29 Nisan 2021 Perşembe

ANKARA’NIN KARDEŞ KENTLERİ VE PARİS

 

İstanbul’un 50’ye yakın kardeş şehri varmış, Bursa’nın da 20. Acaba Ankara’nın kardeş şehirleri hangileridir diye merak ettim. Meğer Moskova başta olmak üzere Ankara da 20’ye yakın şehrin kardeşiymiş. Kiev, Bükreş, Üsküp, Tiran, Sofya, Saraybosna, Seul, Pekin, Tiflis gibi başkentler birer protokolle Ankara ile kardeşlik ilişkisi kurmuşlar. Hatta “kardeş şehir” ilişkileri nedeniyle Ankara’nın Avrupa Konseyi’nden ödülü bile varmış.

***

Kardeş Şehir ilişkileri, halkların birbirini yakından tanıması, kültür ve yaşantılarını öğrenebilmesi bakımından önemli. Kent kardeşlikleri simgeseldir aslında ve bu kardeşliğin temeli yine insan ilişkileridir. Farklı coğrafyada da olsalar, dillerinin, dinlerinin, gelenek ve göreneklerinin farklılıklarına rağmen insanların birbirleriyle dostluk kurmaları önemlidir. Kardeşlik ilişkisi derin bir ilişkidir, kardeşlik, ailevi bir kavramdır. Dolayısıyla sevgiyle yoğrulan bir ilişki olması gerekir. Bu ilişki paylaşıma dayanmaz, maddi anlamda bir ortaklık ilişkisi değildir. Eğer bir şeyleri paylaşmak üzere bir araya gelirseniz, paylaşılacak şeyler tükenince ilişkiniz biter.

Biz bu hep savaşan, güçlülerin zayıflara hiç insaf etmediği bu dünyada insanların hangi coğrafyada olursa olsun sevinçlerini, üzüntülerini, acılarını paylaşabileceğinden, bunun gereğinden bahsediyoruz. Hele ki dünya ölçeğinde yaşanan şu salgın iyiliğin, güzelliğin, yardımlaşmanın önemini ortaya çıkardı. Bu ilişki insanlığın gereğidir aslında. Halkları birbirine karşı yaklaştırır. İnsanlar sevgiyle beraber imkânlarını da paylaşabilirler.

***

İki ülkede şehirlerin kardeşlik ilişkisine daha çok belediyeler öncülük ediyor olsalar da bu ülke yöneticilerinin bilgisi tahtında gerçekleşiyor. Kardeşlik ilan edilirken bu şehirlerin önemli cadde ve meydanlarına da karşılıklı isimler veriliyor. Mesela bizdeki Paris Caddesine karşılık Paris’te Eifel Kulesine yakın caddelerden birinin adı da Ankara’dır; La Rue Ankara.. Paris’in bu caddesine Ankara adı 31 Ağustos 1932 yılında, Albert Lebrun’un cumhurbaşkanlığı sırasında yani Atatürk döneminde verilmiş. Karşılıklı bu jestler bir dostluk taahhüdüdür aslında..

Çünkü KENTLERİN KARDEŞLİĞİ bir anlamda HALKLARIN KARDEŞLİĞİ olarak algılanır.

***

Hal bu iken Macron Fransa’sının, Rusya ve Çin ile birlikte Türkiye’yi düşman ilan ettiğini duydunuz mu bilmiyorum. Birkaç hafta önce Fransa’nın önemli gazetelerinden Le Monde’da böyle bir haber yer aldı. Fransa’nın düşmanlık ilanı Türkiye’den henüz karşılık bulmadı.

Şimdilerde gerilim yaşadığımız Fransa, Paris’teki Ankara caddesinin adını da değiştirir mi bilinmez! Macron, Paris’teki La Rue Ankara’dan yani Ankara Caddesi’nden geçerken DÜŞMAN ilan ettiği Türkiye hakkında ne düşünür bilemeyiz. Ama şurası muhakkak ki; bizler Ankara’daki Paris Caddesi’nde yürürken Fransa’yı değilse bile artık Macron’u anmadan geçemiyoruz. Onun Türk ve Türkiye düşmanlığını, "İslamofobik" tavrını hatırlıyoruz.

Paris Caddesi’nin Ankara’da şimdi Türklere hissettirdiklerini Fransızlar La Rue Ankara’dan geçerken ne anımsıyorlar doğrusu merak ediyoruz?! Bir gerçek var ki Macron yüzünden Türkler bir süredir Paris’i hayırla yad etmiyorlar.

***

Araştırma sırasında Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce 2003’de “Kardeş Kentler Zirvesi” düzenlendiğini öğrendim. Zirvenin ardından bir de ”ANKARA DEKLERASYONU” yayınlanmış ve Ankara’ya gelen 17 kardeş kent belediye başkanı, ekonomik, sosyal, kültürel, sanat ve sportif alanlarda iş birliği yoluyla kentler arası kardeşliğin geliştirilmesi konusunu masaya yatırmışlar. Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’nun kulakları çınlasın.

21 Nisan 2021 Çarşamba

VİRÜS, MASKE YALNIZCA BİR SAĞLIK SORUNU DEĞİL!




Kanlı işgaller, savaşlar, anlaşmazlıklar İslam coğrafyasının zaten başlıca üzüntü kaynağı olmaya devam ediyor. Hiçbir Müslüman ülke yok ki ağız tadıyla bir ramazan geçirsin.

Müslümanlık, yalnızca ibadetten ibaret de değildir. Bizim dinimiz bir bakıma insan ilişkisidir cemaat olmayı, cem olmayı emreder. Hiç kimsenin sevabı bir başkasına yazılmaz ve ibadetler şahsidir ama bütün olumsuzlukların sorumluluğu ortaktır. Dînî ifadesi ile buna “muamelat” denir ki Müslümanlar bu noktada sınıfta kalmışlardır.

Birbirini sevmek yani “muhabbet”, birbirinin derdiyle dertlenmek, sevincini paylaşmak, yardımlaşmak bizim dinimizde ibadet kadar önemlidir. Mabetler bunun içindir, birlikte bir hali yaşamak, birbirine dua etmek, sorumluluğu paylaşmaktır.

***

Birlik beraberlik içinde değilseniz yalnızsınız ve yalnızlık günümüzün en önemli sosyal sorunudur. Milyonların yaşadığı semtlerde, devasa sitelerde yaşadığımıza bakmayın, KALABALIKLAR İÇİNDE YALNIZIZ.

Büyük ailelerin yerini çekirdek aileler aldı ve hızlı kentleşme ile birlikte sorunlar hızla çoğaldı. Ne ‘KENDİ’leştik ne ‘KENTLİ’leşebildik. ‘SİTE’leşen yaşamlar geleneksel aile dokumuzu olumsuz etkiledi. Yaşlılar eski evlerinden çıkmak, çocuklar yaşlılarla yaşamak istemiyor. Sayıları hızla artan sözde huzurevleri, zorunlu sığınılan kurumlar olarak buruk ama hızlı bir şekilde hayatlarımıza dahil oluyor.

İnsanlar, kapısını çalacak candan bir dostun sesine, ilgisine muhtaç. Selamsızlık, iletişimsizlik yüzünden birbirimize yabancılaşınca sadece yüzümüzü değil, bütün halimizi maskelemiş olduk! Bazı şirketler “Birbirimize daha güçlü bağlanıp daha çok sevmek mümkün mü?” diye çocuklara “Büyük Sorular!” sordurup bu ilgisizliği, ilişkisizliği ticarî olarak kullanıyorlar.

***

Gün geçtikçe yayılan, yayıldıkça endişeleri artıran virüsü, maskeyi ve maskeli hayatı yalnızca bir sağlık sorunu olarak görmek de bence yanlış. Virüs öncesinde de birbirimizle ilişkilerimizde tavır olarak maskeliydik sanki?!

İnsanoğlu yüzünü ve sözünü çok eskitti ve maske görünür oldu!

Bir an önce bu salgından kurtulmak istiyor isek insan olarak, Müslüman olarak, komşu, akraba, arkadaş olarak ilişkilerimizi samimiyetle yeniden tanımlamak durumundayız.

O reklamdaki çocukların sorduğu gibi birbirimizle gerçekten çok güçlü bağlar kurmadıkça ve birbirimizi daha çok sevmedikçe “büyük sorular” maalesef cevapsız kalacak ve belki başkaca sorunlar yaşanacak.

***

İnsan ilişkileri konusunda dinimiz en net şekilde ölçüyü koymuş, diyor ki: “İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de iman etmiş olmazsınız”

İşte şimdi özellikle bu müstesna Ramazan günleri; birbirimizi anlama, sevme ve bütün zamanların Rabbi’ne sığınma zamanıdır. Din, yalnızca ibadetten ibaret olmadığı gibi insanlığı da “yeme, içme ve haz peşinde koşma” olarak anlayamayız. Her davranışın bir sonucu mutlaka olur ve hak yerini bulur.


15 Nisan 2021 Perşembe

TUT BENİ ORUÇ!


Ramazan girdi, HAYIR söyleyip HAYIR işleriyle meşguliyet zamanıdır. Zaten Ramazanlar hem kendimize hem cemiyete karşı hoş, faydalı, güzel davranışların çoğalması ve süreklilik kazanması için bize tanınan yeni fırsatlardır.

Cuma, kandil günleri, dinî bayramlarımız da öyledir. Sadece “Kadir Gecesi”1000 aylık ibadete bedel, dolayısıyla “ÖMÜRLÜK” bir fırsattır Ramazanlar ki Cenabı Allah’ın müminlere bir lütfu keremidir.

Ne demek?

RAMAZAN, kelime olarak “sıcak günde yağan yağmur” anlamına geliyor. Serinletici yaz yağmuru gibi günah ve kusurlarımızın üzerine yağması murad ediliyor.

ORUÇ da; “günlük” anlamına geliyor, aslı Farsça. “Roze” kelimesinden türemiş, önce “oruze” olmuş, sonra “oruç” olarak dilimize yerleşmiş. Arapçadaki “savm” ya da “siyam” da yiyip-içmekten uzak olmak, hareketsiz kalmak ve her şeyden el-etek çekmek anlamına geliyor.

Oruç, Hicret’in ikinci yılında farz kılındı. Bakara183’de“Oruç, sizden öncekilere olduğu gibi size de farz kılındı” hükmüyle mü’minlere yükümlülük getirilirken, sorumluluğumuzun bilincine varmamız istenmektedir. Demek ki Müslüman olarak o günden bugüne1442ci Ramazan’ın içinde bulunuyoruz. Önemli olan ibadetin idrakidir, değilse aç kalmak değildir oruç.

Lûtfu, ikramı pek bol olan Allahütealâ “İçinde Ramazan olmayan bin ay” değer biçtiği bir Kadir Gecesiyle bize ömürlük fırsat sunuyor. Esas olan fark etmek. Değerlendirebilene, hakkını verene işte Ramazan’ın ilk cuması da müstesna günlerden biridir.

Ve fakat pandemi dediğimiz COVİT salgını ibadetleri de mecburen kısıtlamaktadır. İşte Ramazanlara camilere şölen havası katan teravih namazları bu sene olmayacak. Evlerde çoluk çocuk eda edilirse belki o masumlar hatırına bu salgın üzerimizden kalkar, maske cezasından da kurtulmuş oluruz diye düşünüyorum. Çünkü çevreme ve olan bitene baktığımda BU SALGININ YALNIZCA BİR SAĞLIK MESELESİ OLMADIĞINA İNANIYORUM.

Organların bayramı

Hz. Adem’e kadar dayanan Oruç, taşıdığımız bedenimiz için de adeta bir nevi “balans ayarı”. Merhum Dr. Haluk Nurbaki, itikadi boyutuyla birlikte orucun sağlığa katkılarını pek güzel anlatırdı. İç organlarımız dile gelse derdi, Ramazan’ı sevinçle müjdeler, bilhassa karaciğerimiz için bayramdır oruç.”

Bu yıl BEŞ YILDIZLI, BOL İSRAFLI İFTARLAR, “Ramazan Beach” saçmalıkları inşallah olmayacak. Bir kısım TV’ler de Ramazanı eğlence ve envai türlü yemek gösterisine çevirmekten vazgeçmeliler

Oruç bir kalıp

Son söz Hz. Mevlâna’dan. O, ibadete şeklen “kalıp” olarak niteliyor. Önü-sonu olan her şeyi; kelime-i şahadetin dahi sadece ağızdan çıkan bir söz olmadığını söylüyor. Öyleyse; İmsak’da başlayıp İftar’da biten de orucun kalıbıdır. Marifet, o kalıbın içini doldurabilmektir.

Bu vesileyle hayırlı Ramazanlar efendim.

8 Nisan 2021 Perşembe

ANKARA'NIN YILDIZLARI YOK OLDU!

Ahmet TezcanANKHABER

Anadolu bozkırının ortasında, -bir iddiaya göre- 3 bin yıllık bir kent Ankara. Hitit’ten İslami döneme derin bir tarih ve kültürü bünyesinde barındırıyor.

Peki, Ankara’da şehircilik anlamında bu yapıyı koruyan modern, münasip, mütenasip bir gelişmenin tam olarak sağlanabildiğini, zenginliklerin gün yüzüne çıkarılıp tanıtılabildiğini söylemek mümkün mü?

Filvaki birkaç dönemdir kontrollü bir gelişmeden söz edebiliriz. Birtakım gayretler, dönüşüm adına bazı çalışmalar var. Alt, üst geçitleri, raylı ulaşım araçları, uydu kentleriyle modern bir kent oluştururken bir yandan da betonlaşıyoruz sanki?! Şehirlerin de bir karakteri var. Dikine büyümeler giderek Ankara siluetini bozuyor, farkında mısınız?

***

Söz gelimi trafik neden rahatlamıyor?

Bizde METRO dünyanın ilklerindendir; İstanbul’da Galata-Karaköy arasında 100 sene önce kuruldu ve işletildi. Bir asırlık gecikmeyle şimdi, bütün şehirlerde toplu taşımayı bu yolla kurtarmaya çalışıyoruz.

Esas olan sağlıklı ve dengeli büyümedir. Birisi asfalt dökerken ötekisi yeni dökülmüş asfaltı yırtmayacak, doğalgaz, elektrik, su, kanalizasyon, iletişim, ulaşım koordinasyon içinde kurulacak.

İstanbul’da gazeteciler denedi; işçi görünümlü adamlar iş makinesi getirdiler, “çalışma var” levhalarıyla yolu kestiler, “kimsiniz, ne çalışması yapıyorsunuz?” diyen biri çıkmadı. DUR diyen, durduran, şehri koruyup gözeten bir idare, bir anlayış olacak. Aksi halde tabi ki biri yapar biri bozar.

***

Her bakımdan dengeli, modern, kolay bir şehir olması için gözetilmesi gereken evrensel ölçütler ve şartlar var. Bunları zamanında gözetmezseniz geleceğin kentini kuramazsınız. Alt yapısı, anıtları, yolu, kaldırımı, yeşil alanı hepsini birlikte düşünmek mecburiyetindesiniz. İleride tarihi ortaya çıkarmak, dokuyu koruyarak konforu yakalamak büyük sorun olur, büyük harcamalar, büyük istimlakler gerektirir ki sonrasında buna gücünüz yetmeyebilir.

***

Mesela ÇATI MİMARİSİ diye bir kavram var. Modern bir şehrin havadan da estetik görünmesi gerekiyor. Bizde pek duyulmuş değildir. Yer doldu, gelecekte ulaşım yerden çok havadan sağlanacak. “Tepeden bakmak” değil… Bu şehri, Başkent’i, Ankara’yı havadan gözlemleme imkânınız oldu mu hiç? Çatıları, yılankavi sokakları, kullanılmayan eşyaların doldurulduğu terasları, balkonları görmüş müydünüz?

Aydınlatma da şehir mimarisinin önemli bir parçasıdır mesela. Dünyada sadece şehrin aydınlatılmasıyla ilgilenen yüzlerce dernek, kuruluş var, “Göğü aydınlatmayın” diye slogan da üretmişler; “bırakın karanlık kalsın, yıldızlar kaybolmasın” diyorlar.

Ankara gecelerinde ise rastgele yerleştirilmiş projektörler, köşe başlarında ansızın karşınıza çıkan ışıklı bilbordlarla biz Ankara’nın yıldızlarını yok ettik, semayı göremiyoruz. Vahşi aydınlatmalar insanı kör ediyor adeta!

***

Çankaya Belediyesi’ne bir hatırlatmayla yazımızı sonlandıralım. Yaşamkent’de Şenol Güneş Parkının doğusundaki 20 metrelik kaldırım 4 senedir niçin tamamlanmıyor? Vatandaşlar soruyor. “Belediyenin kar-tuz araçları da bu kış mahalleye hiç uğramadı” diyorlar. Semt sakinlerinin sokak köpekleriyle de başları dertte. Duyurmuş olalım.

Velhasıl, lafla peynir gemisi yürümüyor, bu şehir başşehir ise özel önem ve özel ihtimam gerekiyor vesselam.

2 Nisan 2021 Cuma

DUA DUA BİR HAYAT..





Ş
aban ayının tam ortası, değirmi bir tepsi gibi mehtabın gecede yerini almasını bekledik dua dua bir kutlamaya şahit olması için. Kandiller BERAT için yanınca sessiz yakarışlar dudaklardan dökülür.

Kaçıncı kez tekrarlanıyor bilmem ama af-mağfiret dilekleriyle münacatımız aynı. Gönlün arzuları dudaklardan semaya yükselirken bir büyük kudrete sığınmak ne güzel.

Bütün bir kâinatın sahibi, hükmüne sual olunmayan tek ve büyük güç dönüp bakmaz mı ALLAH deyu feryat figan yalvarıp yakaranlara? Hiç razı olmaz mı?

Eminim olmuştur.

Onun istediği samimiyet, belki iki damla gözyaşı katarak boynunu büktüysen karşılığını alırsın. O haliyle senin dudaklarından dökülecek de havada kalacak dilekler, merhamet sahibine ulaşmayacak öyle mi?

Asla…

Bir bir kayda geçti, kalan ömrün içinde nasıl mukabele edildiği mutlak görülür. O vaadinden dönmez, sen de dönme ve gör, göstereceğini.

Ama tam da orada çok önemli bir nokta var:

Unutmayacaksın, hep hatırında olacak…

Çok zordaydın, istedin o da verdi. BEN demeyeceksin. Yakarışlarını hatırlayacak ve O, diyeceksin O… Ben istedim o da verdi, nasıl teşekkür etsem bilmem ki?! Boynunu büküp dudaklarından dökülecekler seni mutmain, Hakkı razı edecek kim bilir?! Yaratıcıyla yapılan bu alışveriş gözlerimiz kapanana kadar böyle devam etse gitse. Meselenin esası bu zaten. Doğuştan içine yerleştirilen iman ve inançla korkuyu yenmek ve sevgiyle dolduracaksın hayatı.

***

Şaban ayının tam ortası, mehtabı en parlak en büyük haliyle seyrederken lisedeki resim hocamız Reşit Kızılkan’ı hatırlamadan edemiyorum. Komple bir sanatçıydı, sanatın sunumunu bütün bir duyguyla yapardı…

“Dün gece mehtabı seyre daldım,

Öyle bir an geldi ki mehtabı sen sandım.”

Hüzzam şarkı onun bestesiydi. Resim hocasıydı, duygularını renk renk tuvale nasıl döküyorsa kanunuyla, kemanıyla da melodi olur dillere gönüllere yansıtırdı. Bir başka adamdı Reşit Hoca, duyguyu renk renk nota nota ondan öğrendik. Ayın on dördüyle mehtabı, berat berat bir kandil gününde onu da hatırlamış olduk.

O tek parçalık hüzzam resitalini tamamlarken, biz tek varlığı tek sığınak belleyerek; millet ve memleketle beraber bu hüzzam geceyi yaşamış olduk.

Güzel dilekler vardı dillerde, gönüllerde. Günahlarımızı hatırladık mahcup, mütereddit, neticedenedamet baskın çıktı.

Bizden istemek…

O her şeyin sahibi, görüp gözeteni, doyurup, büyüteninden tek isteğimiz af ve mağfiretti. Mahcup etme, mahzun etme dedik, mahkûm etme, mahrum etme dedik, muhtaç olup mağdur edilmeyi istemedik. Mağrur da olmayalım, nasıl büyük bir sınavdır kibir, insanı yerle bir eder.

***

Hiç bitmeyecekmiş gibi yaşayıp dönülmez akşamın ufkundaki son bahçede bizi bekleyenler de nasiplendiler bu alışverişten. Onlar adına da yakardık. Yarın biz de bütün unvanlarımızı bırakıp döneceksek -ki mutlaktır- bizim de arkamızdan son bahçedeki bekleyişimize bağışlar olsun. Bilmeden kırıp döktüklerimizi tamir olsun. Bedenlerimizi terk edince tek gıdaya muhtacız sadece duaya… Ve dua dua bir ömrümüz olacak herkes toplanana dek orada… Beden yüküyle yaşayanlara kalsın yudumlarla su, lokmalarla yiyecek. Kurtulunca bu bedenden, olmayacak duadan başka şeye ihtiyacımız!

***

11 ayın sultanı Ramazan’ın yaklaşmakta olduğunun işaretini Berat ile aldık inşallah. “Ümmül Kitap” yani Kitapların Anası bütün olarak o gece yeryüzüne indirildi. Dünyalıklarımız da o gece belirlendi. Telefonları kilitledik ve dua dua birbirimizle kenetlendik o gece.