24 Nisan 2020 Cuma

Müstesna zamanlar

Müstesna zamanlar
Ahmet Tezcan
Bütün zamanların sultanı olarak kabul edilen Ramazan’ı, bu defa boynu bükük karşılıyoruz. Nasıl olmasın; bu defa bu mübarek ayın ne teravih namazı olacak, ne de kadir gecesi!.. Ramazan’ı bu defa manevî coşku içinde değil, buruk, boynu bükük ve sükûn halinde içimizde yaşayacağız. Bütün zamanların Rabbi de bu halimize bakarak VİRÜS belasından bizi uzak kılabilir. Devletimiz, görevlilerimiz, doktorlarımız büyük gayretle çalışıyorlar, biz de evde kalalım ve bu mübarek ayda katkımızı dualarımızla zenginleştirelim.   
****
Ramazan müstesna bir zaman parçasıdır, bütün ayların içerisinde özel ve ayrıcalıklı kılınmıştır. Değerlendirebilen için de çok bereketlidir. Ramazan’a bu özelliği kazandıranın bir başka müstesna anı içinde saklayan KADİR GECESİ olmadığı ne malum?! Hepsi birbiri içinde bir mucize ve insana lutfedilmiş bir fırsattır. O anı değerlendirme gayreti içinde olalım istendiği için bu müstesna zamanlar saklanmıştır. Böyle saklı zamanların diğer zamanlara üstünlüğünü günümüz insanları mevcut ölçü, ölçekleriyle idrak edemez, aciz kalırlar. Özel hissiyata haiz bedenler ancak bu müstesna halleri hissedilebilir. Bu da bir lütuftur, ikramdır engin bir mutluluktur aynı zamanda. Herkes de o ikrama müstahak olamıyor. Biz bunu Mevlâna’ların, Yunuslar’ın coşkularından anlayabiliyoruz. Günümüz insanı olarak bizler görüp dokunduklarımızı bile anlamada zorlanıyoruz, BEREKET denilen olguyu nasıl kavrayacağız?
Virüs belası dünya gündemine yerleşmiş buluyor. İnsanlığın içine düştüğü bu hali insanların iyi idrak etmesi gerekiyor. Meselenin sadece biyolojik boyutuyla anlaşılıp değerlendirilmesi yetmez. Toplam’da 2 gramı bile bulmayan bir yapı koskoca dünyayı nasıl esir almış, bizleri evlerimize hapsetmiştir. İnsanlık neden böyle bir belaya muhataptır? Bütün kavramların yeniden tanımlanmaya doğru gittiği düşünülebilir mi?
****
Uğruna savaşlar çıkarılan petrolün sıfır değere düşeceği geçen yıl söylense kim inanırdı? Dev petrol şirketleri bugün satamadıkları petrolün boru hatlarından çekilmesi için üste para teklif ediyorlar.
Kim bilebilirdi Kâbe dâhil, Vatikan, Budist tapınakları tüm mabetler, bütün şehirler boşalacak, korkudan herkes evlerine çekilecek?! Birisi bunları önceden söyleseydi “Hadi oradan” diyecektik. İnsan olarak içinde yaşadığımız dünyayı, bize sunulan nimetleri, en çok da birbirimizi hırpaladık. Saygımızı, sevgimizi kaybettik, kör saplantılar içine düştük. Şükür ki yağmur yağıyor, güneş açıyor.. Yarın bu biyolojik âfete meteorolojik âfetler eklense, kıtlık-yokluk olsa Allah korusun, ne hale düşeriz?! İyi ki bir devlet yapımız var, milletimizin tarihinden, kadim kültüründen aldığı bir aklı selîmi, sağ duyusu var diye şükretmeden geçemiyorum.
Bu vesileyle Ramazanınız mübarek olsun, çocuklarımızın da 23 Nisan bayramlarını kutluyorum. Bahara, yaza hasret kalmayız inşallah.

19 Nisan 2020 Pazar

Gelecek, nasıl gelecek?

Gel de yazma 

7.11.2019

"Asıl bugüne bak, yaşanan âna.." diyenlere inat FÜTÜRİZM'in, "gelecek bilimi" nin büyük ilgi çektiğini biliriz.
Dünde oyalanmamayı, geleceğe bakmak lazım geldiğini biz, kadim kültürümüzün en önemli isimlerinden, Hz. Mevlâna'dan öğrendik. "Dünle beraber gitti cancazım düne ait ne varsa, şimdi yeni şeyler söylemek lazım" diyordu Hz.
Pîr. Geleceğin nasıl geleceğini bilmeliyiz ki ona göre hazırlanmalı, hazırlıksız yakalanmamalıyız.
Gençliğimizin popüler yazarlarından Alvin Toffler'den okurduk teknolojinin bizi nerelere götüreceğini.
Toffler, 'Üçüncü Dalga' sında tarım çağının ardından gelen endüstri devrimini "İkinci Dalga" olarak isimlendirirken; adını koymasa da insanlığın "Bilgi ve Teknoloji" alanındaki gelişmelerle "üçüncü dalga" ya geçtiğini anlatıyordu.

Şimdi yeni araştırmalar var; YÖK mesela, "Geleceğin Meslekleri Mesleklerin Geleceği" başlığıyla bu konuyu tartışmaya açmış bulunuyor. Ahmet H. Çakıcı da "Ailesiz Toplum" başlığıyla yayınlamış araştırmalarını; "Egemenler" diyor ve "alt tabaka" ile ilişkilerini irdeliyor. "Yapay zekâlı robotlar" la artık geniş kitlelere, kalabalık nüfusa ihtiyaç olmayacağını söylüyor. Eğitim sanal ortama taşınacak da okul binaları, milyonlarca öğretmen ne olacak? Estonya'da küçük çaplı davalara robotların baktığını öğrendik. Dava dilekçesini cep telefonundan dolduruyor merkez bilgisayara yolluyorlar, birkaç dakikada mesele çözülüyormuş. Adlî teşkilatlar ne olacak o zaman?

TÜBİTAK, 100 bin dönümlük bir arazide insansız hava aracı ile kontrollü ve insansız tarım projesi yapıyormuş. İngiltere, Amerika, Çin zaten yapmış, bizimkiler yerli yazılım geliştiriyormuş. İHA, arazi üzerinde uçarken makineler merkez bilgisayar marifetiyle ekim, dikim, sulama, ilaçlama, çapa ve hatta hasat yapacak! Bin kişi ile yapılan iş 4 kişi ile yapılacakmış. Tıpta da vücudumuza sensörler bağlayacaklar ve bir makineye 10 dakika parmakla dokunduğumuzda kan testinden hormonal dengeye tüm testler, MR sonuçları önümüze dökülecek.
Sürücüsüz otomobiller geliyor. Savaşlar robotlarla yapılacak artık.

Benim esas ilgimi çeken, "vatandaşlık puanı" uygulaması. Çin uygulamaya başlamış ve puanı yetersiz olan uçak, tren bileti alamayacakmış. Bunca nüfus ne olacak, kitleler halinde insanları yok etmeyi mi planlıyorlar? Aileye alternatif homo-birliktelikleri teşvik ettiklerine göre insanın zürriyetini kesecekler bir şekilde anlaşılan?

Sabah Gzt.

Atık toplayıcı ve kuryelik

Ahmet TEZCAN

Atık toplayıcı ve kuryelik

19.9.2019
Gün içinde yollarda veya çöp konteynerleri önünde bir atık toplayıcısı ile karşılaşmadığımız gün yoktur.
Çuval malzemesi sentetik jüt gerilmiş tekerlekli özel araçlarıyla sokaklarda dolaşan bu insanlar kimdir, nedir, nasıl yaşıyor, nerede kalıyor, ne kazanıyor bilmeyiz,düşünmeyiz de.. Ama bu insanların ekmeğini çöpten kazandıkları bir gerçektir.
Atık toplayıcılarının faaliyet göstermedikleri şehir yok gibidir.
Bilhassa varlıklı bölgeler onların en yoğun faaliyet gösterdikleri alanlardır.
Yapılan işe de yapan şahsa da benim diyecek yok. Senin "işe yaramaz" sayıp attığını onlar ekonomiye kazandırmaktadırlar ki aslına bakarsanız alkışlanacak bir iş. Sadece kâğıt cinsi atıktan söz edecek olsak 1 Kg. hurda kâğıdın 50 kuruş ve 100 Kg. lık bir hurda balyasının toplayıcıya 50 lira kazandırdığı biliniyor. Bir toplayıcısı günde en az 200 Kg hurda kâğıt topluyormuş ki çöplerden toplanan yalnızca kâğıt da değil, cam, teneke ekonomiye, paraya çevrilebilen ne varsa, bizim "işe yaramaz" larımız onlara sermaye oluyor.

Bir araştırmaya göre ülke genelinde yarım milyon atık toplayıcısı varmış.
Bunların dernekleri de var, dolayısıyla yönetenleri, yönlendirenleri var. Yaptıkları işin de meslek dalı olarak tescil edilmesini istiyorlar. Benim esas dikkat çekmek istediğim husus; bu insanlar kimlerdir, nerede kalıp, nasıl barınmaktadırlar? Bizim "berbat" saydığımız bu işe katlananların emeklerini sömüren, onların sırtından konfor yapan birileri var mıdır bu bir. İkincisi ve;
Genel nüfus içinde yarım milyon insan deniyor asayiş dediğimiz işin güvenliğimizi ilgilendiren boyutunda ne gibi tedbirler alınmaktadır? Yani bu insanlar güvenlik birimlerince bilinmekte midir? Bir suça dâhil olmaları halinde kolayca bulunup çıkarılabilirler mi?

Sadece atık toplayanlar değil,motosikletli kuryeler için de aynı şeyleri söylemek, sormak hattâ kaygılanmak durumundayız. Kaygımız hem kendileri hem toplum içindir. Geceli gündüzlü gün boyu vızır vızır şehir trafiği içinde dolaşan bu insanlar trafik kazalarına uğramakta veya kazalara yol açmakta, bir şekilde şehir trafiğini etkilemektedirler. Yine bu insanlar kimdir, nedir ve haklarındaki her şey sorumlularca bilinmekte midir? Ben bugün bunları sadece soruyor ve sorumlulardan vatandaş adına açıklama bekliyorum. Bir meslek ise bu işler, bu iş kolunda alınmış güvenlik tedbirleri var mıdır? Temizlik işlerinde çalışanlar gibi belki ilk etapta bu meslek mensupları için de özel giysiler düşünülebilir?!

gazete

Çakarlar artık çakmayacak

Ahmet TEZCAN

Çakarlar artık çakmayacak

26.9.2019
Başkent, siren sesleri ve yanar-döner tepe lambalarına alışıktır diye taa 2016'da yazmışım. Yerel seçim öncesi de "Vatandaşın asabını bozmayın" diye bir kere daha uyarmıştım. Çünkü ipin ucu kaçmış gibi görünüyordu ve vatandaş da buna çok kızıyor. Trafikte sağımız solumuz çakarlı, sirenli dolaşan arabalardan geçilmez oldu. Nihayet devlet iradesi harekete geçti ve Kasım ayı itibarıyla çakarlar artık çakmayacak.
Bunun bir yönetmeliği var ama ne mümkün; herkes ve en ufak bürokratına kadar çakar lambalı arabalarla dolaşmayı marifet sayıyor. Nihayet İçişleri Bakanlığı bir karar aldı ve buna dur deneceğini açıkladı. Bu karardan sonra -muhalefet dâhil- partilerin genel merkezleri belediyeleri de uyarmak suretiyle makam otolarının çakarlarını hemen kapatarak uygulamaya öncülük etmeleri, insiyatifi korumalara, makam şoförlerine bırakmamaları gerekir. En alâkasız birim başkanının ne gibi bir geçiş üstünlüğü olabilir ki? Bazı sivil araçlara bile çakar lamba takıldığı belirlendi.
Şimdi "sağa çek" denecek ve sorgulanacak.
Aksi durumda ceza geliyor, ısrar edilirse araçlar trafikten de men edilecek.
Aslında 2012'de bir genelge vardı.
Buna göre sadece cankurtaranlar, acil hasta, hükümlü, sanık taşıyan veya şüpheli takip eden emniyet ve asayiş emrine verilmiş zabıta ve polis araçları geçiş üstünlüğüne sahip olarak bu donanımı kullanabiliyor. Aslında gereksiz hallerde ve uygunsuz saatlerde onlar da çakar yahut siren kullanmamalı, etrafta hastaların, yaşlıların ve bebeklerin bulunabileceği unutulmamalı.
Çünkü gece yarısı bakkal çağırmak için bile korna yerine sirene basanları gördük. Biz de yazımıza bunu söylemiş, trafikte "GEÇİŞ ÜSTÜNLÜĞÜ"ne sahipmiş gibi hareket eden araçlara dikkat çekmiştik.
Araç içinde makam sahibi yoksa bu donanım hiçbir şekilde kullanılmamalı aslında ve bu iş şoförlere, korumalara bırakılırsa makam araçlarının çerçici eşeğine döndürüleceğini söylemiştik, öyle de oldu ve bakanlık olaya el attı.
Çocukluğumuzda "Çerçici eşeği" diye bir tabir vardı, en süslü eşekler boğazında çan ve boncuklarıyla, köy köy dolaşarak baharat, incik boncuk satan çerçicilerindi.
Bir de; çakar rengi niçin KIRMIZI-BEYAZ değil de KIRMIZI-MAVİ diye sormuştum da yetkililer; mavinin DERİN, kırmızının UYARICI olması nedeniyle bütün dünyadaki uygulamanın böyle olduğunu söylemişlerdi.
Bence Amerikalılara öykünmedir olay… Onların aksiyon filmlerini andıran "cafcaf" ları insanları cezbetmektedir

gazete

35 ülkede 79 Türk şehitliği var

Ahmet TEZCAN

35 ülkede 79 Türk şehitliği var

10.10.2019

"Şunu icat ettin, bunu yaptın, şu markayı yarattın" gibi başarılar büyüklük için yegâne ölçü değil. Ülkelerin büyüklükleri böylesi ifadelerle ölçülmez. Sınırlarınız ne kadar geniş, nüfusunuz kalabalık, ekonominiz o kadar güçlü olsa dahi büyük kategorisine yalnızca bu başarılarla giremiyorsunuz. büyük ve büyüklük kabulü için başkaca fevkalâdelikler var ve bunu herkes biliyor, yeri gelince de teslim ediyor. En başta yüce ve yüksek değerleriniz olacak ve bunlar uğruna gerektiğinde baş koyacaksınız.
Türk milleti "fedakâr ve canfeda bir millet"; gerektiğinde işte 4 milyon insanı bünyesine alıp ekmeğini paylaşıyor, yetmiyor, onların huzuru için canını ortaya koyabiliyor.
Neticede onların huzuru bizim insanımızın güvenliğidir. Sadece bu mu? Hayır, meselenin bir de gönül coğrafyası boyutu var ki "gönül" kavramını müdrik olanlar için işin bu boyut çok daha derin ve çok anlamlıdır. Bizim 24 milyon kilometrekarelik alanda bugün 64 ülkenin bayrak dalgalandırdığı gönül coğrafyamızda adına tarih denilen hatıratımız milyon filme konu olacak zenginliktedir.

Canfeda dedik, varlığın fedâsı fedakârlıkların en başında gelir. Bu millet, bundan hiç geri durmamış. İşte bu defa Suriye'de, Irak'ta bu milletin fedakârlıklarına bilmem kaçıncı kez bütün dünya şahit oluyor. Kendi sınırları dışında şehitlikleri olan kaç devlet var ki? Üç kıtada, 35 ülkede 79 şehitliğimiz bulunduğunu biliyor muydunuz?
Ve kaç millet bayrak uğruna şehit olur?
Kafkasya'da, Yemen'de, dünyanın öteki ucu Kore'de, Myanmar'da Türk şehitlikleri var ve böylesi bir ülke dünyada yok.
Kahraman vatan evlatları o coğrafyalarda "Kürt, Laz, Çerkez" değil, Türk Şehitleri olarak huzur içinde uyuyor ve anılıyorlar.
Kaç Mehmedimiz, Mehmetçiğimiz, vatan topraklarına hasret yabancı topraklarda üzerinde bir bayrak değil al bayrak dalgalandırarak bu milletin dualarında yaşıyorlar.
Şam'daki şehitliğimizi darmadağın etmişlerdi, torunları şimdi bunu karşılıksız bırakmamak üzerine bir gayret içinde.
Hiçbirinin kanı yerde kalmayacak. Bu coğrafyada biz hep varız ve daima olacağız.

Şehitlik bilinen anlamının ötesinde bir başka kavramdır ve Allah'ın isimlerindendir.
Büyük Türkçe Lügat, "şehid" kelimesini;
"Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse" diye tarif ederken, İslâm Ansiklopedisi "kesin olarak bilen, bildiğini haber verme konusunda güvenilen" olarak tarif ediyor. Âlimler, şehit isminin temel mânâsının "bilen" olduğu ve şâhidden daha zengin bir içeriği bulunduğunda ittifak ediyorla

gazete

Asırlık Başkent.

Ahmet TEZCAN

Asırlık Başkent.

17.10.2019

13 Ekim Pazar günü Ankara'nın BAŞKENT oluşunun 96 ncı yıldönümüydü, kutladık, "nice yıllara" temennimizle uzun ömürler diledik. Son yıllarda bu hikâye de herkesin keser gibi kendi anlayışına uygun yontarak anlattığı bir konu oldu maalesef. Biz meselenin aslından yola çıkarak 96. yıla not düşmüş olalım.

Milli Mücadele'nin sona erdiği günlerde gündeme geldi bu konu. Cumhuriyet kadrolarının görüşlerini anlamak bakımından 1923'teki Meclis tartışmalarına bakmak yerinde olur. Mesela Celal Nuri diyor ki; "İstanbul çeşitli din ve etnik kimliklere mensup halkların oluşturduğu çok uluslu bir devletin başkentiydi, Ankara, bir ulusal devletin başkenti olarak farklı bir anlam taşıyacaktır" Kurmay Albay Nusret Baycan da; -ki bu konuları çok yazmıştır- Atatürk'ün uzak görüşü yanında, Kurtuluş Savaşı'nın güvenlik içinde idaresinin zorluğuna ve psikolojik faktörlere dikkat çekiyor. "Başkentin değiştirilmesi" tartışmasını Alman Paşası Colmar Von der Goltz'un başlattığına dikkat çeken Baycan, "Ankara'nın Başkent Oluşu" kitabında bunları geniş geniş anlatır. Goltz, Rus yayılmacılığına karşı Sultan Abdülhamit'in Osmanlı Ordusu'nun modernleşmesi için anlaştığı ve bu işbirliği çerçevesinde Almanya'dan gönderilen subaylardandır.

İşte Ankara.. 3 bin yıllık bir kent, 95 yıllık bir başkent.. Başkentliği bir asra yaklaşmış bir Ankara var artık, adını da geldiğimiz yerlerden, taa Asya'dan getirmişiz.
Şunu da söylemek lazım: Asya'dan biz, bir sabah kalkıp tüm obalara oymaklara ulak göndererek; "Haydi, atlarınızı, arabalarınızı hazırlayın, Anadolu'ya göçüyoruz" diyerek çadırlarımızı toplayıp ertesi hafta Anadolu'ya yerleşmiş değiliz.
Türklerin göç hikâyesi, çok önemli, çok yönlü, çok derin bir konudur ve 100'den fazla sinema filmi yapılır ama benim bildiğim bu konuda bir tane bile senaryo yazılmamıştır.

Ankara adını Asya'dan getirdik dedim: Vefatından bir yıl evvel, Yunan Başbakanı General Metaksas'ın ziyareti sırasında mevzuu açılınca Gazi Mustafa Kemal Atatürk; "Ekselans, Ankara adı nereden bilir misiniz?" diye sorar ve bir dünya atlası getirterek; Baykal Gölü yakınındaki kenti gösterir ; "İşte buradan.." der. Baykal gölü kıyısındaki "Angara" dır gösterdiği yer. Ne "Angora", ne "Engürü" ne de bir başka şeydir söylediği.
Derim ki; İstanbul kadar olmasa da Ankara'nın da hikâyesi çok derindir, son zamanlarda da "Ankara" konulu kitapların sayısı arttı, okumak, araştırmak lazım.

gazete

“İsim çok mevzu yok”

Ahmet TEZCAN

“İsim çok mevzu yok”

24.10.2019

Ne çok şeyi tartışıyoruz, nasıl tartışıyoruz farkında mısınız ve bu tartışmalardan bir sonuç da çıkmıyor.
Sadece ekranda değil bu tartışmalar, bizi bir yere vardırmadığı gibi gerilimden başka kimseye bir yararı yok. Hani fıkradır, anlatılır; akıl hastanesindeki hastalar bir gün aniden odalarına çekilmişler. Başhekim meraklanmış; "Bakın bakalım neredeler, ne yapıyorlar" demiş.
Bütün hastalar toplanıp kitap okuyorlarmış, "iyi" demiş başhekim, fakat bu kitap okuma işi biraz uzayınca yine meraklanmış;
"Ne okuyorlar bir bakın" demiş.
Kitabı saklamışlar görevliler yaklaşınca, bir türlü göstermek istememişler.
"Ne okuyorsunuz?" diye sorunca da "İsim çok mevzu yok" demiş hastalardan biri; meğer İstanbul'un telefon rehberini ele geçirmişler, günlerdir onu okuyorlarmış!

Bir mevzu ortaya çıkınca hemen başına üşüşüp öyle bir tartışıyoruz ki; çarşıda pazarda yalan yanlış ele alınacak yanı kalmıyor mevzunun; gazetelere haber oluyor, demeçler veriliyor, köşe yazarları didiklerken sivil toplum örgütleri hemen harekete geçiyor ve konu varıp dayanıyor devlete ve millete. Her konuyu "hunharca" tartışıyoruz adeta. Üç-beş gün sonra da bayatlıyor ve bazen hayatî meseleler gündeme alınmayı dahi hak etmiyor.
Çok düşünmemiz ve soruyu önce kendimize sormamız gereken bir dönem yaşıyoruz aslında. Bakın size bazı rakamlar vereceğim, düşünmek ve konuşmak için.
Ahmet Hakan Çakıcı araştırmış, kaynak Birleşmiş Milletler raporu..

2017'de savaş ve çatışmalarında 90 bin kişi hayatı kaybederken cinayete kurban gidenlerin sayısı 464 bin, terör eylemlerine kurban gidenler ise 26 bin kişi olmuş.
Cinayette hayatını kaybedenlerin de 10'da 7'si erkek. Ülkemizden rakamlar da var araştırmada.. Uyuşturucudan mesela aynı yıl bin kişi ölmüş. Bağımlı sayısı 25 yılda iki kat artmış, 650 bine ulaşmış. Dünyada 63.7 milyon insan uyuşturucu kullanıyor ve yılda 200 bini ölüyormuş. Batıda uyuşturucu kullanımı son 10 yılda iki kat artmış.

AB'de her yıl 15 yaş altı bin çocuk şiddet ve istismar sonucu ve her 7 dakikada bir genç de şiddet sonucu öldürülüyor.
Bizim coğrafyamızı kan gölüne çeviren Amerikalılar ile ilgili rakamlar çok ilginç.
2018'de 20 bin 500 Amerikan askeri, asker ya da komutanın tecavüzüne maruz kalmış. Her gün ortalama 20 muvazzaf asker intihar ediyormuş ve intiharda son 10 yılın rakamı 60 bin.. Ordudan ayrıldıktan sonra Amerika'da yılda 6 bin, ayda 500 eski asker intihar ediyormuş.

gazete

Cumhur’un sorunu..

Ahmet TEZCAN

Cumhur’un sorunu..

31.10.2019

Cumhur'un Cumhuriyetle bir sorunu var mıydı? 96 ncı yıl kutlamalarında önceki gün Atatürk Bulvarı boyunca insanlarımızın yüzünde bu sorunun cevabını gözledim. Anıtkabir'deki yüzler beni yanıltabilirdi o nedenle herkesin, her kesimin bulunduğu bir bulvardan izledim 96 yıl kutlamalarını.
7'den 70'e oradaydık ve Cumhur, geçen konvoyları izliyor, alkış ve ıslıklarla katılıyor ve büyük bir coşkuyla bayramını kutluyordu.
O trafiğe rağmen hiç birinde hoşnutsuzluk duygusu sezmediğimi söyleyebilirim.
Herkesin gözlerindeki mutluluğu gördüm.
Zaten Cumhur'un Cumhuriyetle bir sorunu yoktu ki!

"CUMHURİYET", "Bizi kim yönetecek?" sorusunun cevabıydı ve doğrudan seçim sandığını gösteriyordu. Peki, 27 Mayıs'tan 12 Mart'a, 12 Eylül'den 15 Temmuz'a niye yapıldı bu müdahaleler?
Kim yapıyor, kim yaptırıyor, neden müdahale ediliyor? Bizi kavgaya kargaşaya sürükleyerek canımıza, malımıza, huzurumuza kast edenler kim? Bunların iyice bilinmesi ve düşünülmesi gerekiyor.
CUMHURIYET, "Bizi kim yönetecek?" sorusunun cevabıydı, "NASIL?" sorusunun cevabı da "DEMOKRASİ" dir ve CUMHUR'un bunda da kararı kesindir, vazgeçmek başka maceralara, mecralara girmek gibi bir niyeti de asla bulunmamaktadır.
O halde yol da iz de bellidir ve bizi hiçbir güç bu yoldan çevirmemelidir.
Ancak, şimdi insanlar başka yollar, başka tekniklerle yollarından çevrilmeye, evrilmeye, devşirilmeye, hayatı değiştirilerek başka emellere alet edilmeye çalışılmaktadır.
Bulvar'da bunu gördüm, asıl bunun FARKINDA OLMAK gerekmektedir.

Günümüzün dünyasında şirketler, devletlerden daha büyük örgütlere dönüşmeye başlamıştır. Onlar için ciro, bilanço her şeyin, her duygunun önündedir, insan hayatından bile önemlidir.
Suriye'de, Irak'ta, Türkiye'nin karşısında bir "savaş" yürütülüyor, kimler rol alıyor?
TERÖR ÖRGÜRTLERİ ve SAVAŞ ŞİRKETLERİ.. Onların eliyle veriliyor bütün mücadele ve artık saklamıyorlar da..
Kimin nerede, nasıl, hangi rejimle yaşayacağından çok; artık doğrudan insanların alışkanlıkları, gelenekleri, beslenmeleri hedef alınmaktadır. Parmak izimizden efor testimize kadar her şeyimizi biliyorlar.
Sosyal medya, kitle iletişim aygıtları bunların aracı durumundadır. Robot teknolojisi hızla ilerlemekte ve işsizler, emekliler "GEREKSİZLER" olarak nitelenmektedir.
Dünya nereye gidiyor bunu da başka bir güne bırakalım.

gazete

Başkent Ankara Meclisi

Ahmet TEZCAN

Başkent Ankara Meclisi

14.11.2019

Hemşerilik, birlik olma, biz olma ruhudur ve içinde önemli bir güç ihtiva eder. Bu ruhun ve gücün oluşmasında mutlaka dinî, millî, ekonomik yapının etkisi vardır. İnsanın aidiyet hissi de bir başka önemli durumdur ki bir işe bir göreve niyetlensek bu gücü arkamıza almaya çalışırız.
Başka memleketlerde de böyle bir duyguya rastlanmaz, "hemşerilik ruhu" diye bir şey pek yoktur.
Bir Alman veya Fransız ömrü boyunca "Nerelisin?" sorusuyla karşılaşmaz.
Ola ki karşılaştı ve "Dortmund veya Marsilya" gibi bir cevap aldı; bu defa "Neresinden?" diye soruyorsa o muhakkak Türk'tür.

Kayıtlara göre en çok hemşeri derneği bulunan illerin başında Ankara gelmektedir.
Belki bunu Ankara'nın siyasî ve resmî hüviyetiyle açıklamak mümkün olabilir.
Ancak bunu tam olarak Ankara'nın hayrına yorumlamak pek mümkün değildir.
Şöyle ki Ankara'ya söz gelimi Kırşehir, Yozgat, Çankırı veya Çorum'dan yahut Türkiye'nin her hangi yerinden gelen ömrü boyunca oralı olarak yaşamakta ve bir türlü Ankaralı olamamaktadır. Bu, genel bir tespit. Ankara'daki bütün hemşeri derneği ve sivil toplum kuruluşlarını tek çatı altında toplayan da bir kuruluş var: Başkent Ankara Meclisi (BAM).
Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan başkanlığında faaliyetini sürdüren bu çatı kuruluş Başkentlilik ruhunu oluşturmaya çabalamaktadır.
Benim de üyesi bulunduğum kuruluşun geçen hafta genel kurulu vardı ve çok çarpıcı tespitler yapıldı. Ankaralılar ve Ankara'ya Hizmet Edenler Derneği'nin Yenimahalle'deki binasında yapılan kongrede konuşan Başkan Nevzat Ceylan, ülkemizin her yöresini temsil eden dernek ve federasyonların enerjisini birleştirmeye çalıştıklarını kaydederken, amacı tek cümleyle özetledi:Ankara'ya sahip çıkmak, başkentlik bilincini oluşturmak.

Ceylan'ın "En büyük sıkıntı Ankara'da yaşayanların Ankara'yı sahiplenmemesi, Ankara ile ilgili dertlerinin olmaması ve bu konudaki gayretlerin yetersiz oluşu" görüşüne katılmamak mümkün değil. Biz de o birlik beraberliği sağlamak durumundayız.
Nefes aldığımız, çocuklarımızı yetiştirdiğimiz her imkanından istifade ettiğimiz Ankara'ya arka çıkmak durumundayız.
Ankara son 20 yılda 120 milyarlık yatırım almış ama hepsi devlet yatırımı. Ankaralı iş adamı Ankara'ya neden yatırım yapmıyor?
Ankara'da Koç gibi kazanıp yatırımda Ankara'yı unutanlara söyleyecek sözümüz olmalı.

gazete

200 günü gördük

Ahmet TEZCAN

200 günü gördük

21.11.2019

Mansur başkan 200 günlük icraatını da açıkladı. Kaldı 1600 küsur gün bakalım Başkent Mansur başkanla neler kazacak? Bundan önce de 100 gününü anlatmıştı ama Ankara'da yaşayanlara dokunan icraatlarını ilk 100 günde görememiştik. Görememiştik, çünkü başkanı ilk işi Mimarlar Odası'nın teşviki ve ısrarıyla heykel açmak olmuştu. Bir "intikam heykeli" idi başkanın açtığı. Mimarlar Odası ile Gökçek yönetimi arasında "çok önemli" tartışma konusu olan bir heykel. Zaten bu oda, kamuda yarattığı tartışmalarına bakılırsa kendi işinden başka her meseleye "maydanoz" bir kuruluş izlenimi veriyor. Başkentin mimarisine ilişkin bir etkinliğini ben bilmiyorum. Ankara'nın aydınlatmasından trafiğine, yapılaşmasından estetiğine 12 yıldır yazdığımız onca yazıda tek satırlık katkılarını görmedim.
Heykel dedim de pek çoğumuz unuttu bile. Hatırlayacaksınız, hani çalınmıştı da "Gökçek kaldırttı" denilmiş ve günlerce medya aracılığı ile tartışma konusu olmuştu. Yönetim değişir değişmez hemen aralarında topladıkları 30-40 bin lira ile çalınan heykelin alelacele çakmasını döktürdüler ve hemen Mansur Başkan'ın eliyle yerine koymanın doyulmaz keyfini yaşadılar. Heykel dedikleri de bulunduğu çevreye bir estetik katsa bari! Arkadaşlarıyla sohbetlerinde kendi aralarında dahi "bir şeye benzetemediklerini" söyledikleri bir heykel başkente ne katmış olabilir? Bu yüzden "intikam heykeli" diyorum. İlhan Koman da neredeyse ömrünü İskandinavya'da geçirmiş bir "yontucu", hemşerim de aslında, "Akdeniz kucaklayan" bir zaman Ziya Gökalp Caddesi'ndeki heykelini estetik bulduğumu da söyleyebilirim. Onda bu ülkeyle paylaşılmış bir değer bulmak zor, eh, sanatına da yansımıştır bu. Keşke Ankara'da yaşamış olsaydı da başkentin Heykelci Başkanı Karayalçın'a "yontu" üzerine ilhamlar verseydi. Başkent belki onun döneminde estetizmden nasibini almış olurdu.
Şimdi Yavaş'ın 200 gününe bakıyorum ve başkente ve başkentte yaşayanlara henüz bir şey katmış olduğunu göremiyorum, dişe dokunur bir icraat yok. Mansur'un icraatı soyadına uygun yavaş yavaş gelecek her halde? Belediye icraatlarında Ankaralıya dokunmak nedir? Hayatı bir nebze kolaylaştırmaktır. Hayat nasıl kolaylaşır; trafik rahatlatılarak, otomobillere yetecek park yerleri sağlanarak, yeni konut alanları açarak, bilhassa gerekli yerlerde gerekli denetimleri zamanında yaparak, çöpleri zamanında alarak, bilhassa gıda bakımından elzem ihtiyaçlar ucuzlatılarak vs. Şimdi biz bunları bekliyoruz, Belediyeden, hayatı kolaylaştıran icraatlarla Ankaralıya dokunan işler bekliyoruz. Tartışma ve yarıştırma değil…

gazete

Önemsiz bir konu!

Ahmet TEZCAN

Önemsiz bir konu!

28.11.2019

Bugün çok önemli bir konuyu; pek önemsenmeyen, sıradan bir konuyu köşeme taşıyorum. Yalnız ondan önce birilerine bir uyarım ve de kınamam olacak. Çünkü söz verdim. Geçen haftaydı, Eskişehir yolunda bir hastanedeyim, serumla verilen ve 8-9 saat süren bir ilaç alıyoruz.
Derken patlamalar ve motor gürültüleriyle sarsıldık. Herkesle beraber pencerelere koştuk, yarış arabaları modifiye eksozlarıyla basıyorlar gaza.
Neyin nesidir diye sorarken; kimi damar yolu aranan, kimi nefes almaya çabalayan, refakatçi eşliğinde koridorda adım atmaya çalışan hastaların halini anlatamam.
Hanımı bırakıp indim ki Hitit Rallisiymiş, arabalara start veriliyormuş hastanenin yanıbaşında! "Yuh" demişim kendi kendime, bir iki ralliciye de "hastane hastane" diye bağırdığımı hatırlıyorum.

İyi hoş da, start için hastane çevresi mi seçilmeliydi? Çıkın şehir dışına, biz de gelelim, hepimiz destekleyelim Hititleri. İleride bir kalabalık gördüm, yarışa katılsalar rallicilerin bile tozuna yetişemeyecekleri makam arabalarıyla oradaydılar, tuzu kuru bir kalabalık!
Şaşırmadım, döndük hastalarımızın başına, homurdandık ve kınadık. Aslında o yarış da, önderleri ve sponsorları da ayrı ayrı birer yazı konusudur ama! Neyse gelelim önemsenmeyen önemli konumuza.
Başkentin dört bir yanı parktır. Belediyeler şimdiye dek müsait buldukları pek çok alanı hemen yeşillendirip kanepelerle donatarak nefes alınacak ortamlar oluşturdular. Ne kadar teşekkür edilse azdır. Spor aletleriyle de donattılar bu parkları. Herkes rallici değil ya! Pek çok insan bilhassa sabahın erken saatlerinde buralarda en azından yürüyor.
Ağaçların arasında, kuş sesleri içinden geçerek doğrudan ve doğadan enerji topluyorlar.
Güzel havalarda, bilhassa hafta sonları parkların kalabalığı daha da artıyor.

Spor aletleri olmayan park ortamı da yok gibi. Ondan fazla aletle vatandaşların kol çektiklerini, bacak açıp pedal çevirdikleri görmüşsünüzdür.
Ama bir husus var ki benim esas dikkat çekmek istediğim de bu. Çoğu 35-70 yaş insanlar bu spor aletlerini bilmeden kullanıyor. Hangi kaslarımızı hangi aletle ve ne kadar süre çalıştırmalıyız doğrusu tam olarak bildiklerinden emin değilim. Benim gözlemim bu ve bilime dayalı önemli hususlar bunlar. Aksi halde sakat kalma riski var.
Belediyelerin sporla ilgilenen birimlerinden uzman kişiler, arada bir bu parkları dolaşıp vatandaşı bilinçlendirseler. Hattâ birlikte spor yapsalar ve aletlerin nasıl kullanılacağını anlatsalar olmaz mı? Eleman yoksa beden eğitimi öğretmenleri eski sporcular var. Alın size sevimli bir hizmet alanı, çalışın çalıştırın, odalar dolusu oturmayın boş boş.

gazete

Kim engelli?

Ahmet TEZCAN

Kim engelli?

5.12.2019

Engellileri konuşuyoruz üç gündür, bundan sonra da gündemimizden düşürmeyiz. Yalnız bir şeyin iyi anlaşılması lazım gelir. Engelli kimdir mesela?
Hastalık ya da kaza sonucu veya doğuştan fiziki olarak bir uzvunu kullanmakta zorlanan insana engelli mi dememiz gerekiyor?
Bence bu tarif yanlış; nice engelliler bilirim "taş gibi" derler ya işte öyle, sana bana taş çıkarır yani. Eğitimini almış, işini görüyor kimseye muhtaç olmadığı gibi başkasına da destek oluyor. Engelli olarak nitelenmeye bile razı değiller onlar.
Başlıkta o nedenle sordum "kim engelli?" diye. Bence engelli; bir uzvunu kullanamayan değil, engelini ve engellisini "kullanan"dır.
Ne demek istediğim anlaşıldı mı?

Bir uzvuyla veya uzuvsuzluğuyla normal hayata uyum sağlamada güçlük yaşayan yok mu, elbette var. Bunlarla ilgilenilmesin mi? Kesinlikle, en başta hayatı onlar için kolay kılınır, sağlanır duruma getirmeliyiz. Onların da bizden ve kurumlardan asgari beklentisi budur zaten.
"Şuradan kolayca geçeyim, şuna ulaşmada önüme engel çıkmasın"dır bütün arzuları.
Beyaz bastonuna, tekerlekli sandalyesine veya kullandığına, kullanamadığına mani hal olmasındır. Başlıkta o nedenle sordum o soruyu.

İlgili bakanlık bir ara il il engelli istatistiği çıkarmıştı. Bu rakamlara göre toplam engellimiz 1,5 milyonu biraz geçiyordu.
(Bu rakama sağlam olup da "zihniyet" olarak engeli olanlar elbette dâhil değildir!
Onların sayısı daha da fazla bence ve esasen bu memleketin tek engeli, engellisi bütün uzuvları sapasağlam olduğu halde onlardır!) En fazla engellisi buluna il İstanbul'du (180 bin) ve 98 bin ile İzmir ikinciydi. Ankara'da 90 bini biraz geçiyor. Engelli sayısı sıralamasında üçüncü geliyor Ankara. Sevindirici olan şudur: Günümüzde devlet engellisinin farkındadır ve hayatı kolaylaştırmada kendilerine veya yakınlarına yardım anlamında büyük çaba sarfetmektedir. Yasal düzenlemeler hızla yapılıyor ve mevzuat, engellilerimiz dikkate alınarak hazırlanıyor.
Uygulama yöneticinin basiretine bırakılmıyor, cebrediliyor.

Burada bir hususa dikkat çekmem lazım. Ülkemizdeki her yıl trafik kazalarında kaybettiğimiz insan sayısı 7 bini geçiyor, 300 bin kişi de yaralanıyor. 21 bin insanımızın ömür boyu sakat kaldığını bilmem dutdunuz mu? Devlet, millet bilhassa aileler bu yüzden ağır travma yaşıyor.
Kazaların son zamanlarda alınan bazı tedbirler ve ağırlaştırılan cezalarla bir nebze azaldığını görüp teselli buluyoruz

gazete

Belediye yönetimi

Ahmet TEZCAN

Belediye yönetimi

12.12.2019

Belediye nedir? Bir hizmet kurumudur, kâr kaygısı olmaz, doğumundan ölümüne vatandaşın en fazla ihtiyaç duyduğu bir HEMŞERİ kuruluştur. Peki, vatandaşın cebinden VERGİ olarak belediyeye aktarılan her 100 lirandan kaç lirasının belediye tarafında vatandaşın hizmetine harcandığını düşünüyorsunuz?

Önce şunu belirteyim: Bir bilginin, fikrin, düşüncenin topluma mal olması ve bir tavrın, duruşun oluşması için paylaşılması, tartışılması gerekmektedir. Başkentte bu tarz hizmet yürüten, bir fikrin, bir bakışın oluşmasına çabalayan önemli, değerli kuruluşlar var. Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) de bunların önde gelenlerinden biridir ve değerli katkılarda bulunmaktadır. Doç. Dr. Muhammet Savaş Kafkasyalı yönetiminde, sahasında uzman, gönüllü bir kadro ile hemen her hafta gündemin önemli konuları, ilgili-yetkili konuklarıyla masaya yatırılarak düşünce dünyamıza sunulmaktadır. Çoğunluğu üniversiteliler olmak üzere her yaştan her meslekten katılımcılar da sorularıyla katkıda bulunuyorlar.

Önceki hafta çok önemli bir konu; YEREL YÖNETİM gündeme geldi ve Altındağ İlçesinin çehresini değiştiren belediye başkanı Veysel Tiryaki, tecrübelerini paylaştı. Cebimizden belediyelere aktarılan her 100 liranın ancak 10 lirasının vatandaşın hizmetine harcandığını, bu işi Ankara'nın göbeğinde 14 yıl süreyle yapmış birinden duyunca şaşırmadım desem yalan olur. Şimdi diyelim 2020 yılında Ankara Büyükşehir'in bütçesi 7 milyar 150 milyon lira. 6 sıfır atılınca katrilyon milyar, trilyonlar milyon oldu malum. Mansur Başkan bu paranın sadece 715 milyonunu mu başkente harcayacak? Kalan 6,5 milyar nereye harcanacak peki? Gerisi personel maaşı, arabalar, yakıt ve diğer masraflar.. Festival, şenlik ve spora da önemli meblağlar ayrılıyor...

Kendi döneminde hiç kredi kullanmamış, araç kiralamamış, personeli neredeyse yarı yarıya azaltmış ve Altındağ gibi bir bölgeyi medeni bir görünüme kavuşturmuş biri bunu söylüyorsa ben bunu ciddiye alırım. Belediye başkanı diyor "senin paranı harcayan adamdır, Merkez Bankasını bağlasan yetmez.." Ağız uçuklatacak şeyler var daha, yeri geldikçe aktaracağım.

gazete

Bir doğum bir ölüm

Ahmet TEZCAN

Bir doğum bir ölüm

19.12.2019

2005 yılının Aralık ayı idi, Sabah Ankara'nın yayın hayatına katılması dolayısıyla Ankara temsilciliğinde bir doğuma şahitlik ediyorduk. SABAH Ankara başkent hayatına gözlerini açarken bir misyon yükleniyordu, Türkiye'nin kalbi Ankara'ya göz kulak olacaktı. SABAH Ankara günlük olarak çıkarken, işte, 14 yılı geride bırakmış, o gün bugün Osman Altınışık yönetiminde BAŞKENTE GÖZ KULAK oluyor. Genç kadrosuyla başarıyla her gün başkentte olan biteni Ankara'ya, Ankaralıya ve dünyaya sunuyor.

Yazı bitmez, sözün bittiği gün yazı da biter. Biz de o gün bugündür bu köşede yazıyoruz. GEL DE YAZMA dedirten türden mevzuları 14 yıldır bu sütunlara taşımaya devam ediyoruz. SABAH Ankara çıktığı günden bu yana bine yakın makalemize kucağını açıp okuyucusuna sunmuş. Sıcak potalardan akan kurşunun satıra dönüştüğü yıllarda başladığımız mesleği biz de bu sütunda sürdürüyor aklımızın erdiğini, ermediğini gözler önüne seriyor ve bir kanaâtin oluşmasına bir bilginin paylaşılmasına bir sorunun çözümlenmesine çabalıyoruz. Yazıp çizmeyince gazeteci olunmuyor. İnternet çıkınca gazeteler kapanır dediler hiç de öyle olmadı, gazetecilik güç ve yaygınlık kazandı üstelik. Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, bir konuşma için Paris radyosuna geldiğinde telefonu, daktiloyu ve radyoyu göstermiş; "Bu üçü birleştiğinde dünya başka bir dünya olur" demiş. Evet çok şey değişti dünyada ama gazete o dünyada yerini buldu. Ankara'ya yazdım diyorsunuz, dünyanın her köşesinden okuyucunuz olduğuna şahit oluyorsunuz.

Aralık 17 müstesna bir ölüm gününün tarihidir aslında ama o günü "DÜĞÜN GÜNÜ" ilan etmek için Mevlâna olmak gerekiyor. Dünyada ölümü kutlanan tek şahsiyettir o. Ölünce nasıl bir dünyaya doğduğumuzu en iyi O biliyordu. Hz. Pîr'in hemşerisi, bizim de dostumuz, ağabeyimiz, alîm şahsiyet Ecz. Mehmet Arıcı da en sevdiği insanın ölümün kutlandığı Şeb-i Arus günlerinde kendi sırlarıyla Hak'ka yürüdü. Öyle derin şeyler söylüyordu ki düşündürüyordu. Anlamadık deyince "zarflayın" diyordu. Arıcı ağabey de en sevdiği yere doğdu, onun da düğün günü oldu. Ailesinin ve dostlarının başı sağ olsun.

gazete

Çarşı karıştı!

Ahmet TEZCAN

Çarşı karıştı!

26.12.2019

Başkent bir iddia ile yine sarsıldı. Eskişehir yolu çıkışında üstümüze üstümüze gelen kuleler ve 25 milyonluk rüşvet iddiası. Ne olmuş, nasıl olmuş, kim yapmış, ne yapmış? Ekranlarda biri arzı endam ediyor, o iniyor öteki çıkıyor.. Bir yığın iddia; şöyle olmuş böyle olmuş.. Hepsi haklı, hepsi hukuk yoluyla mahkemelerde haklarını arayacaklarını söylüyorlar. İşin ilginç tarafı hepsi aynı partiden eski ve yeni aktörler. Biri de sadece pabuçlarıyla tanınan bir ayakkabı firması. O da ayakkabıcılığı bıraktı ranta, inşaata koştu. Sadece 5,5 milyon Ankara değil, 82 milyon yeni rüşvet iddiasını izliyor. Konuşanların hepsi zemzem ile yunmuş sanki.. Bizler de dinliyoruz. Çankaya'da Muzaffer (Eryılmaz) Hoca'nın "yamyam" iddiaları gibi.. Yenilir yutulur şeyler miydi iddialar? Rüşvetler alınacak, Cumhuriyet Gazetesi'ne destek verilecek ve "yamyamlar" da beslenecek. " 50 takla atıyoruz" diyordu Muzaffer hoca.. Değişimi de "O Muzaffer gitti başka biri geldi" diye açıklamıştı.
Ne oldu, unutuldu gitti. Çünkü hafızayı beşer nisyan ile malul. Yani unutmak insan hafızasının sakatlığı, unutmazsak çıldırırız da ondan. İyi ki internet diye bir şey var, 'İnternet mollaları' her şeyi biliyor, arayıp buluyor önüne seriyor. Kelam-ı Kadim'deki "Musa kıssası" gibi biz de okuyup geçiyoruz. Halbuki orada Musa var, âsası var, firavun ve sihirbazları ile yılanlar var. Burada benim rol modelim hangisi diye soran yok, RİSK var çünkü. Sihirbaz olsan çaprazlama ellerini kollarını kaybedebilirsin. Biz ne yapıyoruz, sadece izliyoruz, Musa ve mesajı da hikâyenin içinde kaybolup gidiyor. Aslında en kabahatli olan bizleriz. Niye mi? Kimi seçtiğimize bakmıyoruz ki! Seçtiğimiz adamın hemşeri, partili hulasa bizim mahalleden olması yetiyor. Dolayısıyla ne yaparsa yapsın onu yani "bizimkini" haklı görmek gibi bir girdabımız oluşuyor. Bu girdap hepimizi yutuyor ve haklı kim, doğrusu hangisi zaman içinde kaybolup gidiyor.
Bu insanlar kötü olduğu için olmuyor bunlar; işletim yanlış. Sistem insanı hırlıhırsız yapıyor. İlçe belediyesi ne yapıyorsa Büyükşehir de haliyle tam yetkili kapı numarası, berber ruhsatına kadar her şeye karar çıkarıyor. Parası, kaynağı olan, ekonomisi düzgün bir tane belediye gördünüz mü? Devletten besleniyorlar. "Merkez Bankası'nı bağlasan yetmez" demişti bir belediye başkanı. Vatandaşın 100 lirasından sadece 10 lirası belediyeden hizmet olarak kendisine dönüyor. Peki, 90 lira nereye gidiyor? Kent yönetilmiyor ki belediyelerde rant yönetiliyor..

gazete

Nice yıllara

Ahmet TEZCAN

Nice yıllara

2.1.2020

İşte yine bir yeni yılda daha umutlarımızı tazelemek düşüyor bizlere. Milletimiz, memleketimiz, ecdattan emanet geleceğe miras vatan toprağımız, biricik yurdumuz, güzel Türkiye'miz için en önce nice yıllara demek geliyor içimden, umutla ve mutlulukla.. Sonra bütün insanlığa, İslam âlemine iyi yıllar dileyerek yeni yıllarını kutlamak istiyorum: Nice yıllara Türkiye, kutluyorum, 2020 hepimize hayırlı uğurlu olsun inşaallah. Nice şarkılar, şiirler bize umut ve hüzün aşılar. Mazi olmuş geçen zamanın tekrarı ne mümkün; ancak şarkı, şiir olup dudaklarda mırıldanılır o kadar. Bir takvim sonunda yeni bir yıla kanat açmanın heyecanını yaşamak isteriz ve bu umutla yaşarız.
Kelime olarak "dünya" nedir, ne demektir bilir misiniz? "Den'i, denaet" yani kötülük demektir lügat anlamıyla ve bunu idrak edebilsek her halde ölümü de dilimizden düşürmeyiz?! Ömrüne bereket Feridun Yılmaz Yüceler bir kitap yazmış, adına da Arkamdan ağlama demiş. Her sayfası ibret, her satırı ders niteliğindeki kitabın hemencecik başında "Unutma" diyor; "Bir gün unutanların unuttuklarından bir unutulmuş olacağını unutma!.." diye ikaz ediyor. Günün uğraşı içinde belki gecenin bir anında ölümün de geleceğini unutmamamız için uyarıyor ve diyor ki: Ebedi yurdu kazanmak veya tümden kaybetmek de senin elinde. Baştan sona ölümden bahsettiği halde kitap bana inanılmaz bir rahatlık yaşattı, bakıp geçen, geçip giden yolcu gibi oldum, misafir psikolojisi yaşıyorum adeta ve bütün davranışlarıma da bu hal yansıdı sanki.. Hele de çok sevip saydığım sırrına eremeden kaybettiğim bir büyüğüm, Konya'dan Eczacı Mehmet Arıcı ağabeyin vefatının ardından Muhterem Yüceler'in kitabına rastlamış olmam tesadüf değil; tevafuk oldu... H H H
Velhasıl akıp giden zamanla birlikte daha başında tükenmeye başlayan aslında bizleriz. Tüketiciyiz, tüketmeye de kendimizden başlıyoruz. Kum saatimiz hızla aşağı boşalırken ve sırrına da eremeden dünyanın nice ömürler tüketiyoruz! Şair Ziya Osman Saba'nın dediği gibi; "Sükûnuna ermeye koşuyoruz sanki / ömrün fazlası geride kalırken" unutsak 'bize yapılan kötülükleri yaptığımız tüm iyiliklerle beraber' her şey yoluna girecek.. Evet, yalnızca ölümü unutmasak; bize yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmayarak hayatı daha yaşanır, daha mutlu ve anlamlı kılacağımız muhakkaktır. Ve son söz: 2020'ye girerken ve bize yapacağı numaraları beklerken ben, öncelikle çocuklara kazasız belasız bir yıl diliyorum, gülücükleri hiç solmasın onların. Ve dünyanın tepesinde bütün coğrafyaları kana bulayanlara da birazcık insaf ve merhamet diliyorum. Hepinizin yeni yılını yürekten kutluyorum.

gazete

Bu coğrafya

Ahmet TEZCAN

Bu coğrafya

9.1.2020

Hangi kıt'ada, hangi memlekette, hangi millet bizim sabahımıza uyanmış olabilir? Tüm dinlerin, en derin kültürlerin beşiği, ekonominin can damarı bir coğrafyada yurt tutarsanız böyle uyanırsınız.
Getirisi de götürüsü de hesaplara sığmaz bu coğrafyanın. Çok uyanık, çok akıllı ve çok çok güçlü olmaya mecbursunuz.
Ve "sen-ben" olup ayrılır, biz olamazsanız çok ağlarsınız, analar, babalar ağlar, çocuklar ağlar ve herkes bir zoru yaşar. TÂBÎ olursunuz ve sorun çıkmaz.
Diplomatlarınız "memur" olurlar, güçlü ülkelerin delegasyonlarıyla oylarını kullanırlar olur biter.
Ama hiçbir ağırlığınız olmaz. Kendi olmanın bir bedeli vardır.

Bizim mahallede maç gözlüğüyle bakarsanız olaylara taraftar olursunuz sadece, olayları okuyamazsınız, bir adım öteye de gidemezsiniz.
Mesela tarihin arka planını, coğrafî şartları görmeden Arapları oturtursunuz bir tarafa; İngiliz'in ürettiği "Türklere düşmanlık ettiler, bizi arkadan vurdular" 'fasaryasını' hatırlarsınız yahut "tembelliklerinden" dem vurup savaş gerekçesini kendinize göre bulur, belirler ve masa tenisi gibi savaşları seyre koyulursunuz. Ne zalim görünür oradan ne zulüm. Çocukların çığlığı duyamazsınız, paramparça aileler, insanlar yok olur siz seyredersiniz. Savaş şirketlerinin paralı askerleri -ortamdan istifade- müzelerden çaldıkları İslam mirası, insanlık mirası değerleri Londra'nın, Paris'in müzayede salonlarında milyon dolarlara açık artırmayla satarken seyredersiniz.
Organ mafyası, hırsız cerrahlar savaş mağduru çocukların yetişkinlerin kalbini, ciğerini işe yarayan hasar görmemiş organlarını sökerken sadece seyrederiz.

Libya'da da aynısı yaşanıyor. Şimdi susar hiçbir harekette bulunmazsanız tekneleriniz yarın Akdeniz'de balığa çıkacak saha bulamazlar. Antalya'nın koylarına, İskenderun körfezine kapatırlar seni, başını uzatamazsın. Onlar şimdi "Müslümanları yenmenin" keyfini çıkarıyorlar, "Kilise İslam'ı, Batı Doğu'yu yeniyor" akıllarınca, bir bakıma doğru ve onlar bunun dayanılmaz hafifliğini yaşıyorlar. Savaşlar Londra, Paris, Washington'da değil de neden hep burada, bizim mahallede, İslam coğrafyasında yaşanıyor? Bağdat, Şam yerle yeksan edildi ilk önce. Tarihin, insanlığın en inemli ilim-irfan merkezlerini yok ettiler.
Bağdat, dünyanın en büyük kütüphanesine sahipti. İkincisi olmayan el yazması kitaplar orada ağırlığınca altınla tartılıp alınırken batı; "içine şeytan girdi" diye hastalarını yakıyordu. Tıp, matematik, astronomi kitaplarını Kur'an zannedip Endülüs'te yakan da onlardı. İslam'ın ürettiği medeniyetle iktidar oldular ama şimdi onları yakıyorlar.
Batı'nın ilim namuslu bilim insanlarına Garaudy'ye mesela, sorun, onlar size bunların cevabını muhakkak verecektir.

gazete

Ankara’da hileli ürün!

Ahmet TEZCAN

Ankara’da hileli ürün!

16.1.2020

"TAĞŞİŞ" Arapça kökenli ve eski bir kelime ama piyasada capcanlı yaşıyor ve yaşatılıyor! TDK sözlüğü, "Bir şeyin içine başka bir madde karıştırma, katıştırma, bir şeyin ayarını düşürme" olarak tarif ediyor kelimeyi. Aynen tarifte olduğu gibi ayarı düşük olanın yaptığı bir iş, taklit ve tağşiş.
Lafı nereye getireceğim belli; Bakanlığın açıkladığı listeyle birlikte hileli ürün konusu gündeme oturdu.
Bakanlığın açıklamasına göre 229 firmada 386 parti ürün hileli çıkmış.
Böylece ilk duyurunun yapılıp kamunun bilgilendirildiği 2012'den bu yana 1443 firma 3202 parti taklit ve tağşiş ürünle yakalanmış!
Sonra kaçı devam etmiş veya edecek onun bilgisi yok!

Ankara'da 10'dan fazla hileli ürün tespiti var. Çankaya'da sahte bal, eşek etli patlıcan musakka, Yenimahalle'de gıda boyalı toz biber, sakatatlı pide, kanatlı eti karışık köfte, yer fıstığı karışık dövülmüş iç fıstık, sahte tereyağı ve yoğurt, K.Kazan'da kanatlı ve baş eti karıştırılmış dana eti, Keçiören'de kanatlı eti karışık adana ve lahmacun, Sincan'da kanatlı karışık kıyma tespit edilmiş. Altındağ'da ızgara köfteye, Mamak'ta dönere at-eşek eti katılmış.
Bunların adı sanı internette ayan beyan var.Bilmeden satanlar müstesna, "HİLELİ ÜRÜNCÜLER" eğer UTANMA duygusuna sahipse bir süreliğine ortadan kaybolur, unutturunca yeniden ortaya çıkarlar, dükkânın adı değişir belki dekoru değiştirirler ve piyasada yeniden arzı endam ederler. Öyle mi acaba? Yoksa taklit ve tağşiş tespiti yapılan firmanın ocağına incir mi dikilir bilemiyorum!

İşin esası şu: Bir işe "RIZIK, HİKMET, HİZMET," gibi değerli bir hedefle değil, "bu işte iyi para var" hesabıyla girilirse o paraya ulaşmak için her şey mubah görülür! Eskiden AHİ TEŞKİLATLARI, ESNAF LONCALARI vardı, bir anlamda meslek örgütüydüler, hileli ürünü onlar tespit eder ve resmi makama bildirirlerdi.
Kendileri de hileci esnafın yüzüne bakmazlar veya camiden çıkarken pabucunu dama atarlardı. Mesela bir hamal yük taşıdığı eşeğe işten dönerken binemezdi, binerse "hayvana eziyetten" ceza görürdü. Velhasıl, şimdiki meslek örgütleri AHİ ve LONCA teşkilatının yerini tutamadılar ve toptan sınıfta kaldılar.
Neticede bizim de onlara "Üye aidatını alıyorsunuz, gereğini yapmıyorsunuz ve saltanatını sürüyorsunuz" diye sorma hakkımız doğuyor, haksız mıyım?

gazete

Ankara’nın deprem güvenliği

Ahmet TEZCAN

Ankara’nın deprem güvenliği

30.1.2020

Evet, gündem DEPREM, gündem CORONA, gündem KUDÜS, gündem İDLİP vs, uzatmak mümkün. Böyle günlerde dahi devleti milletiyle bütünleşemeyip ideolojik öfkelerini en aşağılık cümlelerle bir bahane kusanları da dahil edersek uzar gider gündemimiz, daha doğrusu dertlerimiz.

Aynı coğrafyada aynı şehirde, aynı dolmuşta, aynı alışveriş merkezinde neredeyse aynı şartlarda hayat sürerken birbirine 180 derece zıt duygular, düşünceler, kanaatler taşıyan dünya üzerinde bir başka toplum var mıdır acaba bilemiyorum?Bir âfet bile onları durduramıyor. Hangi deprem bir toplum için bu kadar yıkıcı, hangi virüs bu kadar yok edici ve ayrıştırıcı olabilir?
Mesela 10 kuvvetinde bir deprem Libya'yı, Suriye ve Irak'ı bu kadar harabeye çevirebilir miydi? Hangi zulüm Filistin topraklarından dünyaya bir husumet virüsü üretip kadim bir toplumu yok saymak suretiyle hayatları yaşanmaz hale getirebilirdi? Neyin yorumunu yapıyoruz, insanlığın geldiği nokta ortada!..

Ankara depremleri, Türkiye, ideolojisi de, jeolojisi de kırıklarla dolu bir ülke, yeryüzünde bizim tarihimiz ve coğrafyamız kadar insanı yoğuran başka bir yer yoktur. Bunları düşünürken başkentin tarih içinde yaşamış olduğu depremleri merak ettim.
Ankara ne zaman yıkıcı bir deprem yaşamıştır sormadan edemedim.
AFAD'da yeterli malumat var, Gazi Üniversitesi'nin de bir Çalıştayı'na rastladım. "Ankara'nın Deprem Tehlikesi ve Riski" başlıklı rapor 1900 yılından önce dört, sonrasında da 10 kadar yıkıcı depremi kaydediyor.
Ankara, 3. ve 4. deprem kuşağında ve Çankırı sınırlarımız dışında geneli itibarıyla GÜVENLİ sayılabiliyor. Ama çevre etkisini gözden ırak tutmamalı, ihmallerin her zaman bir bedeli mutlaka olur.

Allah bizi, bu güzel yurdumuzu daha büyük felaketlerden, birbirimize düşmekten korusun, içimize sevgi ve hoşgörü yerleştirsin. Hani EMPATİ diyoruz ya; başkasının derdiyle dertlenmeyi, "diğergam" olabilmeyi nasip etsin. Böyle günler yardım etmenin, katkıda bulunmanın yanı sıra dua günleridir, duada bulunmayı da ihmal etmeyelim.

gazete

Başkentin nüfusu

Ahmet TEZCAN

Başkentin nüfusu

6.2.2020

Nüfusu tespit için eskiden sokağa çıkma yasağı ilan edilir ve gün boyu evlere kapatılırdık, görevli elemanlar koyun sayar gibi ev ev, tek tek bizleri sayarlardı. Kaç kişi olduğumuz bu çalışmalar toparlanıp değerlendirildikten sonra açıklanırdı. Sayımın tam yapılamadığını da haftalar sonra basından "bize sayım memurları gelmedi" diyen vatandaşın açıklamalarından öğrenirdik. Şimdi yurt sathında nüfus artışı hem de adres tespitli olarak anında yapılabiliyor. Şurası çok önemli: Her şeyimiz, her kurumumuz eskiden eve kapatılarak yapılan sayım gibi ilkeldi, teknolojik altyapısı yetersizdi ve gerçeği tam yansıtmazdı. Merhum Özal, ardından Erdoğan bu anlayışı büyük ölçüde değiştirmişlerdir haklarını teslim etmek lazım.


Genel nüfus artış hızımız gerilemiş görünüyor bunu bilesiniz. Özellikle şehirlerde evli çiftler görüyoruz yanında nur topu yavrusuyla dolaşırken söz gelimi asansörde göz göze geliyor, soruyoruz; "kardeşi de var mı?", aldığımız cevap "o bizim 'bitane' miz". Eh, sonuçta nüfus o "bitane" lerle ilerlemiyor. Ancak onlar da haksız değil, çocuk şehirde tüketimi köyde üretimi körükler. İl ve ilçe merkezlerinde yani şehir hayatında yaşayanlarımızın oranı yüzde 92,8 olmuş, bir önceki yıl 92,3 tü. 100 kişiden ancak 7,2'si belde ve köylerde yaşıyor. Her bakımdan köyü, köylüyü canlandırmak gerekiyor, aksi halde büyük şirketler köylere yerleşecek haberiniz olsun. Dünyanın gidişatı bu yönde.


Başkentin nüfusu 135 bin 91 kişi artarak 5 milyon 639 bin 76 kişiyle İstanbul'dan sonra ikinci sırada yer aldı. 79,4 yıl ile erkeklerde yaşam süresi en yüksek il Ankara, kadınlarda da 82 yıl ile Antalya oldu. Genelde 15-65 yaş arası nüfus artmış ki bu çalışan nüfustur aynı zamanda. Bu arada çocuk nüfusumuz yüzde 23,1 ve ihtiyar nüfusumuz yüzde 9,1 olarak gözüküyor. Cinsiyete göre baktığımızda da erkek nüfusu yüzde 50,2 (41 milyon 721 bin 136 kişi), kadın nüfusu yüzde 49,8 (41 milyon 433 bin 861 kişi) olarak kaydedildi. Ülkemizdeki yabancı nüfus bir önceki yıla göre 320 bin 146 kişi artarak 1 milyon 531 bin 180 kişi olmuş. Suriyeliler bu rakama dahil değil. Çocuk sayımız artsın, evimiz, sokaklarımız, okullarımız cıvıl cıvıl sağlıklı çocuklarımızla şenlensin istiyoruz geleceğin genç Türkiye'si için, öncelikli dileğimiz bu

gazete

Çankaya’da protesto sesleri

Ahmet TEZCAN

Çankaya’da protesto sesleri

13.2.2020

Bir insan kendi söylediklerine yürekten inanacak ya da inandığı gibi davranacak. Aksi halde "ağzından çıkanı kulağının duymadığı" kanaatine varılır ki bilhassa siyasette bu davranış biçimi "güvenilirlik" bakımından çok önemlidir. Ondan sonra haklı bile olsanız toplumda yankı bulmaz. Ana muhalefetin lideri sıfatıyla her gün mangalda kül bırakmayan Kılıçdaroğlu konu CHP'li belediyelere yani kendi iktidarına gelince dut yemiş bülbül kesiliyor. Daha bir ay olmadı "CHP'li belediyelerde asgari ücret 2.500 TL olacak" demişti, peki, oldu mu? Biz şimdi Kılıçdaroğlu'nun İstanbul'daki ulaşım hizmetlerine yapılan yüzde 35'lik belediye zammına ne diyeceğini merak ediyoruz. İmamoğlu, "Hizmeti yürütemez noktaya gelmiştik" dedi işin içinden çıktı. Protestolar karşısında da; "Vatandaş zam tepkisinde sonuna kadar haklı. Zamma tepki göstermek kadar doğal bir şey yok" diyor!


"Hem nalına hem mıhına", "kurusıkı" sözler bunlar, ondan çok dinleriz böyle yaveleri.. Ben şahsen İBB'yi İmamoğlu'nun yönettiği kanaatinde de değilim.Kılıçdaroğlu da aynı yolla İstanbul'a aday yapılarak parlatılmış ve Baykal'a çekilen bir hareketle "aday değilim" dediği halde CHP'nin başına oturtulmuştu, şimdi görevini icra ediyor. CHP'de bu gibi durumların aydınlanması zaman ister, aydınlansa da bir şey değişmez.


Daha bir ay olmadı demişti ki Kılıçdaroğlu; "CHP'li bütün belediyelerde asgari ücret net 2 bin 500 lira olacak, sözümüzün arkasındayız." Oldu mu, sözünün arkasında durdu mu? Başkentte CHP'nin kalesi belediyede mağdur işçilerin protestolarını da duyan olmadı. Belediye binasının içinde eylem yapan işçiler Taşdelen'i protesto ettiler. Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen hakkında sloganlar atarak "insanca yaşamak" istediklerini haykırdılar. Kim duydu? Genel merkez sağırdır ve "Hiçbir sağır, duymak istemeyen kadar sağır değildir" diye bir söz var.


İşçilerin muhatabı olan Başkan Taşdelen de bu protestolar karşısında ne yaptı dersiniz: Zam isteyen işçilere "Maaşlar gününde ödeniyor" dedi. Seçimden önce ya da sonra idarece işine son verilen tek bir işçi bulunmadığını hatırlatarak adeta üstü örtülü tehdit etti işçileri. "Günü geçmiş toplu iş sözleşme görüşmesi ya da grev de yok" diyen Taşdelen, "Kamuoyunu yalanlarınızla yanıltmayın" diyerek işçileri yalancılıkla itham etti. İşte size tipik CHP yönetimi. Vatandaşın on yıllardır bu partiye ülke yönetimini teslim etmeyişinin sebebi ortada.

gazete

Millet Kütüphanesi

Ahmet TEZCAN

Millet Kütüphanesi

20.2.2020

Bugün çok önemli bir gün;
Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi bugün açılıyor.
Kütüphanede 4 milyon basılı, 120 milyonun üzerinde elektronik yayın ile 550 bin e-kitap ve nadir eserler bulunuyor.
Millet Kütüphanesi şimdi Türkiye'nin en büyük kütüphanesi olacak.
TÜİK'in istatistiklerine göre Türkiye'de 2016 yılı itibariyle toplam 28 bin 970 kütüphane mevcut. Milli Kütüphane'miz 1.3 milyonu bulan kitap ve diğer materyalleriyle şimdiye dek ülkemizin en büyük ve en zengin kütüphanesiydi.
Külliyedeki Millet Kütüphanesi bugün itibariyle entelektüel hayatımızda yerini alıyor.

Bizim kadim kültürümüz okumayı ve ilim Çin'de de olsa öğrenmeyi emretmektedir, dolayısıyla İslâm medeniyeti, tarih içinde ilmin, bilimin en önemli üreticisi, gelişmenin ve ilerlemenin en önemli öncüsü olmuştur. O nedenledir ki; Akşemseddin:
Pasteur'den 400 sene önce mikrobu bulmuş, Ali Kuşçu: ilk kez ayın şekillerini anlatmış. Trigonometri'de tanjant, cotanjant Ebul-Vefa'nın eseri olmuş. Biruni: dünyanın döndüğünü ilk olarak ispat ederken Avrupa'ya matematiği Ebu Kamil Şü'ca öğretmiş, Ebu Ma'şer de sudaki Med- Cezir'i keşfetmiş. Battanî'lerin, Cabir'lerin, Cezeri'lerin, Pîrî Reislerin keşifleri, buluşları, çalışmaları olmasaymış bugünkü bilim seviyesini yakalaması için insanlığın daha 40 fırın ekmek yemesi lazım gelirmiş.
Demirî, Avrupa'dan 400 sene önce zooloji ansiklopedisini yazmış, Farabî, ilk kez sesin fiziki izahını yapmış, Gıyasüddin Cemşid, matematikte ondalık sistemi bulmuş ama bunların hiçbiri şimdiye kadar ve hâlâ bizim okullarımızda, bizim çocuklarımıza neden öğretilmez anlayamıyorum?

Dünyanın en büyük ve en önemli kütüphanesine sahip Bağdat, bombardımanlarla yok edenler Moğolları geride bıraktılar. İnsanlık mirası bin yıllık yazma eserler ya yok edildi veya çalındı. İleride müzayede salonlarında milyon dolara koleksiyonculara satıldığını göreceğiz. O Bağdat Kütüphanesi ki kitapları altınla tartar alır, âlimleri ödüllendirirdi. Zihniyet olarak batı dediğimiz yapı Endülüs'te de kitapları yakarak aynı insanlık suçunu işlemiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, mimarisiyle de dikkat çeken Millet Kütüphanesi'ni bugün açacak ve muhteşem eser dünyanın sayılı büyük kütüphaneleri arasında yerini alacak. Hayırlı olsun, dilerim yararlananı bol olur, hergün cıvıl cıvıl ilim-bilim peşinde koşan insanlarla dolup taşar.

gazete

Takdir yok tenkit çok!

Ahmet TEZCAN

Takdir yok tenkit çok!

27.2.2020

Çin virüsü, deprem ve Suriye ilk ve öncelikli olarak Türkiye'nin gündemidir ama aynı zamanda dünyanın da gündemidir. Yani sorun çok ama ülkemizin müşkülü çözecek gücü de var. Vaktiyle bir yabancı mevkidaşı, resmi görüşmeler tamamlanıp istirahate çekilince bizim dışişleri bakanına "E daha daha?" diye soruyor. Bizim dışişleri bakanı o anda aklına gelenleri sıralıyor, mevkidaş şaşırıyor ve: "Bunlar" diyor "Dünyanın sorunları?" Bizim bakan bu şaşkınlığa dünya haritasında Türkiye'yi işaret ederek; "Bizim dünyadan başka sorunumuz yok mu?" demiştir ne cevap vermiştir sohbetin gelişen kısmını bilmiyorum ama, bizim yaşadığımız ve önümüzde yığınla çözüm bekleyen sorunlara baktığımızda büyük ekseriyetinin dış kaynaklı olduğu gerçek. Öyle sorunlar var ki dünya yükü adeta bizim ülkemizin omuzlarında.

Taa Çin'den bir virüs doğuyor, hızla bütün ülkelere yayılıyor. En son burnumuzun dibindeki komşumuz İran'da ve İran şaşkın, ne yaptığı nasıl tedbir aldığı belli değil. Dünya Sağlık Örgütü daha olaya el koymadan Türkiye, hemen gerekli önlemlerini aldı ve önce Çin'den sorunsuzca vatandaşını Türkiye'ye taşıdı, ardından İran'da aynı titizlikle işlem geliştirdi ve uçağı Ankara'ya indirip gerekli çalışmayı başlattı. Takdir var mı yok, tenkit çok! Oysa şu ana kadar virüsün sirayet etmediği ender ülkelerden biri Türkiye. Ülkemize girmemesi için önlemler titizlikle alınıyor. Yetkililerin açıklamalarından bunu anlıyoruz.

Bir kesim var ki virüsün niye Türkiye'de görülmediğine adeta üzülüyor. Allah korusun: "Hastaneler karantina altında, vatandaş panik, deprem bölgelerinde halk perişan olsun, Suriye'den art arda şehit cenazeleri gelsin" istiyorlar adeta. Ondan sonra "Aha, diyecekler, bu durumu her zaman ve her konuda olduğu gibi hemen "Saray'a taşıyıp sebep olarak göstermezlerse ben de ne olayım?! Hepimizin elbirliği etmesi, milli insiyakla tavır alması, birlikte üzülüp birlikte sevinmesi gereken en hayatî meseleler dahi Meclisteki grup toplantılarında siyasete meze yapılıyor. Bu anlayış yeni çıktı eskiden bu kadar densiz davranılmaz ve böyle konularda dikkatli olunur ve destek verilirdi. Netice olarak ben bir şey söyleyeyim mi; aklınıza gelecek hangi sorun olursa olsun Türkiye'nin altından kalkamayacağı bir mesele bulunmamaktadır. İçeriden takoz olmasalar bunların hepsinin kısa sürede üstesinden geleceğimize inanıyorum. İdarî ya da malî bunların hiçbiri Türkiye'ye sorun olmaz, ben devletime güveniyorum.

gazete

İsmail Coşar’ı kaybettik

Ahmet TEZCAN

İsmail Coşar’ı kaybettik

5.3.2020

Türkiye, bir büyük ismi, çok önemli, çok değerli bir sesi, başkentin Selatin Camii Kocatepe'nin yarım asra yakın müezzin ve imamlığını yapan İsmail Coşar'ı elim bir trafik kazasında kaybetti. Onunla fani dünyada çok iyi bir dost idik, Beka aleminde de inşallah beraber oluruz. Coşar'ın çok samimi bir Mü'min ve Müslüman olduğuna yürekten şahitlik ederim. Rabbim Rahmet etsin. 140'a yakın ülkede pek çok camide ilahileri, mevlitleri hele o müstesna sesi ile okuduğu ezanlarla yalnızca Müslümanların değil herkesin gönüllerini fetheden Coşar unutulmazlar listesine eklenmiş bulunuyor.

İsmail Coşar, 1950 Bursa Osmangazi ilçesi Çağlayan Köyü'nde beş kardeşin en küçüğüydü. Güzel sesi küçük yaşlarında herkesin dikkatini çekmiş, daha okula başlamadan ezanı ezberleyip her fırsatta köyün minaresine çıkıp ezan okuyordu. Çocukluk bu ya; yalnız ezan için değil, bir keresinde de tavuk uçurmak için minareye çıktığını anlatmıştı da çok gülmüştük. Coşar'ı, kimsenin bilmediği özellikleri, devlet adamlarıyla dostlukları, yaşadığı müstesna olaylarıyla esasen onun sağlığında yazmayı planlarken vefatını yazacağımı hiç düşünmemiştim. Onun hayatı ve yaşadıkları bir köşe yazısına zaten sığmazdı. Hatırat için kaç kez kendisine de söyledim; "Hocam bunları kaydet, hafızayı beşer nisyan ile malûlmüş, unutursun" demiştim. O da bir hazırlığı olduğunu söylerdi. İnşallah kitaplaştırılır da Coşar'ı herkes daha yakından tanır.

Annesidir onu ilk fark eden ve hafız olarak yetişmesini, eğitilmesini sağlayan. Tipik bir anadolu annesi olan Edibe Hanım'ı dilinden hiç düşürmezdi. Çok, çok duasını almıştı annesinin, ziyadesiyle sever ve sayardı. Güzel bir beyit, bir şarkı sözüyle coşar ve meclisine göre Davudî sesiyle herkesi de coştururdu. Tabiatıyla Kur'an'a ve ezana hayrandı, kim bunu layıkıyla okuyor, onu bilir, bulur, tanımaya tanıtmaya çaba gösterirdi. 15 Temmuz'da yurt semalarından salâların yükselmesini Coşar başlatmıştı. Musıkî, ses ve makam bilgisi mükemmel nadir müezzin, hafız ve mevlithanlardan biriydi, belki en önde gelenleri arasındaydı, tabiri caizse o bu alanda bir markaydı. Mevlid-i Şerif müellifi Süleyman Çelebi'ye hayrandı. Vukufiyeti ve sesi dolayısıyla Kâni Karaca'nın da hayranı ve yakın dostuydu. Velhasıl gönlü açık, eli açık bir adamdı Coşar, kapısından eksik olanı, ona hayranlık ifade etmeyeni görmedim, duymadım. Küçük bir grubumuz vardı, buluşur, Coşar ve arkadaşlarının manevi ziyafetleriyle coşardık. Kaybımız çok büyük, kendine ve eşine rahmet diliyorum, çocuklarının ve Türkiye'nin başı sağ olsun.

gazete

Hamamönü’nde bir dergâh!

Ahmet TEZCAN

Hamamönü’nde bir dergâh!

12.3.2020

İstiklâl Marşımız 99 yıl önce bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde oylanarak kabul edildi. Günün anısına bugün kimi, hangi tarihi olayı anlatmaya kalksam sütunlara sığmaz. Mehmet Akif Ersoy'un İstiklal Marşı'mızı kaleme aldığı tarih öyle bir zaman dilimidir ki emsali yaşanası değildir. 60'a yakın muharebenin yaşanmış, asırlara damgasını vuran hanedanların 'Çöküş Yüzyılı'dır bir bakıma. Avusturya- Macaristan ve Çarlık Rusya'sı da Osmanlı ile birlikte yıkılmıştır. Bu millet yedi cephede dünyanın muazzam güçlerine karşı mücadele vermiş, hiçbir cephede savaş kaybetmemiştir ama 1918 Mondros Mütarekesi ve müttefiklerimizin kaybetmesi yüzünden mağluplar safında bulunduğumuzdan kaybettik ve 6,5 asırlık İmparatorluğumuz da parçalanmış oldu.

İstiklâl Marşı'mızı doğuran o dönem millî ve manevi anlamda emsalsiz, çok duygu-yoğun, çok sarsıcıdır ki bundan etkilenmemek için insan olmamak lazımdır. Ve Taceddin Dergahı; Mehmet Akif Ersoy'un sığındığı Altındağ Hamamönü'ndeki bu dergâh milli marş olacak emsalsiz şiirin kaleme alınabildiği manevî mekândır. İstiklal Marşı'mızın kabul edilişinin üzerinden 99 yıl geçmiş, seneye dalya diyecek. Kurtuluş Savaşı'mızın en çetin günleri yaşanırken Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna ve istiklâlimize giden yolda çok önemli sırlar saklayan o mekânın ve yaşananların yeterince bilindiğini sanmıyorum. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, milletin kurtuluş mücadelesini o günlerde o dergâhta destanlaştırmıştır.

Mehmet Akif Ersoy'un ve muhteşem eseri Safahat'ı bugün layıkıyla anladığımızı söyleyemiyoruz. Sadece edebiyat derslerinde konu olarak yer alması da yetmiyor. Akıllı telefonlara, tabletlere gömüldük, Milli Marşımızda ifadesini bulan ruh yüksekliğine ulaşmak ise başlı başına bir eğitim sorunu. Milletin istiklaline ve istikbaline sahip çıkacak nesillere mutlak ihtiyacımız var. Mehmet Akif Ersoy da ortaya koyduğu eserleriyle tam da buna işaret ediyor.

gazete

Hayatımız onlayn!

Ahmet TEZCAN

Hayatımız onlayn!

19.3.2020

Apartmanlar dolusu insan öylece oturuyoruz evlerimizde, korktuk, psikolojimiz bozuldu. "Korkma" diye başlıyor Millî Marşımız ama korktuk.
Alsancak meselesi değil bu, can meselesi.
Alsancak meselesi olsa düşman bellidir, o zaman evde oturmayız, saldırı nereden geliyorsa alsancağı kapar, seve seve canımızı da veririz. Korkunun sebebi bilinmezlik, görünmeyen bir düşman var, kimin taşıdığı da belli değil.
Peki, ölmekten mi korkuyoruz? Hayır, kaybetmekten.
"Virüs denince evlere kapanabiliyoruz.
Sağlığımızı, sevdiklerimizi, kaybetmekten korkuyoruz.


***

Elimizde akıllı telefonlarımız, "N'olacak şimdi?" sorusuyla ekranlardan pür dikkat gelişmeleri izliyoruz. Sadece biz değil bütün dünya pürdikkat, öldürmek için en sofistike silahları üretenlerin yaşatmak için çaresiz kaldıklarını görüyoruz. Ülke yöneticileri, devletlerin en tepesindeki adamlar ve uzun uzun ünvanlı profesörler; ellerimizi nasıl yıkayacağımızı tarif ediyor, "mecbur olmadıkça evden çıkmayın, çıkarsanız maske takın" tavsiyesinde bulunuyorlar. İnsanlar marketlere hücum ederek ihtiyaç stokuna başladılar. 100 yıl önce İspanyol gribinden tam 50 milyon kişi ölmüş. 80'li yıllara kadar Çiçek hastalığı tam 300 milyon can almış ama hiçbirinde KORONA 19 kadar olağanüstü hal yaşanmamış. Ve Türkiye, tam zamanında riski gördü. Ortak akılla salgını olabildiğince hudutlarımızdan uzak tutmayı başardık. Aldığı tedbirler ve hastalık tablosuyla Türkiye, dünyanın takdirini kazanırken, içeride ideolojik saplantıdan kendini kurtaramayan bir kesimin bundan adeta rahatsız olduğunu da maalesef gördük.

***

İnternet tutkunu olmuştuk zaten; şimdi virüs korkusuyla evlere tıkılınca her şeyimiz onlayn oldu. Bilgisayara bağlı bir hayat yani, "Online"işimiz, alışverişimiz internetten, yemeğimizi bile ekrandan hallediyoruz. Çocukların eğitimi de uzaktan deneniyor şimdilik ve nakit paradan uzaklaşıyoruz hijyen kaygısıyla. Velhasıl, gökyüzüne Wİ-Fİ balonları yerleştirip insanlarla sınırsız, parasız, güçlü internet bağı kurmaya çalışanlar, lokal hükümetleri aşıp dünyanın başına buyruk olmak mı istiyorlar, bir virüse mahkûm ederek bizi nereye götürüyorlar diye düşünmeden edemiyorum.
Firavunların paraya ihtiyaçları yoktu, kitleleri yönetmek ve yönlendirmekti dertleri. "Nuh tufanı gibi bir şey" diye tarif edilen virüs felaketiyle de şimdi dünya el değiştirecek olmasın?
Asrın firavunları insanlığı teslim almak mı istiyor?

gazete

Elimize yüzümüze bulaştırmadan!

Ahmet TEZCAN

Elimize yüzümüze bulaştırmadan!

26.3.2020

Evde kalın, elinizi yıkayın, tedbirli olun, zorunlu olmadıkça kimseyle temas etmeyin.Şimdilik yapmamız gereken bunlar. Dünyanın her yerinde bu böyle. Yeni icat olmuş bir tedavi şekli olmadığından kimsenin yapacağı başka bir şey maalesef yok. En sevdiklerimizden uzak kalsak da enfekte olmadan, elimize yüzümüze bulaştırmadan hayatımızı sürdürmek durumundayız. İyi de yürüyen dönen bir hayatımız vardı, işe, okula, daireye gidiyorduk, haydi eve kapandık, toplum dediğiniz canlı bir organizma; yiyecek, içecek ve illaki hayatını idame ettirecek. Bin yıl önce Şirazlı Sadi, (Bir damla kan, bir yığın endişe) diye insanı tarif ederken; Üstad Necip Fazıl "Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu" mısraıyla günümüzü anlatmış sanki!

Bizzat veya yakınlarımız aracılığıyla ölçüyü kaçırmadan mübrem ihtiyaçlarımızı elbette karşılayacağız. İnternet, telefon elimizin altında, 112 çağrı merkezi bu konuda görevlendirildi, onların yardımını isteyeceğiz. Ancak bir husus var; olağan günler yaşamıyoruz, temel gıda maddeleri ve elzem ihtiyaçlarla sınırlı olacak isteklerimiz. Kapıma kadar getiriyorlar diye kamu çalışanlarını "kullanmaya" kalkmayacağız. Bu arada "Bir ihtiyacınız var mı?" diye soran ve gereğini yapan bir komşum olduğunu burada teşekkürle ifade etmek istiyorum, üstelik henüz tanışmıştık. Ekmeği, suyu diğer ihtiyaç maddelerini kullanırken de ölçülü olacağız. Nispeten kurak bir kış geçirdiğimizi, baraj sularının yeterli seviyede olmadığını yetkililer açıkladılar. Elimizi 20-30 saniye yıkamak gerekiyormuş diye çeşmeyi şarıl şarıl açık tutmak gerekmiyor. Normal akış hızıyla 25 saniyede musluktan 2 litreye yakın suyun boşa aktığını bizzat gördüm.

Olağan günler yaşamıyoruz, tedbirli davranacağız, en kötü günler için hazır olacağız ki sağlıklı, güzel günlere ödül gibi kavuşacağız. Bana sorarsanız bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Karşı karşıya bulunduğumuz durum dünyanın düzenini değiştirecek, yeni tanımlar, anlamlar, kavramlar doğacak. Hiç kimse hayatın alışageldiğimiz gibi devam edeceğini beklemesin. Önemli olan bunu anlamak, kavramak ve kabul etmek. yeni hayat başladı bile; "Paraya elinizi sürmeyin" diyorlar mesela. Yani nakit yok. "Simit alacağım, sütçü kapıya geldi" diyemeyeceğiz. Ne simitçi ne sütçü olacak bundan sonra sokaklarda artık, eski hayatlar tarih olacak. milat baz alınarak tarihi "MÖ-MS" diye tasnif ediyorduk. Bundan sonra belki virüs milat olacak ve yeni hayatımızı "VÖ-VS" diye tasnif edeceğiz kim bilir?

gazete

Kendini onun yerine koy!

Ahmet TEZCAN

Kendini onun yerine koy!

2.4.2020

Çok olağanüstü günler yaşıyoruz, hele bugünlerde sağlıkçıların ruh halini ancak içinde olanlar bilir. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bunu en ağır şekliyle yaşayanlardan biridir, belki de tek kişidir. Günlük mesaisi 15 saat ve her gün 1800 hastaneye tek tek bağlanıp yetkililerle durumu görüşüyor. Tedavilere, belki ölümlere şahitlik ediyor. Gece yarılarını bulan günün sonunda kimse onun yerinde olmak istemez. Bu yüzden basın toplantılarında kamuyu bilgilendirirken, hele ölenleri açıklarken ifadeler boğazında düğümleniyor. Hariçten "gazel" okuyanların bunu bilmesine, anlamasına imkân, ihtimal yok. Ayrıca anlamalarını bekleyen de yok. Çünkü bu bir yapıdan öte bir üslûp, karakter, inanç hatta ahlâk meselesidir. Önce kendini karşıdakinin yerine koyacaksın ki anlayasın.

***

Sorumluluk makamında olan bir yakınımın virüsün sebep olduğu hastalığın insan bedenindeki seyri, hele ölümcül safhadaki durum hakkındaki söylediklerini burada ifade edip etmemeyi çok düşündüm. Dünya bunu en ağır şekilde yaşıyor maalesef ve biz nasıl yaşandığını, o yoğun bakımdaki durumları bilmiyoruz. "Bilseydiniz" diyor o yakınım, "değil evinizden, banyodan çıkmazdınız korunmak için!" Bu yüzden unutulan kelimeyle söyleyeyim tecrit çok önemli. Neyse, inşallah bu zor günleri aşacağız. Devlet, bu savaşı kazanmak, virüsün ilerlemesini durdurmak, tedavi hizmetlerini güçlendirmek ve insanımızı kaybetmemek için büyük çaba harcıyor. Sadece sağlık alanında değil, bu mücadele topyekûn bütün sahalarda veriliyor. Devletin de milletin de tek gündemi bu. Nasıl olmasın, millet evine kapanmış beklerken, herkes can derdine düşmüşken başka şeyle meşgul olmak mümkün mü?

***

İnsanların yakınları vefat ediyor, cenazeler alışılagelen merasimlerle kaldırılamıyor. En yakınlarımızı üç-beş kişi ile defnediyor ve acımızı içimize gömüyoruz. Son zamanlarda vefat edenlerin hastalığı da "kalptendi, şundandı, bundandı" diye hemen söyleniyor. Yani ölümün virüsten kaynaklanmadığı bilhassa ifade ediliyor, "virüsten öldü" dedirtmemek için bunu yapıyorlar çünkü olayın bir de toplumsal boyutu var. Ben bu yaşadıklarımızın dününe, bu mücadelenin tarihine dönüp bakmak istiyordum. Şu kadarını ifade edeyim; Osmanlı'da tedavi ücretsizdi ve hekimler hastanın ayağına gelirdi. Bugün"Koruyucu Sağlık" manasına gelen Hıfzıssıhha'yı, geçmişteki tedavi usullerini ve başbakanlık da yapmış bulunan Dr. Refik Saydam'ı bir başka yazıda inşallah.

gazete

Birbirimizi özledik!

Ahmet TEZCAN

Birbirimizi özledik!

9.4.2020

Bir araya gelip koca koca şehirleri oluştururken birbirimize ne kadar da bağımlı ve muhtaç olduğumuz ortaya çıktı. Ben böyle düşünüyorum şahsen. Üç hafta ev hapsinde olmak bana yetti. "İki laflasak" dediğim dostlarımı, arkadaşlarımı hatırlıyorum tek tek, şakalarını, seslerini, seslenişlerini özlüyorum. Dizinin dibinde saatlerce dinlemek istediğim büyükler var. Akıllı telefonlar alışkanlıklarıma uymuyor. Dostlarla bazen FaceTime olalım istiyorum şöyle yüz yüze, bir arada olmanın keyfini vermiyor.

***

Bu olağanüstü günler, bir arada olma arzumuzu yeniden test etmeye çok uygun. Kim bizi bir daha böyle eve kapatabilir. Hazır viras yüzünden kendimizle, aklımızla baş başa evlere kapanmışken durum değerlendirmesi yapmanın tam zamanı. Şöyle etrafa bakmalı, sonra geçmişimiz, nihayet sağlam ve sağlıklı değerlendirmelerle geleceği yeniden tasarlamak, planlamak durumundayız. Şimdi tek telaşımız rızık ve salgından etkilenip ecel korkusuna kapıldık biliyorum; "Hiç endişe etmeyin" diyor büyükler, ikisi için de insanın yapacağı bir şey olmadığını söylüyorlar. Biz tedbirimizi alacağız; evden çıkma diyorlarsa çıkmayacağız, kendimizi, çevremizi gerektiğince temiz tutacağız ve kimseye bulaşmayacağız. Bundan ötesi takdire kalmış, o da yaratanın elinde. Vakti saati bellidir ömrün, biz bunu dolu dolu değerlendirmeliyiz.

***

Şimdilerde "en gelişmiş" diye tarif edilen ülkeler çuvallarken; bizim devletimiz hiç olmadığı kadar hayatımızın içinde, Bunu görmemek için gözden ve idrakten aciz olmak gerekir. Dışarıdan gelen ve dünyayı saran bir felaket karşısında kendimize ve devletimize güvenmek ve yardımcı olmak vatandaş olarak birbirimizle dayanışmak durumundayız. Madem evlere kapandık; etrafı, konum komşuyu da düşüneceğiz. Benim komşum her gün soruyor "Bir şeye ihtiyaç var mı?" diye, sorması bile beni mutlu ediyor.

***

Arasak elimize geçmez böyle günler, çok iyi değerlendirmeliyiz. Bunun sonunda belki bambaşka bir hayat bizleri bekliyor, kim bilir, "komplo" deyip geçmemek gerekiyor. yapay zeka konusu mesela, beni düşündürüyor şahsen. İnsanî bulmuyorum ama ilgisiz de kalamıyorum. Gençlerin şu her yanındaki dövmeler yok mu, yarın bunların yerini "dijital" olanlar alacak. Ne yediğimiz ne yapıp nereye gittiğimiz ve belki bütün tercihlerimizde bu CHİP'lerin rolü büyük olacak. Eskiler tümüyle çöpe, zamanın firavunları insanoğluna yepyeni bir hayat tarzı hazırlıyorlar bunu da unutmayın.

gazete

Ayhan Sümer’i uğurlarken..

Ahmet TEZCAN

Ayhan Sümer’i uğurlarken..

16.4.2020

Ankara'nın çınarı Ayhan Sümer Ağabeyi kaybettik, Allah Rahmet etsin. 90 yıllık ömründe adı Ankara ile özdeşleşen, Ankara'nın hizmetkârı olmuş bir isimdir Ayhan Sümer, başkentin son asrına, Cumhuriyet Türkiye'sinin gelişmesine birebir şahitlik etmiş bir "Son Şahit" o. Onların sayıları da çok fazla değildir. Aslen Nallıhan çocuğudur ama 7 yaşında babasının Anafartalar'da ticarete başlamasıyla Sümer'in başkent hayatını başlamıştır. Baba Hafız Mustafa Sümer'in de Ankara'ya göç sebebi zaten çocuklarının tahsilidir. İyi ki de göç etmişlerdir; böylelikle Sümer ailesi Ankara'dan bu yurda vergi rekortmeni başarılı iş adamı, yardımsever, Ankara sevdalısı Ayhan Sümer'i kazandırmıştır. Yine ünlü yazar Adalet Ağaoğlu ve alanında başarılı olmuş ünlü tabip Cazip Sümer de ailenin bu yurda kazandırdığı değerli isimlerdir.


Ankara'mızda bir çatı kuruluşumuz var bizim. Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan'ın başkanlık ettiği ve başkentteki tüm STK'ların yöneticilerinden oluşan bir kuruluş bu, adı Başkent Ankara Meclisi.. Ayhan ağabey buranın kurucularından ve de onursal başkanıydı. "Nereli olursak olalım Ankara'da yaşıyorsak, Ankara'yı sevelim, Ankaralılığı da içimize yerleştirelim" fikrinin sahibiydi, dolayısıyla Ankara'nın ve hepimizin ağabeyi idi Ayhan Sümer. Bir araya gelince elini öper, yakın tarihi ondan dinlemek isterdik. Yol gösteren, ışık tutan derin bir tecrübeydi o. Biz "ağabeylik" müessesesini unutalı hayli oldu ve ağabeyleri de birer birer kaybettik! Üye olursunuz, yöneticisi olursunuz ama "ağabey" olmak ancak fedakârlıkla mümkündür.


Ayhan Sümer. Başkentin iş hayatında olduğu kadar kültür hayatında da vardı. Cahit Sıtkı, Ahmet Kutsi, Nurullah Ataç gibi ustaların sohbetlerine şahitlik etmiş, meşhur 'Fahriye Abla' şiirini Ahmet Muhip'in kendinden dinlemişti. Cumhuriyet'in ilk yıllarının ünlü Piknik Restoran'ı, Bekir'deki müzikli yemekleri, gazeteci ve politikacıların Karpiç sohbetlerini ondan dinlemiştik. Uzunca bir sohbet etmeyi kararlaştırmıştık ama olmadı.


"Ankara çok büyüdü ama sağlıklı büyüyemedi" sözü ona aittir. Değerlerimizi koruyamadığımızdan hayıflanırdı. Ayhan Ağabey okullar da yaptırdı, gençleri spora teşvik etti. Gençlerbirliği'nde de çok çaba harcadı. Evet, Sümer'in vefatıyla Ankara, sadece başarılı bir iş adamını, ünlü bir tüccarını değil, bir büyük ağabeyini kaybetti, Rabbim Rahmet etsin.

gazete