2018 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2018 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Aralık 2018 Perşembe

Hızır Acil..

Ahmet TEZCAN

Hızır Acil..

27.12.2018

Başkent yoğunluğunun adı kim ne derse desin hep Kızılay olmuştur. Herkesin her gün bir vesile bu meydana yolu mutlaka düşer. Ben bunun YHT tren garıyla değişeceğini söyler dururum. Hele yeni hızlı tren hatları devreye girsin YHT Garı ve çevresinin trafiğini bir de o zaman görün?! Ha, o bölge cadde, sokak ve parklarıyla bu yoğunluğu karşılar ve kaldırabilir mi onu zamanla göreceğiz. Son tren kazasıyla yeniden sarsıldık. Ne oldu, bir sabah kalktık ve bir hızlı trenin hızını almadan başkentin ortasında bir başkasıyla çarpıştığını gördük. Üzülmemek elde değil ama kazayı bir makasçı veya bir başka görevliyle açıklamak da mümkün değil.

***

Ben o gün, o hengâmede TCDD'yi, YHT Tren Garı'nı ve ilgili bakanlığı aradım telefonla. En azından ne oldu diyecektim. Benim gibi o gün yolcu yakınları da kaza sonrası yetkilileri aramış olmalılar. Onlar da alelacele birine, bir telefon numarasına ulaşmak istemişlerdir. Ama hangi numaradan ama ne mümkün?! Ulaştırma bütün katmanlarıyla ULAŞILMAZ olur mu? ben bir ara 112 Acil Çağrıyı aradım çekinerek.. Bir sağlık ihbarı veya ambulans talebi olmayınca kapattılar. Niye aradım 112'yi? Burası ACİL ÇAĞRI SERVİSİ.. Yangın, kaza, intihar, cinayet.. Her türden durumun ilk önce bu servis eliyle alınıp itfaiye, ambulans, polis nerenin harekete geçirilmesi gerekiyorsa orayı ayağa kaldıracağını düşündüğüm bir servis olarak değerlendiriyordum 112'yi. Her türlü hadisede vatandaşın muhatap bulacağı, ulaşacağı bir servis..

***

Bu satırların yazarı 2004'ten bu yana bunu yazar durur. 110 Alo Yangın İhbar'dan tutun, 118 bilinmeyen numaralara kadar bir yığın ALO İHBAR hattı var. Sayayım: Zabıta 153, Polis İmdat 155, Jandarma 156, Orman yangını 177, Ruhsal Bunalım Danışma 182 ve diğerleri.. Kim hatırlıyor? 185 Elektrik, 186 Gaz arıza.. Hattın bir yerinde gerilim veya patlama olsa o anda bu numarayı kim bulur, kim ulaşır? İçişleri, İller İdaresi yazılarıma cevap vermiş bütün ihbar hatlarının tek numarada HIZIR ACİL adıyla birleştirileceğini bildirmişti? New York'ta 911 adıyla bir acil yardım hattı var, belediyeye bağlıymış, orada adeta "hayatın bir parçası " diyorlar ve bütün "imdat" ve "ihbar" çağrılarını burası koordine ediyormuş. Onların 911'i gibi bir servisi biz de kendi ülkemizde neden başaramayalım?

gazete

13 Aralık 2018 Perşembe

Özhaseki’nin Kayserisi

Ahmet TEZCAN

Özhaseki’nin Kayserisi

13.12.2018

Şair'in "bir başka tepeden" İstanbul'a baktığı gibi başka bir şehre bakılmış mıdır? Yahut hangi şehre böyle bakılıp İstanbul gibi "aziz" makamına yükseltilmiştir?!
Sormadan edemiyor insan.. Yahya Kemal öyle tutkundur ki İstanbul'a "görmediği, gezmediği, sevmediği" hiçbir yeri yoktur.
Nasıl bir tutkudur ki bir ömür gönül tahtına kurulması keyfiyetini bağışlamış ve "sade bir semtini sevmeyi" dahi "bir ömre değer" bulmuştur?!

Şair'in baktığı gibi olmasa, olamasa da ben de bir başka şehre, başka bir tepeden baktım.
Kayseri'ydi baktığım şehir ve o şehre bakmak için seçilecek yer Erciyes'ten başka bir tepe olamazdı.
(Biliyorum "tepe" tanımı Erciyes'i küçültür, O Erciyes ki; memleket coğrafyasına çil çil nice kubbeler yükselten Mimarbaşı Koca Sinan'a ilham kaynağı olmuştur.) Şair'in İstanbul'a bakışı değildi bizim o tepeden Kayseri'ye bakışımız, Ankara'da, mevsimi olmasına rağmen bir zamandır göremediğimiz kara hasretliğimizdi önce. Sonra ve esasen Kayseri'ye uzun yıllar ŞEHREMİNİ olmuş bir isim (Mehmet Özhaseki) artık Ankara için aday. Kayseri'yi yıllarca nasıl yönetmiş, ne yapmış, yaptıkları kabul görmüş mü şöyle bir bakalım dedik. Kayseri'ye şehremini olmuş mu?

Bu defa Ankara'ya talipti Özhaseki ama neye yalan söyleyeyim- ben onun başkente iki numara küçük geleceğini düşünenlerdendim.
1999'dan 2014'e tam 15 sene rekor oylarla seçilmiş olmasını dahi "iktidarın gücü" ile açıklıyordum uzaktan.
Kayseri'ye yakından bakınca düşüncemi gözden geçirmem gerektiğini düşündüm.
Erciyes'ten bu kadim kültürün önemli yerleşimlerinden biri olan Kayseri'ye bakarken düzgün yapılaşmayı, ferah bulvarları kolaylıkla görüyorsunuz. Göz tırmalayan dikey yapılar da yok. Tarih, betonlar arasına sıkışmamış. Hunat Hatun'dan Seyit Burhanettin'e tüm şehirde Selçuklu, Konya'da bile olmadığı kadar bütün maddiyatı ve maneviyatıyla muhafaza edilmiş.
Açık kapalı çarşıları ise insana İstanbul hissi veriyor. Trafik keşmekeşi yok gibi, tramvayın ulaşıma katkısı da olumlu. 5. etap ise büyükşehri emanet alan Mustafa Çelik'in ufkunu ve çabasını aynen resmediyor.

Vatandaş olarak, bir Şehremini'den yani belediye başkanından ne bekler ve ne isteriz? Önce emin olmasını, sonra hayatın zaruretlerinin zamanında karşılanmasını.
Özhaseki bunu Kayseri'de başarmış.
İnşallah Ankara'da da başarır. Ankara'nın çok mahir, samimi bir ele, bir göze ve tükenmez bir enerjiye ihtiyacı var. Bu seyahatin Erciyes ve kar kısmını Elmadağ ile birlikte bir başka yazıda ele alacağım

gazete

29 Kasım 2018 Perşembe

Haseki ne demek?

Ahmet TEZCAN

Haseki ne demek?

29.11.2018

İktidarın adaylarını açık etmesiyle seçimin STARTI da verilmiş oldu. İşte meydan işte pehlivan, erken kalkan yol alır.
İktidar 61 adayını törenlerle açık edince bütün yurtta hareket başladı. Mücadele çetin geçeceğe benziyor. İktidar kanadında en büyük handikap iç mücadele. Milyonlarca üyesi var ve bütün mensupların da bir talebi.. Kimi meclis üyesi olmak, kimi teşkilatta kendine yer bulmak istiyor. "Hiç talebim olmaz" diyenler oğluna kızına iş bulma şansını parti kademelerinde görüyor.
Muhalefetteki durum ise bambaşka.
Bilhassa ana muhalefette iç mücadele çok çetin geçiyor. Aday belirlemede iktidara göre gecikmiş olmaları da bunun göstergesi. AK Parti'nin adayına baktıktan sonra SİKLET HESABI yapacaklar olmalılar?! "Şu adayın karşısına bu isim konulur mu?" hesabı muhalefete zaman kaybettiriyor. Siyasette ise zaman faktörü çok önemlidir. Sonra "Ali mi olsun Veli mi?" hesabı CHP'de iç mücadelenin en muhataralı tarafıdır. Adaylar HASSAS DENGELER gözetilerek belirlenmeye çalışılıyor.

Meydanlar şenlenecek diyemiyorum çünkü korkuyorum. Bizde siyaset "kan davası" edasında yapılıyor. Biz siyasette meseleye "Bir memleket evladı gidecek başka bir memleket evladı hizmeti sürdürecek" diye bakamıyoruz.

Bizim işimiz hep Ankara iledir, bu siyasette de böyledir. Kim gelecek ve sağlıklı hizmet getirecek, başkenti kolay yaşanır bir kent görünümüne kavuşturacak.
Başkentlilerin konforu başkente yakışır olacak ona bakarız. Batıda şehirlerin konforu ile birlikte estetiği de ön plandadır.
Mütenasip bir büyüme öngörülür. Ama bizde şehrin kalbinde bir çöplük hiç yadırganmaz.
İnanmayan Kocatepe'nin etrafını bir dolaşsın, Melike Camisi'nin az ötesini Anafartalar Mahallesi'ni görsün yeter.
Başkentin ortasında tam bir viranedir Anafartalar, hiç kimse yanaşamaz, dolaşamaz, tıp diliyle şehrin kanserli alanıdır.
Bence bütün adaylar burada kendilerine harikulade seçim malzemesi bulabilirler!

Mehmet Özhaseki'ye hiç gelemedik.
Ankara için bu defa Özhaseki'ye görev verildi. Kayseri tecrübesiyle dileyelim başkenti mamur etsin. Ben soyadına baktım.
Haseki, Osmanlı döneminde, bir görevde uzun süre kalmış olanlara verilen bir san.
Saraydaki padişah gözdeleri de haseki olarak anılmış. Dolayısıyla başkentte başkanlık koltuğuna Özhaseki oturursa bilin ki bu görev ondadır ve uzun solukludur. Bize de millete, memlekete, başkente, partisine, kendisine ve ailesine hayırlı olsun demek düşer.

gazete

22 Kasım 2018 Perşembe

Uyku kaçıran bir mesai...

Ahmet TEZCAN

Uyku kaçıran bir mesai...

22.11.2018

"Türkiye yönetilmez, idare edilir?!" sözü Demirel vecizesi olarak ağızlarda dolaşmaktadır. Söylenmiş midir, söylenmemiş de onun üzerinden harcanan bir ifade midir bilemem ama düşünüldüğünde derin ve çok şey anlatan bir söz gibi duruyor. İdare etmek veya yönetmek?!
Bir ülkeyi bir kenti hele Başkenti yönetmek o kadar da kolay bir iş olmasa gerek?
İhtiyar, çoluk çocuk, hasta, sağlam orada yaşayan hizmet bekleyen milyonlar..
Düşünebiliyor musunuz, her gün o insanların elektriği, suyu olacak, fırınları çalışacak, çöpü alınacak, evlerine, işlerine, okullarına ulaşacaklar?!
Hayatın "olmazsa olmazları" olan tüm bu işler hiç aksamadan her gün sürecek, sürdürülecek, sürdürülemediğinde de illaki bir SORUMLUSU veya bir SORUMSUZU mutlaka olacak.
Normal mantıkla uykular kaçıracak bir mesai aslında başkanlık.

Mahalli seçimler yaklaşırken bu yükün altına girmeye çalışan yüzlerce insan görüyorum ve cesaretlerini kutluyorum. Parti merkezleri de bir yandan seçim bölgelerini mercek altına alıyor, bir yandan da "Kim nereyi yönetecek, seçime kiminle gitsek kazanırız, mevcut başkanla tamam mı devam mı?" gibi sorular cevap arıyor.
Oluşturulan komiteler kamuoyu yoklamaları ve temayül sonuçları değerlendirilmeye başlandı. Aday adayları da aynı hızla kulis çalışmalarını sürdürüyorlar.

Ben Ankara'yı düşünüyorum.
Ankara bugün, sadece Türkiye'nin başşehri değil, dünyanın yakın takibindeki koca bir metropol.. Ankara, bir yanıyla hem bir Avrupa başkenti, "Cumhuriyetin Başkenti" sıfatıyla da dehşet bir tarih, kültür ve medeniyet şehridir. Kim ne derse desin Ankara'ya nefes aldırmak, "başkent" vasfını güçlendirmek ve çehresini geliştirmek, değiştirmek için çok yoğun gayret sarf edilmektedir. Katkı verenler teşekkürü hak eder ve karşılığını da alırlar.

Sadece bir Başkent değil Ankara.. 2023 vizyonuyla çok daha büyük ve çok önemli bir kent olacağı muhakkak.. Termal, sağlık, turizm, savunma sanayi ve kentsel dönüşüm projeleriyle Ankara yepyeni bir kimlik kazanacak. Hızlı trenler ve otoyollarla tüm yurda daha sıkı ve seri şekilde bağlanacak olan bir Başkentin, bu en kesif kesişme noktasında insanları sorunsuzca ağırlayıp uğurlaması kolay değildir.
Bizden sadece hatırlatması..

gazete

15 Kasım 2018 Perşembe

Ağaçları doğradılar!

Ahmet TEZCAN

Ağaçları doğradılar!

15.11.2018

Bine yakın yazım yayınlandı bu köşede, pek çok konuya değindik ama daha çok Ankara'yı, şehri, Ankaralıları yazdım.
Bahar oldu, yaz oldu mevsimleri, doğayı, ağaçları, kuşları anlattım.

"Benim erikler açtı, çiçekler dalları sarmaya başladı bile. Kayısım da öyle, pembe pembe başlayıp tüm ağacı bembeyaz güzelliğin kaplayacağı gün uzak değil.
Kocaman yaprakların arasından incirin açık yeşil çiçeklerinden mor meyvelere duruşunu gözlüyorum.
Penceremden gördüğüm tüm ağaçlar, kuşlar benimdir, bana aittir.
Uzanıp meyve topladığım ağaçlar değildir ama benimdir. Hepsi şu camın ardında yaz kış sevdiğim, seyrettiğim manzaramın en güzel dekorlarıdır. Bu manzarayı gören başkaları da benim gibi düşünebilir. Her dalda şirin mi şirin yüzlerce çiçeği saatlerce seyretsem doymuyorum. Kayısı ve erik, pencereye kadar uzanan arsız asma, az ötedeki kiraz, vakti gelince mahallenin tüm afacanlarına yine davetiye çıkaracaklar biliyorum. Olsun, ben de kuş cıvıltıları arasında bahar faslını şimdilik burada böylece terennüm ediyorum.
Bembeyaz çiçeklerle donanınca pencerenin önünden bir türlü ayrılamıyorum.
Saatlerce seyretsem usanmıyorum.

Çeşitli yazılarımdan alıntıdır yukarıdaki cümleler. Eli baltalı iki adamın akasya ağaçlarını kesmelerini ise "Üç ağaç eks oldu" başlıklı yazımda anlatmışım. ("Eks" bir tıp terimi, "ölüm" anlamında) Demişim ki; "İlk vuruşta serçeler pırrr.. Hemen uçtular, uçmadılar kaçtılar, sonra bir daha, bir daha.." Akasyaların dallarını sürterekten duvar dibine tomruk olarak yığılmaları çoktan unutuldu, kestirenler bile unuttu. Bu yazıda bir cümle daha var onu alacağım:
"Ağaçları kesenler, iş eldivenleri giymişler baltanın sapından elleri tahriş olmasın diye.
Kocatepe'de, Diyanet Vakfı ek binasının yanındaki akasyalardı kestirdikleri.. Birkaç darbe ile varlıkları yeryüzünden kaldırıldı" H H H
Bu defa bizim apartman yönetimi, içlerinde bir de Ziraat profesörü var. Yukarıda sayıp döktüğüm incir, erik, kiraz, ne varsa; manzarasına doyamadığım bütün ağaçları -bu defa motorlu testere ile her haldekökten kestirip meseleyi "kök" ten halletmişler!
Bir geldim ki bir yığın tomruk, pırasa gibi doğranmış güzelim ağaçlar..
Pencerelerinden seyretmişler midir bilmiyorum?!
Kaşıkçıoğlu'nun cesedi gibi bütün suç delillerini de alelacele toplattılar. Bu bir apartman meselesi değil, bir anlayış, başka türlü bir bakış ve bir inanış belki kim bilir?Serçeler birkaç gün konacak dal ararlar, bizim bahçede olmazsa komşuda bulurlar ama kestirenler ne bulur bilemem!

gazete

8 Kasım 2018 Perşembe

Sağlık olsun!

Ahmet TEZCAN

Sağlık olsun!

8.11.2018

Ankara, sağlık ve savunma yatırımlarının da başkenti, bu alanlarda başkentin devasa ve teknik anlamda en girift girişimlerine şahit oluyoruz.
Geçenlerde ODTÜ Teknokent'e gittim hem gururlandım hem üzüldüm. Üzüntüm bu alanda hayli geç kalmışlığımız, gururum ise pırıl pırıl gençlerin dünyanın geldiği teknolojik seviyede ve onlarla yarışacak düzeyde iş çıkarabilme- leriydi. Sadece para amaçlı bu işler yapılmaz, ancak "vatan" ve "sevgi" kavramlarıyla bunu izah edebilirsiniz.
Buralardaki gizlilik ve güvenliğin en üst düzeyde olması da tabi bir sonuçtur elbette.

Ama her şeyin başı sağlık. Dilimizin tespihidir ve fakat başımıza gelmeden anlamayız.
Hastanelerin bahçesinde bekleyenlerin fosur fosur sigara içmeleri bunun en açık göstergesi, duman üzerlerinde adeta girdap yapıyor. Sağlık ve eğitim bu kadar önemli ki genel bütçede en büyük pay bu ikisine ayrılıyor. 2019 bütçesinde Eğitime 161, Sağlığa 157 milyar lira ayrılmış, devasa rakamlar bunlar.

Sağlık deyince, başkentin Bilkent'deki Şehir Hastanesi'nden söz etmemek olmaz.
Deniyor ki; DÜNYANIN TEK PARÇADA YAPILAN EN BÜYÜK HASTANESİDİR.
Şimdiden çeşitli ödüller kazanmış bir proje, hakkıdır. 4 bine yakın yatak kapasitesi ile dünyanın da 3. büyük sağlık komleksi ve günde 40 bin hasta tedavi görecek, 6 bin tıbbi personel görev yapacak, 131 tane ameliyathanesi olacak, yine ülkemizin en büyük laboratuarı burada kuruluyor.
Ambulans helikopterler için de iki heliport inşa ediliyor. Sosyal donatıları ile burası ayrı bir kent görüntüsü veriyor. Rahmetli İhsan Doğramacı Bilkent'i kurarken bir slogan üretmişti; "Siz şehre değil, şehir size gelecek"demişti, haklı çıktı. Sağlığa kavuşmak için dünyanın Bilkent Ankara şehir hastanesine akacağını tahmin ediyorum.

İnsanın bütün varlığı hastalık-sağlık içindir, bütün çabamız, kaygımız iki şeyedir; başımızı sokacak bir yuva ve Allah vermesin bir hastalık zuhur ettiğinde dara düşmemeyedir. Özel hastanelerin mantar gibi çoğalması ticari boyutuyla alâkalıdır.
Özbekistan'dan bir dostum 22 yaşında kan kanseri oğlunu tedavi için Andican'dan Ankara'ya bir özel hastaneye getirdi, 10 günde 30 bin dolar fatura çıkardılar. Oysa ameliyat yok, bir şey yoktu! Hani dolarla iş yapılmayacaktı?! Dara düşen hemşerisi de "partisi iyi adam kötü" diyerek çelişkiyi anlamaya çalıştı. Her şey var çok paralar harcanıyor ama önce insan. Tıp bilgisinden önce vicdanı öğretmek zorundayız. Hastayı hasta olarak gören, MÜŞTERİ muamelesi yapmayanların sayısı artmalı. Eğitimdeki en büyük handikabımız da bu zaten, bilgiyle dolduruyoruz çocuklarımızı...

gazete

1 Kasım 2018 Perşembe

Yerel başarıda ölçü belli

Ahmet TEZCAN

Yerel başarıda ölçü belli

1.11.2018

Yerel hizmetleri yazarken ister istemez vatandaşın şikâyetleri bizlere de ulaşıyor. Vatandaş yani yerine göre "EN ETKİLİ İRADE, BAŞ TACI, MİLLET" dediğimiz insanlar topluluğu.. Onların (yerel-genel) yöneticilerden fazla bir şey beklediği yok; çöpü alınsın, ayağı çamura batmasın ona yetiyor.
Sokakta kendine, çocuğuna, arabasına yer bulabilse belediye yetkililerini öpüp başına koyacak. Ama öyle mi? Şehirler kalabalıklaştı, bilhassa merkezi yerlerde ne kendimize, ne çocuklarımıza, ne de arabamıza yer bulmakta güçlük çekiyoruz.
Bunu ben söylemiyorum sokaktaki şikayeti yansıtıyorum o kadar.

"Vatandaş pek mi dikkat ediyor?" kısmını bir yana bırakıp belediye, yerel idareler olarak kendimize düşeni yapsak işin meselenin büyük kısmını çözecek.
Diyelim Çankaya Belediyesi'nin çöp arabaları; çöpü aldıktan sonra ardından iki adam göndereceksin ki aceleyle döküp saçtıklarını toplasınlar.
Kocatepe Mimar Kemal Lisesi'nin yanında kaldırımı kazdılar aylardır vatandaş yağışlarda çamura batıyor, veliler şikâyetçi. Kazıyorsan kapatacaksın kardeşim, sonra da kaldırımını döşeyip vatandaşın kullanımına bırakacaksın.
Otopark başkentin ciddi sorunlarından biridir. Halbuki teknoloji işi çözüyor.
Sadece apartman cüssesinde bir bina ile yerin altına yüzlerce arabayı depolayan ROBOTİK SİSTEMLER var. Bazı belediyeler bunu denedi ve başarı sağladı.
Bu OTOMOBİLLEŞME HIZI ile inanın beş yıl sonra sokağa çıkamayacağız ve bunun şimdiden tedbirini almak durumundayız. Kimse sokaklardan araba çekmek suretiyle otopark sorununun çözüleceğini sanmasın. Vatandaşı idareye düşman etmeyin.

Netice seçim yaklaşırken kazma kürek sokağa çıkmak pek makbul sayılmıyor.
Yerel seçimler için kulisler bu defa biraz erken yoğunlaştı. Eski bir dostumun sosyal medya kanalıyla kendi ilinde belediye başkanlığı için zemin yokladığını gördüm, bir yığın yorum almış.
Ben de genel için ölçüyü koydum dedim ki; "Paraya, makama, şöhrete bakmaz, kendini makama hapsetmez, lüzumsuz toplantı yapmaz, akıl-mantık ve teknolojiyi tercih eder, 7/24 hizmet eder ve tasarruf en öncelikli ilkesidir." En önemlisi Allah'tan korkar.. İşte ölçü.. Seçilir seçilmez makam odası-otosu derdine düşmeyeceksin.
Bu çerçevede bir çalışma prensibiyle yola çıkan başarıyı mutlaka yakalarsın.

gazete

25 Ekim 2018 Perşembe

Başkentin sırları

Ahmet TEZCAN

Başkentin sırları

25.10.2018

Geçen hafta Ankara'nın başkent oluşu(13 Ekim) kutlandı çeşitli etkinliklerle.. Dolayısıyla gecikmiş bir yazı olarak kabul edebilirsiniz bu yazıyı.
Neticede Ankara 95 yıldır başkent. 20 küsur bin insanın yaşadığı bir kasaba iken bugün 5,5 milyon bir arada yaşıyoruz, tüm isteklerimiz, ihtiyaçlarımız ve gerçeklerimizle..
İşte Ankara.. 3 bin yıllık bir kent, 95 yıllık bir başkent.. Başkentliği bir asra yaklaşmış bir Ankara var önümüzde; adını da geldiğimiz yerlerden, taa Asya'dan getirmişiz.
Şunu da söylemek lazım: Asya'da biz bir sabah kalkıp tüm obalara oymaklara ulak gönderip "Haydi atlarınızı arabalarınızı hazırlayın, Anadolu'ya göçüyoruz" deyip ertesi hafta çadırlarımızı kurup Anadolu'ya yerleşmiş değiliz. Türklerin Anadolu'ya da göç hikâyesi çok önemli çok yönlü çok derin bir konudur.

Ankara adını Asya'dan getirdik dedim:
Gazi, vefatından bir yıl evvel, Yunan Başbakanı General Metaksas'ın ziyareti sırasında mevzuu açılınca; "Ekselans, Ankara adı nereden bilir misiniz?" diye sorar ve bir dünya atlası getirterek Baykal Gölü yakınında "Angarsk" kentini gösterir ve "İşte buradan" der. Baykal gölü kıyısındaki "Angara" dır gösterdiği yer. Ne Anker, ne Engür ne bir başka şey. İstanbul kadar olmasa da Ankara'nın da hikâyesi derindir ve bütün evreleriyle tarihe yansımış da değildir. Son yüzyılını bile bütün olayları, yönleri ve yaşantılarıyla, tarihe tam olarak yansıdığını söylemek zor.. Ankara Hayatı bütün ayrıntılarıyla bilinmelidir bence, neden kaçınılıyor? Atatürk'ün vasiyeti dahi açılamamıştır, neden? 100. Yıl mı bekleniyor, yoksa şimdilik sakıncalı mı bulunuyor?

Ankara'nın başkent olması gelişmesine büyük ivme kazandırmıştır bunda da Mustafa Kemal'in büyük emeği ve katkısı vardır kimse inkâr edemez. Şehircilik anlamında bilhassa Atatürk'e çok şey borçluyuz.
Ankara başkent olarak yeni mücadelenin karargâhı olmuştur. İşte bu nedenle Ankara'nın bilhassa son asrının bütün yönleriyle bilinmesini zorunlu kılmaktadır, çünkü bu bir bakıma Türkiye'nin kuruluş ve kurtuluş hikâyesidir. Bu noktada en önemli görev üniversitelerimize düşmektedir. Vakıf üniversiteleri dâhil Başkent'teki 20'den fazla üniversitemizin görevidir bir bakıma. Ben buna "Başkentin sırları" diyorum. Bu sırların sadece kitaplara, dergilere değil tarihe geçmesi gerekmektedir. Üniversite gençliğiyle şehir adeta bir kampus, o halde bu üniversitelerin ilgili bölümlerindeki gençler Ankara için neden görevlendirilmez?
Ankara'ya ne veriyor bu üniversitelerimiz diye sormak zorunda kalmayalım.
Arşivlerin tozlu rafları kim bilir neler saklıyor?

gazete

18 Ekim 2018 Perşembe

CHP’nin banka işleri dendi de...

Ahmet TEZCAN

CHP’nin banka işleri dendi de...

18.10.2018

Evet, İş Bankası hissesi dendi de iki çift laf etme hakkım doğdu. Yeryüzünde anayasa hükmüne rağmen ticari faaliyette bulunan bir başka siyasi parti var mıdır diye soruluyor.
Vardır, Sisi'nin Mısır'ı gibi Afrika'da Asya'da Güney Amerika ülkeleri arasında göstermelik siyasi partiler aynen CHP gibi ticaretle sarmaş dolaştırlar. Zaten o memleketlerde siyaset para için yapılmaktadır.
Para ve "dolce vita" yani tatlı hayat?! Kime bahşedilirse o sesini keser, ortalarda pek görünmez ve cebini doldurmaya bakar. Bizdeki ise tek parti dönemi mirası...
Şöyle yazmıştım 2010'da: "CHP'nin İş Bankası ortaklığının açıkça Anayasa'ya aykırı olduğu yüzlerce kez bu memlekette ifade edildi. Anayasa'nın 69. Maddesi, siyasi partilerin ticarî faaliyetlere giremeyeceğine amirdir.
İş Bankası bir ticarî kuruluş değil mi?" Nihayet sorgulanıyor artık.

İş Bankası hisselerinin yüzde bilmem kaçını elinde bulunduran CHP, bu banka aracılığıyla doğrudan ve dolaylı olarak 100'den fazla şirkete ortak durumda.
Bunların içinde Borsa'ya kote, borsada tahtası olan önemli şirketler vardır. Banka yöneticiliğinin parti olarak kendilerine parasal bir gelir sağlamadığını söylüyorlar. Bankanın iştiraki olan 100'den fazla şirketin yönetim kurullarına yapılan atamalarda partinin hiç mi dahli yok? Mesela CHP'nin atadığı banka yöneticilerinden biri Murat Karayalçın ve halen bankada yönetim kurulu üyesidir.
Son genel kurulda -ki mart aylarındadır genellikle- gündemin 7. Maddesi "Yönetim Kurulu Üyelerine verilecek tahsisatın tespiti" idi, alınan kararla yönetim kurulu üyelerine net 28 bin 500 lira ödenmesi kararlaştırıldı.
Makama tahsisli odalar, araçlar ve iştiraki olan şirketlerin bayram, yılbaşı hediyeleri de cabası. Karayalçın şu soruya cevap vermeli.
Bankanın ortağı olduğu şirketlerin yönetim kurulu üyeliklerine yapılan atamalarda sizin imzanız yok mu? Yani bu atamaları Banka Yönetimi yapmıyor mu? Kaç kişidir bunlar ve o şirketlere sizin imzalarınızla atanan bu yöneticilere ödenen tahsisat miktarı nedir?

Belki 1000'e yakın partili veya yakınları Hindistan'daki Müslümanların gönderdikleri nakdi yardımlarla kurulan İş Bankası'ndaki hisselerden böyle nemalanmaktadırlar.
Adnan Keskin, Nurettin Sözen'in kardeşi Ali Sözen, Bayram Meral ve Mehmet Moğultay'ın oğulları ve onlarca partili bu bankada yönetimde bulunmuşlardır. Bu bankanın şubelerinde işe başlayan yüzlerce çalışanın içinde de illaki CHP'li yöneticilerden referansla işe girmiş olanlar da bulunabilir?

gazete

11 Ekim 2018 Perşembe

Başkente “laf ebesi” lazım değil

Ahmet TEZCAN

Başkente “laf ebesi” lazım değil

11.10.2018

Yerel seçimler yaklaşıyor, siyasiler, siyasi partiler yoğun bir faaliyet içindeler. Herkes her ilde, her partiye bir aday yakıştırıyor. Gizliden gizliye temaslar sürüyor ki kulislerde bu isimler telaffuz ediliyor.
Ya da gönlünden geçirenler kim ne diyecek bilinsin yahut sırf vatandaşın kulağı alışsın diye bazı isimlere piyasa yaptırıyorlar.
Bizi sadece Ankara ilgilendiriyor, kime emanet edilecek, başkenti kim yönetecek?
Yoksa Mustafa Tuna'ya " Pİ-AR'ın fena değil DEVAM" mı denilecek? Ankara'ya esasen "laf ebesi" değil, 7/24 çalışacak bir "amele" lazım, Tuna da bunu yapıyor zaten.

Bu arada "Ankara'yı, sadece belediye başkanları mı yönetir?" sorusunu da düşünmek gerekiyor?! İstanbul için de aynı soru sorulabilir. (İzmir'i katmıyorum, çünkü orası yönetilmiyor, yönetilemez..
Bizim Çankaya misali; hep bir ideolojik tartışma, sen- ben kavgası.. Hizip mücadelelerinin üretildiği, yürütüldüğü, yönetildiği yerlerdir. Aziz Kocaoğlu bile PES etti.) İstanbul ve Ankara için durum öyle değil. Ülkenin her bakımdan en büyük iki kentidir sadece valilere, belediye başkanlarına bırakılmaz.
Trilyonlarca yatırımları olan, bazen uygulamaları dünyanın öteki ucunda yankılanan iller için "vali ya da belediye başkanı bu kararı aldı" diyebilir miyiz? Öyle olsa adama; "dur bi dakka ne yapıyorsun, kime danıştın?" demezler mi?

Münhasıran Ankara için söylüyorum; hayati kararların alınacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Artık başkenti şehir hayatı bakımından ya YAŞANMAZ kılınır yahut GELECEĞİ KURTULUR..
İşte, Ulus'tan başlandı bile.. Tarihi doku korunarak Hacıbayram çevresi dümdüz edilmeli.. Ulaşım akmalı, gürültü- kirlilik kaynağı ne varsa -Deutz minibüsler dâhil- hemen yok edilmeli. Şehrin uygun yerlerine hemen acilen ROBOTİK OTOPARKLAR inşa edilmeli. Kolej'deki katlı otoparkın yerine üç tanesi sığar ve yüzlerce aracı sokaktan alır. Kocatepe otoparkı da öyle.. Saat kulesinden konferans salonu dâhil toprak üstünde hiçbir şey bırakılmamalı ve altı da robotik teknolojiyle binlerce araca sığınak olmalı. Kocatepe de Ulus gibi acil çevre düzenlemesi ihtiyacında olan bir bölge.
Şehrin kalbi Kızılay böyle kurtarabilir.
Aksi halde şehir, bir süre sonra içinden çıkılmaz (ya da girilmez) hale gelecek

gazete

4 Ekim 2018 Perşembe

Başkentin diplomasisi

Ahmet TEZCAN

Başkentin diplomasisi

4.10.2018

Başkent, aynı zamanda diplomatik bir merkezdir. Büyükelçiliklerin özellikle milli günlerde verdikleri resmikabuller yani "resepsiyonlar"; gazeteciler, bilhassa diplomasi muhabirleri tarafından sıkı takip edilir. Edilir ki, bu ülkelerin Türkiye hakkındaki düşünceleri, iki ülke yöneticilerinin karşılıklı resmi ziyaretleri ve pek çok diplomatik gelişme bu kabul günlerinde birinci elden öğrenilir.
Çünkü başka ülkelerin diplomatik misyonu da buralarda temsil edilir ve bir araya gelmiş olurlar. Geçenlerde davetli bulunduğum Pakistan'ın böyle bir gününde "Cive Pakistan" başlığıyla kendi izlenimlerimi aktarmıştım.
Demiştim ki "Pakistan'ın son seçiminde asker-polis fazla ön plana çıktı. İmranhan adında eski bir sporcu başbakan yapılmak isteniyor, siyasi gösterilerde çok sayıda insan öldü" Bu yüzdendir ki Pakistan'ın gününde resmi üniformalarıyla askerleri pek göremedik, yoksa ülkelerindeki muhataralı hadiselerden utandılar mı?" filan diye kendi izlenimlerimizi yorumlamıştık.


***


Büyükelçilikten değil ama Pakistan'lı olup ülkemizde yaşayan Pakistanlılardan tepki gecikmedi. Tepki derken; hem teşekkür hem rica hem uyarıyı birlikte aldık.
E-posta yoluyla bize ulaşan ve Khalid Mahmood Malik imzasıyla bize yazan dostumuz, iki ülke halklarının ebedi dostluklarına vurgu yapıp bunun hiçbir hal ve şart altında bozulamayacağını tekrarlarken kısaca şunları dile getirmiş:"Gerçekten son zamanlarda Pakistan tarihinde az rastlanan olaylar yaşandı. Türkiye'nin 15 Temmuz'una benzer olaylardı sanki bunlar.
Aynı merkez mi diye düşünmeden de edemedim. Başbakanı seçim öncesi tutukladılar, oyları çaldılar, vatandaşı tartakladılar ancak ne hikmetse bu olaylar pek duyulmadı. Fetö benzeri bir yapılanma bu haberlerin dışarıya yansımasına mani oldu. Türkiye'de bir gazete dışında yalnızca siz sütununuzda olaylara ışık tuttunuz.
Şimdi Nawaz Şerif'in tutukluluğu kaldırıldı.
Seçimde rol alanlar yargı soruşturmasında, medya da döndü ve mevcut başbakan zor günler yaşıyor. Ama bu haberler Urduca'dan tercüme edilip halklara duyurulmuyor" Evet, bize yazan dostumuz kendisinin uzun yıllardır Türkiye'de olduğunu ve Türkiye'nin hem kendisi hem ülkesi için vazgeçilmezliğini ifade ederken; "dostların üzüntü ve sevinci birlikte yaşaması" gerektiğini özellikle kaydediyor.


***


Bizim de niyetimiz halis; nerede olursa olsun halkın iradesi önemlidir, dayatma asla kabul edilemez ve bütün toplumlar insanca yaşamayı hak etmektedirler. Dost Pakistan için bu defa "Zindabad" diye haykırıyor, kardeşçe, barış içinde yaşamalarını diliyorum.

gazete

27 Eylül 2018 Perşembe

Önce öğretmen...

Ahmet TEZCAN

Önce öğretmen...

27.9.2018

Bütçeden en fazla pay Eğitim'e ayrılıyor.
Daha önce ülke savunması ön plandaydı. Şimdi eğitimi savunmadan önemli kılan husus "önce insan" değerlendirmesiyle ortaya çıktı.
Ülkesine sıkı sıkıya sarılmış, yetişmiş, yerli ve milli mantaliteye sahip insan olmadan savunma ne işe yarar ki?! Eğitimde stratejik planlamalar da güvenlik kadar titiz çalışmayı gerektirmektedir.
Ziya Selçuk, "Milyon öğretmenden milyon fikir" başlığı altında bir projeyi eğitim hayatına sokmaya hazırlanıyor.
Milli Eğitim'de öğrenciden çok öğretmenin yetişmesi öne çıkmalıdır bence. Önce vereceksin sonra alacaksın. Eğitim öğrenimi görmüş, bunun sosyolojisini, psikolojisini okumuş biri olarak söylüyorum; önce öğretmenin çok iyi yetişmesi lazımdır ki bir fikir üretebilsin.

Öğretmenin eğitim ve gelişimi derken belki de "Öğretmen Akademileri" ni gündeme getirmek lazımdır. Ehemmühim meselesi.. Asker polis önemlidir.
Güvenlik "önce yaşam hakkı" için en başta gelen müessese. Peki, ya öğretmen ve de eğitim?! Denilmez miydi; "fena bir doktor bir hastayı öldürür ama iyi yetişmemiş bir öğretmen bir nesli yok eder" diye. O halde toplumu yapan, yetiştiren, ülkesine yararlı haline getiren öğretmendir.
Öğretmenin ilk önce iyi yetişmesi gerekir. Onun her türlü konforunu sağlamak zorundayız, hiç bahanesi olmamalı.
En ufak hatasında da; ideolojik, sosyolojik, etnik her ne ise bir ayırım durumunda tepesine dikilmelidir. Öğretmen bütün mesaisini, duygusunu, sevecenliğini ve tabi çağın gerektirdiği bilgi ve donanımını öğrencisine aktarabilmelidir. Ve fakat öğretmen bugün yalnızdır, savunmasızdır, korku içindedir, kendine güven duygusu zedelenmiştir, veli-öğrenci-idareci baskısı altındadır. "Hangi davranışım suç sayılır, yanlış anlaşılırım da kim benden şikâyetçi olur" korkusu içindedir. Önce bunun giderilmesi gerekmektedir.

Öğretmenin yetişmesinde belki öğretmen akademileri çözüm olabilir. Ciddi bir akademik eğitim çok şey katacaktır.
Hattâ öğretmen okulları yeniden ihdas edilip öğretmeni çekirdekten yetiştirmeli, 14 yaşında mesleğin havasına sokulmalıdır.
Öğretmenlik çok önemli bir meslektir, her kaynaktan temini akla ziyan bir uygulamadır.
Herkes öğretmen olamaz, olmamalıdır.
Nasıl ki bazı meslekler için özel şartlar aranır, öğretmenlik de öyledir. Bu meslekte özel şartlara haizlik aranmalıdır.
"Tam sağlam" insanlar arasından seçilip özel olarak yetiştirilmesi gerekmektedir öğretmenlerin

gazete

20 Eylül 2018 Perşembe

Günümüzün Ahileri

Ahmet TEZCAN

Günümüzün Ahileri

20.9.2018

Bizim hayat omurgamızı sadece ekonomik değerler oluşturmuyor.
Yaşatılan kültür değerlerimiz, toplumumuzun en değerli varlıklarındandır.
Zengin kültür değerlerine sahip necip milletimiz, biraz örselenmiş olsa da bu değerlerini korumayı ve gelecek nesillere aktarmayı bilmiştir.

Ahilik Haftası'ydı geçen hafta, çeşitli etkinlikler vardı.
Ahilik Teşkilatı, Türk sosyal ve ekonomik hayatının gelişmesinde çok önemli yeri olan, halkımız tarafından da günümüze kadar yaşatılmış köklü bir gelenektir.
Ahilik geleneğimizi asrın idrakine uygun hale getirip yaşatmak çok önemli görevlerden birisidir.
Bir hatırlatma yapmadan geçemeyeceğim.
Haftanın kutlamalarına baktığımızda valileri, kaymakamları, belediye başkanlarını ön planda görüyoruz. Oysa günümüzün ahileri TOBB'dur, TESK'tir, diğer esnaf sanatkâr kuruluşlarıdır.
Odalar borsalar birliği ve esnafsanatkârlar konfederasyonu bu konuda bayraktarlığı ele aldıklarında ahilik prensiplerinin yerleşmesinde önemli ilerlemeler olacaktır. Bu kuruluşlar bir bakıma çağın ahilik kurumudur.
Hisarcıklıoğlu, Palandöken günümüzün Ahi Evran'larıdırlar.
Bilmiyorum TOBB'un, TESK'in münhasıran Ahilik konusunda masaları, oluşturulmuş fonları bulunmakta mıdır? Yoksa ihdası gerekir diye düşünüyorum.

Ahi Evran, çalışma hayatımızın düzenleyicisi olan Ahilik teşkilatını; akıl, ahlak, bilim ve çalışma prensipleri üzerine oturtarak, sevgi, kardeşlik ve karşılıklı dayanışma temelinde yoğurup, Türk Milletine has bir kültür hazinesi haline getirmiş bir ulu velidir.
Bundan dolayı Ahilik; bu topraklarda büyük kabul görüp yayılmış ve Kutlu Anadolu Halkı, bu disiplinden Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı gibi idari, askeri ve mali anlamda büyük ve güçlü imparatorluklar çıkarmasını bilmiştir.
Çünkü Ahilik; bilgidir, bilgiye tecrübeye hürmettir, kalitedir, kanaattir, doğruluktur, cömertliktir, tasarruftur, tasavvuftur, berekettir.
Düsturu da bellidir:
ELİNİ, SOFRANI, KAPINI AÇIK TUT/GÖZÜNÜ, DİLİNİ, BELİNİ BAĞLI TUT...
Ve bu değerler toplamı güçtür. Bu gücü elinde bulunduran millet; güçlü bir millet, onun devleti de güçlü bir devlettir.
Ben bunu bilir buna inanırım.

gazete

6 Eylül 2018 Perşembe

Koşun çocuklar zil çalacak!

Ahmet TEZCAN

Koşun çocuklar zil çalacak!

6.9.2018

Yaz mevsimi de tatil de bitti sayılır, çünkü artık okul mevsimi başlamış bulunuyor. Tatil telaşının yerini Başkentte, okul telaşı aldı. Yazıya geçmeden Ankaralıların tatilciliğine ilişkin sözüm olacak. Tatil yörelerinde Ankaralıların sayısal olarak kalabalık oluşunu görmüş olmalısınız.
Mevsim açılır açılmaz 5,5 milyon nüfusun 2 milyonu dönemsel olarak sahillere kayıyor.
Dolayısıyla "tatil" denince Ankaralıların tatilin hakkını verdiğini söyleyebiliriz. Bunu nereden mi çıkarıyorum; ağırlıklı olarak 06'lı plakalardan.
Havalar ısınır ısınmaz Akdeniz, Ege, Körfez yöresi Ankara plakasından geçilmiyor.
Bunu son derece normal görüyorum çünkü Ankara nüfusunu çoğunlukla işçimemur çalışan insanlar oluşturuyor. Onların da belli zaman içinde dinlenmeye, tatile elbette hakları var.

***

Okulların açılışı gündeme gelir gelmez bütün yurtta olduğu gibi Başkentte de vatandaşın telaşı da arttı. Nasıl artmasın? 20 milyona yaklaşan öğrenci nüfusumuzun önemli bir kısmı Başkent'tedir. İstanbul'dan sonra ağırlık Ankara'nındır yani.. Bu rakam birçok komşu ülke nüfusunu katladığını görüyoruz.
Dolayısıyla memleketimizin okulla ilgili dosyası kabarıktır, üstesinden gelmek kolay olmasa gerek. Sadece "minikler" in sayısı bile milyonu geçiyor. Resmi bilgilerine miniklerin Ankara'daki sayısı 100 bini geçiyor.
İlkokulların 1. sınıfına zorunlu kayıt olması gereken öğrenci sayısı 90 bini, şube sayısı 3 bini aşmıştı Şube başına düşen öğrenci sayısının 33 olarak planlandığını biliyorum.

***

Ankara'nın bu seneki rakamları yaklaşık ifadeyle şöyle: Resmi okul sayımız 1400, özellerle birlikte 1900'ü geçiyor. Derslik baz alındığında Ankara'daki toplam rakam 30 bine yaklaşmış olmalı, öğrenci toplamı ise milyonu aşmış bulunuyor. Yanlışım varsa MEB İl yöneticileri düzeltsin. Fakat bence esas önemli olan müfredat.. Milli müfredatımız gerçekçi olmak zorunda. Çocuklarımıza neyin okutulup öğretildiği çok önemlidir, müfredatın milletin kültürüne, tarihine, geleneğine uygun olması gerekmektedir. Uzun yıllar bu nedense pek istenmedi?!

***

Artık bu memleketin çocuklarının kendi inancına, kendi coğrafyasına uygun müfredatı takip etmesi zorunludur. Bu bir milletin KENDİ olması, yabancı boyunduruğundan kurtulması demektir. "Fulbright Komisyonu" nedir, müfredatın belirlenmesinde bu komisyonun rolü bulunmakta mıdır küçük bir araştırma yapılırsa ne söylemeye çalıştığım kolayca anlaşılacaktır. Bize buradan okullarında zili çalan çocuklarımızın hayatlarının çalınmaması için hayırlar ve başarılar dilemek kalıyor. Dünyada birçok çocuğun okulu yok zilleri de çalmıyor!!!

gazete

30 Ağustos 2018 Perşembe

Efil efil bir yaz, bir yazı

Ahmet TEZCAN

Efil efil bir yaz, bir yazı

30.8.2018

Deniz, güneş ve yılın yorgunluğunu üzerlerinden atmaya çalışan insanlar, efil efil şehir hayatı için enerji topluyorlar.
Benim önümdeki manzara bu. Küçücük bir tatili hak ettik diye düşündük biz de, dağların eteğinde, doğanın kucağına kendimizi attık. Koyu bir gölgeyle, yaz güneşinden korunurken, esintinin doğal klima keyfi insana okşanma hissi veriyor. Bu da bize yetiyor.
Olabildiğince yararlanmaya çalışıyoruz.
Şehirde sıcaktan bunalanlar gelme diyor, "izinli" sayıyorlar ama biz yazı işte hem yazıyor hem yaşıyoruz.
Şehrin kargaşasından, gürültüsünden, bunaltıcı sıcağından uzak doğanın kucağında bir nebze dinlenebilenler sağlığına da katkıda bulunmuş oluyorlar.
Serin esinti mevsimin vazgeçilmezidir, zamanını ve süresini ayarlamak şartıyla.. Güneyden emilen havanın dağların bol oksijeniyle yoğrulup en zengin haliyle insanoğluna sunulduğu ender memleketlerden biridir Türkiye, işte şu bayram tatilinde bile her yerden insanlar sahillerimize, yaylalara akarsu boylarına aktılar. Ağustos sıcağında eşsiz klimasıyla fazla bir rakibi de yok.
***
Türkiye kıyılarının uzunluğu 8 bin 300 küsür km. Kıyılarımız ilgili haberler genelde;
"talan ediliyor, betonlaşmaya kurban edildi" başlıklarıyla verilir. Yalan da değil yanlış da..
Yalnız nerede bir talan varsa yerel idarenin eli o talanın içinde, hissim odur. "Polissiz suç işlenmez" derdi eski bir polis dostum, yerel idareden habersiz de talan olmaz bence..
Değilse bile vatandaş bunu böyle biliyor, kanaati değiştirmek lazım.. Göz yummak yetiyor bir bakıma. Söz açılınca vatandaş hemen, arka plandaki bir "rant kadrosu"ndan söz ediyor, dilin de kemiği yok.
Yaz yazısı için bunlar fazla ciddi meseleler ancak şehir merkezlerinden, kasabalardan geçerken iddiayı haklı çıkaracak uygulamaları da görüyorsunuz. Bu mu bizim yerel yönetim tecrübemiz, estetik anlayışımız? Seçim yaklaşıyor zaten, milleti "enayi" yurduna koyan vatandaştan köteği yer. Bütün olumsuzluklara rağmen ülkemizin mavi bayraklı plajları ve marinaları ile dünyada derece alıyor olması da sevindirici. Ümit ve memnuniyet duyuyor insan, demek ki talanın uğramadığı yerler hâlâ mevcut, bunu da söylemek lazım!
Ben körfezdeyim, tarih, turizm, termal.. Taa Behramkale'ye kadar tüm kıyı sanki cennet, bu günlerde sular yavaş yavaş soğumaya yüz tutsa da tarihi, turizmi, termal zenginliği anlatmaya engel değil. Ünlü filozof Aristoteles, Milattan 6 asır önce hayatının bir bölümünü Behramkale yani Assos'ta geçirmiş. 15 asır sonra Sultan 1.
Murat'ın inşa ettirdiği Hüdevandigâr Camisi, "bu topraklardaki bütün medeniyetlere sahiplik mührü" gibi, en tepede bütün haşmetiyle duruyor.
Homeros'un destanlarında "Bin pınarlı İDA" olarak anlatılan muhteşem Kaz Dağları görüp geçilecek yerler değil.
Bölgeden bahsederken zeytinden ve zeytinyağından söz edilmezse ayıp olur. Dünyanın en sağlıklı, en besleyici, en yararlı ürünü zeytin, anavatanı da bu topraklar. Zeytinyağı bir bakıma meyve suyudur. Semavi kitaplarda adı geçen meyvedir zeytin, binlerce yıldır kullanılır.
Türkiye bu havzada ürünün en önde gelen üreticisidir. Biz bu zenginliğimizi, henüz tam değerlendirebilmiş değiliz.

gazete

23 Ağustos 2018 Perşembe

Yeni canavarımız cep telefonları

Ahmet TEZCAN

Yeni canavarımız cep telefonları

23.8.2018

Karayolu Trafik Yol Güvenliği Derneği'nin tatil dönemlerinde hele bayramlardaki gayreti her türlü övgünün üstünde. Başkan İhsan Memiş ve yardımcısı Dr. Suat Sarı, "BU BAYRAM'DA KURBAN SİZ OLMAYIN!.." sloganıyla tüm sürücüleri "Aman dikkat" diyerek uyarmayı ihmal etmediler.
İstatistikler kıyaslanacak olsa can kaybı ve hasar bakımından inanın trafik kazalarının terörden farkı yok. TRAFİK TERÖRÜ diye boşa söylemiyorlar.
Üstelik terör öldürmek üzere ortaya konulan, tabir caizse "harbi" bir eylem, dolayısıyla muhatabı da ona göre hazırlıklı olur.
Ama trafikte öyle değil..
Eğlenmek, gezmek, dostlarla, aile büyükleriyle görüşmek üzere yola çıkıyorsunuz ve en ufak bir ihmal, tedbirsizlik, dikkatsizlik onarılamaz sonuçlara, kayıp ve hasarlara yol açıyor, ruhlar darbe alıyor. Çocuğunu, torununu, can kardeşini, biricik anne-babasını, en sevdiğini kaybetmek nasıl bir acı öyle?Allah göstermesin..

***

Kurban'da kurban olan insan(!) sayısı son baktığımda 50'yi bulmak üzereydi, yaralı sayısı da 200'dü. Geçen bayram alınan tüm tedbirlere rağmen, 10 günde 122 kişi kaybetmiştik, 617 kişi de yaralıydı.
"Rekor" demişlerdi. Sonuçları bir ay izlenince ölü sayısının 250'yi bulduğu, bunun en az yüzde 10 'unun sakat-engelli olduğunu söylemek mümkünmüş.
Dehşet şeyler söylüyorlar. Yılda ortalama 1.5 milyon kaza ve işte sonuç: ölü sayısı 7.500, yaralı sayısı 300 bin ve binlerce sakat "engelliler" sınıfına dâhil olarak yaşıyorlar.
Bu ne demek biliyor musunuz?
Çevredeki işyerleri dahil en kalabalık zamanında 5 Temmuz Kızılay Meydanı bu kadar kişi ile iki defa doldurulur boşaltılır.
Ve en kalabalık ilçede yaşayanların yarısının yaralı ve sakat kalmasıdır. Ülke ekonomisine zararı yıllık 40-50 milyarı buluyor.

***

Bütün bunlar olmasın istiyorsak; mutlaka kurallara uyacağız. Ancak çağın hastalığı direksiyondayken cep telefonuyla meşgul olmak ki; kazaya davetiye çıkarmaktan başka bir şey değil.
Şimdi SÜRÜCÜNÜN CANAVARI CEP TELEFONUDUR. Saniyenin üçte biri kadar bir dikkat kaybının nelere yol açtığı ortada ama yine de vazgeçilemiyor. Hepimizin elinde bir telefon cinnet halindeyiz; zaman kaybı, dikkat kaybı, ilgi kaybı ve trafikte can kaybı.
Çocuklara KIRMIZI DÜDÜK ile FAHRİ TRAFİK POLİSLİĞİ iyi düşünülmüş, dikkatle müdahale ediyorlar. Bir dostum çarşıda kırmızı düdük aradığını söyledi, çocuklar TV yayınından etkilenmiş ve kampanyaya dâhil olmak istemişler. Ancak diyor dostum, yol bitinceye kadar "baba" diye çığlık atmışlar, kulağına kulağına üflemişler düdüğü.
Babanın nasıl karşılık verdiğini de tahmin ediyorum.

gazete

16 Ağustos 2018 Perşembe

Cive Pakistan

Ahmet TEZCAN

Cive Pakistan

16.8.2018

Başkentin resepsiyonları çok renklidir, daha çok "milli günlerde" verilen resepsiyonların müdavimleri de genellikle başkentin kordiplomatik heyeti, medya mensupları ve politikacılardır. Ankara gazetecileri orada da ayrılır. İslam ülkelerinin kabul günlerinde Hürriyet, Cumhuriyet gibi gazetelerden kimseyi pek göremezsiniz. Ama ev sahibi ülke, atıyorum; ABD, İngiltere, Fransa filan olsa yazarları dâhil tam kadro yer alırlar. Dost Pakistan'ın kabul günüydü önceki gün. Süheyl Mahmud Yeni Delhi'ye atanınca Muhammed Gazi, Dost Pakistan'ın Ankara'daki yüzü oldu. Budapeşte'den Ankara'ya gelen Gazi, ilk kabul gününde ülkesinin dünya birincisi olduğu ve en önemli ihraç kalemi olan mango meyvesinin tanıtımı dolayısıyla Başkentteki dostlarını ağırladı.

***

Pakistan'ın resepsiyonlarında her yıl büyükelçilik mensupları çoluk çocuk tam kadro yer alırlar, bilhassa askerler, gösterişli üniformaları ve güzel gülüşleri ile misafirlerini ağırlarlardı. Simsiyah saçları bembeyaz gülüşleri ile Pakistanlı dostlarımız gerçekten çok sempatiktirler. Ama bu kez askeri kadrodan kimseyi göremedim desem yeridir. Belki sivil olarak katılmayı tercih ettiler biz fark edemedik?! Pakistan'da 25 Temmuz'da genel seçim oldu ama bu defaki seçim bir garipti. Üniformalı bürokratlar seçimde sanki taraf oldular. Başbakan Nawaz Şerif'i ailesiyle birlikte tutuklandı, oylar çalındı, yakıldı. İmranhan adında eski bir sporcu İngiltere'den getirtildi ve başbakan yapılmak istendi sanki?! 500'den fazla insanın öldüğü olaylar dünyaya da pek yansımadı, çünkü ülke dijital erişime de kapatıldı. Ekonomik alanda operasyona maruz kalınca 15 Temmuz'da olduğu gibi ülkemize yine en ciddi destek, kargaşa ortamında olduğu halde yine bu ülkeden, Dost Pakistan'dan geldi. Milyarlarca liralık 100 Atak helikopteri ve MİLGEM sınıfı 4 gemi ihalesini Türkiye almıştı malum. Olağanüstü günler yaşarken bile bizimle beraber olan Pakistan gibi dostlarımız var. Cive (Yaşa) Pakistan..

***

Elim taşın altında Katar'da, Lübnan'da diğer pek çok dost ülkede halk Türkiye'ye desteğini esirgemedi. Halkımız küçük tasarruflarıyla kampanyaya katılıyor. Furkan'ın annesi dişinden tırnağından artırdığı 100 Avroyu vermiş oğluna "destek olsun, nereye yatırılacaksa yatır" demiş, gözlerim yaşardı.. 15 Temmuz'da da bu halk ülkesine böyle sımsıkı sarılmıştı. Ama ben halâ Fatih Terim, Ali Koç, Taha Akyol, Ertuğrul Özkök gibi topluma "ayar verici" isimler acaba bu kampanyaya nasıl bir katkıda bulunacaklar, onu bekliyorum?!

gazete

9 Ağustos 2018 Perşembe

Bayrama kurban!

Ahmet TEZCAN

Bayrama kurban!

9.8.2018

Haftaya bayram, bayrama mı tatile mi giriyoruz belli değil.
Çağın şartları her şeyi olduğu gibi bayramları da değiştirdi. İnsanın "kim kurban, kim neye kurban?" diye sorası geliyor.
Olumsuz yaklaşmak istemiyorum ama her şeyin olduğu gibi bayramın da içini boşalttık?!
Öyle değil derseniz;
Kurban Bayramı 9 günlük resmi tatil olunca bayrama nerede, hangi sahilde gireceksiniz, kurbanınızı nerede keseceksiniz diye sormak isterim?!
"Memlekete gidiyoruz, annem babam akrabalarla baba evinde çoluk çocuk buluşup bahçemizde de kurbanımızı keseceğiz" Bu cümleyi kuracak kaç aile var?
Yoksa çocuklar başkasının eline bakmasın diye dört taksit kredi kartıyla kurban alıp kestirmeyi mi konuşalım?!
***
Ne dedeli neneli büyük aileler kaldı ne eski alışkanlıklar.
Alo deyip kurbanları bağışlıyor, sabah namazsız bayram namazlarıyla bu çok özel günün maneviyatını yaşamaya çalışıyoruz.
Gözünü "A SOSYAL MEDYA" dan ayıramayan yeni nesile kurbanı, bayramı anlatmakta zorlanıyoruz.
Tüketim toplumu olunca dini, milli her şeyi bitirip tüketiyoruz. Bana sorarsanız ben artık şehir hayatı içinde sanal bayramlar yaşamaktan bıktım.
Kaçırılan kurbanları sokaklarda yakalamaya çalışanların, kurban keseceğim diye elini kolunu kesip hastanelerin acil servislerde bekleyenlerin haberlerini izleyerek bir bayram geçirmeyi de istemiyorum.
***
Şimdi "Nerede o eski bayramlar" diye başlayıp çocukluk hatıralarını sıralayarak özlemlerimizi dile getirmek yerine bayramlarımızı dini, milli, örfi yönleriyle düşünmek gerekiyor.
Evet, eskiden tarım toplumuyduk, hepimiz bir aradaydık.
Şehir şartları yaşam biçimlerimizi kökten değiştirdi ama gelinen şartlarda da kutlamalarımızı aslına uygun yapabiliriz diye düşünüyorum.
Kurban Bayramı'nın rakamsal ifadesi de çok önemli. 200 bin ton et, 3 milyon küçük, 900 bin adet büyükbaş hayvan sözkonusu.
Kasaplar Federasyonu Başkanı Fazlı Yalçındağ dostumuz dün meseleye dikkat çekti. Bayramın ekonomik tarafı da asla ihmal edilemez.

gazete

2 Ağustos 2018 Perşembe

Açık Kapı ardına kadar kapalı!

Ahmet TEZCAN

Açık Kapı ardına kadar kapalı!

2.8.2018

Hava sıcak su tüketimi de o oranda fazla.. Herkes elinde pet şişe ile dolaşıyor. Pek çok yerden güneşe maruz kalmış pet şişelerin suyu zehirlediği hattâ KANSEROJEN olduğu yönünde uyarılar alıyoruz. Dikkat ediliyor mu? Eh, kısmen bu uyarılara uyulduğu söylenebilir.
Peki, bu ambalajlı sular hakkında toplum yeterli bilgiye sahip mi? Denetim gereği gibi yerine getiriliyor mu?
Bugün bu hususa dikkat çekmeye beni mecbur eden durumlarla karşılaştım.

Ancak günümüzde sağlıklı, nitelikli, rafine bir hayat yaşamanın da belli şartları var. SU bir hayat kaynağı, insan olarak bizim de olmazsa olmazımız. Zaruri ihtiyaç olunca ambalajlı su çok önemli bir sektör oldu çıktı. Yılda 12 milyar litre su tüketiyoruz. Toplam ciro 6 milyar liraya dayanmış bulunuyor. Üretici dernekleri 500 ton dolayında ihracatın olduğunu bunun 64 milyon dolarlık getirisi bulunduğunu ifade ediyorlar.
Öyle olunca sektörde faaliyet gösteren firma sayısı da gün geçtikçe artıyor.
100'den fazla şirket bu alanda faaliyet gösteriyor. Türkiye'den su pazarı giderek büyüyor, kişi başına ortalama tüketim 150 litreyi aşmış, çeşit çeşit markada pet şişeler, damacanalar sokakta, çarşıda, pazarda ve her yerde kullanıp atılmış plastik şişeler çevre kirliliğinin de en önemli unsuru durumunda..

Konuyu gündeme taşımamın esas sebebine gelince; hangi marka olursa olsun toptancı pazarında yığınla pet şişelerin temmuz sıcağında gün boyu güneş altında tutulduğunu gördüm. Oysa her gün plastik şişelerin asla güneş ışığına maruz kalmaması için uyarılıyoruz.
Plastik şişe güneşe, sıcak yüzeye veya ateşe maruz kaldığında içinde bulunan sıvıya toksik madde saldığı biliniyor. Valilik, belediye, zabıta, sağlık müdürlüğü başta olmak üzere Konya'da çalmadığım kapı kalmadı ama sesimi duyuramadım. Kimi yemek tatilindeymiş, kimi mesai bittiği için başvuruyu bir sonraki gün alacaklarını ifade etti. Ankara'da da durumun bundan farklı olmadığını AÇIK KAPI diye bir yer buldum internette annemin kızlık soyadından harfler istedi, formu doldurmak bile meseleydi.Peki, kim bu işe bakacak? Açıkta ambalajlı su satana kim mani olacak? Vatandaşın sağlığını kimin umurunda sormak istiyorum.
Bunu da CİMER'e mi yazmalıyım.
Sorumlu makamdakiler bunun gereğini neden yerine getirmezler?

gazete

26 Temmuz 2018 Perşembe

Şirazemiz bozuldu

Ahmet TEZCAN

Şirazemiz bozuldu

26.7.2018

Gazetelere bakıyor musunuz; haberlerde bir "şiraze kayması" olduğunu siz de fark ediyorsunuzdur?! Yok "Annesini pompalı tüfekle öldürdü" Veya "112 Acil doktorunu darp etti" vesaire..
Taciz, tecavüz örneklerini hiç vermeyeceğim..
Onlar hepimizin şirazesini bozacak ölçülerde ele alınır oldu.
Tecavüze uğrayandan haberin başlığını atana kadar uzayan sorumluluk zincirinde "sorumsuz" bir davranış bozuklu her an mümkün.
Gazeteler başlığı atıp çekiliyor, televizyonlarda ise olay vıcık vıcık...
Travmasını vatandaş olarak biz yaşıyoruz.
Gerçek nedir, mahkemeye nasıl intikal etmiştir, intikalinden sonraki tespitler ve nasıl sonuçlanmıştır takibi mümkün değil.
Haa takip edecek olsan da hangi birini sonuna kadar izleyebilirsin?!
Haberin başlığını boksörün direkt yumruğu gibi zihnimize tam isabet, alıyor ve orada kalıyoruz. Böylesi birkaç darbe bütün toplumun şirazesini etkiliyor.

Şiraze örneğini mahsus verdim.
Esasen bu kelime "mücellithanesi" yani cilt işleminin yapıldığı eski matbaalarda mücellitlerin yani kitap ciltleyenlerin ağzındaki bir sözdü.
Kitabın sayfalarını bir arada tutan sırt dikişinin adıydı şiraze ama artık son zamanlarda tıbbın psikiyatri bölümlerinde daha sık kullanılır oldu, kelime artık "akli denge kaybı" olarak değerlendirilip anlamlandırılıyor.

O halde meselenin burasını masaya yatırmak gerekiyor. Mesela; ayda veya yıl içinde doktorları, sağlık çalışanlarını hedef alan kaç vaka vardır?
Artma eğiliminde midir bu vakalar yoksa giderek azalıyor mu?
Devletimiz tabir caizse dişinden tırnağından artırıp sağlık hizmetlerini, hastaneleri iyileştiremeye, yeni ve modern alet ve techizatla donatmaya uğraşıyor.
Hastaneler pırıl pırıl, yağ dök yala misali tertemiz.. Odaların, makamların, koridorların konforuna diyecek yok iken nedir bu hastaların, hasta yakınlarının, doktorların, sağlık çalışanlarının derdi diye masaya yatırılmış mıdır? En büyük bütçenin Savunma'dan önce eğitim ve sağlığa ayrılmasının bir anlamı olmalı?!

gazete