11 Aralık 2013 Çarşamba

Duyu eksikliği ve alçaklık

Ahmet TEZCAN

Duyu eksikliği ve alçaklık

12.12.2013

İnsan, beş duyu üzerinedir; duyacaksın, göreceksin, dokunacaksın, koklayacaksın ve tat alacaksın. Biri noksan oldu mu hayatı "büsbütün" yaşamak zorlaşıyor...
Hiç görmeyen, hiç duymayanlara da güzel Allah'ım başkaca yetiler geliştirmek suretiyle hayatlarını tamamlıyor. Birçok görmeyenin kulağı müthiş oluyor mesela... Kâni Karaca, Aşık Veysel, Stevie Wonder gibi birçok ünlü sanatçı var.
Görmüyorlar mı acaba?! Ama var olmaya devam ediyorlar, ne mutlu.
***
Duymamak da bir kusur olarak işitme cihazları ile bir ölçüde giderilebiliyor. Hiç işitmeseler de onların duymazlıkları "duymak istemeyenler"in sınırına erişemiyor en azından, gözleriyle, elleriyle duyuyorlar!
Koku ve tat alma duygusu da öyle...
Ya bir rahatsızlık sonucu ya da doğuştan olmayabiliyor. Bundan ötesi de var muhakkak; "altıncı his" diyoruz ona da, eskiler "hissi kablel vuku" derlerdi yani ÖNSEZİ... Belki yedinci, sekizinci daha nice melekeler var, biz bilmiyoruz.
Çünkü "ruh hali" onlar ve o hissiyata haiz olabilmek "gönül temizliği"gerekiyor herhalde?!
Allah insanı kamil manada tastamam yarattı ve "EŞREF" seviyesine yükseltti.
Aşağıların aşağısına inince ki o seviyeye "belhüm adal" yani hayvanın da aşağısı deniyor ve o derekeye insan kendi isteği, kendi davranışları ve kendi halleriyle iniyor.
Günümüzde böylesi niceleri var, makamları yüksek ve fakat -üniformalılar alınmasın- rütbeleri alçak.
Burada insana tanınmış çok müthiş bir yelpaze var düşünenler için...
Meleklerin de üzerinde yeriniz olsun ve fakat inmeye görsün insan, hayvan seviyesinden de aşağılık ve alçak olabiliyor. Allah o derekeye düşmekten bizleri korusun. (Dereke malum iniş için bir ifade; dereke dereke inilir, derece derece çıkılır. Bu arada dokunmadığımız sürece hiçbir hayvanın durup dururken hayvanlık edeceğini hiç düşünmem, onlarınkisi zaten " alçaklık" da değildir ayrıca!)
***
Bunları hangi olay sonrası kim için(!) yazdım hatırlayamıyorum ama illaki birinin davranışıdır ilham veren ve her cemiyetten böyleleri çıkar. Onlardan korunmak için "tevekkel talâllah" diyerek evden çıkıp; cahillikten, sapmaktan saptırmaktan ve hürmetsizlikten Allah'a sığınıyoruz.
Evet, beş duyudan birinden mahrum olmak bir tarafa, bir de rahat nefes alamamak var. Sayısını Allah biliyor ama ben yıllardır kemik eğriliği yahut sebep ne ise burnumdan rahat nefes alamıyordum.
Dün bunun için bir işlemden geçtim. Bir enjeksiyonla yataktan aldılar sonra aynı yatakta burnumda tamponla uyandığımı hatırlıyorum. Medicana'dan Opr. Dr.
Onur Çetin
yaptı ameliyatı, ona ve ekibine teşekkürler, inşallah bundan sonra rahatlayacağım.

gazete

4 Aralık 2013 Çarşamba

Biz yöneteceğiz

Ahmet TEZCAN

Biz yöneteceğiz

5.12.2013

Şimdiye kadar şunu söyleyen oldu mu bilmiyorum ama ben açıkça söylemekten geri durmayacağım. Azeri lider İlham Aliyev'in Cumhurbaşkanı seçildikten sonraki ilk resmi ziyaretini yaptığı Türkiye'de, iki kardeş ülkenin imza koyduğu anlaşmalar ve TANAP yani "Trans Anadolu Gaz Boru Hattı Projesi"… Ardından barış adına Diyarbakır'daki kucaklaşma, Ortadoğu'nun en verimli petrol sahalarına bir adım daha yaklaşma girişimi ve savunma sanayi üzerine çalışılan projeler… Türkiye 5-6 yıldır BATI tarafından çok yakından takip edilmektedir.
***
Buralar kime göre "ORTA", kime göre "DOĞU"dur hiç düşündünüz mü? Buralara ORTADOĞU adını verenler şimdilerde çok ciddi rahatsızlık içindedirler. Kendi yaptıkları haritaları masaya yayıp elleri çenelerinde "ne yapar ne ederiz" diye inanın çok düşünmektedirler.
Bir yığın plan geliştiriyorlar. "Otoriter, diktatör, dinci" diye suçlayıp vatandaşa her an endişe ve kaygı üfürecek medya ve medya mensubu bulmak da çok zor değil bu topraklarda.
Muhalefet "oyun hamuru" onlar için; eğip bükmek lider tayin etmekte hiç zorlanmıyorlar maalesef. İstanbul'u ah bir koparsalar, iktidarın elini kırmak değil, kolunu omuzdan koparmış olurlar, böyle düşünüyorlar. Bütün çabaları da zaten o yönde… İçeridekiler, dışarıdakiler elbirliği ile İstanbul'u almaya çalışıyorlar. Recep Tayyip Erdoğan değil belki ama, iktidar partisi mensupları bunun farkında mı, doğrusu şüphe içindeyim!
O zaman İstanbul'u bir kere daha fethetmek gerekecek. Ancak günümüzde bir Fatih, bir Akşemsettin bulunabilir mi acaba?!
***
Onların istediği bu; "yönetimin gücü kırılsın her kafadan bir ses çıksın." Seçimler yaklaşırken sesler de çıkmaya başladı zaten. Dershane meselesi de öyle… Bir akşam aniden ve kasten ortaya çıkmışçasına köpürtülmesini neye bağlıyorsunuz?
Madem bu memlekette "yaygın, etkin, derin" (?) özellikleri olan bir camia var, iktidarla da aynı dili konuşuyor, o halde onu da kullanıp yönetimin gücünü bir ölçüde kırmaya çalışırsınız. Bunu başka kim tezgahlayabilir? Şunu bilin ki o tezgah da işe yaramayacak ve bu millet kendini yönetmeyi başaracak.

gazete

27 Kasım 2013 Çarşamba

Bu ülke, Türkiye

Ahmet TEZCAN

Bu ülke, Türkiye

28.11.2013

Ülke çok kritik bir evreden geçiyor.
Eline kalemi alan, kendisine mikrofon uzatılan herkes bunu söylüyor; "KRİTİK EVRE"… Kimin için, ne için kritikse bunu net olarak izah eden pek yok. Ama ben söyleyeyim. Türkiye Cumhuriyeti Devleti öyle bir coğrafyada ki, "kritik" olmayan bir zaman dilimi hiç yok gibi. Bu durum her an için geçerlidir bizim ülkemizde. "BU ÜLKE" diye ağzını doldura doldura söze başlayanlar, ekmeğini yiyip suyunu içtikleri ülkemize, Türkiye'ye, işaret ederken bile haksızlık göstermektedirler.

***

Şunun çok iyi bilinmesi ve anlaşılması lazım: Dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 70'i bizim mahalleden, bu topraklara komşu ülkelerden sağlanıyorsa işaret edilen o "kritik" durum, Türkiye için her an vakidir. Ortadoğu-Hazar petrol ve gazını düzenli olarak transfer etmek, trafiğini yönetmek ve üzerinden rant elde etmekten asla vazgeçmeyecek olan BATI, bu mahallede bizi asla rahat bırakmaz ve elinden geleni de ardına koymaz. Burası ne Uruguay ne Andora...
21 milyon
kilometrekarelik bir coğrafyayı 7 asır yönetmiş bir millet oturuyor bu topraklarda. Terk ettiği topraklarda -entrikanın her türüyle- 64 ayrı devlet kurulmuşken, bizi rahat bırakacaklarını mı sanıyorsun?

***

Petrol ve gaz üreten ülke halklarının başından bela neden eksik olmuyor? Londra, Paris, Washington huzur içinde(!) otururken, toprağından petrol ve değerli maden fışkıran ülkeler neden yoksulluk içinde kıvranıyorlar? Savaş, bu ülke halklarının kaderi midir?
Hepimizi birbirimize düşürüp, herkes birbirini gırtlaklasın isterler, sonra da "milli değer" adına yeraltında ve yer üstünde ne varsa sömürsünler istismar etsinler. Bunu hep denediler, bir ölçüde başardılar da... En büyük yardımcıları da "İÇİ-
MİZDEYDİ",
ağzını "Bu ülke" diye açıp Türkiye'ye zehir kusanlardı.
Artık o dönemler geride kaldı. Şimdi KENDİ ÇAĞINA EMİN ADIMLARLA YÜRÜYEN bir başka TÜRKİYE var.

gazete

20 Kasım 2013 Çarşamba

Türkler'de renkler

Ahmet TEZCAN

Türkler'de renkler

21.11.2013

Başbakanlık binasının önünde yolluk olarak kullanılan halının değiştirilmesi başlı başına haber oldu gazetelerde. Eski halının kırmızı oluşu, yenilenen halının tercihinde TURKUAZ rengin seçilmiş olması muhtelif yorumlara yol açtı.
Haksız da değiller.
Madem turkuaz gündem oluşturdu bu konuda iki kelam etmek güne, gündeme denk düşecek.

***

Her kültürde renkler, farklı anlamlar taşımaktadır. Türkler'de de eski çağlardan beri renklere farklı anlamlar yüklenmiştir. Etnolojik, sosyolojik, mitolojik bakımdan renklere hangi yönden bakılsa bir şey söylenir.
Şimdi çiçekçiye gidip "çiçek" deseniz ne için diye soracaktır. Aşktan meşkten bahsederseniz "kırmızı" diyecek, gülden bahsedecektir. Yetinmez, gülün beyazı, sarısı için ayrı ayrı şeyler söylerler.
Yok "karanfil" deseniz yine pembesi, beyazı her rengi için söylenecek söz mutlaka vardır.
Renklerin tedavi edici olduğuna bile inanılır. Bu konularla çok ilgili olduğunu bildiğimiz Prof. Dr. Ahmet Maranki, vücuttaki enerji merkezlerinin renklerle ilgili olduğunu, renk terapisinde; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, turkuaz, lacivert ve morun kullanıldığını söylüyor.
Kırmızı mesela insanın kendini daha enerjik ve harekete hazır hissetmesini sağlıyor. Heyecanı ve hareketi seven bu rengi seçiyor.
Turkuaz, dikkat çekici. Bu rengi seçmişseniz insanlara "açık bir iç dünyanız olduğu mesajı" veriyorsunuz. (Başbakan Recep Tayip Erdoğan da 'turkuaz' tercihiyle bu mesajı vermiş olmasın?!) Beyaz için 'temizlik ve sağlık' diyorlar, ayrıca "tarafsızlık" ifadesiymiş. (Ecevit'in "Ak" tercihini düşündüm birden) Yeşil için bir şey söylemeli mi bilmiyorum?!
Dinlendirici, yatıştırıcı, dengeleyici özelliğinden bahsederler bu renk için… Yeşil, ayrıca "duygu düzeyinde yükseklik, örf ve adetlere bağlılık" göstergesiymiş.

***

Velhasıl Türk kültüründe renk çok şey ifade ediyor. Bir şey söylenecekse ilk yazılı kaynaklardan günümüze epey kitap karıştırmak gerekiyor. Türkler bu anlamda çok zengin kaynaklara sahip. Yok, karıştıramam derseniz giyim kuşamdan muhtelif eşyalara kadar kullanılan renklere bakacaksınız. Türkler yönlerini bile renklerle belirlemişlerdir. Kuzeyi kara, güneyi kızıl ya da al, doğuyu gök, batıyı ak renkle göstermişiz. Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz, Akköy, Gökyazı gibi çevremiz bir yığın renkli isimlendirmelerle dolu, öyle değil mi?!


gazete

13 Kasım 2013 Çarşamba

Başkenti yönetmek?!..

Ahmet TEZCAN

Başkenti yönetmek?!..

14.11.2013

"Türkiye yönetilmez, idare edilir" sözü Demirel'in vecizelerinden biri olarak ağızlarda dolaşır. Söylemiş mi söylememiş mi bilemem ama, çok derin ve çok şey anlatan bir söz gerçekten. Bir ülkeyi bir kenti hele Başkenti yönetmek o kadar da kolay bir iş olmasa gerek? İhtiyar, çoluk çocuk, hasta, sağlam orada yaşayan binlerce insan.. Düşünebiliyor musunuz, her gün o insanların elektriği, suyu olacak, fırınları çalışacak, çöpü alınacak, evlerine, işlerine, okullarına ulaşacaklar?
Hayatın "olmazsa olmazları" olan tüm bu işler hiç aksamadan her gün sürecek, sürdürülecek. Sürdürülemediğinde de illaki bir SORUMLUSU veya bir SORUMSUZU mutlaka olacak. Ben belediye başkanı olsam herhalde kafayı yerim, uykularım kaçar.
***
Mahalli seçimler yaklaşırken bu yükün altına girmeye çalışan yüzlerce insan görüyorum ve cesaretlerini kutluyorum.
Parti merkezleri de bir yandan seçim bölgelerini mercek altına alıyor, bir yandan da "Kim nereyi yönetecek, seçime kiminle gitsek kazanırız, mevcut başkanla tamam mı devam mı?" gibi sorulara cevap arıyor. Oluşturulan komiteler kamuoyu yoklamaları ve temayül sonuçlarını değerlendirmeye başladı.
Aday adayları da aynı hızla kulis çalışmalarına başladılar.
***
Ben Ankara'yı düşünüyorum.
Ankara
bugün, sadece Türkiye'nin başşehri değil, dünyanın merakla takip ettiği koca bir metropol.
Ankara
, bir yanıyla hem bir Avrupa başkenti, "Cumhuriyetin Başkenti" sıfatıyla da modern bir tarih, kültür ve medeniyet şehridir.
Kim ne derse desin Ankara'ya nefes aldırmak, "başkent" vasfını güçlendirmek ve çehresini değiştirmek için çok yoğun gayret sarf edilmektedir. Buna katkı verenler teşekkürü hak eder ve karşılığını da alırlar.
***
Sadece bir Başkent değil Ankara..
2023 vizyonuyla çok daha büyük ve çok önemli bir kent olacağı muhakkak.. Termal sağlık, turizm, savunma sanayi ve kentsel dönüşüm projeleriyle Ankara yepyeni bir kimlik kazanacak. Hızlı trenler ve otoyollarla tüm yurda daha sıkı ve seri olarak bağlanacak olan Başkentin, bu kesişme noktasında insanlarını sorunsuzca ağırlayıp uğurlaması kolay değildir.
Bizden sadece hatırlatması..

gazete

6 Kasım 2013 Çarşamba

Başkent'te golf..

Ahmet TEZCAN

Başkent'te golf..

7.11.2013

Tiger Woods Asya'dan Avrupa'ya vuruşunu gerçekleştirip milyonları ekrana mıhlayınca dedim ki, GOLF konusunu mutlaka gündeme almalıyım! Nede olsa bu sporla geçmişte bizim de ilgilenmişliğimiz var!
Önce başörtülü milletvekilleri sonra öğrenci evleriyle ilgili spekülâsyonlar.. Dünyada en hızlı gündem eskitmekten ülkemizle ne kadar övünsek azdır! Ben bu konuya girmeyeceğim ama özel yurtların gözden ırak tutulmamasını da söylemeden geçmeyeceğim.
***
Ülkemizde HİÇ'e yakın bir tanınmışlığı vardır golf sporunun, 'seçkinler içindir' desek yanlış söylemiş olmayız.. Özal'lı yıllardı, Yücel Seçkiner'di spor bakanı ve Antalya'daki bir golf turnuvasına katılmıştık. Petekli, beyaz topa ilk kez dokunmuştum. Turnuvanın gerçekleştirildiği otelde meraklılarına ve acemilere 'akademi' adıyla golf kursu da veriyorlardı. Biz bu akademide "uzaktan seyir" aşamasını tamamlayıp sonra en müsait anda golf sopasını tutmuş olanlardanız.
Gerilme ve vurma hareketlerine aşinalığımız var. Neticede topsuz denemelerimiz başarıyla gerçekleşmiş, vuruşlarımız asla 'fiyasko' olmayıp "fena değil.." olarak yorumlanmıştır. Ancak 9 çukura kaç vuruşla topu sokabileceğim sorulursa, buna bir günün yetmeyeceğini cesurca söyleyebilirim!
***
Şaka bire yana ülkemiz golf sporuna çok da yabancı değildir. İstanbul Golf, dünyanın en eski kulüplerindendir. Atatürk'ün de golf sporuna meraklı olduğu ve oynadığı söylenmektedir.
Sahaya da atıyla gelirmiş. Ankara'da golf kulübü İstanbul'dan tam 100 yıl sonra kuruldu. Ahlatlıbel'de faaliyet gösteren golfçuların en büyük hayali Başkent'e bir golf sahası kazandırabilmek. Bunun için yoğun çağrı ve çabaları var. Ancak Ankara Golf Kulübü'nün öncelikle bu sporu bizim insanımıza tanıtıp sevdirmesi lazım. Sopası nasıl tutulur, nasıl topa vurulur, ünlü golfçu Tiger Woods'un Boğaziçi atışı gibi güneşli bir Pazar günü uygun ortamlarda sembolik atışlar yaptırmaları, meraklı gençlere torba taşıtmaları gerekir. Aksi halde herkesin hafızasında golf, zengin sporu olarak kalacaktır. Woods bu işten servet yaptı, bizim için ise seyirlik bile değil. Sopasından arka cepte sallanacak eldivenine kadar takımına dolar cinsinden büyük paraların ödendiği bu spor dalının önce tabana indirilme yolları aranmalı.

gazete

30 Ekim 2013 Çarşamba

90. yılda torunlarla

Ahmet TEZCAN

90. yılda torunlarla

31.10.2013

Cumhuriyetimizin 90 ncı yılını bu sene ben Panora AVM'de torunlarımla kutladım. Cumhuriyet Bandosu'nun -"Ulusalcı" demiyorum- milli ruhu yüksek mini repertuarını birlikte izledik. Ellerimizde al bayraklarımızla kadın-çocuk, genç-yaşlı marşları şarkıları hep birlikte söyledik.
Çarşı yöneticileri özel günlerde bunu hep yapıyor, 30 Ağustos'ta da Zafer kutlamalarına minik bir konserle katkıda bulunmuşlardı.
***
Üç yaşını dolduran ikizlerin de babaları gibi müziğe ilgileri çok yüksek.. Daha önce de Mehteranı yine torunlarla Âlâ Yaşam Merkezindeki bir konserinde izlemiştik, büyük ilgilerini çekmişti, dede-torun çok keyif almıştık. Bakarsınız Panora yöneticileri mehteranı da bir gün çarşıya davet ederler. Cumhuriyet Bandosu gibi Mehteran konserini de zevkle izleriz. Üstelik Panora AVM'nin "Çarşı meydanı" diyebileceğimiz, zemininde dev Piri Reis haritası bulunan alana Mehteran da çok yakışır. Çoğu yabancı ve emsallerine göre profili yüksek Panora müşterisi Mehteranı da ilgiyle izleyeceklerdir.
***
Bakıyorum Cumhuriyet'e bir saldırı varmış gibi bir savunma içinde olanlar var. Özellikle de kendilerini "ulusalcı" olarak niteleyen kesim gözü dönmüş gibiler.. Cumhuriyet ve Atatürk savunucusu yalnızca kendileri ve "ötekiler"in Cumhuriyet ve Atatürk taraftarlığını da zinhar kabul etmiyorlar.
Böyle bir şey olabilir mi? Taraftarımız artıyor diye sevinileceği yerde kendilerinden başka hiç kimsenin Atatürk sevgisi ve Cumhuriyet taraftarlığı sahici bulunmuyor.
Sayıları az da olsa bu anlayışa söylenecek söz yok.. Zaten söyletmiyor ve hemen reddediyorlar.
Yok böyle bir şey! Tedavisi gerekir diye düşünüyorum böylesi anlayışın!
Şunu kesinkes ve samimiyetle ifade edeyim; Cumhuriyetle kimsenin bir sorunu yok, Atatürk ile de.. Fakat gel gör ki adamların esas gayesi maraza çıkarmak.. Çünkü ülke yönetimi onların elinden çıktı. Eskisi gibi borularını öttüremiyorlar. "Ağzı çorba kokuyor, köylü" diye aşağıladıkları insanlar şimdi her alanda başarılı. Dolayısıyla hazımsızlıklarını REJİM MÜCADELESİ olarak sunuyorlar.
Bunun için de Bayrağımız dâhil, "Cumhuriyet, Demokrasi, Halk, Anadolu" gibi kavramları, kurumları, söylemleri fütursuzca kullanıyorlar.
Ne yaparsa yapsınlar geçti o dönem, statükoya dönüş yok, eski hal muhal..

gazete

24 Ekim 2013 Perşembe

Yağ kimin ekmeğine?

Ahmet TEZCAN

Yağ kimin ekmeğine?

24.10.2013

Açın dünya haritasını önünüze ve dikkatle inceleyin. Bizim ülkemiz jeolojik olduğu kadar ideolojik ve de ekonomik bakımdan çok doğurgan, çok sıkışık ve çok zor bir coğrafyada yer almaktadır. Uzak doğusu yahut batısı, dünyanın hiçbir noktasında bizim coğrafyamızın özelliklerini göremezsiniz. Bu toprakların cennet ya da cinnet coğrafyasına dönüşmesi için gerekli her tür malzeme her zaman elde edilebilir. Konfor ya da bunalım bu topraklar ikisini de üretme kabiliyetine sahiptir. Çok iddialı şeyler mi söylüyorum?
***
Kudüs, Mekke-
Medine, Tahran, Moskova, Brüksel...
Siz bu merkezlere Atina, Vatikan, Roma'yı da ilave edebilirsiniz; Bizim coğrafyamız bu merkezlerin ortasındadır, kuş uçuşu iki, iki buçuk saattir bu mesafe...
Bütün dünyanın bu merkezlere en az bir sebeple yoğun ilgisi bulunmaktadır.
Kaldı ki dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 70'inin bizim coğrafyamızdan, adeta kucağımızdan dünyaya pazarlandığı düşünüldüğünde başkaca sebep aramanın gereği de bulunmamaktadır.
Hele de Türkiye'nin, 21 milyon kilometrekarelik bu coğrafyayı-ki içinden 64 ayrı devlet doğmuştur- 6.5 asır yönetmiş bir medeniyetin mirasçısı olduğu düşünüldüğünde yaşanan sorunların derinlik, etkinlik ve yaygınlık kabiliyeti kolayca görülebilmektedir.
***
Tüm bu nedenlerle 100-150 senedir bu coğrafyada bir istikrar tutturamadığımızı söylersek yanlış olmaz. Biz yönetiyor gibi göründük ama işin aslı öyle değildi. Başka bir el daima vardı.
Yakın siyasi tarihimize bakınca; dinimize, milliyetimize, sermayemize, çalışanımıza birer parti kurdurulup siyaseti rekabetten rezalete dönüştürerek bu memleketin insanlarını bölük bölük böldüler, birbirine düşürdüler. Biz kavga ederken de ONLAR işlerini yürüttüler.
Bu ONLAR çok önemli...
Dünyayı asırlardır bazı aileler yönetiyor. Firavunlar gitti bu aileler onların yerini aldı. Dolayısıyla ONLAR, dünyanın her köşesinde kendilerine yakın ailelere her türden imkânı sağlayarak istedikleri coğrafyada istedikleri şeyleri elde ettiler. Bu ilelebed sürsün istiyorlar. Gözünüzü açıp birbirinizle kucaklaşınca korkuya kapılıyorlar.
Kendi kendinizi yönetmenizi, kendi imkânlarınızı kullanmanızı istemiyorlar. Daima kavga edip birbirinizle uğraşırsanız onların ekmeğine yağ sürmüş oluyorsunuz, olan bitenin yorumu bu kadar basit.

gazete

17 Ekim 2013 Perşembe

İki ip meselesi…

Ahmet TEZCAN

İki ip meselesi…

17.10.2013

Eskiden kocaman evlerde neneyle dedeyle kocaman hayatlar yaşanırdı. Evlerimiz kocaman ve müstakildi ama hayatların tam da öyle olduğu söylenemezdi. Aile büyüklerinin belirlediği yerleşik alışkanlıkların yaşananlar üzerinde etkisi vardı ve önemliydi.
Devletin yaşlı nüfusa teşvik paketi hazırlaması boşuna değil. Yaşlı nüfus sosyal ortama çekilmeye ve aile bağları güçlendirilmeye çalışılıyor.
Böylelikle dedeler ve nineler daha aktif hale gelecek. Gençlerin onlara nereye kadar tahammül edecekleri hesapta yok! Onlara da belki "tahammül primi" öngörülüyordur kim bilir?
***

Lafı Kurban Bayramı'na getireceğim de dolaştırıp duruyorum. Şimdi kurbanlık hayvanı görmeden, ona dokunmadan sipariş üzerine bir bakıma "tele-bayram" ediliyor da ona yanıyorum. Bir telefon, bedeli bankaya yatıyor kendimizi de tatile atıyoruz. Ne kurban var ne fakir! Kurban ve Bayram üzerine asırlar içinde oluşan ve yaşanan gelenekler de böylece tarih oluyor. Aslında güne zamana kurban bizzat kendimiziz.
Dolayısıyla günümüzün nesli, hayatı tatbiki olarak öğrenmekten uzak kalıyor. Ters gibi görünüyor ama kurbanlık hayvanı görmek sevmek, ona şefkatle muamele edip okşamak, suyu, yemi ile uğraşmak başlı başına bir terapi. Bundan yoksun kalınca insanlar sokakta kedi köpek arıyor, beslemek sahiplenmek adına.. Onların aç susuz kalmamaları için hayvan barınakları açılıyor, kavgalar veriliyor, kampanyalar düzenleniyor. Neden? Çünkü insanın kendinden başka diğer canlılarla teması, onlarla uğraşması bir ihtiyaç ve hayatın gereği. Kurbanın etini kanını göreceksin, dokunacaksın, can verirken çırpınıp seğrilmesini hissedeceksin. Hissedeceksin ki hayatın içinde en ufak bir tartışmada insan canına kıymayasın. Maç uğruna adam bıçaklayıp palayla dolaşmayasın.. Düğünde dernekte tabancayla tüfekle magandalaşıp masum hayatları söndürmeyesin.
Testereyle adam doğramayasın. Yalnız bu mu? Hayvanın neresinden ne elde edildiğini, temel bir besin maddesi olan etin, sakadatın ne olduğu, dolayısıyla ne yediğini, neresinden yediğini ve nasıl beslendiğini gazeteden öğrenmeyeceksin.
Hayat böyle dinle, inançla, örf ve ananelerle kendi içinden öğreniliyor. Büyükleri saymayı küçükleri sevmeyi "AND" la değil, böyle günlerde göstereceksin.
Sabah erkenden uyanıp işe koyulmanın sağlığı, dinçliği, kazancı nasıl öğrenilecek?! Gençler baklava, börek, sarma dolma türünden yemekler yapmayı, "fast-food" la beslenmemeyi, evliliğe hazırlanmayı, olgunluğu, sorumluluğu, tahammül etmeyi, hayatı birbirine dar etmemeyi, dolayısıyla bir yılı bile doldurmadan bazen 6 aylık bir çocukla boşanmamayı nereden bilecekler, nasıl öğrenecekler? Erkekler, kadınlar torunlar dahil çocuklar tüm aile bireyleri, halalar dayılar tüm toplum; kurbandı, bayramdı, sünnet, düğün asırlardır birbirleriyle yaşamayı, dayanışmayı, izzet ve ikramı nasıl yaşattılar, nasıl öğrendiler, büyük büyük devletler kurup yönettiler?
***

İşte, bayram da bitiyor tatil de.. Haftaya hacılar dönüyor, annemiz babamız akrabalarımız.. Kasım'ın dördü hicri yılbaşı, Muharrem ayı giriyor, aşûreler kaynayacak oruçlar tutulacak, toplumun harcı olan gelenekler yaşanacak yaşatılacak alevisi sünnisi Kürdü, Türkü, Müslim gayrımüslimiyle.. Arefeden bir gün önce bir düğündeydim.
Her kesimden insanlar vardı. Düğün ortamı işte malum.. Çiftetelli'den halaya, roman havasından Kafkas danslarına kadar ne varsa ud, saz, davul, zurna, tulum, akordeon eşliğinde çalındı, söylendi, oynandı. Bir Meksika şarkısı olan "Besame mucho" dahil her havaya insanlar uydu. Sonunda "Ankara'nın bağları"yla işi bağladık.
Demem o ki insanlar kafası ve gönlü ile birbirinin havasına ayak uyduruyorsa hayatına da uyar uydurur ve asla yadırganmaz. Bu toprakların çocukları ayırarak, ayrıştırarak, bölerek değil, birleştirip bütünleşerek ve büyüterek imparatorluklar kurdular ve asırlarca hükmettiler. Hz. Mevlâna, Bir ip iğneye kolay geçer diyor, iki ipi iğneye geçirmek için bükmek bükülmek gerektiğini söylüyor.

gazete

10 Ekim 2013 Perşembe

Sanal bayramlar..

Ahmet TEZCAN

Sanal bayramlar..

10.10.2013

Haftaya Kurban Bayramı… Kim kurban, kim neye kurban? Çağın dayatılan şartları milli bayramlar gibi dini bayramların da hızla içini boşaltıyor.
Büyük şehirlerde zaten bayram değil, BAYRAM TATİLİ bir süredir… Bir fırsat atıyoruz kendimizi zamanın, şartları kucağına, bir o yana bir bu yana çalkanıp duruyoruz.
Bir çok şey gibi bir süre sonra kurbanı da sanal âlemde halledersek şaşmayın. Kart numaranızı verir gereken meblağı ödedikten sonra ekranda kurbanlık bir koyun ile bir bıçak belirir.. TEKBİR getirmeniz gerekmez(!), o zaten cümle halinde ekranın üstünden "Allahüekber Allahüekber, lailahe illallahü vallahü ekber, Allahüekber velillahil hamd" şeklinde akacaktır. İsterseniz kurbanlık koyunun "mee.." sesini de efekt olarak duyabilirsiniz. Ve bıçağı çalarsınız kurbanın boğazına, görsel olarak kan da akıtırlar ve size eliniz açıp amin demek kalır ekrandan yükselecek kayıtlı duaya..
Ne dersiniz, tatmin edici olur mu? Kansız, kurbansız sanal bir bayram.
***
Siz öyle sanın.
Belediye otobüsünden indim az önce kimse kimsenin yüzüne bakmadı, kimseye merhaba demedi.
Biz kendimizi değiştirmez isek bizi kimsenin değiştirmeyeceğini biliyoruz. Öyleyse kime kurban niye bu bayram telaşı? Eskiden bir annem vardı, gidip mutlaka ellerini öpüyor, hiç olmazsa bayram ziyaretini yerine getirmiş oluyordum, şimdi o da yok.. Ailenin en büyüğü nüfus kayıtlarına göre benim ama, büyüklük artık nüfus kaydına göre değil, sahip olunanlara göre ölçülüyor ne yazık!
***
Günümüz insanı haksız da değil. Şehir şartlarına mahkûmuz. Apartmanın arka bahçesinde geleneklere uygun olarak kurban kesmeye kalkışsam komşuların nasıl tepki vereceklerini kestiremem.
Yer bulunsa, eline bıçağı alıp kesecek adam yok. Hepimiz modernleştik(!).
Kesim yerinde bıçak kurbanın boğazına vurulurken herkes birbirinin ardına saklanıyor. Çığlık atıp ayılıp bayılanlara dahi rastlamış olmalısınız.
***
Ruhu olmadığı gibi pratiği de yok artık. Yüzüp eti kemiğinden ayırmak maharet .. Bayramda hastanelerin acil servisleri tam zamanlı çalışıyor. Bayramda her yerde kendini veya elini doğrayanları izliyoruz ekranlardan.
O zaman telefonla, bir bankaya ya da bir yardım kurumu hesabına parayı yatırıp kurban mükellefiyetini ifa etmek en kolay yol oluyor. Çok isterseniz, kurban da olsa bayramda eti kasaptan satın alıp yiyeceksiniz. Yakında kasabalara köylere kadar bu usulün yaygınlaşması muhtemeldir.
Dünya hem değişiyor, hem de bizi değiştiriyor.

gazete

3 Ekim 2013 Perşembe

Camiler Haftası

Ahmet TEZCAN

Camiler Haftası

3.10.2013

Bu hafta Camiler ve Din Görevlileri Haftası, ben de hemen sözümün başında muhataplarının kutluyor ve camilerdeki cemaatlerin artmasını diliyorum.
Bu camiye cemaate ve de Diyanete dair hafta meğer 1986 yılından beri kutlanırmış, ben Diyanetin kuruluşundan bu yana bu etkinliğin yapıldığını sanıyordum.
Bu kutlamalar genellikle camiyle sınırlı kalır. Hocaefendiler Cuma Hutbesi'nde camiden, cemaatten, camilerin komşulara komşuların da camiye ihtiyacından söz ederler.
Bir manada kutlamalar vaaz nasihat ile geçer, çok olsa bir de mevlid okutulur o kadar.
İnşaatı yarım kalmış mahalle camileri varsa, Ramazan ve Bayramda da inşaat tamamlanamamışsa camiler haftasından yararlanmak istenir, yine sergiler açılır ve vatandaşın desteğine başvurulur.
***
Zaten bizim memlekette camiler büyük çoğunlukla vatandaş desteğiyle yapılmıştır.
Devletin yaptığı cami sayısı çok azdır benim bildiğim. "Yok benim vergilerimle her tarafı camilerle doldurdunuz" teraneleriyle bağırıp çağıranlar doğruyu söylemiyor. Onların sayısı da çok fazla değil aslında, onların aklının tabanında dine düşmanlık yatar, küçük ve müfrit bir azınlıktılar ama sesleri çok çıkar. Her zaman da camiye cemaate, diyanete dair kızacak bir şey bulurlar.
***
Benim inancım camiyle, cemaatle haşır neşir olmak hocalarla filan bir yere kadardır.
Esasen camiye ancak davetle girilir çıkılır. Evet, ezan da bir davettir ama esas yüreklere yapılan davet olmadan camiye giremezsiniz. Ya hocaya ya müezzine kızarsınız ve camiden uzaklaşırsınız.
Hemen "Camiye kim davet edecek, camiye de davetle mi gidilirmiş?" demeyin. Camiye, cemaate içiniz ısıtılmazsa dikey olarak oraya hayatta adımınızı atmazsınız. İstediği kadar hocalar "5 vakit namaz mü'mine farzdır" diye söylesinler.
Hocalar da söyledikleriyle kalır siz de ancak cumadan cumaya veya bayramdan bayrama yahut bir cenaze münasebetiyle camiye gidersiniz, bu böyledir.
Ha, hocaların hiç mi kabahati olmaz, bunu da söyleyemem. Bazıları vardır ki diyanet memurudur,"İmam yahut cami hocası" olarak adı geçse de o sadece memurdur, cemaat toplayamadığı gibi var olan cemaatini de dağıtır. Biz bu işlerin daha çok gönül işi olduğunu biliriz. Vermemişse Mabud ne yapsın Mahmud? Son olarak ilgililere bir şey sormak istiyorum. Kocatepe, Ankara'nın en büyük ve en muhteşem camiidir. Allah aşkına buradaki inşaatlar ne zaman bitecek ve 1 milyon sarfedilerek yaptırılan engelli asansörü ne zaman çalışacak?

gazete