18 Mart 2015 Çarşamba

Çanakkale son kale

Ahmet TEZCAN

Çanakkale son kale

19.3.2015

İngiliz garson, müşterisinin Türk olduğunu anlayınca "Çanakkale'de çok askerimizi öldürdünüz" demiş. Bizimkisi şaşırmış, cevabı da hemen yapıştırmış: - Orada ne işiniz vardı? Ne işleri olduğunu bugün haritaya baktığımızda daha iyi anlıyoruz.
Kirli işleri için buradaydılar, üstelik ölenler de İngiliz değil, çoğu dünyanın öteki ucundan; Anzaklar, Gurkalar ve Afrika'dandı..
Ben olsam bugün, her eve bir DÜNYA HARİTASI asılmasını için vatandaşı mecbur ederim. Bir süredir biz dünyadan çok koptuk, daha doğrusu koparıldık, içe kapandık ve kendimizle çok uğraştık.. Mekteplerde lüzumsuz gereksiz şeyler öğrettiler, çünkü müfredatı hazırlayanlar onlardı, yani bizi dünyadan koparanlar..
Kendi kendiyle uğraşmanın asla bir yararı olmadığını, daima ayar veren bir ÜST AKLIN bulunduğunu acı tecrübelerle öğreniyoruz.
Eskiden düşman bir yerden gelirdi, şimdi içeriden dışarıdan her yerden geliyor.
***
Çanakkale Zaferi'nin ruhu ve tüm gerçeği bu memleketin çocuklarına mutlaka yeniden anlatılmalı. Tarih öncesinin efsane canlıları dinazorların tüm çeşitlerini gerçek adlarıyla bilen ve ayıran yavrularımıza; tarihimizi, savaşlarımızı, zaferlerimizi ve çizgi filmlerden önce kendi kahramanlarımızı öğretmek mecburiyetindeyiz.
Bugün Çanakkale başta olmak üzere tarihten bir bahis açıldığında kimse dinlemiyor.
Öğrenciler, yetişkinler herkes sıkıldı, bayatladı artık bu anlatımlar. Yapılan ekleme çıkarmalar yüzünden kimse tarihe de inanmaz oldu. Savaşın ruhu ve gerçek kahramanları dile gelmiyor çünkü. Çanakkale Zaferi sırasında 35. Osmanlı Sultanı Halife Mehmet Reşat'ın hükümdar olduğunu sorun bakalım kaç kişi bilecek? Savaşın komutanı kimdi, Enver Paşa neciydi deyin cevap alabilecek misiniz?
***
Metrekareye 6 bin merminin düştüğü, toprağın çeliğe doyduğu, sıkılan kurşunların havada çarpışıp birbirine kaynadığı, 4 saatte 10 bin şehit verilen, tarihçilere "Çanakkale'de toprağın üstü altına kaçtı" dedirten dehşeti, her bakımdan üstün bir güce karşı kazanılan zaferle adeta matematiğin mağlup edildiği bir zafer böyle anlatılır mı?
Parmağı koptuğu için tetiğine dokunamadığı tüfeğini bozuldu zanneden Halil Onbaşı'yı, "Emir geldi" diyerek kopan ayağından kan fışkırırken cepheye koşan Bekir Çavuş'u, yaralı düşmanı bile 'iyileşeceksin' diye teselli eden Safiye Hemşireyi, tabyalardaki tütün alışverişini bu çocuklara kim anlatacak?
Ellerinde pipoları, puroları büyük tafrayla sahillerimize geldiler yüksek unvanlı generaller.. Cepheden toplanıp kaçışları ise apayrı bir tarihi bahistir. Vatan toprağına yapışmış yürekleri görünce tafraları, fiyakaları bozuldu, bir de yüksek savaş dersi almış oldular yedi düvelin kumandanları Çanakkale'de Mehmetçikten.
***
Evet, tüm renkleri ve inançlarıyla 637 yıl hüküm sürmüş muhteşem imparatorluğu anmaz, anlatmaz isek bu coğrafyanın tarihi çok yavan kalır. Çanakkale son kaleydi. Yeryüzü ne böyle bir savaşa şahit oldu ne de böyle bir kahramanlık yaşandı.
Onun için Bedir'in Aslanları'yla kıyaslandılar.
Bugün, bir Fatihalık duası, dökecek iki damla gözyaşı olan herkes Çanakkale'yi bilip, bulup onlara teşekkürünü bir şekilde ifade etmelidir. Çünkü orada hepimizin kanı canı var.

gazete

11 Mart 2015 Çarşamba

Çığlık çığlığa

Ahmet TEZCAN

Çığlık çığlığa

12.3.2015

Kadın odaklı bunca konuşmaya, bunca etkinliğe, bunca himaye teşkilatına rağmen dün yine sokakta bir kadın sesi..
Çığlık çığlığa bağırıyor;
"Beni aramayın, üç senedir hayatımı mahvettiler, artık bittim.." Saate baktım sabahın beş buçuğu, hava henüz ağarıyor, hafiften yağmur atıştırmış..
Kumru kuğurmaları, serçe cıvıltılarını bastırıyor kadının sesi.
Kendini göremiyorum, telefon konuşması sanki: "o çocuk ne olacak, kendine acımıyorsan bari ona acı" gibi ikazlar alıyor olmalı ki.. "O da ölsün" diyor kadın, daha da ileri gidiyor, "yarın onu da parça parça sokaklarda bulurlar.." Aman Allahım! Ona bunları söyleten nedir, nasıl bir sıkışmışlık halidir yarabbi?
O sokakta yaşayan herkes bu sözleri duydu, ayniyle vaki yaşadığım bir olayı aktarıyorum, mizansen değil..
Neler yaşanıyor, kimler bir zehir hayatı birbirine reva görüyor da sokaklara taşan çığlığa dönüşüyor.
***
Mart ayı gelmiş, bahar kapıda.. Tabiat bütün canlılığıyla toprağı, tomurcuklar da dalları zorluyor ve kurtlar kuşlar bütün canlılar bunun sevincini yaşarken..
İNSANLIK ÖLMÜŞ diyesi geliyor insanın..
Kadın deyince bizde en evvel anadır, bacıdır. Sonra hayatımıza karımız kızımız, biricik yavrularımız girer. Falancayı nasıl bilirsiniz diye sorulunca kendimiz gibi biliriz.
Ölçü, kendimiz, aile bireylerimiz olur.
Bu hep böyle olagelmiş, anadan atadan böyle tevarüs etmiştir.
Bizim kadınlarımız eskiden saklıydı ve korunaklıydı diyesim geliyor. Ama bir o kadar da çekip çevirendi, ağır sorumluluklar üslenen ve karar verendi ailede, çevrede, mahallede.. Kaş göz işaretiyle eğitildik. Pazardan dönen ihtiyar komşunun sepetini alıp evine kadar taşımayı öğrendiğimizde çocuktuk. Her şey sepetle birlikte gitti.
Durmayı, oturmayı, kalkmayı, az konuşmayı büyüklerimizin kaş-göz işaretiyle öğrendik. Bir HAYIRLI İŞ için bir kızı sorduklarında ölçü şuydu:
Durmayı, oturup kalkmayı, büyüğünü küçüğünü bilmek..
Yani "eğitimli, terbiyeli" olmak..
***
Şimdi her şey aşikâr oldu, gizli saklı bir şey kalmadı.
Dertler de sevinçler de sokaklara taşıyor, çığlık çığlığa ve çılgınca yaşanıyor artık. Belediye otobüsünde yaşlı insanların karşısında sakız çiğneyip bir de patlatmak liseli çocuk için normal oldu.
Saygı, sevgi, ayıp, günah gibi kavramların sakız balonuyla birlikte patladığını söylesem yanlış yapmış olur muyum acaba? Bunlar yok oldu demenin olumluya katkısı olur mu, o da tartışılır.
Velhasıl günümüz insanını durdurmak zor.

gazete

4 Mart 2015 Çarşamba

CHP'de Ankara Savaşı

Ahmet TEZCAN

CHP'de Ankara Savaşı

5.3.2015

Evet, CHP'nin "Ankara Savaşı" olacak bu seçim. Neler oluyor diyerek yaptığımız değerlendirme hayli yankı buldu geçen hafta. "İltifat büyükşehirlere Anadolu'da aday sıkıntısı çekilebilir" dedik ve neticede 11 ilde aday adaylığı için CHP'ye müracaatın olmadığı gazetelere haber oldu. Bu hafta Başkent'e bakıyoruz, çünkü Ankara, siyasi bir laboratuar, memleketin her rengi buraya yansır, Başkent demek Türkiye demektir. 1. Bölge yani Çankaya, CHP'nin en rahat olduğu bölgedir ve CHP burada 8 milletvekili hedefliyor. 1, 3, 5 ve 7.sıralar genel merkez kontenjanı kullanılacak. Kemal Kılıçdaroğlu "ilk sıralar kadınların" deyince birçok yerde işler karıştı. Ankara 1. Bölge 1. Sırasına partinin ekonomi politikalarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke oturacak. 3'te Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç, 5'te Ar-Ge'den sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sencer Ayata var. Meclis Grup Başkanvekili Levent Gök de kontenjancı ve 7. Sıra onun.

***
Çayyolu ve Elmadağ ilçesinin yerel seçim öncesi Ankara 1. Bölgeye dâhil edilmesiyle bu bölgede milletvekili sayısı 2 arttı, çünkü yalnız Çayyolu'ndan 40 bin seçmen Çankaya'ya geçti. Ankara Meclis'e 32 milletvekili verecek ve 1. Bölgede CHP 8 vekillik hedefliyor. Önseçimin ise CHP'de fırtına koparacağı herkesin dilinde.. Genel Başkan Çankaya'da, Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özpolat ve eski İlçe Başkanı Mehmet Perçin'le mücadeleye girecek, rakipleri de Önder Sav ve Hakkı Süha Okay.. Görüldüğü üzere Çankaya'da bile 'rahat' yok, mücadele çok çetin olacak. 2,4,6 ve 8. sıra için 50'yi aşkın aday adayı kapışacağı bu bölge partinin belki geleceğini belirleyecek. O nedenle Kılıçdaroğlu da "hodri meydan" derken kendisi de nerede olursa olsun önseçim kazanarak gelmesi gerekiyor.

***
Milletvekili sayısı 14'e düşen 2. Bölge de sıkıntılı. CHP bu bölgede 4 vekil kazanmıştı ama o zaman Çayyolu seçmeni vardı. Şimdi 1. ve 3. sıra genel merkez kontenjanı olan bu bölgede ilk sıra kadın adayın ve görünen isim tartışmasız Eğitimden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Seyhan Erdoğdu, 3. Sırada da Sinan Aygün var. Erdoğdu geçen seçim 5. Sıradaydı ve ortalarda pek gözükmedi, CHP seçmeninin kafasında da "çalışmaz" olarak kaldı. Yaşından söz etmeyi nezaketsizlik addederim ama konuşuluyor. Sinan Aygün'e gelince CHP tabanıyla tam buluştuğu söylenemez, 4 yıl sadece Kılıçdaroğlu ile diyalog geliştirdi. 2. Bölge'de herkes Yeni Mahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar'ın gayretine muhtaç.. Kim ne derse desin burada partinin kaderini belirleyecek isimdir Fethi Yaşar.

***
Şehirden çıkınca dış ilçelerde CHP'nin manzarası Mansur Yavaş'ın renginde.. Mansur Rüzgârı kuvvetli eserken örgütlerin hayli etkilenmiş olduğu görünüyor. Velhasıl CHP'nin bu bölgede de başı ağrıyacak. Başkent'i iyi okuyan siyaset takipçileri bir şey daha söylüyor, diyorlar ki; sol adına Ankara'da CHP'yi; adı Vatan olarak değiştirilen eski İP zorlayacak, HDP değil. Yabana atılacak bir görüş değil bence; Perinçek'in İP'ine tutunanlar arasında çok dişli isimler var; tecrübeli, yorulmaz, mücadeleci, keskin bir ekip, ciddi kaymalar olabilir ve CHP'ye iki bölgede birer milletvekili kaybettirebilir.

gazete

25 Şubat 2015 Çarşamba

CHP'de neler oluyor?

Ahmet TEZCAN

CHP'de neler oluyor?

26.2.2015

Evet, genel seçim yaklaşırken CHP'de neler oluyor, ilgi alâka nasıl Kılıçdaroğlu'nun partisine, bu defa CHP'lileri neler bekliyor? Bugün Anamuhalefet'e bir ışık tutacağız, bu sorulara hiçbir önyargı taşımadan karşılık bulacağız. Hariçten gazel değil, bir anlamda içeriden fotoğrafını çekeceğiz Anamuhalefet'in.. Aday adayları ortaya çıkarken daha çok büyük kentlere teveccüh var gibi gözüküyor. Bu da CHP'nin Anadolu'da aday sıkıntısı çekebileceğini gösteriyor. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun "büyükşehirlerde ilk sıra kadın adayların" fantezisi de partide genel bir sıkıntıya yol açmış bulunuyor. Genel Merkezde oturan 17 parti üst yöneticisi var.. Baykal, Önder Sav gibi partinin omurgasını oluşturan isimler de henüz siyasette gaz kesmiş değil..

***
Son zamanlarda adı Hayri İnönü ile birlikte anılan Mustafa Sarıgül.. Siyasi yelpazenin en sağından gelip 'kadın kontenjanı'ndan partinin tepesine yerleştirilen Bekaroğlu gibi durumlar.. Art arda sıralanabilecek daha bir yığın unsur sayabiliriz. Ön seçimler bilhassa çok önemli.. Şu açıdan önemli; Adam partinin tepesinde oturuyor seçmen nezdinde karşılığı yok.. Ya da tersinden söylersek; Partide adı sanı geçmiyor ama 'seçmenin baş tacı adamlar' var bu partide..

***
Seçime giderken Anamuhalefet'in belirleyici faktörleridir bu gibi durumlar ve bu partiye gönül vermiş koca bir kitlenin genel seçimde tavrını belirleyecek unsurlardır. Hele bir de -adını VATAN olarak değiştirmiş eski İŞÇİ PARTİSİ gibi- yurt sathında seçimlere bütün enerjisiyle asılmaya hazırlanan dişli ekipler karşısında CHP'nin işinin bu defa zor olacağını söylemek yanlış olmaz. Sadece CHP'nin mi? Vatan Partisi, son söylemleri ve bünyesine kattığı isimlerle MHP'yi de zorlayacak gibi görünüyor. Kamuoyu araştırmaları her iki partiden de bu partiye geçişler olduğunu gösteriyor. Bir sonraki yazımda aynı objektiflikle Ankara'ya mercek tutacağım. Bizim Ankara ölçeğinde CHP'ye tutacağımız mercek bütün seçim bölgeleri için geçerli bir değerlendirme olacak.

gazete

18 Şubat 2015 Çarşamba

Acılı babadan hikmetli sözler

Ahmet TEZCAN

Acılı babadan hikmetli sözler

19.2.2015

Yakın geçmişte en çok Münevver Karabulut cinayeti etkilenmiştim. Hafızamızda yer etmişti, bu defa Özgecan hadisesi ile sarsıldık. Ne ki bütün iğrençliğine ve dehşetine rağmen her toplumda ortaya çıkabilen cinsten olaylar bunlar. Hepsini de reddettik toplum olarak, (karalar giyen, dans eden de oldu) itirazımızı ve isyanımızı meşrebimize uygun tepkilerle ortaya koyduk. Ama asıl sözü, sözün özünü Özgecan'ın babası Mehmet Aslan söyledi.
***
Düşünenler içindi Mehmet Aslan'ın sözleri, bence olaydan daha sarsıcıydı: Öfke aklın yerini almış, insanlar sokaklara taşmışken kim "Sevmekten başka bir çıkar yolumuz yok" der, üstesine bütün duygularını yenip caniler için de; "Onlara da zulmedilmesin, adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler. Allah onların analarına, babalarına da yardımcı olsun" diyerek vicdan sesini kim dillendirebilir, bu mümkün mü? Derin dersler var bu sözlerde.. Kâbusunu yaşarken feryat figan da etmiyor Mehmet Bey, ağıt yok, çığlık yok, zaten buna mecali de yok.. Acılı Baba acısını içine gömüyor açık açık mucizeyi haber veriyor diyor ki: "Siz hiç mucize gördünüz mü? Şu an bir mucize gerçekleşiyor. Olayın tüm Türkiye'ye mal olmasının bir hikmeti var"
***
Adeta ilahî bir sükûnet ve vakarla Mehmet Aslan'ın dudaklarından şu sözler dökülüyor düzgün cümleler halinde: "Milletimiz necip, güzel bir millet. Güzel gönüllü insanlar var. İstemedim fakat böyle bir konuşma yapmak mecburiyeti aslında doğuyor. Çünkü memleketimizin, hatta dünyanın aslında öncelikle barışa ve sevgiye ihtiyacı var. Memlekette artık ikilik olmasın. Sevmekten başka bir çıkar yolumuz yok. İnsanlar barışta iken teslim olmalı, savaş çıktıktan sonra bunun bir kıymeti olmaz. Teslim olursak içimizdeki bütün güzellikler ortaya çıkacak. Memlekette herkes bir şey söylüyor; biz ne ocuyuz, ne bucuyuz, şanı yücelerden yüce olan Türk milletinin bir ferdiyim, evladıyım. Allah devletimize zeval vermesin."
***
Can yavrusunu yitirmiş acılı bir babanın ağzından, Ma'un, Ali İmran(103. Ayet) ve Asr Sureleri de hatırlatılarak, çok yüksekten, yücelerden uyarılmadığımız ne malum? Söyler misiniz, bu uyarı sonrası kaçımız Mushafı Şerifi açıp neydi bu sureler, neler söylüyordu diye baktık? Rahmetli Abdürrahim Karakoç'un "Ha Hasan'a ha sana" hitabıyla kaleme aldığı 'Hasan'a mektuplar' ı gibi, tam da adrese teslim mesajlardı oysa..

gazete

11 Şubat 2015 Çarşamba

Tarihi günler

Ahmet TEZCAN

Tarihi günler

12.2.2015

Dün bir radyodan "tarihte bugün" neler olduğunu dinliyordum.. Aman Allah'ım, neler olmuş neler.. Demek ki şubatlar tarihi olaylara gebe.. Yalta Konferansı'ndan İran'da Humeyni'nin yönetime gelmesi, Mandela'nın özgürlüğe kavuşmasından Rüştü Erdelhun başkanlığında Adalet Partisi'nin kuruluşuna kadar çok önemli olaylar yaşamışız şubat aylarında.. En çetin kış şartlarını da 1936'da yaşamışız, İstanbul'da Unkapanı köprüsü havaya uçmuş. Yalta mesela, Kırım'ın güneyinde bir kasaba ama 1945'te dünya liderlerinin (Çörçil, Ruzvelt, Stalin) orada toplanması bu küçük kasabayı dünyaca şöhret yaptı. Çünkü O GÜNÜN SÜPERLERİ dünyayı kendi aralarında paylaşmışlardı. Türkiye Yalta paylaşımında Amerika'ya düşmüştü, Küba da Ruslar'a.. Bugünden bakınca Türkiye'nin tam anlamıyla olmasa da ABD sultasını kırdığı görülüyor. Tarihi kırılmanın en önemli aktörü (Cumhurbaşkanı Erdoğan) ise Kolombiya'da, Küba'da ülkesine menfaat yolları arıyor. Türkiye Yalta paylaşımının etkisini yıllarca yaşadı sevgili dostlar. Tam kurtulamadık ve halâ da tesirindeyiz. Türkiye'de sadece dün yaşananlar yani yüksek yargı seçimleri, milletvekilliği için istifalar ve grup toplantıları bizlere çok şeyler anlatıyor. Muhalefet liderleri halâ sokak ağzı üslubuyla değerlendirmelerde bulunuyorlarsa bu yeni durumun anlaşılmamasındandır. Birinin onlara "eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlâl!" sözünü hatırlatması gerekiyor. Bunu "Geçti Bor'un pazarı" gibi anlayabilirsiniz. Bilmedikleri değil, bilmek istemediklerindendir ki bu da aslında bir korkunun ifadesidir. Haziranda Yeni Türkiye onuncu seçimini yapacak ve bu yeni hali bilmek istemeyenler onuncu yenilgilerini yaşayacaklar muhtemelen. Bildikleri ama anlamak istemedikleri; ülkeyi artık siyasetin, milletin seçtiği siyasi aktörlerin yönetmeye başladığıdır. Eskiden öylemiydi? Ülkeyi siyasiler değil, görünmeyen, bilinmeyen ve fakat herkesin iliklerinde hissettiği bir GÜÇ yönetiyordu. Kiminin "derin devlet", kiminin "dış güçler" dediği ve herkesin kendi irtifasında tanımladığı, aslında UFO gibi kimsenin tanımlayamadığı bir güç yönetiyordu ülkeyi. Ne zaman seçim olacak, koalisyon hangi partiler arasında olacak, başbakan kim olacak hep onlar belirliyordu. Bu kadar değil, genelkurmay başkanları, dışişleri bakanları, bazı ülkelerin büyükelçileri, kimi üst bürokratlar da aynı gücün telkinleriyle belirleniyordu. Millet zaten etnik, dini, mezhepsel olarak bölünmüştü, "İslamî parti" vardı, "Türk, Kürt, Alevi partileri", sermaye partisi, güya işçi-emekçi partileri vardı, millet bölük pörçüktü. İŞBİRLİKÇİLER eliyle yönetiliyordu ülke.. Milletin oluşturduğu düşünülen parlamentonun üslendiği görev ise sınırlıydı. 28 yıldan fazla parlamentoda görev yapmış biri olarak söylüyoruz bu sözü. Humeyni de şubatta yönetimi devralmış. Aynı projeyi bizim ülkemiz için denemek istediklerini tüm dostlarla yıllar önce paylaşmıştık, yüzlerine gözlerine bulaştı, Türkiye milletin sağduyusuyla aştı sorunu.

gazete

4 Şubat 2015 Çarşamba

Barikayı hakikat

Ahmet TEZCAN

Barikayı hakikat

5.2.2015

Zihnen yapılan şeylerin en başında düşünmek gelir, düşünen yegane varlıktır insan... Yanlış düşünürüz, doğru düşünürüz ama düşünürüz, düşünmemiz hakikati aramamızdır aslında. Düşünenler, "Barikayı hakikat" demişler, yani hakikat ışığının, "müsademei efkâr"dan yani fikirlerin çarpışmasından doğduğunu söylemişler. Bazı düşünceler vardır insan kendinden bile saklar, saklı düşüncelerdir onlar... Kızdığımız olur bazen "Neden böyle düşünüyorum" diye... Şüphesiz kafamızdan çok renkli düşünceler geçer fakat gerçek anlamda dışarıya yansımaz. Soğuk kış günlerinde buhar üflediğimiz gibi diyorum, iyi güzel şeyleri yeşil, mavi renklerle, şeytani düşüncelerimiz de kırmızı, siyah islimle aşikâr olsaydı hiç kötü düşünen olur muydu? Gerçekliğin korkusu ya da saçmalık işte... Böylesine renklilik arzusu insanın saklı- gizli olana merakındandır.

***
Düşünceler, renkler, sesler, bütün güzellikler; isteriz ki herkes tarafından paylaşılsın. Paylaşılsın ve çoğalsın. Ama öyle değil... İnsan, kötülüklerin ve iyiliklerin karışımı bir varlık, yaratılış zamanımızın da sabahın alaca karanlığı olduğunu söyler sofiler. Gündüz yaratılmış olsaydık hep iyi, gecede olsaydık hep kötüydük belkide?! Şimdi iyili kötülüyüz toplum içinde... Şeytanımız da meleğimiz de kendi içimizde. Hangi yanımız baskın gelirse, iyilik ve ya kötülük hepsi bizim için.

***
Düşüncenin rengi dedik ya, resim sergisi davetleri alırken hep düşünürüm; Ressamlar bunu en gerçekçi biçimde ortaya koyan sanatçılardır. İçi boya dolu bir dizi renkli tüpler, fırçalar, bütün duygu ve düşüncelerini, yaşadıklarını, hayallerini, rengârenk tuvale dökerler. İnsan önce kendini, sonra elini çok sevmiş, iki elini daldırmış renklere şap şap vurmuş kayalara, ellerini resmetmiş, bu defa izini çok sevmiş, o nedenle kaya resimleridir ilk izler, ilk resimler. Sevmiş sevdiklerini, korkmuş korktuklarını çizmiş insanoğlu ve adı resim olmuş. Evet, yazıdan eskidir resmin hikayesi... Biz de sanat dedik resmi seçtik bugünün hikâyesine, Osman Hamdi'den Leonardo'ya bu güzel sanat dalıyla ve dünden bugüne resmin bütün sanatkârları selamlayarak...

***
Bütün sanatçılar öyledir aslında... Onlar, fırçaları, mızrapları, klavyeleri ile konuşurlar... Renktirler, sestirler, sazdırlar... Hislerini, nefeslerini, düşüncelerini yazarak, çizerek, resmederek bir bedene giydirirler, resim, heykel, desen olur, beste olur gönülleri süslerler. Ne çok ihtiyacımız var onlara, özel insanlara... Kalabalıklar kalabalıklar var, sokak sokak, cadde cadde ama sanat erbabı pek az... "Cogito ergo sum" demiş ünlü filozof Descartes, "düşünüyorum o halde varım." Evet, varlar, fakat pek azlar...

gazete

28 Ocak 2015 Çarşamba

Doğramacı Camii

Ahmet TEZCAN

Doğramacı Camii

29.1.2015

Bilkent'te Rahmetli İhsan Doğramacı'nın babası adına yaptırdığı hem ibadet hem bir kültür merkezi olarak tasarlanan cami, her türlü ihtiyaca cevap veren tam bir KÜLLİYE.. Camisi, 'BANİ'sinden başlayarak "eimme, müezziniyn, kayyumiyn" diye dualar edilir ya öylesi bir mabed, Allah hepsinden razı olsun. Mimarisi, tezyinatı ve hat yazılarıyla müstesna ve pek çok camideki iskemle kirliliği de yok. Türkiye'deki ilk teknolojik camidir aynı zamanda; aydınlatma, ısıtma ve soğutma sistemleri bilgisayar kontrollü ve namaz vakitlerine göre ayarlanmış.. Cami 8 yıldır faaliyette ve bir gün olsun aksaklık çıkmaz mı, neticede insan denilen varlığın gözetiminde, 'beşerdir bir gün şaşar' değil mi? Hayır, bir an bile bir aksaklık olmadı bu camide. Engelli arabası bile kapıda her daim hazırdır. Kim isterse istediği zaman gidip bu camide ibadetini yapabilir, hattâ başka bir semavi dine mensup olsa bile külliyede onlara da mekân hazırlanmıştır. Şadırvanında bir an olsun kâğıt havlusu ve tuvalet kâğıdı eksik olmaz. Tertemiz her taraf ve kokusuz. Her daim gözetilir ve eksiği hemen giderilir. Son derece güvenli, hem ekrandan hem bizzat külliyenin her yanı 7/24 gözetim altında tutulur. Doğramacı Camii, MÜDÜRÜ olan tek mabettir ülkemizde. Yani İmam Efendi, dini hizmete ve ibadete liderlik ederken; idari faaliyetin başında da -tabir caizse- bir DİREKTÖR bulunmaktadır.

***
Doğramacı ilk bakışta "dînî bir kişilik" gibi görünen biri değildi ama, sistem adamıydı, ciddiydi ve kim ne derse desin hoşgörü sahibiydi, onun için külliyesinde huzur içinde yatıyordur diye düşünüyorum, en azından o mabedin müdavimlerinin samimi dualarıyla.. Ve Kocatepe Camii Katrilyonluk bütçeye sahip Diyanet Vakfı'nın yönettiği muhteşem Kocatepe için bunları söyleyemiyoruz. Temelinden sorunlu başladı öyle de devam ediyor. Şimdi sınırlarımız dışında, başka bayraklar altındaki Osmanlı eserleri bile Kocatepe kadar ilgiden yoksun değildir. Kubbesi akıyor koca caminin ve kimse duymuyor düşünebiliyor musunuz? Cemaat paltoyla namazını eda ediyor. Müezzin mahfeline elektrikli battaniye döşendi beş vakit görevli personel için.. Çünkü ısıtma sistemi 'off' oldu, iflah olmaz derecede arızalı, soğutma sistemi de yok, yazın pencere açarak havalandırılıyor cami. Ama vakfın klimasız bir tane odası yok, 7/24 gömlekle oturuyor vakıf çalışanları. Caminin altındaki AVM de sımsıcak..

***
Vakıf için söylenecek çok sözümüz var fakat Başkan'a kıyamıyorum, "trilyonluk araba" diye ona haksızlık ettiler. (Hangi gazeteydi acaba?!) O olay da enteresan.. En sofistike sistemle donanmış makam otosu caraskaldan düşürülür, ağır hasar verilirse yeni araç vacip olur. Üstelik trilyonluk da değil, 300 küsur bine ve DMO'dan.. Kocatepe yazılarımız devam edecek..

gazete

21 Ocak 2015 Çarşamba

Web'deki Ankara..

Ahmet TEZCAN

Web'deki Ankara..

22.1.2015

Bunu bir kere daha yaptım mı bilmiyorum. İnternette Fotoğraflarla Türkiye'yi görünce hem şaşırdım hem çok sevindim. Hollandalı bir fotoğrafçı Dünya'dan çektiği sayısız fotoğrafları kurduğu siteye istiflemiş. Türkiye'ye pek çok ilimize geniş yer vermiş. Ankara fotoğraflarına ayrıca sevindim. Biz olsak gezdiğimiz gördüğümüz yerleri hemen Face'de yayınlar onunla sınırlı tutarız. Hollandalı fotoğrafçı Dick Osseman öyle yapmamış. Günlük hayattan, çarşıdan pazardan Ankara'dan tüm ülkeden çekmiş olduğu yüzlerce fotoğrafı http://www. pbase.com/dosseman/ turkce adresinde yayınlamış. Üşenmemiş, Türkçe alt yazıyla da izah etmiş. "Ben Hollandalı bir turistim." dediğine gore Osseman, profesyonel değil, ancak resimler de çarşıda pazarda öylesine çekilmiş resimler değil.

***
Aldığım bir e-posta ile haberdar oldum siteden. Ülkemizin her köşesinden fotoğraflarla süslenmiş, Ankara'dan, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nden yüzlerce resim.. Belki işinize yarar diye düşündüm. Bazen bir resme "tık" lıyor anında 50-60 resimlik bir başka sayfaya ulaşıyorsunuz. Bir albüm düşünsek bu kadar Ankara resmini toplu halde bulamayız, bulamazsınız. Anlaşılan bu albüm daha da büyüyecek, daha birçok resim yayına hazırlanıyormuş, hep kendi çektiği fotoğraflarmış. Vatandaş zengin siteyi görünce Hollandalı gezgini hemen kendi yöresine davet ediyor ya da resim gönderiyormuş yayın için. Ama sanatçı, illa kendi resimlerine öncelik vermek istiyormuş.

***
Biz Ankaralılar gezmeye meraklıyız fakat bizzat içinde oturduğumuz kente öyle pek meraklı da değiliz. Başkentte herkes kendi memleketini önceler, Kırşehirliler Kırşehirlilerle, Çankırılılar Çankırılılarladır mesela. Neticede hepimiz Ankara'da yaşıyoruz. Ankaralıların bu Hollandalı kadar Başkenti köşe bucak gezdiklerini hiç sanmıyorum. Çoğumuz işçi memur, hafta içinde oturduğumuz semtten pek ayrılamayız, hava müsaade ederse Ankara'da da bir dakika durmaz kaçarız. Kendi şehrine Ankaralılar kadar yabancı bir başka şehir halkı var mı bilmiyorum. Ben 06 plakalı aracıyla yol soran çok Ankara'lıya rastladım, size Ankara'da yer soran bir Ankara'lıya hiç raslamadınız mı? Mevsimin müsaadesini beklemeden Başkenti önce kendimiz gezmeli görmeliyiz. her mevsim güzeldir Başkent. Yalnız Hollanda'ya değil yurt dışındaki tüm tanıdıklara bu müstesna coğrafyanın, köylerimizin, geleneklerin tanıtılması lazım. Bilmediğimiz, görünce hayranlıktan dilimizin tutulduğu öyle memleket köşeleri var ki.. "İnsan gözüyle inanır" derler, madem Ankara turizmde de iddialı o halde görülmeye, gezilmeye değer köşelerimizi tüm dünyaya tanıtmak gerekir. Tanıtmak için de önce tanımak gerekiyor.

gazete

14 Ocak 2015 Çarşamba

Gazeteci bayramı!

Ahmet TEZCAN

Gazeteci bayramı!

15.1.2015

Çalışanların bayramıydı 10 Ocak, geçen hafta kutlandı. Çalışamayanları, çalıştırılmayanları, sırf gazeteci oldukları için dövülenleri, sövülenleri hatta öldürülenleri vardır bu mesleğin.
Geçenlerde Yakup Kadri'nin 'Ankara' romanı gözüme çarptı, raftan indirip yapraklarını karıştırırken bir pusula çıktı içinden... Üç gazetecinin ismi yazılıydı üstünde...
Ahmet Samim, Hasan Fehmi, Zeki Bey... İsimlerinin altında da "ittihatçılar tarafından öldürüldüler" yazılıydı. Kimbilir ne zaman bir yerde rastlayıp kayıt düşmüşüm.
Onların adlarını bizim hürriyet aşıkları(!) hiç anmışlar mıdır acaba? Derin konu, ileride bir gün değiniriz.
***

Bu mesleğin sokağını hiç tanımadan, yıllarca sipariş manşetlere kurulup isim yapmış olanlar var. Bir gün ansızın, hudayinabit gibi, gelip temsilci, köşe yazarı olanlar...
Ben onlara 'oturan gazeteciler' diyorum.
Bir koltuğa kurulurlar ve hep buyururlar...
Aslında 10 Ocak'ı onlar kutlamamalılar!
Çalışan gazetecilerinse çoğu kendi bayramlarını kutlayamadı...
Ben onların, bu mesleğe gönül vermiş gerçek gazetecilerin bayramını gecikmeli de olsa kutlamak istedim, çalışma şevkleri ve enerjileri hiç tükenmesin.
***

70'li yılların başına kadar gider benim mesleğe dahil oluşum. Kaşeli muhabir olarak Tercüman'da kendi ismimi ilk gördüğüm gün bu mesleğe gönüllü yazılmıştım.
Yıllarca ekmek teknem, rızık kapım oldu.
Oysa hobi gibi başlamıştım. Türkçe öğretmenliği için yüksek öğrenime başladığım tarih 'musahhih' kadrosunda muhabirliğe de başladığım tarihtir.
Gazetecilik mi beni, ben mi onu buldum bilmiyorum. Rahmetli babama bile anlatamamıştım; "Ne gazeteciliği oğlum?" diyordu, "adam gibi" okuyup öğretmen olmamı istiyordu. Koltuğumun altında çarşı- pazar gazete satacağımı zannediyorlardı.
Aslında bu işe beni kendileri bulaştırdılar.
Siyasete duyarlıydılar, bizim dükkan da o yıllarda Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi başkanlığıydı. 9-10 yaşlarında partinin "Kudret" adlı gazetesini postadan ben alıyor, paketi ben açıyor, dağıtım ve satışını da ben yapıyordum. Hepsi 5-10 gazeteydi ama hâsılat benimdi. 25 kuruşluk gazeteyi "başlıklara bakalım" diye 10-15 kuruşa alıp iade eden müşterilerim de vardı.
***

Reklamına kadar kendim de gazetenin okuyucusuydum. Bazı haberlerin üzerine kendi elimle "Ahmet Tezcan" yazdığımı hatırlıyorum, çocukluk hevesi işte halâ sürüyor!..
Sarı Basın Kartı'na kavuşmam yıllar sonra oldu. Beyanname isteyince Rahmetli Muhasip Mustafa amca yüzüme şöyle bir bakmış, "Vereyim mi?" diye patrona da seslenmişti. Basın kartı, çalışanın hakkı görülmüyor, bundan patronun aile bireyleri yararlanıyordu.
Muhabirdik ama gazetecinin adı yoktu, görünen hep onlardı. Bazen isim koyardım haberin üzerine, prova baskıda kaldırılırdı.
Bugün de bu mesleğin ciddi sorunları var, bilhassa siyasi irade ile münasebet bakımından. Herkes bu konumla meslek çizgisini belirliyor. Halbuki asıl olan kamu duyarlılığıdır.

gazete

7 Ocak 2015 Çarşamba

'Karakış'mış, neden?

Ahmet TEZCAN

'Karakış'mış, neden?

08.01.2015
Siz de öyle misiniz bilmem, ben ne zaman karlı bir güne uyansam çocukluğumu hatırlarım. Bu soğuk kış günleri aile büyüklerini endişelendirir muhakkak.. Ya çocukları? Kar demek, çocuklar için oyun demek.. Kartopu, kardan adamsız kış olur mu? Eğimli bir sokak bizim için kayak merkeziydi, kaydırağını alan koşardı. Dam boyu kar yığınlarında mahallenin bütün kopilleriyle gün boyu oynardık. Ta ki bir büyüğümüz ensemizden yakalayana kadar. Damı, kürenmiş karları nasıl anlatırsınız şimdiki nesle? Bizler dede-torun üç nesil bir arada yaşadık, evlerimiz, oyunlarımız, çocukluğumuz bir başkaydı. Kendi oyuncağımızı kendimiz yapar kardan kıştan keyif alırdık. GDO, hormon ne gezer, yiyip içtiklerimiz de yaşantımız gibi doğaldı. Evlerimiz düz damlı kürenen karlar oyun alanımızdı. Kar yığınlarını eskimo evleri gibi oyar, bir de mum yakardık. Masalsıydı bizim çocukluğumuz.
***

Ya büyükler onlar da bir başka masalsı iklimin insanlarıydılar. Takvimleri de öyle.. Koca seneyi "Kasım ve Hızır" diye ikiye bölerlerdi. Babaannemin kışı 8 Kasım'da başlar, 6 Mayıs'ta Hıdırellez`le biter yaza girerdik. Kasımın 46 sı, "erbain" di, kırk gün yani.. 86`sında da elli günlük "hamsin" girerdi. Kara kış bu 90 günlük sürede yaşanırdı. Kasım ortalanır yüz gün tamamlanınca soğuğun hükmü geçerdi, yaz yazlığını kış kışlığını bilirdi. Babaannemin takvime göre bugün Kasım'ın 62'si, Kameri aya göre 17 Rebiülevvel 1436, Rumi 26 Kanunievvel 1430, karakışın içindeyiz yani.. 1925 Aralık ayına kadar ecdat bu tabirlerle ömür sürdü, sonra yeni takvime geçtik, gençlere kulak dolgunluğu olsun..
***

Peki neye göre KARA KIŞ?! Bembeyaz mevsime "kara kış" nitelemesi niyedir? Bunu hep düşünmüşümdür. Aslında bu "kara kış" kalorifer sıcağında, lapa lapa karı seyreden, ekmeği, damacanayla suyu kapıya kadar getirilen biz şehir insanları için değil elbet. Kışa yazdan hazırlananlar içindi o niteleme. Onlar her ihtiyacını kendi üretir, dolayısıyla bir mevsim evinde barınabilirdi. Bizler Ankara'da, çoğu aylıklı çalışan insanlarız, evden işe, işten eve durumunda.. Bir kere markete uğramasak aç kalırız. Mutfakta bir masa, emre amade bir anne, kim gelir karnını doyurup odasına çekilir. Ortak sofralar bitti artık. Karı-koca çalışanların ise vay haline, sıcak çorbaya hasrettirler.. Onların ne yazı çekilir ne de kışı.. "Kadına çalışma hakkı, İşgücüne katılım, pozitif ayırım.." gibi laflarla kadını evden, kocadan kopardık, hanımsız kaldı evler, çocuklar da annesiz.. Anne işe çocuklar kreşe durumu.. Öksüz-yetim sayarım şehir çocuklarını, her sabah ağıtları sitelerde, apartman boşluklarında yankılanır ve yürekler paralanır çığlıklarından. Babanne, dede zaten yok, "bakıcı kadınlar" elinde hırpalanmış ruhları, hiç bir oyuncakla avunmuyor. Hayvanları AVM'lerde, pet-shoplarda tanıyorlar. Bu yüzden köy hayatına yeniden imrenir olduk. Şehirlerde yaşasak da aklımız, ruhumuz köyde, devasa sitelerde zorunlu bir aradayız sanki! Sizce de öyle değil mi? Bir fırsat hava uygun olduğu an, neden kırlara kaçıyoruz o zaman? En son ne zaman bir komşuyla kar pikniği yaptınız düşünsenize?


gazete