5 Eylül 2013 Perşembe

Yaşanabilir kentler!

Ahmet TEZCAN

Yaşanabilir kentler!

5.9.2013

Birkaç gün önce bir araştırma kuruluşu (The Economist Intelligent Unit) "Dünyanın en yaşanabilir şehirleri" ile ilgili bir araştırma yayınladı.
Çeşitli kriterler gözetilerek yapılan araştırmanın sonuçları geçen hafta açıklandı.
Açıklamaya göre dünyanın en yaşanabilir kenti neresi biliyor musunuz?
Melbourne… Orası da neresiymiş demeyin...
Melbourne denen yer, dünyanın dibi, yeryüzünün en güney ucunda bir Avustralya kenti. Her bakımdan yaşanabilir mutlu bir hayat sürmek isteyenlerin tercih edecekleri en birinci kentmiş Melbourne…
***

Dünyanın en yaşanabilir kenti araştırmasını birkaç yıldır takip ediyorum, Melbourne, üç yıldır birinciliği kaptırmıyor.
Yüzde 97.5 oy oranıyla birinci seçilen Melbourne'ü yüzde 97.4 ile Avusturya'nın başkenti Viyana izliyor. Viyana geçen yılın da ikincisiydi. Kanada kentleri Vancouver, Toronto ve Calgary yaşanabilir kentler listesinde üst sıralarda yer alıyor.
Araştırmayı yayınlayanlar, bu "yaşanabilirlik" durumunu belirlerken, hayat şartlarına, suç oranlarına, sağlık hizmetlerine, siyasi istikrara, sosyal ve kültürel etkinliklere, çevre, eğitim ve altyapı gibi 30 ayrı kriterin göz önünde bulundurulduğunu ifade ediyorlar.
İlk 10'da bizden bir şehir yok. Viyana dışında başka bir Avrupa kenti de yok.
Ama bu araştırmada bir bakıma "Dünya'nın en çekilmez kentleri" listesinin hemen hemen tamamı Müslüman ülke şehirlerinden oluşturulmuş. "Nal toplayan kentler" diyebileceğimiz sonuncu sıralardaki bu şehirler şöyle sıralanıyor: Tahran (İran), Duala (Kamerun), Trablus (Libya), Karaçi (Pakistan), Cezayir (Cezayir), Harare (Zimbabve), Lagos (Nijerya), Dakka (Bangladeş) ve Şam (Suriye).
***

İyi ki bunlar arasından bizim kentlerden biri yok diye teselli buluyoruz. Ancak şunu da söylemeden geçemiyorum. Bu araştırmayı yapan The Economist Intelligent Unit adlı kuruluş da ülkelerin ekonomik durumlarını derecelendiren "sıfırcı hocalar" gibi.. Değerlendirmelerinin tamamen objektif olduğu söylenemez.
Şimdiye kadar hiçbir konuda Türkiye için "işler yolunda gidiyor" dediklerine hiç şahit olmadık. Dolayısıyla işlerine geldiği gibi sonuç çıkarıyorlar. Belki birileri onlara öyle yapmalarını söylüyor kim bilir?!

gazete

29 Ağustos 2013 Perşembe

Cinnet coğrafyası

Ahmet TEZCAN

Cinnet coğrafyası

29.8.2013

Gazeteci olarak bulunuyorduk, 80'li yıllardı Amerikalı bir diplomatın bizlere "çok kötü bir mahallede oturuyorsunuz" demesini hiç unutamıyorum. Gerçekten öyle bir coğrafya tutmuşuz ki adeta 'cinnet coğrafyası'... Mustafa Kemal de bunu gördü ve huzurun yalnızca 'yurtta sulh cihanda sulh' olduğuna hükmetti. Hükümetin 'sıfır sorun' politikası da bundan başka bir şey değil zaten...
Peki, bu nasıl sağlanacak?
Dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 65'inin sağlandığı bir coğrafyada sizi rahat bırakırlar mı? Darbeye 'darbe' diyemeyip katliamı da 'katliam' olarak telaffuz dahi edemeyen Batı, bir yolunu bulup enerji ihtiyacını sağlayacak. Bunun için gerektiğinde dikta rejimleri kuracak, krallar, firavunlar, diktatörler ortaya çıkarıp halkını sömürmelerine göz yumacak, işine gelmediğinde de 'insan hakkı, demokrasi' adına onları devirip yenilerine fırsat verecek. Libya'nın bir günlük geliri 150 milyon dolar civarındaydı. Kaddafi bu geliri nasıl kullandı dünyanın malumu. Libya karıştığında güya günlerce ele geçirilemedi. Sonra bir kovukta bulunup linç edildi. Eşi Safiye, çocukları Ayşe, Hanibal ve Muhammed Umman'da yaşadıklarına dair haberler yapılıyor. Ele geçirilemediği günlerde kim ne dümen çeviriyordu, milyarlarca dolarlık şahsi servetine ne olmuştu? Yoksa hiçbir hak iddia etmemek şartıyla aile bireylerinin hayatları bağışlanıp geçinebilecek miktarda bir gelirle ülkelerinden uzakta bir hayata mahkum mu edilmişlerdi? Saddam Hüseyin için de benzer iddialar ortaya atıldı. Oğulları Uday ve Kusay öldürüldükten sonra karısı Sacide ve kızları güvenli bir yere kaçırılmıştı. Saddam'ın yine milyarlarca doları bulan ve Batı bankalarında muhafaza edilen kişisel servetine ne olmuştu? Ailesinin hayatlarına karşılık el mi değiştirmişti, kimin eline geçmişti?
Bu kirli işler ve ilişkiler ileride bir bir muhakkak ortaya çıkacak. Çünkü gerçekler uzun müddet kapalı kalamazlar.
Masumların kanından elde edilen hiçbir servetin kimseye yararı olmaz. Batı dediğimiz medeniyetin(!) de hiçbir ölçüsü, kaygısı en önemlisi vicdanı olmadığı da böylece ortaya çıkıyor.

gazete

22 Ağustos 2013 Perşembe

İsimler ve olaylar

Ahmet TEZCAN

İsimler ve olaylar

22.8.2013

İngiltere'de bebeklere en çok Muhammed ismi verildiği haberi vardı geçenlerde gazetelerde… Bakmışlar, üst üste üç yıl ülke genelinde Muhammed ismi birinci ilk sırada, çok şaşırmışlar.
İkinci sıradaki Harry... İngiltere prensinden olsa gerek.
Üçüncü sırada ise Oliver ismi bebeklere en çok konulan isim olmuş. Başkent Londra'da bile Muhammed ismi ilk sırayı almış. Ondan sonrakiler Daniel, Alexander vs...
Gazetenin yazdığına göre Birleşik Krallık'ta yaşayan Müslüman sayısı yaklaşık 3 milyon civarındaymış.
***

Haberi okuyunca acaba bizde bebeklere en çok hangi isim verildiğini merak ettim.
İnternette her şey var. "İsmididikle" diye sırf bu konuyu istatistikleyen bir site de var. Türkiye'de ailelerin erkek çocuklarına en çok Mehmet, kız çocuklarına ise Fatma adını verdikleri bizzat İçişleri Bakanı tarafından açıklanmıştı. İkinci sırada da Ayşe ve Mustafa geliyordu… İdris Naim Şahin'di o zaman bakan ve resmi açıklamaya göre 2 milyon 639 bin 891 erkek çocuğa Mehmet, 2 milyon 513 bin 365 kız çocuğuna ise Fatma ismi verilmişti o yıl. Bir soru önergesi üzerine bakanlık bu açıklamayı yapmıştı hatırladığım kadarıyla... MERNİS adı verilen veri tabanı ile birlikte 2000'den itibaren "nüfusa kayıtlı olunan yer" bazında isim istatistikleri düzenli olarak tutulabiliyor.
Hatta o açıklamada ilginç bir bilgi daha vardı. "Adres Kayıt Sistemi'nin hizmete girdiği 2007'den bu yana 266 bebeğe Büyükşehir Belediye Başkanı'nın adı yani MELİH ismi konmuş. Seneye de Mursi isimli bebeklerin olacağını bekliyorum, isimler olaylar çok önemli.
İnternette de isimlerle meşgul bir site var; adı İSMİ DİDİKLE… Ben de kendi ismimi merak ettim. Buna göre AHMET adı Türkiye'de en çok kullanılan 4. isim.. 2. Ali, 3. Mustafa, 4. Ahmet, 5. Murat ve 6. da Hakan... Ülkemizde yaklaşık her 56 kişiden birinin adı AHMET imiş, bu ismin yaygınlık oranı da binde 18'e yakın.
Daha bir sürü hesaplama var. Mesela ülkemizde 1 milyon 364 bin 664 kişi benim ismimi taşıyormuş. Sanmıyorum bence Ahmet ismi bu sayıdan fazladır.
Velhasıl isim önemli insanların hayatını bile etkiliyor. Psikiyatra oğlundan yakınan bir hanıma uzmanın sorduğu soruyu unutmuyorum. Çocuk çok sinirliymiş, kızıp bağırıyormuş, adının VOLKAN olduğu söylenince 'Daha ne bekliyorsun?' dedi doktor.

gazete

15 Ağustos 2013 Perşembe

Kanınız kurtaracak…

Ahmet TEZCAN

Kanınız kurtaracak…

15.8.2013

Dün ABD büyükelçiliğinin önünde Çevik Gücü görünce aha dedim, adamın dediği çıktı, 'sokaklar ısınacak' dedi, sonbaharı bile beklemediler..
Meğer sokaktaki hareketlilik içeriden değil dışarıdanmış. Kahire'deki katliamı ve ABD'nin sessizliğini protesto ediyormuş vatandaş..
Mısır meydanları yanarken ne yapmalı neyi yazmalıydım Ankara'dan?!
Anız yahut binicilik kulübündeki saman balyası yangınları kimi ilgilendirirdi?
Bozuk et operasyonu, aspir hasadı veya Kale'den Kule'den bahsetmenin sırası mı şimdi?

***

Büyük Firavun Amon Ra veya Osiris, hadi bilemediniz Ramses'in piramitler sessiz sedasız Mahşeri beklediklerini mi sanıyorsunuz?
Onların mezarları orada ama zulümleri 3 bin yıl sonra ahfadınca yaşatılıyor.
Dün Adeviye Meydanında binlerce insanın ölümüne ve on binlerin yaralanmasına yol açan son katliamı Firavun Birinci Sisi'den bilmek ahmaklık olur.
O zavallı bir kukla. Mansur, Baradey veya Başbakan Beblavi de öteki kuklalar.
Esas KUKLACILAR'a bakmak lazım. Firavunların en zalimleri Batı başkentlerinde oturuyor.
Firavun ruhlu demokrat(!) başkanlar, başbakanlar var şimdi.
Zulmün ve katliamın sahibi Sisi gözükmeyecekti de kim olacaktı? ABD Başkanı Obama, Alman Merkel, Fransız Hollande, İngiliz Cameron yahut sempatik Kraliçe Elizabeth Mısır'da katliam yapıyor mu diyecekti dünya?
Bir şey söyleyeyim mi?
Zulümle abad olunmadığı tarihte yüzlerce kez ispatlanmıştır. Kan dökerek kimse bir şey kazanamaz. Bu zalimler daha kaç insanı, kaç kadın ve çocuğu öldürebilirler ki?
Mısır'ın nüfusu 80 Milyon.. Sadece Kahire'de 17 milyon insan yaşıyor. Bunlar EN katil ve zalim olsalar, kan banyosu yapsalar 100 bin insan öldüremezler. ESET aylardır uçağı, topu, tüfeğiyle uğraşıyor ancak o kadar masum kanı dökebildi Suriye'de. Dudaklarında insan hakkı ve demokrasi teraneleriyle Batı başkentlerinde oturanlar da o kadar aptal olamazlar.

***

Onların esas dertleri TÜRKİYE.. 'Mursi orada kalırsa Doğu Akdeniz de Türkiye'ye kalır. Batı'nın enerji ihtiyacının yüzde 65'ini karşılayan bölgeyi, yani tüm Ortadoğu'yu hattâ Afrika'yı Türkiye'ye terk etmiş oluruz. Bunu yapamayız' dediler ve kan dökmeyi göze aldılar. Başaramayacaklar, DELİKANLI değil, ELİ KANLI olarak tarihe geçecekler. Ne demişti Akif Çanakkale şühedası için? "Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i / Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Mısır'da, Suriye'de öteki İslam beldelerinde de on binlerce masumun kanlarıyla TEVHİD kurulacak, kurtarılacak bundan emin olun.

gazete

8 Ağustos 2013 Perşembe

Nice bayramlara..

Ahmet TEZCAN

Nice bayramlara..

8.8.2013

Sayılı gün tez geçer derler, işte bir Ramazan'ı da böylece uğurluyoruz, seneye nasıl bir Ramazana ve zamana yelken açacağımızı Allah bilir. Aslında Ramazanlar, bayramlar değil gelip geçen, tüketmekte olduğumuz ömürlerdir fark etmeden.
Tüketici olduktan sonra insanoğluna ne dayanır? Her şeyin sahibi olmak isterken elden kayıp gitmekte olan bir şey var bunu zamanla anlıyoruz.
Ne diyordu Hasan Basri? "Ömür dediğin üç gündür / Dün geldi geçti, yarınsa meçhuldür / O halde ömür dediğin bir gündür / O da bugündür." O halde bugünü iyi değerlendirmek, paylaşmak ve anlamlı kılmaktır esas olan.

***

Bizim ikizlerin doğum günüydü dün.
Dedelerinden beş gün sonraya raslıyor onlarınki..
Ağustosta doğduk hepimiz Aslan olduk böylece, Allah encamını hayır eyleye..
Torunlara hediye seçme telaşı yaşarken Kocatepe'deki kitap fuarında buldum kendimi, bu sene 32 nci yılıymış. Yazar, yayıncı ve okuyucuyu buluşturma amacında olan fuar Kur'an ve ilahi yayınlarıyla doğal olarak Ramazan havasında..
Bir keresinde Aziz Nesin'in bu fuarlardan birini dolaşırken "Meğer 'amme cüzü'nden başka yayınlar da yapıyorlarmış" diyerek dini yayın zenginliği karşısında hayretini gizleyememiş ünlü yazar.
Pek çok yayınevi stand açmış, Diyanet ile Vakfı bermutad yerini almış. Türk Dil ve Tarih kurumları ile Kültür Bakanlığı yoktu bu sene. Oysa çok değerli çok ucuz yayınları vardı, fuara renk katarlardı.

***


450 lira etiketli, deri kaplı, altın işlemeli Mushafı görünce eskilere gittim. Vaktiyle Bağdat Kütüphanesinde el yazması telif eserler ağırlığınca altınla ödüllendirildiğinden zarif ve hafif malzeme kullanılırmış. Zamanla usul değişmiş, çünkü ağır çeksin diye kitaplar camız derisiyle kaplanır olmuş. Ben de ikizlere deri kaplı olmayanından iki tane Kur'an-ı Kerim aldım doğum günü hediyesi olarak, içine de "Özünüz Kur'an olsun, sözünüz Kur'an olsun Fatihası da benim olsun" diye yazdım. İnşallah okudukları günleri de görürüm.
Bu sene biz Ramazan bayramını üç nesil bir arada geçireceğiz. Herkesin de mutlu bir bayram geçirmesi dileğiyle Ankara'nın Türkiye'nin ve bütün Müslümanların bayramını kutluyorum.

gazete

1 Ağustos 2013 Perşembe

Çankırı'da tarih

Ahmet TEZCAN

Çankırı'da tarih

1.8.2013

Bir Ramazan daha sona yaklaştı, Cumartesi de KADİR GECESİ, şimdiden herkesin kandilini kutluyorum.
Oruç hicretten 1.5 yıl sonra farz kılınmıştı, demek ki 1390'ncı Ramazanı da geride bırakıyoruz. Yüce Rabbim12 aydan birini yükseltti 'sultan'lık makamına eriştirdi, içine de belki ömrümüzü aydınlatacak kandili yerleştirdi. Kutlu kılınan bu müstesna an hürmetine belki dualarımız makbul olacak. En azından biz öyle umuyoruz.
Allah Tealâ bizlere bir fırsat lütfediyor, inşallah Ramazanı da, O AN'ı da gereğince değerlendir- miş oluruz.
Bu sene Ankara yayla havasında bir Ramazan yaşıyor. Meteoroloji bundan sonraki günler için kavurucu sıcaklardan bahsettiğine göre bu serinliği belki oruçlunun hürmetine yaşıyoruz kim bilir?!
***
Başkent Ramazanı yine rutin davetlerle geçerken bir günlüğüne Çankırı kaçamağı benim için çok sürpriz oldu.
Bir taziye ziyareti dolayısıyla ilk kez gördüğüm Çankırı beni çok şaşırttı. Şimdiye kadar Çankırı denildiğinde Ankara'nın arkasında 'ilçe irisi bir il' olarak düşünüyordum, yanılmışım. Selçuklu'ya uzanan derin tarihi, coğrafyası ve ekonomik potansiyeli ile Çankırı Anadolu'nun ortasında küçük ama çok önemli bir yerleşim merkezi. Sultan Alparslan'ın Anadolu'yu fethettiği önemli komutanlarından Emir Karatekin'in vilayeti. Üniversiteye de adını vermişler yaşatıyorlar.
Selçuklunun başkentinden geldiğimiz halde Çankırı hakkında malumatımız olduğu pek söylenemezdi. Belediye Başkanı İrfan Dinç'in sayesinde gezdik gördük ve bilgisizliğimizi yeter ölçüde giderdik diyebilirim. Çankırı Milletvekilleri İdris Şahin ve Hüseyin Filiz'i de taziye evinde gördük konuştuk.
***
Çankırı Araştırmaları Merkezi'nden öncelikle ve mutlaka bahsetmeliyim. İrfan Başkan 30 bin belgenin gün ışığına çıkarılmayı beklediğini söyledi. Bir belge gördüm, Kuş Evleri ile ilgili en eski vakfiye olduğunu öğrendim. Bunlar bizim medeniyetimizi oluşturan unsurlardır. Çankırı araştırmaları üniversitenin cevval elemanlarını bekliyor.
Yıkılmaya yüz tutmuş Hazımiye ve Çivitçioğlu medreseleri belediyece restore ettirilerek yeniden kazanılmış ve kültür merkezine dönüştürülmüş. Geleneksel sanatlar ve Çankırı'nın ünlü kaya tuzu eserleri sergileniyor.
***
Alaca Mescit'te teravih kılıp Hazımiye'de tasavvuf müziği eşliğinde çaylarımızı yudumladık. Muhteşem manzaralı Kale'nin esintisine kendimizi bırakıp Çankırılılarla yarenlik ettik.
Başkan Dinç Çankırı'yı şantiyeye çevirmiş, şehir içindeki sıkıntıyı sordum, "bir şey kalmadı" diyor, kısa sürede giderileceğini söylüyor. Çok parlak planları var başkanın, kenti hızla dönüştürüyor, yalnız zamana ihtiyacı var. Yolunuz düşerse Çankırı'nın 'samırsaklı et' inden yemeden dönmeyin.

gazete

25 Temmuz 2013 Perşembe

Aklıselim, sağduyu

Ahmet TEZCAN

Aklıselim, sağduyu

25.7.2013

Kin ve nefretten beslenerek barış ve kardeşlik tesis edemezsiniz.
Savaşlarla çözülemeyen ihtilafların sağduyuyla, aklıselimle kolayca çözüldüğüne tarih şahittir. İmparatorluklar kurup çeşitli din, dil, gelenek, görenekten insanları bunca farklılıklarına rağmen bir arada yaşatma maharetini gösterdik. Bunda aklıselimin, sağduyunun rolü büyük olmuştur.
Asırlarca bizi millet olarak tarih sahnesinde tutan sihirli güç bu duygudur. Bilgisayar 'ÇİP'i gibi bu duyguyu Yüce Rabbim içimize yerleştirmiş midir yoksa sonradan mı edinilir bu duygu bilemiyorum. Ama şunu biliyorum ki bizim halkımızın sağduyusu güçlüdür.

***

Uzun bir zamandır şehit cenazeleri gelmiyor, evlere evlat ateşi düşmüyor. Bu sevinilecek bir durum. Doğulusu batılısı bunun önemini kavramış gözüküyor.
Kimsenin bir hıyanete düştüğü filan yok. Aklıselim bunu gerektirdi. Sabırla beklemek gerekiyor. Sırf resim vermek ve kafaları bulandırmak için mevzi birkaç yerde girişilen eylemler sürecin sonuçsuz kaldığının göstergesi olamaz.
Ayağımıza bağ olan derin sorunların bir bir çözüm yoluna girdiği görülüyor. Etrafımız ateş çemberi, katliamlar, siyasi bunalımlar, ekonomik krizlerle çevrili bir coğrafyadayız. Eskiler 'teenni' derlerdi şimdi biz "sağduyu" diyoruz bu duyguyu asla kaybetmemeliyiz. İçeride dışarıda her türlü harekette teenni ile hareket etmekte fayda var.
Öfkeyle kalkan zararla oturur tecrübeye dayanan ünlü deyiş olarak dilimize yerleşmiştir. Terbiye sistemimizin büyükleri hep şunu telkin etmişlerdir; öfke ile akıl aynı ortamda bulunmaz, öfke hakim olursa akıl uzaklaşmış demektir. Gezi Parkı olayları öfkenin nasıl sonuçlar doğurabileceğinin en canlı göstergesidir. Derin odakların malzemesi olmak da cabası.

***

Çok değerli bir coğrafyada oturuyorsanız çok dikkatli olmak zorundasınız. Konuşmalara, beyanlara, kullanılan üsluba her bakımdan dikkat gerekmektedir. En evvel siyasiler buna dikkat etmek durumundadır. Sadece iktidar sahipleri için değil bütün kesimler için geçerlidir bu durum. Herkesin ağzından çıkanı kulağı duyacak. Bir söylerken kırk yutkunmak, lafın nereye gideceğini bilmek durumundayız. Sosyal medyada, internet haberlerinin dibine düşülen mesajlardaki üsluptan derin endişeye düşüyorum. Sebep sonuç ilişkisi, söyleyene bakarken söyleteni de bu arada görmek durumundayız.

gazete

18 Temmuz 2013 Perşembe

Hayatın satır araları

Ahmet TEZCAN

Hayatın satır araları

18.7.2013

Modern veya çağdaş, Doğulu veya Batılı erkek veya dişi.
Bunların hepsi insana sonradan giydirilen vasıflar.
Bir kurgu olarak var olan bu 'modern' insandan gayrı bir insan daha var:
Mekân ve zamanın farklılaştıramadığı ihtiyaçlarda buluşan, aşk ve ölüm gibi konularda benzeşen..." Prof. Mahmud Erol Kılıç son kitabında böyle söylüyor. Hayatın Satır Araları adlı buğusu üstündeki kitabının bir de alt başlığı var: Modern Zamanda Kendini Bulmak
***

Ünlü yazar, edebiyatçı, şair Hilmi Yavuz, kitabın sunuş yazısında Mahmud Erol Kılıç ile dostluğunu anlatırken, bu diyor "irfandan kök alan" bir dostluk. ve arkadaşlığını da. "Sırtımı dayayabileceğim taş gibi bir arkadaş" cümleleriyle ifade etmiş.
Sunuşun son cümlesinde Hilmi Yavuz, bu kitap diyor, hayatın satır araları olmaktan çıkmış hayatın kendisi olmuş..
***

Çoktandır bir kitap tanıtım yazısı yazmıyordum.
Son olarak ünlü İtalyan yazar Leo Buscaglia'yı "Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek" adlı eseriyle bu köşeye taşımış ve özellikle de öğretmenlere hararetle tavsiye etmiş, Milli Eğitim Bakanı'na da bir mesaj göndermiştim. Şimdi bakan değişti ve ben hâlâ ısrarlıyım, Sayın Bakan Nabi Avcı'nın bir tören sırasında camiaya bu kitabı tavsiye etmesini yararlı bulurum.
Yukarıda bahsi geçen Hayatın Satır Araları'nı da aynı şekilde bilhassa eğitim bilimiyle uğraşanlar ve tıp adamları için mutlaka tavsiye ediyorum.
***

"Bizim de yakından tanıdığımız, dostumuz, ahbabımız Erol hoca, tam adı ve unvanıyla Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, 'Kendini Bulmak' başlığıyla hemen ilk bölümde; kaybolan denge ve çağdaş insanı masaya yatırıyor.
İnsanın maddi - manevi olmak üzere yatay ve dikey iki tarihinin mevcut bulunduğunu, dikey yani 'enfüsi tarih'in insanın manevi tekâmülüne, yatay yani 'afaki tarih'in doğumdan ölüme vesikalık bir fotoğraf gösterdiğine işaret ederken insanın 'İÇ'ten eğitimini ele alıyor.
Modernizmin 'sahip olduğun kadar varsın' deyişiyle her şeye sahip olmaya çalışan insanın sonunda hayatın dışına itilişine dikkat çekiyor. Hayatın Satır Araları, sureti, sireti, aşkı, aileyi, vecdi, vücudu velhasıl insanın içine yolculuğunu esas alan ve önemseyenler için müthiş lezzetli bir kitap olmuş, Sufi Kitap'tan çıkmış, 168 sayfa, tam Ramazanlık… Bir değil 2 tane alın biri en sevdiğinize olsun, Hoca'nın ihtiyacı yok, ihtiyaç içinde olan bizleriz ama neye ihtiyacımız olduğunu bilmeyiz.

gazete

11 Temmuz 2013 Perşembe

Ramazanlar, özel zamanlar

Ahmet TEZCAN

Ramazanlar, özel zamanlar

11.7.2013

Derler ki; gün içinde sabah ve akşam vaktinin özel anlamı vardır.
Diyeceksiniz ki hangi sabah, hangi akşam? Saatin 10.00'u, sabah namazını eda edip işine başlamış marangoz ustası için çok geç..
Ama aynı saatte kepenk kaldırmakta olan esnaf da var.
Bizim söylediğimiz marangoz ustasının sabahı.
Günün ilk ışıklarının aydınlanmaya başladığı, "fecir vakti" dediğimiz günün en körpe anıdır.
Yüce Kudret'in bize en yakın olduğu anlar.
Akşam da öyle.
Akşamcının değil, solan ışıklarıyla günün tüm eşya ve manzarayla vedalaştığı andır.
Yani ne tam aydınlık ne de karanlık, alacakaranlık.
***
Hz. Mevlâna fecir vaktini insanın yaratılış anı olarak değerlendirir. Hamuru kırk gün yoğrulduktan sonra, Yaratıcımızın kendinden ruh üflediği bu varlık tüm varlıkların en şereflisidir. "OL" dedi mi olduran bir kudrete zorluk mu var, yok elbette. Ama Pîr-i Mevlâna hamurumuzun 40 gün yoğrulmasını ne zor bir varlık olduğumuza yormaktadır.
İnsanın dikkatini insana çekmektedir.
Aksi halde "eşref-i mahluk" nasıl olunur?
Şerefte melaikeden yüce, aksi halde hayvandan aşağılık bir varlık insan?!
Akşam vaktinin müstesna oluşu da; bir süreliğine bize lütfedilen dünya hayatının günün sonunda geri alınacağı, kıyametin akşam saatinde kopacağına bağlanmaktadır.
Neyse, çok derin meseleler bunlar ama düşünmeye değer.
***
"Cum'a" saati de saklanmış, seçilmiş, işaret edilmiş özel zamanlardır. Hele ayların sultanı Ramazan ise daha özel.. İyi değerlendirilmesi gerekir. "Nasıl yani?" demeden, milletvekilinden, genel müdürden, rektörden beklenen o anda O'ndan istenmelidir. Bakarsın "eşref saati"dir, anında kabul görür ve hülyalar gerçek olur. Yalnız ne istendiği iyi bilinmeli, 'EGO'yu tatmin için bir şey istememeli 'hayırlısı' denmeli. "On bir ayın sultanı" Ramazan'ın her günü müstesnadır.. Bilen, inanan için kutlu anlardır. Uydurulmuş, gereksiz anlam yüklenmiş sıradan günler asla değildir.
Kitapların anası Kur'an-Kerîm'in, böyle anlara, "zaman içinde zaman, mekân içinde mekan"lara bizzat dikkat çektiğini görüyoruz.
Yüce Yaratıcı'nın hem insana hem "o an"a iltifatıdır.
Nasıl ki Kabe, "Nazargâh-ı İlahi" olmuş Allah'ın nazar ettiği mekân olarak "mübarek belde" unvanını kazanmış..
Öyle olmasa Hz. Adem'den bu yana insanlar o mekânın etrafında dönüp dururlar mı?!
İçinde putlar varken de Kâbe tavaf edilmiş.
Tavafın çırılçıplak, alkış ve ıslıklarla yapıldığı zamanlar olmuş. (Cenaze alkışlama o günlerden kalma) İHRAM, yani "içinde hiç günah işlenmemiş giysiler" sonradan adet olmuş.
İnsan işte, çözülmesi zor. Bir o yana bir bu yana savrulmuş durmuşuz.

gazete

4 Temmuz 2013 Perşembe

Şehir ve sembol

Ahmet TEZCAN

Şehir ve sembol

4.7.2013

Gezi olaylarında Ankara en sarsıcı anları yaşadı. Belediye hala o kalkışmanın şehirdeki izlerini silmeye çalışıyor.
Neyse bizim üzerinde durduğumuz o değil. İnsanlar, yaşadıkları şehirleri bir şeylere benzetmekten hoşlanıyorlar.
Biz de yıllardır Ankara'nın sembolü keçi mi olsun, Hitit Kurs'u ya da Atakule, yok yok Ankara Kalesi en iyisi filan diye tartışır dururuz.
Hatta bir ara kavga sebebi bile oldu. Atakule'li- minareli tabelaları kırdılar sokaklardaki flamaları yırttılar.
Gezi olayları sırasında da o semboller özellikle hedef alınmış.
Kırdılar, döktüler gittiler. İyi halt ettiler diyesi geliyor insanın.
***
Yalnız herkes bizim gibi bu tartışmaları "ideolojik kavga" haline getirmiyor, hayatı renkli kılmayı arzu ediyor, anlamlandırmak istiyorlar.
Mesela İspanya'nın "boğa" sına inat Barselona'nın simgesi "eşek" miş. Barselona'yı gezen turistler; "Neden eşek?" diye sorunca bölge halkı Katalanlar, hemen "Bütün ülkenin yükünü biz çekiyoruz da ondan" diyorlarmış.
Gerçekten bizim şehirler içinde böyle simgesel çekişmeler var mıdır bilmem, ancak hangi şehir neyle simgelendirilir karar vermek için oranın tarihine, geleneğine bakmak lazım. Önceliklerini ve özelliklerini iyi tanımak gerekiyor.
***
Siz ne tasarlarsanız tasarlayın günümüzde yönetici ve yatırımcı kriterleri, şehirlerde aradığımız estetiğe her zaman bir engel oluşturabilmektedir.
Başkentin deniz özlemini gideren Gençlik Parkı'nı, şehrin betonlaşmasını, yanlış yapılanma ve yanlış aydınlatmayı yazacaktım, söz başka yöne aktı. Sökülen kaldırımların döşenmesini yakılan tahrip edilen toplu taşıma araçlarının yerine yenilerinin konulmasını trafik lambalarının tamirini bekliyoruz.
Biz de Melih Gökçek'in kulaklarını çınlatıyoruz.
Bunlar vatandaşın lafı.
Şehir şehir olmaktan çıkar, şehir insanı gerçekten ŞEHİRLİ gibi davranmadıktan sonra simgesinin ne bir anlamı olur mu?
Estetikten artık vazgeçtik, şehirde yaşamanın bunaltıcılığını her gün hep beraber yaşıyoruz.
Ramazan geliyor, belki bir sükûnet bulabiliriz. Ne de olsa seçilmiş, içine "eşref saati" saklanmış özel zamanlardır, yararlanmayı bilirsek.
Hepinizin Ramazanını kutluyor hayırlar diliyorum.

gazete

27 Haziran 2013 Perşembe

Sokaktan siyaset çıkmaz

Ahmet TEZCAN

Sokaktan siyaset çıkmaz

27.6.2013

DOĞRUDAN demokrasi, halkın egemenliğini bizzat ve doğrudan kullandığı bir demokrasi türüydü. Bu türde halkın halk tarafından yönetilmesi esastı.
Siyasi kararlar çoğunluk esasına göre, vatandaşın oy çokluğu ile doğrudan doğruya şehir halkı tarafından alınıyordu, adı da "doğrudan demokrasi" idi.
Şehir devletler döneminin bu yönetim biçimi asırlar öncesinde kaldı. Kararlar artık TEMSİ-
Lİ DEMOKRASİ ile, halkın seçtiği vekiller eliyle alınıyor.
***
Herkes gidiyor Mersin'e biz gidiyoruz tersine..
Sokağı parlamentoya taşıyacağımıza parlamentoyu sokağa taşıyoruz.
Nerede bir izinsiz gösteri, toplum düzenini bozan bir taşkınlık varsa bakıyorsunuz milletvekilleri orada. Muhalefetini mecliste, meclisin kurallarına göre yapması gerekirken sokakta kitle psikolojisinin yönlendirdiği kalabalıklarla beraber adam gösteride. Bir aferin uğruna kendilerini polisin önüne atıyorlar, panzerin önüne oturuyorlar, milletvekiline yakışmayacak en olmadık gösterilere bizzat öncülük ve önderlik ediyorlar.
Çok yakışıksız çok çirkin ve çok çelişkili bir durum.. Demokrasimizi adım adım ilerletelim derken adeta geriye doğru gidiyoruz. Şimdi kime anlatırsınız doğrudan demokrasi şehir devletler döneminde kaldı şimdi temsili demokrasi devridir diye?!..
Bakıyorsunuz 70'li yılların bol sloganlı militan jargonu halâ ağızlarda..
Sokaklardan bununla siyaset çıkarmaya çabalıyorlar. Halbuki sokaktan kurallı bir anlayış çıkmayacağı ortada.
Sokak sadece uyarır ve ileri götürülürse de çatıştırır. Sokaktan siyasete bir şey çıkmaz. Bu vatandaş 12 Eylül öncesini gördü yaşadı, 70'li yılların usulüyle onu kazanmak mümkün değil.
***
Meclisler kuralsız politika yapılmasın diye var ve Türkiye Cumhuriyeti parlamentosunda da bütün görüşler temsil ediliyor. İktidar ve muhalefet orada görüşlerini dile getirecek.
Şimdi demek lazım ki; Sokak varsa parlamento niye var?!..
Özgürlüklerin önü hızla açılmaktayken bunlar neden oluyor? İktidarın da muhalefetin kendisine şöyle bir bakması lazım, ne yapıyorum, nerede siyaset yapıyorum diye..
Sokağın sesi olması gereken muhalefetin büyük eksiği olduğu görülüyor.
Sokağı mecliste temsil edeceğine Meclisi sokağa taşıyor.
Aslında şunun hesabını yapması gerekir:
Söylendiği gibi madem insanlar bu kadar muhalif öyleyse bunlar niçin muhalefete yazmıyor. Sokaktaki muhalefet niçin meclisteki muhalefete yatırım yapmıyor? Velhasıl büyük oyun ve büyük işbirliği var evet, fakat bir kısım sosyal çevrelerin rahatsız olduğu da kabul edilmelidir.
İktidara düşen de budur.
Bir kışkırtma var diyerek orada durulmamalı ve hızla çözüme ulaşılmalıdır.
Benim korkum; sürdürülebilir olmasa da bundan sonra sokağın siyasetin bir parçası olarak görülüyor olmasıdır.

gazete