27 Ağustos 2020 Perşembe

MASKE DEĞİL, SAĞLIK!



GEL DE YAZMA 


Ahmet Tezcan

Maske-mesafe uyarıları hedefine ulaşıyor mu? Çarşıya pazara bakarsak pek

uyulmadığı hissine kapılıyoruz. Maskesini kolda, çenede veya burnunu açıkta

bırakarak kullananların çoğunluğu hemen dikkat çekiyor.

Sağlık Bakanı Koca açıkladı, EN RİSKLİ 6 İL; İstanbul, Ankara, Gaziantep,

Şanlıurfa, Bursa olarak sıralanıyor. Çorum, Kayseri, Konya, Diyarbakır da aynı

durumda. Daha pek çok il bu sıralamaya dahil edilebilir durumda.

Yüksek riskli 6 il içinde ANKARA maalesef ikinci sırada yer alıyor. Söz açılınca

Ankara’nın BAŞKENT ve bu şehrin çoğunlukla MEMUR ŞEHRİ olduğunu söyleriz.

Hani nerede?


****


Korona uyarıları neden adrese ulaşmıyor? Amiyane tabirle çoğunlukla mürekkep

yalamışlığımız nerede kalıyor? Demek ki bu konunun diplomayla filan ilgisi yok!

Ya neyle ilgisi var?

Maske kullanıp kullanmama, meseleyi hafife alma, uyarıları önemsememenin

bence sorumluluk duygusuyla, aile terbiyesiyle, ahlâkla ilgisi var. Salgına rağmen

burun buruna, adeta sarmaş dolaş bir hayat sürüp gidiyor.

Maskeye dikkat etmeyenlerin mesafeye, temizliğe ve diğer uyarılara dikkat

gösterdiklerini mi sanıyorsunuz? Hiç sanmam!

Kına, nişan ve düğünlerde, asker uğurlamalarında, taziyelerde sorumsuz hareket

ediliyor da çarşıda pazarda esnaf- sanatkâr maskesiz dolaşmamaya çok mu özen

gösteriyor? Bakın çevrenize, dükkân komşularının kapı önünde burun buruna

tavla oynadıklarını görürsünüz. Bunların aileleri, çocukları, komşuları, akrabaları,

arkadaşları var. Taşıyıcı iseler hepsi risk altındalar.


****


Ne olsun yani?

Her gün 20-25 kişi bu korona virüsden değil, SORUMSUZLUK YÜZÜNDEN

ölmeye..

Her gün 1500-2000 kişi bu hastalığa yakalanmaya devam mı etsin?

İlelebet maskeli bir hayata mahkûm mu olalım?

İşte, olayın sadece bir sağlık sorunu olmadığı ortada. Öyle olsaydı makul süre

içinde inanın bu sorunu çözerdik. Bir virüs aylarca gündemde kalmaz, en önemli

endişe kaynağımız olmazdı. Böyle giderse maskenin, giyim-kuşamın bir parçası

olmaya devam edeceği bilinmelidir.



19 Ağustos 2020 Çarşamba

Pabuçlar damda?!

Sabah

GEL DE YAZMA

Sermayem itibarımdır. Bir işyerinin duvarında yazılıydı bu söz, kocaman

harflerle orada öylece duruyor, gelenin gidenin hemen gözüne çarpıyordu.

Sermayesi itibarıydı işletme sahibinin. Bu büyüklükte duvara nakşedildiyse

iddialıydı ve tavizi de yoktu. Tersten söylesek, “itibarım sermayemdir” desek yine

aynı kapıya çıkıyor.  

İtibar; “değerli, güvenilir olma durumu, saygınlık” olarak tarif ediliyor

sözlüklerde, muteber de aynı kökten. Şimdi sokakta gençleri çevirsek, “itibar”

nedir, ne anlama gelir diye sorsak, kaçından doğru cevap alırız? Başka şey,

konudan da sapmış oluruz. Bir üretim için gerekli öz varlığa da sermaye deniyor.

Yani her şey para değil, yapılan iş, ortaya konan hizmet ile sağlanan GÜVEN ve

SAYGINLIK her yerde her zaman erbabına yetiyor.

Anadolu’da bir söz vardı, “Evde unun olacağına, çarşıda iyi ünün

olsun.” Ün; yani itibar, saygınlık, iyi hizmet, sağlam maldır. Bahse değer sözün

ve maksadın özeti bu. Değerli ve güvenilir olmak ŞEREF’dir, HAYSİYET’dir, itibarlı

olmak da esasen bundandır.

****

Peki, aksi davranış içinde olan yani hileli ve sahte iş yapan

n’olacak? Onlar da karşılığını alıyor muhakkak, er veya geç.. Ha, kazanmış gibi

görünebilir ama bir başka hal ile bir bedel ödediğine veya ödeyeceğine benim

şahsen kuvvetli inancım var.

Başkentte her gün dönmekte olan bir yığın hizmet var, üretim ve ticareti,

alanı-satanıyla Ankara’da 5,5 milyon insanız. Yalnız AVM olarak adlandırılan

görkemli binalar, büyük iş merkezleri değil, sıra sıra bütün dükkanlar, iş yerleri..

Bir yerde esnaf- sanatkâr, ticaret erbabı isek öte tarafta hepimiz tüketiciyiz.

Eskiden MÜŞTERİ idik, şimdi TÜKETİCİ olduk, tükettik ne varsa?!. Yiyoruz

içiyoruz, kendimizden geçiyoruz. Sunum harika(!) olunca aldanıyoruz da bazen.

Mutfakta neler olduğunu, hangi malzemeden kimin nasıl yaptığını bilmiyorsunuz

ki..  

****

Eskiden LONCA adı verilen esnaf teşkilatları vardı, fiyattan kaliteye her türlü

denetimi yapardı. Bir gün, bir kavaf yani kunduracı dükkanından alınan

ayakkabının çabucak yırtıldığı, sağlam olmadığı Lonca yetkilisine duyurur.

Kunduracı “Gel beru!..” diye çağrılır ve kusurlu ayakkabı için azarlanır,

müşterinin parası da iade edilir. Bununla kalmaz beğenilmeyen ayakkabıyı da

dama atarlar. İşte “Pabucun dama atılması” ondandır. Şimdi Lonca yok, ahi

teşkilatı da.. Bir yığın esnaf kuruluşu, oda, borsa ve belediyeler var, makamları,

makam arabaları var ve fakat dervişan bir lonca teşkilatının yerini tutmuyor

vesselam.

13 Ağustos 2020 Perşembe

Seyyah gözüyle..

Sabah


GEL DE YAZMA

Ahmet Tezcan

Eski İngiltere Büyükelçisi Ankara’nın yeşilliklerini öve öve bitirememiş hatıratında, Falih Rıfkı’ya Ankara’nın bağlarından, bahçelerinden bahsetmiş. Bugünü görseydi diyorum belki de dilini yutardı her halde şaşkınlıktan!..

Fransız coğrafyacı George Perrot, 1800 lerde Ankara’ya gelmiş. Avgustus tapınağı kazısını o yapmış. Ermeni, Rum, Yahudi, Fransız ve İtalyan azınlıklardan, onların mezarlıklarından da söz ediyor. Zengin kesim o dönem şehrin güney doğusunda; süslü binalarda otururlarmış. Bugünkü Gaziosmanpaşa tarafları oluyor. Bir şey değişmemiş demek ki?! Türkler’in çoklukla Kale semtinde oturduklarını söylüyor Perrot..

Günümüzün gözde semti Çankaya’dan “Çengi Kayası” diye bahsediliyor.

Çankaya adı buradan gelmiş olmalı, “Çengi” ve “kaya” kelimeleri birleştirilmiş. Atatürk, Reisicumhur Köşkünü yaptırıp yerleşince Cumhuriyet eliti de çevresine toplanmış.

****

İstanbul’daki Alman Hastanesinin ilk Başhekimi Dr. Mordmann da 19. asrın sonlarında Ankara’yı ziyaret eden yabancılardan..

Kent insanlarının çalışkan olduklarından bahsediyor Dr. Mordmann, yün, yapağı, tiftik üzerine nasıl uğraş verdiklerini anlatmış.

Birkaç yabancı dışında Türk hekim yokmuş o zamanlar Ankara’da. Dr. Mordmann, Ankara’nın o zamanki hekimleri Palermolu Leonardi, Yunanlı Rigas, Udimeli Bartalomeo Malfatti ve Fransız Duclos gibi birkaç isim sayıyor.

Tournefort ve Texier isimli seyyahlar kuş uçmaz kervan geçmez zamanlarda ne için gelip dolaşmışlarsa; Ankara’nın sanayileşmesine dikkat çekmişler ve sanayi adına kayda değer bir şeye rastlamadıklarını anlatmışlar.

19 yüzyılın başlarında Ankara’da faaliyet gösteren Levant Company ve East İndia Company adlı şirketlerdeki çalışanlar da olumlu bir kayıt vermiyorlar; “Refah adına bir şey bulamadık” diye not düşmüşler hatıralarında..

****

Bunları ben Nejat Akgün’ün, “Burası Ankara” adlı kitabından öğrendim, ilginç bilgiler var.

Anladığım kadarıyla 19 ncu yüzyıl Ankara’sı “seyyahlar için iyi bir seçim olmasa” da gelip gezmiş, dolaşmış ve notlarını ülkelerine taşımışlar.

Şehir hayatı açısından şanssız dönemleri olmuş Ankara’nın, biz de bir yabancı gözüyle gezginlerin hatıralarından bunları öğreniyoruz ama bilgiler tatminkâr değil, sınırlı.. Başkentin dününü anlatan derli toplu hatırat var mıdır bilmiyorum. 

“Çete” diye adlandırılan zorbaların bahsi de geçiyor, Anadolu’daki ayaklanmalardan Ankara çok çekmiş.. Bugünle kıyaslandığında nasıl bir sonuç ortaya çıkar her yönüyle ayrıntılı incelemek gerek.

6 Ağustos 2020 Perşembe

Bir top dondurma kaç kalori?

Sabah

GEL DE YAZMA

Ahmet Tezcan

Mevsimin bunaltıcı sıcağında Corona korkusunu unutturacak, içimizi serinletici bir

şey yazmak istedim bugün. Her yaşta sevilerek ama temkinle tüketilmesi

gereken dondurmanın 4 bin yıllık bir tarihi olduğunu biliyor muydunuz? En çok

dondurma tüketen ülkeler, bizdeki durum, yararları, zararları hepsini bu yazıda

bulacaksınız.

İlk dondurmanın kar ve buz üzerine meyve suları ilavesiyle elde edilen bir

karışım olduğu ileri sürülüyor. Osmanlıdaki adı KARSAMBAÇ. Yani bizde

dondurmanın atası olarak kabul ediliyor karsambaç. İşin içine süt girince

bugünkü halini alıyor. Dondurma çocukların vazgeçilmezi, hiçbir şey yemezler

ama dondurmaya hiçbir zaman HAYIR demezler.

****

Selçuk Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Nihat Akın, hani derler ya;

dondurmanın kitabını yazmış. ''Dondurma Bilimi ve Teknolojisi'' adlı kitabında

Akın, herkesin severek tükettiği dondurmanın süte göre 3-4 kat daha fazla yağ

ve protein içerdiğini belirterek; “Serinleyelim derken kiloları almayalım”

uyarısında bulunuyor. Yalnız şekere dikkat! Şekere “Tatlı Zehir” denmesi boşuna

değil. Diğer besinlere karşı da isteksizlik yaratıyor. Protein ve karbonhidratın yanı

sıra kalsiyum, fosfor, magnezyum, potasyum gibi mineralce zengin olan

dondurma çocuklara çok yararlı ancak ölçülü olması şartıyla. Güvenilir ve

hijyenik şartlarda olduğu takdirde 4 mevsim tüketilmesi tavsiye ediliyor.

Dondurmanın dünya hikâyesi çok ilginç. Avrupa’dan 250 yıl sonra keşfetmelerine

rağmen en çok dondurma tüketen ülke ABD, 18 yüzyılda hayatlarına girmiş.

Vanilyalısı dünyada en sevilen dondurma çeşidi ve çukulatalısı 2. Sırada..

Dondurma külahı da ilk kez ABD’de yapılmış. Ve hesap etmişler bir külah

dondurmayı tüketmek için 50 kez yalamak gerekiyormuş.

****

Ülkemize gelince dondurmanın tadını, keyfini, zevkini ilk keşfeden ülkelerden biri

Türkiye. Hiç geri kalmıyoruz bu konuda. Osmanlı mutfağında dondurmanın

envaitürlüsü var. Bilhassa sarayda hünkârların damak tadına göre demirhindili,

çilekli, kavunlu dondurmaların dev kepçelerle yoğrulduğu biliniyor. Türkiye’de

kişi başı 3,5 Kg. dondurma tüketiliyor. Finlandiya soğuk bir ülke olmasına

rağmen kişi başı tüketim 9 Kg. Kanada’da yazları değil, en çok kışın dondurma

tüketiliyormuş. Abbasiler gülsuyu ile dondurma yapmışlar, Marco Polo bunu

görüp tarifi, İtalya’ya götürmüş. Kökü bizim coğrafyadan aparma bir bakıma.

Fransızlar resmi yemeklerde dondurulmuş süt servis ederken, zaman içinde

dondurmayı bulmuşlar deniyor.

Netice olarak kalsiyumca zengin, glisemik endeksi oldukça düşük olan dondurma

sadece çocukların, yetişkinlere de uzmanlarca tavsiye ediliyor. Bir top sütlü

dondurmanın 100 kalori olduğunu unutmadan istediğiniz kadar tüketebilirsiniz!