İç savaşın bir memleketi ne hale getirebileceğinin canlı örneğini Kabil’de gözlerimle görmüştüm.
Sene 2002, Mayıs..
sivil uçuşlar o zaman da yoktu, askeri bir nakliye uçağına doluştuk ver elini Kabil.
Nuh’un gemisi gibiydi uçak..
20 kişiydik.
İlaç, tıbbi malzeme dolu koliler yığılmıştı orta yere.
Bizim orada açtığımız bir çocuk hastanemiz var, oraya götürüyoruz ilaçları.
Kocaman iki de saksı bitkisi..
Kabil'de sefaretlerin en büyüğü bizim, 40-50 dönümlük bir arazi üzerine kurulduğunu söylediler..
Çölde bir vaha gibi, yatakhanesi, yemekhanesi içinde.
***
Yolcularla, paraşütçüler gibi yüz yüze, kaç saat uçtuk askeri nakliye uçağıyla Afganistan’a bilmiyorum.
Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler başkanlığındaki heyetle gittik.
Diplomat, bürokrat, asker, iş adamı herkes vardı.
Türk özel sektörünün dış ekonomik ilişkileri yürüten DEİK organize etmişti Afganistan seyahatimizi.
Bir ara bakan beyle kokpite geçtik, uçuş hakkında bilgiler de verdiler.
Bagram askeri üssüne indiğimizi hatırlıyorum.
***
Silahlar susmuştu Kabil’de..
Penşir Aslanı dedikleri Sovyet işgaline ve Taliban’a karşı çıkan en önemli lider Ahmet Şah Mesut’un resimleri asılıydı meydanlarda.
6 ay olmuş El Kaide suikastla öldürmüştü.
Yankıları sürüyordu cinayetin, toz dumandı ortalık..
Karzai geçici başkandı, Abdullah Abdullah da Dışişleri bakanı..
Loya Jirga denilen Büyük Meclis’in seçim hazırlıkları yapıyordu.
Sovyet kuklası Babrak Karmal’ları gören Afgan halkının kendi liderini seçme hakkı var mıydı ki?!
***
İlk önce İSAF Türk Görev Gücü’nü ziyaret ettik Kabil’de.
Turuncu çadırlarda Mehmetçiklerle yemek yedik, Ankara’dan sipariş edilen eksiklerini teslim ettik.
Daha ilk günden efsane olmuşlardı.
Sonra ticaret, sağlık, yeniden yapılanma gibi bakanlıkları ziyaret ettik.
Sağlık bakanı kadındı Afganistan’da o zaman.
Bir ara hafif esmer, ufak tefek birini gösterdiler..
“En önemli adam, Amerika o, BM’nin dolarları onda” dediler.
Karzai’nin danışmanıydı o adam, ülkeyi en zor günde Taliban’a teslim eden Eşref Gani’den başkası değildi.
***
Kabil, “kabul eden” demek ama neyi?!
Çağatay Türkçesinde “muhasara(abluka), leşker(asker) ortada” gibi anlamlar ifade ediyor.
O yüzden belki adı ile müsemma bir başkenttir Kabil.
İngilizler Hindistan’a yerleşti ve Afganistan’a da Rusya’ya karşı tampon görevi düştü.
Sonra ABD devraldı bölgede görevi(!).
Sömürmek, kullanmak paçavraya çevirip atmak Batı karakteridir.
Var oldukları her yerde bu karakterle varlar.
Sonra bu perişan ettiklerinden korkar kaçarlar geride kana bulanmış memleketler bırakarak.
Bir yerde zulüm, kan, gözyaşı varsa, ağıt dolu kadınlar, çocuklar, yaşlılardır sefil ve perişansa orada BATI vardır..
Washington, Londra, Paris, Brüksel ve diğer müreffeh, mutlu Batı şehirleri bundan hiç gocunmazlar.
Görmez, duymaz bar, pub, diskoteklerde şen kahkahalarla hayata devam ederler..
Halbuki Afganistan denince biz;
Belh’i, Hz. Mevlâna’yı, Babür Şah’ı hatırlarız.
Moğolları unuttuk bile.
10 asır öncesine dayanır ilişkimiz..
Ruh kökümüzün tohumları o topraklardadır.
Buhara, Semerkant, Fergana iklimidir bizim için o coğrafya, evliya, asfiya yatağıdır.
İlimle, irfanla, şiir, şarkı, gazellerle hatırlanır.
Meselenin esası da budur zaten.
İslâm’ın gönülleri kuşatan boyutuyla hatırlanmaması, dibe indirilmesidir maksat.
İslâm denince; teröristler, saçı sakalı karışmış silahlı militanlar hatırlansın istemektedirler.
Ama bilmezler ki;
her zevalin bir kemali olacak..
O NUR mutlaka tamamlanacaktır.
0 yorum:
Yorum Gönder