2019 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2019 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2020 Pazar

Atık toplayıcı ve kuryelik

Ahmet TEZCAN

Atık toplayıcı ve kuryelik

19.9.2019
Gün içinde yollarda veya çöp konteynerleri önünde bir atık toplayıcısı ile karşılaşmadığımız gün yoktur.
Çuval malzemesi sentetik jüt gerilmiş tekerlekli özel araçlarıyla sokaklarda dolaşan bu insanlar kimdir, nedir, nasıl yaşıyor, nerede kalıyor, ne kazanıyor bilmeyiz,düşünmeyiz de.. Ama bu insanların ekmeğini çöpten kazandıkları bir gerçektir.
Atık toplayıcılarının faaliyet göstermedikleri şehir yok gibidir.
Bilhassa varlıklı bölgeler onların en yoğun faaliyet gösterdikleri alanlardır.
Yapılan işe de yapan şahsa da benim diyecek yok. Senin "işe yaramaz" sayıp attığını onlar ekonomiye kazandırmaktadırlar ki aslına bakarsanız alkışlanacak bir iş. Sadece kâğıt cinsi atıktan söz edecek olsak 1 Kg. hurda kâğıdın 50 kuruş ve 100 Kg. lık bir hurda balyasının toplayıcıya 50 lira kazandırdığı biliniyor. Bir toplayıcısı günde en az 200 Kg hurda kâğıt topluyormuş ki çöplerden toplanan yalnızca kâğıt da değil, cam, teneke ekonomiye, paraya çevrilebilen ne varsa, bizim "işe yaramaz" larımız onlara sermaye oluyor.

Bir araştırmaya göre ülke genelinde yarım milyon atık toplayıcısı varmış.
Bunların dernekleri de var, dolayısıyla yönetenleri, yönlendirenleri var. Yaptıkları işin de meslek dalı olarak tescil edilmesini istiyorlar. Benim esas dikkat çekmek istediğim husus; bu insanlar kimlerdir, nerede kalıp, nasıl barınmaktadırlar? Bizim "berbat" saydığımız bu işe katlananların emeklerini sömüren, onların sırtından konfor yapan birileri var mıdır bu bir. İkincisi ve;
Genel nüfus içinde yarım milyon insan deniyor asayiş dediğimiz işin güvenliğimizi ilgilendiren boyutunda ne gibi tedbirler alınmaktadır? Yani bu insanlar güvenlik birimlerince bilinmekte midir? Bir suça dâhil olmaları halinde kolayca bulunup çıkarılabilirler mi?

Sadece atık toplayanlar değil,motosikletli kuryeler için de aynı şeyleri söylemek, sormak hattâ kaygılanmak durumundayız. Kaygımız hem kendileri hem toplum içindir. Geceli gündüzlü gün boyu vızır vızır şehir trafiği içinde dolaşan bu insanlar trafik kazalarına uğramakta veya kazalara yol açmakta, bir şekilde şehir trafiğini etkilemektedirler. Yine bu insanlar kimdir, nedir ve haklarındaki her şey sorumlularca bilinmekte midir? Ben bugün bunları sadece soruyor ve sorumlulardan vatandaş adına açıklama bekliyorum. Bir meslek ise bu işler, bu iş kolunda alınmış güvenlik tedbirleri var mıdır? Temizlik işlerinde çalışanlar gibi belki ilk etapta bu meslek mensupları için de özel giysiler düşünülebilir?!

gazete

Çakarlar artık çakmayacak

Ahmet TEZCAN

Çakarlar artık çakmayacak

26.9.2019
Başkent, siren sesleri ve yanar-döner tepe lambalarına alışıktır diye taa 2016'da yazmışım. Yerel seçim öncesi de "Vatandaşın asabını bozmayın" diye bir kere daha uyarmıştım. Çünkü ipin ucu kaçmış gibi görünüyordu ve vatandaş da buna çok kızıyor. Trafikte sağımız solumuz çakarlı, sirenli dolaşan arabalardan geçilmez oldu. Nihayet devlet iradesi harekete geçti ve Kasım ayı itibarıyla çakarlar artık çakmayacak.
Bunun bir yönetmeliği var ama ne mümkün; herkes ve en ufak bürokratına kadar çakar lambalı arabalarla dolaşmayı marifet sayıyor. Nihayet İçişleri Bakanlığı bir karar aldı ve buna dur deneceğini açıkladı. Bu karardan sonra -muhalefet dâhil- partilerin genel merkezleri belediyeleri de uyarmak suretiyle makam otolarının çakarlarını hemen kapatarak uygulamaya öncülük etmeleri, insiyatifi korumalara, makam şoförlerine bırakmamaları gerekir. En alâkasız birim başkanının ne gibi bir geçiş üstünlüğü olabilir ki? Bazı sivil araçlara bile çakar lamba takıldığı belirlendi.
Şimdi "sağa çek" denecek ve sorgulanacak.
Aksi durumda ceza geliyor, ısrar edilirse araçlar trafikten de men edilecek.
Aslında 2012'de bir genelge vardı.
Buna göre sadece cankurtaranlar, acil hasta, hükümlü, sanık taşıyan veya şüpheli takip eden emniyet ve asayiş emrine verilmiş zabıta ve polis araçları geçiş üstünlüğüne sahip olarak bu donanımı kullanabiliyor. Aslında gereksiz hallerde ve uygunsuz saatlerde onlar da çakar yahut siren kullanmamalı, etrafta hastaların, yaşlıların ve bebeklerin bulunabileceği unutulmamalı.
Çünkü gece yarısı bakkal çağırmak için bile korna yerine sirene basanları gördük. Biz de yazımıza bunu söylemiş, trafikte "GEÇİŞ ÜSTÜNLÜĞÜ"ne sahipmiş gibi hareket eden araçlara dikkat çekmiştik.
Araç içinde makam sahibi yoksa bu donanım hiçbir şekilde kullanılmamalı aslında ve bu iş şoförlere, korumalara bırakılırsa makam araçlarının çerçici eşeğine döndürüleceğini söylemiştik, öyle de oldu ve bakanlık olaya el attı.
Çocukluğumuzda "Çerçici eşeği" diye bir tabir vardı, en süslü eşekler boğazında çan ve boncuklarıyla, köy köy dolaşarak baharat, incik boncuk satan çerçicilerindi.
Bir de; çakar rengi niçin KIRMIZI-BEYAZ değil de KIRMIZI-MAVİ diye sormuştum da yetkililer; mavinin DERİN, kırmızının UYARICI olması nedeniyle bütün dünyadaki uygulamanın böyle olduğunu söylemişlerdi.
Bence Amerikalılara öykünmedir olay… Onların aksiyon filmlerini andıran "cafcaf" ları insanları cezbetmektedir

gazete

35 ülkede 79 Türk şehitliği var

Ahmet TEZCAN

35 ülkede 79 Türk şehitliği var

10.10.2019

"Şunu icat ettin, bunu yaptın, şu markayı yarattın" gibi başarılar büyüklük için yegâne ölçü değil. Ülkelerin büyüklükleri böylesi ifadelerle ölçülmez. Sınırlarınız ne kadar geniş, nüfusunuz kalabalık, ekonominiz o kadar güçlü olsa dahi büyük kategorisine yalnızca bu başarılarla giremiyorsunuz. büyük ve büyüklük kabulü için başkaca fevkalâdelikler var ve bunu herkes biliyor, yeri gelince de teslim ediyor. En başta yüce ve yüksek değerleriniz olacak ve bunlar uğruna gerektiğinde baş koyacaksınız.
Türk milleti "fedakâr ve canfeda bir millet"; gerektiğinde işte 4 milyon insanı bünyesine alıp ekmeğini paylaşıyor, yetmiyor, onların huzuru için canını ortaya koyabiliyor.
Neticede onların huzuru bizim insanımızın güvenliğidir. Sadece bu mu? Hayır, meselenin bir de gönül coğrafyası boyutu var ki "gönül" kavramını müdrik olanlar için işin bu boyut çok daha derin ve çok anlamlıdır. Bizim 24 milyon kilometrekarelik alanda bugün 64 ülkenin bayrak dalgalandırdığı gönül coğrafyamızda adına tarih denilen hatıratımız milyon filme konu olacak zenginliktedir.

Canfeda dedik, varlığın fedâsı fedakârlıkların en başında gelir. Bu millet, bundan hiç geri durmamış. İşte bu defa Suriye'de, Irak'ta bu milletin fedakârlıklarına bilmem kaçıncı kez bütün dünya şahit oluyor. Kendi sınırları dışında şehitlikleri olan kaç devlet var ki? Üç kıtada, 35 ülkede 79 şehitliğimiz bulunduğunu biliyor muydunuz?
Ve kaç millet bayrak uğruna şehit olur?
Kafkasya'da, Yemen'de, dünyanın öteki ucu Kore'de, Myanmar'da Türk şehitlikleri var ve böylesi bir ülke dünyada yok.
Kahraman vatan evlatları o coğrafyalarda "Kürt, Laz, Çerkez" değil, Türk Şehitleri olarak huzur içinde uyuyor ve anılıyorlar.
Kaç Mehmedimiz, Mehmetçiğimiz, vatan topraklarına hasret yabancı topraklarda üzerinde bir bayrak değil al bayrak dalgalandırarak bu milletin dualarında yaşıyorlar.
Şam'daki şehitliğimizi darmadağın etmişlerdi, torunları şimdi bunu karşılıksız bırakmamak üzerine bir gayret içinde.
Hiçbirinin kanı yerde kalmayacak. Bu coğrafyada biz hep varız ve daima olacağız.

Şehitlik bilinen anlamının ötesinde bir başka kavramdır ve Allah'ın isimlerindendir.
Büyük Türkçe Lügat, "şehid" kelimesini;
"Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse" diye tarif ederken, İslâm Ansiklopedisi "kesin olarak bilen, bildiğini haber verme konusunda güvenilen" olarak tarif ediyor. Âlimler, şehit isminin temel mânâsının "bilen" olduğu ve şâhidden daha zengin bir içeriği bulunduğunda ittifak ediyorla

gazete

Asırlık Başkent.

Ahmet TEZCAN

Asırlık Başkent.

17.10.2019

13 Ekim Pazar günü Ankara'nın BAŞKENT oluşunun 96 ncı yıldönümüydü, kutladık, "nice yıllara" temennimizle uzun ömürler diledik. Son yıllarda bu hikâye de herkesin keser gibi kendi anlayışına uygun yontarak anlattığı bir konu oldu maalesef. Biz meselenin aslından yola çıkarak 96. yıla not düşmüş olalım.

Milli Mücadele'nin sona erdiği günlerde gündeme geldi bu konu. Cumhuriyet kadrolarının görüşlerini anlamak bakımından 1923'teki Meclis tartışmalarına bakmak yerinde olur. Mesela Celal Nuri diyor ki; "İstanbul çeşitli din ve etnik kimliklere mensup halkların oluşturduğu çok uluslu bir devletin başkentiydi, Ankara, bir ulusal devletin başkenti olarak farklı bir anlam taşıyacaktır" Kurmay Albay Nusret Baycan da; -ki bu konuları çok yazmıştır- Atatürk'ün uzak görüşü yanında, Kurtuluş Savaşı'nın güvenlik içinde idaresinin zorluğuna ve psikolojik faktörlere dikkat çekiyor. "Başkentin değiştirilmesi" tartışmasını Alman Paşası Colmar Von der Goltz'un başlattığına dikkat çeken Baycan, "Ankara'nın Başkent Oluşu" kitabında bunları geniş geniş anlatır. Goltz, Rus yayılmacılığına karşı Sultan Abdülhamit'in Osmanlı Ordusu'nun modernleşmesi için anlaştığı ve bu işbirliği çerçevesinde Almanya'dan gönderilen subaylardandır.

İşte Ankara.. 3 bin yıllık bir kent, 95 yıllık bir başkent.. Başkentliği bir asra yaklaşmış bir Ankara var artık, adını da geldiğimiz yerlerden, taa Asya'dan getirmişiz.
Şunu da söylemek lazım: Asya'dan biz, bir sabah kalkıp tüm obalara oymaklara ulak göndererek; "Haydi, atlarınızı, arabalarınızı hazırlayın, Anadolu'ya göçüyoruz" diyerek çadırlarımızı toplayıp ertesi hafta Anadolu'ya yerleşmiş değiliz.
Türklerin göç hikâyesi, çok önemli, çok yönlü, çok derin bir konudur ve 100'den fazla sinema filmi yapılır ama benim bildiğim bu konuda bir tane bile senaryo yazılmamıştır.

Ankara adını Asya'dan getirdik dedim: Vefatından bir yıl evvel, Yunan Başbakanı General Metaksas'ın ziyareti sırasında mevzuu açılınca Gazi Mustafa Kemal Atatürk; "Ekselans, Ankara adı nereden bilir misiniz?" diye sorar ve bir dünya atlası getirterek; Baykal Gölü yakınındaki kenti gösterir ; "İşte buradan.." der. Baykal gölü kıyısındaki "Angara" dır gösterdiği yer. Ne "Angora", ne "Engürü" ne de bir başka şeydir söylediği.
Derim ki; İstanbul kadar olmasa da Ankara'nın da hikâyesi çok derindir, son zamanlarda da "Ankara" konulu kitapların sayısı arttı, okumak, araştırmak lazım.

gazete

“İsim çok mevzu yok”

Ahmet TEZCAN

“İsim çok mevzu yok”

24.10.2019

Ne çok şeyi tartışıyoruz, nasıl tartışıyoruz farkında mısınız ve bu tartışmalardan bir sonuç da çıkmıyor.
Sadece ekranda değil bu tartışmalar, bizi bir yere vardırmadığı gibi gerilimden başka kimseye bir yararı yok. Hani fıkradır, anlatılır; akıl hastanesindeki hastalar bir gün aniden odalarına çekilmişler. Başhekim meraklanmış; "Bakın bakalım neredeler, ne yapıyorlar" demiş.
Bütün hastalar toplanıp kitap okuyorlarmış, "iyi" demiş başhekim, fakat bu kitap okuma işi biraz uzayınca yine meraklanmış;
"Ne okuyorlar bir bakın" demiş.
Kitabı saklamışlar görevliler yaklaşınca, bir türlü göstermek istememişler.
"Ne okuyorsunuz?" diye sorunca da "İsim çok mevzu yok" demiş hastalardan biri; meğer İstanbul'un telefon rehberini ele geçirmişler, günlerdir onu okuyorlarmış!

Bir mevzu ortaya çıkınca hemen başına üşüşüp öyle bir tartışıyoruz ki; çarşıda pazarda yalan yanlış ele alınacak yanı kalmıyor mevzunun; gazetelere haber oluyor, demeçler veriliyor, köşe yazarları didiklerken sivil toplum örgütleri hemen harekete geçiyor ve konu varıp dayanıyor devlete ve millete. Her konuyu "hunharca" tartışıyoruz adeta. Üç-beş gün sonra da bayatlıyor ve bazen hayatî meseleler gündeme alınmayı dahi hak etmiyor.
Çok düşünmemiz ve soruyu önce kendimize sormamız gereken bir dönem yaşıyoruz aslında. Bakın size bazı rakamlar vereceğim, düşünmek ve konuşmak için.
Ahmet Hakan Çakıcı araştırmış, kaynak Birleşmiş Milletler raporu..

2017'de savaş ve çatışmalarında 90 bin kişi hayatı kaybederken cinayete kurban gidenlerin sayısı 464 bin, terör eylemlerine kurban gidenler ise 26 bin kişi olmuş.
Cinayette hayatını kaybedenlerin de 10'da 7'si erkek. Ülkemizden rakamlar da var araştırmada.. Uyuşturucudan mesela aynı yıl bin kişi ölmüş. Bağımlı sayısı 25 yılda iki kat artmış, 650 bine ulaşmış. Dünyada 63.7 milyon insan uyuşturucu kullanıyor ve yılda 200 bini ölüyormuş. Batıda uyuşturucu kullanımı son 10 yılda iki kat artmış.

AB'de her yıl 15 yaş altı bin çocuk şiddet ve istismar sonucu ve her 7 dakikada bir genç de şiddet sonucu öldürülüyor.
Bizim coğrafyamızı kan gölüne çeviren Amerikalılar ile ilgili rakamlar çok ilginç.
2018'de 20 bin 500 Amerikan askeri, asker ya da komutanın tecavüzüne maruz kalmış. Her gün ortalama 20 muvazzaf asker intihar ediyormuş ve intiharda son 10 yılın rakamı 60 bin.. Ordudan ayrıldıktan sonra Amerika'da yılda 6 bin, ayda 500 eski asker intihar ediyormuş.

gazete

Cumhur’un sorunu..

Ahmet TEZCAN

Cumhur’un sorunu..

31.10.2019

Cumhur'un Cumhuriyetle bir sorunu var mıydı? 96 ncı yıl kutlamalarında önceki gün Atatürk Bulvarı boyunca insanlarımızın yüzünde bu sorunun cevabını gözledim. Anıtkabir'deki yüzler beni yanıltabilirdi o nedenle herkesin, her kesimin bulunduğu bir bulvardan izledim 96 yıl kutlamalarını.
7'den 70'e oradaydık ve Cumhur, geçen konvoyları izliyor, alkış ve ıslıklarla katılıyor ve büyük bir coşkuyla bayramını kutluyordu.
O trafiğe rağmen hiç birinde hoşnutsuzluk duygusu sezmediğimi söyleyebilirim.
Herkesin gözlerindeki mutluluğu gördüm.
Zaten Cumhur'un Cumhuriyetle bir sorunu yoktu ki!

"CUMHURİYET", "Bizi kim yönetecek?" sorusunun cevabıydı ve doğrudan seçim sandığını gösteriyordu. Peki, 27 Mayıs'tan 12 Mart'a, 12 Eylül'den 15 Temmuz'a niye yapıldı bu müdahaleler?
Kim yapıyor, kim yaptırıyor, neden müdahale ediliyor? Bizi kavgaya kargaşaya sürükleyerek canımıza, malımıza, huzurumuza kast edenler kim? Bunların iyice bilinmesi ve düşünülmesi gerekiyor.
CUMHURIYET, "Bizi kim yönetecek?" sorusunun cevabıydı, "NASIL?" sorusunun cevabı da "DEMOKRASİ" dir ve CUMHUR'un bunda da kararı kesindir, vazgeçmek başka maceralara, mecralara girmek gibi bir niyeti de asla bulunmamaktadır.
O halde yol da iz de bellidir ve bizi hiçbir güç bu yoldan çevirmemelidir.
Ancak, şimdi insanlar başka yollar, başka tekniklerle yollarından çevrilmeye, evrilmeye, devşirilmeye, hayatı değiştirilerek başka emellere alet edilmeye çalışılmaktadır.
Bulvar'da bunu gördüm, asıl bunun FARKINDA OLMAK gerekmektedir.

Günümüzün dünyasında şirketler, devletlerden daha büyük örgütlere dönüşmeye başlamıştır. Onlar için ciro, bilanço her şeyin, her duygunun önündedir, insan hayatından bile önemlidir.
Suriye'de, Irak'ta, Türkiye'nin karşısında bir "savaş" yürütülüyor, kimler rol alıyor?
TERÖR ÖRGÜRTLERİ ve SAVAŞ ŞİRKETLERİ.. Onların eliyle veriliyor bütün mücadele ve artık saklamıyorlar da..
Kimin nerede, nasıl, hangi rejimle yaşayacağından çok; artık doğrudan insanların alışkanlıkları, gelenekleri, beslenmeleri hedef alınmaktadır. Parmak izimizden efor testimize kadar her şeyimizi biliyorlar.
Sosyal medya, kitle iletişim aygıtları bunların aracı durumundadır. Robot teknolojisi hızla ilerlemekte ve işsizler, emekliler "GEREKSİZLER" olarak nitelenmektedir.
Dünya nereye gidiyor bunu da başka bir güne bırakalım.

gazete

Başkent Ankara Meclisi

Ahmet TEZCAN

Başkent Ankara Meclisi

14.11.2019

Hemşerilik, birlik olma, biz olma ruhudur ve içinde önemli bir güç ihtiva eder. Bu ruhun ve gücün oluşmasında mutlaka dinî, millî, ekonomik yapının etkisi vardır. İnsanın aidiyet hissi de bir başka önemli durumdur ki bir işe bir göreve niyetlensek bu gücü arkamıza almaya çalışırız.
Başka memleketlerde de böyle bir duyguya rastlanmaz, "hemşerilik ruhu" diye bir şey pek yoktur.
Bir Alman veya Fransız ömrü boyunca "Nerelisin?" sorusuyla karşılaşmaz.
Ola ki karşılaştı ve "Dortmund veya Marsilya" gibi bir cevap aldı; bu defa "Neresinden?" diye soruyorsa o muhakkak Türk'tür.

Kayıtlara göre en çok hemşeri derneği bulunan illerin başında Ankara gelmektedir.
Belki bunu Ankara'nın siyasî ve resmî hüviyetiyle açıklamak mümkün olabilir.
Ancak bunu tam olarak Ankara'nın hayrına yorumlamak pek mümkün değildir.
Şöyle ki Ankara'ya söz gelimi Kırşehir, Yozgat, Çankırı veya Çorum'dan yahut Türkiye'nin her hangi yerinden gelen ömrü boyunca oralı olarak yaşamakta ve bir türlü Ankaralı olamamaktadır. Bu, genel bir tespit. Ankara'daki bütün hemşeri derneği ve sivil toplum kuruluşlarını tek çatı altında toplayan da bir kuruluş var: Başkent Ankara Meclisi (BAM).
Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan başkanlığında faaliyetini sürdüren bu çatı kuruluş Başkentlilik ruhunu oluşturmaya çabalamaktadır.
Benim de üyesi bulunduğum kuruluşun geçen hafta genel kurulu vardı ve çok çarpıcı tespitler yapıldı. Ankaralılar ve Ankara'ya Hizmet Edenler Derneği'nin Yenimahalle'deki binasında yapılan kongrede konuşan Başkan Nevzat Ceylan, ülkemizin her yöresini temsil eden dernek ve federasyonların enerjisini birleştirmeye çalıştıklarını kaydederken, amacı tek cümleyle özetledi:Ankara'ya sahip çıkmak, başkentlik bilincini oluşturmak.

Ceylan'ın "En büyük sıkıntı Ankara'da yaşayanların Ankara'yı sahiplenmemesi, Ankara ile ilgili dertlerinin olmaması ve bu konudaki gayretlerin yetersiz oluşu" görüşüne katılmamak mümkün değil. Biz de o birlik beraberliği sağlamak durumundayız.
Nefes aldığımız, çocuklarımızı yetiştirdiğimiz her imkanından istifade ettiğimiz Ankara'ya arka çıkmak durumundayız.
Ankara son 20 yılda 120 milyarlık yatırım almış ama hepsi devlet yatırımı. Ankaralı iş adamı Ankara'ya neden yatırım yapmıyor?
Ankara'da Koç gibi kazanıp yatırımda Ankara'yı unutanlara söyleyecek sözümüz olmalı.

gazete

200 günü gördük

Ahmet TEZCAN

200 günü gördük

21.11.2019

Mansur başkan 200 günlük icraatını da açıkladı. Kaldı 1600 küsur gün bakalım Başkent Mansur başkanla neler kazacak? Bundan önce de 100 gününü anlatmıştı ama Ankara'da yaşayanlara dokunan icraatlarını ilk 100 günde görememiştik. Görememiştik, çünkü başkanı ilk işi Mimarlar Odası'nın teşviki ve ısrarıyla heykel açmak olmuştu. Bir "intikam heykeli" idi başkanın açtığı. Mimarlar Odası ile Gökçek yönetimi arasında "çok önemli" tartışma konusu olan bir heykel. Zaten bu oda, kamuda yarattığı tartışmalarına bakılırsa kendi işinden başka her meseleye "maydanoz" bir kuruluş izlenimi veriyor. Başkentin mimarisine ilişkin bir etkinliğini ben bilmiyorum. Ankara'nın aydınlatmasından trafiğine, yapılaşmasından estetiğine 12 yıldır yazdığımız onca yazıda tek satırlık katkılarını görmedim.
Heykel dedim de pek çoğumuz unuttu bile. Hatırlayacaksınız, hani çalınmıştı da "Gökçek kaldırttı" denilmiş ve günlerce medya aracılığı ile tartışma konusu olmuştu. Yönetim değişir değişmez hemen aralarında topladıkları 30-40 bin lira ile çalınan heykelin alelacele çakmasını döktürdüler ve hemen Mansur Başkan'ın eliyle yerine koymanın doyulmaz keyfini yaşadılar. Heykel dedikleri de bulunduğu çevreye bir estetik katsa bari! Arkadaşlarıyla sohbetlerinde kendi aralarında dahi "bir şeye benzetemediklerini" söyledikleri bir heykel başkente ne katmış olabilir? Bu yüzden "intikam heykeli" diyorum. İlhan Koman da neredeyse ömrünü İskandinavya'da geçirmiş bir "yontucu", hemşerim de aslında, "Akdeniz kucaklayan" bir zaman Ziya Gökalp Caddesi'ndeki heykelini estetik bulduğumu da söyleyebilirim. Onda bu ülkeyle paylaşılmış bir değer bulmak zor, eh, sanatına da yansımıştır bu. Keşke Ankara'da yaşamış olsaydı da başkentin Heykelci Başkanı Karayalçın'a "yontu" üzerine ilhamlar verseydi. Başkent belki onun döneminde estetizmden nasibini almış olurdu.
Şimdi Yavaş'ın 200 gününe bakıyorum ve başkente ve başkentte yaşayanlara henüz bir şey katmış olduğunu göremiyorum, dişe dokunur bir icraat yok. Mansur'un icraatı soyadına uygun yavaş yavaş gelecek her halde? Belediye icraatlarında Ankaralıya dokunmak nedir? Hayatı bir nebze kolaylaştırmaktır. Hayat nasıl kolaylaşır; trafik rahatlatılarak, otomobillere yetecek park yerleri sağlanarak, yeni konut alanları açarak, bilhassa gerekli yerlerde gerekli denetimleri zamanında yaparak, çöpleri zamanında alarak, bilhassa gıda bakımından elzem ihtiyaçlar ucuzlatılarak vs. Şimdi biz bunları bekliyoruz, Belediyeden, hayatı kolaylaştıran icraatlarla Ankaralıya dokunan işler bekliyoruz. Tartışma ve yarıştırma değil…

gazete

Önemsiz bir konu!

Ahmet TEZCAN

Önemsiz bir konu!

28.11.2019

Bugün çok önemli bir konuyu; pek önemsenmeyen, sıradan bir konuyu köşeme taşıyorum. Yalnız ondan önce birilerine bir uyarım ve de kınamam olacak. Çünkü söz verdim. Geçen haftaydı, Eskişehir yolunda bir hastanedeyim, serumla verilen ve 8-9 saat süren bir ilaç alıyoruz.
Derken patlamalar ve motor gürültüleriyle sarsıldık. Herkesle beraber pencerelere koştuk, yarış arabaları modifiye eksozlarıyla basıyorlar gaza.
Neyin nesidir diye sorarken; kimi damar yolu aranan, kimi nefes almaya çabalayan, refakatçi eşliğinde koridorda adım atmaya çalışan hastaların halini anlatamam.
Hanımı bırakıp indim ki Hitit Rallisiymiş, arabalara start veriliyormuş hastanenin yanıbaşında! "Yuh" demişim kendi kendime, bir iki ralliciye de "hastane hastane" diye bağırdığımı hatırlıyorum.

İyi hoş da, start için hastane çevresi mi seçilmeliydi? Çıkın şehir dışına, biz de gelelim, hepimiz destekleyelim Hititleri. İleride bir kalabalık gördüm, yarışa katılsalar rallicilerin bile tozuna yetişemeyecekleri makam arabalarıyla oradaydılar, tuzu kuru bir kalabalık!
Şaşırmadım, döndük hastalarımızın başına, homurdandık ve kınadık. Aslında o yarış da, önderleri ve sponsorları da ayrı ayrı birer yazı konusudur ama! Neyse gelelim önemsenmeyen önemli konumuza.
Başkentin dört bir yanı parktır. Belediyeler şimdiye dek müsait buldukları pek çok alanı hemen yeşillendirip kanepelerle donatarak nefes alınacak ortamlar oluşturdular. Ne kadar teşekkür edilse azdır. Spor aletleriyle de donattılar bu parkları. Herkes rallici değil ya! Pek çok insan bilhassa sabahın erken saatlerinde buralarda en azından yürüyor.
Ağaçların arasında, kuş sesleri içinden geçerek doğrudan ve doğadan enerji topluyorlar.
Güzel havalarda, bilhassa hafta sonları parkların kalabalığı daha da artıyor.

Spor aletleri olmayan park ortamı da yok gibi. Ondan fazla aletle vatandaşların kol çektiklerini, bacak açıp pedal çevirdikleri görmüşsünüzdür.
Ama bir husus var ki benim esas dikkat çekmek istediğim de bu. Çoğu 35-70 yaş insanlar bu spor aletlerini bilmeden kullanıyor. Hangi kaslarımızı hangi aletle ve ne kadar süre çalıştırmalıyız doğrusu tam olarak bildiklerinden emin değilim. Benim gözlemim bu ve bilime dayalı önemli hususlar bunlar. Aksi halde sakat kalma riski var.
Belediyelerin sporla ilgilenen birimlerinden uzman kişiler, arada bir bu parkları dolaşıp vatandaşı bilinçlendirseler. Hattâ birlikte spor yapsalar ve aletlerin nasıl kullanılacağını anlatsalar olmaz mı? Eleman yoksa beden eğitimi öğretmenleri eski sporcular var. Alın size sevimli bir hizmet alanı, çalışın çalıştırın, odalar dolusu oturmayın boş boş.

gazete

Kim engelli?

Ahmet TEZCAN

Kim engelli?

5.12.2019

Engellileri konuşuyoruz üç gündür, bundan sonra da gündemimizden düşürmeyiz. Yalnız bir şeyin iyi anlaşılması lazım gelir. Engelli kimdir mesela?
Hastalık ya da kaza sonucu veya doğuştan fiziki olarak bir uzvunu kullanmakta zorlanan insana engelli mi dememiz gerekiyor?
Bence bu tarif yanlış; nice engelliler bilirim "taş gibi" derler ya işte öyle, sana bana taş çıkarır yani. Eğitimini almış, işini görüyor kimseye muhtaç olmadığı gibi başkasına da destek oluyor. Engelli olarak nitelenmeye bile razı değiller onlar.
Başlıkta o nedenle sordum "kim engelli?" diye. Bence engelli; bir uzvunu kullanamayan değil, engelini ve engellisini "kullanan"dır.
Ne demek istediğim anlaşıldı mı?

Bir uzvuyla veya uzuvsuzluğuyla normal hayata uyum sağlamada güçlük yaşayan yok mu, elbette var. Bunlarla ilgilenilmesin mi? Kesinlikle, en başta hayatı onlar için kolay kılınır, sağlanır duruma getirmeliyiz. Onların da bizden ve kurumlardan asgari beklentisi budur zaten.
"Şuradan kolayca geçeyim, şuna ulaşmada önüme engel çıkmasın"dır bütün arzuları.
Beyaz bastonuna, tekerlekli sandalyesine veya kullandığına, kullanamadığına mani hal olmasındır. Başlıkta o nedenle sordum o soruyu.

İlgili bakanlık bir ara il il engelli istatistiği çıkarmıştı. Bu rakamlara göre toplam engellimiz 1,5 milyonu biraz geçiyordu.
(Bu rakama sağlam olup da "zihniyet" olarak engeli olanlar elbette dâhil değildir!
Onların sayısı daha da fazla bence ve esasen bu memleketin tek engeli, engellisi bütün uzuvları sapasağlam olduğu halde onlardır!) En fazla engellisi buluna il İstanbul'du (180 bin) ve 98 bin ile İzmir ikinciydi. Ankara'da 90 bini biraz geçiyor. Engelli sayısı sıralamasında üçüncü geliyor Ankara. Sevindirici olan şudur: Günümüzde devlet engellisinin farkındadır ve hayatı kolaylaştırmada kendilerine veya yakınlarına yardım anlamında büyük çaba sarfetmektedir. Yasal düzenlemeler hızla yapılıyor ve mevzuat, engellilerimiz dikkate alınarak hazırlanıyor.
Uygulama yöneticinin basiretine bırakılmıyor, cebrediliyor.

Burada bir hususa dikkat çekmem lazım. Ülkemizdeki her yıl trafik kazalarında kaybettiğimiz insan sayısı 7 bini geçiyor, 300 bin kişi de yaralanıyor. 21 bin insanımızın ömür boyu sakat kaldığını bilmem dutdunuz mu? Devlet, millet bilhassa aileler bu yüzden ağır travma yaşıyor.
Kazaların son zamanlarda alınan bazı tedbirler ve ağırlaştırılan cezalarla bir nebze azaldığını görüp teselli buluyoruz

gazete

Belediye yönetimi

Ahmet TEZCAN

Belediye yönetimi

12.12.2019

Belediye nedir? Bir hizmet kurumudur, kâr kaygısı olmaz, doğumundan ölümüne vatandaşın en fazla ihtiyaç duyduğu bir HEMŞERİ kuruluştur. Peki, vatandaşın cebinden VERGİ olarak belediyeye aktarılan her 100 lirandan kaç lirasının belediye tarafında vatandaşın hizmetine harcandığını düşünüyorsunuz?

Önce şunu belirteyim: Bir bilginin, fikrin, düşüncenin topluma mal olması ve bir tavrın, duruşun oluşması için paylaşılması, tartışılması gerekmektedir. Başkentte bu tarz hizmet yürüten, bir fikrin, bir bakışın oluşmasına çabalayan önemli, değerli kuruluşlar var. Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) de bunların önde gelenlerinden biridir ve değerli katkılarda bulunmaktadır. Doç. Dr. Muhammet Savaş Kafkasyalı yönetiminde, sahasında uzman, gönüllü bir kadro ile hemen her hafta gündemin önemli konuları, ilgili-yetkili konuklarıyla masaya yatırılarak düşünce dünyamıza sunulmaktadır. Çoğunluğu üniversiteliler olmak üzere her yaştan her meslekten katılımcılar da sorularıyla katkıda bulunuyorlar.

Önceki hafta çok önemli bir konu; YEREL YÖNETİM gündeme geldi ve Altındağ İlçesinin çehresini değiştiren belediye başkanı Veysel Tiryaki, tecrübelerini paylaştı. Cebimizden belediyelere aktarılan her 100 liranın ancak 10 lirasının vatandaşın hizmetine harcandığını, bu işi Ankara'nın göbeğinde 14 yıl süreyle yapmış birinden duyunca şaşırmadım desem yalan olur. Şimdi diyelim 2020 yılında Ankara Büyükşehir'in bütçesi 7 milyar 150 milyon lira. 6 sıfır atılınca katrilyon milyar, trilyonlar milyon oldu malum. Mansur Başkan bu paranın sadece 715 milyonunu mu başkente harcayacak? Kalan 6,5 milyar nereye harcanacak peki? Gerisi personel maaşı, arabalar, yakıt ve diğer masraflar.. Festival, şenlik ve spora da önemli meblağlar ayrılıyor...

Kendi döneminde hiç kredi kullanmamış, araç kiralamamış, personeli neredeyse yarı yarıya azaltmış ve Altındağ gibi bir bölgeyi medeni bir görünüme kavuşturmuş biri bunu söylüyorsa ben bunu ciddiye alırım. Belediye başkanı diyor "senin paranı harcayan adamdır, Merkez Bankasını bağlasan yetmez.." Ağız uçuklatacak şeyler var daha, yeri geldikçe aktaracağım.

gazete

Bir doğum bir ölüm

Ahmet TEZCAN

Bir doğum bir ölüm

19.12.2019

2005 yılının Aralık ayı idi, Sabah Ankara'nın yayın hayatına katılması dolayısıyla Ankara temsilciliğinde bir doğuma şahitlik ediyorduk. SABAH Ankara başkent hayatına gözlerini açarken bir misyon yükleniyordu, Türkiye'nin kalbi Ankara'ya göz kulak olacaktı. SABAH Ankara günlük olarak çıkarken, işte, 14 yılı geride bırakmış, o gün bugün Osman Altınışık yönetiminde BAŞKENTE GÖZ KULAK oluyor. Genç kadrosuyla başarıyla her gün başkentte olan biteni Ankara'ya, Ankaralıya ve dünyaya sunuyor.

Yazı bitmez, sözün bittiği gün yazı da biter. Biz de o gün bugündür bu köşede yazıyoruz. GEL DE YAZMA dedirten türden mevzuları 14 yıldır bu sütunlara taşımaya devam ediyoruz. SABAH Ankara çıktığı günden bu yana bine yakın makalemize kucağını açıp okuyucusuna sunmuş. Sıcak potalardan akan kurşunun satıra dönüştüğü yıllarda başladığımız mesleği biz de bu sütunda sürdürüyor aklımızın erdiğini, ermediğini gözler önüne seriyor ve bir kanaâtin oluşmasına bir bilginin paylaşılmasına bir sorunun çözümlenmesine çabalıyoruz. Yazıp çizmeyince gazeteci olunmuyor. İnternet çıkınca gazeteler kapanır dediler hiç de öyle olmadı, gazetecilik güç ve yaygınlık kazandı üstelik. Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, bir konuşma için Paris radyosuna geldiğinde telefonu, daktiloyu ve radyoyu göstermiş; "Bu üçü birleştiğinde dünya başka bir dünya olur" demiş. Evet çok şey değişti dünyada ama gazete o dünyada yerini buldu. Ankara'ya yazdım diyorsunuz, dünyanın her köşesinden okuyucunuz olduğuna şahit oluyorsunuz.

Aralık 17 müstesna bir ölüm gününün tarihidir aslında ama o günü "DÜĞÜN GÜNÜ" ilan etmek için Mevlâna olmak gerekiyor. Dünyada ölümü kutlanan tek şahsiyettir o. Ölünce nasıl bir dünyaya doğduğumuzu en iyi O biliyordu. Hz. Pîr'in hemşerisi, bizim de dostumuz, ağabeyimiz, alîm şahsiyet Ecz. Mehmet Arıcı da en sevdiği insanın ölümün kutlandığı Şeb-i Arus günlerinde kendi sırlarıyla Hak'ka yürüdü. Öyle derin şeyler söylüyordu ki düşündürüyordu. Anlamadık deyince "zarflayın" diyordu. Arıcı ağabey de en sevdiği yere doğdu, onun da düğün günü oldu. Ailesinin ve dostlarının başı sağ olsun.

gazete

Çarşı karıştı!

Ahmet TEZCAN

Çarşı karıştı!

26.12.2019

Başkent bir iddia ile yine sarsıldı. Eskişehir yolu çıkışında üstümüze üstümüze gelen kuleler ve 25 milyonluk rüşvet iddiası. Ne olmuş, nasıl olmuş, kim yapmış, ne yapmış? Ekranlarda biri arzı endam ediyor, o iniyor öteki çıkıyor.. Bir yığın iddia; şöyle olmuş böyle olmuş.. Hepsi haklı, hepsi hukuk yoluyla mahkemelerde haklarını arayacaklarını söylüyorlar. İşin ilginç tarafı hepsi aynı partiden eski ve yeni aktörler. Biri de sadece pabuçlarıyla tanınan bir ayakkabı firması. O da ayakkabıcılığı bıraktı ranta, inşaata koştu. Sadece 5,5 milyon Ankara değil, 82 milyon yeni rüşvet iddiasını izliyor. Konuşanların hepsi zemzem ile yunmuş sanki.. Bizler de dinliyoruz. Çankaya'da Muzaffer (Eryılmaz) Hoca'nın "yamyam" iddiaları gibi.. Yenilir yutulur şeyler miydi iddialar? Rüşvetler alınacak, Cumhuriyet Gazetesi'ne destek verilecek ve "yamyamlar" da beslenecek. " 50 takla atıyoruz" diyordu Muzaffer hoca.. Değişimi de "O Muzaffer gitti başka biri geldi" diye açıklamıştı.
Ne oldu, unutuldu gitti. Çünkü hafızayı beşer nisyan ile malul. Yani unutmak insan hafızasının sakatlığı, unutmazsak çıldırırız da ondan. İyi ki internet diye bir şey var, 'İnternet mollaları' her şeyi biliyor, arayıp buluyor önüne seriyor. Kelam-ı Kadim'deki "Musa kıssası" gibi biz de okuyup geçiyoruz. Halbuki orada Musa var, âsası var, firavun ve sihirbazları ile yılanlar var. Burada benim rol modelim hangisi diye soran yok, RİSK var çünkü. Sihirbaz olsan çaprazlama ellerini kollarını kaybedebilirsin. Biz ne yapıyoruz, sadece izliyoruz, Musa ve mesajı da hikâyenin içinde kaybolup gidiyor. Aslında en kabahatli olan bizleriz. Niye mi? Kimi seçtiğimize bakmıyoruz ki! Seçtiğimiz adamın hemşeri, partili hulasa bizim mahalleden olması yetiyor. Dolayısıyla ne yaparsa yapsın onu yani "bizimkini" haklı görmek gibi bir girdabımız oluşuyor. Bu girdap hepimizi yutuyor ve haklı kim, doğrusu hangisi zaman içinde kaybolup gidiyor.
Bu insanlar kötü olduğu için olmuyor bunlar; işletim yanlış. Sistem insanı hırlıhırsız yapıyor. İlçe belediyesi ne yapıyorsa Büyükşehir de haliyle tam yetkili kapı numarası, berber ruhsatına kadar her şeye karar çıkarıyor. Parası, kaynağı olan, ekonomisi düzgün bir tane belediye gördünüz mü? Devletten besleniyorlar. "Merkez Bankası'nı bağlasan yetmez" demişti bir belediye başkanı. Vatandaşın 100 lirasından sadece 10 lirası belediyeden hizmet olarak kendisine dönüyor. Peki, 90 lira nereye gidiyor? Kent yönetilmiyor ki belediyelerde rant yönetiliyor..

gazete

12 Eylül 2019 Perşembe

Keçiören’in stratejisi

Ahmet TEZCAN

Keçiören’in stratejisi

12.9.2019

Başkent nüfusu 5.5 milyonu aşarken en büyük merkez ilçesi Keçiören 1 milyonu zorluyor. İlçe nüfusu 920 bini aşmış milyona doğru hızla çoğalıyor. Oysa Keçiören daha 1983'te Altındağ'dan ayrılarak merkez ilçe haline getirilmişti. Bugün hastane, okullar ve kentsel gelişimi ile bir taraftan Hüseyingazi'ye, İdris dağlarına ulaşmış Karyağdı'yı, Ufuk ve Yükseltepeleri de aşmış bulunuyor. Başlangıçta bağlık bahçelik bir sayfiye yeri iken bugün devasa binaların doldurduğu ilçenin geçmişteki tek hikâyesi Ziraat mektebinin kurtuluş savaşında karargâh olarak seçilmesiydi. Bugün Keçiören milyonluk bir kent görünümünde ve sayısız hikâyeyi besliyor. Bu arada Keçiören'in keçi ile de bir alâkası yok aslında; 'kiçik' yani 'küçük' kelimesinin dilimizdeki değişimiyle ilgili bu, 'ören' de malum, insan emeği ile kültür ve tabiat varlıklarının buluşmasıyla ortaya çıkan yapı olarak tarif edilir.

***


Şimdi esasa geliyorum. Keçiören Belediyesi'nin önümüzdeki beş yıllık hedeflerini içeren 2020 -2024 Dönemi Stratejik Planı belediye meclisi üyelerinin tamamının oyu ile kabul gördü. Ne demek stratejik plan; yeni dönemdeki ilçe tasavvurudur. Yani vatandaşın hayatını kolaylaştıracak, engelli, yaşlı, kadın ve gençlere yönelik çalışmaların öncelikli olacağıdır. Turgut Altınok, tecrübeli bir Belediye Başkanı, rasgele büyüyen ve kalabalıklaşan ilçenin özellik ve güzellik bakımından hızla değişmekte olduğu müjdesini veriyor. Altınok, "Yeni dönemde de Keçiören'i, Türkiye'nin marka değeri en yüksek ilçesi yapacağız" diyor.

***


Stratejik Planın iktidar ve muhalefete mensup meclis üyelerinin tamamının oyunu alması da çok önemli. İlçenin geleceği için siyasi angajmanların aşılıp ilçede bir mutabakata ulaşıldığını gösteriyor. Başkan bundan memnun; olumlu yaklaşım idareciyi rahatlatır. Her işte el birliği elbette işi kolaylaştırır, güçlendirir ve muhakkak büyütür. Altınok, altyapı, üstyapı, sosyal ve kültürel etkinlikler, eğitim, spor hizmetleri, sosyal belediyecilik, çevre konularında yine örnek olacaklarını söylüyor. Biz de başarı diliyoruz. Zaten geçmişte pek çok hizmette de onun imzası vardı, ilçe halkı onu tanıyor. Bence önemli olan gençlik, başkanın gençlere bilhassa çok kafa yorması gerekiyor. Ki bugün lise çağı gençliği tavır ve davranışlarıyla kendi ailelerini dahi endişeye düşürüyor ve şikâyetler geliyor. Gençlik bizim geleceğimiz, geleceğe yatırım boşa değildir.

gazete

5 Eylül 2019 Perşembe

Zilleri çalsın hayatları çalınmasın

Ahmet TEZCAN

Zilleri çalsın hayatları çalınmasın

5.9.2019

Evet, bu söz bu yılın eğitim düsturu, teması, mottosu, sloganı, simgesi, sembolü, parolası, şifresi olmalıdır. Okullar açılıyor, ziller çalıyor; zilleri çalsın hayatları çalınmasın. Başkenti artık okul telaşı sardı. Yalnız başkenti mi, tüm yurtta okul, öğrenci ve öğretmen konusu memleket gündeminin ilk sırasına yerleşmiş bulunuyor. 82 milyon Türkiye nüfusunun 20 milyonu öğrencidir. Hesap etmedim ama bizim öğrenci sayımız rahat 150 ülkenin nüfusundan büyüktür. Bunu niçin söylüyorum; 20 milyon yalnızca öğrenci nüfusu olan Türkiye; nasıl bir varlığa, potansiyele ve enerjiye sahiptir buna dikkat çekmek için. Konu çok önemlidir ve hattâ Türkiye için hayatîdir. Sadece Milli Eğitim'in değil, eğitim-öğretim-okulöğrenci bütün bakanlıkların konusudur, öyle olmalıdır.

***

Her yıl artan bu 20 milyon nüfus bu eğitim öğretimin sonunda vatanını, bayrağını sevecek mi? Bütün alanlarda ülke ihtiyacına dengeli bir cevap verecek mi?! En önemlisi; içeriden ve dışarıdan bu memlekete bir tehdit ve saldırı söz konusu olduğunda ve haydi denilince bu 20 milyon nüfus tankın üstüne mi çıkar, altına mı yatar, sosyal medyaya mı gömülür yoksa AVM'lere mi koşar, çok önemli sorulardır bunlar.

***

Ankara nüfusu 5,5 milyon olduğu hesabıyla başkentte öğrenci sayımız 1 milyonu aşmıştır. Bunun 100 bini birinci sınıflara kayıt yaptıran miniklerdir ki; bu 1 öğrenci nüfusunun okul trafiği, güvenli servisi, gıdası, beslenmesi her türlü ihtiyacı anne-babalardan sonra idarenin, bilhassa belediyelerin işinin en önemli parçası olmalıdır. Ben bilhassa okul çevresindeki asayiş konusu için İçişleri'nin, Bakan Süleyman Soylu'nun özellikle dikkatini çekmek istiyorum: Bütün valiler, kaymakamlar ve belediye başkanları devlet emri olarak bir tebligatla uyarılmalılar.Onlar da makamlarında oturarak ve bu işi altlarına havale ederek değil, bizzat meşgul olmalılar ki; uyuşturucu satıcısı, sapık, ipsiz-sapsız, eski mezun vb. okul yolunda ve çevresinde mobil yahut yerleşik, kılıklı-kılıksız hattâ kamuflajlı potansiyel tehlike arz eden kim varsa takibe alınmalı ve öğrencilerden uzak tutulmalıdır. Bir başka önemli husus ise bunları takip edecek olanların okul önünde sigara soluyan sorumsuzlar değil, aile üyesi, bilinçli bireyler arasından seçilmiş görevliler olmasına dikkat edilmelidir. Bize düşen ise uyarı görevi, hayır dua ve başarı dileğidir.

gazete

29 Ağustos 2019 Perşembe

Hicri yeni yıl

Ahmet TEZCAN

Hicri yeni yıl

29.8.2019

Ben arada bir takvime bağlı yazılar yazmayı severim. Bir bakıma bu yazılar ROTA belirlemek açısından önümüzü gösteren yazılardır. Çünkü çoğumuz günlük telaştan yaşadığımız günleri ve olayları unuturuz. Bu yüzden Zafer bayramı resmi tatil mi, okullar ne gün açılacak, Hicri yılbaşı ne zaman gibi soruları birbirimize sorarız. H H H
Okullar 9 Eylül'de uma gününe raslayan Zafer bayramıyla birlikte hafta sonu 3 günlük son tatil fırsatını kullananlar mutlaka olacaktır. Doğrusunu isterseniz pek çoğumuz için tatil de yaz da bitti. Hepimiz tatil yorgunuyuz, şimdi bilhassa Ankaralılar için mesai zamanı. Pastırma yazında hava nasıl olur bilinmez, Ağustos'u Zaferle uğurladıktan sonra şimdi hepimiz için iş ve çocuklarımızın okul telaşı başlayacak. Okullar bu sene 9 Eylül'de, bir hafta erken açılacak. Yeni sistem ve uygulamaya göre 18-22 Kasım arasında ilk ara tatil yapılacak. Yarıyıl tatili ise Şubat değil, 20-31 Ocak 2020 tarihi olarak belirlendi.


BÜYÜK TAARRUZ
Bazıları Büyük Taarruz'u sorgulasalar da 30 Ağustos, tüm zaferlerimizin tacı, önemli bir gün ve bayram olarak tarihimize geçmiştir. Büyük taarruz için; "İmparatorluk çökmüştür, yeni kurulan Türkiye'ye yeni zaferler, yeni kahramanlar gerekmektedir, dolayısıyla yeni bir tarih yazılarak oynanmıştır" özetindeki sorgulamalar ise tamamen indi bir yorumdan ibarettir. Esasen yıkımı hazırlayanların bizi BÜYÜK DEVLET liginden düşürüp Yunanistan, Bulgaristan, Ermenistan gibi devletçiklerin ligine dâhil etmek suretiyle DÜNYA DEVLETİ olarak yalnızca kendilerinin sahne alma arzularıdır ki üzerinde durulması ve düşünülmesi gerekir.


HİCRİ YILBAŞI
31 Ağustos Cumartesi Hicri yılbaşıdır. Muharrem ayı ile manevi anlamda yeni bir iklime giriyoruz, aşure günleri başlıyor. Muharrem ayı Ramazan'dan sonraki en faziletli aydır. Hz. Hüseyin'in katledilmesinden Nuh tufanına, Hz. İbrahim'in ateşe atılmasından Musa (a.s.)'ın denizi yarmasına, İsa peygamberin doğumu ve göğe yükseltilmesine kadar insanlık için dönüm noktası sayılan pek çok olayın Muharrem'de yaşandığı kabul edilir. Muharrem ve Safer, matem aylarıdır.Alevi vatandaşlarımız da 10 günlük matem ve Muharrem Orucu tutarlar, çünkü bütün peygamberler bu günlerde oruç tutmuştur. Matem süresince kesici alete el sürülmez, kurban kesilmez, et yenmez. Hiçbir canlıya eziyet edilmez, kalp kırmamaya dikkat edilir, dedikodu yapılmaz. Bu vesileyle biz de Muharrem ile başlayan hicri yeni yılımızı en güzel şekilde ve bereketle yaşanması arzusuyla kutluyor, çocuklarımıza yeni dönemde sağlık ve başarılar diliyoruz.

gazete

22 Ağustos 2019 Perşembe

Tişört yazıları

Ahmet TEZCAN

Tişört yazıları

22.8.2019

Doç Dr. Yağmur Küçükbezirci "Farkındalık" yaratmak adına ciddi bir çalışma başlatmış.
Yaptığı araştırmalarda ilginç sonuçlara ulaşmış ve bunu da herkesle paylaşıyor.
Neden mi bahsediyorum?
Çocuk büyük hemen herkesin üzerindeki İngilizce yazılı tişörtlerden.. Çok ucuz, pratik, kolay yıkanır olduğundan bilhassa tercih edilen yaygın giysi. Adı İngilizce ama çoğu yerli imalat, üzerindeki yazılar da taklit.
Basit bir giysi üzerindeki bu yazılar nedir, nedendir hiç düşündünüz mü? Zaten tabelalarımız, birçok şey hatta günlük konuşma dilimiz neden İngilizce anlaması güç? Bir şeyi Türkçe ifade edemiyor muyuz?
Neden sömürge halkı gibi davranıyoruz?
Türk Dil Kurumu, Türkçe üzerine eğitim-öğretim verenlerin bu alanda bir çalışması, bir kaygısı var mı acaba?
Meseleyi basit görenler bu yozlaşmaya dolaylı destek olmuş olmuyor mu?
Dilimiz, davranışımızla "BİZ" olamadık vesselam!

Selçuk Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan hemşerim Doç. Dr.
Yağmur Küçükbezirci minik yeğeninin giysisi üzerinde, İngilizce "Ben aç köpeğim" yazısını görünce hemen bir çalışma alanı oluşturarak konuyu herkesle paylaşmaya başlamış. Tişörtlerde neler bulmuş neler! Bunları da sosyal medya ortamında sıkça paylaşıyor, adını yazıp çalışmalarına ulaşabilirsiniz.
Tişört, bazen şapka üzerindeki yazılarda inanç ve cinsellik hedef. Bir teyze göğsünde İngilizce "porno yıldızı" yazısıyla dolaşabiliyor, sırtında "Tanrı nerede?" yazılı tişörtle bir delikanlıyı Cuma namazı kılarken görebilirsiniz. Sakın "Ne olacak ki bu yazılardan?" demeyin, sizin basit gördüğünüz bu ayrıntıyı titizlikle çalışanlar var.

Bakın neler bulmuş Hoca: "Bu Gece Boşum", "Seni İstiyorum", "Meşhur, Başarılı, Zenginseniz!
Boştayım" Cinsellik mesajları o kadar çok ki burada dile getirmekten insan utanıyor. "God is Busy, Can I Help You?" yani "Tanrı Meşgul Ben Yardımcı Olabilir miyim?","Hayatını Yaşa" , "Korku Kul Yapısıdır, Din Korkudur", "Hayat Eğlencedir", "Uyuşturucuya Güven" ve daha neler!
Kültürümüzle, maneviyatımızla örtüşmeyen bu yazılar bilinçaltına göndermelerdir.
Biz de anlamını bilmeden ve önemsemeden bunları kullanıyoruz.
Bizimkisi ise bir farkındalık oluşturmak o kadar.

gazete

15 Ağustos 2019 Perşembe

Trafiğe kurban oldular!

Ahmet TEZCAN

Trafiğe kurban oldular!

15.8.2019

Tatili tatil, bayramı bayram gibi kutlayamaz olduk. Bu bayram da kural değişmedi, onlarca insanımızı yine trafiğe kurban verdik. Ölü sayısı dün 50 civarındaydı, onlarca ev yine yasa boğuldu. Arabalarla yiğitlik olmuyor, bunu da öğrenmiş olmamız gerekiyor. Teknoloji geliştikçe otomobillerin konforu, gücü ve hızı artıyor ama güvenlik konusu insana bağlı bir şey. Sürücünün sağlığı, eğitimi, bilgisi, becerisi, refleksi ile yalnız trafikte değil günlük hayatımızda bile güvenliğimizi olumlu olumsuz etkiliyor.
***
Bu yolda ve trafik kazlarıyla mücadelede çaba harcayan sivil toplum kuruluşlarına kulak vermek gerekmektedir. Karayolu Trafik Ve Yol Güvenliği Derneği bu kuruluşlardan biri. Başkan İhsan Memiş'in verdiği rakamlar dehşet verici. Yaptıkları açıklamaya göre ülkemizdeki 1 milyon 202 bin trafik kazasında 7 bin 427 kişi ölmüş ve 300 bin kişi de yaralanmış. Trafik Yol Güvenliği' nin tespitidir bunlar ve yıl ortalamasıdır. Avrupa ülkelerinin motorlu araç sayıları ile karşılaştığında ortalama 5 kat fazla, bu da sürücü kalitemizde kuralların yerine oturmadığını gösteriyor.
***
Başkan Memiş, ezbere ve imtihana dayalı bir belge alma yarışının devam ettiğini söylüyor. Bir şey daha söylüyor, şu andaki araç sayısı ile sürücü belgeli insan sayımız arasında 10 milyon fazlamız olduğunu.. İlginç değil mi? Trafik kazalarının da nedenini açıklıyor bu tespit. En önemli varlığımız insan ve her yıl binlerce insanımızı trafiğe kurban veriyoruz.
***
Zamanın değişimi ile bayramların da değiştiğini yazacaktım, içinde çocukların da olduğu trafik kazaları öne çıktı. Ben en çok çocuklara üzülüyorum. Tazecik fidanlarımız büyüklerin kucağında mutlu, mes'ut seyahatteyken küçücük bir hata ile tatlı bir uyku esnasında belki nasıl ölüme savruldular kim bilir?! Kimseyi suçlamıyorum, biraz dikkat diyorum ve kazasız belasız bayramlar diliyorum.

gazete

8 Ağustos 2019 Perşembe

Bayram edelim Yâr ile şimdi

Ahmet TEZCAN

Bayram edelim Yâr ile şimdi

8.8.2019

Bayram haftasına girdik. 10 Ağustos bayram arifesi. Takip eden dört gün Allah nasip ederse ve O'na adanan kurbanlarımız, dost ve akrabalarımızla hoşça bir bayram geçirmeyi diliyorum. Bu vesileyle Türk dünyasının ve Âlem-i İslâm'ın Kurban Bayramı'nı en içten dileklerimle kutluyorum. Kazasız belasız bir bayramı huzur içinde geçirelim istiyorum. Çünkü bu bayram bıçaklı satırlı bir bayram aynı zamanda... Kasap ya da kasap becerisi gösterebilenler her kurban sahibinin ihtiyacına cevap veremeyeceğine göre büyük bir kesim kendi kurbanını kendisi kesecektir. Her yıl memleketin Acil Servisleri bu yüzden boş kalmıyor. Metropollerde oturanlar da ekran başında bir yerlerini kesmiş insanların haberlerini izliyor.

***

Ankara'nın manevî sahibi bildiğimiz, her zorumuzda kapısına yaslandığımız Hacı Bayram Veli hazretlerini anmadan bayram yazısı olur mu? Ne diyordu Hazret? "Bayramî imdi bayramî imdi/bayram edersin yâr ile şimdi" "N'oldu bu gönlüm" ilahisinden iki mısradır aktardığımız. Büyük Veli diğer mısralarında gönül duygusunu coşkuyla dile getirirken; "Yâr ile bayram" ın da teşekkürünü ediyor. İnsanlar kimi "Yâr" edinirse ona teşekkür eder.

***

Bayramda bizler aslında çocukluk lezzetimizi arıyoruz.. Aile büyükleriyle yaşadığımız çocukluk bayramlarını unutamıyoruz ama kendi çocuklarımıza da aynı duyguları yaşatmaktan gün geçtikçe uzaklaşıyoruz. Dinî bir ritüel olmakla birlikte bayramlar maalesef "tatil fırsatı" olarak değerlendiriliyor. Çoğumuz kurbanla, kabirle değil, "Alo Kurban" hattından bir bağış ile tatil yöresinde dinlenmeyi tercih ediyoruz. Hep yorgunuz, dinlenirken bile yoruluyoruz. Bayramlar çocukluk masumiyeti muhafaza edildiği oranda yaşanır. Byram şimdi de yine çocuklaradır, yetişkinlere ise "ara tatil"! Yılın 140 gününde tatil yaptığımıza dair bir haber okumuştum gazetelerde, Cumartesi - Pazar dâhil mi bilmiyorum. Yılın 225 günü mesai gerisi bayram seyran işte! Memleketimizde iş yapan Japon dostlar "Türkiye, hep tatil hep tatil!" diye boşuna dememişler!

***

Böylelikle Ağustos ayını Zafer Bayramı coşkusuyla savuştururken Hicri yılı da tamamlamış olacağız. Muharrem ile birlikte "Aşure Günleri" başlayacak. Eylül, her zamanki gibi çocukların okul telaşıyla geçecek. Hayat bu, iki ipliği iğneden geçirmek için bükmek gerekiyor. Biz de büküle büküle hayat yolunda ilerliyoruz. Bayramı bayram gibi kutlayalım, çocukların gül yüzünde güzel gülücükler açsın, büyüyünce onların da tatlı bayram hatıraları olsun.

gazete

1 Ağustos 2019 Perşembe

Hac ibadeti

Ahmet TEZCAN

Hac ibadeti

1.8.2019

Hicri 1440'ın son günü, yarın Zilhicce giriyor yani Hac mevsimi. Hac zamanı bellidir; Şevval ile başlar Zilhicce ile tamamlanır. En dar zamanıyla 9-14 Ağustos bu ibadetin tam zamanı. Bu sene ülkemizden 80 bin kişi hacca gitmeye hak kazandı. Hac, mali yeterliliği olan Müslüman'a farz ve bedenen yapılan bir ibadettir; borçlanarak, kredi kartından, ödünç parayla filan Haccın yapılamadığı yetkililerce her zaman ifade ediliyor. Hac, Hz. Âdem'den bu yana var; derler ki Âdem atamız bir süreliğine yeryüzüne indirildiğinde, Rabbinden bir dilekte bulunmuş, "Cennette seni tesbih ederken" demiş, "billur bir sütunun etrafında tavaf ederdim, onu da indir ve ben yine sana öyle ibadet edip seni anayım." Dileği kabul olmuş ve Âdem sonrası muhtemelen Nuh tufanında kaybolan o sütunun bir parçası bulunarak Hz. İbrahim tarafından Kâbe'nin malum köşesine yerleştirilmiş adı da "Hacerülesved" olmuş.

***

İnsanların kimi zaman içine putları doldurarak, bazen "günah işledik bu giysilerle" diyerek çıplak halde Kâbe'nin etrafında tavaf ettikleri biliniyor. Giydirmek için örtüler dağıtılmış, adı ihram olmuş belki, bazen parayla satılmış bu örtüler ve alamayanların çıplak halde ve alkışlayarak tavaf ettikleri anlatılır. Hikâye bu, doğrusunu ancak Allah bilir. Ama şu bir gerçek; insan var olduğundan beri bu ibadet var. En doğrusu ve Allah indindeki dinin bütün sınırları son din İslâm ve onun peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)'nın sünnetleriyle bellidir. Buna rağmen eğip bükenler yok mudur, elbette vardır ama insanoğlu doğrusunu bulmak için çabalayacaktır. Önemli olan bu yoldaki gayrettir, samimiyettir.

***


Bütün bu telaş 9 Ağustos ikindi vaktiyle 10 Ağustos imsak saati arasında Arafat'ta bulunmak ve bayramda Kâbe'yi tavaf içindir. Haccın rüknü denen, farz olan da budur. Bunun vacipleri sünnetleri de var ve ihmal edilmez. Hac ibadeti de sadece Kur'an ile değil, Peygamberin sünnetleriyle anlaşılabilmektedir. Zaten geneli itibariyle dinimiz böyledir; Peygamberimiz ile yaşanmak durumundadır. Şunu da belirtmeden geçmeyeceğim. En pahalı ibadet bizim ülkemizdedir ve Haccın taban fiyatı 15-20 bin liradır. "E, birader bu ibadet varlıklı olanlara" denilemez, ucuzlatılabilir, daha ucuz yolu bulunabilir. Diyanet de haccın turistik organizasyonundan çekilmeli ve bu işi profesyonellere bırakarak sıkı bir şekilde denetlemeli ve yalnızca ibadet boyutuyla iştigal etmelidir. Para insanı bozar.

gazete