8 Ocak 2014 Çarşamba

Sıkıntının sebebi

Ahmet TEZCAN

Sıkıntının sebebi

9.1.2014

Çok sıkıntılı günlerden geçiyoruz ülke olarak... Dikkat çekici olan; en güçlü olduğu bir dönemde Türkiye'nin bu sıkıntılarla karşı karşıya kalmasıdır.
Ezberini bozup düşünebilenler için bunun bir anlamı olmalı. Türkiye'yi güçlü kılan iki sihirli kavram var:
İSTİKRAR ve GÜVEN ortamı..
Türkiye'yi
yolundan döndürmek isteyenler bunu bozma çabasındalar.
Bir siyasi irade on yıldan fazla yönetimde kalıyor, kabul edilebilecek bir durum mu bu?!
***
Güven duygusu ortadan kalksın ki insanlar dört bir tarafa savrulsun, dolayısıyla ortak bir siyasi irade oluşturamasınlar...
Kimse kimseye güvenmesin... Devlet vatandaşına, vatandaş devletine şüpheyle baksın. Hükümetler en fazla bir-iki yıl görevde kalsın, herkes birbiriyle uğraşsın, seçimler erkene alınsın, Türkiye içine kapansın, ekonomisi altüst olsun, yatırımlar dursun, kukla yöneticilerle koca bir ülke krizden krize bocalasın dursun. Ülkeyi bu hale nasıl düşüreceksin? Yöneticileri yolsuzlukla suçlayarak... Suçlayacaksın ki roket, tank motoru, nükleer santral gibi ortak yatırımlar, anlaşmalar yapılamasın, ortak girişimler gerçekleşmesin... Türkiye şimdiye kadar olduğu gibi hep başkalarına bağımlı kalsın.
Kendi savunma konularını bile başka ülkelerin programlarıyla uygulamaya koysun. Tek cümleyle Türkiye kalkınmasın...
***
Sorsanız "Bunu kim ister? İnsan kendi ülkesi için böyle şeyler arzu eder mi? Biz de Türkiye güçlensin, kalkınsın, büyüsün istiyoruz ama..." Evet, ama ne?.. "Bunlar yolsuzluk yapıyorlar, rüşvet alıyorlar, ihalelere müdahale ediyor, akraba ve dostlarını kolluyorlar..."
Bütün hükümetler için bu suçlamalar yapıldı, afaki suçlamalar bunlar, fısıltı ile yayıyorlar.
En kibar devlet adamlarından biri olan Menderes'i bu suçlamalarla darağacına gönderdiler. Yetinmediler iki en yakın arkadaşını da astılar.
Yetmedi, üç oğlunu bir sebeple ölüme gönderip zürriyetini kuruttular adamın.
Biz Hitit olsak bu coğrafyada bizi kendimize bırakmazlar, kendimiz yönetelim istemezler. Haşa melaikeyi kiram olsa bizi yönetenler yine bu suçlamalar yapılır.
Bu coğrafya, haini de kolay üreten bir coğrafyadır bunu iyi anlamamız lazım.

gazete

2 Ocak 2014 Perşembe

Düne ait şeyler..

Ahmet TEZCAN

Düne ait şeyler..

3.1.2014

Hz. Mevlâna'nın "GEL" çağrısı kadar meşhurdur şu mısraları; "
Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
"
***
Evet "yeni şeyler", yeni yılla birlikte yeni şeyler söylemeli, eski(!) bir sözden yola çıkarak yeni şeylerden söz etmeli… Taa onüçüncü asırda söylenmiş eski bir söz olmasına rağmen Hz. Mevlâna'nın sözleri aslında ne kadar yeni… Dün söylenmiş ama dünle gitmemiş, dünde kalarak eskimemiş ve zamanını aşmış sözler...
***
Böyle söylemek lazım, en yüksekten, zamanların ötesinden ama üstünden söylemek… Kaynağınız "alemşumül", zaman ve mekanla da sınırlanamaz ve tüm zamanları içine almışsa işte böyle söylenir.
Ne mutlu onlara ve "tüm zamanların sözü"ne harfiyen uyanlara...
Oysa cancağızım bizler, gerçekten dünde kalmışız, hep dündeyiz, konuştuğumuz, tartıştığımız ne varsa hep düne ait ve eski... Hep dünü konuşup dünü tartışırken, günlük yaşıyoruz, yarına hiç bakmıyor, hiç düşünmüyoruz.
***
Yazılanlara söylenenlere bir bakın, buğusu üstünde, taze söz isterseniz "twetter"a, "facebook"a bakın… Aman Allah'ım! Ne kadar gereksiz, ne kadar boş söz sarf ediliyor, kolayca, düşünmeden, tartmadan.. Meclis'te, dergâhta, bargâhta millet aynı yüzlerden aynı sözleri işitmekten usandı. Kime mi söylüyorum? Kim alınırsa ona... Özcan Yeniçeri gibi her gün aynı saate tahsisli bir yüzden, aynı sözleri duymak istemiyorum. "Her gün bir yerden göçmek, bir yere konmak" derken, sözler gibi yüzün de eskitilmemesini öğütlüyor Hz. Pir...
***
Neticede mirim, hiç bir ruhsata tabi olmadan, destursuz ve kolay söylenen sözlerin hiçbir etkisi de olmuyor görüldüğü üzere. Kimine göre bizimkisi de öyle belki kim bilir?! "Söz ola kese savaşı/söz ola kestire başı…" İçinde ne varsa dışına o sızarmış; yağ küpünden yağ, bal küpünden bal… "Bulanmamış, donmamış"lık için "inci avcısı" gibi derin dalmak, çok aramak ve berrak olmak gerekiyor, o da bu zamanda zor... "Allah bugünlerimizi aratmasın, bizi gördüğümüzden geri bırakmasın" diyor yeni yılınızı kutluyorum.

gazete

25 Aralık 2013 Çarşamba

Şehir ve insan

Ahmet TEZCAN

Şehir ve insan

26.12.2013

Dünyayı titreten 'Muhteşem Hükümdar' Kanuni'nin fırsat buldukça Topkapı Sarayı'nın bahçesinde dolaştığı bilinir. Sultan bir gün yine böyle avluda soluklanırken bazı ağaçları hastalık sardığını, buna da karıncaların yol açtığını fark eder ve ilaçlatmak lazım geldiğini düşünür. Fakat karınca öldürmeye gönlü razı olmayan Sultan Süleyman, Hocası Şeyhülislam Ebussuud Efendiye 'karınca öldürmenin hükmü'nü sorar, der ki: "Meyve ağaçlarını sarınca karınca/ Günah var mı karıncayı kırınca? Hoca'dan el cevap: Yarın Hakk'ın divanına varınca/ Süleyman'dan hakkın alır karınca. Aldığı cevapla Sultan kararından vazgeçer.
***
Günün gündemini hatırlayıp yolsuzluk iddiaları ve istifalarla ilgili olarak anlatmış değilim bunları. Hikâyeyi Mehmet Göksu'dan geçen hafta ekrandan dinledim. Göksu, Şehriyâr Derneği'nin başkanı... İnternetten baktım, kurucuları arasında Hüseyin Öztürk, İhsan Kabil, Ender Doğan, Rıfat Yörük gibi isimler var.
***
Bizim asırları saran kültür derinliklerimizle şehre, şehreminliğe, toplum hayatımıza nasıl bakıyoruz, aslında nasıl bakmalıyız?
Doğayla, çevreyle ilişkilerimiz nedir, nasıl olmalıdır? "Şehriyâr" bütün bunları yeniden hatırlamamız için çok güzel çalışmalar yapıyor. Kelime olarak bizim dilimizde "dost şehir, şehir dostluğu" anlamına gelen Şehriyâr'ın kuruluş bildirisini mutlaka dikkatlerinize sunmak istiyorum.
***
Mahalli seçimler yaklaşırken bizim bazı şeyleri yeniden hatırlamamız gerekiyor galiba. "Şehir, yaşayan bir organizmadır; Yolları, çarşıları, hastaneleri, okulları, meydanları, ibadethaneleri, mesire yerleri, parkları, ağaçları, hayvanları ve insanları ile… Kendini tamamlayan vasıflara haiz olması beklenen şehir, ne kadar eksiği varsa mükemmelden yani insandan o kadar uzaktır… Kendini güzelleştiren vasıflara ne kadar sahipse şehir, o kadar insana yakındır, "insani"dir… Şehri güzelleştiren de çirkinleştiren de insandır ve insan kendisine reva gördüğü muameleyi şehrine de yapar… İnsanın güzelliği bedeni, ruhi hasletleri, davranışları ile bir bütündür; şehir de bütün vasıfları ve bu vasıflarının olgunluğu, güzelliği ile bir bütün olabilir.
Şehir; hayatımızı yaşadığımız yer değil sadece, hayvana, bitkiye, kurda kuşa, nesnelere ve de tabii ki insana yani kendimize "hayat hakkı" tanıdığımız yerdir…
"Hayat hakkı" felsefesinin savunuculuğu ve takipçisi bir dernek Şehriyâr, çünkü; İnsan ne kadar şehir gibiyse, şehir de o kadar insan gibi olmalı.
Nevzat Ceylan'ın
başkanlık ettiği Başkent Ankara Meclisi de bizim şehriyârımız.
Gelecek günlerde benim de üyesi bulunduğum Başkent'in bu meclisini anlatacağım.

gazete

18 Aralık 2013 Çarşamba

Anadolu ruhu..

Ahmet TEZCAN

Anadolu ruhu..

19.12.2013

Bugün "Şeb-i Arus" yazacaktım.. "ÖLÜM"ü "DÜĞÜN" ilan ederek bütün ezberleri bozan bir anlayışı dilim döndüğünce anlatmaya çalışacaktım.
İhtifal havası, yorgunluğu ile birlikte sadece Konya'daki merasimin icracılarında kaldı sanırım, vecd içinde sema ettiklerini gördüğümüz ihtifal heyetinden çok azı Şeb-i Arus sabahında namaza kalkabilmişlerdir mesela?!
***
İstanbul'a düşen bombayla "meş'um gündem"e döndük.
Günün gündemine ilişkin olarak şunu söyleyeyim; Bu memleketin çocuklarını asla birbirine düşüremeyecekler... Her şeye rağmen iyi giden ekonomiye saldırıları da boşa çıkacak...
Bağımsız bir yörüngeye yerleşen Türkiye'yi yolundan döndüremeyecekler. Çok arzuladıkları "istikrarsız ve güvensiz bir ortam" kurma çabaları asla sonuç vermeyecek.
İmparatorluklar kuran engin "sağduyu" nun beslendiği ANADOLU RUHU örselenmiş olsa da henüz diri...
Hakan Şükür misali meşum çevrelere 'MALZEME' olan memleket evlatlarının, durumu anlamaları sadece biraz zaman alacak o kadar.
Ötekiler ise zaten ya statükoyu koruma çabasındadırlar, değilse ıslahı nefs etmeleri mümkün olmaz, haindirler çünkü. Bu coğrafyanın bir özelliği de kolay hain üretmesidir.
***
'Anadolu Ruhu' derken 'milli misak' ile sınırlı dar bir alan kasdedilmemektedir; Balkanlar, Kafkaslar, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ile sınırlı bir coğrafyaya işaret edilmektedir. Hz. Mevlâna'dan, Yunus'tan, Hacıbektaş Velî'ye... Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinden, Zembilli Ali Efendi'den Molla Fenarî'ye kadar o ruhu besleyen muhterem sineler bu muhteşem coğrafyayı Anadolu'da pişirmişlerdir.
Ezcümle, bu üst bakışımız yine hiçbir ayırıma müsaade etmeyecek, bizi Anadolu'nun 'farklılıklar bütünü'nde birleştirecek ve Türkiye yoluna devam edecektir.

gazete

11 Aralık 2013 Çarşamba

Duyu eksikliği ve alçaklık

Ahmet TEZCAN

Duyu eksikliği ve alçaklık

12.12.2013

İnsan, beş duyu üzerinedir; duyacaksın, göreceksin, dokunacaksın, koklayacaksın ve tat alacaksın. Biri noksan oldu mu hayatı "büsbütün" yaşamak zorlaşıyor...
Hiç görmeyen, hiç duymayanlara da güzel Allah'ım başkaca yetiler geliştirmek suretiyle hayatlarını tamamlıyor. Birçok görmeyenin kulağı müthiş oluyor mesela... Kâni Karaca, Aşık Veysel, Stevie Wonder gibi birçok ünlü sanatçı var.
Görmüyorlar mı acaba?! Ama var olmaya devam ediyorlar, ne mutlu.
***
Duymamak da bir kusur olarak işitme cihazları ile bir ölçüde giderilebiliyor. Hiç işitmeseler de onların duymazlıkları "duymak istemeyenler"in sınırına erişemiyor en azından, gözleriyle, elleriyle duyuyorlar!
Koku ve tat alma duygusu da öyle...
Ya bir rahatsızlık sonucu ya da doğuştan olmayabiliyor. Bundan ötesi de var muhakkak; "altıncı his" diyoruz ona da, eskiler "hissi kablel vuku" derlerdi yani ÖNSEZİ... Belki yedinci, sekizinci daha nice melekeler var, biz bilmiyoruz.
Çünkü "ruh hali" onlar ve o hissiyata haiz olabilmek "gönül temizliği"gerekiyor herhalde?!
Allah insanı kamil manada tastamam yarattı ve "EŞREF" seviyesine yükseltti.
Aşağıların aşağısına inince ki o seviyeye "belhüm adal" yani hayvanın da aşağısı deniyor ve o derekeye insan kendi isteği, kendi davranışları ve kendi halleriyle iniyor.
Günümüzde böylesi niceleri var, makamları yüksek ve fakat -üniformalılar alınmasın- rütbeleri alçak.
Burada insana tanınmış çok müthiş bir yelpaze var düşünenler için...
Meleklerin de üzerinde yeriniz olsun ve fakat inmeye görsün insan, hayvan seviyesinden de aşağılık ve alçak olabiliyor. Allah o derekeye düşmekten bizleri korusun. (Dereke malum iniş için bir ifade; dereke dereke inilir, derece derece çıkılır. Bu arada dokunmadığımız sürece hiçbir hayvanın durup dururken hayvanlık edeceğini hiç düşünmem, onlarınkisi zaten " alçaklık" da değildir ayrıca!)
***
Bunları hangi olay sonrası kim için(!) yazdım hatırlayamıyorum ama illaki birinin davranışıdır ilham veren ve her cemiyetten böyleleri çıkar. Onlardan korunmak için "tevekkel talâllah" diyerek evden çıkıp; cahillikten, sapmaktan saptırmaktan ve hürmetsizlikten Allah'a sığınıyoruz.
Evet, beş duyudan birinden mahrum olmak bir tarafa, bir de rahat nefes alamamak var. Sayısını Allah biliyor ama ben yıllardır kemik eğriliği yahut sebep ne ise burnumdan rahat nefes alamıyordum.
Dün bunun için bir işlemden geçtim. Bir enjeksiyonla yataktan aldılar sonra aynı yatakta burnumda tamponla uyandığımı hatırlıyorum. Medicana'dan Opr. Dr.
Onur Çetin
yaptı ameliyatı, ona ve ekibine teşekkürler, inşallah bundan sonra rahatlayacağım.

gazete

4 Aralık 2013 Çarşamba

Biz yöneteceğiz

Ahmet TEZCAN

Biz yöneteceğiz

5.12.2013

Şimdiye kadar şunu söyleyen oldu mu bilmiyorum ama ben açıkça söylemekten geri durmayacağım. Azeri lider İlham Aliyev'in Cumhurbaşkanı seçildikten sonraki ilk resmi ziyaretini yaptığı Türkiye'de, iki kardeş ülkenin imza koyduğu anlaşmalar ve TANAP yani "Trans Anadolu Gaz Boru Hattı Projesi"… Ardından barış adına Diyarbakır'daki kucaklaşma, Ortadoğu'nun en verimli petrol sahalarına bir adım daha yaklaşma girişimi ve savunma sanayi üzerine çalışılan projeler… Türkiye 5-6 yıldır BATI tarafından çok yakından takip edilmektedir.
***
Buralar kime göre "ORTA", kime göre "DOĞU"dur hiç düşündünüz mü? Buralara ORTADOĞU adını verenler şimdilerde çok ciddi rahatsızlık içindedirler. Kendi yaptıkları haritaları masaya yayıp elleri çenelerinde "ne yapar ne ederiz" diye inanın çok düşünmektedirler.
Bir yığın plan geliştiriyorlar. "Otoriter, diktatör, dinci" diye suçlayıp vatandaşa her an endişe ve kaygı üfürecek medya ve medya mensubu bulmak da çok zor değil bu topraklarda.
Muhalefet "oyun hamuru" onlar için; eğip bükmek lider tayin etmekte hiç zorlanmıyorlar maalesef. İstanbul'u ah bir koparsalar, iktidarın elini kırmak değil, kolunu omuzdan koparmış olurlar, böyle düşünüyorlar. Bütün çabaları da zaten o yönde… İçeridekiler, dışarıdakiler elbirliği ile İstanbul'u almaya çalışıyorlar. Recep Tayyip Erdoğan değil belki ama, iktidar partisi mensupları bunun farkında mı, doğrusu şüphe içindeyim!
O zaman İstanbul'u bir kere daha fethetmek gerekecek. Ancak günümüzde bir Fatih, bir Akşemsettin bulunabilir mi acaba?!
***
Onların istediği bu; "yönetimin gücü kırılsın her kafadan bir ses çıksın." Seçimler yaklaşırken sesler de çıkmaya başladı zaten. Dershane meselesi de öyle… Bir akşam aniden ve kasten ortaya çıkmışçasına köpürtülmesini neye bağlıyorsunuz?
Madem bu memlekette "yaygın, etkin, derin" (?) özellikleri olan bir camia var, iktidarla da aynı dili konuşuyor, o halde onu da kullanıp yönetimin gücünü bir ölçüde kırmaya çalışırsınız. Bunu başka kim tezgahlayabilir? Şunu bilin ki o tezgah da işe yaramayacak ve bu millet kendini yönetmeyi başaracak.

gazete

27 Kasım 2013 Çarşamba

Bu ülke, Türkiye

Ahmet TEZCAN

Bu ülke, Türkiye

28.11.2013

Ülke çok kritik bir evreden geçiyor.
Eline kalemi alan, kendisine mikrofon uzatılan herkes bunu söylüyor; "KRİTİK EVRE"… Kimin için, ne için kritikse bunu net olarak izah eden pek yok. Ama ben söyleyeyim. Türkiye Cumhuriyeti Devleti öyle bir coğrafyada ki, "kritik" olmayan bir zaman dilimi hiç yok gibi. Bu durum her an için geçerlidir bizim ülkemizde. "BU ÜLKE" diye ağzını doldura doldura söze başlayanlar, ekmeğini yiyip suyunu içtikleri ülkemize, Türkiye'ye, işaret ederken bile haksızlık göstermektedirler.

***

Şunun çok iyi bilinmesi ve anlaşılması lazım: Dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 70'i bizim mahalleden, bu topraklara komşu ülkelerden sağlanıyorsa işaret edilen o "kritik" durum, Türkiye için her an vakidir. Ortadoğu-Hazar petrol ve gazını düzenli olarak transfer etmek, trafiğini yönetmek ve üzerinden rant elde etmekten asla vazgeçmeyecek olan BATI, bu mahallede bizi asla rahat bırakmaz ve elinden geleni de ardına koymaz. Burası ne Uruguay ne Andora...
21 milyon
kilometrekarelik bir coğrafyayı 7 asır yönetmiş bir millet oturuyor bu topraklarda. Terk ettiği topraklarda -entrikanın her türüyle- 64 ayrı devlet kurulmuşken, bizi rahat bırakacaklarını mı sanıyorsun?

***

Petrol ve gaz üreten ülke halklarının başından bela neden eksik olmuyor? Londra, Paris, Washington huzur içinde(!) otururken, toprağından petrol ve değerli maden fışkıran ülkeler neden yoksulluk içinde kıvranıyorlar? Savaş, bu ülke halklarının kaderi midir?
Hepimizi birbirimize düşürüp, herkes birbirini gırtlaklasın isterler, sonra da "milli değer" adına yeraltında ve yer üstünde ne varsa sömürsünler istismar etsinler. Bunu hep denediler, bir ölçüde başardılar da... En büyük yardımcıları da "İÇİ-
MİZDEYDİ",
ağzını "Bu ülke" diye açıp Türkiye'ye zehir kusanlardı.
Artık o dönemler geride kaldı. Şimdi KENDİ ÇAĞINA EMİN ADIMLARLA YÜRÜYEN bir başka TÜRKİYE var.

gazete

20 Kasım 2013 Çarşamba

Türkler'de renkler

Ahmet TEZCAN

Türkler'de renkler

21.11.2013

Başbakanlık binasının önünde yolluk olarak kullanılan halının değiştirilmesi başlı başına haber oldu gazetelerde. Eski halının kırmızı oluşu, yenilenen halının tercihinde TURKUAZ rengin seçilmiş olması muhtelif yorumlara yol açtı.
Haksız da değiller.
Madem turkuaz gündem oluşturdu bu konuda iki kelam etmek güne, gündeme denk düşecek.

***

Her kültürde renkler, farklı anlamlar taşımaktadır. Türkler'de de eski çağlardan beri renklere farklı anlamlar yüklenmiştir. Etnolojik, sosyolojik, mitolojik bakımdan renklere hangi yönden bakılsa bir şey söylenir.
Şimdi çiçekçiye gidip "çiçek" deseniz ne için diye soracaktır. Aşktan meşkten bahsederseniz "kırmızı" diyecek, gülden bahsedecektir. Yetinmez, gülün beyazı, sarısı için ayrı ayrı şeyler söylerler.
Yok "karanfil" deseniz yine pembesi, beyazı her rengi için söylenecek söz mutlaka vardır.
Renklerin tedavi edici olduğuna bile inanılır. Bu konularla çok ilgili olduğunu bildiğimiz Prof. Dr. Ahmet Maranki, vücuttaki enerji merkezlerinin renklerle ilgili olduğunu, renk terapisinde; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, turkuaz, lacivert ve morun kullanıldığını söylüyor.
Kırmızı mesela insanın kendini daha enerjik ve harekete hazır hissetmesini sağlıyor. Heyecanı ve hareketi seven bu rengi seçiyor.
Turkuaz, dikkat çekici. Bu rengi seçmişseniz insanlara "açık bir iç dünyanız olduğu mesajı" veriyorsunuz. (Başbakan Recep Tayip Erdoğan da 'turkuaz' tercihiyle bu mesajı vermiş olmasın?!) Beyaz için 'temizlik ve sağlık' diyorlar, ayrıca "tarafsızlık" ifadesiymiş. (Ecevit'in "Ak" tercihini düşündüm birden) Yeşil için bir şey söylemeli mi bilmiyorum?!
Dinlendirici, yatıştırıcı, dengeleyici özelliğinden bahsederler bu renk için… Yeşil, ayrıca "duygu düzeyinde yükseklik, örf ve adetlere bağlılık" göstergesiymiş.

***

Velhasıl Türk kültüründe renk çok şey ifade ediyor. Bir şey söylenecekse ilk yazılı kaynaklardan günümüze epey kitap karıştırmak gerekiyor. Türkler bu anlamda çok zengin kaynaklara sahip. Yok, karıştıramam derseniz giyim kuşamdan muhtelif eşyalara kadar kullanılan renklere bakacaksınız. Türkler yönlerini bile renklerle belirlemişlerdir. Kuzeyi kara, güneyi kızıl ya da al, doğuyu gök, batıyı ak renkle göstermişiz. Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz, Akköy, Gökyazı gibi çevremiz bir yığın renkli isimlendirmelerle dolu, öyle değil mi?!


gazete

13 Kasım 2013 Çarşamba

Başkenti yönetmek?!..

Ahmet TEZCAN

Başkenti yönetmek?!..

14.11.2013

"Türkiye yönetilmez, idare edilir" sözü Demirel'in vecizelerinden biri olarak ağızlarda dolaşır. Söylemiş mi söylememiş mi bilemem ama, çok derin ve çok şey anlatan bir söz gerçekten. Bir ülkeyi bir kenti hele Başkenti yönetmek o kadar da kolay bir iş olmasa gerek? İhtiyar, çoluk çocuk, hasta, sağlam orada yaşayan binlerce insan.. Düşünebiliyor musunuz, her gün o insanların elektriği, suyu olacak, fırınları çalışacak, çöpü alınacak, evlerine, işlerine, okullarına ulaşacaklar?
Hayatın "olmazsa olmazları" olan tüm bu işler hiç aksamadan her gün sürecek, sürdürülecek. Sürdürülemediğinde de illaki bir SORUMLUSU veya bir SORUMSUZU mutlaka olacak. Ben belediye başkanı olsam herhalde kafayı yerim, uykularım kaçar.
***
Mahalli seçimler yaklaşırken bu yükün altına girmeye çalışan yüzlerce insan görüyorum ve cesaretlerini kutluyorum.
Parti merkezleri de bir yandan seçim bölgelerini mercek altına alıyor, bir yandan da "Kim nereyi yönetecek, seçime kiminle gitsek kazanırız, mevcut başkanla tamam mı devam mı?" gibi sorulara cevap arıyor. Oluşturulan komiteler kamuoyu yoklamaları ve temayül sonuçlarını değerlendirmeye başladı.
Aday adayları da aynı hızla kulis çalışmalarına başladılar.
***
Ben Ankara'yı düşünüyorum.
Ankara
bugün, sadece Türkiye'nin başşehri değil, dünyanın merakla takip ettiği koca bir metropol.
Ankara
, bir yanıyla hem bir Avrupa başkenti, "Cumhuriyetin Başkenti" sıfatıyla da modern bir tarih, kültür ve medeniyet şehridir.
Kim ne derse desin Ankara'ya nefes aldırmak, "başkent" vasfını güçlendirmek ve çehresini değiştirmek için çok yoğun gayret sarf edilmektedir. Buna katkı verenler teşekkürü hak eder ve karşılığını da alırlar.
***
Sadece bir Başkent değil Ankara..
2023 vizyonuyla çok daha büyük ve çok önemli bir kent olacağı muhakkak.. Termal sağlık, turizm, savunma sanayi ve kentsel dönüşüm projeleriyle Ankara yepyeni bir kimlik kazanacak. Hızlı trenler ve otoyollarla tüm yurda daha sıkı ve seri olarak bağlanacak olan Başkentin, bu kesişme noktasında insanlarını sorunsuzca ağırlayıp uğurlaması kolay değildir.
Bizden sadece hatırlatması..

gazete

6 Kasım 2013 Çarşamba

Başkent'te golf..

Ahmet TEZCAN

Başkent'te golf..

7.11.2013

Tiger Woods Asya'dan Avrupa'ya vuruşunu gerçekleştirip milyonları ekrana mıhlayınca dedim ki, GOLF konusunu mutlaka gündeme almalıyım! Nede olsa bu sporla geçmişte bizim de ilgilenmişliğimiz var!
Önce başörtülü milletvekilleri sonra öğrenci evleriyle ilgili spekülâsyonlar.. Dünyada en hızlı gündem eskitmekten ülkemizle ne kadar övünsek azdır! Ben bu konuya girmeyeceğim ama özel yurtların gözden ırak tutulmamasını da söylemeden geçmeyeceğim.
***
Ülkemizde HİÇ'e yakın bir tanınmışlığı vardır golf sporunun, 'seçkinler içindir' desek yanlış söylemiş olmayız.. Özal'lı yıllardı, Yücel Seçkiner'di spor bakanı ve Antalya'daki bir golf turnuvasına katılmıştık. Petekli, beyaz topa ilk kez dokunmuştum. Turnuvanın gerçekleştirildiği otelde meraklılarına ve acemilere 'akademi' adıyla golf kursu da veriyorlardı. Biz bu akademide "uzaktan seyir" aşamasını tamamlayıp sonra en müsait anda golf sopasını tutmuş olanlardanız.
Gerilme ve vurma hareketlerine aşinalığımız var. Neticede topsuz denemelerimiz başarıyla gerçekleşmiş, vuruşlarımız asla 'fiyasko' olmayıp "fena değil.." olarak yorumlanmıştır. Ancak 9 çukura kaç vuruşla topu sokabileceğim sorulursa, buna bir günün yetmeyeceğini cesurca söyleyebilirim!
***
Şaka bire yana ülkemiz golf sporuna çok da yabancı değildir. İstanbul Golf, dünyanın en eski kulüplerindendir. Atatürk'ün de golf sporuna meraklı olduğu ve oynadığı söylenmektedir.
Sahaya da atıyla gelirmiş. Ankara'da golf kulübü İstanbul'dan tam 100 yıl sonra kuruldu. Ahlatlıbel'de faaliyet gösteren golfçuların en büyük hayali Başkent'e bir golf sahası kazandırabilmek. Bunun için yoğun çağrı ve çabaları var. Ancak Ankara Golf Kulübü'nün öncelikle bu sporu bizim insanımıza tanıtıp sevdirmesi lazım. Sopası nasıl tutulur, nasıl topa vurulur, ünlü golfçu Tiger Woods'un Boğaziçi atışı gibi güneşli bir Pazar günü uygun ortamlarda sembolik atışlar yaptırmaları, meraklı gençlere torba taşıtmaları gerekir. Aksi halde herkesin hafızasında golf, zengin sporu olarak kalacaktır. Woods bu işten servet yaptı, bizim için ise seyirlik bile değil. Sopasından arka cepte sallanacak eldivenine kadar takımına dolar cinsinden büyük paraların ödendiği bu spor dalının önce tabana indirilme yolları aranmalı.

gazete

30 Ekim 2013 Çarşamba

90. yılda torunlarla

Ahmet TEZCAN

90. yılda torunlarla

31.10.2013

Cumhuriyetimizin 90 ncı yılını bu sene ben Panora AVM'de torunlarımla kutladım. Cumhuriyet Bandosu'nun -"Ulusalcı" demiyorum- milli ruhu yüksek mini repertuarını birlikte izledik. Ellerimizde al bayraklarımızla kadın-çocuk, genç-yaşlı marşları şarkıları hep birlikte söyledik.
Çarşı yöneticileri özel günlerde bunu hep yapıyor, 30 Ağustos'ta da Zafer kutlamalarına minik bir konserle katkıda bulunmuşlardı.
***
Üç yaşını dolduran ikizlerin de babaları gibi müziğe ilgileri çok yüksek.. Daha önce de Mehteranı yine torunlarla Âlâ Yaşam Merkezindeki bir konserinde izlemiştik, büyük ilgilerini çekmişti, dede-torun çok keyif almıştık. Bakarsınız Panora yöneticileri mehteranı da bir gün çarşıya davet ederler. Cumhuriyet Bandosu gibi Mehteran konserini de zevkle izleriz. Üstelik Panora AVM'nin "Çarşı meydanı" diyebileceğimiz, zemininde dev Piri Reis haritası bulunan alana Mehteran da çok yakışır. Çoğu yabancı ve emsallerine göre profili yüksek Panora müşterisi Mehteranı da ilgiyle izleyeceklerdir.
***
Bakıyorum Cumhuriyet'e bir saldırı varmış gibi bir savunma içinde olanlar var. Özellikle de kendilerini "ulusalcı" olarak niteleyen kesim gözü dönmüş gibiler.. Cumhuriyet ve Atatürk savunucusu yalnızca kendileri ve "ötekiler"in Cumhuriyet ve Atatürk taraftarlığını da zinhar kabul etmiyorlar.
Böyle bir şey olabilir mi? Taraftarımız artıyor diye sevinileceği yerde kendilerinden başka hiç kimsenin Atatürk sevgisi ve Cumhuriyet taraftarlığı sahici bulunmuyor.
Sayıları az da olsa bu anlayışa söylenecek söz yok.. Zaten söyletmiyor ve hemen reddediyorlar.
Yok böyle bir şey! Tedavisi gerekir diye düşünüyorum böylesi anlayışın!
Şunu kesinkes ve samimiyetle ifade edeyim; Cumhuriyetle kimsenin bir sorunu yok, Atatürk ile de.. Fakat gel gör ki adamların esas gayesi maraza çıkarmak.. Çünkü ülke yönetimi onların elinden çıktı. Eskisi gibi borularını öttüremiyorlar. "Ağzı çorba kokuyor, köylü" diye aşağıladıkları insanlar şimdi her alanda başarılı. Dolayısıyla hazımsızlıklarını REJİM MÜCADELESİ olarak sunuyorlar.
Bunun için de Bayrağımız dâhil, "Cumhuriyet, Demokrasi, Halk, Anadolu" gibi kavramları, kurumları, söylemleri fütursuzca kullanıyorlar.
Ne yaparsa yapsınlar geçti o dönem, statükoya dönüş yok, eski hal muhal..

gazete