14 Ağustos 2014 Perşembe

Çankaya tamam

Ahmet TEZCAN

Çankaya tamam

14.8.2014

Millet seçimini yaptı ve nihayet kendinden bir adamı Çankaya Köşkü'ne gönderdi. Tayyip Bey orada beş yıl görev yapacak, Cumhurbaşkanlığı süresi dolduğunda ben 67 yaşında olacağım, O da 65... Bir kere daha seçilecek olursa yani Cumhuriyetimiz 100. yılını doldurduğunda Tayyip Bey 70, ben 72 yaşında olacağız. (Hayırlı bir ömür dileğiyle Rabbimin o günleri de göstermesini diliyorum.) Bahçeli ile Kılıçdaroğlu yaşıttırlar(1948), bakmayın öyle göründüklerine... Tayyip Bey'in süresi dolduğunda onlar 71 yaşını doldurmuş olacaklar, Baykal da 81'ini (Allah ömürler versin.) Peki, bundan sonraki CB seçimini lider olarak görürler mi? Hiç sanmam, bu onların son seçimleridir, 10 ay sonra yapılacak genel seçime bile, muhalefetin aynı liderlerle gideceğini kimse söyleyemez. Kılıçdaroğlu'nunki orada zaten 4C görevidir, "geçici" yani her an değişebilir. Bahçeli ise silah zoruyla belki(!) orada oturmayı sürdürebilir.
***

Şimdiye kadar Köşk'te oturanlar milletin adamı değil miydi? Bir de bu soru var. Valla son asrın bu millet için travmatik bir dönem olduğunu kabul etmeliyiz. (Bu süreyi 200 yıla çıkaranlar da var) Nitekim yakın perspektifte insanlık, iki CİHAN SAVAŞI yaşamış ikisi de silindir gibi bizim üzerimizden geçmiştir. Hiç uzağa gitmeye gerek yok, bu memleketin nasıl yönetildiğini hep tarihe, siyasete bakarak değil, bazen Başkent'teki devlet binalarının konumlarıyla da kestirebiliriz. İyi gören gözler Çankaya Köşkü'ne kuşbakışı baktıklarında; bir yanında Başbakanlık resmi konutunu, öteki yanında da hemen Amerika Birleşik Devletleri'nin bilmem kaç dönüme oturan rezidansını görürler?! Meclis'in de çepeçevre askeri binalarla çevrili ve ABD Büyükelçilik binasının üç dakikalık mesafede olması beni hep düşündürmüştür?! Bu konumlar size de bir fikir veriyor mu? Dolayısıyla 11 Cumhurbaşkanı'ndan millet adına sadece Özal'ı işaretleyip bir yana koymak gerekiyor ki O'nun da hayatı pahasına Çankaya'daki görevi sadece 4 yıldır.
***

Tayyip Bey 5 yıllığına seçildi, bir 5 yıl daha millet görev verir mi zaman gösterecek. Bana sorarsanız Recep Tayyip Erdoğan -Allah ömür verirse görürüz- 2024'e kadar Çankaya Köşkü'ndedir, dost düşman bunu böylece bilmelidir. Ve o zaman BAMBAŞKA BİR TÜRKİYE'de yaşıyor olacağız ümidindeyim. Çünkü Erdoğan'ın, içinden 64 devlet çıkarılmış 24 milyon km2'lik devasa bir coğrafyayı yöneten derin bir şuur ve iradeyle oraya oturmakta olduğunu biliyorum. Çünkü "...Yoktan da vardan da ötede bir VAR var... Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar var..." Şimdi söylenecek tek söz, memlekete ve millete hayırlı olması dileğidir.

gazete

8 Ağustos 2014 Cuma

Köşk'ün esintisi

Ahmet TEZCAN

Köşk'ün esintisi

8.8.2014

Çankaya, muhit olarak eskiden halk ağzında "çengi kayası" olarak anılırmış, bir yazımda belirtmiştim. Bizim esmer tenli göçerlerimiz belli zamanlarda atları, arabaları ile bu bölgeye yerleştikleri için bu adla anılırmış Çankaya. Şehre yakın, kayaların gölgesinde esintili bir yer olmalı ki göçerler buraya sere serpe yerleşiyorlardı. Şimdi o kayalarından eser yok Çankaya'nın fakat yine çok esintili.. Hele 'yerleşme' zamanlarında bu esinti fırtınaya dönüşüyor! Fırtınanın yalnızca Çankaya ile sınırlı olduğunu söylersek yanlış olur..
***

Çankaya'da birkaç güne kadar gerçekleşecek olan değişiklik Memleket içinde olduğu kadar dışarıda da büyük merak ve çoğu zaman endişeyle izleniyor. En az on başkent Çankaya'daki değişikliğin ne olacağını çok yakından takip ediyor. Yalnızca takip etmiyorlar; doğrudan değilse bile dolaylı müdahale halindeler. Aday belirlemeye kadar da işi ileri götürdüler. Tahmin değil bu söylediklerim, ömrümüz olursa ilerde bunları bir bir öğreneceğiz. Çünkü bu defa Çankaya'daki değişikliğin çok şeyi değiştireceğini biliyorlar. İsrail Gazze'yi Filistinliler için mi bombalıyor? Daha da ötesi Gazze'yi İsrail mi bombalıyor sanıyorsunuz? Bunu böyle düşünürsek "ahmak" olmayı da kendimize yakıştırıyor olmalıyız. Kimse bizim aklımızı, zekâmızı test etmesin. Başkentlerinde huzur içinde oturanlar, akan kandan birinci derecede sorumludurlar.
***
2007'den bu yana bütün seçimlerimizin Türkiye için hayati ve bölgenin kaderiyle de yakından ilgili olduğunu iyi anlamak gerekmektedir, 2015 de buna dâhil.. Kahire'deki, Şam'da, Bağdat'ta, Libya'daki olaylarda HEDEF TÜRKİ- YE'DİR bunun bilinmesi lazım. Buralardaki kargaşa ve karışıklıkların Türkiye'yi her bakımdan ne kadar etkilediğini ve çok acıttığını iyi biliyorlar. Ekonomik kayıplarımız bir yana, işlenen cinayetlerin, bilhassa çocuk ölümlerinin yüreğini yakmadığı bir tane vatan evlâdı var mı acaba? Belki vardır?!

***
Kukla bir yönetim altında olmanın halkları, devletleri, ekonomileri ne hale düşürdüğü içinde bulunduğumuz coğrafyada çok açık şekilde görülüyor. Türkiye de böyle günlerden geçti. Mustafa Kemal'in 15 yıllık Çankaya dönemini saymayın (İsterseniz sayın), İnönü(12), Bayar(10), Gürsel(6), Sunay, Korutürk ve Evren 7 şer yıl Çankaya'da kaldılar. Özal'ın ömrü yetmedi(4) ve Demirel, Sezer ve Gül yine 7 şer yıl Cumhurbaşkanlığı görevinde bulundular. Alt alta topladığımız zaman 89 sene ediyor, bir ömre sığmıyor. Bunların kaçı MİLLET adına ve MİLLETİN ADAMI olarak görev yaptı? Türkiye'nin artık 'Demirel gibi' adamlarla kaybedecek zamanı yok. Köşk'teki adamın sevip sevmediğini, kızdığını görmek istiyoruz, yani icraatı yüzüne yansısın, bizimle gülsün bizimle ağlasın, ölçü bu.

gazete

31 Temmuz 2014 Perşembe

Ateş bastı, ne gam?!

Ahmet TEZCAN

Ateş bastı, ne gam?!

31.7.2014

Diyorlarki neredesin? Tatildeyim Antalya'da.. Ben dedeyim, torunlarım nerede ben orada. Üff çok sıcak, oralar şimdi kavruluyordur şimdi!.. Ne yani, 10 derece azaltmaya, ortalığı azıcık olsun serinletmeye kudretin var mı??!.. Öyleyse yapabilecek bir şey de yok tabi. Kar yağdı, yağmur yağdı, çok sıcak, çok soğuk.. Ben böyle gücümün ötesindeki, bilhassa hava olaylarına karşı tek kelime laf etmem. Sıcak oldu soğuk oldu, kar-dolu oldu, hangi kudretten geldiyse hoş geldi, sefa geldi, müdahalemiz olmaz, olamaz… Ama iklimi biz bozuyoruz dersen; benim iklimi bozan bir hareketim de olmaz, çünkü iklimi bozanın da er ya da geç keyfini bir bozan mutlaka olur. Sıcak soğuk gökten ne inmişse kabulümüzdür zaten. Şahsen yer çekimi kadar, hattâ ondan da öte 'gökçekimi' ne bağlı bir adamım. Bu yaştan sonra tümüyle oraya tabi olduğumu söylesem bile yanlış olmaz dostlar.
***

Esas bu sıralar Başkent çok hararetli günler yaşıyor! Türkiye gibi yörüngesinden kurtulmuş bir ülkenin cumhurbaşkanını seçmesi kolay bir iş mi? "Cumhurbaşkanı'nı Türkiye kendi seçecek" diye Ankara'dan çok başka başkentleri ateş basıyor, bilhassa BATI başkentlerini.. Telaviv, Kahire, Şam, Bağdat da ateş altında.. Kendi halklarıyla değil kavgaları, inanın bizimle. Şimdiye kadar Çankaya'yı bir şekilde yönettiler. Önce askeri kullanarak, sonra cumhurbaşkanlarıyla başbakanlar arasında kavgalar çıkarıp iki başlı bir yönetim oluşturarak bunu başardılar. Baksanıza Demirel ile Özal, Özal ile Mesut Yılmaz ve Demirel-Çiller hep kavga etmediler mi? Akbulut'un bile Irak konusunda Özal'a başkaldırdığını biliyoruz. "Bile" derken küçümsediğimizden değil, bu insanlar ya Demirel ya Özal tarafından politika sahnesine çıkarılmışlardı, "velinimetleri" idi onların. Bir şeyin kavgasını verdilerse kapalı kapılar arkasında değil, medya vasıtasıyla, halkın önünde ve devlet iradesini yıpratma pahasına verdiler kavgayı. En son örneğini Sezer-Ecevit kavgasında gördük. Anayasa kitapçığı fırlatma meselesi.. Ahmet Necdet Sezer ismini cumhurbaşkanlığı için ilk öneren Ecevit değil miydi? Peki, ne oldu da yaka-paça durumuna geldiler? (Bana sorarsanız Ecevit'in kulağına da Sezer ismi son anda fasıldanmıştı, tıpkı şimdiki gibi hem de aynı çevreler tarafından.) Medya da zaten teşneydi bu kavgalara, hep de öyle olmuştur. Şimdi de "bir kısım medya"nın aradığı böyle bir durumdur ama ellerine fırsat geçmiyor, geçse bir kaşık suda boğarlar, memleket, millet düşünmezler, onlar da kendi velinimetlerine yaranmak isterler.
***

Türkiye'nin bu seçimine gelince tıpkı meteorolojik olaylara bizim bir dahlimizin olamadığı gibi bu seçim de tamamen gök çekimine uygun ve onun iradesince sonuçlanacak. Nereden mi biliyorum? Her şey gibi bu dahi "Nasılsanız öyle yönetilirsiniz" hükmünce gerçekleşecek. Baksanıza SIR, adayların açıklanışında gizli. Biri milletin, biri herkesin adayı, öbürü de seçimin çeşnisi… Milletin seçeceği 12. Cumhurbaşkanı adayı, saat tam 12'ye 12 kala açıklandı. Tılsımlı sayı 12, bundan sonra 12 rakamlı her şeye dikkat edin. Millet tam 12'den hedefi tutturacak.

gazete

24 Temmuz 2014 Perşembe

O 'an'lar

Ahmet TEZCAN

O 'an'lar

24.7.2014

Zaman akıp gidiyor geçip giden zaman mı yoksa insan mı? Tanpınar'ın dediği gibi; Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında
Yekpare, geniş bir anın parçalanmaz akışında... Seçilmiş, belirlenmiş, bir özellik yüklenmiş müstesna ve mübarek anlardan söz ediyorum.
İşte Ramazan, "On bir ayın sultanı" ve "bin aya muadil" Kadir Gecesi, kandil gecesi...
Zaman içinde zamanlar, müstesna anlar ve mekânlar vardır. Onun için Kabe'yi "Muazzam" ve Mekke'yi "Mükerrem" kılarken; cumayı da sözgelimi cumartesiden ayırt ederiz. Çünkü akıp giden zamanın hiçbir anı aynı değildir. Velev ki bir pencere önünde aynı manzaraya dalıp gitmiş olun, her saniyeniz birbirinden farklıdır.
Hadi canım sende! Bunu asla demeyin.
***
Aslında önemli olan zaman değil, farkında olandır. Gelmiş geçmiş milyarlarca insan birbirine asla benzemez. Parmak izlerimize, retinalarımıza mührünü vuran Kudret'e bu asla zor gelmez.
Kar tanelerinin hangisi ötekisine benziyor?
O mucizevi figürler neyin şifresi, hangi iradenin simgesi biliyor muyuz?
Daha keşfedilmemiş nice farklılıklar, ne mucizeler barındırıyor kim bilir?
Hele SEÇİLMİŞ OLANLAR çok daha değerlidir. Yüce yaratıcımız neyi seçmişse lütfetmiş, yükseltmiş ve yüceltmiştir.
Tüm canlıların içinden insanı seçmiş ve "yaratılmışların en şereflisi" makamına yükseltmiştir. İçlerinden seçilenler de kimi nebi, kimi veli olarak "efendimiz" olmuşlardır bizlere. Zaten Peygamberimiz'e salât ve selamda bulunmak, ona sevgimizi ve teslimiyetimizi ifade etmek (Ahzap 56) Kur'an hükmüdür.
O'nun seçtiği taş bile olsa; elmas olmuş, zümrüt olmuş ve bir kaya parçasına asla eş tutulmamıştır.
***
On bir ayın sultanı RAMAZAN ve içindeki "bin aya bedel" KADİR GECESİ de böyledir. O ANI yakalayabilen ortalama bir insan ömrü demek olan 83 yıl dört aylık ibadete eşit sevabını, affını, mağfiretini kazanmış olmaktadır. Cuma günü ve cuma namazı ile içine saklanan O AN da öyledir. Gün içinde de sabahın "fecr", akşamın alacakaranlık vaktine saklanmıştır o an..
Dün sahur sonrası başımı semaya kaldırınca eğik bir zeytin dalını andıran Ramazan hilali ile yüz yüze kaldım da bunları yazdım, yarından sonra da BAYRAM olacak, yine O AN olacak.
Hepinizin O AN'ını kutluyor ve mutluluklar diliyorum.

gazete

17 Temmuz 2014 Perşembe

Seçime saygı

Ahmet TEZCAN

Seçime saygı

17.7.2014

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en yüksek, en onursal makamına bir seçim yapacağız. Bu seçimi bu defa millet bizzat kendisi yapacak. Mısır, eski Yunan ve Roma gibi yöneticilerini yarı tanrılaştırmış toplumlarda böyle günlere büyük atıflar yapılmış ve tarihe kayıtlar düşülmüştür. Vatikan'ın seçimiyle kıyaslanmaz ama bizim tarihimizde de bey, padişah, hakan, kağan adı ne olursa olsun devleti yönetecek olan insanın değişmesi çok önemli bir olaydı ve özel protokole tabi idi. Bunlar tarih içinde oluşan geleneklerdir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin doğduğu Osmanlı'nın son hakanı tahta çıkarken, İstanbul'daki işgal kuvvetleri, harp halinde de olsa bir büyük devletin protokolüne "saygı" gerekçesiyle ateş kesti. Bu tarihi mirasın sahipleri olarak şimdi de bizler bu büyük seçime özen göstermek durumundayız. Bu, kendimize, devletimize, devlet olarak varlığımıza saygının bir gereğidir.

***
Ortamı germek, hafife almak bu seçimin mehabetine uymamaktadır. Tamamen ideolojik ve slogandan ibaret söylemler ortalığı sertleştirmektedir. Sözü döndürüp dolaştırarak rejime getirmek inandırıcılıktan uzaktır. Cumhuriyetle bir sorunumuz yok bizim, İmparatorluk sonrası bu millet bu meseleyi çözmüştür. "Bizi kim yönetecek?" diye sorup "ben" cevabını vererek cumhuriyeti bulmuştur. Biz şimdi "Nasıl yönetileceğiz?" in cevabını, "demokrasi" nin içini doldurmaya çalışıyoruz. Sadece çocuklarımıza bakarak yeni neslin ne cumhuriyetten, ne demokrasiden vazgeçmeyeceklerini görebiliriz. 77 milyon bu noktada mutabıktır. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bu olguya paralel bir karardır. Bazı söylemler artık eskimiştir. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı gibi en tepe makama seçim yaparken bölgede hesabı olanların boş durmayacakları hesaba katılıp onların ekmeğine yağ sürülmemelidir. Birbirimize düşersek huzurla yaşayacağımız ne bir başka bayrak ne bir karış toprak bulamayız. İç savaş bataklığına düşmüş komşularımızın vatandaşları bize ibret olmalıdır. Sayıları milyonu bulan insanlar çoluk çocuğuyla sokaklarda sürünüyor.

***
Vatandaş olarak neticede biz, bu meselelere çözüm bulacak ve bizi en iyi temsil edecek insanı arıyoruz. Ne rejimi yıkma hevesi, ne cumhuriyet aleyhtarlığı, ne şu ne bu, vatandaş huzur aramaktadır. Huzur ise yaşam kalitesinin artırılmasına bağlıdır. Ekonomi çarkını sağlıklı şekilde çevirecek, içte ve dışta hakkımızı koruyacak ismi bulmak durumundayız. Dünyanın ileri ülkelerinde insanlar nasıl bir hayat sürüyorsa bizim insanımız da aynı standardı yakalamalıyız. Ülke manzarasına bakınca öyle elin tersiyle itilecek halde olmadığımızı da kabul etmek lazım. Hayat kalitemiz geçmişe göre kademe kademe artıyor. Herkes yediği, içtiği, oturduğu, kullandığı, yaptığı şeylerin geçmişle kıyaslamasını yapsa bu gerçek görülür. Ben bakıyorum; kimi yeni eve taşınıyor, araba alıyor, eşyasını, arabasını yeniliyor vs. Şimdi bu sıcak yaz gününde ortamı germeye, toplumu karıştırıp birbirine düşürmeye çalışanlara kimse prim vermez. Çok dikkatle ve büyük olgunlukla bu seçimi de yapıp huzurla geleceğe bakmak durumundayız.

gazete

10 Temmuz 2014 Perşembe

İmamoğlu'nun ardından...

Ahmet TEZCAN

İmamoğlu'nun ardından...

10.7.2014

Haftaya çok kötü girdik dostlar, yasım var, bir can dostumu kaybettim. Kahramanmaraşlı siyaset adamı Atilla İmamoğlu elim bir kaza sonucu Hakkın rahmetine kavuştu. Oran'da yolun karşısına geçerken 22 yaşında hız tutkunu bir çocuğun kullandığı (daha doğrusu kullanamadığı) araba İmamoğlu'nun eceli oldu. Bu kayıp sadece benim değil, tüm dostları ve hemşerileri için de büyük kayıp. Dün onu hemşerilerine sordum. K.Maraş Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Sağlam, "Tanıdığım en dürüst ve en inançlı şahsiyetlerden biriydi Atilla Bey, eğriye eğri doğruya doğru derdi" dedi. İktidar Grubu Başkanvekili Mahir Ünal da "Atilla İmamoğlu memlekete hizmetleriyle güzel bir seda bıraktı" dedi. İki dönem milletvekilliği yaptı memleketinden, Meclis'te merasim istememiş, Kocatepe Camii'nde ise çok kalabalık vardı, mezara kadar da devam etti. Eski bakanlardan Esat Kıratlıoğlu'nu bir ara kollarını sıvamış kabrine toprak atarken gördüm. Siyasilerin yanı sıra çok sayıda Meclis çalışanı da törende hazır bulundu. Atilla Ağabey hep kirada oturdu, TOKİ'den ev sahibi olunca Gölbaşı'na taşınmıştı, oraya da defnedildi. Ramazan'da çok defa memleketi Afşin'de olurdu, nasip olmadı, cenazesini beklediler. Fakat çocukları, babalarının mezarını yaşadıkları yerde isteyince o da olmadı.
***

Kahramanmaraş, Necip Fazıl'dan Aşık Mahzuni Şerif'e, Abdurrahim Karakoç'tan Cahit Zarifoğlu'na kadar birçok ünlü ve çok değerli insanlar yetiştirmiştir. Kahramanlığıyla bütün vilayetleri kahraman yapan Maraş'ın en ünlüsü Sütçü İmam'dır muhakkak. Bir kan bağı var mıdır bilmiyorum ama Atilla İmamoğlu her bakımdan tam da onun neslidir. O bir "Sütçü İmam Torunu"ydu, sağlam bir iman ve inanç sahibiydi gerçekten. Bir elim trafik kazasıyla olmasaydı bu mübarek ayda, ağzının orucuyla, iftar vakti ölüm ona çok ama çok yakışacaktı. Dürüst, doğru sözlü, sözünün eri mert bir adamdı Atilla İmamoğlu. Öyle ki 12 Mart muhtıra döneminde Meclis'te kulisler darbe söylentileriyle çalkalanırken arkadaşlarına; "Çıkalım Meclis binasının önüne müdahaleye karşı çıkalım, bizi kurşuna dizeceklerse dizsinler, hiç olmazsa korkuyu bir kere yaşamış oluruz" diyecek kadar yürekliydi. Ne ardından gittiler, ne de onu bıraktılar, bu sinmiş, ürkmüş tavır maalesef müteakiben Meclisimizi hep müdahalelere muhatap, hattâ davetkâr kılmıştır.
***

Çok cömert ve çok kibardı Atilla İmamoğlu, onun bulunduğu masada kimse elini cebine atamazdı. Tanıdığı, sevdiği insanlar varsa yan masalar da hesaba dâhil olurdu. O bunu gizlice yapardı, bir bakardık hesap ödenmiş olurdu. Asil bir insandı Atilla Ağabey, çok onurluydu. Bir kimseye bir şeyi bir kere söyler, olmazsa gönlüne küserdi. En sevdiğim tarafı, bütün bu saydığım halleri kendine asla yakıştırmaması ve nefsini daima aşağılamasıydı. Onun ölümü bende çok büyük boşluk bıraktı, kiminle dolar bilmem. Allah O'na rahmetini esirgemesin, cennetini lutfetsin. (Fatiha talebiyle, amin..)

gazete

3 Temmuz 2014 Perşembe

Hedef tam 12

Ahmet TEZCAN

Hedef tam 12

3.7.2014

Adı 'Çengi kayası' idi, at-arabalı göçerler gelip derme çatma çadırlarını kurar kendilerine göre bir hayat yaşarlardı o kayalığın eteklerinde.
Bir mevsimliğineydi onların Çengi kayasındaki hayatları, köpekleri, tavukları ile doğayla iç içe bir yaşam sürerler ve mevsim kışa dönerken güneye bir akarsu başına inerlerdi.
Böyle diyor araştırmacılar, Ankara'nın Çengi Kayası zamanla Çankaya olup devlet ricali yerleşince adından çok söz edilir oldu.
Kimi zaman bilmem kaç rakımlı tepe, içinde yaşayanlar için 'Çankaya'nın sakini' yakıştırması yapılan zamanlarını yaşadık, daha eskisini kitaplardan okuyoruz.
Arşivler açılıp belgelerine ulaşılsa Çankaya hakkında neler yazılır kim bilir?
***

Çankaya'nın kaç adamı millete liderlik etmiştir, sormak, bilmek isterim bir Cumhuriyet çocuğu olarak? Zaten son yüz yılın gerçek tarihinin henüz yazılmadığını düşünenlerdenim. Hatıratlardan ne çıktıysa onunla yetiniliyor. Son asrın gerçek tarihinin yazılmasına biraz daha zaman var. Çankaya'da en calibi dikkat zaman şüphesiz Gazi'yle geçen yıllardı. Dobra bir adamdı bence, vasiyeti bile açılamıyor henüz, çekiniyoruz. Ne dedi, sonraki nesillere ve devlet ricaline neler vasiyet etti, bilmiyoruz. Falih Rıfkı gibi o günlere dair yazanlardan öğreniyoruz bazı şeyleri fakat sınırlı.
Bir gün diyor Gazi, karşısına Recep'i (Peker)oturttu ve sordu:
-Söyle sen benden korkmaz mısın?
Recep güldü ve şöyle dedi:
-Ne senin arkadaşların korkaktır ne de sen korkunç birisin.
İşte, korkacak ne var, açın vasiyeti bilelim. Falih Rıfkı Birinci harpten sonra Türkiye'nin İngiltere'ye özellikle, "tam bir boyun eğme" hali içinde olduğunu da yazmış. Nelerin yaşandığı az çok tahmin ediliyor.
***

Özal Köşk'e aday olmadan iki gün önce Atakule'ye çıkmış Ankara'yı seyretmiş. "Atatürk kalksa gelse şuradan Ankara'yı seyretse" diye içinden geçirmiş. Değişimi göstermek istiyor Özal, "Alnını karışlarım" diyor karşı çıkanın ve ilave ediyor Yalnız Ankara değil, tüm Türkiye'nin değiştiğini söylüyor...
Kendi sesinden dinledim, kasetten... Özal da kalksa bir de şimdi baksa, Türkiye'nin nasıl değiştiğini görse. Menderes, Özal, Erdoğan gerçekten inanılmaz atılımların liderleri oldular, Türkiye'nin adını yükselttiler. Başbakan Erdoğan'ın adaylığının açıklandığı gün salondaydım. Türkiye'yi 12 yıldır yöneten, Çankaya'nın 12. adayının adını saat tam 12'ye 12 dakika kala partisinin 2. adamı Mehmet Ali Şahin'in ağzından duyduk. Erdoğan hedefini de tam 12'den vuracak.
Muhalefet liderleri zamanı okuyamadılar ve 'Eski Türkiye' mantalitesiyle kulaklarına fısıldanan ismi sadece açıklayan oldular. Bu onların son seçimi olacak kendileri de kaybedecek.

gazete

26 Haziran 2014 Perşembe

Yerçekimi kadar gökçekimi de önemli!

Ahmet TEZCAN

Yerçekimi kadar gökçekimi de önemli!

26.6.2014

Yarından sonra Ramazan... Kendini yerçekimi kadar 'GÖKÇEKİMİ'ne de tabi hissedenler için büyük anlam taşıyor bu ay... Bu takvim Müslümanlar için işliyor, oruç ayında başka inanç sahiplerine söyleyecek sözümüz olamaz. Oruç, Hicret'in yani Peygamber'in Mekke'den Medine'ye göç etmesinden (622) 1.5 sene sonra Müslümanlar'a farz olunmuş. (Namazın hicretten bir yıl önce, Zekat'ın oruçla birlikte ve haccın da miladi 631 yılında Müslümanlar'a farz kılındığını bu arada söylemiş olalım.) Kelime-i şahadet getirip, yani varlığını birliğini, Hz. Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğunu kabul ve tasdik eden cümleyi ikrar ve ifade ettikten sonra namazını kılıp orucunu tutan, mali durumu yerindeyse hac ve zekatını da gerçekleştiren Müslüman İslâm'ın 5 şartını yerine getiren-tabiri caizse- BEŞ YILDIZLI MÜSLÜMAN oluyor.

***
Bizim İslâm olmaktan anladığımız bu... Burada İslâm'ın şartlarıyla ilgi vaaz verecek değilim. O bize düşmez, bilgimiz de yetmez. Ancak Müslümanlığı MÜ'MİN derecesinde yaşamanın her kişinin değil, ER KİŞİ'nin işi olduğu da bir gerçek. Ona da irfan deniyor ve başka kaynaklardan da beslenmek gerekiyor. Namaz, oruç gibi ibadetlerden önce dinin, İslâm'ın, imanın evvelen ve bizzat SAMİMİYET olduğunu biliyoruz. Diyanet'in bu seneki sloganı buydu, Kutlu Doğum etkinlikleri boyunca kürsü alimleri her fırsatta 'DİN SAMİMİYETTİR' diye ilan ettiler durdular... Ve fakat bilmek yetmiyor; inanmak, iman etmek ve yaşamak gerekiyor. Biz okurken de, dinlerken de hep başkaları için dinler, başkaları için okuruz, kendimize bir türlü sıra gelmez.

***
Ramazan Müslümanlar'a, bizatihi Müslüman için bir durumdur yani... Namaz oruç gibi ibadetleri Cenabı Mevla Müslüman'a farz kılarken adam öldürmeyi helal kılmadı. İnsanoğluna iyilik emredildi kötülük de yasaklandı. Yalan, hile, hiç kimseye hiçbir varlığa haksızlık yok ve adaletle davranmak esas. Gel gör ki, dünyada 63 Müslüman ülke var ve savaş halinde olmayan yok gibi, hepsi birbirini yiyor. Irak'ta, Suriye'de öteki yerlerde Müslüman olduğu iddiasında olan ama ne idiğünü ancak Allah'ın bildiği bir takım kişiler, "Bismillah" deyip orucunu açtıktan sonra muhtemelen, "öteki"nin ensesine silahı sıkıyor gitsin... Ardından "Allahüekber" diye bir de nara atıyor. Müslüman ülkelerin çoğu petrol denizinin üstünde... Sade petrol değil, birçok değerli madenin elde edildiği ülkelere bakıyorsunuz ekseriyeti yine Müslüman... Dünyada 1 milyar 600 milyon Müslüman yaşıyor ama aklını kullananların sayısı belli değil. Oysa dinimiz bize aklımızı kullanmayı emrediyor. Ramazanınız mübarek olsun.

gazete

19 Haziran 2014 Perşembe

Rol veren kim?

Ahmet TEZCAN

Rol veren kim?

19.6.2014

İnönü'nün Cumhurbaşkanı olarak Köşk'te oturduğu sıralarda Türkiye'nin kaç hükümetle yönetildiğini bilir misiniz? İki kez Refik Saydam, iki kez Şükrü Saraçoğlu, bir kez Recep Peker, iki defa Hasan Saka ve bir kere de Şemsettin Günaltay'ın başvekilliğinde olmak üzere toplam 8 hükümetle yönetildi. (O zaman bakanlar vekil, başbakan başvekil olarak anılırdı. Celal Bayar Gazi'nin son başvekiliydi.) 10 yılda tam 8 hükümet, asıl yöneteni de belli, İnönü'den habersiz bir irade ortaya konulması düşünülebilir miydi?!.. Sonra çok partili hayata geçildi. "Menderes'li yıllar" dediğimiz on yılda beş hükümet değişikliği oldu. Bir darbeyle sona erdirilen Menderes'in başında bulunduğu 23 ncü Cumhuriyet Hükümetiydi. İhtilalin lideri Cemal Gürsel'in ardından Fahrettin Özdilek'e kurdurulan 25. Hükümet 1961 Ocak ayında göreve başladı, aynı yılın Kasım'ında da bitti, İsmet Paşa yeniden görev aldı.

***
Üç hükümet değişikliğinden sonra ülke yönetimine gelen Demirel'in yönettiği 3. hükümetin 1970 yılı 12 Mart'ında bir muhtıra ile uzaklaştırılmasının ardından sırasıyla; Nihat Erim, İlhan Öztrak, Naim Talu ve Ecevit, ömrü ancak aylarla ifade edilebilen hükümetlerle Türkiye'nin kaderinde rol aldılar. (Erim'in bir suikastla devre dışı bırakılması enteresandır, didiklenmesi gereken bir olaydır bu..) Sonra 12 Eylül geldi. Özallı yıllarda, Akbulut'lu, Yılmaz'lı, Çiller'li dönemleri yaşadık. Oğul İnönü'nün de rol aldığı devirde eski liderler (Demirel ve Ecevit) yeniden boy gösterdiler ama bir varlık gösteremediler.

***
Türkiye'nin nasıl bir girdaptan geçtiğini şimdi daha iyi anlıyoruz. 12 Eylül'ün generallerinden Evren ve Şahinkaya dün müebbet hapse mahkûm oldular. Gecikmiş de olsa tarihi bir karardır ve bir dönüm noktasıdır. Kimyamızı bozan bu darbeler ve darbe teşebbüslerinde halka silah doğrultanlar elbette suçludurlar. Ancak şahsen ben bunların yani görünen aktörlerin sadece AKTÖR olduklarına inanıyorum. Onlara rol verenler içeride ve dışarıdadır ve onların darbecilerle kurdukları ilişkilerin mutlaka ortaya çıkarılması gerekmektedir. Yüz yıldır bu milleti rahat bırakmayıp bir şekilde önünü kesen, enerjisini tüketen gücün bugün Suriye'de, Irak'ta, Mısır'da başka yerlerde kuklalarıyla icraatlarını sürdürdükleri bilinmelidir. Türkiye'nin yolunu kesmek için onların çok sebepleri vardır. Oturduğumuz coğrafya onlara çok önemli malzemeler üretmeye devam etmektedir.

gazete

12 Haziran 2014 Perşembe

Kitabın ortasından laflar

Ahmet TEZCAN

Kitabın ortasından laflar

12.6.2014

Sabah Ankara'yız mahalleye sesleniyoruz, herkese sesleniyoruz ama neticede ağırlıklı olarak mahalleye, mahalleliyedir sözümüz.
Merhum Şair Abdurrahim Karakoç'un dediği gibi "Ha Hasan'a ha sanadır" söylediklerimiz.
Hayır, Rio'dan da açıp sayfanızı, yazınızı okuyorlar, taa Fizan'dan e-posta alıyor, şaşırıp kalıyorsunuz, bakmayın siz Başkent'te (Diyanet Vakfı gibi) bazen meseleyi sahibine duyuramadığınıza...
Her sözün mutlaka ve muhakkak bir müşterisi olur. Biz de söz müşterisi olduk dün, Başbakan Erdoğan'ın "Belediye Başkanları İstişare ve Değerlendirme Toplantısı"na katıldık.
***
Bizim söyleyip de dinletemediğimiz birçok şeyi dün Başbakan, kitabın tam ortasından belediye başkanlarına söyleyiverdi. "Kitabın ortasından" dediğim, günlük hayatımızı kolaylaştıran yahut zehir eden şeyler... Siyasi bir konuşma deyip geçilecek cinsten değil... Genel ve yerel olsun, her hangi makam ve sorumluluk sahibi yöneticiye, aslında herkesin kulağına küpe sözlerdi söyledikleri.
Sizler diyor belediye başkanlarına; ŞEHRİN EMİNİ-
SİNİZ...
Ardından ekliyor; Yönettiğiniz yerin SAHİBİ DEĞİLSİNİZ...
Eminisiniz ama sahibi değilsiniz.
Kararlarınızı şehrin tüm sahipleri ile istişare edin, sizin üzerinizde bir vebaldir bu...
Bitti, bu kadarı bile duyan kulak için yeterli bence...
***
KENTSEL DÖNÜŞÜM diyoruz mesela, yurt sathında şehrin dokusunu tümden değiştiren uygulamalar oluyor. İyileri oluyor "kötü" diye nitelenebilecek durumlarla karşılaşıyorsunuz:
Bir ömür tavuğuyla, ineğiyle yaşayan adamı alıyorsunuz, komşusundan, dostundan ahbabından, müdavimi olduğu cami cemaatinden ayırıyor gökdelene yerleştiriyorsunuz...
Oldu mu şimdi, kentsel dönüşümü sağlamış oldunuz mu? Adam da gelip balkonu kümese çeviriyor, apartmanın 11. katında tavuklarıyla beraber yaşamak istiyor. Dönüştürmüş olduk mu şimdi?
Kentsel dönüşüm mutlaka gereklidir, yapılmalıdır ama yerinde ve en önemlisi, şehrin ruhunu koruyarak. Şehrin de ruhu mu olurmuş demeyin, ruhsuz şehirler yaşanası yerler değildir.
***
Medeniyet tasavvurumuzun gereği olan mimari anlayışı, kesinlikle beldemizde de ilçemizde de ilimizde de yapacağız diyor Başbakan, bunu yaparken de diyor...
Dikkaat: "Birilerine rant sağlama gayreti içinde olmayacağız.."
Başbakanın sözü bu... Çok önemli, tam kitabın ortasından işte... Belediye başkanlarını işin başında sıkı sıkı tembih ediyor.
Ondan ötesi herkesin sütüne kalmış.
DİKEY DEĞİL, YATAY YAPILAŞMA konusu da dile geldi...
Son zamanlarda Başbakan sıkça vurguluyor bu hususu...
Fevkalade haller dışında hiçbir zaman dikey mimariden yana olmamalıyız. Bizim arazimiz müsait, Ankara'da, Konya'da Kayseri'de 50 katlı 100 katlı binalara ne ihtiyaç?
Çok konu konuşuldu, son olarak bir şey daha söyledi Başbakan, yurdun dört bir yanından Başkent'e gelen belediye başkanlarına, bu da kitabın ortasındandı, aynen aktarıyorum...
Göze, gönüle, kalbe hitap edin, bu düzenlemeler büyük altyapı yatırımlardan daha önemlidir...

gazete

5 Haziran 2014 Perşembe

El işaretleri

Ahmet TEZCAN

El işaretleri

5.6.2014

Tayland'da göstericiler üç parmak gösterdikleri el işaretiyle askeri darbeyi protesto ediyorlarmış. Yakında bizde de görülürse şaşmayın, bu gibi hareketler 'sari'dir çabuk bulaşır. El işaretleri çok güçlü ifadelerdir, elinize kolay, basit bir şekil vermek suretiyle çok şey anlatırsınız. Toplumların kültür temeline göre el işaretlerinin anlamı da değişir. Mesela orta parmak göstermenin bizim memleketimizde bir mânâsı yoktur ama birçok batı ülkesinde ağır hakaret, küfür karşılığıdır. En yaygın el işareti orta parmağın işaret parmağıyla birlikte gösterilerek yapılan 'Zafer işareti'dir. İngilizce karşılığı olan 'victory' kelimesinin ilk harfidir aslında gösterilen... Melon şapkası ve kalın purosuyla hatırladığımız İngiliz politikacı Churchil'in kullanmasıyla yaygınlaşmıştır. Aslında Churchil, parmakları arasında puro tutan eliyle selamlama yapmıştı herkes zafer işareti yaptığını sandı.

***
Neyse, el işaretlerinin yalnızca taraftarlarca değil, siyasilerce de sıkça kullanıldığını da yakından takip ediyoruz. Recep Tayyip Erdoğan seçim sırasında sıkça Rabia işareti yaptı. Başparmak avuç içine kıvrılarak dört parmak göstermek suretiyle yapılan hareket Mısır'daki darbeden sonra yaygınlaştı, konjonktürel olduğunu düşünüyorum. Özal da bütün eğilimleri birleştirmek için iki elini havada birleştirdi. Erbakan elini yumruk yapıp başparmağını dikerek zafer işareti yapıyordu. Türkeş'in bozkurt işareti, hareketin içinde olmayanlar tarafından Metalica işareti ile karıştırıldı. Çiller'in işaret parmağıyla "Haydi İleri" demesi başarılı olmasına yetmedi. Muhsin Başkan da benzer bir işaret yapıyordu ama onunki şahadet parmağıyla "Şahadet" işaretiydi, tevhid yani birlik işaretiydi, şimdi Paralel'e düştüklerinden söz ediliyor.

***
Merhum Menderes, parmaklarını açmadan sağ elini göstermeyi tercih etmişti. Bu işaretin pratikteki anlamı DUR demekti. O bu hareketi İnönü'ye karşı 'DUR, ARTIK SÖZ MİLLETİN' demek için kullanmış ve çok da etkili olmuştu. İnönü'nün partisi CHP'nin şimdiki lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun el işaretleri ise herkesi şaşırtıyor. Ortamına göre Rabia, bazen Zafer, hattâ Bozkurt işaretini bile kullanmıştır Kılıçdaroğlu. Ülkücü kökenli Mansur Yavaş'ın CHP'den aday gösterilmesi kadar şaşırtıcı olmuştur, seçim kampanyası sırasında otobüsün üzerinden bozkurt işareti yapınca Ankaralılar gözlerine inanamamışlardır. Benim hiç unutamadığım Sırplar' ın serçe ve yüzük parmaklarını avuç içine kıvırarak baş, işaret ve orta parmaklarıyla yaptıkları üçlemedir. Yugoslav basketçilerde görüyorduk arasıra, Bosna savaşında Müslüman çocukların serçe ve yüzük parmaklarını kestiler, bir ömür unutulmamak için!

gazete