi çok kuvvetli bir irade beyanıyla, toplumsal barış yeniden tesis edilmeye çalışılıyor.
Tam da bu sırada "tecrübe abidesi" olarak bilinen, yüksek sorumluluk sahibi bir siyaset adamı seçime çeyrek kala kalkıyor bir yığın gereksiz yoruma yol açacak değerlendirmelerde bulunuyor süreç hakkında ve de Cumhurbaşkanı'na karşı.
YANLIŞ..
Başkentte
aynı derecede sorumlu ve tecrübeli bir başkası da anında twitleriyle tepki veriyor ve polemiği adeta katlıyor.
Bu da İKİNCİ YANLIŞ.. Hem şahıslar hem ifadeler bakımından yanlış.. Ülkenin en zor zamanında, içten ve dıştan adeta kuşatılmışlığın yarılmaya çalışıldığı bir dönemde şimdi iki yanlıştan bir doğru mu çıkacak? Çıkmaz..
Çinlilerin dediği gibi iki tane 1,5 metre atlayanla 3 metre atlanmaz.

gazete

18 Mart 2015 Çarşamba

Çanakkale son kale

Ahmet TEZCAN

Çanakkale son kale

19.3.2015

İngiliz garson, müşterisinin Türk olduğunu anlayınca "Çanakkale'de çok askerimizi öldürdünüz" demiş. Bizimkisi şaşırmış, cevabı da hemen yapıştırmış: - Orada ne işiniz vardı? Ne işleri olduğunu bugün haritaya baktığımızda daha iyi anlıyoruz.
Kirli işleri için buradaydılar, üstelik ölenler de İngiliz değil, çoğu dünyanın öteki ucundan; Anzaklar, Gurkalar ve Afrika'dandı..
Ben olsam bugün, her eve bir DÜNYA HARİTASI asılmasını için vatandaşı mecbur ederim. Bir süredir biz dünyadan çok koptuk, daha doğrusu koparıldık, içe kapandık ve kendimizle çok uğraştık.. Mekteplerde lüzumsuz gereksiz şeyler öğrettiler, çünkü müfredatı hazırlayanlar onlardı, yani bizi dünyadan koparanlar..
Kendi kendiyle uğraşmanın asla bir yararı olmadığını, daima ayar veren bir ÜST AKLIN bulunduğunu acı tecrübelerle öğreniyoruz.
Eskiden düşman bir yerden gelirdi, şimdi içeriden dışarıdan her yerden geliyor.
***
Çanakkale Zaferi'nin ruhu ve tüm gerçeği bu memleketin çocuklarına mutlaka yeniden anlatılmalı. Tarih öncesinin efsane canlıları dinazorların tüm çeşitlerini gerçek adlarıyla bilen ve ayıran yavrularımıza; tarihimizi, savaşlarımızı, zaferlerimizi ve çizgi filmlerden önce kendi kahramanlarımızı öğretmek mecburiyetindeyiz.
Bugün Çanakkale başta olmak üzere tarihten bir bahis açıldığında kimse dinlemiyor.
Öğrenciler, yetişkinler herkes sıkıldı, bayatladı artık bu anlatımlar. Yapılan ekleme çıkarmalar yüzünden kimse tarihe de inanmaz oldu. Savaşın ruhu ve gerçek kahramanları dile gelmiyor çünkü. Çanakkale Zaferi sırasında 35. Osmanlı Sultanı Halife Mehmet Reşat'ın hükümdar olduğunu sorun bakalım kaç kişi bilecek? Savaşın komutanı kimdi, Enver Paşa neciydi deyin cevap alabilecek misiniz?
***
Metrekareye 6 bin merminin düştüğü, toprağın çeliğe doyduğu, sıkılan kurşunların havada çarpışıp birbirine kaynadığı, 4 saatte 10 bin şehit verilen, tarihçilere "Çanakkale'de toprağın üstü altına kaçtı" dedirten dehşeti, her bakımdan üstün bir güce karşı kazanılan zaferle adeta matematiğin mağlup edildiği bir zafer böyle anlatılır mı?
Parmağı koptuğu için tetiğine dokunamadığı tüfeğini bozuldu zanneden Halil Onbaşı'yı, "Emir geldi" diyerek kopan ayağından kan fışkırırken cepheye koşan Bekir Çavuş'u, yaralı düşmanı bile 'iyileşeceksin' diye teselli eden Safiye Hemşireyi, tabyalardaki tütün alışverişini bu çocuklara kim anlatacak?
Ellerinde pipoları, puroları büyük tafrayla sahillerimize geldiler yüksek unvanlı generaller.. Cepheden toplanıp kaçışları ise apayrı bir tarihi bahistir. Vatan toprağına yapışmış yürekleri görünce tafraları, fiyakaları bozuldu, bir de yüksek savaş dersi almış oldular yedi düvelin kumandanları Çanakkale'de Mehmetçikten.
***
Evet, tüm renkleri ve inançlarıyla 637 yıl hüküm sürmüş muhteşem imparatorluğu anmaz, anlatmaz isek bu coğrafyanın tarihi çok yavan kalır. Çanakkale son kaleydi. Yeryüzü ne böyle bir savaşa şahit oldu ne de böyle bir kahramanlık yaşandı.
Onun için Bedir'in Aslanları'yla kıyaslandılar.
Bugün, bir Fatihalık duası, dökecek iki damla gözyaşı olan herkes Çanakkale'yi bilip, bulup onlara teşekkürünü bir şekilde ifade etmelidir. Çünkü orada hepimizin kanı canı var.

gazete

11 Mart 2015 Çarşamba

Çığlık çığlığa

Ahmet TEZCAN

Çığlık çığlığa

12.3.2015

Kadın odaklı bunca konuşmaya, bunca etkinliğe, bunca himaye teşkilatına rağmen dün yine sokakta bir kadın sesi..
Çığlık çığlığa bağırıyor;
"Beni aramayın, üç senedir hayatımı mahvettiler, artık bittim.." Saate baktım sabahın beş buçuğu, hava henüz ağarıyor, hafiften yağmur atıştırmış..
Kumru kuğurmaları, serçe cıvıltılarını bastırıyor kadının sesi.
Kendini göremiyorum, telefon konuşması sanki: "o çocuk ne olacak, kendine acımıyorsan bari ona acı" gibi ikazlar alıyor olmalı ki.. "O da ölsün" diyor kadın, daha da ileri gidiyor, "yarın onu da parça parça sokaklarda bulurlar.." Aman Allahım! Ona bunları söyleten nedir, nasıl bir sıkışmışlık halidir yarabbi?
O sokakta yaşayan herkes bu sözleri duydu, ayniyle vaki yaşadığım bir olayı aktarıyorum, mizansen değil..
Neler yaşanıyor, kimler bir zehir hayatı birbirine reva görüyor da sokaklara taşan çığlığa dönüşüyor.
***
Mart ayı gelmiş, bahar kapıda.. Tabiat bütün canlılığıyla toprağı, tomurcuklar da dalları zorluyor ve kurtlar kuşlar bütün canlılar bunun sevincini yaşarken..
İNSANLIK ÖLMÜŞ diyesi geliyor insanın..
Kadın deyince bizde en evvel anadır, bacıdır. Sonra hayatımıza karımız kızımız, biricik yavrularımız girer. Falancayı nasıl bilirsiniz diye sorulunca kendimiz gibi biliriz.
Ölçü, kendimiz, aile bireylerimiz olur.
Bu hep böyle olagelmiş, anadan atadan böyle tevarüs etmiştir.
Bizim kadınlarımız eskiden saklıydı ve korunaklıydı diyesim geliyor. Ama bir o kadar da çekip çevirendi, ağır sorumluluklar üslenen ve karar verendi ailede, çevrede, mahallede.. Kaş göz işaretiyle eğitildik. Pazardan dönen ihtiyar komşunun sepetini alıp evine kadar taşımayı öğrendiğimizde çocuktuk. Her şey sepetle birlikte gitti.
Durmayı, oturmayı, kalkmayı, az konuşmayı büyüklerimizin kaş-göz işaretiyle öğrendik. Bir HAYIRLI İŞ için bir kızı sorduklarında ölçü şuydu:
Durmayı, oturup kalkmayı, büyüğünü küçüğünü bilmek..
Yani "eğitimli, terbiyeli" olmak..
***
Şimdi her şey aşikâr oldu, gizli saklı bir şey kalmadı.
Dertler de sevinçler de sokaklara taşıyor, çığlık çığlığa ve çılgınca yaşanıyor artık. Belediye otobüsünde yaşlı insanların karşısında sakız çiğneyip bir de patlatmak liseli çocuk için normal oldu.
Saygı, sevgi, ayıp, günah gibi kavramların sakız balonuyla birlikte patladığını söylesem yanlış yapmış olur muyum acaba? Bunlar yok oldu demenin olumluya katkısı olur mu, o da tartışılır.
Velhasıl günümüz insanını durdurmak zor.

gazete

4 Mart 2015 Çarşamba

CHP'de Ankara Savaşı

Ahmet TEZCAN

CHP'de Ankara Savaşı

5.3.2015

Evet, CHP'nin "Ankara Savaşı" olacak bu seçim. Neler oluyor diyerek yaptığımız değerlendirme hayli yankı buldu geçen hafta. "İltifat büyükşehirlere Anadolu'da aday sıkıntısı çekilebilir" dedik ve neticede 11 ilde aday adaylığı için CHP'ye müracaatın olmadığı gazetelere haber oldu. Bu hafta Başkent'e bakıyoruz, çünkü Ankara, siyasi bir laboratuar, memleketin her rengi buraya yansır, Başkent demek Türkiye demektir. 1. Bölge yani Çankaya, CHP'nin en rahat olduğu bölgedir ve CHP burada 8 milletvekili hedefliyor. 1, 3, 5 ve 7.sıralar genel merkez kontenjanı kullanılacak. Kemal Kılıçdaroğlu "ilk sıralar kadınların" deyince birçok yerde işler karıştı. Ankara 1. Bölge 1. Sırasına partinin ekonomi politikalarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke oturacak. 3'te Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç, 5'te Ar-Ge'den sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sencer Ayata var. Meclis Grup Başkanvekili Levent Gök de kontenjancı ve 7. Sıra onun.

***
Çayyolu ve Elmadağ ilçesinin yerel seçim öncesi Ankara 1. Bölgeye dâhil edilmesiyle bu bölgede milletvekili sayısı 2 arttı, çünkü yalnız Çayyolu'ndan 40 bin seçmen Çankaya'ya geçti. Ankara Meclis'e 32 milletvekili verecek ve 1. Bölgede CHP 8 vekillik hedefliyor. Önseçimin ise CHP'de fırtına koparacağı herkesin dilinde.. Genel Başkan Çankaya'da, Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özpolat ve eski İlçe Başkanı Mehmet Perçin'le mücadeleye girecek, rakipleri de Önder Sav ve Hakkı Süha Okay.. Görüldüğü üzere Çankaya'da bile 'rahat' yok, mücadele çok çetin olacak. 2,4,6 ve 8. sıra için 50'yi aşkın aday adayı kapışacağı bu bölge partinin belki geleceğini belirleyecek. O nedenle Kılıçdaroğlu da "hodri meydan" derken kendisi de nerede olursa olsun önseçim kazanarak gelmesi gerekiyor.

***
Milletvekili sayısı 14'e düşen 2. Bölge de sıkıntılı. CHP bu bölgede 4 vekil kazanmıştı ama o zaman Çayyolu seçmeni vardı. Şimdi 1. ve 3. sıra genel merkez kontenjanı olan bu bölgede ilk sıra kadın adayın ve görünen isim tartışmasız Eğitimden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Seyhan Erdoğdu, 3. Sırada da Sinan Aygün var. Erdoğdu geçen seçim 5. Sıradaydı ve ortalarda pek gözükmedi, CHP seçmeninin kafasında da "çalışmaz" olarak kaldı. Yaşından söz etmeyi nezaketsizlik addederim ama konuşuluyor. Sinan Aygün'e gelince CHP tabanıyla tam buluştuğu söylenemez, 4 yıl sadece Kılıçdaroğlu ile diyalog geliştirdi. 2. Bölge'de herkes Yeni Mahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar'ın gayretine muhtaç.. Kim ne derse desin burada partinin kaderini belirleyecek isimdir Fethi Yaşar.

***
Şehirden çıkınca dış ilçelerde CHP'nin manzarası Mansur Yavaş'ın renginde.. Mansur Rüzgârı kuvvetli eserken örgütlerin hayli etkilenmiş olduğu görünüyor. Velhasıl CHP'nin bu bölgede de başı ağrıyacak. Başkent'i iyi okuyan siyaset takipçileri bir şey daha söylüyor, diyorlar ki; sol adına Ankara'da CHP'yi; adı Vatan olarak değiştirilen eski İP zorlayacak, HDP değil. Yabana atılacak bir görüş değil bence; Perinçek'in İP'ine tutunanlar arasında çok dişli isimler var; tecrübeli, yorulmaz, mücadeleci, keskin bir ekip, ciddi kaymalar olabilir ve CHP'ye iki bölgede birer milletvekili kaybettirebilir.

gazete

25 Şubat 2015 Çarşamba

CHP'de neler oluyor?

Ahmet TEZCAN

CHP'de neler oluyor?

26.2.2015

Evet, genel seçim yaklaşırken CHP'de neler oluyor, ilgi alâka nasıl Kılıçdaroğlu'nun partisine, bu defa CHP'lileri neler bekliyor? Bugün Anamuhalefet'e bir ışık tutacağız, bu sorulara hiçbir önyargı taşımadan karşılık bulacağız. Hariçten gazel değil, bir anlamda içeriden fotoğrafını çekeceğiz Anamuhalefet'in.. Aday adayları ortaya çıkarken daha çok büyük kentlere teveccüh var gibi gözüküyor. Bu da CHP'nin Anadolu'da aday sıkıntısı çekebileceğini gösteriyor. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun "büyükşehirlerde ilk sıra kadın adayların" fantezisi de partide genel bir sıkıntıya yol açmış bulunuyor. Genel Merkezde oturan 17 parti üst yöneticisi var.. Baykal, Önder Sav gibi partinin omurgasını oluşturan isimler de henüz siyasette gaz kesmiş değil..

***
Son zamanlarda adı Hayri İnönü ile birlikte anılan Mustafa Sarıgül.. Siyasi yelpazenin en sağından gelip 'kadın kontenjanı'ndan partinin tepesine yerleştirilen Bekaroğlu gibi durumlar.. Art arda sıralanabilecek daha bir yığın unsur sayabiliriz. Ön seçimler bilhassa çok önemli.. Şu açıdan önemli; Adam partinin tepesinde oturuyor seçmen nezdinde karşılığı yok.. Ya da tersinden söylersek; Partide adı sanı geçmiyor ama 'seçmenin baş tacı adamlar' var bu partide..

***
Seçime giderken Anamuhalefet'in belirleyici faktörleridir bu gibi durumlar ve bu partiye gönül vermiş koca bir kitlenin genel seçimde tavrını belirleyecek unsurlardır. Hele bir de -adını VATAN olarak değiştirmiş eski İŞÇİ PARTİSİ gibi- yurt sathında seçimlere bütün enerjisiyle asılmaya hazırlanan dişli ekipler karşısında CHP'nin işinin bu defa zor olacağını söylemek yanlış olmaz. Sadece CHP'nin mi? Vatan Partisi, son söylemleri ve bünyesine kattığı isimlerle MHP'yi de zorlayacak gibi görünüyor. Kamuoyu araştırmaları her iki partiden de bu partiye geçişler olduğunu gösteriyor. Bir sonraki yazımda aynı objektiflikle Ankara'ya mercek tutacağım. Bizim Ankara ölçeğinde CHP'ye tutacağımız mercek bütün seçim bölgeleri için geçerli bir değerlendirme olacak.

gazete

18 Şubat 2015 Çarşamba

Acılı babadan hikmetli sözler

Ahmet TEZCAN

Acılı babadan hikmetli sözler

19.2.2015

Yakın geçmişte en çok Münevver Karabulut cinayeti etkilenmiştim. Hafızamızda yer etmişti, bu defa Özgecan hadisesi ile sarsıldık. Ne ki bütün iğrençliğine ve dehşetine rağmen her toplumda ortaya çıkabilen cinsten olaylar bunlar. Hepsini de reddettik toplum olarak, (karalar giyen, dans eden de oldu) itirazımızı ve isyanımızı meşrebimize uygun tepkilerle ortaya koyduk. Ama asıl sözü, sözün özünü Özgecan'ın babası Mehmet Aslan söyledi.
***
Düşünenler içindi Mehmet Aslan'ın sözleri, bence olaydan daha sarsıcıydı: Öfke aklın yerini almış, insanlar sokaklara taşmışken kim "Sevmekten başka bir çıkar yolumuz yok" der, üstesine bütün duygularını yenip caniler için de; "Onlara da zulmedilmesin, adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler. Allah onların analarına, babalarına da yardımcı olsun" diyerek vicdan sesini kim dillendirebilir, bu mümkün mü? Derin dersler var bu sözlerde.. Kâbusunu yaşarken feryat figan da etmiyor Mehmet Bey, ağıt yok, çığlık yok, zaten buna mecali de yok.. Acılı Baba acısını içine gömüyor açık açık mucizeyi haber veriyor diyor ki: "Siz hiç mucize gördünüz mü? Şu an bir mucize gerçekleşiyor. Olayın tüm Türkiye'ye mal olmasının bir hikmeti var"
***
Adeta ilahî bir sükûnet ve vakarla Mehmet Aslan'ın dudaklarından şu sözler dökülüyor düzgün cümleler halinde: "Milletimiz necip, güzel bir millet. Güzel gönüllü insanlar var. İstemedim fakat böyle bir konuşma yapmak mecburiyeti aslında doğuyor. Çünkü memleketimizin, hatta dünyanın aslında öncelikle barışa ve sevgiye ihtiyacı var. Memlekette artık ikilik olmasın. Sevmekten başka bir çıkar yolumuz yok. İnsanlar barışta iken teslim olmalı, savaş çıktıktan sonra bunun bir kıymeti olmaz. Teslim olursak içimizdeki bütün güzellikler ortaya çıkacak. Memlekette herkes bir şey söylüyor; biz ne ocuyuz, ne bucuyuz, şanı yücelerden yüce olan Türk milletinin bir ferdiyim, evladıyım. Allah devletimize zeval vermesin."
***
Can yavrusunu yitirmiş acılı bir babanın ağzından, Ma'un, Ali İmran(103. Ayet) ve Asr Sureleri de hatırlatılarak, çok yüksekten, yücelerden uyarılmadığımız ne malum? Söyler misiniz, bu uyarı sonrası kaçımız Mushafı Şerifi açıp neydi bu sureler, neler söylüyordu diye baktık? Rahmetli Abdürrahim Karakoç'un "Ha Hasan'a ha sana" hitabıyla kaleme aldığı 'Hasan'a mektuplar' ı gibi, tam da adrese teslim mesajlardı oysa..

gazete

11 Şubat 2015 Çarşamba

Tarihi günler

Ahmet TEZCAN

Tarihi günler

12.2.2015

Dün bir radyodan "tarihte bugün" neler olduğunu dinliyordum.. Aman Allah'ım, neler olmuş neler.. Demek ki şubatlar tarihi olaylara gebe.. Yalta Konferansı'ndan İran'da Humeyni'nin yönetime gelmesi, Mandela'nın özgürlüğe kavuşmasından Rüştü Erdelhun başkanlığında Adalet Partisi'nin kuruluşuna kadar çok önemli olaylar yaşamışız şubat aylarında.. En çetin kış şartlarını da 1936'da yaşamışız, İstanbul'da Unkapanı köprüsü havaya uçmuş. Yalta mesela, Kırım'ın güneyinde bir kasaba ama 1945'te dünya liderlerinin (Çörçil, Ruzvelt, Stalin) orada toplanması bu küçük kasabayı dünyaca şöhret yaptı. Çünkü O GÜNÜN SÜPERLERİ dünyayı kendi aralarında paylaşmışlardı. Türkiye Yalta paylaşımında Amerika'ya düşmüştü, Küba da Ruslar'a.. Bugünden bakınca Türkiye'nin tam anlamıyla olmasa da ABD sultasını kırdığı görülüyor. Tarihi kırılmanın en önemli aktörü (Cumhurbaşkanı Erdoğan) ise Kolombiya'da, Küba'da ülkesine menfaat yolları arıyor. Türkiye Yalta paylaşımının etkisini yıllarca yaşadı sevgili dostlar. Tam kurtulamadık ve halâ da tesirindeyiz. Türkiye'de sadece dün yaşananlar yani yüksek yargı seçimleri, milletvekilliği için istifalar ve grup toplantıları bizlere çok şeyler anlatıyor. Muhalefet liderleri halâ sokak ağzı üslubuyla değerlendirmelerde bulunuyorlarsa bu yeni durumun anlaşılmamasındandır. Birinin onlara "eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlâl!" sözünü hatırlatması gerekiyor. Bunu "Geçti Bor'un pazarı" gibi anlayabilirsiniz. Bilmedikleri değil, bilmek istemediklerindendir ki bu da aslında bir korkunun ifadesidir. Haziranda Yeni Türkiye onuncu seçimini yapacak ve bu yeni hali bilmek istemeyenler onuncu yenilgilerini yaşayacaklar muhtemelen. Bildikleri ama anlamak istemedikleri; ülkeyi artık siyasetin, milletin seçtiği siyasi aktörlerin yönetmeye başladığıdır. Eskiden öylemiydi? Ülkeyi siyasiler değil, görünmeyen, bilinmeyen ve fakat herkesin iliklerinde hissettiği bir GÜÇ yönetiyordu. Kiminin "derin devlet", kiminin "dış güçler" dediği ve herkesin kendi irtifasında tanımladığı, aslında UFO gibi kimsenin tanımlayamadığı bir güç yönetiyordu ülkeyi. Ne zaman seçim olacak, koalisyon hangi partiler arasında olacak, başbakan kim olacak hep onlar belirliyordu. Bu kadar değil, genelkurmay başkanları, dışişleri bakanları, bazı ülkelerin büyükelçileri, kimi üst bürokratlar da aynı gücün telkinleriyle belirleniyordu. Millet zaten etnik, dini, mezhepsel olarak bölünmüştü, "İslamî parti" vardı, "Türk, Kürt, Alevi partileri", sermaye partisi, güya işçi-emekçi partileri vardı, millet bölük pörçüktü. İŞBİRLİKÇİLER eliyle yönetiliyordu ülke.. Milletin oluşturduğu düşünülen parlamentonun üslendiği görev ise sınırlıydı. 28 yıldan fazla parlamentoda görev yapmış biri olarak söylüyoruz bu sözü. Humeyni de şubatta yönetimi devralmış. Aynı projeyi bizim ülkemiz için denemek istediklerini tüm dostlarla yıllar önce paylaşmıştık, yüzlerine gözlerine bulaştı, Türkiye milletin sağduyusuyla aştı sorunu.

gazete

4 Şubat 2015 Çarşamba

Barikayı hakikat

Ahmet TEZCAN

Barikayı hakikat

5.2.2015

Zihnen yapılan şeylerin en başında düşünmek gelir, düşünen yegane varlıktır insan... Yanlış düşünürüz, doğru düşünürüz ama düşünürüz, düşünmemiz hakikati aramamızdır aslında. Düşünenler, "Barikayı hakikat" demişler, yani hakikat ışığının, "müsademei efkâr"dan yani fikirlerin çarpışmasından doğduğunu söylemişler. Bazı düşünceler vardır insan kendinden bile saklar, saklı düşüncelerdir onlar... Kızdığımız olur bazen "Neden böyle düşünüyorum" diye... Şüphesiz kafamızdan çok renkli düşünceler geçer fakat gerçek anlamda dışarıya yansımaz. Soğuk kış günlerinde buhar üflediğimiz gibi diyorum, iyi güzel şeyleri yeşil, mavi renklerle, şeytani düşüncelerimiz de kırmızı, siyah islimle aşikâr olsaydı hiç kötü düşünen olur muydu? Gerçekliğin korkusu ya da saçmalık işte... Böylesine renklilik arzusu insanın saklı- gizli olana merakındandır.

***
Düşünceler, renkler, sesler, bütün güzellikler; isteriz ki herkes tarafından paylaşılsın. Paylaşılsın ve çoğalsın. Ama öyle değil... İnsan, kötülüklerin ve iyiliklerin karışımı bir varlık, yaratılış zamanımızın da sabahın alaca karanlığı olduğunu söyler sofiler. Gündüz yaratılmış olsaydık hep iyi, gecede olsaydık hep kötüydük belkide?! Şimdi iyili kötülüyüz toplum içinde... Şeytanımız da meleğimiz de kendi içimizde. Hangi yanımız baskın gelirse, iyilik ve ya kötülük hepsi bizim için.

***
Düşüncenin rengi dedik ya, resim sergisi davetleri alırken hep düşünürüm; Ressamlar bunu en gerçekçi biçimde ortaya koyan sanatçılardır. İçi boya dolu bir dizi renkli tüpler, fırçalar, bütün duygu ve düşüncelerini, yaşadıklarını, hayallerini, rengârenk tuvale dökerler. İnsan önce kendini, sonra elini çok sevmiş, iki elini daldırmış renklere şap şap vurmuş kayalara, ellerini resmetmiş, bu defa izini çok sevmiş, o nedenle kaya resimleridir ilk izler, ilk resimler. Sevmiş sevdiklerini, korkmuş korktuklarını çizmiş insanoğlu ve adı resim olmuş. Evet, yazıdan eskidir resmin hikayesi... Biz de sanat dedik resmi seçtik bugünün hikâyesine, Osman Hamdi'den Leonardo'ya bu güzel sanat dalıyla ve dünden bugüne resmin bütün sanatkârları selamlayarak...

***
Bütün sanatçılar öyledir aslında... Onlar, fırçaları, mızrapları, klavyeleri ile konuşurlar... Renktirler, sestirler, sazdırlar... Hislerini, nefeslerini, düşüncelerini yazarak, çizerek, resmederek bir bedene giydirirler, resim, heykel, desen olur, beste olur gönülleri süslerler. Ne çok ihtiyacımız var onlara, özel insanlara... Kalabalıklar kalabalıklar var, sokak sokak, cadde cadde ama sanat erbabı pek az... "Cogito ergo sum" demiş ünlü filozof Descartes, "düşünüyorum o halde varım." Evet, varlar, fakat pek azlar...

gazete