12 Eylül 2019 Perşembe

Keçiören’in stratejisi

Ahmet TEZCAN

Keçiören’in stratejisi

12.9.2019

Başkent nüfusu 5.5 milyonu aşarken en büyük merkez ilçesi Keçiören 1 milyonu zorluyor. İlçe nüfusu 920 bini aşmış milyona doğru hızla çoğalıyor. Oysa Keçiören daha 1983'te Altındağ'dan ayrılarak merkez ilçe haline getirilmişti. Bugün hastane, okullar ve kentsel gelişimi ile bir taraftan Hüseyingazi'ye, İdris dağlarına ulaşmış Karyağdı'yı, Ufuk ve Yükseltepeleri de aşmış bulunuyor. Başlangıçta bağlık bahçelik bir sayfiye yeri iken bugün devasa binaların doldurduğu ilçenin geçmişteki tek hikâyesi Ziraat mektebinin kurtuluş savaşında karargâh olarak seçilmesiydi. Bugün Keçiören milyonluk bir kent görünümünde ve sayısız hikâyeyi besliyor. Bu arada Keçiören'in keçi ile de bir alâkası yok aslında; 'kiçik' yani 'küçük' kelimesinin dilimizdeki değişimiyle ilgili bu, 'ören' de malum, insan emeği ile kültür ve tabiat varlıklarının buluşmasıyla ortaya çıkan yapı olarak tarif edilir.

***


Şimdi esasa geliyorum. Keçiören Belediyesi'nin önümüzdeki beş yıllık hedeflerini içeren 2020 -2024 Dönemi Stratejik Planı belediye meclisi üyelerinin tamamının oyu ile kabul gördü. Ne demek stratejik plan; yeni dönemdeki ilçe tasavvurudur. Yani vatandaşın hayatını kolaylaştıracak, engelli, yaşlı, kadın ve gençlere yönelik çalışmaların öncelikli olacağıdır. Turgut Altınok, tecrübeli bir Belediye Başkanı, rasgele büyüyen ve kalabalıklaşan ilçenin özellik ve güzellik bakımından hızla değişmekte olduğu müjdesini veriyor. Altınok, "Yeni dönemde de Keçiören'i, Türkiye'nin marka değeri en yüksek ilçesi yapacağız" diyor.

***


Stratejik Planın iktidar ve muhalefete mensup meclis üyelerinin tamamının oyunu alması da çok önemli. İlçenin geleceği için siyasi angajmanların aşılıp ilçede bir mutabakata ulaşıldığını gösteriyor. Başkan bundan memnun; olumlu yaklaşım idareciyi rahatlatır. Her işte el birliği elbette işi kolaylaştırır, güçlendirir ve muhakkak büyütür. Altınok, altyapı, üstyapı, sosyal ve kültürel etkinlikler, eğitim, spor hizmetleri, sosyal belediyecilik, çevre konularında yine örnek olacaklarını söylüyor. Biz de başarı diliyoruz. Zaten geçmişte pek çok hizmette de onun imzası vardı, ilçe halkı onu tanıyor. Bence önemli olan gençlik, başkanın gençlere bilhassa çok kafa yorması gerekiyor. Ki bugün lise çağı gençliği tavır ve davranışlarıyla kendi ailelerini dahi endişeye düşürüyor ve şikâyetler geliyor. Gençlik bizim geleceğimiz, geleceğe yatırım boşa değildir.

gazete

5 Eylül 2019 Perşembe

Zilleri çalsın hayatları çalınmasın

Ahmet TEZCAN

Zilleri çalsın hayatları çalınmasın

5.9.2019

Evet, bu söz bu yılın eğitim düsturu, teması, mottosu, sloganı, simgesi, sembolü, parolası, şifresi olmalıdır. Okullar açılıyor, ziller çalıyor; zilleri çalsın hayatları çalınmasın. Başkenti artık okul telaşı sardı. Yalnız başkenti mi, tüm yurtta okul, öğrenci ve öğretmen konusu memleket gündeminin ilk sırasına yerleşmiş bulunuyor. 82 milyon Türkiye nüfusunun 20 milyonu öğrencidir. Hesap etmedim ama bizim öğrenci sayımız rahat 150 ülkenin nüfusundan büyüktür. Bunu niçin söylüyorum; 20 milyon yalnızca öğrenci nüfusu olan Türkiye; nasıl bir varlığa, potansiyele ve enerjiye sahiptir buna dikkat çekmek için. Konu çok önemlidir ve hattâ Türkiye için hayatîdir. Sadece Milli Eğitim'in değil, eğitim-öğretim-okulöğrenci bütün bakanlıkların konusudur, öyle olmalıdır.

***

Her yıl artan bu 20 milyon nüfus bu eğitim öğretimin sonunda vatanını, bayrağını sevecek mi? Bütün alanlarda ülke ihtiyacına dengeli bir cevap verecek mi?! En önemlisi; içeriden ve dışarıdan bu memlekete bir tehdit ve saldırı söz konusu olduğunda ve haydi denilince bu 20 milyon nüfus tankın üstüne mi çıkar, altına mı yatar, sosyal medyaya mı gömülür yoksa AVM'lere mi koşar, çok önemli sorulardır bunlar.

***

Ankara nüfusu 5,5 milyon olduğu hesabıyla başkentte öğrenci sayımız 1 milyonu aşmıştır. Bunun 100 bini birinci sınıflara kayıt yaptıran miniklerdir ki; bu 1 öğrenci nüfusunun okul trafiği, güvenli servisi, gıdası, beslenmesi her türlü ihtiyacı anne-babalardan sonra idarenin, bilhassa belediyelerin işinin en önemli parçası olmalıdır. Ben bilhassa okul çevresindeki asayiş konusu için İçişleri'nin, Bakan Süleyman Soylu'nun özellikle dikkatini çekmek istiyorum: Bütün valiler, kaymakamlar ve belediye başkanları devlet emri olarak bir tebligatla uyarılmalılar.Onlar da makamlarında oturarak ve bu işi altlarına havale ederek değil, bizzat meşgul olmalılar ki; uyuşturucu satıcısı, sapık, ipsiz-sapsız, eski mezun vb. okul yolunda ve çevresinde mobil yahut yerleşik, kılıklı-kılıksız hattâ kamuflajlı potansiyel tehlike arz eden kim varsa takibe alınmalı ve öğrencilerden uzak tutulmalıdır. Bir başka önemli husus ise bunları takip edecek olanların okul önünde sigara soluyan sorumsuzlar değil, aile üyesi, bilinçli bireyler arasından seçilmiş görevliler olmasına dikkat edilmelidir. Bize düşen ise uyarı görevi, hayır dua ve başarı dileğidir.

gazete

29 Ağustos 2019 Perşembe

Hicri yeni yıl

Ahmet TEZCAN

Hicri yeni yıl

29.8.2019

Ben arada bir takvime bağlı yazılar yazmayı severim. Bir bakıma bu yazılar ROTA belirlemek açısından önümüzü gösteren yazılardır. Çünkü çoğumuz günlük telaştan yaşadığımız günleri ve olayları unuturuz. Bu yüzden Zafer bayramı resmi tatil mi, okullar ne gün açılacak, Hicri yılbaşı ne zaman gibi soruları birbirimize sorarız. H H H
Okullar 9 Eylül'de uma gününe raslayan Zafer bayramıyla birlikte hafta sonu 3 günlük son tatil fırsatını kullananlar mutlaka olacaktır. Doğrusunu isterseniz pek çoğumuz için tatil de yaz da bitti. Hepimiz tatil yorgunuyuz, şimdi bilhassa Ankaralılar için mesai zamanı. Pastırma yazında hava nasıl olur bilinmez, Ağustos'u Zaferle uğurladıktan sonra şimdi hepimiz için iş ve çocuklarımızın okul telaşı başlayacak. Okullar bu sene 9 Eylül'de, bir hafta erken açılacak. Yeni sistem ve uygulamaya göre 18-22 Kasım arasında ilk ara tatil yapılacak. Yarıyıl tatili ise Şubat değil, 20-31 Ocak 2020 tarihi olarak belirlendi.


BÜYÜK TAARRUZ
Bazıları Büyük Taarruz'u sorgulasalar da 30 Ağustos, tüm zaferlerimizin tacı, önemli bir gün ve bayram olarak tarihimize geçmiştir. Büyük taarruz için; "İmparatorluk çökmüştür, yeni kurulan Türkiye'ye yeni zaferler, yeni kahramanlar gerekmektedir, dolayısıyla yeni bir tarih yazılarak oynanmıştır" özetindeki sorgulamalar ise tamamen indi bir yorumdan ibarettir. Esasen yıkımı hazırlayanların bizi BÜYÜK DEVLET liginden düşürüp Yunanistan, Bulgaristan, Ermenistan gibi devletçiklerin ligine dâhil etmek suretiyle DÜNYA DEVLETİ olarak yalnızca kendilerinin sahne alma arzularıdır ki üzerinde durulması ve düşünülmesi gerekir.


HİCRİ YILBAŞI
31 Ağustos Cumartesi Hicri yılbaşıdır. Muharrem ayı ile manevi anlamda yeni bir iklime giriyoruz, aşure günleri başlıyor. Muharrem ayı Ramazan'dan sonraki en faziletli aydır. Hz. Hüseyin'in katledilmesinden Nuh tufanına, Hz. İbrahim'in ateşe atılmasından Musa (a.s.)'ın denizi yarmasına, İsa peygamberin doğumu ve göğe yükseltilmesine kadar insanlık için dönüm noktası sayılan pek çok olayın Muharrem'de yaşandığı kabul edilir. Muharrem ve Safer, matem aylarıdır.Alevi vatandaşlarımız da 10 günlük matem ve Muharrem Orucu tutarlar, çünkü bütün peygamberler bu günlerde oruç tutmuştur. Matem süresince kesici alete el sürülmez, kurban kesilmez, et yenmez. Hiçbir canlıya eziyet edilmez, kalp kırmamaya dikkat edilir, dedikodu yapılmaz. Bu vesileyle biz de Muharrem ile başlayan hicri yeni yılımızı en güzel şekilde ve bereketle yaşanması arzusuyla kutluyor, çocuklarımıza yeni dönemde sağlık ve başarılar diliyoruz.

gazete

22 Ağustos 2019 Perşembe

Tişört yazıları

Ahmet TEZCAN

Tişört yazıları

22.8.2019

Doç Dr. Yağmur Küçükbezirci "Farkındalık" yaratmak adına ciddi bir çalışma başlatmış.
Yaptığı araştırmalarda ilginç sonuçlara ulaşmış ve bunu da herkesle paylaşıyor.
Neden mi bahsediyorum?
Çocuk büyük hemen herkesin üzerindeki İngilizce yazılı tişörtlerden.. Çok ucuz, pratik, kolay yıkanır olduğundan bilhassa tercih edilen yaygın giysi. Adı İngilizce ama çoğu yerli imalat, üzerindeki yazılar da taklit.
Basit bir giysi üzerindeki bu yazılar nedir, nedendir hiç düşündünüz mü? Zaten tabelalarımız, birçok şey hatta günlük konuşma dilimiz neden İngilizce anlaması güç? Bir şeyi Türkçe ifade edemiyor muyuz?
Neden sömürge halkı gibi davranıyoruz?
Türk Dil Kurumu, Türkçe üzerine eğitim-öğretim verenlerin bu alanda bir çalışması, bir kaygısı var mı acaba?
Meseleyi basit görenler bu yozlaşmaya dolaylı destek olmuş olmuyor mu?
Dilimiz, davranışımızla "BİZ" olamadık vesselam!

Selçuk Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan hemşerim Doç. Dr.
Yağmur Küçükbezirci minik yeğeninin giysisi üzerinde, İngilizce "Ben aç köpeğim" yazısını görünce hemen bir çalışma alanı oluşturarak konuyu herkesle paylaşmaya başlamış. Tişörtlerde neler bulmuş neler! Bunları da sosyal medya ortamında sıkça paylaşıyor, adını yazıp çalışmalarına ulaşabilirsiniz.
Tişört, bazen şapka üzerindeki yazılarda inanç ve cinsellik hedef. Bir teyze göğsünde İngilizce "porno yıldızı" yazısıyla dolaşabiliyor, sırtında "Tanrı nerede?" yazılı tişörtle bir delikanlıyı Cuma namazı kılarken görebilirsiniz. Sakın "Ne olacak ki bu yazılardan?" demeyin, sizin basit gördüğünüz bu ayrıntıyı titizlikle çalışanlar var.

Bakın neler bulmuş Hoca: "Bu Gece Boşum", "Seni İstiyorum", "Meşhur, Başarılı, Zenginseniz!
Boştayım" Cinsellik mesajları o kadar çok ki burada dile getirmekten insan utanıyor. "God is Busy, Can I Help You?" yani "Tanrı Meşgul Ben Yardımcı Olabilir miyim?","Hayatını Yaşa" , "Korku Kul Yapısıdır, Din Korkudur", "Hayat Eğlencedir", "Uyuşturucuya Güven" ve daha neler!
Kültürümüzle, maneviyatımızla örtüşmeyen bu yazılar bilinçaltına göndermelerdir.
Biz de anlamını bilmeden ve önemsemeden bunları kullanıyoruz.
Bizimkisi ise bir farkındalık oluşturmak o kadar.

gazete

15 Ağustos 2019 Perşembe

Trafiğe kurban oldular!

Ahmet TEZCAN

Trafiğe kurban oldular!

15.8.2019

Tatili tatil, bayramı bayram gibi kutlayamaz olduk. Bu bayram da kural değişmedi, onlarca insanımızı yine trafiğe kurban verdik. Ölü sayısı dün 50 civarındaydı, onlarca ev yine yasa boğuldu. Arabalarla yiğitlik olmuyor, bunu da öğrenmiş olmamız gerekiyor. Teknoloji geliştikçe otomobillerin konforu, gücü ve hızı artıyor ama güvenlik konusu insana bağlı bir şey. Sürücünün sağlığı, eğitimi, bilgisi, becerisi, refleksi ile yalnız trafikte değil günlük hayatımızda bile güvenliğimizi olumlu olumsuz etkiliyor.
***
Bu yolda ve trafik kazlarıyla mücadelede çaba harcayan sivil toplum kuruluşlarına kulak vermek gerekmektedir. Karayolu Trafik Ve Yol Güvenliği Derneği bu kuruluşlardan biri. Başkan İhsan Memiş'in verdiği rakamlar dehşet verici. Yaptıkları açıklamaya göre ülkemizdeki 1 milyon 202 bin trafik kazasında 7 bin 427 kişi ölmüş ve 300 bin kişi de yaralanmış. Trafik Yol Güvenliği' nin tespitidir bunlar ve yıl ortalamasıdır. Avrupa ülkelerinin motorlu araç sayıları ile karşılaştığında ortalama 5 kat fazla, bu da sürücü kalitemizde kuralların yerine oturmadığını gösteriyor.
***
Başkan Memiş, ezbere ve imtihana dayalı bir belge alma yarışının devam ettiğini söylüyor. Bir şey daha söylüyor, şu andaki araç sayısı ile sürücü belgeli insan sayımız arasında 10 milyon fazlamız olduğunu.. İlginç değil mi? Trafik kazalarının da nedenini açıklıyor bu tespit. En önemli varlığımız insan ve her yıl binlerce insanımızı trafiğe kurban veriyoruz.
***
Zamanın değişimi ile bayramların da değiştiğini yazacaktım, içinde çocukların da olduğu trafik kazaları öne çıktı. Ben en çok çocuklara üzülüyorum. Tazecik fidanlarımız büyüklerin kucağında mutlu, mes'ut seyahatteyken küçücük bir hata ile tatlı bir uyku esnasında belki nasıl ölüme savruldular kim bilir?! Kimseyi suçlamıyorum, biraz dikkat diyorum ve kazasız belasız bayramlar diliyorum.

gazete

8 Ağustos 2019 Perşembe

Bayram edelim Yâr ile şimdi

Ahmet TEZCAN

Bayram edelim Yâr ile şimdi

8.8.2019

Bayram haftasına girdik. 10 Ağustos bayram arifesi. Takip eden dört gün Allah nasip ederse ve O'na adanan kurbanlarımız, dost ve akrabalarımızla hoşça bir bayram geçirmeyi diliyorum. Bu vesileyle Türk dünyasının ve Âlem-i İslâm'ın Kurban Bayramı'nı en içten dileklerimle kutluyorum. Kazasız belasız bir bayramı huzur içinde geçirelim istiyorum. Çünkü bu bayram bıçaklı satırlı bir bayram aynı zamanda... Kasap ya da kasap becerisi gösterebilenler her kurban sahibinin ihtiyacına cevap veremeyeceğine göre büyük bir kesim kendi kurbanını kendisi kesecektir. Her yıl memleketin Acil Servisleri bu yüzden boş kalmıyor. Metropollerde oturanlar da ekran başında bir yerlerini kesmiş insanların haberlerini izliyor.

***

Ankara'nın manevî sahibi bildiğimiz, her zorumuzda kapısına yaslandığımız Hacı Bayram Veli hazretlerini anmadan bayram yazısı olur mu? Ne diyordu Hazret? "Bayramî imdi bayramî imdi/bayram edersin yâr ile şimdi" "N'oldu bu gönlüm" ilahisinden iki mısradır aktardığımız. Büyük Veli diğer mısralarında gönül duygusunu coşkuyla dile getirirken; "Yâr ile bayram" ın da teşekkürünü ediyor. İnsanlar kimi "Yâr" edinirse ona teşekkür eder.

***

Bayramda bizler aslında çocukluk lezzetimizi arıyoruz.. Aile büyükleriyle yaşadığımız çocukluk bayramlarını unutamıyoruz ama kendi çocuklarımıza da aynı duyguları yaşatmaktan gün geçtikçe uzaklaşıyoruz. Dinî bir ritüel olmakla birlikte bayramlar maalesef "tatil fırsatı" olarak değerlendiriliyor. Çoğumuz kurbanla, kabirle değil, "Alo Kurban" hattından bir bağış ile tatil yöresinde dinlenmeyi tercih ediyoruz. Hep yorgunuz, dinlenirken bile yoruluyoruz. Bayramlar çocukluk masumiyeti muhafaza edildiği oranda yaşanır. Byram şimdi de yine çocuklaradır, yetişkinlere ise "ara tatil"! Yılın 140 gününde tatil yaptığımıza dair bir haber okumuştum gazetelerde, Cumartesi - Pazar dâhil mi bilmiyorum. Yılın 225 günü mesai gerisi bayram seyran işte! Memleketimizde iş yapan Japon dostlar "Türkiye, hep tatil hep tatil!" diye boşuna dememişler!

***

Böylelikle Ağustos ayını Zafer Bayramı coşkusuyla savuştururken Hicri yılı da tamamlamış olacağız. Muharrem ile birlikte "Aşure Günleri" başlayacak. Eylül, her zamanki gibi çocukların okul telaşıyla geçecek. Hayat bu, iki ipliği iğneden geçirmek için bükmek gerekiyor. Biz de büküle büküle hayat yolunda ilerliyoruz. Bayramı bayram gibi kutlayalım, çocukların gül yüzünde güzel gülücükler açsın, büyüyünce onların da tatlı bayram hatıraları olsun.

gazete

1 Ağustos 2019 Perşembe

Hac ibadeti

Ahmet TEZCAN

Hac ibadeti

1.8.2019

Hicri 1440'ın son günü, yarın Zilhicce giriyor yani Hac mevsimi. Hac zamanı bellidir; Şevval ile başlar Zilhicce ile tamamlanır. En dar zamanıyla 9-14 Ağustos bu ibadetin tam zamanı. Bu sene ülkemizden 80 bin kişi hacca gitmeye hak kazandı. Hac, mali yeterliliği olan Müslüman'a farz ve bedenen yapılan bir ibadettir; borçlanarak, kredi kartından, ödünç parayla filan Haccın yapılamadığı yetkililerce her zaman ifade ediliyor. Hac, Hz. Âdem'den bu yana var; derler ki Âdem atamız bir süreliğine yeryüzüne indirildiğinde, Rabbinden bir dilekte bulunmuş, "Cennette seni tesbih ederken" demiş, "billur bir sütunun etrafında tavaf ederdim, onu da indir ve ben yine sana öyle ibadet edip seni anayım." Dileği kabul olmuş ve Âdem sonrası muhtemelen Nuh tufanında kaybolan o sütunun bir parçası bulunarak Hz. İbrahim tarafından Kâbe'nin malum köşesine yerleştirilmiş adı da "Hacerülesved" olmuş.

***

İnsanların kimi zaman içine putları doldurarak, bazen "günah işledik bu giysilerle" diyerek çıplak halde Kâbe'nin etrafında tavaf ettikleri biliniyor. Giydirmek için örtüler dağıtılmış, adı ihram olmuş belki, bazen parayla satılmış bu örtüler ve alamayanların çıplak halde ve alkışlayarak tavaf ettikleri anlatılır. Hikâye bu, doğrusunu ancak Allah bilir. Ama şu bir gerçek; insan var olduğundan beri bu ibadet var. En doğrusu ve Allah indindeki dinin bütün sınırları son din İslâm ve onun peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)'nın sünnetleriyle bellidir. Buna rağmen eğip bükenler yok mudur, elbette vardır ama insanoğlu doğrusunu bulmak için çabalayacaktır. Önemli olan bu yoldaki gayrettir, samimiyettir.

***


Bütün bu telaş 9 Ağustos ikindi vaktiyle 10 Ağustos imsak saati arasında Arafat'ta bulunmak ve bayramda Kâbe'yi tavaf içindir. Haccın rüknü denen, farz olan da budur. Bunun vacipleri sünnetleri de var ve ihmal edilmez. Hac ibadeti de sadece Kur'an ile değil, Peygamberin sünnetleriyle anlaşılabilmektedir. Zaten geneli itibariyle dinimiz böyledir; Peygamberimiz ile yaşanmak durumundadır. Şunu da belirtmeden geçmeyeceğim. En pahalı ibadet bizim ülkemizdedir ve Haccın taban fiyatı 15-20 bin liradır. "E, birader bu ibadet varlıklı olanlara" denilemez, ucuzlatılabilir, daha ucuz yolu bulunabilir. Diyanet de haccın turistik organizasyonundan çekilmeli ve bu işi profesyonellere bırakarak sıkı bir şekilde denetlemeli ve yalnızca ibadet boyutuyla iştigal etmelidir. Para insanı bozar.

gazete

25 Temmuz 2019 Perşembe

Tatil yazısı 2019

Ahmet TEZCAN

Tatil yazısı 2019

25.7.2019

Tatil mevsimi tüm canlılığıyla sürüyor; yollar, dilenme istasyonları tatilcilerden geçilmiyor, her yer cıvıl cıvıl. Biz de tatil her zaman çocuklarımıza göre planlanır, çocukların durumu tatilimizin odağıdır adeta. Emekli olana kadar da bu devam eder. Ha, evde yaşlı ve hastamız varsa bu hal günlük hayatın da önemli bir parçasıdır zaten.

***

Okullar 9 Eylül'de açılacak. Yeni öğretim yılının başlamasına daha Ağustos gibi koca bir ay var ve hazırlıklar Eylül ile başlar. "Çocukların okulları başlamadan bir yerlere gidelim, bir hafta on gün deniz tatili yapalım" diyen aileler şu an yollarda, tatil yörelerindeler.. Bütün kış bugünlerin hayalini kurdular, para ayırdılar, hazırlık yaptılar, çalışan aileler izinlerini bugünlere denk düşürdüler ve artık gezi, deniz, güneş, doğa ile haşır neşirler.

***

Peki, tatilciler o yörelerde ne yiyorlar, nasıl besleniyorlar? Herkes kendi durumunu biliyor ama benim gözlemim; çocukların beslenmesine tatil yörelerinde hiç dikkat edilmediğidir. Büyükler için de aynı durum söz konusu ve fakat onlara sözüm yok. Neticede yetişkin insanlardır, ne yiyip içtiklerini bilmeleri gerekir. Ama ister ikaz ister hatırlatma deyin benim çocuklar beslenmesi konusunda ikazım var. Onlar tatilde ıvır-zıvır ile karınlarını doyuruyorlar. Koca bir tabak patates kızartması veya makarna üzerine bol ketçap ve bol şekerli boyalı sular, konsantre içecek ve en başta da kola! Çocuklar bu memleketin en değerli varlığıdır, geleceğidir, bir bakıma umududur. O nedenle bütün bir hayatı boyunca onlarla ilgili her şeye dikkat kesilmek durumundayız, en başta da yiyip içtiklerine. Vazgeçirmeye çalışılsa da "zorlama" noktası ailede sorun oluyor.

***

Bir de yollarda alınıp satılanlar.. "Yöresel, otantik, tatil hatırası" adı ne olursa olsun ağırlıklı olarak "uyduruk" şeyler alınıp satılıyor ve bütçeye yükü toplamda önemli yekûn oluşturuyor. Yerli yabancı binlerce insanın mola verdiği noktalarda mesela "fastfood" kalitesinin üzerine çıkılabilmiş değil. Kilolarla hazır patates, maya yüklü unlu mamuller tüketiliyor. Zeytin 45 lira, el insaf! Peynir, sucuk hakeza... Tatil yörelerinde ve güzergâhında bence denetim sorunu var. İdareciler, belediyeciler şöyle bir dolaşsalar ya?

gazete

18 Temmuz 2019 Perşembe

İki vakit arasında bir tarih!

Ahmet TEZCAN

İki vakit arasında bir tarih!

18.7.2019

Belki ilginizi çeker dedim, bugün 15 Temmuz'u yazacağım, benim de söyleyeceklerim var. Bir koca milleti, yüzyılların yaşanmışlıkları içinde kadim Anadolu'yu, yatsı namazı ile sabah namazı arasında tarihe gömeceklerdi. Debelenip doğrulana kadar da kaç on yıl gerekecekti tahmin etmesi çok güç. Ne uğruna ve kimin adına? Onun bu işte rolü çok büyük elbet ama bir ağlak imamın(!) işi mi sanırsınız bunu yoksa?! Öyle demek için çok saf hattâ onun ötesi olmak lazım.

***

Buraya kadarını eli kalem tutan, vicdan sahibi herkes yazdı. Şimdi sıkı durun, bizim kaybımız sadece 251 kişi mi? Çık çık! Peki ya onlarınki?! Bizim kaybımızın üç katı kadar da onlara yazacaksın. Bu işte münhasıran görev almış ajanlarını da kat içine.. 15 Temmuz hakkındaki gerçekleri çok ileriki zamanlarda öğreneceğiz, belki de öğrenemeyeceğiz. Biz 15 Temmuz'un tarih olduğunu, kitaplara geçeceğini biliyoruz sadece. Herkesin de bildiği bu. Elinde hiçbir silahı olmayan adamın sokağa çıkıp, uçakları, tankları, helikopterleri dahil tepeden tırnağa silahlı, sadece silahlı değil, planlı ve de kararlı bir güce karşı; "Siz ne yapıyorsunuz ya?" diyerek ikna etmeye çalışan, olmadı başını, gövdesini değil, hayatını ortaya koyan bir millete tarihte rastlanmış mıdır? Bu sebepledir ki 15 TEMMUZ TARİHTEKİ TÜM DİRENİŞLERİN
TACIDIR, TAÇLANMIŞIDIR.

***

Dikkat edin, kötü ne varsa Müslüman'a yükleyip petrol başta değerli nesi varsa kullanmak istiyorlar. İran ile denediler bunu, kimse yutmadı, tutmadı. BAYRAK ÜLKE TÜRKİYE'ydi çünkü. Yeni bir imam(!) buldular, başarsalardı Dolmabahçe'ye oturtacak, ilk Cuma namazını onunla Ayasofya'da milyonlarla eda etmek suretiyle bir milleti kendi kadim idealleriyle esir alacaklardı. Olmadı, olmazdı, Türkiye artık yılmaz yıkılmazdı. Uyanık olmalıyız, bizim değerlerimizle geliyorlar. Vazgeçmezler, yine deneyecekler. Bakalım bundan sonra neyi, nereden ve nasıl?

gazete

11 Temmuz 2019 Perşembe

Ankara’nın bağları!

Ahmet TEZCAN

Ankara’nın bağları!

11.7.2019

Ankara'nın bağları hepimizin dilinde, dinlemediğimiz duymadığımız gün yoktur. Bu düğün türküsü neredeyse zeybeğimizi bile geride bıraktı.
Nedeni herkesçe malum, insanı yerinde durdurmuyor. Mevlitle başlayan düğünlerimiz bile Ankara'nın bağları çalınmadan tamamlanamaz oldu.Konuyu getireceğimiz nokta bu değil elbette, Ankara'nın dağlarıdır, bağlarıdır, ormanları, ağaçlarıdır.
Ankara deyince en evvel İç Anadolu bozkırının ortasında bir kent akla gelir.
Bakıp da görenler bunun böyle olmadığını hemen fark ederler. Sınırlı sayıda bitkinin yetiştiği bir kent değil Ankara..
Dikkatlice bakıldığında bitki çeşitliliği yönünden zengin olduğu hemen anlaşılacaktır. Taa Balıkesir tarafından manolya tohumu getirdiğimde "Ankara'da yetişmez" dediler, denedik bakalım göreceğiz. Ormancılar, manolya, defne, zeytin, zakkum, sığla, yasemin, fıstık çamı gibi bir çok ağacın/çalının Ankara ikliminde yetişebildiğini söylüyorlar.

***

Ahmet Demirtaş imzasıyla ve Ankara'nın ağaç, ağaççık ve çalıları adlı bir kitabın da yayınlanmış olduğunu memnuniyetle gördüm. Temin edersek bilgimizi geliştireceğiz. Kıymetli ağaçlara iklimi müsait olduğu halde şu zamk gibi yapışkan, salgıları, tohumları olan ağaçlar neden Ankara sokaklarındadır bilemiyorum Hele pamuk saçan kavaklar çok mu gerekliydi, kavağın pamuk dökmeyeni yok mudur onu da ilgilileri biliyor.
İlgililer bilgisiz, bilgililer ilgisiz olunca işte ODTÜ'de olduğu gibi bir avuç mevzudan bir yığın problem çıkıyor.

***

ODTÜ demişken bu köşede bu güzide okulumuz hakkında olumsuz tek satır yoktur. Hep başarıları, akıl küpü öğrencileri konu edilmiş, övülmüş desteklenmiştir ve fakat, benim bir yazıma istinaden meslektaşımız Hakkı Öcal'ın sosyal medyada ifade ettiği gibi "ODTÜ ülkemizin gözbebeklerinden biri. Ne var ki o akıllı insanlar henüz akılsız davranışları reddetmediler.." Nedir o kız öğrencinin ağzından çıkan o sözler?!
"... onurlu olun" Doğrusu seyrederken ben utandım. Annesi babası da seyretmiş ve yüzü kızarmıştır 5-10 pamuk döken kavak ağacı için kızının ağzından çıkanlar adına. Ama yine mesele ağaç değil, çocukları bir bahane ileri sürenler var. ODTÜ, her şeyi başardı demokrat olmayı, ideolojik saplantıya düşmeden medenice bir şeyi tartışmayı başaramadı vesselam. Bunun bence her yönüyle masaya yatırılması lazım gelir diye düşünüyorum.

gazete

4 Temmuz 2019 Perşembe

Diyanet’ten açıklama

Ahmet TEZCAN

Diyanet’ten açıklama

4.7.2019

Ramazanda Ankara'nın camileri ve hazırlıklarla ilgili bir yazım vardı, Kocatepe Camisi'nin de ihtiyaçlarına değinmiştim o yazıda.
Kocatepe, muhteşem büyüklüğüyle görülmek, bir vakit olsun namaz için uğranılan bir mabettir Ankara'da ve Diyanet Vakfı ilgilenmektedir, genel merkezi de caminin altındadır. Mahalleli cemaatin ifadeleriyle yaşlı ve engelli vatandaş camiye ulaşmada sıkıntılarını dile getirirken; tam 55 basamak çıkmak zorunda kaldıklarını söylemişti.
Ben de "Yürüyen merdiven" çözümü önermiştim.
Dahası caminin yeterli bakım görmediğiydi konu.

Doğrudan Diyanet Vakfı'nı muhatap almıştık, açıklama da Gnl. Md. Yrd. Çakıroğlu imzasıyla oradan geldi ve tam 5 sayfa.. Burada yer vermemiz imkansız ama özetlersek; iç-dış aydınlatma ve temizlik için gereken çalışmanın periyodik olarak yapıldığı, ihtiyaç duyulan alanın ısıtıldığı, soğutma ihtiyacı olmadığı, asansörlerin yenilendiği, kubbedeki su sızıntısından parke ve merdivenlere kadar ihtiyaç duyulan onarımların yapılmakta olduğu ve ses sistemiyle ilgili ayrıntılı bilgiler verilen açıklamada, cephe aydınlatmasının Büyükşehir Belediyesi'nin taahhüdü olduğu fakat ilgisiz kalındığı ifade ediliyor. Çoğu yaşını aşmış, mahalleli cemaat, hiç değinilmeyen yürüyen merdiven konusunda ısrarlı. 24 saat açık olan caminin dış aydınlatmaları da sabaha dek açık olmalı. "Kocatepe Ankara'nın sıradan bir camisi değil, başkentin 'Selatin Camii'dir" diyorlar ve Ankara'nın gece manzarasından bu büyük mabedin silindiğini söylüyorlar. İnanmayan yatmadan balkona çıkıp bir baksın.

Velhasıl, böylesi önemli büyük kuruluşun tepe yöneticileri bir kararname ile bir çırpıda görevden alınıyorsa oradan bir rahatsızlık vardır! Vakfın 4 Mayıs'ta genel kurulu yapıldı kim seçildi kim düştü belli değil. Kimse bir şey açıklamadığı gibi "genel kurulun yenileneceği" konuşuluyor. "Sayıştay'a hac kontenjanı" da ilginç?! İki kurumu yöneten aynı Başkanlık, misyonu icabı bu büyük kuruluşumuzdan Kocatepe'nin lüzumsuz yapılarla perdelenmesine, önünde "meyhaneler sokağı" oluşmasına mani olması beklenirdi. Konumu ve önemi çok büyük ama icraatlar düşündürücü!
Öyleyse teşkilatın da Vakfın da başkanı olan Sayın Ali Erbaş'ın içeriye diyorum, biraz daha eğilmesi, ekstra zaman ayırması mı icap ediyor diye düşünmeden edemiyorum.

gazete

27 Haziran 2019 Perşembe

Çocuklar tatilde mi?!

Ahmet TEZCAN

Çocuklar tatilde mi?!

27.6.2019

Öğrencilerimizin ve ailelerin LGS heyecanı henüz sükûna ulaşmışken bizim de sözümüz olacak. Önce rakamlara bir bakalım. Dünyanın genç nüfus barındıran ülkelerinden biri Türkiye ve sadece öğrenci sayımız 143 ülkenin nüfusunu geçmektedir. MEB'e bağlı resmi ve özel okullardaki öğrenci sayımız ortalama rakamla 25 milyonu aşmıştır, bunun 8 milyonu yükseköğretim kurumlarında bulunmaktadır.
Daha önce de yazdım, çocukların ana karnında oluşumunu tamamlayıp dünyaya doğmaları için 9 ay 10 günlük süre yetiyor. Bebeklik çağları da 4-5 yıl kadar evde, aile ortamında geçiyor.
Karakterlerinin oluşması ve temel bilgileri almaları için bu süre çok önemli. Sonra okul dönemi başlıyor. Çocukların her yıl okullarda eğitim öğretim gördükleri sürenin ana karnındaki süre kadar olması benim hep ilgimi çekmiştir. Dikkat edin, okullardaki öğrenim süresi de aşağı-yukarı 9 ay 10 gün sürmektedir ve lise sona kadar bu her yıl aşama aşama tekrarlanmaktadır.
Hayata ve dünyaya doğmak arasında böyle bir ilişki var.

***

Peki, öğrencilik süresi boyunca adeta bir yarışçı gibi kovaladığımız çocuklarımıza cenin halindeyken gösterdiğimiz ihtimamı, bebeklikte ve okullarda da hassasiyetle gösterdiğimizi söyleyebilir miyiz?
En büyük bütçeyi eğitime ayırmak yetmiyor.
Çok zaman harcayıp çok enerji tüketiyoruz.
Evet, eğitim öğretim kolay iş, asla değil. Herkes için bu böyle. Öyleyse neyi eksik yapıyoruz? Türkiye zengin ve güçlü bir ülke, yeterli insan kaynağına sahip ve yetişmiş insan gücü kendine yeterli ise neyi eksik yapıyoruz değil mi? Çocuklardan şikâyetçi aile yok gibi. Ekran bağımlılığı bile bir yaşına kadar düşmüş. Üzülelim mi, sevinelim mi yoksa başımızı ellerimizin arasına alıp düşünmeli miyiz bilemiyoruz.

***

Kimsenin bu memlekete olan sevgisinden de şüphemiz yok. Ancak, bunların efektif hale gelmesi gerekiyor. Öğrencilerin yaz tatili başladı, bu sürenin boşuna geçmemesi, tatilin amacına ulaşması lazım.
Onların sağlam karakterli, vicdan sahibi iyi birer vatandaş olarak yetiştirilmeleri yarına daha güvenle bakmamızın garantisidir.
Çalışan ailelerin yoğunlukta olduğu Ankara'da izin süreleri bellidir. 1 milyon dolayında öğrenci şu anda evde, sokakta.
5 milyonu aşan başkent nüfusu içinde bu çocuklar nerede, kiminle dolaşıyor takibi çok zor. Çalışan anne-babalar işinize gömülmeyin, onların arkasını arayın.
Kiminle arkadaşlık ediyor bilin. Her gün bir yığın çocuk haberleri izliyor üzülüyoruz, siz siz olun üzülmeyin.

gazete

20 Haziran 2019 Perşembe

Nallıhan’da safari keyfi

Ahmet TEZCAN

Nallıhan’da safari keyfi

20.6.2019

Bu hafta nereye gidelim derseniz hemen size önereceğim yer Ankara'nın müstesna gezi ve dinlenme merkezlerinden biri ve bence en önemlilerinden biri olan Nallıhan olacak. Havası, suyu, ormanı ve mutfağı ile Nallıhan gezmeyi görmeyi sevenlerin olmazsa olmazıdır.
Biraz uzaktır ama yolu düzgündür, müsaittir ve dinleneceğinize de eminim. Hele bu hafta Nallıhan için çok özel çünkü Fotosafari'nin 6 ncısı bu hafta sonu gerçekleştirilecek.
Başkentteki hemşehri derneklerinin yöneticilerinden oluşan ve Ankara'nın bu anlamda çatı kuruluşu olan Büyük Ankara Meclisi'nin destekleriyle gerçekleşen Fotosafari bile Nallıhan gezisi için başlı başına gerekçeniz olacaktır. Avcılığı tüfekle yaparsanız öldürürsünüz ama fotoğraf makinalarınızla bunu yaparsanız kalıcı hale gelmesi için katkıda bulunmuş olursunuz, seversiniz, yayarsınız, paylaşırsınız ve ülkemizin güzelliklerine tanıtmış olursunuz.

Nallıhan'dan bahsederken Büyük Ankara Meclisi'nin de başkanlığını yürüten Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan'ın bir "Doğa Gönüllüsü" olarak Kuş Cenneti'ne olağanüstü katkısı olmuştur.
Ceylan'ın yaban hayatının korunması konusundaki çabaları gerçekten takdir toplamaktadır. Şahsen doğanın ve bilhassa kuşların hayranıyım. Manyas Kuş Cenneti'ni gezdim gördüm. Kızılırmak deltası bilhassa beni çok etkilemiştir.
Nallıhan'ı ise Mayıs başında aynı kuruluşun düzenlediği gezi ile tanıma şansına ulaştım.
Dünyanın bütün kuşları bu memleketi, bizim coğrafyamızı, güzelim Türkiye'mizi göç için, konaklamak için geçiş noktası olarak görmektedirler. Zenginliğimizin sebebi budur ve ilahî bir lütuftur.

Nallıhan Kuş Cenneti'nde 250'ye yakın kuş türü barınmaktadır. Sarıyar Hasan Polatkan barajı buradaki sayısız canlıya, yaban hayatına en münbit yaşam ortamı sağlamaktadır. Çok ilginç bir kuş olan Karaleylek Nallıhan'ın adeta simgesi olmuş. Angutlar, baykuş çeşitleri, yeşil başlı ördekler, pelikanlar, kızıl şahin ve kartal gibi yırtıcılar ve sayısız kuş türlerini burada görme şansına sahibiz. Sadece 85 tür ötücü kuş var. Rahatsız olmasınlar diye karayolu tam burada tünele giriyor. Karabataklar ise burada sorun olmaya başlamış, yuva yaptığı alanlar kuruduğundan yağlamak suretiyle yuvalanmaları sınırlanmaya çalışılıyor. Tam da yavruların palazlanıp yuvadan ayrılmaya başladığı bir zaman şimdi. İlçe merkezinden, mutfağından, ardıç ormanından hiç söz edemedik, Nallıhan jeolojik yapısıyla da önemli bir yürüyüş parkuru. Hafta sonunu değerlendirmek için randevunuz Nallıhan olsun, pişman olmazsınız.

gazete

13 Haziran 2019 Perşembe

İstatistiklerle memleket manzarası

Ahmet TEZCAN

İstatistiklerle memleket manzarası

13.6.2019

TÜİK'in Basın Odasını dolaşırken bugün istatistiklerle memleketin bir resmini çekelim istedim. Toplamda karşıma çıkan manzara benim ilgimi çekti, sizin de çekecektir umarım.
Memleketimizde Opera ve bale seyirci sayısı geçen sezona göre %4,2 artmış, yüz kişiden 4'ünden biraz fazlasının ilgisini çeken bir alan demek ki?! Devlet Tiyatroları'na ben zaten hiç akıl erdirememişimdir, CSO'ya da..
2022'de bitmesi planlanan yeni binası için bu sene bütçeden 10,5 milyon ayrıldı. İdil Biret'in konserine tek bilet satılmadı diye yazdığımda çok kızmışlardı. Meğer o konsere herkes davetiye ile teşrif etmiş! Geçenlerde de Cüneyt Gökçer sahnesinde "Kış Masalı" diye bir oyun seyrettim, yine şaştım kaldım.
Kim seçer bunları, kim sahne kararı alır? Ne konu, ne kostüm hiçbir yönüyle ilişki kuramadım oyunla. Bizim topluma mesaj olacak bir oyun değildi bence.

Bir başka konu; 15-19 yaş grubunda doğurganlık hızı düşmüş. 15-35 yaş arası nüfusunki nedir acaba? Yeterli olsa Cumhurbaşkanı her konuşmasında EN AZ ÜÇ ÇOCUK mesajı vermez herhalde?!
Herkes 1 tanecik çocuk yapıp oturma derdinde! Bu arada tek kişilik hanelerin en fazla olduğu büyükşehir Eskişehir'miş.
Emlakçılar 1+1 lerin müşterisi hazır diye boşuna söylemiyorlar. Ülkemizdeki hanelerin %23,1'inde de en az bir yaşlı fert bulunuyormuş ve Türkiye'de ölümlerin %28'i 65 yaşın altındaymış bunu da belirtelim.

Ve bayram tatilinden henüz dönmüşken seyahatlere ilişkin rakamlar da ilgimi çekti. Gezmelerimize 40 milyar 266 milyon 153 bin TL harcamışız. 9 günlük bayram tatilinde de herkes sahillere akması neyin göstergesi? Motorlu kara taşıtlarının sayısı ile ilgili rakamlar da var: Son on yıldaki artış yüzde 66 olmuş. "Onun arabası var" diye şarkılar söylüyorduk şimdi herkesin arabası var, dahası da var! Şu da dikkat çekici bir durum: Vatandaşımız yabancı ülkelerde toplam 4,9 milyar dolar turizm harcaması yapmış, yurt içinde de 35 milyar 305 milyon 804 bin TL harcamışız.
İstatistik 2019 Şubat tarihli eski değil. Yeri gelmişken ilgili ve başka rakamlar da verelim hepsi TÜİK kaynaklı: Ülkemizde her 10 kişiden 3'ü doğduğu ilden farklı bir ilde yaşamaktaymış ve 2017 yılında 2 milyon 684 bin 820 kişi iller arasında göç etmiş.
Doğduğumuz yerde değil doyduğumuz yerdeyiz yani. Ben rakamlarla memleket manzarasına bakmaktan hoşlandım ilerdeki yazılarda devam ederiz inşallah.

gazete

6 Haziran 2019 Perşembe

Hayırlı bayramlar

Ahmet TEZCAN

Hayırlı bayramlar

6.6.2019

Bütün bir Ramazan ayında oruçlarını tutanlar Reyyan kapısından cennete girmeye hak kazandılar, tutmayanların ise akıbeti belli..
Bunu söylemek ne mümkün?!
İSLÂM, 5 şartlı, bir başka ifadeyle ve günümüz anlayışıyla BEŞ YILDIZLI BİR YAŞAM BİÇİMİDİR. Buna göre tercih ve tatbik ettiği kadarıyla herkes kendini serbestçe yıldızlayabilir.
Şartlar belli:
Önce Allah'tan başka bir ilah olmadığına inanılacak ve Muhammed Mustafa'nın O'nun kulu ve resulü olduğu kabul ve ikrar edilecek. Namaz ve oruç ibadeti ondan sonra geliyor.
Ekonomik durum el verirse hac yaparak, kasa, kese mevcuduna göre zekât vererek 5 yıldızlı hayatın tüm şartları yerine getirilmiş oluyor.
Tam da burada bir soru akla geliyor..
Fiziki olarak tüm bu şartlar yerine getirildiğinde her şey tamamlanmış olur mu?
Elbette değil.
***
Müslümanlık çok büyük ve çok önemli bir taahhüt, "mü'min" olmak onun da ötesinde.. İbadetlerin fiziki şartlarıyla beraber ötesine geçmek gerekiyor.
Yani manen hazzını duymak ve kalben mutmain yani tatmin olmak; eli, gözü, kulağı, hâsılı tüm bedenin ibadete katılması gerekiyor. Yalnızca şahadet, yalnız oruç, namaz, yalnızca hac ve zekât ile bu dinin yaşanamadığı, çekilip bir başına yaşanası bir durum olmadığı muhakkak.
Hz. Mevlâna "İNSANLIĞA KARIL" diyerek bunu iki kelimeyle açıklamış. Bu din, komşuyla, arkadaşla, kardeşle, kısaca tüm toplumla, insan, hayvan, bitki doğadaki tüm varlıkla yaşanan; bir hayatın değil, tüm hayatın kâmilen disipline edilmesidir.
Peki, bu mümkün mü?
Eh, bu soruyu herkes kendisine soracak, ne kadarını yaşarsa o kadar haz alacak, hazzını aldıkça daha çok, daha derin yaşayacak. İslâm ve ibadet aynı zamanda bir denge ve bir iç disiplindir, her an ve her zaman içte ve dışta yaşanasıdır.
***
Ramazanlar, bayramlar, Cuma ve kandil günleri en yalın ifadeyle;
"özel anlar, müstesna zamanlar"dır.
Günümüzün kanla, karmaşayla yoğrulan dünyasında bunalan insana ilahi bir lütuftur. Cenab-ı Mevlâ, kime iltifat etmişse yükseltip yüceltmiştir. Esasen insanın "hayat" dediği ve çok önemsediği süreci doğru yönetmesi ve işleri yoluna koymasıdır mesele.. Dileğim içeride ve dışarıda şu dar ve zor günlerde kurtuluşumuza vesile olmasıdır.
Bu vesileyle bayramınızı kutluyor hepinize sağlık ve mutluluklar diliyorum.

gazete

30 Mayıs 2019 Perşembe

Yitik Hazine

Ahmet TEZCAN

Yitik Hazine

30.5.2019

İmparator Ferdinand'ın elçisi Busbek Kanuni döneminde 8 yıl İstanbul'da kalmış, sonra da imparatoruna mektup yazmış. "Ben Osmanlı milletini kendi milletimle karşılaştırınca" demiş, "korkuya kapılıyorum, uykularım kaçıyor." Yarın karşı karşıya gelince Türklerin galip geleceğini çünkü "çok akıllı, adil, ahlaklı, çalışkan, sadık, tecrübeli ve kuvvetli" olduklarını yazmış.
Kendi milletinin de bu hasletlerin tam aksi bir davranış içinde olduklarını eklemiş. Yalnız bununla kalmıyor elçinin mektubu, Osmanlı hasletlerinin tek dayanağının dinleri olduğunu, Müslümanların da Osmanlı Hanedanlığı sayesinde ayakta durduğunu ilave ederek aynen şöyle diyor: "Her fırsatta padişahı ve hanedanı kötülersek biz bir sonuç alabiliriz. Hanedan yıkılırsa Millet dağılır, Millet dağılırsa dinleri de mahvolur." Ferdinand'ın elçisi mektubunun sonunda Osmanlı'nın dininin doğrudan hedef alınmamasına bilhassa dikkat çekiyor.

İfadeler Gökhan Çayırlı'nın "Yitik Hazine" kitabının önsözünden, hemen altına Merhum Cemil Meriç'in "Haçlıların en büyük zaferi bizim tarih kitaplarımızdır" sözünü ekledikten sonra, çarpıtılan tarih bilgilerinin bıraktığı boşluğun gerçekle alâkasız TV dizileri, sinema filmleri ile doldurulmaya başlayınca "projektör görmüş tavşan" gibi afalladığımızı yazmış. Çayırlı'nın Sokak Kitapları'ndan çıkan "Yitik Hazine" kitabının kapağında; "Kültürel Gerilim Kitabı" yazıyor, benim çok ilgimi çekti. Sadece polisiye eserlerde yaşanmıyormuş gerilim, kültür alanında da yaşanıyor ve bu kitap tam da o. Bence "Hazine Sandığı" bu kitap, genç bir dimağdan sadır olmuş, sarsıcı bir kitap.

Yazmaya sözüm vardı, kitaptan notlarla bitiriyorum: Şu sözler 100 yaşında kaybettiğimiz ve son nefesine kadar tarih yazan ve yaşayan, Hocaların Hocası, Prof.Dr Halil İnalcık'a ait; "Osmanlığı tarihi kadar yanlış anlatılan yanlış bilinen iftiraya uğrayan dünyada ikinci bir millet yoktur." "Unutmayın, nereye gideceğinizi bilmiyorsanız hangi yoldan gittiğinizin bir önemi yoktur" diyen Hüseyin Nihal Atsız'ın şu son sözüyle kitap tamamlanmış, benim de bugünlük son sözüm olsun: "Her şey SAHİBİNE emanet.. Anlamışsanız ağlıyorsunuzdur, ağlıyorsanız anlamışsınızdır.
Çam da bizim kozalak ta.."

gazete

23 Mayıs 2019 Perşembe

Fukarasız iftar olmaz

Ahmet TEZCAN

Fukarasız iftar olmaz

23.5.2019

Karnı aç olanı doyurmak kolaydır, gözün aç olması başka bir şey.. Onu doyurmak ne mümkün? "Her şey dâhil" otellerinde envai çeşit yiyecek içecekler arasında koşuşturan insanların masalarında kalanlarla koca bir köy doyar.
Tepeleme doldurup yiyemeden orada bırakır ya da odalara taşırlar tabak tabak! Bir kuş sütü eksiktir ama doymazlar.
İşte göz açlığı başka bir şey ve üzerinde düşünmeye değer. Sadece yeme içme konusunda değil, her şeyde göz açlığının her halde tedavisi lazım gelir. Ramazanlar işte bunun içindir.
Yiyecek içecek ve her türlü zevk ve hazdan nefsin bir süreliğine uzak tutulup düşünülmesidir.

Dini konularda yetki sahibi olanların;
"Fukarasız iftar olmaz" ikazına rağmen, herkesin birbirini ağırlamaları alışılagelmiştir.
Her Ramazan "lüks iftar" eleştirileri de eksik olmaz. Bunları çoğu yine dernek, vakıf, sendika veya resmi kurum ortamlarında olur. Bir de bu ortamın kullanıcıları vardır ki iftar sofrasını ihmal etmez ve konukları da bellidir. Kuş sütü eksik olmaz bu sofralarda.
Geçelim, mesele şudur: Ramazan ayının ruhuna uygun sofraların kimsenin sözü olmaz. Böyle sofralarda zaten israf da olmaz. Ancak birileri de kendi sofrasını unutup "iftar bahane tenkit şahane" kabilinden ileri geri konuşmadan da edemez. Doğru gibi görünüyor söylenenler ama adamın niyeti o değil. Burada eleştirilen bence iftardan öte bir şey, bunların fark etmiyor değiliz.
İftar sahibini hedef alıyorlar, şamar oğlanına çevrilen siyasetçiyi karalamak zaten en kolay ve her daim revaçtadır. Müslüman'ı aşağılamaya dili varmayınca "Lüks iftarlar" üzeriden bahis açıp açığa kurusıkı ateş ediyorlar.
Bu ruh halini anlamak kolay değil.
Benim de anlayamadığım durumlar var.
Geçenlerde biz de çocuklarla bugün dışarıda iftar etsek dedik kalkıp bir lokantaya oturduk. Onca iftar edenin arasında tam da iftar saatinde rakısını açtırıp sigarasını tüttüren ruh hali bir örnektir. Kimsenin itirazı olmaz ama bir saat önce veya sonra olsun ne olur, nezaket olur, öyle değil mi?

Beş yıldızlı, ultra lüks ziyafetleri biz de eleştirdik ama israf dedik, hakkımızın olmadığını söyledik. Bu evrende insan olarak tükettiklerimizin esasen hayatımızdan gider, her şeyi tüketirken birbirimizi de tüketiyoruz böylelikle. Esasen nerede hangi maksatla olursa olsun, ister şirket yemeği, ister başka bir şey israf her yerde israftır. İftar yemeği olunca israfa göz yumulur mu? Asla değil..
Masalarda bırakılan o el değmemiş yiyecek içeceklerin çöpe boca edilmesine Allah'ın da, kulun da rızası olmaz. Benim şahsen sendika, dernek, birlik, vakıf üzerinden sürülen saltanatlara itirazım var, bunu hep söylüyoruz ama yine de ölçüyü kaçırıyoruz.

gazete

16 Mayıs 2019 Perşembe

Zimem defterleri

Ahmet TEZCAN

Zimem defterleri

16.5.2019

Ramazan, yardımlaşmanın en makbul ayıdır. Cebinde ekmek parası bile olmayan ihtiyaç sahipleri vardır, belki üstleri başları da düzgündür bu insanların.
Öyle oruç ayında türeyen pejmürde milyonerlere siz bakmayın. İşi düzgün, düzenli geliri olduğu halde işten ayrılmış, işten çıkarılmış, şirketi iflas etmiş bir yığın ihtiyaç sahibinin evlerine kapandığını ya da sokaklarda dolaştıklarına yüzde yüz eminim. Çünkü muhabir olarak çalıştığım dönemde benzer durumu yaşamışlıklarımız var. İş için girişimlerimizin sonuç vermediği dönemler olurdu, yine giyinir kuşanır evden beş parasız çıkar, başımızı sokacak bir arkadaş ofisi bulursak çayını içer, biraz vakit geçirir eve dönerdik.

Kendimden bir hikâyedir; Bir dönem iş bulma şansını bir türlü yakalayamamıştım.
Taa Çorlu'da eski bir milletvekili olan Yılmaz Alpaslan'ın "Devrim" adlı bir gazetesi vardı, orada çalışayım istedim.
Yakınlarım vardı Çorlu'da, bu zor süreci onlarla atlatırım diye düşünüyordum.
Rahmetli Yılmaz bey ile durumu hasbıhal ettik; "İyi güzel de.." dedi, gazeteyi yenilemeye, canlandırmaya konjonktür gereği, şimdilik pek ihtiyaç duymadığını söyledi.
İtirazımıza rağmen elimize bir de harçlık tutuşturup yolladı. Tam 14 ay sürdü işsizliğimiz, yaşayan bilir. Arkadaşların desteğiyle atlattık o günleri. Demem o ki; almaya alışmış olanları değil, gizli ihtiyaç sahiplerini bulmak, gözetmek önemlidir. Çoğu kez onlara yardımı nasıl ulaştıracağınızı bile bulamazsınız; borç-harç dersiniz, yakınlarını araya sokarsınız vesaire.

Vatandaş "askıda yardım" diye bir usul geliştirmiş, inandığı, güvendiği bakkala, çaycıya, berbere, fırıncıya velhasıl mübrem ihtiyaçların giderildiği esnafa "askılık yardım" yapıyor veya borcu olanların borcunu ödüyormuş. Kimin torunları, asil ruhlarının gereğini yapıyorlar. Eskiden Osmanlı'da "Zimem defterleri" varmış, asil ruhlu, cömert insanlar bu defterlere kayıtlı borçlunun borcunu kapatmaktan büyük zevk alırlarmış. Şimdi "veresiye" dediğimiz defterden borcu ödeyip sayfasını koparıp alıyor. Ne asil bir yardım şekli! Alan el veren eli görmüyor, bilmiyor, tanımıyor.
Günümüzde bu borçlanma usulünü takip eden esnaf var mıdır bilmiyorum? Yardıma aracı olan kişiler için de bu usûl adeta ateşten bir gömlek, çok büyük de vebali var.
Borçlu borç miktarını bilir, garibin kapanmış borcunu bir de kendine ödetirsen belanı bulursun. Anadolu'nun gani gönüllü insanları yardımlaşmanın her zaman bir yolunu buluyor. Bizim, millet olarak asırlarca toplu yaşamamızın, ayakta kalmamızın hattâ millet olmamızın sırrı budur.

gazete

9 Mayıs 2019 Perşembe

Oruç bir kalıp

Ahmet TEZCAN

Oruç bir kalıp

9.5.2019

Ramazanlar, her türlü davranışımızın hoş, faydalı, güzel olması için yaratıcımızın bizlere tanıdığı yeni bir fırsattır.
Ramazan gibi, hafta içindeki cuma günleri, kandil geceleri böyledir. Bir değerlendirmeye göre Ramazan'ın içindeki "Kadir Gecesi" başlı başına Cenab-ı Allah'ın Müslümanlara bir lûtfu keremidir.
Oruç, bilindiği üzere Hicret'in ikinci yılında, Bakara suresindeki;
"Siz ey imana ermiş olanlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ki Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız" hükmüyle (183) inananlara bir emir niteliğindedir.
Demek ki Müslümanlar olarak o günden bu güne hesabım yanlış değilse tam 1395 nci Ramazan'ı idrak etmiş bulunuyoruz.
İnsan ömrü sonlu olmasaydı da; Orucun farz kılınmasıyla başlayıp bugüne kadar oruç tutmuş olsaydık; belki 50 bininci orucumuzu tutuyor olacaktık.

Bir-İki asırlık bir ömrü bu şartlarda düşünmesi bile sıkıcı. Böylesi uzun bir ömür, hangi şartlarda çekilebilir ben şahsen düşünemiyorum. Ama lûtfu, ikramı bol Allah'ımız, matematik olarak "İçinde Ramazan olmayan bin ay" değer biçtiği bir Kadir Gecesi ile 80 küsur yıllık ömrümüzü karşılayacak bir başka altın fırsatı da yine Ramazan'ın içinde bizlere ikram ediyor.
Ayrıca tıbbi olarak da tüm organlarımızın bayramıdır adeta. Bir düşünsenize normal günlerde midemize yüklediklerimiz bir tarafa elimizi, dilimizi, gözümüzü, kulağımızı velhasıl tüm organlarımızı nasıl da ölçüsüz kullanıyoruz. Bütün bu organlarımızı oruçluyken daha ölçülü ve sorumlu kullanmak gibi bir durum zorunlu oluyor, başarabilen kazanıyor. Bizim hizaya gelmemiz sapkınlıklardan uzak olmamız için Hz. Adem'den bu yana yükümlülüklerimizin başında gelmektedir.
Bizim için adeta bir nevi "balans ayarı", nice faydaları ilim dünyasınca da ispatlanmış. Dr. Haluk Nurbaki rahmetli, pek güzel anlatırdı; "İnsanın iç organları dile gelse" derdi Ramazan'ın gelmekte olduğunu sevinçle birbirine müjdelerler."

İşin olumsuz tarafına hiç bakmayacaktım ama demeden olmuyor. Orucu nasıl tahrif ettiğimizi söylemeye dil gerek.
Oruç için ortam da çok önemli. Etrafınıza bir bakın ne demeye çalıştığımı anlarsınız.
Böylesi ortamlar mayın tarlası adeta ama başarabilen de tam anlamıyla kazanıyor.
Bir kısım TV'ler ise evlere şenlik, envai türlü yiyeceklerle Ramazan'ı adeta yiyecek içecek karnavalına çeviriyorlar. Oruç bir kalıptır dostlar, Hz. Mevlâna ibadeti şekil itibariyle ele alırken önü ve sonu olan her şeyi; kelime-i şahadet dahil ağızda başlayıp ağızda biten bir şey olmadığını söylüyor.
Öyleyse; imsakta başlayıp iftarda biten bir eylem de orucun sadece kalıbıdır. Marifet, kalıbın içini doldurabilmektir vesselam.

gazete

2 Mayıs 2019 Perşembe

Ramazan’ın anlamı

Ahmet TEZCAN

Ramazan’ın anlamı

2.5.2019

Bir yazımda yine bahsetmiştim;
'Ramazan' demek Arabî lisan'da "yatıştıran, bastıran, sakinleştiren" demekmiş.
Hani ne denir; "çisil çisil" başlayıp tozu toprağı yatıştıran yağmura Araplar bu adı veriyormuş.
Hele yağmurdan sonraki toprak kokusuna bayılırım ben. Dikkat edilirse öyle sırılsıklam, çamura bulayan, sel felaketlerine yol açan sağanaklardan bahsedilmiyor.
Hayatımızda kimi zaman, yönü, şiddeti, zamanı belirsiz fırtınalı durumlar vardır, biz ona bir anlamda "tozutma" deriz, işte o hallerin yatışıp sakinlik kazandığı bir mevsime giriyoruz; onun adı Ramazan..

Bir mânâ iklimidir Ramazan, önce seçim sonra 1 Mayıs'ın arkasına denk düştü. İnşallah bütün hayatımızı şöyle ortaya serip bir düşünürüz umarım: "Ben kimim, ne yapıyorum, nereye gidiyorum, sorumluluklarım nedir" diye bu defa sualleri kendimize yöneltiriz. Hepimiz oturup sükûnetle kendimizi sorguya çekmeliyiz ve davranışlarımızı onarıp yeniden bir yön vermeliyiz. Bunu hangi mevkide olursak olalım, sıfatımız, görevimiz, konumumuz ne ise mutlaka yapmalıyız. Ramazanların bir hikmeti olduğu açık; eskilerin deyimiyle "Asayişe müessir fiiller" bile Ramazan ayıyla birlikte hemen düşüyor, kazalar, kavgalar genellikle azalıyor. İstatistikler bunu açıkça ortaya koyuyor.
Zaten aranan da bu değil midir? Dileriz bu Ramazanda da bu güzellik, sağlık, dinginlik ve bereket sağlanır. "Ne arıyorsan" diyor Mevlâna; "sen osun, onu bulursun" Yani belâsını arayan da Mevlâsını arayan da bulur.

Bugün mübarek ayın kelimelerinden başladık yazımıza, orucun da Arapçıdaki karşılığı "savm-siyam" olarak geçiyor. Bizim dilimize Farsça'dan, "günlük" anlamına gelen "ruze" den "oruze" olmuş ve zamanla "oruç" olarak dilimize geçmiş. Türkçemizde kelimeler R hafiyle başlamaz, o yüzden mesela Ramazan, Anadolu ağzında halâ "Iramazan" dır mesela. İmsak - iftar kelimelerine gelince;
"imsak", "milli misak"tan hatırlanacağı üzere "sözleşme, ahitleşme" mânâsınadır. Yani bir anlamda "Senin rızan için akşama dek hiçbir şey yiyip içmeyeceğim" diye sözleşiyoruz bir bakıma. "iftar" kelimesine de açma, açış anlamını veriyor lügatler..

Velhasıl bunları bilmek lazım mıdır yoksa gereği yapılır mesele hallolur diye mi düşünelim bilmiyorum. Oruç gibi namazın da "tekbir(Allahüekber), kıyam(ayakta durmak), kıraat(okumak), rükû(eğilmek), sücut(secde etmek) gibi kavramları var. Bir anı ifade etmenin ötesinde bunlar derin anlamlar ifade ediyor bilmekte yarar var.
Bugün Ramazanın anlamına değindik bir gün de önemini didikleriz. Bir şeyi yapıyorsak bilerek ve yüreğimizle yapmalıyız diyorum ve Ramazan'ınızı candan gönülden kutluyorum.

gazete

18 Nisan 2019 Perşembe

ALO 153 artık çalışır mı?

Ahmet TEZCAN

ALO 153 artık çalışır mı?

18.4.2019

El Mansur harfi tarifiyle söylersek Mansur Yavaş'ı kasdetmiş oluruz ki başkent halkı 2024'e kadar yeni başkanıyla "emsile" den kalır mı geçer mi zaman gösterecek. Öyleki "emsile" dersi Ankara'da belediyecilik kadar zor bir derstir çünkü bunun bir de "lem yensur, ma yensur" sigaları var ki çok olumsuz anlamlar içerir.
"Mansur" da kelime olarak "yardım edilmiş" anlamında aynı fiil kökünden türemiştir.
Kişinin aynası işidir, başkentin de gündemi çok yüklüdür. Ben şahsen başkanın ismine uygun bir performansla başarılı olmasını samimiyetle diliyorum.
Neticede hizmet başkentedir ve bundan sadece Ankara halkı kazanmaz.

Lakin kabul edemediğim, akıl erdiremediğim bir-iki şey var ki kafamdan söküp atamıyorum. Bir kere şu tespiti yapalım: CHP mevcut yapısıyla kendi içinden bir adayla ortaya çıksaydı Ankara'da seçimi alamaz, kazanamazdı.
Kendileri de bunu çok iyi bildikleri için öteki mahalleden birini montajlayarak seçmenin önüne çıktılar. Milletin kahir ekseriyeti çeyrek asırdır bu partiye neden iktidar yüzü göstermez hiç düşünmezler.
Fikri yapısı uyuşmadığı halde bu montajlanmayı Mansur Yavaş'ın nasıl kabullenmiştir gerçekten anlaması güç?! "Solcu ülkücü" der gibi bu yafta ona bir ömür yapışacak bunun da bilinmesi lazım.

İkinci olarak da; başı sonu nihayet bir "BEYPAZARI TECRÜBESİ" ile koskoca bir BAŞKENT NASIL YÖNETİLECEK doğrusu merak ediyorum?
Başkanlık ettiği ilk meclis oturumu bence ipucunu verdi, nasıl bir cedelleşme yaşanacak gösterdi. "Herkes anasından başkan mı doğuyor?" diyenler çıkabilir.
Zaten mesele de bu ya.. Büyük ölçekte bundan önceki yönetim mantığı, tavrı ve tarzıdır ki Mansur'a seçimi kazandırmıştır.
Sadece kendi performansı yahut RÖVANŞİST duygularla hareket edenler değil. Başkana rasgele sormak istiyorum:
Senin yönetiminde mesela belediyenin şu ALO 153 servisi aksaksız çalışacak, vatandaş en bunaldığı anlarda belediyeyi aradığında karşısında ciddi bir muhatap bulabilecek mi? Üst geçit asansörleri mutat bakımları yapılıp düzenli çalıştırılabilecek mi? Anafartalar mahallesi başkentin ortasında "kanser" gibi öylece kalacak mı? İnsanlar "ismi ile müsemma"dır yani işi ve karakteri adıyla örtüşür. Mansur Yavaş adıyla mı yoksa soyadıyla mı faaliyet icra edecek zaman gösterecek.

gazete

11 Nisan 2019 Perşembe

Mansur Yavaş’ın kaligrafisi

Ahmet TEZCAN

Mansur Yavaş’ın kaligrafisi

11.4.2019

Ankara'da seçim işi sübuta erdi, Başkan Yavaş mazbatasını alıp makamına oturdu. "Mazbata" eskimez dilin bir kelimesidir, zabıta, inzibat, zabtiye kelimeleriyle aynı köktendir, KÖK bence çok önemlidir.
Ülkücü kökenli Yavaş'ın Beypazarı performansından nasıl bir Ankara yönetimi çıkaracağını da hep birlikte göreceğiz.
Başarılı olmasını dilerim ancak, ittifak ettiği kesimin onu rahat bırakacağını hiç sanmıyorum.

Mansur Yavaş, havaalanında Cumhurbaşkanı'nı karşılayan heyetin içinde de yerini aldı.
Devlet büyüklerini karşılama-uğurlama işi zaten başkent yöneticilerinin önemli görevleri arasındadır. Dolayısıyla Erdoğan ile Mansur Yavaş sıkça bu merasimlerde karşılaşacak ve el sıkışacaklar. Ancak ilk karşılamada Erdoğan'ın Mansur Yavaş ile el sıkışmasını ben görmedim, medya organlarına yansımadı. Her halde gazeteciler o anı yakalayamadılar veya ben göremedim?
Hâlbuki o an ilk olması bakımından önemliydi bence, gazetecilik açısından.

Kaligrafi, harfleri güzel biçimler vererek yazma sanatıdır. Anıtkabir ziyareti aslında rutin bir işlem olmakla beraber, Mansur Yavaş'ın özel deftere -sosyal medyayı da heyecanlandıran- kaligrafik bir yazı tarzını seçmiş olması dikkat çekici. Kendinin yazmadığı, "dublör" kullanarak yazılmış olduğu kısa sürede ortaya çıkan bu usulü daha önce de deneyenler olmuş. Anıtkabir özel defteri için kaligrafik yazının tercih edilmiş olmasını esas ilginç kılan; seçilen yazı stilidir. "HÜMANİSTİK" adı verilen bu yazı tarzı ilk Avrupa'dan çıktı ve bir fikrî temeli vardı; Kendileri için çok karanlık geçen "ortaçağ" dan "Aydınlanma" dedikleri Rönesans'a geçişlerini simgeliyordu.
CHP'liler bu yolla Başkan Yavaş'a da benzer bir mesaj mı verdirmek istediler diye sormadan edemiyorum?!
Kaldı ki Yavaş'ın CHP'den seçilmiş olmasıyla da çok uyumlu. Neden, diyenlere şöyle bir soru soralım:

CHP, ÜLKÜCÜ kökenli Mansur Yavaş yerine, kendi içinden söz gelimi genel başkan yardımcıları Tuncay Özkan'ı, Bülent Kuşoğlu'nu veya partinin bir başka önemli ismini seçmenin önüne çıkarsaydı seçilebilirler miydi dersiniz? Onlar da Mansur kadar Ankaralıydılar üstelik. Öte yandan Mansur Yavaş'ın da CHP'nin mevcut yapısıyla ve ısrarla uyuşuyor olmasını da ben bir türlü çözemiyorum?!

gazete

4 Nisan 2019 Perşembe

Alicengiz seçimi

Ahmet TEZCAN

Alicengiz seçimi

4.4.2019

Bu seçim bana göre "Ali Cengiz seçimi" oldu. Dilimiz de malum "Alicengiz oyunları" diye bir tabir vardır tam da o. Bizim CHP bu işlerde çok mahir, hatta tescillidir. Kendi kurultaylarında bile itirazlar, iddialar, istifalar havalarda uçuşur. Bu kafa apartman yönetimi seçiminde bile hır çıkaran bir anlayıştır. İşte adam mazbatayı dahi almadan Anıtkabir'in yolunu tuttu. Günler öncesinden planlanmış gibi eli bayraklı nümayişçiler de beraber. Şimdi soruyorum;
Neden kardeşim, acelen ne?
Daha başkan olduğun ilan edilmedi ki. Rakibinle aranda öyle açık ara fark da yok üstelik.
Dur bir bekle, prosedür tamamlansın, sen de git makamına otur, biz de "adam kazandı" diyelim, tebrik edelim. Yok, ama öyle değil, aceleleri var. Tam bir oldubittiye getirme telaşı. Sandıklarda ne döndüğünü biliyorlar!
Anıtkabir yönetimi de bir garip.
Arkasında kalabalıkla gelen herkesin önüne Özel defter çıkarılır da Ata'ya muhatap ettirilir mi? O defter bir tarih kardeşim, yazılanların tarihi saati bellidir. Daha ilan edilmemişken başkan diye imza attırılır mı?

Bu memlekette iktidar olmak mümkündür belki ama mukteder olmanın maalesef şartları var! Siyaseten iktidar olursunuz, devletin başına da geçersiniz ama kurumlarında iktidar olmak zaman alır. İşte sandık başındaki bir kısım devletin memurlarıyla bunu bir kere daha gördük. "Sayısal çoğunluk yetmez" diye vaktiyle Ecevit'in ağzından biz bunu işitmedik mi? Velhasıl bu "Ali Cengiz seçimi" sistemle ilgili ciddi sorunları gündeme getirdi. Yani milli iradenin sandığa yansıması noktasında sayım-döküm- tasnif- yazım-yayın hatta güvenlik zaaflarının olduğu apaçık ortaya çıktı. Seçmen oyunu verecek ve fakat bazı kritik yerlerde, sandık başındaki bir avuç insan bir kargaşa ve "alicengiz oyunları" ile iradeyi saptıracak. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Benim oy verdiğim yerde bile adamın biri geldi imzalı mühürlü sandık tutanağını aldı götürdü. Müşahidin itirazı bir şey değiştirmedi ve yenisi hazırlandı.
Başvurduğu polis "sakin ol" diyerek şikâyet edeni durdurmaya çalıştı.

Türkiye ne zaman bir seçime gitse Batı'nın da gözü kulağı üzerimizde, zil takıp oynamadıkları kalıyor sadece. İşimize burunları sokmadan edemezler. Gizli servisleriyle birlikte çalışırlar. Sormak lazım; Paris Belediye Başkanı bizim yerel seçimle, hatta doğrudan Mansur'la veya İmamoğlu ne alâka? New York belediye başkanı kimdir, seçilirse nasıl olur biz hiç merak ettik mi?
Neden bizim seçimler onları bu kadar ilgilendiriyor?

gazete

29 Mart 2019 Cuma

Bu seçim kimin seçimi?

Ahmet TEZCAN

Bu seçim kimin seçimi?

29.3.2019

Bir koşuşturma bir telaş işte seçimin son dönemecine geldik. Bugüne kadar siyasiler konuştu şimdi seçmen konuşacak. Seçmen sandığın başında olacak ve bir karar verecek ve bu karar önümüzdeki 5 yılımızı etkileyecek. Bizim vatandaşımızın sandık başında bir karar verirken önce seçeceklerine değil, seçmeyeceklerine bakar.
Bu tespit yılların politikacısı, Meclis başkanlarından Ferruh Bozbeyli'ye ait.
Niye böyle yapar?
Bana sorarsanız "Muhalefetin içinde temayüz eden, göz dolduran, millet ve memleket adına güvenilir kimseler var mıdır?" ona bakar. Kendi seçtiklerini bilmektedir de "ötekiler" kategorisinde tuttuklarıyla kıyaslar ve gelecek adına "acaba ne çıkar"ı değerlendirir ve kararını pekiştirir.

Peki, Pazar günü sandık başına varınca "Millet" adına ortaya çıkanlar gerçekten milletle mi ittifak etmişlerdir? Bu soru hayatîdir. Öyleyse bir zamanların ülkücüsü Mansur Yavaş, destekçileri CHP, İP ve ona yandan destek çıkan HDP milletle müttefik midir? "Evet" denirse burada derin bir çelişki var. O zaman bu millet, bu memleket 40 senedir sayıları 40 bine yaklaşan memleket evladının hayatı pahasına ve 100 milyarlarca zararla kime karşı mücadele verdi?
Sözde "Millet İttifakı" nın destekçilerini biz daha çok dışarıda görüyoruz. Kimler destek veriyor CHP'nin, İP'in, HDP'nin desteklediği Yavaş'a? Hiçbir kararı Türkiye yararına olmayan ve düşmanca tavırlar içindeki Amerika, İsrail, Mısır'daki darbeci Sisi ve ne kadar ŞER cephesi varsa buna dâhil. Bunlar bizim milletimizle nasıl ittifak halinde olabilirler? HDP ile beraber PKK/PYD, onların destekçisi Trump, Netanyahu, Sisi, Yunanlılar, Rumlar Mansur'u çok mu seviyorlar? Ankara Belediye başkanı ile bunların ne işleri olabilir?
Mansur seçilince bu saydıklarımın alkışlarına siz neden katılasınız ki? Dert, belediye başkanının kim olacağı değildir. Ertesi gün Mansur'u sokağa bırakırlar. Dertleri, Türkiye'nin yeniden bir iç karışıklığa uğraması, insanların birbirine düşmesidir.

Pazar günü yapılacak seçim çoktan anlamını aşmış ve mahalli seçim olmaktan çıkmıştır. Bizim vatandaşımız 5 yıl hizmeti bırakıp idareyle yaka-paça cedelleşecek bir belediye yönetimini istemez. Çankaya yıllarca büyükşehirle kavga etti de ne oldu ne kaldırımları yenilendi ne çöpler doğru dürüst toplanabildi. Dolayısıyla bu seçim Özhaseki'nin veya Mansur'un, Yıldırım'ın veya İmamoğlu'nun seçimi asla değildir. Bu seçim yine Ayasofya'nın, Doğu Akdeniz'deki petrol ve gaz rezervlerinin, Golan tepelerinin İsrail'in mi yoksa Suriye'nin mi olduğuna karar verilecek bir seçimdir.

gazete

21 Mart 2019 Perşembe

Gündem bahar olsun

Ahmet TEZCAN

Gündem bahar olsun

21.3.2019

Seçim yakın gündem belli ama sonuç da üç aşağı beş yukarı belli. Siyasilerin çok fazla enerji tüketmelerine gerek yok. Bu milletin kantarı şaşmaz. Bir kere BEKA yani "Varlık, yokluk meselesi" denmişse cinnet coğrafyasındaki bu millet seni yalnız bırakmaz, devleti de cendereye sokmaz. Önce vatan diyerek yola çıkarız biz, aklıselim bunu söyler.
Neticede Allah'ın dediği olur ve endişeye de mahal olmaz.
21 Mart gündemimiz BAHAR olsun, çiçekten, böcekten dem vuralım, sıhhat bulalım. Envai türlü hayvanat, nebatat bu iklimi bekliyor.
Başkentin doyulmaz yaz akşamları yaklaşıyor demektir.
Nasreddin Hoca'ya Akşehirli hemşerilerin takılmaları meşhurdur. Hoca kışın kürkünü bırakmaz, yazın da "öff, püf" lerle kavuğu çıkarıp kocaman mendiliyle terini kurularmış.
"Bu ne hal?" demişler Hocam, "yazın sıcaktan kışın soğuktan pek şikayetçisin? Cevap hazır Hoca'da: Bahara bir sözümüz oldu mu erenler?

Aynen öyledir, hiç kimsenin, hiçbir nesnenin dahi en ufak şikâyetinin olmadığı bir bahar mevsimine daha erdik sayılır. Bahar şarkıları musikimizde bile önemli yer tutar.
Cemrelerden sonra yalınızca toprak değildir bin bir nimetle fışkıran, börtü böcekle birlikte bu iklim insanın da kanını kaynatır. Ben en çok yaban otlarına sabırsızlanırım. Her bölgede farklı adlarla ama babaannemin; "güneyik, teke sakalı, yemlik, tekecen, yaban haşhaşı, çıtlık, kuzu kulağı, acı marul vs" diye bize öğrettiği envai çeşit otların bilinmesi, bulunması aslında kültürümüzün bir parçasıdır.
Şimdi kim bilir, kim bulur demeyin; bu otların çoğu eskiden "kocakarı ilacı" idi ve fakat şimdi dilden düşmez oldu, şifa kaynağı olarak aranıyorlar. Doktorların "hastası" idik eskiden, şimdi "müşteri" gibi görülmemizin de belki bunda payı vardır?

Bir hocam vardı, Rahim Demirbaş, yıllar sonra sosyal medyada buluştuk. 500 dekar orman yapmış, kazma kürek, kendi başına.. "Erozyon.." diyor, toprakların eriyip gitmesine gönlü razı olmamış. Rahim Hoca 47 yıllık öğretmenlik birikimiyle kuyular açmış, borular döşemiş, hayvan sırtında su taşımış, 32 bin fidan yetiştirerek Karacadağ'ı yeşertmiş. Şimdi onun emeği meşe, sedir, çam, selvi, badem, ceviz, dişbudak, akasya, ahlat, mahlep ağaçları ile bin bir çiçeğe, kurda kuşa mesken olmuş.
Seksenine merdiven dayamış Hoca, interneti de iyi kullanıyor. Sporcu geçmişinden olsa gerek çakı gibi maşallah ama gönlü yorgun. Orman sevgisinin masa başında kazanılamayacağını, Anadolu bozkırının ağaçlandırılması gereğini söylüyor. Orman idaresinden, gönüllülerden de destek bekliyor.

gazete

14 Mart 2019 Perşembe

Bu yarışın sonucu belli

Ahmet TEZCAN

Bu yarışın sonucu belli

14.3.2019

Ben bu yazıyı yazarken seçime 17 gün 13 saat 45 dakika vardı ve sadece seçmen tercihiyle cevaplanacak malum soru kafalarda dolaşırken biz bir başka iklimin havasına kendimizi kaptırmış bulunuyoruz. "Acaba yarışı Ankara'da kim önde bitirir? Önümüzdeki beş yıl başkentin belediyesini kim yönetir?" Bu soru sadece Ankara'da ve sadece bir kesimin sorusu bence ve Türkiye geneli de zaten üç aşağı beş yukarı belli.
Aksi halde CHP'nin -müttefikleriyle de olsa- yurt genelinde iktidarla arasındaki 10 milyonluk oy farkını kapatarak ilk sıraya yerleşeceğini kimse düşünmüyordur her halde?! Bir başka deyişle İktidar partisinin 2014'deki cumhurbaşkanlığı ve yerel, 2018'de de milletvekili genel seçiminde aldığı ortalama koskocaman 20 milyon oyu eritip 31 Mart yarışını ana muhalefetle burun buruna, eşit şanslarla götürdüğünü kimse söylemesin, beni de Şahan gibi güldürmesin.

Bazı internet siteleri 31 Mart'ta sıfıra raci olacak seçim takvimi sayaçları yerleştirmişler ekranlarına.. Son haneleri adayların kalp çarpıntısı gibi hızla atıyor. Mamafih tercihler üç aşağı beş yukarı yurt haritasına 2014 gibi turuncu hâkimiyetiyle yansırsa ki bu kimi yüzleri morartacaktır. Ya da farzı muhal Kılıçdaroğlu 31 Mart akşamı 10 ncu seçim mağlubiyetini kamuoyuna bir şekilde tevil eder kim bilir? Çünkü 9 seçim böyle oldu ve CHP'liler, aklımızla alay edercesine- seçimi aslında kendilerinin kazandığını söyleyebildiler. Biz de bu açıklamaları hayretle seyrettik.

Bir yandan seçim ve propaganlarla meşgul vatandaşın esas gündemi başka..
Hele mübarek üç ayların girmesiyle insanların manevi coşkularını artırmaya çabaladıklarını görüyoruz. Cuma sabahları özellikle Hacı Bayram hıncahınç doluyor.
Vatandaş geceden Ankara'nın manevi sahibinin huzurunda ibadetini yapmak, duasını tazelemek üzere bu mübarek merkeze akın ediyor. Ulus da, böylece en erkenden güne başlıyor ve esnafı, lokantacısıyla nasibine dükkân açıyor. İlim meclisleri Bu arada 17. Diyanet İşleri Başkanı, Değerli Âlim Prof. Dr. Mehmet Görmez de, Çayyolu'ndaki Zümrüt Camii'nde İHYA SOHBETLERİ'ne başladı. Ramazan'a kadar Pazar sabahları, Ramazan'da da ikindi vakti öncesi bu sohbetler devam edecek.
Gazali ve onun İhya'sı için ben burada söz söyleyecek değilim ama şu kadarını söyleyeyim; sohbetin Mukaddime'sini biz büyük bir keyifle Hoca'dan dinledik.
4 Cilt 40 Kitap'tan oluşan eser; İbadet, Muamelat, Tehlikeler ve Kurtuluş bölümleriyle açıkladığım takvimle devam edecek

gazete

7 Mart 2019 Perşembe

Regaib Kandili

Ahmet TEZCAN

Regaib Kandili

7.3.2019

Kadim kültürümüzde Regaib; "Üç Aylar" olarak isimlendirilen mübarek ayların ilki olan Recep ayının ilk Cuma gecesine denk gelen kandil gecesidir.
Kelimenin tam lügat manası; "Çok istenilen, rağbet edilen" şeklinde tarif ediliyor.
"Arzulamak, meyletmek" anlamı da çıkarılıyor aynı kelimeden. Bugün o gün, bu gece işte o gecedir. Hicrî 1440 yılının Arabî aylardan Camaziye'l Âhir'in 30'ncu günü. Şimdiki nesil bu ayın adını bile zor telaffuz eder ama eskilerin dilinden düşmezdi bu kelimeler. Regâib kelimesi Kur'an'da geçmez.
Ama dediğim gibi bu zaman dilimlerinin kadim kültürümüzde asırlardır bir yeri, önemi ve anlamı vardır.
Parmak izlerimiz gibi her anın birbirinden farklı olduğunu bilmemiz lazım. "Yer damar damar, insan çeşit çeşit" demiş atalarımız her şeyin birbirinden farklı olduğunu anlatabilmek için. Zaten "mucize" olarak nitelenen de bu farklardır. Fark, insanlığın rengi, kazancıdır bir bakıma. Tek düzelik, aynılık çok sıkıcıdır, hepimizin aynı olduğunu bir düşünsenize. Aynı cephede, yani yüzümüzde, iki gözümüz, bir ağız, bir burnumuz olduğu halde hiç birimizin birbirine benzememesi mucize değil de nedir?

İnsanlar gibi taş, toprak ve zaman dilimleri de farklı biçimler ve karakterler taşır. Bu bir bakıma "ALLAH'IN LÜTFUDUR" diyebiliriz.
Ney onun lütfu ve keremiyle değil ki?
Kimi taşlar bu iltifatla elmas olmuş, zümrüt olmuşlar, kimi insanlar aynı ikrama uğramış kimi NEBİ, kimi VELİ olmuşlar. Nepal'in başkenti Katmandu ile Mekke- Medine aynı olabilir mi mesela?! Bu zamanlar da tüm zamanların içinden seçilmiş müstesna anlar ve günlerdir. 1,7 milyar Müslüman bu gece ellerini açacak ve Kâinatın Sahibine yalvaracak.
Diğer kandiller gibi önemli bir yeri olan bu kandilde Peygamberimiz'in (selam olsun) iki rekât namaz kıldığına ilişkin rivayetler vardır. Bugün biz de avuçlarımızı açalım ve her şeye kadir ve her şeyin sahibi olan Cenab-ı Allah'tan; çocuklarımız, sevdiklerimiz, kendimiz, memleketimiz için isteyelim. Zaten dualarımız değil midir bizi anlamlı ve önemli kılan?!

Regaib Kandili doğrudan Kur'an kaynaklı olmasa da toplumumuz büyük kutlamalarla bu günler geceler anlamına uygun biçimde kutlanmaya devam etmektedir.
Kandil geceleri, mübarektir. Gecenin bir anına saklı bir zaman diliminde yakararak belki emelimize ulaşmaktır. O zaman kim bilir, ne zamandır, hangi andır? Belki her şeyi değiştirecek o andır. İnsanların telefonları kilitleniyor böyle zamanlarda, kandillerde umutlar yeşeriyor. Arınmak, vicdanımızı rahatlatmak, korkulardan kurtulmak isteriz, onu bekleriz.
Ben de bu mübarek gecenizi kutluyor, semaya açılan ellerinizin boş dönmemesini diliyorum.

gazete

28 Şubat 2019 Perşembe

Bayrak ülke Türkiye

Ahmet TEZCAN

Bayrak ülke Türkiye

28.2.2019

Bu ülkenin, Türkiye'nin ve tek tek hiçbirimizin yedeği yok, gidebileceğimiz bir ülke de yok. Neslimizi, enerjimizi, ülkemizi, bütün varlığımızı en yüksek düzeyde koruyarak gözeterek birbirimize sımsıkı sarılmalıyız. Sadece okullardaki nüfusumuz komşularımızın çoğunu katlamaktadır. Her sabah 1 milyon çocuk Ankara'da ve toplam 18 milyon çocuğumuz sırt çantalarıyla okul yolundalar.
Onların beslenmesi, ulaşımı, güvenliği çok önemli. En önemli varlığımız can parçamız çocuklarımızın okul yolunu gözlüyoruz her gün. Tek tek bakınca kaçar ama toplum olarak çok anlamlı ve önemli olduğumuzu bilmeliyiz.
Okullarda öğretmenlerin bunu her sabah öğrencilere bilhassa tekrar etmelerini söylesem abartmış olmam.

Bu coğrafyada sorunsuz yaşamanın tek şartı var ve tek cümleyle bu; GÜÇLÜ ve KİŞİLİKLİ OLMAK ile mümkündür.
Bizim ''Kendimize güvenmek''den başka hiç bir eksiğimiz yok. Güçlü olacaksınız ve bu toprakları kendiniz yöneteceksiniz, kimse işlerinize burnunu sokamayacak..
İşte Avrupa.. Güneyi, kuzeyi, doğusu, batısıyla 50 devlet var Avrupa'da ve 700 küsur milyon insan yaşıyor. Hepsinin gözü bir şekilde Türkiye'de.. Çünkü TÜRKİYE BAYRAK ÜLKE.. Ortadoğu'ya ve Asya'ya bayrak.. 57 İslam ülkesine, Türk dünyasına bayrak.. Nereden baksanız bu 2 Milyara yakın nüfus demektir, kocaman bir coğrafya. Geçmişte oldu bu, bundan sonraki zamanda niye olmasın?! Bizim dışımızdakiler bunu biliyor, biz bilmiyoruz. Bir hafta Balkan havası kokladıktan sonra bunu yazıyorum.

Almanya'da, Fransa'da seçim oluyor propagandalarına, politikalarına malzeme yaptıkları tek ülke var Türkiye.Hollanda Türkiye'yi diline dolamasaydı seçiminden kimsenin haberi olmayacaktı. "Avrupa'yı yapan biziz" diyordu rahmetli Halil İnalcık hoca, ne kadar derin ve doğru bir anlatım!
Daha sandık görünmeden Türkiye'yi dillerine dolamaya başlıyorlar. Bizdeki sandık dünyanın başını döndürüyor.. Gerçekten Türkiye sadece Türkiye değildir, sadece bir ülkeden ibaret değildir ve kararları çok şeyi değiştirir de ondan.

Ateş çemberinde yaşıyorsak bunun hazırlayanı biz değiliz. Sebep sadece etrafımızda fışkıran petrol ve türevleri değildir.
Güçlü ve kararlı bir Türkiye dünyanın eksenini her zaman değiştirir. Habire bunun için karıştırıyorlar, bu coğrafyayı istiyorlar.
"Biz yönetelim'' diyorlar. Bu yüzden kendileri hep güvende ama biz olmayalım, çeşitli örgütleri başlarına dolayalım. Niye peki?

gazete

14 Şubat 2019 Perşembe

Vatandaş kimi seçmez?

Ahmet TEZCAN

Vatandaş kimi seçmez?

14.2.2019

Gerekli şartlara haiz olup da 31 Mart yerel seçimlerine gireceği Yüksek Seçim Kurulu'nca açıklanan bütün siyasi partiler sahada.. Seçime 44 gün kaldı, 45. gün sandığa gideceğiz, 46. Gün herkesin ense tıraşı gözünün önüne düşecek. Vatandaşın oyunu, onayını alabilmek için hazırlıklar taa aylar öncesinden yapıldı. Siyasi propaganda uzmanları genel merkezlere davet edildi, sloganlar belirlendi, seçim müzikleri seçildi, "olmadı" denilenler yeniden yaptırıldı..
Bunlar kolay işler değildir ha..
Aylar süren mesai ister, geceyi gündüze katarlar çalışmaları tamamlayıp en yukarı kata sunabilmek için. Herkes bir üstteki, bir üstteki makama beğendirmek için çırpınır durur. "Olmadı" diyenler hızınızı kesse de yılmayıp devam edersiniz. Adayların belirlenmesi de uzun bir süreçtir.

***

Nihai karar en üst makamın, genel başkanındır.
Sorumluluk verdiği kimselerle, en yakınlarıyla oturur, vatandaştan alınacak tahminî aksülamel yani reaksiyon hesaplanır ve bir karara varılır "vira bismillah" diyerek "demir çarık, demir asa" yollara çıkılır.
Bütün bunlar için bi dünya paralar harcanıyor..
Doğrudan hazineden aktarılan paralardır bunlar. O nedenledir ki "tüyü bitmedik yetim hakkı" denir çünkü hazinede herkesin hakkı bulunmaktadır. Seçime katılacak bütün partilere aldıkları oy nispetinde devlet yardımı yapılır. Siyasetin finansmanı bizim memleketimizde devletçe karşılanır.
İktidarı, iradeyi başka bir sermaye çevresine, para odağına bırakmamak için böyle yapılır, yapılmalıdır.

***

Dedim ya, bütün bunlar vatandaşın "OLUR" unu alabilmek içindir. İktidarı, kimine göre hizmeti sürdürmek için millete müracaat gereklidir. Bu GÖNÜL işidir elbet. Vatandaşın rızası; üstlenilen görevin en iyi şekilde ve zamanında icrasına bağlıdır. Şimdi herkes "kimi işaret edecek" diye vatandaşın gözünün içine bakıyor, 31 Mart'a kadar kendini tercih etsin diye yoğun bir çaba harcıyor. Peki, vatandaş kime bakıyor dersiniz? Şimdi şu cümleye dikkat edin, seçimin sonucunu da üç aşağı beş yukarı tahmin edebilirsiniz: Bizim insanımız; oy vereceği partiye bakarak değil, vermeyeceğine bakarak oyunun rengini belirler. Yani "kimi seçeceği" değil, tercihini yaparken SEÇMEYECEĞİ PARTİ veya ADAY önemlidir. Dolayısıyla bundan bugüne kadar seçilmemiş, tercih edilmemiş ve iktidar olamamış olanlar kendine çeki düzen verecekler. Ha, bazen üst geçit asansörlerinin düzenli bakımı ve çalıştırılması, 153 ALO BELEDİYE hattında vatandaşın muhatap bulabilmesi gibi önemsiz(!) şeyler de tercihlerde önemli rol oynar!

gazete

7 Şubat 2019 Perşembe

Çakarları hemen kapatın

Ahmet TEZCAN

Çakarları hemen kapatın

7.2.2019

Bakın, seçime gidiyoruz, hareketlerinize, davranışlarınıza çok dikkat edin. "Sözlerinize" demiyorum zaten seçmen söze en son bakıyor.
Kime diyorum? Adaylara diyorum, adaylarla etrafta dolananlara.. Hani derler ya "Seçim sathı mailine girdik.." hal ve hareketinize çok dikkat edin.
Hele resim verirken, "özçekim" yaptırırken filan, kiminle olduğunuza, o tebessümünüzün arkasına toplananlara, sadece adaylar değil, hem partililer hem taraftarlar çok dikkat etsin. "Rica ettiler resim çektirdik" mazereti vatandaşı bağlamaz. Yarın resimli olarak önünüze çıkarırlar, bedelini ödetirler bilmiş olun.
***
Şu sıra vatandaşın asabını bozan en önemli şey ÇAKARLAR.. Amerikan bayrağını anımsatan MAVİ-KIRMIZI çakarlara şimdi iki de beyaz ekliyorlar, sanırsın konuk devlet adamının korumaları..
Siyasiler bunu yapıyor, bürokratlar yapıyor, biraz kaba olacak ama hasbel beşer "kıytırık" bir başkan yardımcılığı kapmış o da yapıyor. İçişleri'nin uyarısı yetmedi, siren de takıp "zort zort" arkanda, önünde, sağında, solundalar, kimdir, nedir bilemiyor, bulamıyorsun bir türlü.
Sivil plaka ile bir yol bulup sıvışıyorlar..
Vaktiyle iki üst düzey siyasinin asansördeki şakalaşmalarını hatırlıyorum. Biri ötekinin makam arabasını çakar lambalarıyla "Çerçici eşeği" ne benzetiyor ve "dön de bir bak" diyor. Yeni nesil bilmez, eskiden seyyar satıcılar vardı, köy köy boğazı boncuklu eşekleriyle dolaşır kına, baharat, süs eşyası satarlardı, "çerçici" denirdi onlara. Rengârenk satış usulleriyle her mahallede hemen öbek öbek müşteri toplamayı başarırlardı.
***
Şimdi öyle değil tabii, dönüp bakmazsan adamı maymuna çevirirler.
Pancurdaki MAVİ-KIRMIZI çakarla yetinmezler, aynalara, sinyal lambalarına dek marifetmiş gibi ışıl ışıl donatırlar arabaları. Eskortlar siyah gözlüklü korumalarla bu CAFCAF milletin asabını bozuyor unutmayın. Partici bürokrat hepsine birden söylüyorum; vatandaşın canını sıkmayın. Marmara ilçelerinde belediye başkanı bir arkadaşım vardı, çalışkan mı çalışkan, sevecen mi üstüne yok ama seçimi kaybetti. Kahvenin önünde oturan yaşlı amcaya sordum:
"Parlak tokalı botları ve güneş gözlükleriyle arabadan bir inişi vardı ki" dedi, onu koltuktan ettiğini söylemedi.
Uyarmadı demeyin, çakarları ve sirenleri bir devlet katına girip çıkarken, kimliğinizi ifadeye mecbur kaldığınızda açtırın, yoksa pahalıya mal olacak!

gazete

31 Ocak 2019 Perşembe

10 Aralık CHP’ye tam hâkim!

Ahmet TEZCAN

10 Aralık CHP’ye tam hâkim!

31.1.2019

CHP'de aday belirleme süreci beni çok şaşırtıyor. Köklü bir partide hiç olmadığı kadar ilginç gelişmelere, tartışmalara şahit oluyoruz ve bunun da seçime yansıması elbet olacak.
Önce Ankara'da başlayalım. İttifak adayı olarak seçmenin önüne tekrardan çıkarılan Mansur Yavaş'ın önceki performansını yakalaması dahi zor görülüyor.
Dış ilçelerdeki desteği zayıf ve siyasi çevreler "onun altı boş" değerlendirmesi yapıyorlar, "31 Mart'ta yalnızca başkanlar seçilmeyecek ki" diyorlar. Meclis üyelikleri ve muhtarlık mücadelesi buralarda meseleyi mahalline düğümlerken Mansur ikinci planda kalıyor.


***


Yurt sathındaki tartışmalı adaylar ve istifa tehditleri yüzünden parti yönetimi yorgun düşmüş durumda, öyle olunca başkentte ipleri Fethi Yaşar ile Alper Taşdelen'in ele geçirdikleri görülüyor.
Mamak'taki durum bize geneli özetler gibi. CHP'nin burada şansını artırması dış ilçeler gibi sağ kesimden oy almasına bağlı. Mamak'ta eski ilçe başkanı Hüseyin Bayındır ile bu mümkündü ama Taşdelen karşı çıkınca işler karıştı. Geneline bakınca "batıcı-baskıcı" 10 Aralık Hareketi'nin CHP'yi tamamen ele geçirdiği açık şekilde görülüyor. Güya bu "yeni sol anlayış" partiyi ana mecrasından uzaklaştırmış, Atatürk'e de rahmet okutmuştur.
HDP ile yakın temas, yolsuzluk iddiaları ve Kırklareli'de Mehmet Kesimoğlu gibi başarılı bazı isimlerin adeta cezalandırılması bu seçimde ana muhalefeti sıkıntıya sokacaktır.
10 Aralık+HDP ittifakı yalnız Kadıköy'de değil, İzmir, Şişli, Yüreğir, Mersin, Akdeniz gibi önemli yerlerde de kendini "Ulusalcı" olarak niteleyen ve kurultaylarda budanan CHP'lileri, en çok da İyi Parti'yi çok düşündürüyor.
Sahillerde restoran, bar işletmecilerinin; aday belirlemede (Marmaris örneğinde görüldüğü üzere) partililerden daha etkin olduklarını söylüyorlar.

***

İstanbul'da Maltepe ve Ali Kılıç olayı çok daha derin. Almanya'ya kadar uzanan kulis bilgileri Kılıçdaroğlu'nu Kılıç'a mahkûm ediyor. K.K. o koltuğa gelişi itibariyle zaten hep mahkûm! İlginç şeyler oluyor; Kaftancıoğlu'nu istifa eşiğine getiren Ataşehir kararı oldu. PM'deki Kadıköy oylaması 30'a 29 çıktı ve İçtüzüğün "salt çoğunluk" hükmüne rağmen Kılıçdaroğlu "oldu bitti" ye getirdi. Dananın kuyruğu 4 Şubat'ta kopacak diyorum, bekleyin.
Velhasıl bu seçim DSP'ye de CANSUYU olacak gibi. Fatma Hanım baskın çıkmazsa Gaziantep'te (Celal Doğan'ın) şansı var, keza İzmir Menemen'i (Tahir Şahin) alabilir.
Sarıgül de dün DSP ile görüştü. Genel başkanı kim deseniz hemen cevap alamazsınız, genel merkez kapısını dahi her daim açık bulamazsınız ama bu seçimde CHP'nin yanlışları DSP'ye belki böyle on yerde seçim kazandıracak?!

gazete

17 Ocak 2019 Perşembe

Şehir ve erdem…

Ahmet TEZCAN

Şehir ve erdem…

17.1.2019

Seçimler yaklaşırken yönetmeye talip olanlar da birer birer meydana çıkarak vaatlerini sıralamaya başladılar.
Zamanı mı yönetecekler mekânı mı, o koltuğun hakkını verecekler mi yoksa altında mı kalacaklar? Bunları biz zamanla görüp tecrübe edineceğiz ve karşılığında bir bedel de ödemiş olacağız. Neden bir araya geldik de şehirleri oluşturduk, hangi ihtiyaçla insanoğlu yerleşim merkezleri kurup sonra oraları birer mücadele alanı haline getirdi doğrusu düşünmeden edemiyoruz.
Araştırmalar insanoğlunun yerleşik hayata geçmesiyle birlikte şehir düşüncesinin doğduğunu ortaya çıkarmıştır. Ama bunun inançla beraber şekillendiğini de hemen söylemek lazım.

Neye inanıyorlarsa ona göre kurmuşlar, önce mabetleri sonra çevresinde şehirler şekillenmeye başlamış. Bu bazen otoriteyi temsil eden güç olmuş şehirler o gücün etrafında oluşturulmuş.
Başlangıçta belki güvenlik kaygısıyla insanlar toplanıp şehirleri kurmuş; saadeti, selameti böyle yaşamakta bulmuş olabiliriz kim bilir ?! Ticaretin gelişmesiyle de çarşılar, bedestenler şehrin önemli unsurları olmuştur. Medeniyet vurgusuyla Medine'yi kuran kadim kültürümüz, şehir olgusuna insani, idari, siyasi, fiziki çok önemli katkıda bulunmuştur. Yani şehir, bütünüyle Batı'nın yaşamsal algısıyla ortaya çıkan bir oluşum değildir.
Ecdat, Medine gibi önce bir cami etrafında şekillenen şehre bir misyon yüklemiş ve bu idari pratikten etkilenen düşünürlerimiz de çok önemli fikirler üretmişler.

Farabi, İbni Haldun şehir üzerine düşünen ilk filozoflarımızdandırlar. İbni Haldun Mukaddime'sinde; şehirlerin nasıl kurulduğundan çok nasıl olması ve yönetilmesi gerektiği üzerinde duruyor. Şehri fiziki değil, idari ve siyasi olarak tanımlayan Farabi, Medinet-ül Fazıla'sında ERDEMLİ ŞEHİRLER'den söz ediyor, ona göre "Erdemli insanlar erdemli şehirleri yönetebilir." Ya da bunun aksi ifadeyle yöneticilerde bulunması gereken özellikleri sıralıyor. "Şehirler, ülkeler asabiyetle kurulur ama asabiyetle yönetilemez" diyen İbn-i Haldun ise dünyevi pratikleriyle günümüz şehircilerine adeta kaynaklık ediyor, şehirlerin dağlara, yamaçlara kurulmasını tavsiye ediyor.
Neticede, Ruhunda, maneviyatında büyük kayıplar yaşayan insanoğlunun yaşadığı kenti bugün topraktan, ağaçtan hülasa tabiatından uzaklaştırmak suretiyle hem kentini hem kendini demire, çeliğe, betona mahkûm ettiğini görüyoruz.

gazete