25 Ekim 2018 Perşembe

Başkentin sırları

Ahmet TEZCAN

Başkentin sırları

25.10.2018

Geçen hafta Ankara'nın başkent oluşu(13 Ekim) kutlandı çeşitli etkinliklerle.. Dolayısıyla gecikmiş bir yazı olarak kabul edebilirsiniz bu yazıyı.
Neticede Ankara 95 yıldır başkent. 20 küsur bin insanın yaşadığı bir kasaba iken bugün 5,5 milyon bir arada yaşıyoruz, tüm isteklerimiz, ihtiyaçlarımız ve gerçeklerimizle..
İşte Ankara.. 3 bin yıllık bir kent, 95 yıllık bir başkent.. Başkentliği bir asra yaklaşmış bir Ankara var önümüzde; adını da geldiğimiz yerlerden, taa Asya'dan getirmişiz.
Şunu da söylemek lazım: Asya'da biz bir sabah kalkıp tüm obalara oymaklara ulak gönderip "Haydi atlarınızı arabalarınızı hazırlayın, Anadolu'ya göçüyoruz" deyip ertesi hafta çadırlarımızı kurup Anadolu'ya yerleşmiş değiliz. Türklerin Anadolu'ya da göç hikâyesi çok önemli çok yönlü çok derin bir konudur.

Ankara adını Asya'dan getirdik dedim:
Gazi, vefatından bir yıl evvel, Yunan Başbakanı General Metaksas'ın ziyareti sırasında mevzuu açılınca; "Ekselans, Ankara adı nereden bilir misiniz?" diye sorar ve bir dünya atlası getirterek Baykal Gölü yakınında "Angarsk" kentini gösterir ve "İşte buradan" der. Baykal gölü kıyısındaki "Angara" dır gösterdiği yer. Ne Anker, ne Engür ne bir başka şey. İstanbul kadar olmasa da Ankara'nın da hikâyesi derindir ve bütün evreleriyle tarihe yansımış da değildir. Son yüzyılını bile bütün olayları, yönleri ve yaşantılarıyla, tarihe tam olarak yansıdığını söylemek zor.. Ankara Hayatı bütün ayrıntılarıyla bilinmelidir bence, neden kaçınılıyor? Atatürk'ün vasiyeti dahi açılamamıştır, neden? 100. Yıl mı bekleniyor, yoksa şimdilik sakıncalı mı bulunuyor?

Ankara'nın başkent olması gelişmesine büyük ivme kazandırmıştır bunda da Mustafa Kemal'in büyük emeği ve katkısı vardır kimse inkâr edemez. Şehircilik anlamında bilhassa Atatürk'e çok şey borçluyuz.
Ankara başkent olarak yeni mücadelenin karargâhı olmuştur. İşte bu nedenle Ankara'nın bilhassa son asrının bütün yönleriyle bilinmesini zorunlu kılmaktadır, çünkü bu bir bakıma Türkiye'nin kuruluş ve kurtuluş hikâyesidir. Bu noktada en önemli görev üniversitelerimize düşmektedir. Vakıf üniversiteleri dâhil Başkent'teki 20'den fazla üniversitemizin görevidir bir bakıma. Ben buna "Başkentin sırları" diyorum. Bu sırların sadece kitaplara, dergilere değil tarihe geçmesi gerekmektedir. Üniversite gençliğiyle şehir adeta bir kampus, o halde bu üniversitelerin ilgili bölümlerindeki gençler Ankara için neden görevlendirilmez?
Ankara'ya ne veriyor bu üniversitelerimiz diye sormak zorunda kalmayalım.
Arşivlerin tozlu rafları kim bilir neler saklıyor?

gazete

18 Ekim 2018 Perşembe

CHP’nin banka işleri dendi de...

Ahmet TEZCAN

CHP’nin banka işleri dendi de...

18.10.2018

Evet, İş Bankası hissesi dendi de iki çift laf etme hakkım doğdu. Yeryüzünde anayasa hükmüne rağmen ticari faaliyette bulunan bir başka siyasi parti var mıdır diye soruluyor.
Vardır, Sisi'nin Mısır'ı gibi Afrika'da Asya'da Güney Amerika ülkeleri arasında göstermelik siyasi partiler aynen CHP gibi ticaretle sarmaş dolaştırlar. Zaten o memleketlerde siyaset para için yapılmaktadır.
Para ve "dolce vita" yani tatlı hayat?! Kime bahşedilirse o sesini keser, ortalarda pek görünmez ve cebini doldurmaya bakar. Bizdeki ise tek parti dönemi mirası...
Şöyle yazmıştım 2010'da: "CHP'nin İş Bankası ortaklığının açıkça Anayasa'ya aykırı olduğu yüzlerce kez bu memlekette ifade edildi. Anayasa'nın 69. Maddesi, siyasi partilerin ticarî faaliyetlere giremeyeceğine amirdir.
İş Bankası bir ticarî kuruluş değil mi?" Nihayet sorgulanıyor artık.

İş Bankası hisselerinin yüzde bilmem kaçını elinde bulunduran CHP, bu banka aracılığıyla doğrudan ve dolaylı olarak 100'den fazla şirkete ortak durumda.
Bunların içinde Borsa'ya kote, borsada tahtası olan önemli şirketler vardır. Banka yöneticiliğinin parti olarak kendilerine parasal bir gelir sağlamadığını söylüyorlar. Bankanın iştiraki olan 100'den fazla şirketin yönetim kurullarına yapılan atamalarda partinin hiç mi dahli yok? Mesela CHP'nin atadığı banka yöneticilerinden biri Murat Karayalçın ve halen bankada yönetim kurulu üyesidir.
Son genel kurulda -ki mart aylarındadır genellikle- gündemin 7. Maddesi "Yönetim Kurulu Üyelerine verilecek tahsisatın tespiti" idi, alınan kararla yönetim kurulu üyelerine net 28 bin 500 lira ödenmesi kararlaştırıldı.
Makama tahsisli odalar, araçlar ve iştiraki olan şirketlerin bayram, yılbaşı hediyeleri de cabası. Karayalçın şu soruya cevap vermeli.
Bankanın ortağı olduğu şirketlerin yönetim kurulu üyeliklerine yapılan atamalarda sizin imzanız yok mu? Yani bu atamaları Banka Yönetimi yapmıyor mu? Kaç kişidir bunlar ve o şirketlere sizin imzalarınızla atanan bu yöneticilere ödenen tahsisat miktarı nedir?

Belki 1000'e yakın partili veya yakınları Hindistan'daki Müslümanların gönderdikleri nakdi yardımlarla kurulan İş Bankası'ndaki hisselerden böyle nemalanmaktadırlar.
Adnan Keskin, Nurettin Sözen'in kardeşi Ali Sözen, Bayram Meral ve Mehmet Moğultay'ın oğulları ve onlarca partili bu bankada yönetimde bulunmuşlardır. Bu bankanın şubelerinde işe başlayan yüzlerce çalışanın içinde de illaki CHP'li yöneticilerden referansla işe girmiş olanlar da bulunabilir?

gazete

11 Ekim 2018 Perşembe

Başkente “laf ebesi” lazım değil

Ahmet TEZCAN

Başkente “laf ebesi” lazım değil

11.10.2018

Yerel seçimler yaklaşıyor, siyasiler, siyasi partiler yoğun bir faaliyet içindeler. Herkes her ilde, her partiye bir aday yakıştırıyor. Gizliden gizliye temaslar sürüyor ki kulislerde bu isimler telaffuz ediliyor.
Ya da gönlünden geçirenler kim ne diyecek bilinsin yahut sırf vatandaşın kulağı alışsın diye bazı isimlere piyasa yaptırıyorlar.
Bizi sadece Ankara ilgilendiriyor, kime emanet edilecek, başkenti kim yönetecek?
Yoksa Mustafa Tuna'ya " Pİ-AR'ın fena değil DEVAM" mı denilecek? Ankara'ya esasen "laf ebesi" değil, 7/24 çalışacak bir "amele" lazım, Tuna da bunu yapıyor zaten.

Bu arada "Ankara'yı, sadece belediye başkanları mı yönetir?" sorusunu da düşünmek gerekiyor?! İstanbul için de aynı soru sorulabilir. (İzmir'i katmıyorum, çünkü orası yönetilmiyor, yönetilemez..
Bizim Çankaya misali; hep bir ideolojik tartışma, sen- ben kavgası.. Hizip mücadelelerinin üretildiği, yürütüldüğü, yönetildiği yerlerdir. Aziz Kocaoğlu bile PES etti.) İstanbul ve Ankara için durum öyle değil. Ülkenin her bakımdan en büyük iki kentidir sadece valilere, belediye başkanlarına bırakılmaz.
Trilyonlarca yatırımları olan, bazen uygulamaları dünyanın öteki ucunda yankılanan iller için "vali ya da belediye başkanı bu kararı aldı" diyebilir miyiz? Öyle olsa adama; "dur bi dakka ne yapıyorsun, kime danıştın?" demezler mi?

Münhasıran Ankara için söylüyorum; hayati kararların alınacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Artık başkenti şehir hayatı bakımından ya YAŞANMAZ kılınır yahut GELECEĞİ KURTULUR..
İşte, Ulus'tan başlandı bile.. Tarihi doku korunarak Hacıbayram çevresi dümdüz edilmeli.. Ulaşım akmalı, gürültü- kirlilik kaynağı ne varsa -Deutz minibüsler dâhil- hemen yok edilmeli. Şehrin uygun yerlerine hemen acilen ROBOTİK OTOPARKLAR inşa edilmeli. Kolej'deki katlı otoparkın yerine üç tanesi sığar ve yüzlerce aracı sokaktan alır. Kocatepe otoparkı da öyle.. Saat kulesinden konferans salonu dâhil toprak üstünde hiçbir şey bırakılmamalı ve altı da robotik teknolojiyle binlerce araca sığınak olmalı. Kocatepe de Ulus gibi acil çevre düzenlemesi ihtiyacında olan bir bölge.
Şehrin kalbi Kızılay böyle kurtarabilir.
Aksi halde şehir, bir süre sonra içinden çıkılmaz (ya da girilmez) hale gelecek

gazete

4 Ekim 2018 Perşembe

Başkentin diplomasisi

Ahmet TEZCAN

Başkentin diplomasisi

4.10.2018

Başkent, aynı zamanda diplomatik bir merkezdir. Büyükelçiliklerin özellikle milli günlerde verdikleri resmikabuller yani "resepsiyonlar"; gazeteciler, bilhassa diplomasi muhabirleri tarafından sıkı takip edilir. Edilir ki, bu ülkelerin Türkiye hakkındaki düşünceleri, iki ülke yöneticilerinin karşılıklı resmi ziyaretleri ve pek çok diplomatik gelişme bu kabul günlerinde birinci elden öğrenilir.
Çünkü başka ülkelerin diplomatik misyonu da buralarda temsil edilir ve bir araya gelmiş olurlar. Geçenlerde davetli bulunduğum Pakistan'ın böyle bir gününde "Cive Pakistan" başlığıyla kendi izlenimlerimi aktarmıştım.
Demiştim ki "Pakistan'ın son seçiminde asker-polis fazla ön plana çıktı. İmranhan adında eski bir sporcu başbakan yapılmak isteniyor, siyasi gösterilerde çok sayıda insan öldü" Bu yüzdendir ki Pakistan'ın gününde resmi üniformalarıyla askerleri pek göremedik, yoksa ülkelerindeki muhataralı hadiselerden utandılar mı?" filan diye kendi izlenimlerimizi yorumlamıştık.


***


Büyükelçilikten değil ama Pakistan'lı olup ülkemizde yaşayan Pakistanlılardan tepki gecikmedi. Tepki derken; hem teşekkür hem rica hem uyarıyı birlikte aldık.
E-posta yoluyla bize ulaşan ve Khalid Mahmood Malik imzasıyla bize yazan dostumuz, iki ülke halklarının ebedi dostluklarına vurgu yapıp bunun hiçbir hal ve şart altında bozulamayacağını tekrarlarken kısaca şunları dile getirmiş:"Gerçekten son zamanlarda Pakistan tarihinde az rastlanan olaylar yaşandı. Türkiye'nin 15 Temmuz'una benzer olaylardı sanki bunlar.
Aynı merkez mi diye düşünmeden de edemedim. Başbakanı seçim öncesi tutukladılar, oyları çaldılar, vatandaşı tartakladılar ancak ne hikmetse bu olaylar pek duyulmadı. Fetö benzeri bir yapılanma bu haberlerin dışarıya yansımasına mani oldu. Türkiye'de bir gazete dışında yalnızca siz sütununuzda olaylara ışık tuttunuz.
Şimdi Nawaz Şerif'in tutukluluğu kaldırıldı.
Seçimde rol alanlar yargı soruşturmasında, medya da döndü ve mevcut başbakan zor günler yaşıyor. Ama bu haberler Urduca'dan tercüme edilip halklara duyurulmuyor" Evet, bize yazan dostumuz kendisinin uzun yıllardır Türkiye'de olduğunu ve Türkiye'nin hem kendisi hem ülkesi için vazgeçilmezliğini ifade ederken; "dostların üzüntü ve sevinci birlikte yaşaması" gerektiğini özellikle kaydediyor.


***


Bizim de niyetimiz halis; nerede olursa olsun halkın iradesi önemlidir, dayatma asla kabul edilemez ve bütün toplumlar insanca yaşamayı hak etmektedirler. Dost Pakistan için bu defa "Zindabad" diye haykırıyor, kardeşçe, barış içinde yaşamalarını diliyorum.

gazete