12 Kasım 2014 Çarşamba

Bilgi, ilgi ve sevgi

Ahmet TEZCAN

Bilgi, ilgi ve sevgi

13.11.2014

Mesnevi'sinde insan ilişkilerinin üç ayak üzerinde durduğunu söyler Hz. Mevlâna… Bu, bilgidir.. ilgidir.. ve illaki sevgidir.. Sevgisiz nasıl bir ilişki kurulur ve bu ilişki nasıl olur o da ayrı bir bahis mevzu tabi ki.. Sözü edilen, insan ilişkileri açısından dikkat çekilen bir durum ama esas itibariyle kurumsal anlamda ya da ülkelerarası ilişkilerde bunların yeri olmaz demek doğru değil; Her türlü ilişkinin temel umdesidir bilgi, ilgi ve sevgi..

***
Vaktiyle bir görevle Bangkok'a yolumuz düştü. Türkiye'nin Tayland ile diplomatik ilişkilerinin 50. yılıydı, TRT'den, RTÜK'ten, Anadolu Ajansı ve Basın-Yayın'dan teşkil edilen dört kişilik bir heyetle gitmiştik. Türkiye'deki resmi iletişim kurumlarının temsilcileri olarak Tayland'ın mütekabil kuruluşlarını ziyaretti maksadımız. Bu münasebetle çeşitli etkinlikler tertiplenmiş karşılıklı hatıra pulları filan bastırılmıştı. Asıl gayemiz uluslararası ajans, gazete ve TV kanallarını araya sokmadan iki ülke arasında doğrudan haber akışını milli kuruluşlarımız vasıtasıyla sağlamaktı bir bakıma.. Yani dost ülkelerle aracısız, doğrudan ilişki.. Daha sonra yeni adımlar atıldı mı, girişim öylece kaldı mı bilmiyorum. Biz koptuk ancak bu konu bugün ülkemizin uluslararası ilişkilerinde belki çok önemli diye düşünüyorum. Çünkü başkaları sizi kimseye doğru anlatmaz ve her zaman kendi amacını esas alır.

***
Çoğunluğu Budist olan Tayland'ın ilgili diplomatlarıyla resmi görüşmeler oldu. AA'nın yönetimindeydim o tarihte ve bana 'sen başlatıyorsun konuşmayı' dedi arkadaşlar. Ne diplomatik ne bürokratik tecrübemiz vardı, itiraz edecek oldum fakat 'en yaşlı heyet üyesi' sıfatıyla görev üzerimde kaldı ve sebeb-i ziyaretimizi uygun lisanla anlattım, ama nasıl? Her zaman olduğu gibi Hz. Pîr imdadıma yetişti. İnsan ilişkileri dedim "üç temel üzerinde yükselir ve gelişir.." En başta ifade ettiğim, Mevlâna Hazretleri'nin Mesnevi'sindendi söylediklerim, Budist dostlar konuşmamı dikkatle dinliyorlardı, sevgisiz, bilgisiz, ilgisiz hiçbir şeyin başarılamayacağını filan derken sözümü tamamladım. Sonra onlar ve bizim arkadaşlarımız teyiden görüşler dile getirdiler, bunun nasıl olacağını ve teknik detayları görüşüldü.

***
Görüşme tamamlanıp Taylandlı dostlarımıza veda ederken, görüşmelere katılan diplomatlardan birinin benden bir ricası olduğunu söyledi tercümanımız.. Buyursun dedim.. Başka ülkelerle ilişkilerinde bizim ÜÇLÜ FORMÜL'ümüzü kullanmak için izin istiyordu. Formülün bana ait olmadığını, Hz. Mevlâna'nın öğütlerinden aldığımı ve bunun da insanlığın ortak malı olduğunu söyledim. Ayrılırken dostumuz bu defa Mevlâna'nın kim olduğunu sormasın mı, tam da el sıkışırken, on saniye içinde nasıl anlatacaktım Koca Pîr'i?! O da dedim bizim Budhamız!..

gazete

5 Kasım 2014 Çarşamba

"Cumhuriyetin Tarihi"

Ahmet TEZCAN

"Cumhuriyetin Tarihi"

6.11.2014

Uzun zamandır bir kitaptan söz etmemiştik.
Geçen hafta Cumhuriyet Bayramı için hazırladığım bir kitap vardı ama Ermenek'teki maden faciası gündeme çökünce ertelemiştim.
Fakat Ermenek ile kalmadı felaket, bu defa Yalvaç'a elma toplamaya giden Akşehirli 24 kadının can verdiği kaza nice fakir fukaranın ocağını söndürdü.
Bir Konyalı olarak "memlekette bir uğursuz hal var" diye düşünürken; Boğazdaki insan kaçakçılığı kurbanlarıyla 2014 Ekim'i kapkara bir tarih ve talih oldu. Zaten "matem ayı" olan Muharrem'in de matemini katladı.
Bir yanda IŞİD belası ve ardı ardına gelen facialar...
Allah beterinden saklasın samimi temennisiyle dualar etmek lazım diye düşünüyorum.
***
"Cumhuriyetin Tarihi"
Evet, şimdiye dek bize bir tarih okutuldu ama bu, kimseyi tatmin etmedi. Çünkü okutulan tarih hiçbir zaman Cumhuriyetin tarihi olmadı. Öyle olunca insanlar anlatılanları adeta "He he.." diye karşılarken bir yandan da gerçek tarihin peşine düştü.
Cumhuriyet insanı "Derin Tarih" kavramıyla gerçek tarihi ararken, zaman zaman ürkek ifadelerle anlatılanlar daha çok ilgi çekiyor. "Resmi Tarih-Derin Tarih" ayırımında nihayet ciddi ve cesur araştırmalar çıkmaya başladı. İşte Ahmet Cemil Ertunç imzalı "Cumhuriyetin Tarihi" adlı kitap bu cins bir çalışma ve ben, 2013 tarihli 8. Baskısında bu eseri fark ettim.
***
Yalnız bu kitap bir çırpıda okunmaz; dönüp bir daha okunur, bazı yerlerin altı çizilir ve bilhassa "dipnot" lar asla ihmal edilmez, edilmemelidir.
Arka kapağında yazılanlar hayli iddialı laflar, bakın ne diyor:
"Bugün yaşamakta olduklarımızı doğru çözümleyebilmek ve yaşayacaklarımız için isabetli bir öngörüde bulunabilmek için, yaklaşık yüz yıldır yaşadıklarımızı ortaya koyma çabasının bir ürünü olmuştur."
Devamında ise özetle;
"Meclisin üzerinde irade olmaya çalışanlar Türkiye'de köklü bir geleneğe sahiptir. Seçimlere müdahaleyle sonucu istediği gibi inşa etmeye çalışanlar yüz yıldır devletin önemli noktalarında bulunuyor. Birileri bu ülkede her şeyi kişisel malı gibi kullanma ve yönlendirme zihniyetiyle hareket etmektedir."
Son olarak da; önyargısız olarak bu çalışmanın övgü ve sövgü amaçlı olmadığı ve konuya bütüncül yaklaştığı ifade edilmektedir ki benim de kanaatim budur. Kitap Pınar Yayınları'ndan çıkmış, tarih, hatırat, biyografi nitelikli bir kitap, "Yaşadıklarımızın Dünü-Bugünü" şeklinde bir de alt başlık taşıyor. Kendinizi hepsi de tırnak içinde "Sağcı, Solcu, Muhafazakâr, Kemalist vs." hangi kategoriye dâhil ederseniz edin bu kitabın hayli ilginizi çekeceğine eminim.

gazete

29 Ekim 2014 Çarşamba

Buruk kutlama

Ahmet TEZCAN

Buruk kutlama

30.10.2014

Gözüpek Türk pilotlarının akrobatik gösterileri gazete ve televizyonlardan her zaman NEFES KESTİ diyerek verilir. Bu defa da öyle oldu, Hava Kuvvetlerimizin SOLO TÜRK adıyla bilinen jet filosunun dünkü gösterisi de o cinstendi. Cumhuriyetimizin 91. Yıl kutlamalarında da Solo Türk'ün akrobatik uçuşları büyük göz doldurdu. Jetlerin içinde uçtuğu havanın aksine bu defa biz havamızda değiliz. Esas nefesimizi kesen Ermenek'teki maden işçilerinin içine düştüğü facia oldu. Milletçe yaşadığımız acı, bayram kutlamalarının sevinciyle karıştı ve 91. Yıl'da burulduk. Bu ruh hali içinde insanın algısı da değişiyor. Jetlerimizin havayı yırtan cayırtılarına rağmen ambulans sirenleri duyuyorum. Halbuki Başkent'te siren sesleri sıradandır, Başkentliler de bu seslere alışıktır. Dedim ya o havamız yok...
***

Bayramların, acıların, savaşların içi içe yaşandığı bir dönem yaşıyoruz. Enteresan bir coğrafya burası... Türkiye'nin ideolojisi ile jeolojisi tam bir paralellik arz ediyor. İki bakımdan da tam bir SIKIŞMIŞLIK HALİ yaşıyoruz. Olaylar da bunu doğruluyor. Bakar mısınız, Arabistan kıtası Anadolu tabakasını alttan sıkıştırıp katmanların kırılmalarına ve yer sarsıntılarına yol açarken hayatımızı da alt üst ediyor. Bu, Ermenek'teki maden ocağında su kütlelerin yer değiştirmesine sebep oluyor belki?! Yalnız su mu, petrol rezervlerinin parçalanıp elimizden kaçtığı, sondaj yapmaya bile değmeyecek birikintilere dönüştüğünü de söyleyenler var. "Konya 25 yıl sonra çöl olacak" tahminleri yapılırken bir maden ocağında faciaya yol açan büyük su kütlesi nereden geliyor diye sormadan edemiyor insan. Deniyor ki, bu bölge yer altı suları bakımından zengin... Peki, yıllardır Konya'da derin su pompajları neden denetim altında? Konya'daki kuraklığın sebebi olarak neden derin suların "hesapsız şekilde hunharca ve hovardaca" kullanımı gösteriliyor? Bu mevzu derinleştirildiğinde pancar ekimi teşvikinden şeker politikasına bir yığın soruna entegre oluruz ki bunlar bugünün tartışmaları değil.
***

İçimizdeki tartışmalardan başlayıp sınırımızdaki savaşlara kadar götürebileceğimiz konuları da ideolojik sıkışmışlığımıza bağlıyorum. Üç kıtada 21 milyon kilometre karelik bir alanda bunca renkliliğe ve farklılığa rağmen çağları ve her şeyi yöneten bir millet 780 bin kilometre karelik toprak parçasında niçin tartışmalarını bir türlü bitiremez? Niçin Türk-Kürt, Alevi-Sünni tartışmalarıyla, çatışmalarıyla hayatını karartır? Niçin bir kısım "amansız cumhuriyetçi" olur da, ötekiler "cumhuriyet düşmanı"dır? Bütün bunları bir kere daha düşünmenin zamanıdır. Ağzını büzerek konuşanlarla ağzını yayanlar, gırtlaktan konuşanlarla İstanbullu havası verenlerin yani hiçbirimizin ötekimize üstünlüğü bulunmamaktadır. Hepimizin insan olduğunu hatırlayıp birbirimize insanca davranma ihtiyacımız var o kadar. Aksi halde kapılarımızda bize insanlığımızı unutturacak bir enerji birikmiş durumda, dua edin ki üzerimize boşalmasın.

gazete

23 Ekim 2014 Perşembe

Gurur veren gelişmeler

Ahmet TEZCAN

Gurur veren gelişmeler

23.10.2014

Ankara İnovasyon Haftası başladı. "142 ülkeyi kapsayan İNSEAD'ın inovasyon sıralamasında Türkiye 54'üncü sıraya yükseldi" "Ankara, Türkiye'nin en fazla ihracat yapan beşinci, en çok ihracat yapan ilk 1000'de en fazla firması olan altıncı ili." Evet, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi söylüyor bunları, Ekonomi Bakanlığı ve TİM'in Şura Salonu'nda ortaklaşa düzenlediği Ankara İnovasyon Haftası açılışında... INSEAD'ın 142 ülkeyi kapsayan inovasyon sıralamasında Türkiye, üç yıl içinde 74'üncü sıradan 54'üncü sıraya yükselmiş.
***

Peki, inovasyon, İNSEAD da ne oluyor önce bunlardan söz etmek gerekiyor. İNSEAD dünyanın en saygın girişimcilik okulu, merkezi Fransa'da... Başka ülkelerde de kampusleri var. İNOVASYON'a gelince; Ben bu kavramı kendime kısaca "değişimle gelen gelişme" olarak tarif ediyorum. DEĞİŞİM'e ve YENİLİĞE vurgu yapan bir kavram. Meraklısı araştırır.
Devletler de dahil inovatif olabilmenin hayati önemde olduğu her fırsatta yetkililer tarafından bizzat ifade edilmektedir.
TİM Başkanı Büyükekşi'nin de söylediği bu..." Kurumların yaşam kaynağı, şirketlerin sağlığı ve geleceği için can suyu" olarak tanımlıyor inovasyonu...
İnovasyon etkinliklerine katılım her geçen yıl artıyormuş, bu sayede tasarımdan markalaşmaya, bilimden nano-teknolojiye, dünyanın önde gelenleri bir araya getiriliyor.
***

Ve beni en çok sevindiren şeyi söylüyor TİM Başkanı Büyükekşi:
Ankara
inovasyonun da başkenti...
Son 5 yılda uygulanan bilişim Ar-Ge projelerinin dörtte biri, Türkiye'deki 39 teknoparktan 6'sı, 59 teknoloji geliştirme bölgesinden 8'i Ankara'daymış. Ankara'nın doğal bir inovasyon eko sistemine sahip olduğu, savunma, havacılık sanayii, elektronik, bilişim sektörü ihracatında da Ankara kilit rol üstlendiği, uydu yazılımları, makine ve aksamları, seramik ve nitelikli madenler, malzeme bilimi mühendisliği, üniversite-sanayi işbirliği ile bu anlamda büyük önem kazandığı ifade ediliyor.
***

Ben bu söylenenleri somutlaştırarak söyleyecektim tam da oraya geldik. GÖKTÜRK-2, yüksek çözünürlüklü ilk gözlem uydumuz, uzayda... RASAT da uzayda ve şimdi Göktürk 1 geliyor... Coğrafi kısıtlama olmaksızın dünyanın her noktasından istihbarat amaçlı görüntüler elde ediliyor. Türkiye'yi uzaya çıkaran ürünler bunlar. Türk mühendisler şimdi Lazer silahı için çalışıyor, 120 milyon bütçe ile büyük aşama kaydettiler. CİRİT, SOM, MIZRAK füzeleri savunma sanayimizin ilk yerli, etkin ürünleri olarak envantere girdi ve dünyanın dikkatini çekiyor. Heybeliada ve Büyükada Milli Gemi projesi çerçevesinde denizlerde Türk levendlerine büyük üstünlük sağlayacak.
Bunlara grup toplantılarında, medyada yer verilmez, verilse de yabancı ağzından "Türkiye Atom bombası yapıyor" gibi ülkemiz dünyaya ifşa edilir.
Bunlar İnovatif Türkiye'nin yani YENİ TÜRKİYE'nin ürünleri ve bizlere büyük gurur veriyor... Dost düşman bunu bilsin, bilsin ki ona göre hareket etsin.

gazete

16 Ekim 2014 Perşembe

Camiler Haftası ve Kocatepe

Ahmet TEZCAN

Camiler Haftası ve Kocatepe

16.10.2014

Engellilerin Kocatepe Camisi'nde bayram namazını kılamadıklarını yazmıştım geçen hafta... Bu hafta Camiler Haftası ve bir dizi etkinlikle Diyanet, haftayı değerlendirmeye çalışıyor. Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Sayın Mehmet Görmez bu münasebetle yaptığı konuşmada ne dedi biliyor musunuz? Camiler yapılırken 8 milyon engelli kardeşimizi yok saymak başta Diyanet olmak üzere hepimizin ortak kusurudur. Evet, bugüne kadar engellilerimiz pek çok faaliyet içinde görmezden gelinmiş, yok sayılmıştır, bu doğru ancak biz münhasıran bir noktaya dikkat çektik, Kocatepe'ye... Kocatepe, Başkent'in en büyük camisi, yerleşik cemaatinden çok, her milletten Başkent ziyaretçilerinin destinasyon noktası, dolayısıyla gelir geçer ifadelerin ötesinde her türlü ilgi ve ihtiyaca maruzdur Kocatepe... Bir milyon lira harcanarak kurulan caminin asansörü neden çalıştırılmıyor? Sevgili Hocam, Diyanet ve Kocatepe Camisi hakkında çok yazı yazdım burada, çeşitli görüşlere yer verdim, ihtiyaçlar dile getirdim. Bunların tamamen ön yargı ve art niyetten uzak olarak kaleme alındığını, bu köklü teşkilatın sorumlu mevkide bulunan zevatı çok iyi bilir. Ama nedense "Hiçbir sağır duymak istemeyen kadar sağır değildir" sözünü doğrularcasına bir ilgisizlik içinde olunmasını anlaşılır bulamıyorum. Ancak teşkilatın "Yenilenme" noktasında sizin de zaman zaman dile getirdiğiniz şikayetler içinden ben cevabımı alıyorum. Şimdi sormak istiyorum: Kocatepe'de ezanlar 50'ye yakın hoparlörle terastan okunuyor, bu da güzelim ezanlarla namaza çağrı değil, yan binalarda bir ses patlaması olarak ancak şehrin ses kirliliğine katkı sunuyor. Kocatepe'de ezanları minarelerden dinleyebilecek miyiz? Kocatepe, yazın sıcağı ve kışın soğuğuyla mazur bir camidir. Yapım hatası yahut öngörüsüzlük her neyse, zeminden yağlı ısıtma sistemi donmuş ve artık çalışmamaktadır. Yan duvarlarına yerleştirdikleri 30'a yakın klima ile mevsim etkisini kendilerine sıfırlayan Diyanet Vakfı yöneticileri, caminin klima sistemi için bir girişimde bulunacak mıdır? Yani bu kış Kocatepe'yi nasıl ısıtacaksınız? Bilhassa cenaze namazlarında Atatürk Bulvarı'ndan, Seyran'a kadar bütün trafik kilitlenmekte, vatandaş da mağdur olmaktadır. Cenazelerin ruhunu muazzep edecek ölçüde tepkilere yol açan bu sorunu gidermeyi düşünüyor musunuz? Büyük katılımların olduğu cenaze namazları Akseki Camisi'ne alınabilir mesela? Kocatepe yazıları devam edecek Hocam… Vakfın gelir gider tablosundan, bir süre Kamu-Sen'in kullandığı binaya ve çalışanların komşuları rahatsız eden davranışlarına kadar bir yığın meseleyi dile getirmeye devam edeceğiz.

gazete

9 Ekim 2014 Perşembe

Kocatepe'de ibadet ama nasıl?

Ahmet TEZCAN

Kocatepe'de ibadet ama nasıl?

9.10.2014

Kocatepe Camii cemaati bayramda yine beni buldu, bu defa söyledikleri şeyler beni çok derinden etkiledi. Kocatepe deyince doğrudan Diyanet'i ilgilendiren şeyler tabii..
Ben Diyanet İşleri Başkanımızı gerçekten seviyorum, onu kısaca "Yeni Türkiye" olarak değerlendirilen anlayışa ait bir yönetici olarak görüyorum. "Yeni Türkiye" den ne anlıyorsun, derseniz bir parantezle hemen cevap vereyim:
Ben bu tanımlamadan; "algısı ve anlayışı yüksek, kendi kararlarını kendi alabilen, yeni, güçlü, dinamik bir Türkiye" çıkarıyorum.
Kolay değil, 60 sene müstemleke benzeri bir yapıyı kırıp içinden yeni bir Türkiye çıkarmak. Dolayısıyla "Yeni Türkiye" çerçevesine giren yönetici sayısı da öyle pek fazla değil, çoğu "Eski Türkiye" kalıntısı.
Yalnızca bürokratik kademede değil, siyaset başta olmak üzere bu durum her alanda böyle.. Yaşadığımız bütün olumsuzluklar bu "eski" den kurtulamamışların Türkiye'yi arkasından çekiştirmeleri yüzündendir. Bu da Türkiye'nin ilerleme hızını biraz yavaşlatıyor ama durduramıyor.
Önemli olan bu, artık geri götüremiyorlar, ilerlemeyi de durduramıyorlar.
***
Her neyse, Kocatepe'den lafı nereye getirdik. Kâbe'yi Muazzama'yı 20 Katta, ayaklarının dibinde görüp dizleri titreyen Reis Hazretlerine demem o ki, söylediklerine harfiyen katılıyorum..
O mukaddes yapının en yüksek yerde, sürünülerek çıkılması gereken bir rakımda olmasını arzu ederim. Hatta bunun sağlanması için çevresindeki otellerin, çarşıların yerin altına, kayaların oyularak arzın merkezine doğru inşa edilmesi gerektiğini hep düşünmüşümdür. Bunun için kutsal beldenin öncelikle "bir anlayış" tan kurtarılıp içinde Türkiye'nin başat rol üslendiği bir konsorsiyum tarafından yönetilmesi gerekir.
***
Ancak Başkent'de de Başkan Görmez'in dizlerini olmasa bile dudaklarını titretecek bir olay yaşanıyor. Sevgili Başkanım, Başkentin en büyük camiinde Kocatepe'de bayram namazı kılmak isteyen engelliler bu bayram da bundan mahrum kaldılar. Cenazeleri için buraya gelememek onları kahrediyor zaten.. Belki kucakta taşınarak mümkün ama kucakta taşınmak da ayrıca kahredici onlar için.. Musalla meydanına taşınmaları onların Kocatepe Camiine girmelerini sağlamıyor maalesef.. Bunun için 1 Milyon lira harcanarak bir asansör yapıldı o da çalıştırılmıyor nedense?! Hac ibadeti yapacak engelliler için yüzde 50 indirim taahhüt eden Başbakanımız, çok değerli hemşerim Ahmet Davudoğlu'nun da bundan haberi olmalı.
Engellilerin önce Kocatepe'de ibadetine imkân vermeliyiz. Kocatepe ile ilgili söylenenler de yalnız bundan ibaret değil. Onun sorunları bir yazıya sığmaz.
Dedim ya Reis'i ben her bakımdan seviyorum, bir yönü hariç, soyadı.. İnsanların isimlerinin kişiliklerini etkilediği söylenir..
İlgililerin de onun o tarafına denk getirip olmadık işler yaptıklarını düşünüyorum..

gazete

2 Ekim 2014 Perşembe

Çok şey değişti çook..

Ahmet TEZCAN

Çok şey değişti çook..

2.10.2014

Meclis'in 5. Yasama yılı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmasıyla dün açıldı. Cumhurbaşkanı Meclis'te şeref kıtası tarafından selamlanarak karşılandı. Ne var bunda demeyin... Evet, cumhurbaşkanlarının Meclis'i ziyaretleri resmi merasime tabidir ve gelenek olduğu üzere şeref kıtası tarafından selamlanır. Eskiden Meclis'te Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na bağlı bir tabur bulundurulduğunu çok çabuk unuttuk. Meclis'in askerleri mi, askerlerin meclisi mi sorusu ayrı bir tartışma konusuydu bir zamanlar. Cumhurbaşkanlarını da buradaki askerlerin oluşturduğu bir kıta karşılardı. Meclis taburunun geceleri meclis muhafızlığı, cenaze merasimi dışında "malum günler" de "özel görev" aldıkları herkesin malumudur.
***

Bırakın Genelkurmay'ın dört yıldızlı paşalarını, Meclis taburunun rütbesi en fazla binbaşı olan tabur komutanları bile siyasileri korkutmak için yeterdi. Meclis başkanları yine gelenek olduğu üzere seçildikten sonra bu taburu ziyaret ederlerdi ve bazen bu ziyaretler bile başlı başına sorun oluştururdu. Tabur komutanı için Muhafız Alayına komutanlık eden subayın emri esastı. Milletvekilleri kıyafet yönetmeliğine uygun durumda değilse, sakallı filansa mesela taburun lokaline bile alınmazdı. Nitekim bu yüzden çok tartışmalar olmuştur, vekillerin Meclis içindeki askeri mıntıkalara yaklaşmaları dahi istenmemiştir.
***

Bunları neden anlatıyorum? Hızla çok şey değişiyor, değişirken sivilleşiyor. Şimdi Meclis'te asker bulundurulmuyor, onların görevini polisler yerine getiriyor. Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde de değişimin tedricen gerçekleşmesi gerekir. Demirel'in döneminde Köşk tamamen askeri kışla halini almıştı. Dolayısıyla askeri eğitim alanları subay lojmanları inşaatları yüzünden on binlerce ağaç yok edildiğini biliriz. Yandan yemyeşil çam ormanı gözükse de havadan bakıldığında Köşk ormanının kampus yapıları yüzünden nasıl yok edildiği görülecektir. Gelecek sene genel seçim var, bu yasama yılı milletvekilleri için son görev dönemi. İktidar partisi zaten üç dönemi tamamlayan milletvekillerini seçime sokmama kararı aldı. Bu yasama yılında milletvekilleri 2015 genel seçimleri öncesi son görevlerini yapmış olacaklar. Bu bir rekordur aslında.
***

Eskiden bir yasama dönmemi içinde son yasama yılına ulaşmak ve dönemi tamamlamak çoğu kez mümkün olmazdı. Ya erken bir genel seçime gidilir ya da bir askeri müdahale ile Meclisin yolu kesilirdi. Milletin sağ duyusu ve son dönem hükümetlerinin kararlılığı sayesinde istikrara kavuştuğumuz rahatlıkla söylenebilir. İstikrar ve güven ortamı ülkemizin en önemli kazancı olmuştur aslında. AK Parti 58. Hükümet ile ülkeyi yönetmeye başlamıştı, bugün 62. Hükümet görev başında. Bu gidişle daha uzun bir süre yönetimin el değiştirmeyeceği şimdiden görülüyor. Muhalefet partileri de bunu biliyor ki iktidar hedefiyle hareket etmiyorlar. Bu güven ve istikrar ortamı onları da memnun etmiş gözüküyor. Bayram haftasına girerken hepinizin Kurban Bayramı'nı kutluyor çoluk çocuk tüm sevdiklerinizle mutluluklar diliyorum.

gazete

25 Eylül 2014 Perşembe

Yaklaşım farkı

Ahmet TEZCAN

Yaklaşım farkı

25.9.2014

Kurban Bayramı yaklaşırken özellikle Suriye'den kaçanların hayvanlarını da beraberinde getirdiklerini okuduk gazetelerden.
Bazı fırsatçıların da bu hayvanları ucuza kapatıp Kurban'da piyasaya çıkarmak istediklerini öğrendik bu arada. İşte
insan, kimi can derdinde kimi mal! Kilis Müftüsü de açıklama yapmış; kaçak hayvanların etinin yenmesi caiz değildir diye.. Müftü, kaçakçı şebekenin kul hakkı yediğini de sözlerine ilave etmiş.

***
Bir kere düzen bozulmaya görsün, insan insana neler yaşatıyor düşünebiliyor musunuz? Bir tarafta neyidüğü belirsiz bir örgüt, adına İSLÂM demekte zerre tereddüt göstermiyor ama kadın çocuk demeden de insan kanı dökmekte de çok kararlı. Bu yüzden sınırlarımızda sadece CAN PAZARI değil yaşanan, insanlık adına tam bir TRAJEDYA.. Kim kurban, neye kurban diye sormadan edemiyoruz! Kısa sürede son bulmasıdır temennimiz.

***
Madem söz kurbandan açıldı Tarık Tarcan'ın gönderdiği hikâye ile kapatalım. Bir adam kötü yoldan kazandığı parayla bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişmanlık duyar ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli Hazretleri'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O devirde dergâhlar aynı zamanda aşevi gibi bir işlev de görüyordu. Durumu Hazret'e anlatılınca Hacı Bektaş Veli 'helal olmaz' gerekçesiyle kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve durumu Hz. Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise; bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve bunun sebebini sorar.

***
Mevlâna Hazretleri der ki: - Biz bir karga isek Hacı Beştaş-ı Velî bir şahin gibidir, öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir. Adam üşenmez kalkar Hacı Beştaş Dergâhı'na gider ve Mevlâna'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip sebebini Hacı Bektaş Veli'ye sorar. Bektaşî Pîri de şöyle der: - Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlâna'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü senin bağışınla kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir. Tarık Bey, hikâyenin sonuna bir soru cümlesi ilave etmiş, diyor ki: -Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yemek, yermek yerine yüceltebilmeyi becerebilen bir inanç ve kültür altyapımız varken nasıl oluyor da İslâm adına insanlık dışı olaylar yaşanabiliyor? Aynı soruyu herkes birbirine soruyor ve fakat cevabını bulamıyor. Çünkü asıl kaynaktan uzaklaşınca İslâm yorumu da fert sayısınca değişen bir hal aldı.

gazete

19 Eylül 2014 Cuma

Menderes'i kim astı?

Ahmet TEZCAN

Menderes'i kim astı?

19.9.2014

İşte, 53 yıl geride kaldı.. Ben 9 yaşında ilkokul 3. sınıf öğrencisiyken bir başbakan darağacında sallandırıldı. Zamanla her şey en doğru şekilde tefsir ediliyor. Neticede bir başbakan darbe ile indirildi ve türlü eziyet ve işkencelerden sonra idam edildi. Aynı gün değil ama kabine üyesi iki arkadaşı da aynı akıbeti paylaştı. (Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan bir gün önce idam edildiler.)
***

Onu arkadaşlarıyla birlikte darağacına gönderenler bu idamlarla yetinmediler, Menderes'in iki oğlu; Mutlu ve Yüksel Menderes'i de şüpheli şekilde öldürdüler. Babasının idam edildiğinde 12 yaşında olan Aydın Bey'in akıbeti de malum.. Bir şüpheli trafik kazası sonunda felç oldu ve genç denilebilecek bir yaşta hayata veda etti. Onun yaşadığı da ağabeylerinin akıbetiydi bence, soylarını kurutmak, Menderes adını yeryüzünden silmek istediler. Darbeyi kim yaptı, Menderes ve arkadaşlarını kim astı, üniformalı bürokratlar mı? Onu başbakanlıktan indirip tutuklayan o subaylar mıdır? Asla.. Meclis Başkanı Cemil Çiçek bir gerçeği hatırlatıyor: "Türk siyasi tarihinde unutulan bir gelenek, merhumun idamıyla 140 yıl sonra yeniden hortlatılmıştır."
***

Sultan Abdülaziz'i öldürtenler kimler ise Menderes'i astıranlar onlardır. Velayetine inanılan, Mevlevî, Hattât, Bestekâr, en önemlisi pehlivan bir padişah olan Sultan Aziz, bir sabah namazı vakti abdest almaya hazırlanırken, dört kişi tarafından üzerine abanılarak, bilekleri kesilmek suretiyle öldürüldü. İntihar dediler, otopsiye katılan doktorlardan İngiliz olanı; iyi de dedi, "Haydi sol bileğini kendi kesti, sağ bilek böyle nasıl kesilebildi? Bu soru cevaplanmadı, halâ havada.. Menderes ve arkadaşlarının kimlerin teşvikiyle katledildikleri de bilinmiyor. İstanbul işgal altındayken Osmanlı'nın 36 ton altınını Hazineden kim çaldı da bir gecede İngiltere'ye veya başka yere taşıdı? Doğrusunu isterseniz son 150 yılın tarihi henüz yazılmadı. Çünkü arşivler henüz açılmadı, arşiv belgelerine dayanan gerçekler henüz yazılmadı. Ben böyle inanır böyle bilirim. Bu güzel memleketin tüm gerçeklerinin gün yüzüne kavuşacağı günü bekliyorum ve o günlerin yakın olduğunu hissediyorum.

gazete

12 Eylül 2014 Cuma

Kurultay bitti, şimdi ne olacak?

Ahmet TEZCAN

Kurultay bitti, şimdi ne olacak?

12.9.2014

Geçen hafta CHP'nin kurultay havasını soluduk, çok şey gördük, çok şey duyduk. Bu kongre CHP'de çok konuşulacak ve herkes kendi zaviyesinden bir şeyler söyleyecek. Ben şu kadarını söylerim; Kocaman bir CHP vardı Cumhuriyet Türkiye'sinin tarihinde, konjonktürel olarak gitti geldi, indi çıktı ama bundan sonra sizlere ömür... Bu tavırla o CHP'den ne kalır tahmin edemem? Özetle söylersem; koca bir çınardı CHP ama asrın idrakine yükseltilemedi. Yeniler için söylersek, çağın anlayışına uymadı, uydurulamadı CHP ve en iddialı kavramıyla bir türlü ÇAĞDAŞ olamadı. Na ehil ellerde savruldu, şifa niyetine dahi memleket millet yararına dirhem politika üretilemedi.
***

Kurultayda Kılıçdaroğlu'nun zaferi kesindi, çünkü 130 milletvekili, 60 PM, 20 YDK üyesi olmak üzere parti organlarından yüzde 90 oy garantisiyle yarışa 170 oy önde başladı. Kılıçdaroğlu'nun en büyük güvencesi zaten delege yapısıdır. "Konya'da bile mezhep, meşrep ayırımı gözetildiği" kongre salonunda konuşuluyordu. Muharrem İnce ise AK Parti haritasında kırmızı ile gösterilen sahil bandı ve Trakya'dan destek aldı. Baykal desteğini son anda çekmemiş olsa İnce'nin oyu 500'ün üzerine çıkacak ve Kılıçdaroğlu kılpayı kazanacaktı, bu da 3-4 ay sonra CHP'de yeni bir kurultay demekti. Kurultay'a birkaç adayla gidileceğini sandı Baykal, çağrı bekledi, hatta 'kurultay salonuna genel başkan ile birlikte girmeyi istedi fakat kabul görmedi' diyenler oldu. "Rakı masasında siyaset" suçlamasının kurultaydaki doğrudan muhatabı Muharrem İnce'ydi ama bu çıkışıyla Muharrem İnce, Kılıçdaroğlu'nun karizmasını çizmiştir. Mağlup sayılır bu yolda galip... İktidar vaadinde bulunamayan bir genel başkanın partisinin oyunu artırma şansı olamaz, umut veremezseniz o koltukta oturma şansınız azalır. Kendi yönünden Muharrem İnce bu çıkışıyla 2015 seçiminde milletvekilliğini kurtarır mı, sanmam. Ona "Yalova'da önseçimi al gel" derler, o da önseçimde hırpalanmış olarak listeye girer bu da onun seçilme şansını azaltır ve bütün hayalleriyle Muharrem Yalova sahillerinden suya düşer. Onun araladığı kapıdan da iki isim girer; Sarıgül ve Feyzioğlu... Söylemedi demeyin.
***

Şimdi Kılıçdaroğlu da boş durmaz, YDK'yı çalıştırarak tüm muhaliflerini doğramak isteyecektir. Zaten bunu açık açık da söylüyor. Bu CHP'yi büyütmez, kendisinin de sonu olur. 2015'te Sarıgül ve Feyzioğlu Meclis'e girerler. Onlar şimdiden kendilerine yakın isimlerle PM'nin nabzını tutmaya başlamışlardır. CHP'de bu işler böyle yürür, onlar artık Dersimli Kemal'in ensesinden ayrılmazlar. Listeye bakınca Enis Berberoğlu ismi dikkat çekiyor, (Hürriyet'te kaç haberini çıkarttıysa...) bir de Murat Özçelik sürpriz oldu, dış ilişkilere dil bilen Haluk Koç'u kaydırırlar. Kanaatimi yazının başında ifade ettim, son olarak söyleyeceğim; partide emekçilerin yok edilmesi CHP'ye sadece kaybettirir, bu kayıp Türkiye'nin kaybı olur.

gazete

4 Eylül 2014 Perşembe

Semer hikayesi

Ahmet TEZCAN

Semer hikayesi

4.9.2014

Bizim bir semerci hikayemiz vardır, siyaset hayatımıza 'cuk' oturur.
Siyasi partilerimizden biri kongre veya kurultaya mı gidiyor benim aklıma 'şıp' diye "semercinin hikayesi" düşer.
Hemen nedir, ne ilgisi var demeyin, bakın semerden bile çıkarılacak dersler var.
***

Eskiden semer ustaları bir talep gelince hee deyip hemen kabul etmezlermiş siparişi.
Usta, en önce semer vurulacak eşeği sorarmış, "Aha bu" deyip gösterirseniz, bu defa kimin oturacağını sorarmış.
Eşek senin, semere oturacak olan da sensen mesele yok. Önce eşeği şöyle bir süzermiş, sonra sahibine bakarmış. Öyle süzermiş ki, zannedersiniz semer sizin sırtınıza vurulacak! "Eşek tamam da, sende o semere oturacak mabat var mı", meğer döndere döndere ona bakarmış semerci ustası.
Oysa semer dediğin nedir ki, bir parça keçi derisi, bir tutam saz... Çatılır, dikilir, sökülür neticede semer ortaya çıkar.
Ama öyle değil işte, 'semer' deyip geçmiyor ustası, işini ciddiye alıyor.
Semercilikten de çıkarılacak dersler var:
Bir kere, her semer her eşeğe vurulmuyor, her semere de oturulmuyor...
Semerciliğin de bir marifeti var.
Semer dediğin altıyla eşeği, üstüyle oturanı rahatsız etmeyecek, altı üstüne denk olacak yani. Aksi halde ne eşek o semeri sırtına vurdurur, ne de oturan rahat bulur.
***

"Devletin, Cumhuriyet'in, çok partili hayatın ve nihayet ülkemizde demokrasinin kurucusu" olma iddiasındaki CHP'nin neticedeki adı "kurultay partisi"ne çıkmış bulunuyor. "Adın çıkacağına canın çıksın" derler. Dolayısıyla semerci hikayesinden CHP'nin çıkaracağı büyük dersler var. Teşbihte hata olmaz, haşa ve kella kimseyi bir şeye benzetme gibi bir niyetim yok...
35 kurultay yapmışlar, 18'i olağanüstü...
"Bu kurultaydan güçlenerek çıkacağız.
Bundan sonra kurultaylar zamanında yapılacak.
Seçilen yönetime bir sonraki kurultaya kadar fırsat verilecek. Herkesin önü açılacak. Yerleşik demokratik kurallar ve tüzük ne emrediyorsa o yapılacak. Delege kavgası olmayacak. İlk seçimde parti iktidara taşınacak."
Vesaire vesaire…
***

Aynı terane devam ediyor. Parti binası, genel başkanı, tüm kadro değişse de CHP değişmez, değişemez.
Solculuk iddiasında olanlar önce CHP'yi feshedecekler, bir daha açılmamacasına hem de... Sonra "kuruculuk" teranesinden vazgeçecekler. (CHP devleti kurarken herkes partinin içindeydi.) İş Bankası'nı yönetmekten de vazgeçecekler.
Hülasa, fiziksel değil, kimyasını değiştirecekler CHP'nin ve ondan sonra belki bir şans bulabilirler. Çünkü bu milletin CHP hafızası çok kötü. "Atatürk'ü kaldırıp başına koysan yüzde 30'u geçmez" diye bizzat kendileri söylüyor.

gazete