2017 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2017 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2017 Perşembe

Boru sesi kalacak mı?

Ahmet TEZCAN

Boru sesi kalacak mı?

28.12.2017
Cenazelerde artık Şopen yerine Mustafa Itrî Efendi'nin Segâh makamındaki Tekbir'i çalınacak. Peki, saygı duruşlarımızdaki BORU yani Tİ SESİ kalacak mı? Cenaze marşını değiştiren irade şuna da bir el atsa da cenazelerimizde Amerikalılardan miras, 60 küsur yıldır çalınan boru sesini dinlemesek, dinlettirmesek?!
Değiştirmemiz gereken yalnızca cenaze marşımız ve Tİ sesi değil, başkaları da var elbet.
"Ti sesi neyin nesi?" diye bundan epeyce bir süre evvel sormuştuk da kimseden cevap alamamıştık.
Cenaze marşı değişikliği umudumuzu artırdı. Aynı irade Tİ sesine de el atacaktır umarım?!
***
Ti sesi Kore savaşından bu yana var, öncesinde böyle bir şey yok. Ne zaman İstiklâl Marşımız okunacak ve saygı duruşunda bulunacak olsak hemen boru sesi devreye giriyor ve ardından milli marşımızı okuyoruz. Kimse farkında değil, alışkanlık olmuş. Ti sesi olmadan olmuyor mu yani? Kore de Amerikalılarla birlikte savaştık. (Niye ve kimin adına o da kocaman bir sorudur. Derdimiz neydi de Mehmetçiklerimizi Anadolu'dan koparıp oralarda şehit verdik, 4 bine yakın canımızı ne uğruna yitirdik anlaşılır gibi değil. Bir kere bu savaş bizim savaşımız değildi ki?!
Neyse bu bugünün konusu da sorusu da değil.)
***
İşte o savaşta Amerikalılar boru çalarak ölülerini ülkelerine gönderiyorlardı. Zamanla bizim o güzelim şehitlerimizi de memlekete yollarken aynı şeyi yaptılar. Mevtanın yükleneceği uçağın başında, cenazemizin huzurunda boru çalmaya başladılar. O gün bugün alışkanlığımız oldu, sadece cenaze merasiminde değil, "Saygı duruşu-İstiklal Marşı" anonsu duyulur duyulmaz Tİİİİİİ diye bir ses duyuyoruz. Peki, bu Tİ sesi neyin nesi? "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alınan bir ezgidir aslında. Amerikan iç savaşında General Butterfield bir beste yapmış, o beste onlar için ağıt olmuş. Bizim için hiç bir anlamı yok. Ama o gün bugün ABD etkisindeki tüm memleketlerde bu boru çalınır olmuş.
***
Velhasıl bu Tİ SESİ de saygı duruşumuzdan derhal çıkarılmalı ve hiçbir yerde çalınmamalıdır. Cenaze marşımızdan Şopen'i çıkarıp bundan böyle bandonun TEKBİR bestesini çalmasına karar verenler bunu da yapmalılar. Saygıya durmak için boru sesi duymamıza hiç ihtiyaç yok.
İçişleri Bakanı Soylu'dan da polis araçlarındaki MAVİ-KIRMIZI çakarların rengini değiştirmesini bekliyoruz. Çünkü bu renkler de masum değildir, teşkilatın kuruluşunda eli olanlar Amerikan bayrağını ışıkla yansıtmayı sağladılar. Çakarlar neden bayrağımızın KIRMIZI-BEYAZ millî renkleriyle çakmasınlar?
Evet, bu millî bir tavırdır, siyasî değil..

gazete

14 Aralık 2017 Perşembe

Ankara Mevlevîhânesi

Ahmet TEZCAN

Ankara Mevlevîhânesi

14.12.2017

Altındağ Belediyesi çok önemli bir iş yaptı. Yol geçirme bahanesiyle 65 sene evvel yıkılan Ankara Mevlevîhânesi yeniden inşa edildi. Tam da Hazret'in 744 ncü Vuslat yıldönümüne rastladı, isabet oldu. Mevlevîhâne bugün törenle açılacak. Başkan Veysel Tiryaki'ye müteşekkiriz, takibini de yine kendinden bekleriz.
Başkentin başkanları hepsi birer Mevlâna muhibbi, yani hayranı ve sevenidir zaten. Bu tür faaliyetler onlara çok yakışıyor.
Konya bu faaliyetin "asitane"si yani merkeziydi.
Bir zamanlar Balkanlar'a, Şam'a, Bağdat'a kadar sayıları 200'ün üzerindeki bütün Mevlevîhânelerin kadrosu Konya'da yetiştirilir, görevlendirilir ve takip edilirdi.

***

Bizim ordularımızdan önce dervişlerimiz bu coğrafyayı gönülleriyle fethetmişlerdir.
Hangi dinden, inançtan olursa olsun onların tek hedefi vardı; İNSAN... Mevlevîlik bir ruh ve terbiye mimarisidir. Bir ahlak, fazilet, meziyet ve edep mektebidir, bir sistemdir başlı başına. Günümüz deyişiyle bizatihi insana yapılan yatırımdır. "Buralara noksan gelen tamam olur." Ancak, Mevlevîhâne inşası, ihyâsı anlamına gelmiyor, icrâsına bakmak gerekiyor. Eğer takip edilmez, bilgisiz, sevgisiz, saygısız ellere terk edilirse sonuç hüsran olur. Nitekim semazenliğin "nişandüğün malzemesi" olması bundandır.

***

Mevlana "Gel" diyor... O bu çağrıyı yaparken insanları Konya'ya çağırmıyordu elbet. İnsanı kendine çağırıyor, önce bizim kendimize gelmemizi istiyordu.
KENDİMİZ, çok derin bir meseledir, BİZ olma duygusudur ki bugün buna çok ihtiyacımız var. Mevlâna "Dinle" diyor..
Mesnevi'sindeki 26 bin beyitin birinci kelimesi, ilk sözü, ilk çağrısıdır ve başlı başına bir mesajdır sanki. Şimdi hep söyleyen olduk maalesef, dinleyenimiz yok, kimse kimseyi dinlemiyor. Aileden başlayarak bunu her yere uzatabiliriz. (Bütçe görüşmeleri naklen yayınlanıyor, 5 dakika seyredin yeter.) Ağzımızın ölçüsü de kalmadı, O'nun "Her ağzına geleni söyleme, her önüne konulanı yeme" tembihi tam da bizim için.

***

O doğumunda Celâleddin idi, yaşadığı ve yaşattıklarıyla "Mevlâna" oldu ve döneminde bu isim hiç kullanılmadı. Yeryüzünde ölüm günü kutlanan tek insandır O, ve de biz onu layıkıyla anlayamadık. Anlamak için "harf kabuğunu kırın" dedi onu da kıramadık. Hülâsa Mevlevîhâneler bugün bunun için gereklidir. Ankara Mevlevîhânesi'nde, O'nu erbabından dinlemeli, adabınca Mesnevî okumaları yapılmalı diyorum. Başkent'e yeniden kazandırdıkları için Veysel Tiryaki'yi kutluyorum

gazete

7 Aralık 2017 Perşembe

Anneler ölmesin bebekler de..

Ahmet TEZCAN

Anneler ölmesin bebekler de..

7.12.2017

Bizim ülkemizde yılda 1,5 milyon bebek dünyaya geliyor. Bu, aynı zamanda bir o kadar annenin de doğum yaptığı anlamına geliyor. Dolayısıyla her yıl 3 milyon insanın sağlık ve beslenme bakımından biraz daha fazla dikkat ve hassasiyete ihtiyaçları var. Sadece sağlık ve beslenme değil tabi, bu bireylerin aile ortamı da bir o kadar önemlidir..
***
Eskiden Kale'sinden Kule'sine kadar derdik, Başkentin hinterlandını ifade etmek için.. Şimdi bu ifade Ankara'yı kuşatmıyor, içeride bile kalıyor.
Söz gelimi yalnızca Aydınlıkevler'de 500 bin nüfusun yaşadığı, bir Ankara'dan söz ediyoruz. Ankara hem yatay hem dikey büyüyor artık, şehir sınırı il sınırı oldu ki belediyenin büyükşehir hizmet sınırı da zaten o sınırlardır.
Başkent için 6 milyon nüfustan söz ediliyor, böyle yoğun bir nüfus içinde annelerin, bebeklerin çok özel bir yeri vardır ve olmalıdır.
"Hiçbir bebek annesiz büyümesin, hiçbir anne evlat acısı çekmesin" Kim katılmaz bu temenniye?! Bir dua, bir yakarış gibi olan bu dileğe katılmamak mümkün mü?! Minicik bebeklerin anneleriyle beraber ve tüm aile bireylerinin her bakımdan hassasiyete ihtiyaçları var. Sokaktan geçen bir sürücünün korna çalarken bile bunu düşünmesi lazım.
Etrafta, her hangi evde mışıl mışıl uyuyan bir bebeğin o korna sesi ile nasıl irkileceği hiç hatırdan çıkarılmamalıdır.
***
Son yıllardaki araştırma ve gelişmelerin doğum hekimliğini çok değiştirdiği, genetik alanından, anne karnındaki bebeğe ve doğum sonrasına kadar teşhis ve tedavide pek çok şeyin inanılmaz şekilde değiştiği, ancak bunun muntazam takibe bağlı olduğu uzmanlarınca ifade ediliyor. Dünyada her yıl 500 bin anne ölümü oluyor ve bu ölümlerin yüzde 99'unun gelişmekte olan ülkelerde meydana geliyormuş. Ülkelerin bu alandaki bütün çabaları; anne ve bebek ölümlerini azaltmak ve sezaryen oranını düşürmek olarak açıklanıyor. Bebek ölümleri zaten ülkelerin gelişme indeksinde çok önemli bir ölçüt.
Yani nasıl bir memlekettir ilk önce bebek ölümlerine bakarlar ve o ülkenin notunu verirler. Şimdi en yeni rakamı bizzat Sağlık Bakanı Ahmet Demircan'dan veriyorum; açıklamayı bakanlığının bütçesi görüşülürken yaptı. Binde 40 olan bebek ölümü oranı 9,4'e ve binde 64 olan anne ölüm de 14'e düşmüş ki daha aşağılara düşmesi dileğiyle son derece sevindirici bir sonuç.
***
Böylesine bir hassasiyetin sağlık sektörü içindeki bir takım kurumlar ve elemanlarınca istismarı da hiç akıldan çıkarılmamalıdır.
Sezaryenle doğum oranındaki artışlar söyletiyor bize bunları. Bizim de maksadımız; öncelikle sağlıklı bir neslin yetişmesi, anne ve bebeklerin sağlıklı ortamda bulunmaları, doğum birimlerinde canını dişine takan uzman ve yardımcı personelin hatırdan çıkarılmamalarıdır.

gazete

30 Kasım 2017 Perşembe

Yanlış ısınmayın!

Ahmet TEZCAN

Yanlış ısınmayın!

30.11.2017

Aslında "karakış" olarak tanımlanan günleri yaşıyoruz ama Başkent'te henüz kar yok. Zaten Kızılay'da beyaz örtüyü görmeden Ankara'ya kar yağdığını söyleyemeyiz. TV kanalları bile kar-kış haberi yapabilmek için muhabirleri hemen Dikmen sırtlarına gönderiyorlar ki görüntü alabilsinler. Babaannemin takvimine göre aslında bugün Hicrî yıla göre Rebiülevvel'in 12'si. "Hicrî yıl" adı üstünde Hicret'e göre düzenlenmiş takvimdir. "Peygamberimizin İslam'ın 13. yılında Mekke'den Medine'ye göçü esas alınmıştır ki dünya alem bilir. Peki, "rebi" ne demek diyecek olursanız; "bahar" demektir evveli ve ahiriyle.. Dedem Rumi yıla göre "Teşrin"i kullanırdı, o da yılın son iki ayına işaret eder.

***

Takvimler insan icadıdır ve olaylara göre anlam ve önem yüklenmiştir. Güneşin parlaklığına da aldanmayın henüz mevsim kendini göstermiş değil, sıcak odalardan ayrılırken, akşamın soğuğuna çıkarken tedbirinizi alın, yoksa hastalıktan kurtulamazsınız. Sıcak odalar dedik de soğuk kış aylarında ısınabilmek de başlı başına bir mesele. Türkiye İstatistik Kurumu açıklamıştı; "Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması"na göre ülke nüfusunun yüzde 41,7'si oturduğu konutta ısınma sorunu yaşıyor. Yalıtımsız binalarda oturanlar, ısınamadıkları gibi yalıtımlı binalara oranla her ay yaklaşık 2 katı kadar fazla ödüyorlar. Sadece fatura değil, insan sağlığı ve çevre açısından da olumsuz.. Karbon salınımı artıyor ve "hava kirleniyor, iklim dengesi bozuluyor" diye de feryat ediyoruz.

***

Isınma araçları da ayrı bir dert. Elektrikli ısıtıcılar mesela, yaygın olarak kullanılıyor. Sağlık açısından yararlı mı, elektrik tasarrufu sağlıyor mu tartışılıyor. Mevsimin önemli sorunları bunlar. Başta elektrikli ısıtıcılar olmak üzere, birçok küçük ev aletinin elektromanyetik alan oluşturduğu da biliniyor. Peki bu, insan sağlığı için ne kadar tehlikeli? Uzmanların görüşleri farklı; ancak bir doğru var, doğru aletler yerinde ve doğru kullanılıyorsa bir sakıncası yok. Üzerinde en fazla konuşulan "infrared" sistemle çalışan ve yaygın olarak kullanılan ısıtıcılardır. İnfrared sistem, ısıyı ışık yolu ile yayan ısıtıcılardır. Elektrikli ısıtıcı pazarı da hayli büyük, pay kapmak isteyen fırsatçılar muhakkak olacaktır. Taklit konusunda Çin'i aratmayanlar elbette var. En verimli ısıtma aracı sıralamasında doğalgaz ilk sırada değil. En verimli yakıt hâlâ linyit görünüyor, kömürün ardından doğalgaz ve son sırada elektrik yer alıyor. Kömürlü ısınma en ucuz ve en verimli olsa da günümüz şehir hayatı için pratik bir yöntem değil. Çalışanların yoğun olduğu Ankara'da en pratik ısıtma aracı elektrikli ısıtıcılardır. İşten soğuk eve dönmüşsünüz yapacağınız tek şey fişi prizle buluşturmak. Faturasına katlanılırsa elektrikli ısıtmada bir sakınca yok gibi görünüyor..

gazete

16 Kasım 2017 Perşembe

Başkentin mabetleri

Ahmet TEZCAN

Başkentin mabetleri

16.11.2017

Melike Hatun Camii o meydana nefes aldırdı. Caminin İstanbul yolundan Atatürk Bulvarına çıkıştaki görüntüsü muhteşem. Yer seçimi isabetli ve önemli bir ihtiyaca cevap veriyor. Eskişehir yönünde Akseki Camii de muhteşem, Külliyenin Millet Camii de öyle.. Vatandaş özel zaman ayırıyor bu camiler için, gruplar halinde gidip namaz kılıyorlar hemen de ayrılmıyorlar. Yenişehir denilen şehrin bu yakasında daha önce Maltepe Kocatepe camileri vardı. Sonra Akseki, Millet ve Melike Hatun camileri yapıldı. Esat ve Hasan Tanık da muhitlerinde ihtiyaca cevap veren mabetler. Hepsinin kendine göre ilkleri, özellikleri var ve her biri şehir siluetine özel ve güzel katkılardır. Daha önce resmi kuruluşların ve pasajların bodrumlarındaki mescitlerle vatandaş bu bölgede ibadet için ancak yerin altında mekân bulmuştu. Halen Kızılay çevresinde böyle 30'dan fazla yer altı mescidi olduğunu biliyorum.

***

Son yıllarda inşa edilen camilerin hepsinin bir hikâyesi vardır. Ama Kocatepe'ninki bir başka... Önce öyle hâkim bir tepeye kocaman bir cami yapılmasını bazı çevreler istememişlerdir. Bu yüzden Menderes'ten Özal'a Kocatepe'nin yapım süreci 30 yılı aşmıştır. Projesinin Amerika'da bir garajdan kopya olduğu söylenmiştir. İnşaatına da açık açık "Cami" diyerek başlanmamıştır, "kültür merkezi" filan denmiş saklanmıştır adeta. Ve öncte minare temeli atılarak inşasına başlanan dünyadaki ilk ve tek camidir Kocatepe.

***

Akseki, Millet ve Melike Hatun camileri ibadete açılınca Kocatepe'nin -tabir caizse- pabucu dama atıldı. Bunu caminin cemaati söylüyor. Başkaca söyledikleri de var cemaatin, sormak için camilere yakın ilgisini bildikleri, "reisicumhur"u bekliyorlar, "Erdoğan nasıl olsa bir Cuma gelir" diyorlar. Anlaşılan yapımı gibi yönetimi de sorunlu caminin. Altında oturanların üstüyle yeterince ilgilenmedikleri ortada.. Çoğu 60 yaşın üstündeki cami cemaati iki yana yürüyen merdiven istiyor. Camiye girmek için 50 basamak tırmanmaktan kurtulmak istiyorlar. "Ses düzenine 860 bin Avro harcadılar" diyerek mihrap mermeri ve fil ayaklarının delik deşik edildiğinden şikâyetçiler. Aydınlatmaların yetersiz, ısıtmasoğutma soğutma sisteminin bulunmadığından yakınan cemaatin vakit beklerken sohbet edecekleri bir mekâna da ihtiyaçları var. Gerçekten led aydınlatmanın arızalı olduğu için Kocatepe Camii şehrin gece görüntüsünden silinmiş gibi. Yakın çevresindeki yapılar da camiyi perdeliyor. Duvar dipleri ise çöp deposu. Bunları giderecek bir yardımlaşma derneği de yok. Bizden aktarması…

gazete

9 Kasım 2017 Perşembe

Tuna Başkan Şehremini

Ahmet TEZCAN

Tuna Başkan Şehremini

9.11.2017

Kocaman, yemyeşil, ulu ağaçlarla dolu bir park ya da içinde yaşayanlara nefes aldıran kocaman bir meydan.. Şehirlerin en önemli ihtiyacıdır bence..
Paris'in Konkord, Londra'nın Trafalgar, Moskova'nın Kızıl meydanından hiç bahsetmeyeceğim.
Hele uçsuz bucaksız parklarından..
Emsal başkentlerle kıyaslandığında Kurtuluş Parkımız avuç içi kadar yerdir, bir bahçedir adeta.
New York'un Santralpark'ı 800 küsur dönüm, her yıl yaklaşık 40 milyon turist sadece bu parkı görmeye geliyormuş. Batı'daki büyük kentlerin çoğu yeşil ve bakımlıdır. Bilhassa tarihi doku iyi korunmuştur.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan da geçenlerde bu ihtiyacı dile getirdi, "bizde meydan yok" dedi.
İmparatorluğumuzun yıkılışı ve son 200 yıldır yaşadığımız çalkantılarla bunu belki izah edebiliriz. Yani bir türlü kendi düzenimizi kendimiz kuramadık, can derdine düştük adeta.. Başka sebepler de var şüphesiz.. Melih Gökçek 23 yıl sonra istifa ile ayrıldı. Gökçek'e hep siyaset penceresinden bakıldı ve hep inatlaşıldı.
Bir sürü de iddia ortaya atıldı. Gökçek Ankara'ya hizmet etmedi desek büyük haksızlık olur. Eleştirilecek yön vardır elbet ama Ankara'nın da çehresini değiştirmiştir, bu da bir gerçek.

***

Şehremini, şehrin emanet edildiği emin insan.. Şimdi ŞEHREMİNİ Mustafa Tuna, o da tecrübeli bir başkan.
Milletvekilliğinden tanırım kendisini; mütevazı, temiz, titiz, çalışkan, kariyer bakımından da sağlam. Safi kas ve sinirdir Tuna Başkan, sigarayı devam ettiriyor mu bilmiyorum ama irice bir kupa sıcak neskafe onun keyfidir. Sincan'a az hizmeti olmadı Tuna'nın. Şimdi işi kolay mı, asla değil, Büyükşehir de Sincan değil.. İşe sıkı başladı, herkesin istifasını istedi. "Düzgün çalışanın endişesi olmasın" dedi. Kısa sürede Başkent'e hâkim olacağına inanıyorum. Kâr gözetmeyen hemşeri bir yapıdır belediye ve doğumdan ölüme herkese dokunmak zorundadır… Kolay değildir belediyecilik, 7/24 canlıdır, hareketli bir kurumdur, ihmale gelmez, her aksaklık hemen ses verir. Şehircilik bir başka olay, belediyecilik bambaşka… Hele başkentte başkanın bir de protokol görevi vardır; yerli yabancı karşılamalar, uğurlamalar vs. mesaisini eritir başkanın. Şimdi bize düşen Tuna Başkan'a kolaylıklar dilemektir.

gazete

2 Kasım 2017 Perşembe

Başkentin çatı kuruluşu

Ahmet TEZCAN

Başkentin çatı kuruluşu

2.11.2017

Başkent Ankara Meclisimizin genel kurulu vardı geçtiğimiz hafta, sıradan bir dernek kuruluşu sanılmasın, bu meclis başka meclis.. BAM, yani Başkent Ankara Meclisi Ankara'daki hemşehri dernek ve federasyonlarının çatı kuruluşudur.

***

Ankara'da iki binden fazla hemşehri kuruluşu var. Kırşehirliler, Çankırılılar, Yozgatlılar, Çorumlular, Kırıkkaleliler gibi başkentte olup neredeyse hemşehri derneği kurmayan yoktur. Edirne'den Van'a kadar yurdumuz insanı Ankara'da dernek veya vakıf adı altında örgütlenmişlerdir. Hattâ bazı ilçelerin bile Ankara'da dernekleri vardır.
Aralarında çok kalabalık çok etkin olanları vardır, federasyon olarak birleşik hareket edenler vardır. Ama bir başkan birkaç hemşerinin fedakârlıklarıyla yürüyenler de yok değildir. Birçoğunun yerleşik binaları ve misafirhaneleri bile vardır ki memleketten gelenler buralarda barındırılır. Hemşehrilik en çok bizde yaşanır, başka ülkelerde bu tür bir dayanışma unsuruna pek rastlanmaz.
Onlar daha çok hobiler, fobiler üzerinden dayanışma kurarlar.

***

Burası büyük bir kent hem de Başkenttir, devlet merkezidir. Resmi yüzü yani kent değil başkent yüzü daha çok görünür ve hissedilir olduğundan Ankara'nın insanlar üzerindeki tesiri başlangıçta soğuktur. Ama yıllar geçtikçe Ankara sizi, siz Ankara'ya sararsınız, bir daha da bırakamazsınız. Her bakımdan bir Anadolu şehri olan Ankara sıcaktır, sevimlidir, kolaydır, gezilmeye, görülmeye değerdir. "Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Ankara 20 bin nüfuslu bir kasabaydı" tanımlamasına karşın bu şehrin söyleyeceği vardır: "Sen bizi düştük de gördün?!"

***

Evet, araştırmalar Ankara'nın 3500 yıllık bir tarihi geçmişi olduğunu göstermiştir.
Başkent Ankara Meclis Başkanı Nevzat Ceylan, kongrede yaptığı konuşmada Ankara'nın çeşitli medeniyetlere başkentlik yaptığını hatırlattı.
"Halihazırdaki Türkiye Cumhuriyeti başkentliği Ankara'nın beşinci başkentlik görevidir" dedi. Tek ve çok önemli bir şikâyeti var Ankara'nın; Burada herkes "Kendi memleketli"dir, kime sorsanız doğduğu yeri söyler, Ankara ikincil durumda kalır. BAM, bu ihtiyaçtan doğdu.
Bütün hemşehri derneklerinin yöneticileri oluşturdu. Başkentin havasına suyuna, kurduna kuşuna sahip çıkarak, enerjisini her türlü aksağın, eksiğin giderilmesine harcamaktadır, bilinsin istedim.

gazete

26 Ekim 2017 Perşembe

Anıların Ankara’sı

Ahmet TEZCAN

Anıların Ankara’sı

26.10.2017

Ankara deyince herkes kendi algısıyla anlatır. Bir bakıma görme özürlünün fili anlatması gibidir Başkentin anlatımı, genellikle dokunulan yere göre bir tasvir çizilir.
Zaman zaman burada değişik kalemlerden Ankara'mızı anlatırız. Geçenlerde kitaplığımı karıştırırken Nejat Akgün'ün "Burası Ankara" adlı eseri elime geçti. Ankara'nın dünü adına önemli eserlerden biridir. Aslında yaşayan Ankara yazarlarını, Ankara ile ilgili kafa yormuş kitap yazmış kalem erbabını toplamak, onlardan Başkentin, dünü, bugünü ve geleceğini dinlemek isterdim.
***
Nejat Bey'in kitabına yeniden göz gezdirirken ünlü bestekârlarımızdan Ahmet Adnan Saygun'un Ankara ile ilgili anısına rasladım. Saygun, batı tarzında eserler bestelemiş önemli bestekârlarımızdandır. Adnan Saygun Ankara'ya ilk kez 1926 yılında gelmiş.
"Size dönemin Ankara'sından bahsedeyim" derken hemen Ulus'daki Taşhan'a sözü getiriyor, karşısında da dönemin en meşhur lokantası Karpiç'e.. "Şimdi oralar çarşı olmuş" diyor. Çünkü hatırasını daha sonraki tarihlerde kaleme almış. CHP binası ve ilk Meclis ve bir yangınla yok olan eski Milli Eğitim Bakanlığı binasını anlatıyor.
Karaoğlan Çarşısı'ndan bahsederken şunları anlatıyor:
"Orada bir de pastane vardı adı da İstanbul Pastanesi.. Fikir adamları orada toplanırlar, görüşürler, sohbet ederlerdi. Kahvaltılar orada yapılırdı.
Bunların dışında her taraf bildiğimiz bir kent görünümündeydi. Eski Ankara evleri dar sokaklar.. Çok uzaklarda SSCB'nin elçilik binası ve bağlar."
***
Saygun, Musiki Muallim Mektebi için Ankara'ya gelmiş, "Garip bir yer" olarak tanımladığı Ankara'da Atatürk'ün neden bir musiki muallim mektebi açma ihtiyacı duyduğunu soruyor ve takdir ediyor. "Şimdiki devlet konservatuvarı" dediği Cebeci'deki binanın yerinde birkaç eski ev varmış ve tekke olarak kullanılıyormuş.
Evet, kolay şehir olmadı Ankara, 30'dan fazla valinin ve 32 belediye başkanının emeği var. Bugün 20 üniversitesi olan 5 milyonluk koca bir şehir. Biz o şehri seviyoruz ve benimsiyoruz, Ankara ile ilgili anılara yer vermeye devam edeceğiz.

gazete

5 Ekim 2017 Perşembe

Niye beş şehir?

Ahmet TEZCAN

Niye beş şehir?

5.10.2017

Beş Şehir, Ahmet Hamdi TANPINAR'ın en önemli eserlerindendir. Adını saydığı şehirlerde oturanlardan olup da bu eseri okumamış olanlar hemen bu kitabı edinip okumalıdırlar. En azından kendi oturduğu şehre bir kere de Tanpınar'ın gözüyle bakabilmek için okumalı, hiç olmazsa kendi şehrinden bahseden bölümü dikkatle okunmalı. Yani, bilvesile, bir bahisle, bir sebeple oku, okumak için bir yığın gerekçemiz var. Temel kitabımız ilkin "OKU" dedi, Mevlâna'nın Mesnevî'si de "DİNLE" diye başlar. Ne okuyacaksın ne dinleyeceksin sonra da ahkâm keseceksin, işte bu olmaz. Esas konumuz olmasa da hatırlatmak istedim.

***

Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir'i yazarken ilginç bir sıra takip ediyor. Hiç üzerinde duruldu mu bilmiyorum ama bu sıralama bence önemli. İlk önce İstanbul'dan bahsetmesi beklenirken; Tanpınar Beş Şehrine Ankara ile başlıyor. Ondan sonra sırasıyla Erzurum, sonra Konya, Bursa ve en son olarak İstanbul.. Bunu anlamak için onun yaşadığı, yazdığı döneme, dönemin gelişmelerine bir kere daha bakmak lazım diye düşünüyorum. Edebiyat dünyamızın bu önemli ismi–kitabın önsözünde belirttiği üzere– "kaybedilenlerin hüznü ama geleceğine kuvvetli özlemle" bu şehirleri yazmışsa sıralaması bence daha da önem kazanıyor?! Velhasıl Tanpınar bugün yazmış olsaydı eserinde yalnızca beş şehirden, yalnızca bu şehirlerden mi bahseder, değilse hangilerini alırdı diye düşünmeden edemiyorum. Mesela siz olsanız "İzmir niye yok?" mu derdiniz veya hangi şehirleri ilave ederdiniz?!

***

Her şey değişiyor; şartlar, şehirler, insanlar.. Biz mi şehirleri yoksa şehirler mi bizi değiştiriyor?! Önemli bir münazara konusudur bu. İki haftada 5 bin km'den fazla yol yaptım. Önce Bulgaristan'a.. En önemli sahil şehirleri Varna'yı, Burgaz'ı dolaştım. Daha kapıda 15 km'yi bulan TIR kuyruğu bu ülkeden geçebilmek için Dereköy'de Bulgar gümrükçüleri bekliyordu. Mahallinde konuşulan; Merkel'in Bulgarlara "çalışmayın" dediği şeklindeydi söylemeden geçemezdim. Başbakan Borisov ise mülteciler için Türkiye'ye müteşekkir! Market raflarında Türk malı aradım, pek rastlamadım desem yeridir. 500 yıldır iç içeyiz Bulgarlarla, 'bu nasıl komşuluk?' diye sorasım geldi?!

gazete

28 Eylül 2017 Perşembe

‘Ti’ sesi artık yok

Ahmet TEZCAN

‘Ti’ sesi artık yok

28.9.2017
Gaziantep Milletvekili Abdulkadir Yüksel'in Meclis'teki cenaze merasiminde bir ilk yaşandı. Boru (ti sesi) çalınmadı ve merasime katılanlar duaya davet edildi. Bu sütunda bizi takip edenler "Tİ SESİ NEYİN NESİ" başlığıyla bu uygulamaya itirazımızı hatırlayacaklardır. Bir değil birkaç yazıyla itirazımı dile getirirken bu sesin neyin nesi, neyin sesi olduğunu da açıklamaya çalışmıştım.
Çünkü alelade bir dernek genel kurulundan Meclis'teki merasimlere kadar Tİ SESİ öyle yerleşmiş ki Milli Marşımızı boru çalmadan dinleyemez olmuştuk. Şoförler derneği genel kurulundan kooperatif kongresine kadar -ne alâka ise- millî marşımızın terennüm edildiği her yerde bilhassa okullarda, önce boruyla uzunca bir sesi verilir sonra marşa geçilir.

Meclisimiz hiç de MİLLİ OLMAYAN bu geleneği (!) bozdu. Törenlerde boru sesi artık olmayacak. En azından Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki merasim, cenaze için yapılıyorsa katılımcılar duaya davet edilecek.
Kim başlattıysa -Abdulkadir Yüksel'in cenaze merasiminde gördük- bu hal inşallah devam edecek. Herkes de bunu umarım sürdürür, yaygınlaştırır ve Kore savaşında bize bulaşan Tİ SESİ çalma şeklindeki Amerikan âdeti sona erer.

Şimdi gelelim saygı duruşu ve İstiklal Marşı anında memleket semalarında 60 küsur yıldır yankılanan ve necip milletimize büyük bir ihtiramla dinletilen 'boru sesi'nin nereden geldiğine... Ancak bu boru başka boru, biz onu kısaca "Tİ SESİ" olarak biliriz.
Vatandaş olarak öyle alıştırılmışız ki, sesini duyduğumuz an toparlanıp saygı duruşuna geçiyoruz, "bu boru sesi de neyin nesi" diye hiç sormuyor, hiç düşünmüyoruz.

Şimdi bu mesele, bu sesi aslında bir Amerikan geleneği ve "ağıt" gibi bir şey..
Bize de Kore Savaşı sırasında bulaşmış. Ölen Amerikan askerleri, cenaze merasimlerinde boru çalınarak memleketlerine uğurlanırken Mehmetçik için de aynı şey uygulanır olmuş.
Çalınan şey de Amerikan İç Savaşı'ndan kalma.. General Daniel Butterfield'ın bestelediği, "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alınan bir ezgi. O gün bugün ABD etkisindeki tüm memleketlerde, duygusu yüksek bir durum söz konusu olunca 'ti sesi' verilir olmuş. Söz gelimi Boston'da, Amerikalıları İstiklal Marşımızı söylerken görmek veya Beyaz Saray'da mehteran gibi bir şey?!
Velhasıl saygı duruşumuzdan Tİ SESİ derhal çıkarılmalıdır. Türklerin saygıya durmak için boru sesi duymalarına bence hiç ihtiyaç bulunmamaktadır.
Ankara Valisine, tüm okullara; hatta Başbakanlığın bir genelgesi kâfidir yurt sathında uygulamayı sonlandırmak için. Bu millî bir tavırdır, siyasî değil.

gazete

21 Eylül 2017 Perşembe

Kendine güven

Ahmet TEZCAN

Kendine güven

21.9.2017

Türkiye'nin ve tek tek hiçbirimizin yedeği yok. Neslimizi, enerjimizi en yüksek seviyede koruma altında tutarak birbirimize sımsıkı sarılmalıyız. Sadece okuldaki nüfusumuz komşularımızın çoğunu katlar.
Ankara'da her sabah 1 milyon çocuk sırt çantalarıyla okul yolunda...
Onların beslenmesi, ulaşımı, güvenliği çok önemli... Validen dolmuş şoförüne hepimiz ne kadar büyük bir sorumluluk taşıyoruz ortada. En önemli varlıklarımız can parçalarımızın hergün yolunu gözlüyoruz. Tek tek bakınca kaçırırız ama toplum olarak çok anlamlı ve önemliyiz.
Öğretmenlerin her sabah bunu bilhassa ilköğretimde tekrar etmesi lazım.

Bu coğrafyada sorunsuz yaşamanın tek şartı var ve tek cümleyle; GÜÇLÜ O-LACAK- SI-NIZ... Ve bu toprakları kendiniz yöneteceksiniz, kimse işlerinize burnunu sokamayacak.. Ama öyle mi? İşte Avrupa...
Güneyi, kuzeyi, doğusu, batısıyla 50 devlet var Avrupa'da ve 700 küsur milyon insan yaşıyor. Hepsinin gözü bir şekilde Türkiye'de... ÇÜNKÜ TÜRKİYE BAYRAK ÜLKE.. ORTADOĞU'YA VE ASYA'YA BAYRAK.. 57 İSLAM ÜLKESİNE, TÜRK DÜNYASINA, 1 milyar 800 milyona BAYRAK.. Geçmişte oldu bu, bundan sonra neye olmasın?! Bizim dışımızdakiler bunu biliyor. Sadece biz bilmiyoruz.
Bir haftadır Balkan havası kokluyorum, bu yazıyı Varna'nın puslu havasında yazıyorum. Türkiye'nin değerini bir kere daha anlıyorum. Avrupa'nın göbeğinde olsanız da durum değişmez. Dışarının nabzını tutamayan bunu bilmez, bilemez, kimse kendini küçümsemesin.

Almanya'da seçim var ve dillerinde tek konu Türkiye ve ilişkileri. Hollanda Türkiye'yi diline dolamasaydı seçiminden kimsenin haberi olmazdı. "Avrupa'yı yapan biziz" diyordu rahmetli Halil İnalcık Hoca, ne kadar derin ve doğru bir anlatım?! Daha sandık görünmeden Türkiye için 2019 hazırlığına başladılar. Bizdeki sandık dünyanın başını döndürüyor. Çünkü gerçekten Türkiye sadece Türkiye değildir, sadece bir ülkeden ibaret değildir ve kararları çok şeyi değiştirir.
İşte Varna'da bir bilim faaliyetini izledik. 50 delege Türk bilim adamlarını dinledi dikkatle ve en çok soru yine onlara soruldu. (İleride yazacağım, çığır açacak bir çalışma bu, ülkemizin gücünü katlayacak.)

Ateş çemberinde yaşıyorsak bunun hazırlayanı biz değiliz. Petrol-doğalgaz-değerli madenler-güneş ve deniz bizim olsun, biz yönetelim istiyorlar. Kendileri güvende biz güvensiz.. Niye peki?

gazete

14 Eylül 2017 Perşembe

Ankara gündemi okullar ve trafik

Ahmet TEZCAN

Ankara gündemi okullar ve trafik

14.9.2017
Başkentin gelecek hafta en önemli gündemi okullar, öğrenciler ve trafik olacak.
Herkesin kafasında şimdiden;
"Okullar açılınca trafik ne olacak?" sorusu var. Mesai başlangıcında ve sonunda zaten felç olan ana arterler okullar ve servislerle birlikte daha da zorlaşacak görünüyor.
Hele bazı sokaklardaki gereksiz ve zamansız kaldırım yenilemeleri ve asfalt çalışmaları için bulundurulan iş makineleri trafiği tıkamaya zaten yetiyor.
***
Sadece trafik değil derdimiz. Eğitim öğretim bizim memleketimizin en önemli meselesidir. Niye derseniz; bizimle çok oynadılar. Ülkemizle uğraşanların, ülkemizin geleceği ile ilgili hesap yapanların ilk hedefi daima okullar öğrenciler olmuştur. Bu her zaman böyle olmuştur.
İdeolojik kamplaşmalar ilk önce okullarda başlatılmış memleket evlatları birbirine düşürülmüştür. Ülkemizdeki yabancı okulların durumu da bize eğitimin nasıl ve neden hedef olduğunun ipuçlarını verir. Siz istediğiniz kadar "Kolejde okuyorlar, yabancı dil öğreniyorlar" diye çocuklarınıza kaliteli bir eğitim imkânı sağladığınızı düşünün.
Başkaları bunu hep kullandılar. "Robert kolejler, Amerikan Bord, Fulbright Komisyonları" nedir, nasıl rol oynamışlardır ülkenin geleceğinde yeniden bakmak lazım?!
Aynı çevreler sonra sağlık sektörünü seçmişler çünkü eğitim gibi sağlık da çok önemli..
FETÖ'nün de ilk önce bu iki sektörü seçip hastaneler ve dershanelerle işe (!) başlaması bundandır. Herkesin çocuğu önemlidir, herkes çocuğuna iyi bir eğitim verebilmek için imkânlarını seferber etmektedir; "Cahil kalmasın, kendini kurtarsın" dır amaç.. Ama gelin görün "eğitimci-sağlıkçı" ve son yıllarda "gazeteci kimlikli yıkıcı faaliyet elemanlarının nice gizli işler içinde bulundukları ortaya çıkmıştır.
***
18 Eylül'de 18 milyon öğrenci okulda olacak. Her yıl 1 milyon civarında çocuğun okula başladığını biliyoruz. Ankara'da 3 bine yakın okulda -okul öncesi dâhil- 1 milyonun üzerinde öğrenci ve 80 bin öğretmen ile pazartesi okula koşacaklar, ama nasıl? Okula gitmeleri, dönmeleri, kullanacakları malzeme, giyecekleri, yiyecekleri hepsi aileleri düşündürüyor. Romanya'nın 19 milyon, Yunanistan'ın 11 milyon, Bulgaristan'ın 7 milyon nüfusuyla kıyaslayarak 20 milyon öğrencimizin öğrenciye, veliye, yöneticiye, eğitimciye, siyasetçiye nasıl bir sorumluluk yüklediği apaçık ortadadır.
Hayırlı olsun diyelim, tüm kesimlere kolaylıklar dileyelim ve çocuklarımızın yeni dönemi kazasız belasız tamamlamaları için dua edelim.
Bu satırların yazarı çocukların güvenliği ve okul yöneticilerinin sorumluluğu noktasında bilhassa takipçi olacak.

gazete

7 Eylül 2017 Perşembe

Ankara adı nereden?

Ahmet TEZCAN

Ankara adı nereden?

7.9.2017

Kedisi, keçisiyle ünlü bir şehirde yaşıyoruz.
Kangallarımız, ak ve karabaş diye adlandırdığımız köpeklerimiz, hepsi Anadolu markalı birer değerdir ve hepsi ünlüdür. Ankara kedisini mesela "Angora"dan alıp Hititler'e kadar götürenler var. Uzmanları daha iyi bilecektir ama biz bu güzel, sevimli, hoş hayvanları taa ata yurdundan getirdiğimizi biliyoruz.
3200 yıllık tarihinden söz ediliyor ve pek çok uygarlıklar gördü Ankara'mız.
O uygarlıklardan kalanlar da "insanlık mirası" olarak bizim zenginliğimizdir neticede ama.. Burada bir parantez açıp söylemek lazım:

***

Türkler, 1071 Haziranında gelip Kasım'a kadar evlerini tamamlayıp Ankara'da iskân olmuş değillerdir. Yüzlerce yıl sürmüştür, bölük bölük, akın akın kedileriyle, keçileriyle gelmiş, can verip kanını dökerek Anadolu'yu yurt tutmuşlardır.
Bakmayın siz şimdi -dış tesirle- birbirimizle uğraştığımıza, hepimiz oralardan geldik.
Türkülerimize, bozlaklarımıza bakın, hepsi bizim ortak hikâyemizdir. Ankara adı da, taa ata yurdu Asya'dan.. Gazi Mustafa Kemal, vefatından bir yıl evvel kendisini ziyaret eden Yunan Başbakanı General Metaksas'ı kabulü sırasında bu mevzuu açılınca; "Ekselans, Ankara adı nereden bilir misiniz?" diye sorar. Olumsuz cevap alınca Dünya Atlasını getirtir ve Baykal Gölü yakınında "Angarsk" kentini gösterir;
"İşte buradan" der.

***

Ankara o Ankara'dır ama yurt dışında "nereden?" diye sorulduğunda; "Türk, Türkiye.." diyoruz.. Sonra "İstanbul mu?" diye bir soru daha geliyor. Ankara deyince kafayı iki yana sallayanları gördük.
Ankara adı pek çok yerde İstanbul kadar duyulmamış sanki. Ankara'nın Başkent olduğunu söyleyince biraz da utanarak hayret ifade edenler oldu. Yani Başkent olsak da dışarıdaki şöhretimiz İstanbul'un altında.
"Şaşırmıyoruz" diyor bir arkadaşım ve devam ediyor "Ankara ile yalnız Türkiye'yi yönetirsin, İstanbul ise asırlarca dünyayı yönetmiş." Şimdi başı belaya girenin boşuna Türkiye'ye yönelmediğini, bunun eski bir alışkanlık olduğunu düşünün. Vaktiyle Açhe'ye, Rohingya'ya kadar uzanmış devletin iradesi, bugün Ankara'dan da onu bekliyorlar. Bu arada Türk Dünyası Araştırmalarında Kuzey Doğu Anadolu'da MÖ iki ve binli yıllara ait insan, at ve köpeğin yer aldığı mezarlar ortaya çıkarılmış, Orta Asya Türk Kurgan geleneğiymiş bunlar. Demek oluyor ki Anadolu'nun Türk yurdu oluşu bilinenden çok daha eski.

gazete

31 Ağustos 2017 Perşembe

Nice uzun bayramlara!..

Ahmet TEZCAN

Nice uzun bayramlara!..

31.8.2017

Tarih yapmak bizim milletimize has bir haslet desem abartmış mı olurum, sanmam.
Savaşçı bir millet iseniz bu sizin için sıradandır.
Sadece şunu söyleyeyim; bizim tarihimizi Avrupa'nın, Asya'nın tarihinden çıkarın DÜNYA TARİHİ adına geride çok fazla bir şey kalmayacaktır.
Bizim tarihimizin istismarları, ihanetleri ve kahramanlıkları iç içedir.
Anlam ve duygu bakımından da çok zengindir, çok renklidir.
93 yıl sonra bir zafer bayramını daha dün kutladık.
Ayrıntılarını biliyor muyuz? Sanmam, sadece yazılanlardan ibaret bildiklerimiz. =Bir Ankaralıya yekten sorsam Büyük Taarruz'da Ankara Valisi kimdi diye, Mehmet Atıf Tüzün'ün dönemin valisi olduğunu kimse hatırlamayacaktır. Oysa Vali Tüzün, 1922 Şubat'ında Murat Bey'den sonra göreve başlamış ve 1927 Temmuz ayına kadar 6 yıl sürmüş valiliği. Akrabalarından kalan olmuş mudur, bir yerlerde notları var mıdır, mezarı nerededir?! Ne valilik ne belediye internet sitelerinde eski valilere ve de belediye başkanlarına ilişkin tatminkâr bir not yok. Belediyecilik de Ankara'da 1924'te Şehremaneti'nin kuruluşuyla başlamış.
***
Bugün arife, yarın da bayram..
Eskiden büyük ebeveynlerle, müstakil evlerde yaşanırdı bayramlar. Şimdi tatil köylerinde, 'beach'lerde, üryan halde "chaiselongue" yani şezlonglarda uzun sandalyelerde uzun uzun tatillerde..
En büyüğün yaşadığı eve herkes doluşurdu, kocaman ailelerdik, hepimizin bir hikâyesi vardı, dedeninki büyük harpti.. Babanneler onlarca kez dinlemiş olsa da biz, "silahın var mıydı, sen de savaştın mı" diye sordukça sorardık.
Kurbanlık hayvanlar şefkatle -büyüklerden görüldüğü üzere- muamele edilir, sevilip okşanırdı.
Erkenden uyanılır, öğleye kadar yatılmazdı.
Evin hanımları baklava, börek, sarma-dolma türünden bayramlık yiyecekler bir-iki gün önceden hazır ederler, bayram günü tan yeri ağarmadan işe koyulurlardı. Evin erkekleri, torunlar dâhil, sadece bayram namazı için değil, sabah namazından evvel camileri doldururlardı. Sonra topluca kabirler ziyaret edilir, dünden yarına bir bağ kurulur, "Fatihalar" bağışlanırdı. Her şey örfe göre yapılırdı, eller öpülür, çocukların harçlıkları ellerine tutuşturulur, oruçlu olan varsa acele edilir ki, kurban etiyle oruçlarını açsınlar.
***
Yarın da bayram, "Et-kan bayramı" hiç değil, tamamen dini bir ritüel. Abdestler alınacak, namazlar kılınacak, tekbirlerle kurbanlar kesilecek.. Burada bir not: Ama asla eskisi gibi olmayacak. Çoğu kurbanını bile görmeyecek, "alo" diyecek bağışlayacak gidecek. Her şey bir "alo" seslenişinin ucunda olacak bundan böyle.
Çocukluk lezzetlerimiz ki ne zaman, yetişkinlikte aynı lezzet duyulur, işte o zaman her şey arzulanan mükemmelliğe kavuşmuş olur.
Nice sağlıklı bayramlara kavuşmak dileğiyle, Rabbim milletimizi memleketimizi her türlü kötülükten korusun.

gazete

24 Ağustos 2017 Perşembe

Başkent’e sahip çıkmak!

Ahmet TEZCAN

Başkent’e sahip çıkmak!

24.8.2017

Yaşadığımız, ekmeğini yediğimiz kentin kıymetini bilmemiz gerekiyor.
Ankara'yı da sahipsizlikten kurtarmak gerekiyor. Bunu söyleyen AK Parti Ankara Milletvekili değerli dostumuz Nevzat Ceylan.. Başkent için bu sözleri söylüyor.
Sadece söylemiyor, gereğini de yapıyor.
Başkent Ankara Meclisi (BAM), bu amaçla kuruldu.
Nasıl sahiplenebiliriz Ankara'mıza denildi ve bu çatı kuruluş vücut buldu. Kendisi de milletvekili sıfatıyla siyasetin aktif olarak içinde olan Nevzat Ceylan, "Pek çok konuda olduğu gibi neticede siyasi irade bir yere kadar, esas olan sivil irade.." diyor.
Uygulamada da zaten bu açık olarak kendini gösteriyor, Ceylan'a hak vermemek elde değil.

***

Ankara hemşehri dernekleri bakımından çok zengin, hemen her il, hattâ pek çok ilçe adına Başkentte faaliyet yürüten "yardımlaşma- dayanışma" dernek ve vakıfları var.
BAM da bu kuruluş yöneticilerinin güç birliği yaptığı ve müşterek faaliyet yürüttüğü bir kuruluş. Benim de medya mensubu olarak içinde bulunduğum BAM, çatı kuruluş olarak güçlü dernek ve federasyon başkanlarıyla çok aktif bir faaliyet yürütüyor. BAM, bu yapısı gereği bir anlamda bütün sivil toplum kuruluşlarıyla müşterek bir faaliyet yürütüyor.
"Ankara zaten güçlüdür, Başkenttir, bütün faaliyetlerin merkezidir" filan diye düşünmeyin. Gerçekte Başkentte; Kırşehir, Çankırı, Yozgat gibi çevre iller başta olmak üzere bütün bir ülke insanı mevcuttur ama..
Evet, burada bir duralım ve şöyle söyleyelim:
Hemşehri anlamında, nisbi olarak Başkentte Ankaralılığın, çok yoğun yaşandığını maalesef söyleyemiyoruz. Dolayısıyla Ankara'nın meselelerinin nasıl ve niçin geri bırakıldığı ya da geri kaldığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

***

Ankara'nın her konunun Başkenti olduğu sanılmasın. Mesela İtfaiye Meydanı'ndan Samanpazarı'na doğru şehre şöyle bir dalın, ne demek istediğimizi anlayacaksınız. Sadece burası değil, pek çok mahallede yaşam standardının Anadolu'nun en ücra köylerinin bile altında olduğunu göreceksiniz. Tarihine ve kültürüne öyle gerektiği gibi titizlik gösterildiğini söylemek de mümkün değil. Kastettiğimiz sadece belediye ile ilgili konular değildir. Ankara'nın yatırımlarına, bilhassa Ankara'nın kültürüne ve tarihine çok dikkat edilmeli, titizlik gösterilmelidir.
Ankara'da her şey her haliyle gazete sayfalarına ekranlara yansımıyor ama her yerde her fırsatta bunlar konuşuluyor.
Ne o Çukurambar ve çevresinin hali?! Akla iz'ana, insafa sığdırabiliyor musunuz? O da bir başka yazı konumuz olacak.

gazete

17 Ağustos 2017 Perşembe

CHP kaç yaşında?

Ahmet TEZCAN

CHP kaç yaşında?

17.8.2017

Türkiye'yi 14 yıldır yöneten (Kasım ayında 15 olacak) siyasi parti (AK Parti) 16. yaşını kutladı. Bize "Nice yıllar" dileğiyle kutlamak düşer çünkü Türkiye'de siyasi partileri yaşatmak kolay değildir. Koskoca iktidar partisini dahi kapatmaya kalktıklarına hepimiz şahidiz. Baktılar olmuyor, 15 Temmuz'da bütün kurumlarıyla beraber devleti, rejimi tüm sistemi başımıza çökertecek, bizi kanlı bir iç savaşın içine düşüreceklerdi, Allahın yardımıyla kurtulduk. Acaba diyorum, AK Parti'ye diğer siyasi partilerden yaş günü mesajı gönderen olmuş mudur? Elçilik vs. gibi dışarıdan AK Parti'ye bir kutlama gelmiş midir? Bunu da merak etmiyor değilim?

***

İktidar partisi 16 yaşında da, alternatifi olan ana muhalefet (CHP) kaç yaşında peki? Yargıtay sitesinde halen faaliyette görünen 88 siyasi partinin adı ve kuruluş tarihleri tek tek sıralanmış. Bu listeye göre Türkiye'nin en eski siyasi partisi Demokrat Parti (DP) ve kuruluş tarihi 23.06.1983, en yenisi de Osmanlı Partisi (OP) ve geçen sene 31 Ağustos'ta kurulmuş. Bu listede CHP'nin kuruluş tarihi 09.09.1992 görünüyor, o halde ana muhalefetin yaşı iddia edildiği gibi 93 değil, 25 tir. Aslında siyasi partilerin yaşları çok da önemli değildir. Seçmen onların yaşlarına bina ve tabelalarına bakarak oy vermez. Kimlerin yönettiğine, tavır ve davranışlarına, ülke yönetimini devralabilecek olgunlukta ve sorumlulukta olup olmadıklarına bakar. Zaten seçmenlerin ekseriyeti -Ferruh Bozbeyli'nin dediği gibi- oy verirken seçeceğine değil, seçmeyeceklerine bakarak karar verir. Yani benim anladığım; hepsini "ŞER" görür de ehvenini seçer.
İktidarın da muhalefetin de üzerinde durması gereken bir haldir bu.

***

Şimdi en hınzır sorular kafamda arka arkaya sıralanıyor, "metal yorgunluğu" filan deniyor ya.. Peki, iktidar niye yorulur? Makam elinde, yetkisi var, konfor desek benden daha yakın; bu yorgunluk niye? Ben söyleyeyim mi niyedir? Çok kalabalıklar. 365 gün siyaset yapıyorlar, buna ne parti dayanır ne bünye.. "Hantallıktan kurtarmak" adına devleti küçültürken, parti teşkilatını olabildiğince iri tutmak büyük çelişkidir. Hepsinin talepleri var. Kimi milletvekili, kimi başkan kimi parti yöneticisi olmak istiyor. Hiç bir şey istemeyen çocuğuna iş istiyor ve "ben partiliyim" diyor. İç hırpalanma, yıpranma, yorgunluk bundan doğuyor.
"Batı" derken ilim ve fennin yanı sıra biraz da particiliğine bakmak lazım?!

gazete

10 Ağustos 2017 Perşembe

Hac mevsimi başlamışken

Ahmet TEZCAN

Hac mevsimi başlamışken

10.8.2017

İslâm'ın doğduğu Mekke, geliştiği Medine ve cihana yayıldığı Kudüs...
Bu üç belde Müslümanların üç mukaddes mescididir. Her mü'min ömrü içinde bu mübarek toprakları en az bir defa ziyaret etmek ister.
Tüm dünyadan bu dine inanan, iman eden ve hali vakti yerinde olanlar mukaddes topraklara doğru yola çıktılar.
Bir mani olmazsa hacı olup dönecekler.
Hac mevsimi başlamışken bizim de söyleyeceklerimiz var. Bu yazımızda maksadımız İslam'ın şartlarından olan hac farizasını anlatmak değil, bunu anlatanlar var. Şimdi biz, ülkemizde bu farizanın seyahat boyutuna bakacağız.
***
Diyanet İşleri Başkanlığımızın açıklamasına göre bu seneki çıkışlar 31 Temmuz'da başladı ve 26 Ağustos'a kadar sürecek. Dönüş tarihleri de 5 Eylül-30 Eylül olarak açıklandı.
Bu sene 170 acente Diyanet ile sözleşme imzaladı. 80 bin aday bu yıl hacı olma şansını yakaladı. ŞANS diyorum çünkü bizim memleketimizde kutsal topraklara "PİYANGO" gibi hâlâ çekilişle gidiliyor. Oysa hac için başvuranlara, hangi yıl hacca gidebileceklerini, hattâ hangi kafileyle, hangi saatte yola çıkacaklarını söylemek bugün teknolojisiyle mümkün gözükmektedir. Ama böyle bir organizasyonun patronajını elinden bırakmak istemiyor, bundan menfaat umuyorsan böyle davranırsın.
"Ben hacca gitmek istiyorum" diyenin bu duygusunu adeta KARABORSA'ya taşımış olursun.
Bunu neden böyle söylüyorum? Adam, turlarla Amerika'yı, Rusya'yı, Uzak Doğu'yu keyifle gezip tozup gelebilirken; Hac yapmaya gelince mesele düğüm oluyor. Organizasyon sağlıklı olmuyor, parası çok pahalı ve kimin ne zaman gideceği meçhul.. Piyango benzetmesini de bu yüzden yapıyoruz. Hocalar bu işten elini çekip işi profesyonellere bıraksalar nasıl olur acaba? Para kirli(!), hocalarımızın elini de kirletmemiş oluruz?!
Eskiden Kudüs de güzergâha katılır, Mirac'ın manevi hazzı da tattırılırmış. Şimdi neden yapılmıyor? Eskiden iş daha düzenli, disiplinliymiş sanki?! Uzmanlar 16 yüzyılda, 100 bin vatandaşın hem kara hem deniz yoluyla Hicaz'a taşındığını söylüyor.
***
Diyanet İşleri Başkanlığınca, hacı adayları için oda tercihli konaklamalarda, 2 kişilik odada kişi başı 15 bin 500 lira, 3 kişilik odada 14 bin, 4 kişilik odada 12 bin 250 TL.
Peki bu PAHALI sayılabilir miktarlar değil mi? Kim 25-30 bin lirayı böyle kolayca ayırabilir güçtedir. Bizim insanımızın durumu da belli. "Hac herkese farz değil" diyerek de işin içinden çıkabilirsiniz ama vebalinden kurtulamazsınız.
Hele "bu işin başındayım" diyerek akraba-i taallukatını bi bedel veya ucuz yoldan Hicaz'a taşıyan varsa durum daha da vahim, benden söylemesi.

gazete

3 Ağustos 2017 Perşembe

İlgilisine birkaç not

Ahmet TEZCAN

İlgilisine birkaç not

3.8.2017
Bugünkü yazıma iki not ile başlamak istiyorum, biri Milli Eğitim'den… Birçoğumuzun hiç de duymadığı -ki itiraf edeyim ben de bilmiyordum, bilvesile, bir vesile öğrendim. "Fulbright" adıyla Amerikalılarla yaptığımız bir programdan, bir anlaşmadan söz etmiştim bir yazımda. 1949'da TEK PARTİ DÖNEMİ'nin son hükümeti tarafından imzalanan bu anlaşmayla "Milli Eğitimimiz Amerikalılara adeta teslim edilmiş" desek yeridir.
Çünkü çocuklarımızın öğreneceği derslerin muhtevası ve programı 3'ü Amerikan 3'ü Türk, ABD'nin Ankara Büyükelçisinin de fahri başkanı olduğu bir komisyonca belirleniyordu ve bu andlaşmanın bir sonucuydu.
Bir yönüyle de en fiyakalı "Amerikan Bursu" imiş Fulbright ve adını icatçısı olan Amerikalı senatörün soyadından alıyormuş.
En iyisini bu burstan yararlananlar bilir, en babacanına sormak lazım?!
***
Neyse, Milli Eğitim Bakan Yardımcısı dostum Orhan Erdem vuzuha kavuşturdu ve bizi rahatlattı.
Meşhur ve meş'um bir KIRMIZI KİTAP vardı; "Türklerin devleti nasıl yönetmeleri gerektiği ve uygulanacak siyaseti" dikte eden. Milli Eğitim'in de buna paralel bir BEYAZ KİTABI varmış, bu memlekette eğitimin nasıl olması lazım geldiğini va'zediyormuş! O da Kırmızı Kitap'la beraber uygulamadan kaldırılmış çok şükür. Senatörün bursu devam ediyor mu bilmiyorum?!
Öteki notum da "Minyatür Tabut" başlıklı yazım ile ilgili. Bana hediye edilen ve benim için kendisi küçük mesajı büyük, el kadar bir tabutum vardı, bir türlü bulamıyordum, Bayan Tezcan ortadan kaldırdı muhtemelen. Ressam Derya Saatçioğlu aradı, kendisinde de böyle bir biblo varmış, bana armağan etmek istiyor sağolsun, kabul ettim.
***
Prof. Mehmet Görmez'e Ve çok verimli bir yaşta, herkesten helallik dileyerek kendisini emekli eden Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'e de benim bir notum var.
Not aslında Kocatepe Camii'nin sabah namazı cemaatinden. Sizi çok sevmişler.
'Adı güzeldi, kendi güzeldi, hele o yanık sesiyle Kur'an kıraati doyulmazdı' diyorlar.
Helallik dilediniz, onlar da "helal olsun" diyorlar ama küçük bir de sitemleri var. "Her gün minareye çıkar gibi soluklanmadan camiye ulaşamıyoruz, şu camiye (Kocatepe'ye) yürüyen merdiven yaptırsaydı iyi olurdu" diyorlar.
Bir de vakit beklerken çay içip sohbet edecek yer istiyorlar. Cami ve çevresinin yeterince aydınlık-temiz olmadığı ve ses düzeni de cemaatin sohbet mevzularından benden söylemesi..

gazete

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Sağlıksız haberler

Ahmet TEZCAN

Sağlıksız haberler

29.7.2017

Sağlık haberleri toplum için çok önemlidir, her gün yığınla haber yayınlanır medya organlarında. Bunun için basın yayın organlarının bilhassa bu sektörü izleyen özel sağlık muhabirleri tahsis edilmiştir.
Bir çeşit sağlık haberi var ki "SAĞLIKSIZ HABER" demeyi ben daha uygun buluyorum.
"Doktora yumruklu saldırı", "Hasta yakınlarından ölüm tehdidi", "Doktora silahlı saldırı" veya "Hatalı ameliyatlar" bunların başında geliyor. Bir yeni tedavi şekli, bir buluş filan değil, düpedüz sağlıksız sağlık haberleri bunlar. Dün yine ekranlarda ve gazetelerin 1. sayfasındaydı böyle bir haber. Yüksek İhtisas Hastanesinde ve yine doktora saldırı haberiydi. Canını kurtarmak için doktor kendini ameliyathaneye kilitlemiş. Şiddetle kınıyor ve asla tasvip etmiyorum..

***

Doktorluk veya hekimlik bizde bir başkadır, belki de meselenin sırrı buradadır.
Şiirlerimize, şarkılarımıza konu olmuş nice doktor hasta hikâyelerimiz vardır. Rahmetli Karakoç; "Doktor benim derdim bambaşka bir dert/Ağrıyan yerimi sorma boşuna/ Yazdığın reçeteye değer mi zahmet/Kağıtla kalemi yorma boşuna.." derken belki bir gönül macerasıydı dile getirilmek istenen..
Yine Karakoç'un "Ne ilaç var ne de sargı/ yaradan utanan benim" mısralarındaki sefalet ve çaresizliği de Türkiye çok çok aşmıştır.
Her ilimizde devasa şehir hastaneleri bir bir hizmete sokuluyor ve Avrupalardan bile hasta kabul eden nice uzmanlarımız var. Yüksek İhtisas da bunlardan biri..
Doktor, eleman, alet-edevat sıkıntımız yok, ilaç sıkıntımız yok, para sıkıntımız hiç yok ya da aşılabilir düzeyde.

***

Velhasıl çocuklarımızın bile olmak istediği ilk meslektir doktorluk ama doktor veya hasta olunca işler değişmektedir.
Evet, hasta ve yakınları olarak istenilen kalitede davranış gösteremeyebiliriz belki, "cahil" de olabiliriz.. Evet, hayati derecede kazalarla sonuçlanan bir yığın ihmalimiz vardır. Ama neticede hasta olan hastası olan biziz, moralimiz de bozuk.. Çünkü çok sevdiğimiz saydığımız birinin hayatıdır belki söz konusu olan.. Ama ne olur meseleye bir de karşı taraftan bakın! Yüksek İhtisas'ta 150 doktor olayı protesto etmiş, vallahi biz hastanedeki bir haksız muameleyi "özel pankartlarla" protesto için üç hasta yakını bulamayız. Lütfen siz de kendinize bir bakıverin ne olur?! Nedir eksik olan hep beraber bulalım. Yoksa Tıp Fakültelerinde Anatomi, Fizyoloji gibi temel tebabet derslerinden önce "insanlık" mı okutalım?!

gazete

20 Temmuz 2017 Perşembe

Yeni müfredat ve Fulbright..

Ahmet TEZCAN

Yeni müfredat ve Fulbright..

20.7.2017
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz 2017-2018 eğitim dönemi için yeni müfredatı açıkladı. Yeni müfredatın saha çalışmalarıyla, 100 bine yakın öğretmen ve velinin katılımıyla hazırlandığı söylendi. Müfredat Arapça kökenli bir kelime, "ferd" kelimesinden hatırlarız, "bütünü oluşturan ferdler" anlamına geliyor. Yeni müfredatın ayrıntılarına ulaşılabilir ancak bakanın şu cümlesi çok önemli:
"Gelecek nesillerin daha donanımlı olabilmesi için müfredatın yenilenmesi ihtiyacı doğurmuştur."
15 Temmuz Demokrasi Zaferi ve Millî Birlik Günü de öğretim programlarında yer alıyormuş.
***
Şunu mutlaka söylemeliyim; müfredata el atmada çok geciktik. Müfredat çalışmalarının tarih içindeki seyri ve rol alanları mutlaka bir kitapçık halinde hazırlanmalı ve milletimiz bu konuda aydınlatılmalıdır.
***
Balta Limanı Anlaşmasının Osmanlı'yı çökerten anlaşmalardan olduğu söylenir.
Aynısı ve bin beteri olarak 1995'deki Gümrük Birliği Anlaşması için söylenir.
Ülkemizin bu anlaşmayla ekonomik olarak darboğaza sürüklendiği, üretimin tümüyle ortadan kalktığı ve tüketimin dayatıldığı anlatılır.

ABD ile 27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan bir anlaşma vardır;
"Fulbright" anlaşmasi..
***
Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden Fulbright anlaşması da tek parti döneminin son hükümeti tarafından alelacele imzalanmıştır sanki. Cumhurreisi İnönü'dür, Başbakanı Şemsettin Günaltay, (sözde) Milli Eğitim Bakanı da Banguoğlu..
Bir sonraki hükümetle Menderes artık yönetimi devralmıştır.
***
Anlaşmanın 5. Maddesiyle 4'ü ABD'li 4'ü TC vatandaşı olmak üzere 8 üyeden oluşan Komisyon'un fahri başkanı da ABD Büyükelçisi oluyor. Hâlâ çalışmalarını sürdürüyorsa personel politikaları, ders programları ve pek çok konuda stratejik kararlar öneren, "Milli Eğitimi Geliştirme" adlı bir başka komisyon daha vardır. 1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı. Şimdilik "anlaşma" hakkında bunları söylesek yeterlidir.

gazete