31 Aralık 2020 Perşembe

2020 ÇOK YORDU

GEL DE YAZMA 

                                                         Sabah Gzt.                           

    İşte 2021 NUMARALI(!) yeni bir yıla girmiş bulunuyoruz. 2021’in ne

numaraları olacak yaşayıp göreceğiz.

TDK sözlüğünde numara, “Hile, düzen, dalavere, yalan” anlamına da

geliyor. Güle oynaya karşılanan ve gelişi şenliklerle kutlanan nice yılların ne

numaralarını gördük bugüne kadar. İşte 2020.. Elazığ depremi ile başladı Korona

ile sürdü gitti. İnsanlığın adeta nasıl bir girdaba sürüklendiğine şahit olduk. Ölüm

korkusundan evlere kapandık, şehirler, ülkeler kapandı, ekonomiler yerle bir

oldu.

Olağanüstü zamanlarda dolup taşan mabetler, tapınaklar bile ıpıssız kaldı.

Tarih şimdiye kadar böylesini yazmadı. 2020 bizi çok yordu, sade bizi değil,

dünyayı yordu. Dilerim 2021 devamı olmaz.

****

    Yılları numara vuran da insanoğlunun kendisidir aslında. Kendince o çok

önemli günü(!) MİLAD kabul edip günleri, ayları, yılları saydı. Öncesi de vardı

elbet ama onu “antika” kategorisine aldı ve bir bakıma yok saydı. Halbuki güneş

orada, ay orada, biz de buradayız, değişen ne? 2020 oldu 2021.. Tek rakam

değişikliğiyle bir şey değişmiyor. Değişmesi lazım gelen aslında bizleriz.

Yaşadığımız tecrübeyle tertemiz bir dünyada kendimize mükemmel bir hayat

hazırlayabilecekken; AYRILIK, NEFRET ACI besliyor, geleceği karartıyoruz.

Nice Yıllara demiştik 2020 için; milletimiz, memleketimiz, ecdat emaneti

vatan toprağımız, biricik yurdumuz, güzel Türkiye’miz için umut tazelemiştik.

****

    Biraz buruk da olsa yine umutluyuz ancak başımızı iki elimiz arasına alıp

şöyle bir düşünmekte fayda var.

Hasret kaldığımız yağmuru bulutlardan değil, on binlerce öksüz yetim

yavrunun çaresiz gözlerinden..

Kimi kimsesi kalmamış, mağdur edilmiş, yerinden yurdundan olmuş

gariplerin dudaklarından dökülecek dualardan bekleyeceğiz.

Aksi halde daha büyük dertlere duçar olur, perdelenen yüzlerin utancını

artık maskeyle de saklayamayız. Yuvalar dağılır, bereket kaçar, selam, sevgi,

saygı tümden göğe çekilir. Bugünün yaşananı maalesef budur.

Öyleyse; yer çekimi kadar gök çekimine de tabi olup yeryüzüne salıverilmiş,

başıboş varlıklar olmadığımızı, bunun mutlaka bir sonucunun olacağını

düşünmeliyiz.

    

    Ben yine çocuklardan başlayarak 2021’in acısız, sancısız, üzüntüsüz bir yıl

olmasını diliyorum. Gülücükleri hiç solmasın o masumların.

Ve ölümü gösterip bizi sıtmaya razı eden dünyanın tepesindeki ahir zaman

firavunlarına da birazcık İNSAF ve MERHAMET diliyorum.

Yeni yılımız kutlu, bereketli, güzel bir yıl olsun inşallah, NİCE YILLARA.

24 Aralık 2020 Perşembe

BİN SÖYLE BİR DİNLE..

Sabah Gzt.


GEL DE YAZMA

Başkent’e tam anlamıyla “göz-kulak” olan SABAH ANKARA geçen hafta 16 yaşına

bastı. Öncü oldu Gazetemiz; Başkent’te olan-biten veya aksayan her durum için

görev üstlendi ve içinde yaşayanları bundan haberdar etti.

Emsali yoktu ilk çıktığında veya ana gazete içinde Ankara’ya sayfa ayrılıyordu.

Sabah Ankara, şehir gazeteciliği anlamında örnek oldu, önemli bir sorumluluk

üstlendi. Doğumuna şahitlik etmiş bir gazeteci olarak biz de “Gel de Yazma”

mottosuyla bu köşeden her konuya, dosdoğru bir gözden pertavsız tuttuk. Tarihe

tanık okuyucu önüne çıkardığımız makale sayısı 1000’in üzerindedir.

Sabah Ankara bugün Osman Altınışık’ın kaptanlığında 16 yaşına girerken, bütün

arkadaşlarımızı tebrik ediyoruz. NİCE YILLARA dileğimizle katkımızı

sürdürüyoruz. İmkân-mekân meselesi, ömrümüz oldukça da güncel mevzulara

aklımızın erdiğince parmak basmaya devam edeceğiz.


****


Günün gündemi belli; VİRÜS dünyayı sarsmaya devam ediyor. Etkisini kırmak

için ülkemiz ve bütün dünya büyük çaba harcıyor. Musallat olan şeyin insanî ve

iradî olup olmadığı tartışılır. Ama şurası bir gerçek ki yarım gram bile çekmeyen

bir yapı yerleşik tüm alışkanlıkları değiştireceğe benziyor.

Baş gösteren bir tehlike daha var: Kuraklık..

Su rezervleri tahminlerin çok altına düştü. Musluktan akan suyun kokusundan da

belli ki su rezervlerimiz DİP yapmaya yakın. Ankara’yı besleyen barajlardaki

doluluk yüzde 25’in altına inmiş, yetkililer uyarıyor ve yağmur emaresi de

gözükmüyor.


****


İster istemez şöyle düşünüyorum: Birbirimizden çok koptuk, samimiyet kalmadı,

YÜZLERİMİZ PERDELENDİ ve evlere kapandık kaldık. Ve Kadîm Kelam kulağımıza

fısıldıyor: “Suyunuz çekiliverse size akarsuyu kim getirir?”(Mülk-30)

Bütün binalarda suyu ve enerjiyi depolamamız gerekirken; tuvaletinde içme suyu

kullanan, güneşini tam kullanamayan bir ülkeyiz biz! Her konuda israf

alışkanlığımız oldu. Evin çevresindeki ağaçları budadılar iki kamyon odunu çöpe

attılar. Rezervuarın içine 1,5 luk pet şişe yerleştirsek sifonu her çekişte o kadar

su tasarruf ederiz.

Tehlike çanları çalıyor. Kaynaklarımızı iyi kullanmak, en önemlisi de minnet ve

şükran duygumuzu yeniden kazanmak zorundayız.


17 Aralık 2020 Perşembe

DOĞUMU DEĞİL, ÖLÜMÜ KUTLANAN ADAM!

GEL DE YAZMA


İnsanlar doğum gününü çok önemserler. O günü iple çeker, kutlamalar yaparlar.

Ben bu arada böyle kutlamalarda İngilizce “Happy birthday to you” filan diyerek alkış tutulmasına da pek bir anlam veremem.

Sömürge halklarına yakışan bir tutum bence!

Yer yüzünde bir tek insan var ki onun doğumu değil, ölümü kutlanmaktadır.

Çünkü bizzat kendisi “düğün günü” ilan etmiştir öldüğü günü.. Cenazesinde yas

tutulmayıp eğlenilmesini, şenlikler yapılmasını istemiştir.

Evet, bugün Şeb-i Arus, Hz. Mevlâna’nın Hakka kavuşma günüdür. Aşk Şehri

Konya bugün O’nun GEL çağrısına mukabeleyle, her dinden, dilden ve renkten

insanlarla dolup taşmayacak. 2020 Şeb-i Arus’unda bugün Konya, ney sesleriyle

inleyecek belki ama, sokaklar bu gece pandemi nedeniyle ıssız ve sessiz kalacak.

Semazenler, sazendeler 747 nci Vuslatın ayini şerifini bu gece maskeyle mi icra

edecekler, Mevlevîler birbirinin elini öpemeden nasıl bayramlaşıp “AŞK ile Huu..”

diyecekler ben de merak ediyorum?!

****

Hıristiyanların, Musevilerin 747 yıl önce bugün, Müslümanlarla beraber O’nun

cenaze merasiminde, vasiyeti de ihlal edip nasıl gözyaşı döktüklerini bugün;

Rumlara, Ermenilere, Yahudilere ve her fırsatta Türkiye’ye düşmanlık eden

Amerika’ya nasıl anlatılır bilmiyorum?!

Hz. Pîr’i anlatan RUMÎ adlı kitabın ABD’de her yıl “bestseller” (çok satan) olup

“liste başı” kalması ne yaman çelişkidir ve nasıl anlaşılır?!

****

Mustafa Kemal‘in de Mevlâna ile ilgili ta Selanik’ten başlayan hikâyeleri var. Bir

ara kraldan fazla kralcılar türbeler, tekkeler, zaviyelerle birlikte Hazret’in

türbesini de kapatmak istediler. Atatürk, Hasan Ali Yücel ile ziyareti sırasında

Niyaz Penceresi’ndeki yazıyı gördü. Farsça bilen Hasan Ali’ye yazıyı tercüme

ettirdi. Kitabedeki; “Ey keremde, yücelikte, nur saçıcılıkta güneşin, ayın ve

yıldızların kendisine kul köle kesildiği güzel. Garip âşıklar senin kapından başka

bir yol bulamasınlar diye, bütün kapılar kapatılmış, yalnız senin kapın açık

bırakılmıştır” ifadeleri türbenin bugüne kadar açık kalmasını sağlamıştır.

Hz. Mevlâna’yı asırlardır insanlara sevdiren onun Aşkı olmuştur. O aşk;

Allah’adır, “ayağının tozuyum” dediği Habibi Resul’e ve tüm yaratılanlaradır. O

insanı da bir başka sevmiş ve fakat dünyevileşmeyi hiç sevmemiştir. Onun

öğretileri birbirinden kopmuş günümüz insanı için adeta ilaçtır amma dinleyeni,

duyanı azalmıştır vesselam.

747 yıl sonra biz de O’nu, Tebrizi’yi, Tirmizî’yi, Sadrettin Konevi ve tüm dostlarını hürmet ve muhabbetle buradan Huu diyerek aşk ile selamlıyoruz.

Sabah Gzt.

10 Aralık 2020 Perşembe

AŞIYI AŞTIK!


GEL DE YAZMA


İNSANLIĞIN AŞIYLA İMTİHANI ilk önce Çiçek Hastalığı ile başlamıştı. Bu aşıyı

üreten Pasteur, ilk araştırmaları sırasında bütün devlet başkanlarına birer yazı

göndererek yardımlarını istemiş.

Abdülhamid Hân’ın eline yazı ulaşınca “Derhal” demiş, “ama bir şartım var”

diyerek çalışmanın İstanbul’da sürdürülmesini istemiş.

Cennet mekân, Büyük Sultan’ın B Planı hazır..

İstanbul teklifi kabul görmeyince Pasteur’e bir Mecidiye Nişanı ve 10 Bin altın

yolluyor. Ancak bu yardım çiçek aşısı çalışmalarına dahil olmaları şartıyla üç

uzman ile yollanıyor:

Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne’den Müderris Zoeros Paşa, Dr. Yrb. Hüseyin

Remzi ve Veteriner Hüseyin Hüsnü beyler böylelikle Pasteur’ün aşı çalışmalarına

dahil oluyorlar. Dönüşte de kemik iliğine şırınga edilmiş kuduz aşısını memlekete

getirip çalışıyorlar.

****

Bizde aşı çalışmasının ondan da önce başladığı tarihi vakıadır. İngiltere

Büyükelçisinin eşi Lady Mary Montagu 1718’de ülkesine bir mektup gönderir.

İstanbul’da çiçek hastalığına karşı “aşı denilen bir şey” in uygulandığını bu

mektupta hayretle bildirir. Elçinin eşi Osmanlı hamamlarında uygulamaya

rastladığını Papa’ya da bir mektupla bildirir ve izin ister. Tarihçiler bunun aşı

yapımına ilişkin en eski belge olduğunu yazarlar.

****

Bir zaman AİDS gündemdeydi, Afrika’da bir maymundan insana geçtiği filan

tartışıldı. Çiçek aşısı kılıfı altında bunun Kara Kıta insanlarına zerk edildiği ve

böylelikle nüfusun üçte birinin 10 sene içinde yok edilmek istendiği hâlâ

tartışılmaktadır.

Aslında DÜNYANIN YÖNETİCİLERİ(!); (bakın DEVLETLER demiyorum) bunu

bütün dünya için düşünüyorlar. 2050 yılında dünya nüfusunun 10 milyar sınırına

geleceğini hesaplayıp “dünya insanlara yetmeyecek” diye panikliyorlar.

“Dünya bize yetmez” şeklinde anlıyoruz biz bunu ve nüfusu azaltmak için her

yolu deniyorlar diye düşünüyor ve soruyoruz:

Dünya Sağlık Örgütü neden ağırlıklı olarak insanın bağışıklık sistemi üzerine

çalışıyor? Neden ABD Savunma bakanlığı, fazlaca aşıyla, sağlık işleriyle

uğraşıyor? Birisi (Mr. Segal) “Bu işler ev yapımı” deyince CİA hemen kendisini

ziyaret ediyor, neden?

****

Öyle olunca bizler HİV, Hepatit, (şimdi de Covit) bilumum aşılamalardan ister

istemez şüphelenir olduk, kafamız ambale oldu. Biz ona “anvele” derdik, nedir o

bilir misiniz? Aşırı yüklenmeden şaşırmak, bunalmak, iş göremez, düşünemez

duruma düşmektir!!!

Sabah Gzt.


3 Aralık 2020 Perşembe

TEK GÜNDEMLİ BİR HAYAT!



GEL DE YAZMA 


Çok büyük sıkıntı var, bütün dünya dalga dalga bir büyük felaketle boğuşuyor.

Virüs deniyor, aşı deniyor vesaire, neticede insanlığın yaşadığı gerçek ortada.

Ekonomiler daralıyor, hükümetler zorlanıyor ve bunun sonu nereye varır tahmini

zor bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Bir süredir tek gündemli bir hayatı hep birlikte yaşıyoruz. Kendimizi çocuklarımızı

korumaya çalışırken en yakınlarımızın, sevdiklerimizin kayıp haberlerini alıyoruz.

Topyekûn bir bedel ödüyoruz adeta.

****

Devlet kesenin ağzını açtı, bakanlıklar yeni tedbirler kapsamında işçi-çiftçi-

memur tüm çalışanların, emeklinin, esnaf ve sanatkârın sıkıntısını hafifletmeye

çalışıyor.

Bu arada bazı vilayetlerde belediyelerin kendi mülklerinde kiraları düşürmek gibi

yük hafifleten tedbirleri uygulamaya soktuklarını, nakdi yardımda bulunduklarını

duyuyor, görüyoruz.

Ankara büyükşehir başta olmak üzere bizim belediyelerimiz, TOBB, TESK gibi

meslekî kuruluşlar, SENDİKALAR bu konuda ne gibi bir çalışma içindeler merak

ediyoruz?!.. O muhteşem binalarda, o makamlarda öylece oturma zamanı değil.

Her şey devletten beklenmez, herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor.

****

Hep birlikte bu zor günleri aşacağımız noktasında umutlarımızı besliyor, normale

döneceğimiz günleri sabırla bekliyoruz.

Bize düşen belli; sağlığımız için ne tavsiye ediliyorsa onu yapacağız. Maskesiz

dolaşmayın, fiziki mesafeye, temizliğe dikkat edin deniyorsa ihmal etmeyeceğiz.

Normal günlerin alışkanlıklarıyla hareket etmek işi zora sokacak ve en başta

kendimize zarar verecektir.

****

Anlatmadan geçemem: Geçenlerde iki genç kızı garip siyah giysiler içinde, ilginç

makyajla gördüm. Siyah pelerinleri, başlarında “foter” dediğimiz şapkaları vardı.

TV’de “Cadılar Bayramı” adıyla bir sapıklığın dünyada nasıl kutlandığı haberlerini

duyana kadar bir anlam verememiştim. Anladım ki bizim çocuklarımız cadı

kıyafetiyle bu sapıklığa alet olmuşlardı. Şaşkınlığım ve üzüntüm bir kat daha

arttı.

Böyle bir günde başka şey söylemeyip sadece düşünmeye davet edeceğim!


Sabah Gzt.

26 Kasım 2020 Perşembe

ÖNCE İNSAN..


GEL DE YAZMA 

Öğretmeni ben öğrencilerde, öğrencinin halinde, tavrında görmek istiyorum.

Öğretmeni sadece öğrencisine bakarak değerlendirmek de ona haksızlık olur

biliyorum ama; öğretmenin kalitesi öğrenciye yansımalı, bunu istiyorum.

Öğrencinin yetişmesinde bu bir zincir; en evvel aile, yetiştiği ortam ve sistemin

büyük payı var.

Hele ki müfredata kadar müdahil olan Fulbiright Komisyonu’nun işe el

atmasından sonra mesele nerelere varmıştır, anlatmak için sütun yetmez!..


****


Öğretmenin, en öncelikli, en ayrıcalıklı eğitim ve öğretimi alması için ne lazımsa

yapılması gerekir. Hiçbir masraftan kaçınılmayıp maaşı da en üst baremden

hesaplanmalıdır.

Onları İNSAN yetiştirmek için görevlendireceksin ve o görevle öğretmenlerin

yetiştirdikleri; Vali olacak, general, doktor, mühendis-mimar olacak, iş-bilim

adamı, esnaf-sanatkâr olacak..

Ama ÖNCE İNSAN olacak.


****


Cumhuriyet Türkiye’sinde şimdiye kadar 66 hükûmet görev aldı. Cumhuriyet

hükümetlerinde Milli Eğitim’de kaç bakan değişti bilir misiniz? Bakanlar

Kurulu’nun o zamanki adıyla İcra Vekilleri Heyeti’ni de dahil edersek bakan

sayısı 97 yılda 80’i buluyor. Her bakana ancak 1 yıldan biraz fazla icraat fırsatı

düştü. Aynı süre içinde diyelim ki sanayi veya tarım bakanları bu kadar sık değiş

midir, bilmiyorum?!


****


Öğretmenler Günü münasebetiyle eğitime damgasını vurmuş bir milli eğitim

bakanı olan Vehbi Dinçerler ile konuştum. Bir kitaba dökmüş düşündüklerini,

onun kitabından meseleye daha derin bakacağız.

Dinçerler, öğretmenlerin günü mesajını öğretmenlere teşekkürle sosyal medyada

şu sözlerle paylaşmış:

“Ülke geleceğinden en başta öğretmenlerimiz emin, memnun ve mesrur

olabilmeli ki, kutlayışımız bayram olsun. Öğretmenlerimiz eğitimin temel taşı,

bizim de baş tacımızdır. Ancak merkezine öğretmenimizi alan sistem güzel

ülkemizi yücelere taşıyacaktır. Derin saygı ve muhabbetlerimle.”

Özel, münhasır günler, hafta ve bayramlar da YERLİ ve MİLLÎ olmalı. Kuru, rutin,

ruhsuz kutlamalardan kaçarak, duyguya, sevgiye gark etmeliyiz ki hedefe çabuk

varalım diyor, biz de bu yazı günümüzde öğretmenlerimizi kutlayarak başarılar

diliyoruz.


Sabah Gzt.

19 Kasım 2020 Perşembe

KIŞ LASTİKLERİ

GEL DE YAZMA 


Karayolu ve trafik uzmanları KIŞ LASTİKLERİNİZİ TAKIN diye ısrarla uyarıyor.

Vatandaş da etrafına bakıyor; ne kar var ne yağmur!..

Günlük güneşlik hava, her zaman olduğu gibi bu önemli kış hazırlığında da bize

unutturuyor. Çünkü kışı karla birlikte düşünüyoruz.

Halbuki kış lastiğinin kar ve yağmurdan önce havanın soğumasıyla ilgisi var.

***

Uzmanları söylüyor; lastiğin yeri kavraması tutunması soğuk havada

zorlaşmaktadır, dolayısıyla fren sistemi ve mesafesi yaz mevsimindeki gibi sonuç

vermemektedir. Öyleyse kış lastiğini servisler kalabalıklaşmadan taktırıp

keyfimize bakacağız. Zaten 1 Aralıkta kanuni mecburiyet var, cezası da az değil;

yeniden artırılmadıysa 900 liraya yakın cezası var. Otoların kış hazırlığı yalnız

lastikle sınırlı değil, diğer donanımların da bulundurulması gerekiyor.

***

Karayolu Trafik ve Yol Güvenliği Derneği uzmanları, lastik seçme ve saklama konusunda da

vatandaşı uyarıyor, lastik yanağındaki KAR-ÇAMUR işaretlerine dikkat edilmesi gerekiyor.

Bu arada lastiğin saklanması da önemli. Bir dünya para verdiğimiz otomobil

lastiklerinin ömrü saklama biçimiyle yakından ilgili. Jantla saklanıyorsa lastikler

üst üste, jantsız dik şekilde muhafaza edilmesi tavsiye ediliyor.

***

Uyarılar boşa değil, bizim güvenliğimiz için yapılıyor.

Araç sahibiyseniz bütçenizin en ağır masraf kalemi otomobildir. Hele Ankara’da

bu diğer illere nazaran daha ağır çünkü Ankara, araç sayısında şampiyon.

Başkentte trafiğe kayıtlı 2 milyondan fazla araç var ve bunun yaklaşık 1,5

milyonu otomobil.

Hadi şimdi salgın var, normalde bu şehrin cadde ve sokaklarında her an 1 milyon

araç dolaşıyor.

Park kavgaları boşuna değil, evlerde bile yönetim “İkinci aracınızı garaja

sokmayın” diye yazılı-sözlü uyarılarda bulunuyor. Her evde birden fazla araç

var. Kişi başına araç sayısı en yüksek il Ankara. Dolayısıyla her konuda kişiyi

artık arabasıyla birlikte düşünmek gerekiyor.


Sabah Gzt.

12 Kasım 2020 Perşembe

YENİ DÜZEN


GEL DE YAZMA 

Hiç unutmayın, kafanızın bir yerine kazıyın bu ifadeyi. Dünyanın yeni

düzeninden söz edenler bunu boşuna söylemiyorlar. Değiştirirlerse yeni dünya

düzeninde GÜÇ başrolde olacak. Devletlerin değil, gücü elinde bulunduranların

sözü geçecek. Dünyada 200’ün üzerinde devlet bayrak dalgalandırıyor ama

hükmü geçenlerin sayısı iki elin parmak sayısını geçmez. Eskiden devletlerin

şirketleri vardı şimdi şirketlerin devletleri var. Çizgi filmlerden bilgisayar

oyunlarına her yerde her şeyin içindeler.

Türkiye’nin “İLK 10” hedefi boşuna değil. Erdoğan her fırsatta bunu

söylüyor, ülkemizin dünyanın ilk on ülke arasına girme çabasını anlatıyor.

Dünyanın farkında olanlar hep bunu söylüyor, Merhum Özal da sıkça bu noktaya

dikkat çekiyordu. Güçlü olacağız, olmalıyız, varlığımızın muhafazası için buna

mecburuz.


****


Geçen hafta ABD’de seçimler vardı, dünya bu seçimi konuştu.

Televizyonlar seçimin yaklaşık sonuçları alınana kadar özel yayın yaptılar.

Neredeyse mahalle mahalle sandık sonuçlarını verdiler, ABD’nin bütün eyaletleri

isim isim kafamıza kazındı adeta.. Trumpcılar, Bidencılar saatler süren açık

oturumlarda seyirciyi baydılar. Kimi konuşmacıların ABD vatandaşı oldukları

ortaya çıktı, meğer Türk TV’lerinde oy verdikleri parti adına konuşuyorlarmış!


****


“Dünyanın güçlüleri bugünkü dünya düzenini ortadan kaldırmak için

karanlık kulüplerde ve gizli toplantılarda buluşarak planlar yapıyorlar.” Bu cümle

Hollandalı yazar Robin de Ruiter’in KANBAĞI adlı kitabından. Yazar kendi

ülkesinde kitabını yayınlatamamış. Doğruyu söyleyenin köyden kovulduğu bir

dönem yaşanıyor. Ruiter kitabında dünyayı yöneten 13 SEÇKİN AİLE’den,

ilişkilerinden, her yere kolaylıkla sızabildiklerinden söz ediyor. Bu EN

TEPEDEKİLER’in ilgisi ekonomi başta olmak üzere SİYASET, DİN VE EĞİTİM

konularında yoğunlaşıyor.

ABD seçimi de bu savaşın bir parçasıydı. İki Amerikalı yarışmadı bu

seçimde, iki kutup da değil. ABD ile yetinmeyip bütün dünyaya gözünü diken

küresel yeni dünya düzencileri ABD’yi bu seçimde tamamen ele geçirmek

istediler. Neticede muvaffak oldular. ABD’nin dünyadan çekilmesini istemiyorlar.

ABD bundan sonra daha tehlikeli mecralara sürüklenecek ve bence daha tehlikeli

olacak. ABD’yi yeni dönemde Biden’ın yöneteceğini de sanmayın, o da söz

konusu güce tabi bir figür sadece.


Sabah Gzt.

5 Kasım 2020 Perşembe

BÜTÜN ACİL ÇAĞRILAR 112’YE


GEL DE YAZMA


            Bizim memleketimizde polise 155, Jandarmaya 156 çağrı numarası ile ulaşır, ambulansı 112 ile çağırırdık. Yangın ihbarları da lüzumsuz meşgul edilmiyorsa 110 numaralı telefondan yapılırdı. Sorumluluk duygusu taşıyan, vicdan sahibi bir görevli karşınıza çıkarsa acil çağrınız yerini bulur ve imdadınıza yetişilirdi. Şimdi artık öyle değil BÜTÜN ACİL ÇAĞRILAR artık tek numaradan, 112'den yapılacak. Polis, yangın, kaza, ambulans her türlü acil çağrı bu numaradan koordine edilecek. Ne zaman ihbar alınmış, kaçta çıkılmış, vaktinde olay yerine ulaşılmış mı bütün çağrılar tam saatiyle otomatik kaydedilecek. Benim anladığım sistem bu, 177 Orman Yangın ihbar hattı da buna dahildir umarım.

            Bu köşeden bizi takip edenler bilir, ortak acil çağrı servisi konusunda 2005 yılından bu yana yazılar yazıyorum. Eski haliyle sistemin bir anlam taşımadığı, numaraların hafızada tutulamadığı ve çağrıların zamanında karşılık bulmadığını herkes kabul ediyordu. Bu yüzden ihbar sistemi de bizim memleketimizde çalışmıyor, dolayısıyla asayiş, yangın vs acil konularda vatandaş desteği yeterince alınamıyordu. İller İdaresi ile çok yazıştık, vaktiyle bana hak verip çalışmalar hakkında bilgilendirenler de oldu. Ve nihayet, 112 ORTAK ACİL ÇAĞRI SİSTEMİ faaliyete geçmiş bulunuyor. Bir müjde oldu benim için adeta. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu birkaç gün önce bunu resmen açıkladı. Allah muhtaç etmesin de; artık bütün ACİL çağrıları 112 nolu telefondan kolayca yapabileceğiz. Sistemin birleştirilmiş olması bizim memleketimiz için çok önemli. Yıllardır terörle yüz yüze yaşıyoruz, belanın kavşak noktasındayız sanki. Şu güzel memleketin dört bir tarafı ATEŞ ÇEMBERİ iken çok geç kalmış bir hizmetin hayata geçirilmiş olması memnuniyet verici. Süleyman Soylu, sadece bu hizmet için bile teşekkürü hak ediyor.

            Amerikalılar 911 numaralı telefonla yıllardır bu hizmeti verimli bir şekilde kullanıyorlar. Hatta öyle ki bunalıma düşüp hayatına son vermeyi düşünenlerin bile son dakikada 911'den psikolojik destek aldıklarını biliriz. Sadece New York'ta halkın güvenliğiyle ilgili kurumlarda toplam 60 bin kişi çalışıyormuş. Sahi; nüfusu 5 milyonu geçen Ankara'mızda huzur ve güvenimiz için kaç kişinin çalıştığını sormayacağım ama; koskoca başkentte Büyükşehir Belediyesi'nin 153 numaralı hattında vatandaşın ne zaman muhatap bulup sağlıklı bir diyalog geliştireceğini doğrusu sormadan geçemeyeceğim?

Sabah Gzt.




30 Ekim 2020 Cuma

KORONA MEZARLIKTA

 

GEL DE YAZMA 

Korona, Karşıyaka mezarlığındaki cenaze defin sistemini de değiştirdi. Yıllardır

üçer beşer namazları kılınıp yerlerine defnedilen cenazelere artık ayrı ayrı işlem

yapılıyor. Bir cenaze kaldırılmadan diğerinin namazına geçilmiyor.

Korona salgını sadece hayatı değil, ölümü de etkilemiş bulunuyor. Karşıyaka’da

bir dostun cenazesinde namazı kıldıran görevlinin sözleri dehşeti tarif ediyordu

sanki:

İfadeye göre mezara getirilen cenazelerin her gün en az 10’u korona nedeniyle

vefat etmiş. Görevliler camiye gelenleri tedbirli olmaları, maske ve mesafeye

dikkat etmeleri konusunda ısrarla uyarıyorlar ama ne gam; ölüm acısını yaşarken

bile ahalinin mezarlıktaki sorumsuz tavrı insanı şaşırtıyor.


****


Cenaze namazı doğumda kulağımıza okunan ezanın namazıdır derler. Bu ezan-

namaz arası geçen hayata da “ömür” deniyor. Mezarlıklar, akıbetin gözle

görüldüğü hüzünlü yerlerdir. En güzel ifadesini Yahya Kemal’in mısralarında

buluyoruz:

“Ah, Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç / Bu son fasıldır, ey ömrüm,

nasıl geçersen geç!

Münir Nurettin’in bestelediği şiir, mezarlıkları bile bize sevdirmiştir. Guruba

karşı bu son bahçenin keyfi nasıl çıkar, mısralar arasında onun da ipuçlarını

buluyoruz;

Aşk ve şevk içinde gönlünü, göğsünü LALE ve GÜL bahçesine dönüştürenler

kazanıyor. Tesadüf değil, bizim kadim kültürümüzde lale ve gül Allah ve

Rasulü’nü simgeler ki İslâm sanatındaki süslemelerde de sıkça kullanılmıştır.

Ve bu münasebetle ve en yüksek “hamd” duygusuyla, doğum gününe rastlayan

bu günde Sevgili Peygamberimiz’e salat ve selamla, bütün Müslümanların

kandilini kutluyoruz.


****


Bu arada anmadan geçemem. Kocatepe Camii imamı, ünlü mevlithan Hafız

İsmail Coşar’ın adı Mehmet Akif Ersoy Mahallesi’ndeki parkta yaşayacak.

Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar’a teşekkürler. “Unutulursanız işte o

zaman öldünüz” diyordu Coşar, Başkan Yaşar, açılıştaki konuşmasında onun bu

sözünü hatırlattı. Seslendirdiği ezan, ilahi ve kasidelerle gönüllerde taht kuran

Coşar, Mart ayında Polatlı yakınlarında geçirdiği trafik kazasında eşi ile beraber

hayatını kaybetmişti, rahmetle anıyoruz.


Sabah Gzt.

22 Ekim 2020 Perşembe

EĞİTİMDE REFORM..

GEL DE YAZMA 


Zil çalıyor, haydi çocuklar sınıflara..” Sırt çantalarıyla telaş içinde koşuşturan öğrencilere her sabah tekrarlanan çağrıydı bu. Kocaman bir zil bina girişinde sallanırdı. Şimdi ne o zil var ne o telaş. Öğrenciler okullarını, okul öğrencilerini, herkes birbirini özledi. Ders başı ekran başında yapılıyor artık. Virüsün yalnızca bir sağlık sorunu olmadığı anlaşılmaya başladı. Yüzümüz gerçek olmayınca maskeler yüzümüz oldu. Kimseyi tanıyamıyoruz. Daha bir süre hayatın normale döneceğini sanmıyorum. Her şey değişiyor sanki, en önemlisi de eğitim.. Delikanlı üniversite kazanmış, ekran başında mühendis olacak düşünebiliyor musunuz?!

 ****

Sadece orta öğretim nüfusumuz Yunanistan’ın iki katı, kabaca 20 milyon öğrencimiz var. 2021 bütçesinde en büyük pay Eğitim’e ayrıldı: 146.9 milyar. Virüse rağmen Sağlığa 77.4 milyar, ateş çemberi içinde savunmamıza 61.5 milyar ayrıldı. Aslan payını Eğitim alıyor.  

Başkan Erdoğan İbni Haldun Üniversitesi’ndeki açılışta eğitime daha doğrusu iktidar olmaya dair çok önemli bir şeyler söyledi; “Fikren iktidar olamadık” dedi, “eğitimde topyekûn bir reformun şart” olduğunu söyledi. Demek ki neymiş, hükümette olmak iktidarda olmak anlamına gelmiyormuş. Yıllardır “İktidar-Muktedir” diye konuşuruz. İktidar olmak Eğitim’e hâkim olmakla mümkünmüş, Cumhurbaşkanı’nın sözlerinden bunu anlıyoruz. Şimdiye dek o makamlarda olup da bunu söyleyen hiç çıkmadı. Bu sözler boşuna söylenmez.

****

Eskiden koalisyonların en önemli pazarlığı Millî Eğitim üzerine olurdu. “Sizde olacak bizde olacak” diye müzakereler yürütülürdü. Adı “millî” idi ama bu milletin çocukları yıllarca “UYU UYU YAT UYU” ile alfabe heceledi, sürüngenlerin sindirim sistemini şekil üzerinde izaha çabaladık yıllarca..

Şimdiye kadar 70’ten fazla bakan görev yapmış Milli Eğitim’de, pek bişey değişmemiş. Bu defa değişecek, adı gibi eğitim de MİLLÎ olacak.

Peki, Eğitimi kim yönetip yönlendirmiş diye sorulduğunda karşımıza bir komisyon çıkıyor: FULBRİGHT KOMİSYONU.. Dördü Amerikalı 8 kişiden oluşan, ABD büyükelçisinin başkanı olduğu bir komisyon. Tek parti döneminin son hükümetiyle yapılan bir anlaşmayla kurulmuş, altında İsmet Paşa’nın imzası var. Yani bizim nasıl eğitilmemiz, neyi öğrenmemiz gerektiğine yıllarca bu komisyon karar verdi.

****

Kimler geçti bu tezgâhtan kim bilir?! Çok yazdık. Adını ABD’li bir senatörden alan, 150’dan fazla “gelişmemiş” ülkede, 70 küsur yıldır da ülkemizde faaliyette olan komisyonu bir de siz araştırın isterseniz. Amacı “Dünyada silahlı çatışma potansiyeline karşı atılan bir adım” olarak açıklanıyor. Savaş ateşinin hiç sönmediği, milyonların canından, yurdundan, yuvasından olduğu bu coğrafyada aynı aktörlerin rol aldığını düşünmek beyin yakıcı. Gerisini söylemeye dilim varmıyor.

Sabah Gzt.

15 Ekim 2020 Perşembe

97. YILA NOT



GEL DE YAZMA


13 Ekim Ankara için özel bir gün, geçen Salı Ankara’nın BAŞKENT oluşunun 97. yıldönümüydü. 2023’te ASIRLIK BAŞKENT olarak dalya diyecek. Kutluyoruz ve NİCE YILLARA diyoruz Ankara’mız için. Şehir tarihi bakımından önemlidir, hatırlanmalı ve anlatılmalıdır. Sadece Ankara’da yaşayanlar değil, bilhassa gençler bilmeli ve tarihten habersiz yetişmemelidir.

İnşa için mutabakat şart, yazık ki yaşanmış olayda bile mutabık olamıyoruz. Şehir simgesinde bile anlaşamayıp kavga eden bir toplum olduk. Biri geldi Hitit heykelinde karar kıldı, ötekisi kale dedi. Atakule’li şehir amblemi de yakında yeni bir tartışma ile neye dönüşür bilemem. Paris’in flamasındaki gemi figürü “ne alâka” diye değiştirmeyi hiçbir Fransız düşünmemiş. Boş işlerle uğraşmayı çok seviyoruz.

****

Ankara’nın Başkent ilan edilişinin 97. Yılı anısına “armağan” kabilinden somut bir etkinlik bir açılış duymadım, mesajla yani lafla geçiştirdik. Atatürk bitmez tükenmez bir hazine, harca harca bitmez. Böyle günlerde hemen düne dönülür ve Heyet-i temsiliye’den Milli Mücadeleye Kuvva nutuklarıyla kutlama masa başında tamam olur. Bu defa da öyle olmuş Başkan Yavaş’tan Taşdelen’e 97. Yıldönümü mesajlarla kutlanmış.

Böyle özel günlerde bilhassa şehir yöneticileri kapalı kapılar ardında Londra, Paris, Viyana gibi batı başkentlerini internetten incelemeliler; tarih nasıl korunmuş, şehir nasıl temizlenmiş görmeliler, çatı estetiğinden şehir aydınlatmasına nasıl yapılıyor bilmeliler. Adamlar başkentlerine bilhassa özel önem veriyorlar, temizliğini de adam gibi yapıyorlar. Biz de çöp arabalarının ardından bir ekip daha çıkarmalı ki etrafa saçılanlar toparlansın.

****

Londra’da 5 tane hava alanı varmış, 300 dil konuşuluyormuş hayret ettim. Bizim şehirlerin cadde ve sokaklarında da Türkçe unutuldu. Her türden yazı, tebela, ilan Londra diliyle ifade ediliyor nedense? “Real Park vs” gibi oturduğumuz site isimleri dahi İngilizce. Lokanta menülerinde bile Türkçe yemek isimlerine nadir rastlıyoruz.

Paris’in koruyucuları şehri yıkmaması için Atila’ya yalvarmışlar, biz ise şehirlerimizi kendimiz yıkıp yok ediyoruz. İmamoğlu’na sormalı mesela; İstanbul’da trafiğin isini pisini yok eden yol kenarlarındaki dikey bahçelerden ne istedin diye?! O boyamalar tozdan rutubetten yakında tek renge kahverenge dönüşecek bilmiyorlar.

İslam kültür ve medeniyetiyle asırlara, şehirlere damga vuran ecdadın çocuklarıyız, Avrupa medeniyetinin doğuşuna da katkımız var ve fakat onları şimdi neden şehir kurmada, korumada taklit etmiyoruz anlamıyorum.

8 Ekim 2020 Perşembe

CAMİLER SALGINDAN ÇOK ETKİLENDİ

 

GEL DE YAZMA


Camiler ve Din Görevlileri Haftası’ndan Ankara’ya şöyle bir baktım. 3000’in üzerinde camisi var Başkentin, nüfus yoğunluğu nedeniyle çoğu Çankaya sınırları içinde. Bizim memleketimizde camileri birinci derecede vatandaş yaptırmaktadır. Bir hayır sahibi çıkar bir arsa bağışlar, bir dernek kurarlar ve inşaatı başlatırlar, ondan sonrası malum. Cami tamamlandığında imam-müezzin ataması Diyanet’in görevi. Yurt genelinde 150 bin dolayında din görevlisi var Diyanet’in, bunun yüz bini imam ve müezzin, 90 bin camide görev yapıyorlar. Çok sorunlu, çok konuşulan, çok tartışılan bir konu bu, bir şura toplayıp her yönüyle masaya yatırılabilir mi bilmiyorum. 

****

Pandemi denen salgın en çok mabetleri vurdu. Sıkı dezenfeksiyona rağmen camilerde cemaat sayısı çok çok azaldı. Namaz, Müslümanın en önemli şartı ve camideki namaz çok kıymetli olduğu halde insanlar salgın korkusundan cemaatten ve camiden uzak durdular. Şunları ifade etmeden de geçemeyeceğim; Ankara’da Çayyolu, Yaşamkent gibi yeni yerleşim merkezlerinde camiler kurucu derneklerin sultası altına girmiş maalesef. Lojmanda oturan imamdan kira isteme, cami haziresini maksat dışı kullanma gibi ilginç örnekler var. Kadrosuzluk genelde pek çok caminin başlıca sorunu. Bu arada Külliye içindeki Millet Camii’ne bir girebilen bir de gelip göremeyen pişman. En üst düzeydeki koruma duvarı insanı yıldırıyor. Millet değil Devlet Camii dense yeridir çünkü bu güzel mabed bu yüzden sadece oradaki görevlilere hizmet verir durumda. Kütüphane yönünden camiye bir yol açılıp girişin kolaylaştırılması mümkün mü bilmiyorum?!

****

İnsan dediğimiz varlık, tabiatın en güçlü, akıllı ve EŞREF (en şerefli) makamındaki tek canlısıdır. Lakin, melekten üstün ve hayvandan aşağı bir yelpazede, tercihi kendi iradesine bırakılan insan hep bir arayış içinde olmuştur. Doğruyu bulmamız için de rehberler gönderilmiş ve insanın bunu başarması istenmiştir. Hayatın bir sınavdan ibaret olduğunu zaten hepimiz biliriz. 

“Moral” dediğimiz şey bir insanın ruhsal gücünü, maneviyatını ifade eder, insanın olmazsa olmazıdır. Daima inanma ihtiyacı içinde olmuştur İnsan ve esasen DİN dediğimiz kurum bunu karşılar. Temelde bir yaratıcıya, ALLAH’a ve O’nun elçisi olan peygambere olan inançtır ki hayatın doğrularını bize vâzeder. Ve Allah indinde din, İSLÂM’dır.

Bir kültür emperyalizmine maruz kalarak medeniyet değerlerimize yabancılaştığımız, şuurumuzun yaralandığı ve bu şuurla yerimizi ve yönümüzü bulamadığımız da bir gerçek. Maalesef cehalete düştük, denetimsiz kaldık ve FETÖ, DEAŞ gibi istismarcılar da bunu fırsata çevirdiler. Uyanık olmak ve uyanık kalmak durumundayız.

 Sabah Gzt.

1 Ekim 2020 Perşembe

ORMANCIDAN AÇIKLAMA



GEL DE YAZMA


        Nallıhan’da günlerce süren orman yangınından bahsettik burada, nasıl

içimizi yandığını, yangının sebeplerini ve Külliye için de mufassal bir raporun

hazırlanmakta olduğunu anlattık. Yazılarımızı müteakip Orman Bölge Müdürü

Veysel Kodalak aradı ve yangını bizzat ondan da dinledik.

Teşkilatın mahallindeki önemli bir yetkilisi olarak Kodalak da üzüntüsünü

dile getirdi. Nallıhan özelinde yangınla nasıl mücadele edildiğini anlattı.

Kodalak’ın açıklamaları özetle şöyleydi:

****


         “Nallıhan’da yangın çıktığı gün ben de Beynam ormanlarında gözlem

kulesindeydim ve Pazar günü itibariyle yangın süresince evime dahi gitmedim.

Kuzey ormanlarında her sene 2-3 yangın olur çünkü gölgede 40 dereceyi bulan

yaz sıcağı yangına adeta zemin hazırlar. O yangının ilçeye kadar inmemesi

mucizeydi.. 700 civarında görevli ve 127 arazöz iş makinalarıyla birlikte yangının

söndürülmesi için herkes canla başla çalıştı. Uçaklar, helikopterler görevdeydi ve

su bulmada güçlük çektiler. Bu kadar insanın hayati ihtiyaçları dahi problemdir

yangınla mücadele sırasında ve neticede 18 Eylül’e kadar süren bir afet yaşadık,

toplamda 659 hektarlık bir alanı maalesef kaybettik..”

Ankara Orman Bölge Müdürü, “geç müdahale ve organizasyonda hata”

iddialarını doğru bulmuyor, “12 dakikada yangının çıktığı alana ulaştık” diyor.

Yanan alanın da 659 hektar olduğunu söylüyor.

****


        Evet, mevsim geçti konu kapandı ama binlerce canlıyı yok eden yangının

izleri mahallinde en çarpıcı biçimde görünüyor, kokusunu hâlâ genzinde

hissediyorsunuz. İlgililer, yetkililer olayı belgeleyecek. Kodalak’ın “1Cm alan

bırakmayıp mutlaka ağaçlandırılacağız” sözü içimize su serpti.

Yangınla mücadele gerçekten zor. “Tabii tensil” denilen seyreltme ve

sürülerin zarar vermesini önlemek üzere canlıları adeta yangına mahkûm eden

tel örgü uygulaması kafamı karıştırıyor. Biz gerçeğin ortaya çıkması, sorumluların

bulunması bir yana; yangınların çıkmaması, kuş, geyik, tilki, böcek binlerce

canlının yok olmaması için bunları yazdık. Kimseye bir kastımız da yok. Neticede

milli varlığımız, ortak değerimizdir ormanlar ve çok iyi korunması gerekiyor.

Sabah Gzt.

24 Eylül 2020 Perşembe

KORONA'YA FİLM YAPILMALI



GEL DE YAZMA

        Biz artık görerek ikna olan bir toplum olduk. Gönül gözümüze “katarakt” inmiş olmalı!

İnsanımıza bir şeyi anlatmak, inandırmak, ikna etmekte zorlanıyoruz. Bakın aylardır şu meşum

hastalık için en üst düzeyde ve her gün “Maske tak, mesafeli ol” denildiği halde çoğumuz kulak

asmıyor.

        Niye acaba?!

        Sadece Covid için değil, böyle bir yığın önemli uygulama, uyarı, tembih havada, idrak

noktamızın dışında kalıyor maalesef. İDRAK, anlama yeteneği, anlayış, kavrayış demektir, erişme,

kavuşma, ulaşma anlamındadır bir bakıma. Ama biz idrak etmede sanki acze düştük!

Maske takmayanın öteki uyarılara kulak astığı sanılmasın. Eğitim düzeyi ne olursa maske

takmamak SAĞLIK değil, AHLÂK meselesidir demiştim daha önceki bir yazımda, aynen öyledir ve

sorumsuzluktur bence. Dünya genelinde yaşanan bu salgının sadece bir sağlık meselesi olmadığı gibi..

Bilmem anlatabildim mi?!


                                                                      ****


        ABD sinema endüstrisi Hollywood, Amerikan devletinin emrindedir adeta. Dünya üzerinde

ABD adına ne icra ediliyorsa Hollywood orada olur. En yüksek teknolojiyi kullanarak Amerika’nın

Irak’ta, Suriye’de niçin bulunduğunu, Afganistan’da 3,5 milyon insanı niçin öldürdüğünü siyahi

beyaza boyayarak anlatır sinemacılar. Seyircinin gözünü boyarlar ve psikopat derecesinde bir zulmü,

masum çaresiz bir uygulama gibi gösterirler. Ağlarız filmi izlerken, duygu seline kapılırız. ABD,

Hollywood’u kendi kamuoyuna da böyle kullanır.

                                                                        ****


        Ülkemizin sinema sektörü de fena sayılmaz, artık dünya ölçeğinde filmler yapılabiliyor. Şu

birkaç aydır Covid 19 nedeniyle yaşananların niçin senaryosu yazılıp filmi yapılmaz ki? Bilhassa sağlık

çalışanlarının yaşadıkları başlı başına bir dizi konusudur. Doktorların, hemşirelerin çocuklarına bile

sarılamamaları, bir apartman ötede yaşadıkları aile hasretleri niçin dile getirilmez? Çok mu sıradan

şeyler bunlar?!


                                                                        ****


        Sadece sağlık değil, işte, minicik bebelerimiz bu salgın döneminde okula başladılar, onların

duygusal dünyaları, velilere mesajlar, biraz yetişkin çocuklarımızın sosyal medya tutkuları, aileden

kopuk gibi yaşamaları film endüstrisinin konusu olamaz mı? Kültür bakanlığımız, Corona konusunda

bir görev aldı mı mesela? Kesenin ağzını açıp mutlaka teşvik edilmelidir. Nice filmlere konu olacak, ne

hikâyeler yaşandı kim bilir? Ne dediğimi anlamamış olanlar şu sıra Amerika’da, Avrupa’da çok revaç

bulan “Social Dilemma” filmini seyretsinler. Bizzat Google, Facebook çalışanlarından dinlemeliler

insanlığın nasıl bir tuzakla karşı karşıya bulunduklarını..


Sabah Gzt.

17 Eylül 2020 Perşembe

NALLIHAN YANGINI KÜLLİYE'DE

GEL DE YAZMA 

       Yanan ormanların hesabını birilerinin vermesi gerekir. Nallıhan’dan sonra Kızılırmak Deltası kuş cennetinde çıkan yangında da 1000 hektar alan kül oldu. Normal yangınlardan öte bir durumdur orman yangınları, geleceğimizin yanmasıdır.

            900 Hektarlık Nallıhan yangınının ardından Kızılırmak Deltası kül oldu. UNESCO dünya mirası listesindeydi delta, gördünüz mü bilmiyorum, zengin kuş çeşitliliğine sahip, göçmen kuşların uğrak yeri güzelim deltanın önemli bir kısmı yandı kül oldu. Başlangıç cümlemi tekrar ediyorum: Bu yangınların hesabını birilerinin vermesi lazım.

                                                    ****

        Nallıhan’daki yangının raporu Cumhurbaşkanı’nın önüne geliyor. Aslında bağımsız bir denetim grubu oluşturup bütün önemli yangınlar hakkında birer rapor alınmalı. Ne zaman yangın başlamış, müdahale ne zaman olmuş ne kaybedilmiş tek tek soruşturulmalı. “Mevsim gereği her sene olur” diyerek yangınlar asla geçiştirilmemelidir.

        Kendisi de Nallıhanlı olan Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan’ın tespitleri önemli. Ceylan, geç müdahaleyi 1. Sebep olarak görüyor. Organizasyon bozukluğu, sevk ve idarede kopukluk yangının büyümesinde ikinci sebep. “Personel orman yollarını bile bilmiyor” diyor. Niye? Çünkü başka yerden getirtildiler. 4. Sebep “Tabii Tensil” denilen kesim atıklarının öbek öbek orman içinde bırakılmış olması Nallıhan yangınını körüklemiş. Soğutmada da yetersizlikler yaşanınca yangın büyümüş.

                                                       ****

        Dediğim gibi, bir rapor halinde bu yangın Cumhurbaşkanının da önüne gelecek. Ormancıların şapkalarını önlerine koyup düşünmeleri gerekir. Tek bir ağacın dahi yanmasına bu milletin tahammülü yoktur. Bilhassa ardıç, ormanın altın ağacıdır, her yönüyle çok değerlidir. Kuş cenneti yangınları ise bütün vicdanları sızlatır.

        Hataya tekrar düşmeden, bütün orman yangınlarımıza esasen milli savunma konusu kadar hassasiyet gösterilmesi icap eder. Milli varlığımıza ve Ormana kast edenin cezası affolunmaz.  

Sabah Gzt.

 


10 Eylül 2020 Perşembe

NALLIHAN'DA İÇİMİZ YANDI

 GEL DE YAZMA  


Nallıhan yangını Ankara’nın afetidir. Doğa-çevre anlamında her ilin bir yumuşak karnı vardır. Mesela İstanbul, bilim insanlarının “kaçınılmaz” dedikleri o büyük depremin kâbusu ile yaşamaktadır. Diğer illerin de böyle yöreye has özel durumları vardır. Ankara’nın ormanları da öyledir ve Başkent için önemlidir.


Çankaya’dan Keçiören’den ibaret değildir Ankara.. Nallıhan’ı, Elmadağ’ı, Koçhisar’ı velhasıl her hal ve şartı ile Ankara’dır.


Nallıhan’daki orman yangının külleri henüz soğumadı. Üzerinde durulması gereken bir olaydır ve yalnız Ankara için değil, Türkiye için önemli bir olaydır bu yangın. Nallıhan yangınının mercek altına alınması gerekir.


****


Nallıhan’daki yangın anlayan, bilen, yaşayan insanların ciğerini yaktı. Bunlardan biri de Nevzat Ceylan. Nallıhan’da doğmuş büyümüş bir insan Nevzat Ceylan. Siyasete atılmadan önce Milli Parklar’ın da en üst derece yöneticisiydi, genel müdür olarak görev yaptı. Nallıhan’’daki yangın başlayınca orman işçisi gibi gece gündüz bizzat mücadele ettiğini gördük. Söylediği bir şey var Nevzat Bey’in; “Ormanları yok eden yangınlar değildir” diyor. Öyleyse geriye müdahale biçimi kalıyor. Bu noktada ben de orman yangınlarına zamanında ve doğru biçimde müdahale edilmiyor mu diye sormak istiyorum?!


****


Orman yangınlarına karşı uçağı, helikopteri ve her türlü mücadele ve müdahale araçlarını devletimiz sağlamış bulunmaktadır. Teşkilatın her türlü donanımı tam ama gelin görün ki yangınların önü alınamamaktadır.


Ormanlarda kimin yangını çıkardığı önemlidir ama yangınların neden zamanında söndürülemediği bundan daha önce gelen bir sorudur ve sorudur.


Nallıhan’da 900 hektar ormanı kaybettik. Yalnız ağaçlar değil, güzelim yaban geyikleri, kuşlar, bütün canlılar bu yangında can verdiler. Ormana zarar vermesin diye çekilen tel örgüler içinde kalan geyikler yangından kaçamamış kavrulmuşlar. Bir yanlış uygulama da bu tel örgü uygulamasıdır.  


****


Nevzat Ceylan, yangının büyümesini geç müdahaleye bağlıyor. Teşkilatın moral motivasyonunun da önemine dikkat çekiyor. Bir süre ben de Orman Bakanlığında, Ormancıların içinde görev yaptım. Ormancıların da meslek taassubu içindeler. “Kol kırılır yen içinde kalır” derler ve olayları kapalı devre tartışırlar. Ağaçlandırma çalışmalarını olabildiğince duyurup, ne kadar alanı ağaçlandırdıklarını gururla anlattıkları halde yangınları hiç konuşmazlar. Bunun da konuşulup tartışılması gerekir Bu konuya devam edeceğiz.