29 Mayıs 2014 Perşembe

Kocatepe'de...

Ahmet TEZCAN

Kocatepe'de...

29.5.2014

Sorun yumağı! İnternet ortamında kocatepecamii.org sitesini görünce "Hımm, web sitesi de varmış" demiştim hayretle...
Meğer alâkası yokmuş, gördüğüm site İstanbul Bayrampaşa'da bir camiye aitmiş. Mahalleli aynı adla inşa ettirdiği cami için bir dernek kurmuş. Övgüye layık bir gayret... Bizim Kocatepe'ye gelince Başkent'in "ulu camii"dir bir bakıma ama sahibi, sahipleneni yok gibidir.
Burada Kocatepe Camii ile ilgili çok şey dile getirildi fakat tınlayan olmadı. Bizim ikazlarımız muhataplara hafif geliyor. Ama cemaatinin sarf ettiği sözleri duysalar kulaklarına kadar kızarırlar.

Kime niyet kime kısmet
Kocatepe Camii
bir bakıma Türkiye'nin tarihini ve talihini yansıtır.
Ne alâka demeyin.
Bir zaman Başkent siluetinde bu camiyi görünmez kılmak için askeri binaların geleneksel rengi olan kurşuni badanayla boyatmışlardır. O ağır rengiyle şehrin ortasındaki koca cami uçaktan ufuktan seçilemez olmuştu. Fikri Sağlar'ın bakanlığı döneminde de önüne bir otoparkla birlikte çay bahçesi, çarşı, konferans, düğün salonları ve saat kulesinden oluşan berbat bir kompleks yapılarak cami perdelenmeye çalışılmıştır. (Melih Gökçek'in son başkanlık döneminde burayı dümdüz edip Hacıbayram'da yaptığı gibi Kocatepe Camii'ni çevresiyle birlikte yemyeşil bir alan olarak Ankara'ya kazandırmasını dilerim. Bakın, Karayalçın'ın Hacıbayram çevresindeki rezaleti halâ silinemedi ve Başkentin kaç yılını aldı.) Yapılış hikâyesi de ilginçtir Kocatepe'nin.
Derler ki Menderes tasarladı, temelini atmaya yetişemedi Özal tamamlattı.
Ben de hatırlıyorum, uzayıp giden inşaat sürecinin parasızlıktan ileri geldiği Merhum'a duyurulunca Diyanet bütçesine 3 milyarlık bir ödenek ilavesiyle inşaatın ancak bitirilebildiği söylenmişti.

Kabul edemediler
Başkent'in
ulu camii Kocatepe, malum çevrelerce halâ da pek kabullenilmiş değildir.
Ne zaman söz konusu edilecek olsa Vedat Dalokay ile anılır; "Onun çizdiği proje gerçekleşmiş olsaydı" denir, Ankara'da kabul görmeyince projenin götürülüp İslamabad'da Faysal Camii olarak vücut bulduğu ve dünyanın en meşhur camileri arasında yerini aldığı dile getirilir. Sanırsınız Dalokay'ın çizdiği cami yapılsaydı bunu söyleyenler beş vakit namaza başlayacaklardı.
Oysa cenazede bile kenarda beklemeyi tercih ettiklerini çok gördük. Başkent zaten her konuda iki bölüktür, şehir olarak da öyle... Sıhhiye'ye kadar "Eski Ankara"dır, camileri, dergâhları, çarşıları, hanları hamamlarıyla tipik bir Anadolu'dur, insanı ısıtır. Sıhhiye'den sonraki, "Yenişehir" tabir edilen "öteki" kısmı Başkent'in resmi yüzüdür, soğuktur. Tek parti döneminde külahlı, poturlu halkın, yabancı misyonun arasında dolaşmaması için o taraftan bu tarafa geçişlerine pek izin verilmediği, zabıtalarca kovalandıkları söylenir. Kocatepe'yi saymazsak Yenişehir'in minareleri bile sayılıdır, merkezde yer üstünde benim bildiğim bir Maltepe Camii vardır, çoğu bodrum katların da bodrumunda, adeta yedi kat yerin altındadır merkezdeki camiler.
Neyse, bunca hatırlatmayı şunun için yaptık: Başkent'in bir Kocatepe sorunu var. Hem cami hem muhit olarak bu sorunun Diyanet'i olduğu kadar, Büyükşehir Belediyesi'ni, hattâ Genelkurmay'ı bile ilgilendiren tarafı var.
Trafik felç oluyor

Bir kere buradaki resmi cenaze törenlerinin, özellikle asker cenazelerinin Akseki Camii'ne alınması lazım. Olgunlar Sokak, Mithatpaşa, Tunalı, Libya caddeleriyle birlikte yan sokaklarda trafik felç olurken ölüyü de muazzep ediyorsunuz. Cami çevresinin paralı park alanına dönüştürülmesiyle zaten vatandaş yaka-paça durumda ve Diyanet Vakfı da seyirci, çok zaman taraf durumunda.

Çevresi çöplük
İkincisine inanamayacaksınız.
Camiinin kıble duvarı akşamları çöplük. Ankara'nın bu semtlerindeki tüm çöpler tekerlekli haral çuvallarla buraya biriktirilip ayrıştırılmaya tabi tutuluyor. Fevkalade çirkin bir manzara ve çok kötü kokuyor.
Şimdi led aydınlatma yapılarak Başkent'in ortasında bir elmas gibi parlayan caminin yığınla problemi var.
Yani içi, cami cemaatini dışı Ankaralı'yı yakıyor Kocatepe'nin.
Bana ulaşan ve benim gördüğüm birçok sorun iç içe.

Engelli

Mesela hiçbir engellinin Kocatepe Camii'ne girmesi mümkün değildir, cenaze için gelen bile musalla taşlarının önünde kalır bir santim bile ilerleyemez. 50 merdivenle çıkılır Kocatepe'ye… Haa, bir milyon liraya yaptırılan asansörü de bir yıldır çalıştırılmamaktadır mimarı izin vermediği için. Ama bembeyaz deri koltuklarla VİP salon dâhil bütün imam ve müezzinlere mükemmel odalar yapıldı ve tefriş edildi.
Haklarıydı, gerekliydi güle güle otursunlar. Ancak engelli ve yaşlı vatandaşlar da camiye kolayca ulaşabilsinler. Zaten bu camiye çoğu misafir görmeye, gezmeye ve iki rekât da olsa bir kerecik namaz kılmaya gelen ziyaretçilerdir.

Ses düzeni de bir alem
2000'den
fazla camide belki zevkle dinlenen ezanıyla Kocatepe'de bu ezanlar cami civarında tam bir akustik kirliliğe dönüşmektedir. Dört minarenin dördünde de hoparlörler çalışmaz.
Toplam 46 hoparlörden yalnızca yan taraftakilerden yayılan ses binalara çarparak yansımak suretiyle canhıraş bir durum arz eder, ezan da ezan olmaktan çıkar.
Didiklersek bitmeyen inşaatlardan ek bina harcamalarına kadar Diyanet Vakfı'na bir sürü can sıkıntısı olacak. Başkan Görmez tarafından yapılan çok iş var deniyor. Çevre sakinleri "Ne olur trafiği düzenleyin, çöpü kaldırın, ezanı minarelere verin yeter" diyor başka bir şey de istemiyor.

gazete

22 Mayıs 2014 Perşembe

Başkent'te siren sesleri

Ahmet TEZCAN

Başkent'te siren sesleri

22.5.2014

Başkent insanları siren seslerine, yanar-döner tepe lambalarına alışıktır. Hemen her dakika bir bakan, başkan ya da paşa aracı eskortlarıyla sağımızdan solumuzdan geçer. Tiz bir ambulans sesiyle irkiliriz bazen, cafcaflı çakarlar yetmez bazen, hemen sirene asılırlar, o da yetmez hoparlörden plakaya özel ikazı yapıştırırlar: 54 90 sağda bekle... Yaya veya araçta derhal çekilip, yol vereceksin, istersen verme?!.. Siren yahut sinyal ikazı aldığımızda biliriz ki; polis, ambulans ya da üst düzey zevatı taşıyan bir araç geçiyordur, gereklidir, geçiş üstünlükleri vardır, acil bir durumdur vesaire vesaire..

***
Ancak bu konuda anlaşılan ipin ucu iyice kaçmış gibi sanki! Yoksa ben mi yanılıyorum? Yalnız resmi zevat olsa neyse, önüne gelenin, her türden siren ve sinyal aksesuarlarını araçlarında rahatlıkla kullanır olduğunu düşünüyorum. Halbuki bunların kullanımıyla ilgili bir yönetmelik vs. mutlaka vardır. Dolayısıyla kimin, hangi araca bu aparatı takacağı ve hangi durumda kullanabileceği orada yazılı olmalı. Bir de mesela gece yarısı bu sesli ikaz cihazları rasgele kullanılabilir mi? Bunlar açıkça belirtilmiştir sanırım? Haksız kullananlara karşı bir cezai müeyyidesi dahi vardır diye düşünürken bu işin ölçüsünün ve de denetiminin kaçmış olduğu gibi bir duyguya kapılıyorum.

***
Geçenlerde kuvvetli bir siren sesi ile irkildim, "bekleme yapma, ilerle" deniyordu. Hayli sert tondaki bu ikazın nereden, hangi araçtan geldiğini anlayamadım. Sesin geldiği yönde başımı çevirdim ki ön panjuru mavi-kırmızı çakarları altlı üslü patlayıp duran, camları filmli siyah bir araç gördüm ama sivil plakalıydı, silip geçti yanımızdan... (Çakarlar ABD bayrağı gibi neden mavi-kırmızı o da merak konusu? Mavi yerine beyaz olsa milli rengimizdir.) Böylesi sert (nezaket dışı) uyarılar, Başkent'in bulvarlarında harcı âlem dolaşmasın istiyorum. Ben istedim diye değil, yaşlı, hasta, bebek çevrede bir dünya insan yaşıyor. Hele bir de şu kendine mahsus kask, gözlük, deri eldiven ve yelekli motorcular var, "savaş yıllarından kalmış gibiler, metropol kovboyları sanki..." sokakları yırtan egzozlarıyla bazı motorcuların başkentte sere serpe nasıl dolaşabildiklerine, trafik polisine hiç mi rastlamadıklarına hayret ediyorum! Bugün bütün bunlar İçişleri Bakanı Efgan Âlâ'ya arzımdır diyorum bizden daha duyarlı olduğunu düşünüyor, meseleyi kapatıyorum.

gazete

15 Mayıs 2014 Perşembe

Kömür karası bir gün...

Ahmet TEZCAN

Kömür karası bir gün...

15.5.2014

Bir trafo patladı ve içimiz yandı. Bir diş ağrısı başlıyor da dünyamızı karartıyor. Gerçekten Soma'daki facia da ülkemiz için maden kazalarında tarihin kaydedeceği en önemli olaylardan biri olmaya aday gibi görünüyor.
Üç gün 'Milli Yas' ilan edildi ama yürekler yanmaya devam edecek. Bütün minarelerden salâlar verilse yeridir. İşçi ailelerinin acısı içimize kor gibi çöktü. Bütün kutlamalar, seyahatler iptal edildi, devlet protokolü programlarını askıya aldı. Dilerim ölü sayısı burada kalır ama sanmam.
Patlama oluyor, maden toz duman...
İçeriye temiz hava verilse yangını büyütüyor vermeseniz sonuç malum?!
Yani ecele her yol açık çalışanın hayata yol bulması mucize bir olay... Çok acı, çok büyük kayıp... Başta işçi yakınları olmak üzere milletimizin başı sağolsun.
Tarihin en büyük maden kazası kaybı Fransa'da Pa de Calais madenlerinde 1906 yılında yaşanmış ve grizu patlaması sonucu 1200 işçi hayatını kaybetmiş.
Ülkemizde 1941'den beri maden ocaklarında kaybettiğimiz işçi sayısı üç binin üzerinde.
***
Gerçekten kaza bir trafo patlaması mı? İnsan bu soruyu sorma ihtiyacı duyuyor.
Çünkü geçmişte bu memlekette seçimi etkilemek yahut iptal ettirmek için C 4 patlayıcıyla takviye edilmiş akaryakıt tankeriyle içtima halindeki askerlerin arasına dalmayı bile denemişlerdir. Allah'tan saldırı daha önce istihbar edilmiş de helikopterden roket ateşiyle tanker birliğe ulaşamadan berhava edilmiş.
İki önemli seçim yaklaşırken düşünmeden edemiyoruz.
Şimdi Soma'dan da Gezi olayı benzeri bir sonuç çıkarmaya çalışacak olanlar çıkacaktır, hedefte de Devlet ve en başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. Nitekim bu yolda girişimlerin zincirleme biçimde başlatılmaya çalışıldığı görülüyor. Sosyal medyada çok sorumsuz çabaları ibretle izliyoruz.
***
Bu ülke yeryüzünün en değerli koordinatlarında bulunuyor ve sırf bu yüzden de hiçbir dönem rahat bırakılmamıştır. ABD'nin eski Dışişleri Bakanı Albright, geçenlerde bir söz sarfetti, dedi ki; "Başka hiçbir ülke Türkiye'nin jeopolitik konumuna sahip değil." Türkiye'mizin bu konumunu bir biz kavrayamıyoruz. İdeolojik ve jeolojik kırılmaların kavşağındaki Türkiye enerji ve maden söz konusu olunca daha önemli hale geliyor.
Bakar mısınız?
Türkiye dünya madenciliğinde 10. sırada, dünyada ticareti yapılan 90 tür madenden 77'si ülkemizde ve 60 türünde üretim yapılıyor. Kömür rakamları da ilginç, toplam rezervimiz 12.9 milyar ton, ihtiyaç 104 milyon ton ve 24 milyon ton da ithal ediyoruz. Dünyada en fazla kömür üreten 11., tüketen 15. ülkeyiz. Bu yüzden nükleer enerji için bir çaba içinde Türkiye, Ortadoğu Petrollerinin de terminali olma yolunda...
Bir başka yazıda da nükleer rakamlarına değinmek üzere Soma'daki acıyı yürekten paylaşıyorum.

gazete

9 Mayıs 2014 Cuma

Baharı yaşamak

Ahmet TEZCAN

Baharı yaşamak

9.5.2014
Bizim nesil baharı hep Hıdırellez ile bildi ve öyle kutladı, 6 Mayıs'tı bizim bahar bayramlarımız.
1 Mayıslar için Bahar Bayramı denildi ama bayram olarak hiç kutlanmadı. "Emeğin, işçinin bayramı" dense de o gün ortada ne işçi ne emekçi görebildik.
1 Mayıslarda vatandaş da zaten dışarı çıkmamaya gayret ediyor, belli yerlerden de uzak duruyor, çocuklarını da o gün eve erken dönmeleri için sıkı sıkı tembih ediyor.
Velhasıl bir türlü bayram olarak kutlanamaz oldu 1 Mayıslar. 21 Mart'lar da öyle...
Babaannemin "sultan navruz"uydu
21 Mart, çiçekle anılırdı. Birkaç kök çiğdemi bir bardakta suya koyar, önüne oturduğu pencereden bahçeyi seyreder, sevinirdi.
Ne ateşten atlayan olurdu ne ideolojik bir anlam yükleyen, 21 Martlar bizim için sadece meteorolojikti.
***
Tartışma 70'li yıllara dayanıyor. TİP'in bildirisinde, -Sovyet tesiriyle olacak- "Türk işçileri dünya işçi sınıfının sadece bir parçası" olarak nitelenip 1 Mayıs'a vurgu yapılınca bahar ile ilgisi kesildi, ondan sonra da zaten bir hayırı kalmadı 1 Mayısların..
Hele Taksim inadıyla meydanlar eylemciye kalınca ne işçi konuşulur oldu ne de emek...
Toz duman ortalığı kaplayınca bir kısım sinsi deklanşörler de hemen mevzi alıyor ve 'en çarpıcı' kan ve gözyaşı manzaralarını kollamaya bayılıyorlar. Maksat haber değil, bağcı dövmek olunca bayram eylemciye kalıyor!
***
Haftaya Hıdırellez ile girdik, dümdüz bir Bahar Bayramı hıdırellez... Ne eli sapanlı, maskeli adamlar, ne TOMA'lar var bu bayramda... Militansız, maskesiz, molotofsuz, asırlardır olduğu şekliyle ve anlamıyla dümdüz bir bayram olarak herkesin bir şekilde kutladığı bir bayram Hıdırellez. Kargaşaya kan ve gözyaşına asla yer yok bu bayramda, memleketin 1 kuruş zararı da... Bilakis tam bir bahar sevinci ve neş'esiyle, "Rahmetini esirgeme ülkemizden" diyerek dualarla sessiz sedasız kutlanır.
Eskiden torunlara soğan kabuğunda yumurta boyanırdı, boyalı yumurtalar çayırda yuvarlanırken yeni nesil ve yeni ürün için dilek tutan ağzı dualı ihtiyarlarımız vardı. Mayısın 6'sı oldumu kırlara çıkılır, bebekler ninelerin dizlerinde uyutulurken gelinler, kızlar da bir türkü tutturarak, "tekecen, yemlik, kuzu kulağı, güneyik" gibi yabani bahar otları kazarlardı kırlardan, evden getirdikleri sarmalar dolmalarla üç nesil bir arada yerler eğlenirlerdi.
***
Halâ bir yerlerde bu bahar coşkusunu böyle yaşayanlar mutlaka vardır. Biz, çocukluk hafızamızda kalanları söylüyoruz.
İnsanımız Hızır ve İlyas peygamberlere hürmetini bereketle yaşıyor.
Yüzyıllara dayanan bir kültürdür Hıdrellez, barbekü-mangal partisi değildir, içki de içilmez, bolluk, bereket umulur, rahmet dilenir bahar coşkusu böylece anlamlandırılır.
Ne hikmetse memleketin huzuru pahasına her sene 1 Mayıs'ı iple çekenler var.. Olmaz olsundiyor ve umutla bahar bayramınızı kutluyoruz.
Bir şeyi daha...
Pazar günü ANNELER GÜNÜ ama Annemsiz... Onu rahmetle anıyor bütün anneleri de kutluyorum.

gazete

1 Mayıs 2014 Perşembe

Üç aylar kutlu günler

Ahmet TEZCAN

Üç aylar kutlu günler

1.5.2014

Biz ölümü daha çok mübarek günlerde hatırlarız nedense?! Kaygıyla, korkuyla meşhur şarkının mısralarındaki "dönülmez akşamın ufku" na gideriz. (Ha, sahi Yahya Kemal'in o şiiri sadece bir şarkıya güfte miydi acaba?! Münir Nurettin'in segâhında yeniden terennüm ve tezekkür gerek.) Ölüm ötesini tam anlamıyla pek kavrayamasa da, insanın kaygı ve korkularıyla kutlu gecelere, 'seçilmiş zamanlar'a sarılma, sığınma ihtiyacı duyduğu bir gerçektir.
***

Daha önce yazmıştım, yeri geldi bir kere daha tekrarlamak da yarar var. Bizim insanımız, ölümün de bir nimet olduğunu, zor ölümün Allah korusun, ne büyük külfet, kendine, çevresine en büyük ıstırap olduğunu bilir. Bu bakımdan "İki gün yatak 3. gün toprak" beklentisi Anadolu insanına yaşam felsefesi olmuştur. Toprak, bu dünya için hayatın ana unsuru olduğu kadar, ötesine olan inanmışlığın da kuvvetli ifadesidir ve bir iman eseridir. Öyle bekler ve öyle umut ederiz. Ölüm beklenir mi demeyin, kâmil insan için ölümün hayattan farkı ne ki? Hayatın ve ötesinin sırlarına ermiş, insan denen varlığın tüm kodlarını çözmüş olan Büyük Velî Celaleddin Rumî, insanın üç kez doğduğunu anlatır. Üç doğum varsa üç de hayat var öyleyse?! İlkini "ana rahmine doğuş" olarak adlandırıyor, rızkı kandır diyor. Ana karnında bebeğin tek besin kaynağıdır KAN, damarlardan besleniriz? İkincisi "dünyaya, güne, güneşe doğuş" ki rızkımızın bir lokma ekmek bir sahan aştan ibarettir biliriz.. Hz. Pîr, ölümle dirildiğimiz üçüncü doğuşa dikkatimizi çekmek ve çevirmek için anlatıyor bunları.. Biz korkarken onlar açlıkla beslendiler, hayatın ötesini 'uykuda yan değiştirmek' kadar basit görüp ölümü de "düğün günü" ilan ettiler. Dilsiz, dudaksız, harfsiz, yönsüz, iklimsiz bir hayatın envai çeşit lezzetlerini bize anlatmaya çalıştılar.
***

İşte ÜÇ AYLAR girdi, Recep, Şaban, Ramazan mutlu ve mübarek günler.. İçinde tahmin ötesi sırlar barındıran SEÇİLMİŞ zamanların anlamını, önemini ve derinliğini bilen bilir. Seçilmiş diyorum çünkü SEÇİLMEK ona KIYMET yüklemektir. Hâlık, günü zamanı seçti Cuma, Ramazan, bayram, kutlu gece Kandil oldu… Taşı seçti elmas, zümrüt, yakut oldu… Toprağı seçti Hicaz oldu, üstüne Kâbe konduruldu... İnsanı seçti yaratılmışların en şereflisi oldu, nebi, eren, evliya oldu. Seçilmiş, kutlu günlerde yükselmek, yücelmek dileğiyle...

gazete

24 Nisan 2014 Perşembe

"Tİ sesi neyin nesi?"

Ahmet TEZCAN

"Tİ sesi neyin nesi?"

24.4.2014

Bu başlık bana değil, Konyalı hemşehrim Alaattin Ekizer'e ait. Daha önce onun dikkatini çekmiş ve yazısına bu başlığı atmış; "Çelenk, saygı duruşu, ti sesi neyin nesi?" diye sormuş.
Yazıyı buradan okuyabilirsiniz. (www.yenikonya. com.tr/koseyazisi-1671-celenkSaygi_ DurusuTi_Sesi_ Neyin_Nesi.html) Yeni Konya, benim de 70'li yıllarda mesleğe ilk başladığım gazetedir, 10 yıl emek vermişliğim var.
Dikkatimizi çeken konu, saygı duruşu ve İstiklal Marşımız gündeme geldiğinde memleket semalarında yankılanan ve Milli Marşımız dolayısıyla bütün bir milletin, büyük bir ihtiramla dinlediği 'boru sesi'dir.
Ancak bu boru başka boru!
Biz onu kısaca "Tİ SESİ" olarak biliriz.
***

Seçim vesilesiyle hayli dolaştığımızı anlatmıştım geçen yazımda. Şoförler Derneği'nin kongresine gittik Manyas'ta. Tİ sesiyle saygı duruşu ve ardından marşımızı söyledik hep bir ağızdan, sonra kongre konuşmaları başladı.
Cemevi açtık Kalebayır Köyü'nde, Alevi Dede'si Gülbank çekmeden yine Tİ Sesiyle saygı duruşumuzu gösterdik ve marşımızı söyledik. Güzelim Gülbanka daha sonra sıra geldi ve hep birlikte bütün canlarla 'Hayır Yemeği' yedik.
Savaştepe'de de bir köy hayrı vardı, oralarda gelenektir, bütün köy halkı, köyün kıyısında kırlık bir alanda "Hayır" dedikleri şenlikte birlikte yemek yerler, dualar ederler...
Orada da yine Tİ sesiyle saygı duruşumuzu gösterdik ve milli marşımızı hep birlikte terennüm ettik.
Vatandaş alışmış, Tİ sesini duydumu hemen ayağa kalkıp saygı duruşuna geçiyor, bu boru sesi de neyin nesi düşünmüyor.
***

Tİ sesi meselesi Ege Üniversitesi'nden Prof Dr. Mustafa Kaymakçı'nın da dikkatini çekmiş. 2011'de Müzik Dergisi adlı bir internet sitesinde yayınlanan yazısında bu konuya dikkat çekmiş, (www.musikidergisi. net) mutlaka okuyun.
Kore Savaşı sırasında olsa gerek Tİ dediğimiz bu BORU SESİ bize Amerikalılar'dan geçmiş, onlar için bir AĞIT aslında; Kuzey-
Güney savaşı dedikleri meşhur Amerikan İç Savaşı'ndan kalmış... General Daniel Butterfield'in bestelediği ve "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alındığı söylenen bu ezgi, o gün bugün savaşta ölen her ABD askerinin tabutu başında seslendirilir. ABD Başkanı Bush da; Türkiye'ye gelince karşılama töreni sırasında 'ti sesi'ni duymuş ve "kültürümüz buralara gelmiş" diye çok sevinmiş.
Ben de Boston'da söz gelimi, Amerikalılar'ı İstiklal Marşımızı söylerken görsem çok mutlu olurum.
Velhasıl diyeceğim o ki; bizim saygı anımıza bunu monte edenler - bilhassa dönemin iktidar partisi CHP'nin yöneticilerinden hasseten rica ediyorum- bunu mutlaka açıklamalıdırlar biir...
Ve saygı duruşumuzdan Tİ SESİ derhal çıkarılmalıdır ikii... Türkler'in saygıya durmak için boru sesi duymalarına bence hiç ihtiyaç bulunmamaktadır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kulağına biri bunu fısıldasa konu zaten derhal hallolur diye düşünüyorum.
Bilmem siz de benim gibi mi düşünüyorsunuz?!

gazete

17 Nisan 2014 Perşembe

İyi ki sandık var...

Ahmet TEZCAN

İyi ki sandık var...

17.4.2014

Siyasilerin peşine takılınca demir asa, demir çarık gerek. Bu seçimde de öyle oldu. Adaylar, milletvekilleri, parti teşkilatı doğal olarak köy köy dolaştılar, sıkmadık el bırakmadılar.
İş sadece sarılmayla, kucaklaşmayla kalsa iyi, üstüne bir de fırça yemek var. Vatandaş oyunu veriyor ama lafını da esirgemiyor.
Seçimler, vatandaşın itibarının PİK yaptığı zamanlar. Mevkii, makamı ne olursa olsun siyaset adamı da seçim zamanı gelince tahammül sınırını en üst noktaya yükseltiyor ki anlaşma, uzlaşma sağlanabilsin.
Seçmen için siyaset adamı -tabir caizse- tam fırçalık, bizim vatandaşımız ikramını da esirgemiyor, fırçasını da… İkisinde de cömert. O yüzden politika zor iş ve siyaseti hakkıyla yapan insanlar gerçekten saygıyı hak ediyorlar. Aksi durum için söyleyecek sözüm yok. Atamayla gelenler ise özellikle yüksek bürokrasi, buna yargı mensupları da dâhil, ellerine geçirdikleri devlet erkini kullanırken çok dikkatle ve hakkaniyetle hareket etmeliler. Çünkü çok büyük vebal
***
Seçim propagandaları sırasında köylünün ilk suçlaması, seçimden seçime vatandaşın ayağına gidilmesi meselesi… Köyüne gelen politikacıyı karşısında gören vatandaşın karşılama merasiminden sonra ilk sözü "Seçimden seçime gelmeyin" oluyor, ondan sonra da sorunları sıralıyorlar. En çok dile getirilen de köy yolunun kötülüğü, ürünün para etmediği, çocukların askerden geldiği ama iş bulamadığı gibi genel şikâyetler… Politika demek, bir anlamda ikna kabiliyeti demek, başarıyorsan baş üstündesin, bu seçimde bunu anladım.
Bir kere şunu gördüm; köyde de yaşasa vatandaşımızın memleket meselelerine ilgisi ve algısı yüksek, aslında vatandaş devletin işleyiş tarzından şikâyetçi.
Bence bunun bir cümle ile tam karşılığı:
Önce adam yerine konulmak...
***
Gerçekten devlet dairelerinde çok itilip kakıldı bizim insanımız. Bunun kırılması, devlet adamının vatandaşın arasında, onlarla iç içe olması onları mutlu ediyor. Bu millet en az yüz yıldır çok horlandı ve hırpalandı. Sıradan bir köydeki yaşantıya baktığınızda hak veriyorsunuz.
Ege'de bile birçok yerde köylerin yoğun göç verdiklerini gördüm. Balıkesir'de bir köyde, yaşlı bir köylü, sokağa şöyle bir bakmamı istedi, ardından sordu: "Bir tane çocuk görüyor musun sokakta oynayan?" Bu, her şeyi anlamaya yetti. Tarla tapan, bağ bahçe ihtiyarların üzerine kalmış. Sorun belli ve çok önemli; kadın ya da erkek özellikle genç nesil köyde yaşamak istemiyor, şehirde otursun da ne iş olursa olsun!
Önümüzde iki seçim daha var, Türkiye 2016'ya kadar seçim sathı mailinde… İyi ki seçim var, sandık var. Ya seçilmeden gelseler otursalar?!

gazete

10 Nisan 2014 Perşembe

CHP neden kaybediyor?

Ahmet TEZCAN

CHP neden kaybediyor?

10.4.2014

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, seçim kampanyası boyunca Kılıçdaroğlu'na "genel müdür" diye seslendi. Kemal Bey de onun ötesine geçemedi, "atanmış" gibi kaldı CHP'nin başında gerçekten... Belki de öyle… Yarın öbür gün "başarısız oldun" diye alabilirler de kim bilir?! Neden mi böyle söylüyorum? Koskoca Ana Muhalefet Partisi, Kemal Bey'in ellerinde eriyor. Bu seçimde başarısızlığı açıkça tescillendi. İstanbul, İzmir, Antalya, Kemal Bey'in kefil olduğu metropollerdi. (Mersin'i de bunlara katabiliriz) Birçok CHP'li buralardaki adaylar için "yanlış" dedi. Sonuçta büyük oy kaybı yaşandı ve haklı çıktılar. İstanbul'da 13 ilçe CHP'nindi, Beylikdüzü de sonradan eklendi. Tek belediye dahi eklenemediğini gördük. Orada da Sarıgül faktörü ağır bastı. Genç seçmenler, cemaat ve MHP desteğine rağmen oyları düşürdü. Bakırköy, Kadıköy, Maltepe gibi merkezler Ankara'nın Çankaya'sı mesabesindedir. Kadıköy'de Aykut Nuhoğlu mesela, Alper Taşdelen gibi paraşütle inmiş bir isimdi. "Seçim kampanyasını sadece 5 kişi ile yürüttü, altıncısı yoktu" dediler. İzmir'de Aliağa, Selçuk, Torba ve Kiraz'a bakmak yeter sanırım. Ama Aziz Kocaoğlu, "Bunlarla olacak" deyince Kılıçdaroğlu orada kaldı. Oysa 1 milyon yeni seçmeni vardı İzmir'in... Antalya'yla Kemer, Kaş gibi kaleler de kaybedildi. Konyaaltı, Muratpaşa, Manavgat'ta oylar düştü. Dediler ki, "Akaydın yanlış aday", dinlemedi. Bekir Kumbul olsaydı kayıp yaşanmazdı. Bunları söyleyenler yöreyi iyi bilenler ve "Kazanacağımız kesinken kendi adamlarında ısrar ettiler, oylar düştü" diyorlar. Mersin'de ön seçim olacaktı, yapmadılar, mevcut başkan da küstü çekildi ve Mersin MHP'nin oldu. Nereye bakalım? Edirne ve Tekirdağ'da CHP oyları yüzde 50'nin altına düştü. Kırklareli gibi oy oranı yüzde 60'ın üzerine çıkabilen bir yerde, Milletvekili Siyam Kesimoğlu gibi bir adayla CHP yüzde 35'le kazandı, "Sevinemedik" dediler ve kızgınlar. Karadeniz, Kılıçdaroğlu'yla birlikte CHP'ye oy vermez oldu, nedeni açık: Mezhepçi yaklaşımlar Karadeniz insanını ürkütüyor. Zonguldak Ereğli, Samsun Atakum, Akçakoca çarpıcı örnekler... Artvin'e üzüldüğünü kendisi söyledi. Ordu tulum AK Parti'nin, Bartın MHP'de… Eski başkan, şimdi milletvekili olan Muhammet Rıza Yalçınkaya'ya sorsalar yeter?! CHP Anadolu'da da yok gibi. Sivas, Kayseri, Tokat, Kırıkkale, Konya, Karaman, Aksaray buna örnektir. Bir Burdur ile bahar olmadı, Kütahya sıfır çekti, Simav toptan istifa etti malum. Afyonkarahisar'ın CHP'nin milletvekili var muhtar bile seçtiremedi… Bu kayıpların hesabı sorulur mu, sanmam?! Kim kimden hesap soracak? Omurgası kalmadı CHP'nin… Göreceksiniz acil kurultay çağrısı da olmayacak, çünkü kurultay delegeleri kendi adamları. CHP'yi değiştiremediler, dönüştürdüler, Atatürk'ün partisinin kimyasıyla oynadılar. Aslında oylar bu yüzden düşüyor.

gazete

3 Nisan 2014 Perşembe

CHP'de durum?!

Ahmet TEZCAN

CHP'de durum?!

3.4.2014

CHP'ye "kırk odalı tarihi konak" benzetmesi yapmıştım bir yazımda... Şimdi seçim sonrası bu tarihi konakta ne senaryolar yazılıyordur kim bilir?!
Bu başarısızlığın faturası kime çıkacak bekliyorum.
Seçim sonuçları netleşmediğinden CHP'lilerin mücadelesi henüz dışadönük, yarın tıraş göz önüne düşünce her taraftan çığlıkların yükseleceğinden kimsenin şüphesi olmasın. (Tartışmaya siyaset dışı yeni bir konu da eklenecek. İş Bankası yönetimine CHP kontenjanından Mehmet Moğultay ile Bayram Meral'ın oğullarının getirilmek istenmesi partilileri şimdiden ayağa kaldırdı.) Ana muhalefet partisinde suçlamalarla birlikte Kurultay çağrıları da fazla gecikmez, haftaya başlar.
***
Hedefte en başta Kılıçdaroğlu olacak pek tabii, ardı sıra adayları belirleyen komisyonun üyeleri Adnan Keskin, Umut Oran, Bülent Tezcan, Gökhan Günaydın ve Bilhun Tamaylıgil'den oluşan 5'li… Suçlamaları genel başkan ile birlikte göğüslemeye çalışacaklar. Hüsamettin Özkan başta olmak üzere Süleyman Demirel, Fethullah Gülen ve Aydın Ayaydın'dan söz eden olacak mı izlemek lazım?! Onlar perdenin arkasında oynadılar.
Genel seçimlerde Önder Sav ve ekibi, bu seçimde de Baykal ekibi ekarte edildiler. Dolayısıyla Karadeniz'den Ege'ye, Akdeniz'den Doğu ve Güneydoğu'ya kadar yaşanan hayal kırıklıklarının hesabını birilerinin vermesi gerekecek.
Peki, verilir mi?
Hiç sanmıyorum, 5'li komisyon üyelerinden birine bile dokunamazlar.
Birinin bile kellesi istense Kılıçdaroğlu'na dönüp "sen onayladın" denecektir.
***
CHP'de durumu anlamak için seçim gecesi Genel Merkeze bakmak yeterli.
Sorsaydınız Koç, Halıcı bir de Keskin'den başka yönetim adına koca binada kimsenin olmadığını partililerden öğrenebilirdiniz… Sandık görevlilerinden sorumlu hanım bile saat 22.00'de odasını kapatıp gitmiş.
Velhasıl Akdeniz'den Ege'ye, Marmara'dan Karadeniz'e, İç Anadolu'dan Doğu Güneydoğu'ya CHP'deki oy kayıplarının hesabı mutlaka sorulur.
Partinin gerçek sahipleri şimdi, il il, ilçe ilçe bu kayıpların çetelesini tutuyorlar.
Çok geçmez patırtı başlar, hele bekleyin…

gazete

26 Mart 2014 Çarşamba

Benim oyum?

Ahmet TEZCAN

Benim oyum?

27.3.2014

Uff ne seçimdi ama?
Evet, pazartesi günü böyle söyleyeceğiz, ama bitmeyecek, bence durum da değişmeyecek... YSK ise Cumhurbaşkanlığı seçimi için çalışmalara başlamış bile! Sahi 12.
Cumhurbaşkanı
ne zaman seçilecek biliyor musunuz?! Yaklaşık 4 ay sonra (10 Ağustos'ta, ikinci tur da 24 Ağustos'ta) bu defa Köşk'ün yeni sahibini belirlemek için sandık başına gideceğiz.
Şimdiye kadar görüntüde Meclis seçiyordu cumhurbaşkanlarını ve şimdi ilk kez, halk seçecek. 12. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı olacak. "Meclis seçiyordu" derken durup biraz düşünmek gerekecek; gerçekten bugüne kadar bu memlekette bütün cumhurbaşkanları Meclis'in hür idaresiyle mi seçildi diye...
***
Şöyle bir bakalım... Atatürk'ü, İnönü'yü hatta Bayar'ı geçelim, ondan sonrakiler 27 Mayıs İhtilali'nden sonra Gürsel, sonra Cevdet Sunay ve Korutürk...
Hepsi askerdi...
Ondan sonra 12 Eylül'ün darbe lideri Evren ve sonra Özal ile Demirel...
Ben Özal hariç Abdullah Gül'e kadar bütün cumhurbaşkanlarının malum mahfeller tarafından seçildiğini düşünüyorum.
Sadece cumhurbaşkanlarını mı?
İktidar ve muhalefet liderlerini, Başbakanları, Genelkurmay başkanlarını, Dışişleri ve Maliye bakanlarını... Artı, bazı önemli üniversite rektörleri, Merkez Başkanı ve bazı kurum başkanları, genel müdürler bile sözünü ettiğimiz irade(!) tarafından seçilmiştir... Bazı büyük gazetelerin genel yayın yönetmenleri de aynı şekilde.
Adına kısaca "VESAYET" denilen irade çok etkiliydi ve ucu okyanus ötesine uzanıyordu... İçerideki işbirlikçileriyle memleket idaresini yönlendiriyorlar, yönlendiremediklerini ezip geçiyorlardı. Çünkü Türkiye, idaresi ve iradesi kendi halkına bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir!
***
Sistemin önemli ölçüde değişmekte olduğunu görüyoruz. Mevcut iktidara kızgınlığın esas sebebi de budur. Artık etkin şekilde müdahale edemiyorlar, bir telefonla bakan değiştiremiyorlar, memleketin kimyasıyla oynayamıyorlar. Türkiye'nin en zayıf yanı muhalefetidir ve ülkeyi en zayıf yanından vurmaya çalışıyorlar.
Muhalefette direnç gelişene kadar da müdahale devam eder. Belediye için gösterilen adaylar bile bu müdahalenin önemli göstergesidir.
Şimdi ben Ankara'da Mansur Yavaş'a neden oy vereyim? Genetiği uyuşmadığı bir partiden aday olduğu için mi? CHP kendi içinden bir aday bulamadı mı?
Yalnız Ankara'da değil ki, Balıkesir'de, Bursa'da, Çorum'da, Samsun'da birçok yerde durum aynı. Yolsuzluktan ihraç ettiği birini İstanbul'dan aday göstermek nasıl izah edilir?
Netice olarak şimdi benim kararım, ateş çemberi bir coğrafyada devletin idaresini üslenmiş bulunan hükümetten yanadır, şimdi oyun oynamanın, kızgınlık göstermenin zamanı değildir.

gazete

19 Mart 2014 Çarşamba

Mesele belediye değil!

Ahmet TEZCAN

Mesele belediye değil!

20.3.2014

Mesele Gezi Parkı değil halâ anlamadın mı, tweetiyle uyandık... Şimdi de seçimin yegane meselesinin belediyeler olmadığını anladık. Meydan manzaraları da vatandaşın bunu böyle anladığını açıkça ortaya koyuyor. Yolsuzluk iddialarına filan pek itibar eden yok, bu tarz siyasetin inandırıcılığı yok çünkü. Rakibi alt edemiyorsan "çamur at izi kalsın" durumu zaten fevkalade pespaye... Bu pespayeliğe Türk seçmeni yabancı değil. Bizim ülkemizde siyasetin hamuru böyle yoğrulmuş. Vatandaşın değiştirmeye çalıştığı da bu.
***
"İsmet Paşa'nın Beytülmali" adlı kitap bir devre isnat eden yolsuzluk iddialarıyla dolu... Oğlu Ömer'in Dolmabahçe maceralarını Abdullah Gül'ün veya R. Tayyip Erdoğan'ın oğulları yaşamaya kalkışsa ülke karışır. İkinci nesil İnönü de akraba Sohtorikler, UM Denizcilik vb yüzünden suçlamaların muhatabıydı, Erdal Bey'in ölünceye dek peşini bırakmadı iddialar. Yahya Demirel'i, Özer Çiller'i, Mesut Yılmaz'ı millet henüz unutmadı, Menderes'in uyduruk iddialarla darağacına çekilmesini de... Aslında yolsuzluk suçlaması öyle eski ki; Hz. İsa'ya bile bulaştırılmak istenmiş, vergi mültezimi ile yediği yemek İncil babları arasında... Yolsuzluğu görmeyelim demiyorum ama zamanlamayı yanlış ve maksatlı buluyorum. Duyarlılığımızla oynuyor, tercihleri etkilemeye çalışıyorlar. Şimdi, tam da seçime giderken "montaj- şantaj" esasen devlete kafa tutup kılcallarıyla oynamak darbe darbe terbiye olmuş vatandaşı çok kızdırıyor. Biz, asker gibi din adamını da o kimlikle siyasetin içinde istemeyiz. Olan bitende de bir yabancı parmağı ararız her zaman.
***
Şunun iyi bilinmesi lazım: Batı, enerji ihtiyacının yüzde 70'ini çevremizden karşılıyor. Dolayısıyla bu topraklara bigane kalması düşünülemez. Toprakları petrol yüklü olan Müslüman ülkeleri yönetmek adına Batı'nın; bir zaman "Şii İmam Humeyni ile başaramadığını Fethullah Gülen'le denemeye kalkışması" fikri, tümüyle mantıksız gelmiyor insanlara. Hilafeti ilga ettirip Cumhuriyet'i kuruluşuna ebelik edenlerin Yeni bir Halife'yi Dolmabahçe Sarayı'na oturtmayacakları ne malum? (Onlar da zaten dünden teşne bu işe!) Ayasofya'yı da ibadete açtırırlar olur biter. Ondan sonra Allah korusun ne kanlı filmlerin çevrileceğini tahmin etmek zor değil. Herkesin aklını başına alıp iyice düşünmesi lazım; 60'lı yıllar boşa geçti, 70'lerde birbirimizi yedik, 80'lerde tamiratla uğraştık ve 90'lar kayıp yıllardı. Şurada, ateş çemberinin içinde tam kendimizi toplarken yönetimi sekteye uğratmak çok yanlış olur, istikrarın korunması lazım diye düşünüyorum.

gazete