30 Mayıs 2013 Perşembe

Spor sahasında alkol!..

Ahmet TEZCAN

Spor sahasında alkol!..

30.5.2013

Son günlerin en ateşli tartışması ALKOL üzerine, tartışma sertleşerek sürüyor. Hatta konu hızla siyasileşme yolunda… Kimi "gençleri koruma", kimi "yaşam dayatması" olarak değerlendiriyor Meclis'teki düzenlemeyi… Bunun neresinde yer alacağız? Herkes istediği içkiyi, istediği zaman, istediği yerden, istediği kadar elde edebilsin mi?
Yoksa buna bir sınırlama mı getirilsin?
İşin ucunu bıraktığınız zaman alkolizmin de yapı taşlarını döşemiş olursunuz.
***
Yeri gelmişken bir olayı hatırlatmak istiyorum.
Birkaç ay önceydi, İstanbul'da bir alışveriş merkezinde, alkollü içki üreten bir firmanın tanıtım etkinliğinde 8-9 yaşındaki çocuklara içki ikram(!) edilmiş, ilköğretim çağındaki çocukların içki yudumlamaları kameralara da yansımıştı.
O zaman gazeteler; "Böyle rezalet görülmedi" diyerek olayı duyurmuştu doğal olarak.
Şimdi Meclis'in düzenlemesi neden "özgülüğe müdahale" oluyor?
Neden "kendi hayatlarını bize dayatıyorlar" eleştirisi yapılıyor anlamak gerçekten güç.
***
"İktidar yandaşı" diye yaftalanan bir muhafazakar gazetede köşe tutmuş yazar bile "ahlakı devlet üretmez" diyerek düzenlemeye bir ucundan muhalefet ediyor. Peki, devletin üretmediği ahlak hangi yollarla tüketilmektedir canım? Yanıt alabilir miyim?!.. Bizim spor kulüplerimizde bile alkol serbest, örnek mi istiyorsun?
1700 üyeli Ankara Tenis Kulübü… 19 Mayıs'ın içinde, Başkent seçkinlerinin her gün stres attıkları bir mekan.
Viskiden biraya ne istersen var, üstelik T. Tenis Federasyonu Başkanı da haberdar! (Başbakan Erdoğan'ın veya Bakan Binali Yıldırım'ın haberi var mı bilmiyorum) Spor ortamında, çocukların gözü önünde alkol tüketilen bir Batı ülkesi gösterin bana?! Şimdi ben yasakçı mı oldum?


gazete

23 Mayıs 2013 Perşembe

İyiliğin kaybı olmaz

Ahmet TEZCAN

İyiliğin kaybı olmaz

23.5.2013

Ömer Hayyam'ın suçsuz günahsız, çok hoş dizeleri de var, şöyle diyor bunlardan birinde: "Her sabah yeni bir gün doğarken bir gün eksilir ömürden / Her şafak bir hırsız gibidir elinde bir fenerle gelen" Rubailerinde hayata dair çok şeyler söylüyor ünlü filozof.. Biz de bir şeyin çok önemli olduğunu anlatmaya çalışırken; "hayatî önemde" deriz en yüksek perdeden ve bağlarız. İnsanın hayatla olan bağı çok güçlüdür, güçlü olmalıdır. Yalnız bizim için değil, ailemiz, sevdiklerimiz için önemlidir. Bütün olumsuzluklar hayatla olan bağımız zayıflamaya başlayınca ortaya çıkar. İşte o zaman yıkılırız, kaybetmeye başlarız. İntiharlar, cinayetler o zaman ortaya çıkar. Toplumda en tehlikeli olanlar, hayatla bağını koparmış, kaybedecek bir şeyi kalmamış kişiliklerdir. Hayatla bağını koparanın ruhu hasta olmuştur. Gözü bir şey görmez. Onun için etrafımıza, birbirimizi zemmetmek yerine varlığının ne kadar önemli olduğunu hissettirmek gerekir. Olumsuzluklardan, farklılıklardan bahsettiğimiz kadar iyilik ve güzelliklerimizi bulmak için enerji harcamış olsak hayatın rengini değiştiririz. İlişkilerimizi güçlendirir, sevgimizi artırırız. Bu davranış, hayatı kolaylaştırmanın, güzelleştirmenin en kestirme yoludur. Dinler ve çeşitli kültürler de taa başından beri insanlara temelde bunu vazeder. İnsanlara iyiliği, güzelliği bulmanın yollarını gösterir.

***
Şimdi nereden çıktı bunlar demeyin, bakın size bir hikâyem var. Ölmek üzere olan yaşlı bir babanın yatağının başındaki üç oğluna vasiyetidir. "Birbirinize düşmeyin" der yaşlı baba, sahibi olduğu 17 devenin yarısını büyük oğluna, üçte birini ortancaya, dokuzda birini de küçük oğluna bırakır. Babalarının ölümünden sonra vasiyete göre 17 deveyi paylaşmak isteyen üç oğul, bir türlü işin içinden çıkamaz. Çünkü 17 ne ikiye, ne üçe, ne dokuza bölünebilmektedir. Köyün bir bilge kişisi vardır, ona sorarlar. Cevap gayet kısa ve nettir: "Benim de bir devem var, onu da alın hesabınızı yeniden yapın." Cömertliğe şaşıran kardeşler memnundur. Böylece sayısı 18'e çıkan develerin paylaşımı da kolaylaşır. Yarısını, yani 9'u büyük oğul, üçte biri yani 6'sını ortanca oğul alır dokuzda biri olan 2 deve de küçük oğula kalır. Miras paylaşılmıştır ama yine bir sorun vardır; 9+6+2=17 olan hesaba göre bir deve artar. Bilge kişinin kapısını yine çalıp durumu anlatırlar. Yaşlı adam güler ve der ki; "Madem mirası paylaştınız ben de devemi geri alabilirim artık." İnsanların hayatla bağını güçlendireceğimiz bir çift söz, çoğu kez yaşlı bilge kişinin "katkısı" gibidir. İnanın bizim hiçbir kaybımız olmaz.

gazete

16 Mayıs 2013 Perşembe

Oda ve borsalarda değişim

Ahmet TEZCAN

Oda ve borsalarda değişim

16.5.2013

Odalar ve borsalarda müthiş seçim heyecanı yaşanıyor. 'Değişim, dönüşüm' en çok prim yapan slogan… Hangi ilde ne oldu hepsini bilemiyorum ama kaç yıllık yerleşik yapıların gümbür gümbür devrildiklerini biliyorum.
Mesela Rona Yırcalı, son zamana kadar adı DEİK ile birlikte geçiyordu.
Açık yazılışıyla Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu… "Türk özel sektörünün küresel gücü" olarak adlandırılır. DEİK, TOBB'a bağlı olarak çalışır. Rona Bey de icra kurulu başkanıydı yakın zamana kadar.
O görevi devam ediyor mu bilmiyorum?!.. Yırcalı, kendi memleketi olan Balıkesir'de de 37 yıldır Sanayi Odası'nın yönetimindeydi.
Değişim dönüşüm isteyen yarı yaştaki gençler, geldiler yerleşik yapıyı yıkıp geçtiler.
Ticaret Odası'nda da gençler yönetimi aldı, hiç kimse tahmin etmiyordu. Rona Bey'in yıkılışı Roma'nın yıkılışıyla kafiyelendirilerek söyleniyor Balıkesir'de… Yalnız Balıkesir'de mi, birçok ilde 30-40 yıllık yapılar bir bir yıkılıyor.
Kabinenin tek hanım bakanı olan Fatma Şahin'den de dinledim, genç işadamları alttan fırtına gibi geliyorlar.
Bu sefer olmadıysa bir dahaki sefere oda ve borsa gibi meslek örgütlerinin tamamı değişir gibi geliyor bana.
Bu ne demek biliyor musunuz? Demirel Türkiye'sinden kalan yapılara artık kimsenin tahammülünün kalmadığını gösteriyor. TESK de dahildir buna.
Benim derdim değil buralarda kimlerin görev yaptığı… Ancak TOBB'da eskimiş olan bir yapı ve o yapının kabul edemediğim uygulamaları var.
En basitinden mesela; bunlar aynı zamanda bir sivil toplum örgütüyseler neden TOBB'un TESK'in araçları resmi plakalıdır bir türlü anlayamıyorum.
Aidatların icra yoluyla tahsili de garip!..
Bu kuruluşlara üyeliğin gönüllülük esasına dayalı olması gerekiyor.
Milletvekilleri kendileriyle ilgili bir yasa çıkarmaya kalkıştı da yer yerinden oynadı.
Resmiyetle ne alâka?
Eskiden patronaj devletteydi şimdi patron millet!..
Devletçi yapılar değişmek zorunda, ben bunu bilir bunu söylerim. Ankara'ya sonra geleceğiz.

gazete

9 Mayıs 2013 Perşembe

Köklü gelenek ve Anayasa

Ahmet TEZCAN

Köklü gelenek ve Anayasa

9.5.2013

Türkler tarih sahnesinde 3000 yıldır var. Kurdukları devletlerin sayısı Cumhurbaşkanlığı forsundaki gibi 16 da değil. Sayısı 112'yi, kimi kaynaklara göre de 180'i buluyor kurduğumuz devlet sayısı. İlk büyük Türk devleti Hun İmparatorluğu... Japon denizinden Hazar'a kadar olan coğrafyada 436 yıl hükümran olmuş Hunlar. Son Türk Devleti Türkiye Cumhuriyeti'nin içinden çıktığı Osmanlı... 641 yıl üç kıtada cihan hakimiyet kurmuş, 36 hükümdar gelmiş geçmiş.
Asırlar içinde çok köklü devlet gelenekleri oluştuğunu görüyoruz. Hakan nasıl değişir, sadrazam, vezir nasıl değiştirilir?
Hepsinin seçimi de, protokolü de belliymiş.
Devlet olarak böyle derin gelenekleri olan bir yapıdan söz ediyoruz, isterseniz bir göz atalım.
Osmanlı'da "cuma selamlığı", "cülus merasimi" ya da "kılıç alayı" gibi törenler tarihçiler tarafından "dünyanın en muhteşem protokolü" olarak niteleniyor. Padişahların Eyüp Sultan'da kılıç kuşanmaları adettendir mesela... Arz odasında cülus tebrikleri kabul ederken, padişah için bütün camilerde hutbe okunurdu.
Saray kapısı babüssaade önünde "devletinle bin yaşa" ya da "mağrur olma padişahım" diye hakanın yüzüne karşı bağırılır, törenden sonra da "münadiler" durumu şehre ilan ederler, donanma da top atarak selamlardı. (21 parelik atış geleneği o günlerden kalmadır.) Cülûs merasimi, hünkarın Yeniçeriler'e tahta çıkarken verdiği bahşişin töreniydi, bugünkü maaş zammı gibi bir şey.. Kılıç Alayı, devlet erkânı ile birlikte Hakanın kılıç kuşanmak üzere, Topkapı Sarayı'ndan yola çıkarak Eyüp'e gidip dönmesi merasimi... Deniz yoluyla gidilir, karadan dönülürmüş. Darüssaade, babüssaade ağaları, silahdarlar, rikabdar ağalar protokolün çok önemli elemanları ve bu protokol asırlarca sürmüş.
***

Şimdi bütün bunlar yalnızca "hükümdarın şanından ileri gelen gelenekler" olmasa gerek! Medeniyet kurmuş köklü devlet geleneği olan, milletler ancak böylesine protokol oluşturabilirler.
Askerlerin emir-komuta zincirinde yaptırdığı bir anayasayı değiştirmek için yıllardır herkes mutabık. Ama ne gariptir ki "Hadi buyurun" denince herkes bir yandan çekiştiriyor. Meclis Başkanı Cemil Çiçek ortak bir metin üzerinde anlaşma sağlanması için bir o partiye bir bu partiye mekik dokuyor.
Öyle an geliyor ki 'imparatorluklar kuran o iradeden bu kadar mı koptuk!' diyesi geliyor insanın?!..
Neyle, kimle, nasıl yönetileceksek 'bitirin gari' şu işi..

gazete

2 Mayıs 2013 Perşembe

1 Mayıs kan davası..

Ahmet TEZCAN

1 Mayıs kan davası..

02.05.2013
Ankara'da Tandoğan Meydanı ve Sıhhiye'de 1 Mayıs, EMEK VE DAYANIŞMA adına şenlik havasında kutlandı.
Herkes sloganını attı ideolojisine uygun biçimde, muhalefetini yaptı, kurtlarını döktü.. 1 Mayısçılar böylelikle baharın güneşinden de doyasıya yararlanmış oldular.
Yarasın, kutlu olsun… Yalnız Ankara mı? 80 vilayette, günün adına yakışır biçimde aynı şekilde kutlandığını biliyoruz.
Bir etkinliğe katılmamış olsalar bile; Kars'ta, G. Antep'te, Kastamonu'da, Antalya'da, Uşak'ta ve diğer illerimizde emekçi, işçi ve tüm çalışanların yanı sıra vatandaşlarımızın dünü dinlenerek, gezerek, çocuklarıyla pikniğe giderek değerlendirmiş olduklarını düşünüyorum.
***

Yalnızca İstanbul hariç… 1 Mayıs'ı, emeğin, dayanışmanın bayramını İstanbul'da vatandaşa zehir ettiler. Çalışan, çalışmayan tüm İstanbul halkı evlerinde ya kapandı kaldı… Yahut dışarı çıkan, çıkmak zorunda olan oğlunu kızını endişe içinde beklemek zorunda kaldı. Demir bilyelerle, taşlarla, gaz bombalarıyla, kırarak dökerek… 1 Mayıs'ı çatışarak, savaşarak kutlamaktan ne zaman vazgeçeceksiniz? Biliyorum, 1 Mayıs sizin için ne emeğin ne dayanışmanın günü...
Sizin için 1 Mayıs… Bir KAN DAVASI günüdür o kadar!..
***

77'deki kanlı katliamı unutalım, üstünü örtelim demiyorum. Taksim'deki o olay da tıpkı K.
Maraş gibi, Madımak ve Başbağlar gibi… Bu memleketin aydın insanlarının suikastlarla bir bir ortadan kaldırılması gibi… 27 Mayıs'tan 27 Nisan'a kadar tüm ihtilalleri, idamları, darbe teşebbüslerini de tezghlayan… Ucu dışarıda, işbirlikçileri içeride karanlık bir odağın işidir. Ve maalesef bu kanlı tezgaha, siyasetten çalışma hayatına, medyadan güvenlik birimlerine kadar alet olmuş olanlar vardır. Elbette ve inşallah bir gün ortaya çıkarılacaklarına yürekten inanıyorum. Ben bunu bilir bunu söylerim.
Yarım asırdır bu millet ağız tadıyla bir bahar bayramı kutlayamadı gitti… Alakasız anlamlar yükleyip Nevruz'dan Hıdırellez'e bütün baharlarımızı kaybettik.


gazete

25 Nisan 2013 Perşembe

Cami-cemaat buluşmaları

Ahmet TEZCAN

Cami-cemaat buluşmaları

25.4.2013

Camilerin bakımı, ibadet atmosferinin iyileştirilmesi, cemaat ilişkiler çok önemlidir.
Bizim bu sütunda camilerimizin durumu, cemaatin, cami görevlilerinin davranışlarıyla ilgili yazılarımız oldu zaman zaman. Diyanet yönetiminin bu konularda ciddi kafa yorduğuna inanıyorum. Son zamanlarda bunun yansımalarını da görüyoruz. Çankaya Müftülüğü'nün Kocatepe Buluşmaları adıyla kampanyasını biliyorduk. Pazar günleri sabah namazında buluşan vatandaşların ibadetleri artık bir başka.. Dualar, niyazlar artık daha derin, daha içten ve keyifli.. Cemaatin özlediği atmosfer oluşmaya başladı. Görevliler tam kadro sabah namazında ilahileriyle ibadeti daha coşkulu hale getiriyorlar.
Ben bu uygulamayı Kocatepe ile sınırlı sanıyordum, Hacı Bayram gibi belli başlı camilerimizde de özellikle Cuma sabahları aynı coşkunun yaşandığını gördüm.
***
Yalnız Hacı Bayram'da sabah namazı cemaati otopark sorunu yaşıyor.
Bazı sokaklarda bazı şahıslar da bu durumu "fırsat" a çevirmeye çalışıyorlar. Kocatepe'de de bazı cenaze namazlarında aynı izdiham yaşanıyor. Hele Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanların iştirak ettikleri cenaze merasimlerinde koca bir semtin trafiği felç oluyor.
Polis bazı sokakları geçişe kapatınca sadece araç trafiği değil, yaya trafiği de bundan olumsuz etkileniyor. Kocatepe'nin bu yükünü geçen hafta Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yanında ibadete açılan Ahmet Hamdi Akseki Camii'nin alması bekleniyor.
***
Yeri gelmişken A.H. Akseki Camii hakkında da bir kanaatimi ifade etmek isterim. Vatandaştan tam not alan bu cami, idaresi en zor camilerden biri olacak göreceksiniz. Vakit namazlarında imamı olacak müezzin bulunmayacak, her şey tamam olsa bu camiinin temizliği ve çevre düzeni layıkıyla sağlanamayacak.
Hem de Diyanet'in yanı başında olduğu halde böyle olacak.
Nitekim şimdiden başlamış bu durum.
İbadete açıldıktan bir iki gün sonra muhteşem camiyi merak edip gelenler halıların süpürülmemiş olduğunu, müezzinliği de vatandaşların yaptığını söylediler. Akseki Camii bence kandil ve bayram günleri dolup taşacak, sair vakitlerde cemaat bile bulamayacaktır, kanaatim bu.

gazete

18 Nisan 2013 Perşembe

Özal'ı anarken

Ahmet TEZCAN

Özal'ı anarken

18.4.2013

Turgut Özal'ın vefatının yıldönümü münasebetiyle bugün onu anmak istedim, rahmetle ve minnetle.
Sıra dışı yönetim tarzıyla onu çok sevmiştik.
Sevmeyenleri de vardı mutlaka.
Bir lideri herkesin sevmesi gibi bir durum ancak Kuzey Kore'de olabilir, Kim'i ülkede kim sevmez mesela? Sevmek için yürek gerek, ama Kuzey Kore'de lideri sevmemek için yürek gerek.
***
Vatandaş, Özal'ı kendinden biri olarak gördü. O, sıradan biriydi insan olarak ama devlet adamı tavrıyla sıra dışı kişiliğe sahip olduğunu seveni de sevmeyeni de kabul etti. Sofraya oturduğunda -hele de sevdiği yiyecekler varsa- kimse kaldıramazdı onu masanın başından. Semra Hanım'a 'eline vuracağım' dedirtene kadar yerdi. Köşkten sıvışıp Semra Hanımla el ele Kızılay'da mağaza dolaşmak ya da otobanda arabasının direksiyonuna geçip hız sınırını aşmak sıradan vatandaş işiydi. Ama Özal bu sıradanlıkları devletin tepesindeyken yaptı. Kimileri bu davranışı eleştirse de vatandaşa hoş geldi.
İlk olarak Cuma namazına gideceğini öğrendiğimizde mesela, çok şaşırmıştık. Büyük haber oldu, gazetelerin birinci sayfalarında koca koca yer buldu Özal'ın namazı. Devlet adamları ancak cenaze namazlarında camide görünürlerdi.
İlk duyduğumuzda 'Cuma namazı mı?' diye sorduk kendi kendimize, o da nereden çıktı?
Bu gibi konularda çok eleştirildi Özal, fakat hiç dinlemedi, çünkü O, inanmış bir mü'mindi.
***
Devlet adamlığında aksine sıra dışıydı. Bir karar vermişse kimse onu inandığından ve kararından geri çeviremezdi. Genelkurmay başkanı ve karar kuvvetleri komutanını bir kararnameyle görevden alıvermek görülmüş icraat değildi. Kararnameye imza koyan ama yarım saat sonra "O konuyu bir daha görüşelim" diyen Kenan Evren bile onu kararından vazgeçiremedi.
Konuyla ilgili önemli bir ayrıntıyı 'ikinci adam'ından dinledim, burada anlatmadan geçemeyeceğim: Özal, komutanları görevden aldığı günün gecesini Ankara'da geçirmek istemedi. İstanbul'a gitti ve Harbiye Orduevinde kaldı. Orgeneral Recep Ergun'un 1.
Ordu Komutanı
olarak görev yaptığı İstanbul, o gece onun için daha güvenliydi belki!.. 18. Dönemde ANAP'tan Kayseri Milletvekili olarak Meclis'e de giren Ergun Paşa'nın ömrü eceliyle sona erdi. Özal'ın ise ölümü halâ tartışılıyor. Türkiye'nin en önemli dönemecinde rol aldılar, ikisine de Allah'tan Rahmet diliyorum.

gazete

11 Nisan 2013 Perşembe

Eski, eskide kaldı

Ahmet TEZCAN

Eski, eskide kaldı

11.4.2013

Ankara'da olup da havasına kapılmamak mümkün mü?
Meteorolojik değil, siyasi havadan söz ediyorum.
Hoş, artık öyle bir zamandayız ki; nerede bulunursanız bulunun dünyada olan biten her şey anında sizde, etkilenmemek mümkün değil. Başbakan Erdoğan'ın dün Kırgızistan'da, Bişkek üniversitesinde yaptığı konuşmayı canlı yayınlarla anında izledik. Başkentte, Başbakanlıktaydı sanki!
Bizim bu yazılar da yazdığımız yerde kalmıyor, internet sizi yerel olmaktan çıkarıyor. SABAH'ın internet sayfasına girip Bölgeler tuşuna tıklıyor, anında benim köşeye ulaşıyorsunuz.
Ülkenin değil, dünyanın her yerinden takip ediliyorsunuz.
***

Dolayısıyla Ankara merkezli bir hususu ve bir kanaati sizinle paylaşmak istiyorum.
Diyorlar ki, Meclis'teki görüşmeler eskiden bu kadar gerilimli olmazdı?!
Şimdi neden gergin demeye getiriliyor.
Değerli dostlar, eskiden müzakere konusu ne olursa olsun, hangi partiden olursanız olun eskiden eninde sonunda mutabık olmak gibi mecburiyet vardı.
Zor'a beylerin de borcu vardı, zor oyunu bozardı.
Hele temel meselelerde neye karar verileceğine zaten üyelerden önce bir üst irade karar veriyordu.
Anlayacağınız 70'li 80'li yıllarda Meclis sadece prosedür tamamlıyordu.
Büyük Meclisimiz şimdi tam anlamıyla ve sonuna kadar özgürdür ve her konuda istediği kararı alabilir.
Kimilerinin "vesayet" filan diye tarif ettiği hiçbir üst irade söz konusu değildir.
***

Ha, Meclisin de artık tüm önyargılardan, birbirine olan güvensizliklerden sıyrılıp memleket meselelerine eğilme zamanıdır. Türkiye eski Türkiye değildir artık, bunun iyice anlaşılması lazım.
Eski Türkiye'de dinimize, milliyetimize, sermayemize, işçimiz ve emekçimize birer siyasi parti kurdurdular..
Yetinmediler mezhep ve bölge partileri bile kuruldu zaman zaman.
Ve memleket çocukları muhtelif ideolojik kamplar altında bölünüp parçalanarak birbirine düşürüldü.
Böylece gücümüz ve etkimiz zayıflatıldı. Sonunda hak etmediğimiz nice sıkıntılara hep birlikte düçar olduk.
Şimdi toparlanma ve aklımızı başlımıza alma zamanıdır.
Önceki gün Meclisin manzarasını görünce bunları söylemeden edemedim.

gazete

4 Nisan 2013 Perşembe

Şehrin ruhu!

Ahmet TEZCAN

Şehrin ruhu!

4.4.2013

2006'nın şubat ayındaki bir yazımda; şehirlerin de bir ruhu olduğu, daha doğrusu olması gerektiği bu sütunda dile gelmiş.
Tam 7 yıl önce yazmışım… Meçhul bir şey değildi ki?!..
Büyüyen, gelişen, dönüşen, değişen şehirler bir türlü kimsenin içine sinmiyordu.
En sonunda devletin başbakanı da söyledi söyleyeceğini… Recep Tayyip Erdoğan, Uluslararası Yerel Yönetimler Sempozyumu'nda çıplak gerçeği en çarpıcı cümleyle ifade etti.

***
Ne dedi Erdoğan? "Bizim metropollerimiz vardı ama o metropoller beceriksiz ve estetik dünyası olmayan, estetik ruhu olmayan ellerde adeta nekropole yani ölü şehirlere dönüştü" dedi. İstanbul'dan, Konya'dan, Bursa'dan örnekler verdi.
Dikkat ediyor musunuz, şöyle bir etrafa bakın göreceksiniz. Altındağ'da onca güzelliğin arasında Tacettin Dergahı'nın adeta tepesine dikilmiş Hacettepe'nin o beton blokunu hemen göreceksiniz mesela.
Uzun yıllar müsaade edilmedi, tinerci yuvası oldu, neticede hastanenin hangi bölümüdür bilmiyorum şehrin siluetine dahil edildi.
Gereksiz demiyorum ama ruhsuz, zevksiz, soğuk bir yapı… Sağından, solundan çıkan borular, jeneratör kulübesi, hortumlar vs.

***
Ahmet Hamdi Tanpınar'dan söz etti Başbakan… "Beş Şehir"i okumadıysanız hemen kitaplığınızdan çıkarıp keyfine bir daha göz gezdirin.
Burada ondan da o kitaptan da fırsat buldukça bahsettik.
Şehirler nasıl "aziz" oluyor, şiirsel hayatlar nasıl kurulmuş ve şimdi özlenir olmuş?
Kaybettiğimiz değerler, düşünmeye değerler…
***
Ben İstanbul'da dolaşırken, Konya, Bursa gibi köklü şehirlerde ata yadigarı yapıları görünce heyecanlanıyorum.
Geriden şöyle bir temaşadan sonra esere yaklaşıyorum… Nakışlarına, motiflerine, kıvrımlarına musafaha eder gibi dokunmaktan büyük keyif alıyorum.
İnsanın şehri değil, şehrin insanı şekillendirdiği bir gerçek… Öyleyse -başta belediyeler olmak üzereimardan, bayındırlık işlerinden sorumlu olanlar… Lütfen bir işe girişirken vicdanı devreye sokup şehrin ruhunu asla ihmal etmeyin.
Çocuklarımız, torunlarımız, geleceğimiz için bunu yapın.

gazete

27 Mart 2013 Çarşamba

Şehirlerin şöhreti

Ahmet TEZCAN

Şehirlerin şöhreti

28.3.2013

Vaktiyle Almira Aliyeva'dan okumuştum.. "Hayırlı Sabahlar Bakü" başlıklı yazısında "Rüzgarlar şehridir" diyorduHazar'ın incisi Bakü için.
Hazar'dan esip duran Hezri yelinin bu şehrin sert ruhunu yansıttığını söylüyordu. Rüzgarlar şehri Bakü!.. Dünyada irili ufaklı binlercesi var, kimi tarihe şahit kimi derin tarihin kendisi..
Hiç görmesek de diyor Aliyeva, onların bir çoğu bize eski bir dost gibidir.
Sevgi şehri Paris.. Bütün yolların ona çıktığına inanılan Roma.. Aklın ve fennin ortaya çıkardığı Tokyo.. İhtişamıyla insanı adeta ürküten New York.. Mukaddes inançları bağrında yaşatmaya çalışan Kudüs..

***



İstanbul için de; "Masallar Şehri" demiş Aliyeva.
Tarihin ve coğrafyanın bize armağan ettiği eşsiz İstanbul'umuzun ona "bin bir gece masalı" gibi tesir ettiği muhakkak.
Ne demişti Şair?!
Bangkok'tan Paris'e içinden nehirler geçen çok şehir gördüm..
İçinden deniz geçen bir şehir gördüm..
İstanbul!..
***

Bir şehri sevmeyi, ona bağlanmayı düşünürken, yaşadığımız şehir, Başkentimiz, Ankara'mız canlandı hayalimde birden.
Gerçekten nedir Ankara'yı anlatan, Ankara denince hatırlanan? Kalesi mi, Kulesi mi?! Yoksa bir siluetten bin anlam çıkaran şairleri midir şehirleri şöhret eden, kim bilir?
Bilinen 3200 yıllık tarihiyle Ankara da çok uygarlıklar gördü muhakkak.
Bu binlerce yıllardan süzülüp gelenler bizim zenginliklerimizdir. Ama Türkler de 1071 Mayısında Anadolu'ya gelip kış gelmeden evlerini tamamlayıp iskân olmuş değillerdir. Tarih içinde yüzlerce yıl sürmüştür bu geliş, bölük bölük akın akın, kedisiyle, keçisiyle..
Ankara adını bile taa ata yurdu Asya'dan getirmişlerdir Anadolu'ya..

gazete

20 Mart 2013 Çarşamba

Anadolu Aslanları

Ahmet TEZCAN

Anadolu Aslanları

21.3.2013

Bir fırsat geçen hafta Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ni yeniden gezdim.
Bazı galeriler yeni düzenlemeler için şu sıra kapalı olsa da bu müzeyi herkesin mutlaka gezip görmesi lazım. Nasıl bir mirasın üstünde oturduğumuzun bilinmesi bakımından burayı görmekte yarar var. Çok söylenecek söz var bu konuda ama yer yok.
7 bin yıllık bu muhteşem geçmişi simgeleyen eserler müzenin internet sitesinde neden sergilenmez anlamak güç?
Bakanlık kendini reklâm edeceğine müzedeki muhteşem eserleri, gelişmiş internet teknolojisiyle dünyaya açsa eminim çok güzel olur. Japon bir grup vardı ben oradayken, nasıl ilgiliydiler anlatamam. Kültür-Turizm'in yeni patronu Ömer Çelik'in bunu sağlayacağına inanıyorum.
Dokuya uygun şahane bir sunum nasıl olur gösterecektir umarım.
Az ileride Çengel Han'da Koç Müzesi'ni de gezdim. Minyatür boyuttaki kara, hava ve deniz araçları, el aletleri, fotoğraf makineleri, oyuncaklar görmeye değer.
***

Şimdi burada müzecilikten başlayıp neolitik çağdan günümüze Anadolu Medeniyetlerini filan anlatacak değilim.
Dikkat buyurun..
Müzeye girişte sizi ilk olarak Anadolu aslanları karşılıyor..
Bu tanım yani Anadolu Aslanları ifadesi benim çok hoşuma gidiyor, ayrıca güçlü kuvvetli kasları, iri pençeleriyle duvar tabletlerinde filan sıkça resmedilen aslanların vaktiyle bu coğrafyada yaşamış oldukları sonucuna varıyoruz.
Müzedeki aslan heykellerinden bu çıkıyor.
Anadolu'da da kendi iklim ve bitki örtüsüne uygun bir aslan türü vardı demek ki?
***

Şimdi onların yerini aynı adı taşıyan başka aslanların aldığını söyleyebiliriz.
Üretip ihraç ettikleriyle dünyanın her köşesinden kükremeleri duyuluyor.
İhracat rakamları onların sayesinde 150 milyar dolarları buldu.
Ve bir aslan daha.. SABAH Ankara çıktığı günden beri örnek ve öncü olmayı başarıyor.
Çarşamba günleri de SABAH Anadolu olarak Konya, Kayseri, Kırşehir, Sivas, Kırıkkale, Yozgat, Eskişehir, Kütahya ve Afyonkarahisar'la buluşması 'Anadolu Aslanları açılımı' olarak değerlendirilebilir.
Yerel diye bir şey kalmadı artık, internet sayesinde her şey evrensel.

gazete