29 Mart 2018 Perşembe

Her durağa bir kitaplık

Ahmet TEZCAN

Her durağa bir kitaplık

29.3.2018

Bu hafta Kütüphaneler Haftası ya, ülkemizde -üniversiteler dâhil- toplam 30 bin 231 kütüphane olduğunu AA'nın haberinden öğrendim. Halk Kütüphaneleri'nden bu sene 25 milyon insan yararlanmış. Aynı kaynak Ürgüp'ün Şahinefendi köyünden Şükrü Dede'nin 1950'lerde "eşekli kütüphane" ile kazandığı okuma alışkanlığını ilerlemiş yaşına rağmen sürdürdüğünü yazıyor, hayran oldum.
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğünde çok cevval bir adam oturuyor, adı Hamdi Turşucu..
"Daha fazla insanın istifadesi için kütüphanelerin her saat hizmette, "yaşayan" alanlar olması için çalışıyoruz" diyor. Harika olur, morglarda geceleyin ders çalışan öğrenciler görmüş, çok üzülmüştüm.

Benim de nice zamandır aklımda tuttuğum bir projem var; "HER DURAĞA BİR KİTAPLIK" fikri..
Tam zamanıdır dedim, Kütüphaneler Haftası'nda işte ortaya attım, bakalım kim ne diyecek?! Her durağa derken taksi duraklarını kasdediyorum.
Ankara'da kaç taksi durağı var bilmiyorum ama şöyle 10-15 kitaplık bembeyaz yeni proje taksi duraklarında, şirin raflarda, ortak kültürümüzün ürünü, Dede Korkut, Nasreddin Hoca cinsinden halk kitapları, hikâyeler veya şehri tanıtan kitaplar olsa fena mı olur?
Bir-iki tanesi taksinin içinde olur, şöyle koltuğun üstünde veya ceplerde.. Yolcu beklerken taksici, trafik tıkanınca, yol uzayınca yolcu belki birine göz atar.

Zamanla alışkanlık olur. "Şu kitabı alabilir miyim?" diyene de AL densin, kitabı alan da bir durağa aynı cinsten bir kitap bağışlasın?! Evlerde nice yararlı kitaplar var, duraklarda taksiciler hem okur hem korurlar. Kitaplı taksiler dolaşır şehirde, kütüphane gibi olur şehirler, KÜTÜPHANE ŞEHİRLERDE yaşarız diye düşünüyorum.. Çok mu FANTAZİ bir fikir, hayata geçirilemez mi? Taksiciler sahiplenmez mi? Bizim taksiciler bir bakıma kamunun nabzıdır, devlet büyükleri bile duraklara uğramadan edemezler. Bilhassa siyasilerin kendilerini belli etmeden şoför üzerinden memleket nabzı tuttuklarını biliriz.
Bizim taksiciler de kimin kim olduğunu anlamaz ya(!) hemen tabir caiz ise "bindirirler" istemediklerine.. Ya da şükür ifade eder sorana moral olurlar.
Velhasıl okuyanların da okuduklarını sokağa, insan ilişkilerine de yansıtmaları benim Kütüphaneler Haftası dileğim olsun. İyi okumalar…

gazete

22 Mart 2018 Perşembe

Şehirlerin de hafızası var

Ahmet TEZCAN

Şehirlerin de hafızası var

22.3.2018

Viyana, 2016 yılında dünyanın yaşam kalitesi en yüksek şehri olmuş.
Sıralamada Zürih ikinci, Auckland üçüncü sırada yer alırken, İstanbul geçen yıl olduğu gibi 122. sırada kendine yer bulmuş, başkent Ankara'nın ise adı yok..
Önce bu araştırmaların ne işe yaradığını söylemek gerekiyor.
Çalışanların ücretlendirilmesinde şehrin yaşam kalitesi endeksi önemli rol oynuyormuş.
Çalıştığı şehrin yaşam kalitesi düşükse çalışana ekstra 'Meşakkat Ödeneği' ödeniyormuş.
Firmalar da bu araştırmaları çok ciddiye alıyor, araştırmacılar da bu işlere ciddi miktarda para, zaman ve eleman ayırıyorlar. Endeksiniz düşükse; yani şehir olarak güvenlik, pahalılık, sağlık, ulaşım kriterleriniz iyi değilse, listede yer alamıyorsanız firma çalışanlarına ekstra ödemeler yapılıyor.

Avrupa'nın yaşam kalitesi sıralamasında yine başı çektiği söz konusu araştırmanın izahatında ifade olunuyor.. Ne ki Avrupa şehirlerinde istikrar artmış, geçim standartları yükselmiş ve yaşam kalitesi iyileşmiş!
Dolayısıyla yine Avrupa şehirleri öne çıkmış bizim şehirler nal toplamış. Şam, Bağdat, Basra listenin ancak sonuna tutunabilmiş..
Bir zamanlar dünyanın önde gelen ilim ve medeniyet merkezi şehirlerin Batı başkentlerinde alınan kararlarla yerle yeksan edildiğinden ise hiç bahis yok?! Yani şu demek oluyor ki; Doğu'nun yıkılması Batı'ya istikrar, yüksek standart ve yaşam kalitesi sağlıyor!
Bir başka deyişle New York, Londra, Paris, Viyana gibi şehirlerde yaşayanların yaşam kalitesini yükseltmek için Bağdat'ın, Şam'ın, Halep'in yıkılması gerekiyor!

Başından beri şehirciliğin önemine ve şehirlerin de bir ruhu, bir hafızası olduğuna inanan bir millet olarak ne oldu da "kentsel dönüşüm" veya başka adlar altında mahallelerimizi yok ettik, dizi dizi ruhsuz apartmanlarla komşuluklarımızı bitirdik, güzelim bahçeli evlerimizi ranta kurban ettik?!
Yaşam felsefesi olarak bizim kültürümüz "yolcu gibi yaşamayı" emri ferman etmişken ne oldu da "towers"lar, "rezidans"larla dikine büyümek istedik? Batı taklidi şehirlerde insan ilişkilerimizi şimdi yeniden nasıl kuracağız sormadan edemiyoruz?! Velhasıl ne olduğu, neyi kaybettiğimizi anlamak için İbni Haldun'dan, Evliya Çelebi'ye "şehir ve insan" ilişkilerini yeniden okumak, bütün şehrengizleri bir bir gözden geçirmek gerekecek.
Sinan'ın ruhları şahlandıran şehirciliğini çoktan unuttuk ama şehirler bizi unutmuyor, ne yaptıysak misliyle mukabele görüyoruz.
Şehirlerle ilişkimiz, ulaşımımız, şehir yaşantımız bu yüzden çok çetin çok sert geçiyor.
Bu yüzden bir bağ-bahçe bulup hafta sonu hepimiz şehirden kaçıyoruz.

gazete

15 Mart 2018 Perşembe

STG’ler STK’lardan daha dinamik

Ahmet TEZCAN

STG’ler STK’lardan daha dinamik

15.3.2018

Toplumsal dinamizm.. Bu ifadeyi çok duydunuz. Dillendirilmediği sohbet veya tartışma yok gibidir.
Bir de "temel" kelimesi ilave etmek suretiyle başlığa veya bağlamında son cümleye "toplumun temel dinamikleri" diyerek yerleştirilir. Yani canlılığı, faal olmayı, bunu sağlayan unsurlara dikkat çekmek için kullanılır.
Biz gerçekten çok canlı ve değişime açık bir toplumuz.
Sırf bu özelliğimiz sebebiyle bizim ülkemizde yaşamak isteyenler vardır.
Özellikle Batı'da toplumların çoğu durağandır, günleri, gündemleri pek değişmez. Bizde ise bir olay bile bazen tüm toplumu kuşatır, çalkalanırız adeta. Çok sürmez ardından gelenle gündem hemen değişir, gazeteler hangisini manşete çıkaracaklarını şaşırırlar.

***

Türkiye'miz yerküre üzerinde adeta bir kalp gibi her an atıyor. Toplumun tüm kesimleri Suriye'deki mücadelemize dikkat kesilmişken bile durmak yok. İyi günde kötü günde bizim toplumumuzu canlı tutan, duyarlı kılan sâikler var elbet. Biliyor musunuz pek çok ilde ve Başkent Ankara'da haftada birkaç kez toplanan gruplar var. Ya sabah namazı sonrası bir kahvaltıda veya hafta sonu bir araya gelip enerji depoluyorlar adeta. STK dediğimiz; sendika, dernek, vakıf beraberliklerinin ötesinde, meslektaş, arkadaş, gönüldaş olarak toplanıyorlar. Toplumun bir de böyle STK'lardan ayrı STG'leri yani SİVİL TOPLUM GRUPLARI var ve çok dinamikler, toplumu birbirine kilitliyorlar.

***

Benim de içinde bulunduğum gruplar var, izin almadığım için yazmıyorum, inşaalah bir başka zaman anlatırım.
Bunlar siyasî değil, ticarî değil tamamen gönül beraberliği içindedirler..
Vefatının yıldönümü diye söylüyorum, mesela rahmetli Emin Acar'ın bir örgütü mü vardı? Başkentte on yıllarca millete doğru istikamet gösteren isim oldu. Cemiyet içinde temayüz etmiş insanlar, para ve zaman harcıyorlar, gayret sarf ediyorlar ve toplumu her daim canlı tutuyorlar. Hani derler ya; kahir ekseriyeti bu toplumun, bütün olumsuzluklara rağmen bozulmuyor, çözülmüyor, yardımlaşma ve dayanışmayı sürdürüyorlarsa inanın bu, tüzel kişiliği olmayan ve benim STG dediğim isimsiz grupların büyük katkılarıyladır.
15 Temmuz gecesi de çoğunlukla bu arkadaş grupları insiyakî olarak hemen meydanlardaydılar, dile gelsin istedim.

gazete

8 Mart 2018 Perşembe

Kadının yeri tartışılmaz...

Ahmet TEZCAN

Kadının yeri tartışılmaz...

8.3.2018

Kadın ile ne kadar ilgiliyiz hiç düşündünüz mü? Nasıl olmayız? İlk olarak annemizle başladı bu ilgi, kardeşler, arkadaşlar ve nihayet eşimizle de yoğun olarak devam etti. Bu ilgi ve alâka biz erkekler için giderek BAĞIMLILIĞIMIZ oldu adeta. Her an, hiçbir hal ve şart altında onlarsız olabileceğimizi düşünemiyorum.
Cemiyet içinde de öyle.. Yönetici, siyasetçi, sanatçı, sporcu hangi konumda olursa olsun, kadın oldu mu ilgi ve alâka hemen katlanıyor. İlk kadın vali olarak atandığında bütün gazetelere manşet olmuştu Lale Aytaman.. Hâlbuki "kadının yönetici olması" noktasında dünyada kimse bizim elimize su dökemez. Raziye Sultan'ın Delhi Türk Sultanlığı tahtına oturması İngiltere'nin ilk kadın hükümdarı Mary Tudor'dan 318 yıl öncesine rastlar.

***

Aynı adı taşıyan bir başka Raziye Hatun; yine 13'üncü asırda Konya'da yaşamış bir sultandır, Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus'un hanımıdır. Halkın hayat standardını yükselten ileri bir anlayış sergileyen Raziye Sultan, Anadolu'da pek çok cami, çeşme, han, hamam yaptırmıştır. Bu hanlardan biri de benim ilçemdedir. Doğup büyüdüğüm ilçemin adı sırf bu nedenle KADINHANI olmuştur. Minnet ve şükran duygusunu kendi adında yaşatmaktadır.
8 Mart Kadınlar Gününde bundan bahsetmeseydim olmazdı. Bizim tarih geleneğimizde, birçok vesika, kitabe ve vakfiyelerde hükümdar ailesi hanımlardan Devlet Hatun diye bahsedilirken; Batı'da kadının asaletine uygun muameleye muhatap olduğunu hiç kimse söyleyemez.

***

Bugün durumu değerlendirirken; kadının ne kadar "yükseltilip yüceltildiğini" hepimiz görüyoruz. Pazar kaygısı mıdır bilmem! Tek bir karar sahibi yoktur ki kadının aleyhinde konuşsun. Herkes, bütün kurumlar, özel günler, özel eylem ve söylemlerle kadının ne kadar kutsal, ne kadar önemli, o kadar zarif, latif, nazenin, fedakâr, vefakâr ve hamarat olduğunu anlatıp durmaktadırlar. Ama daha büyük ölçekte konuşulan tartışılan bir gerçek daha var.. Ne hazindir ki bugünün dünyasında kadın kadar kullanılan, aşağılanan, örselenen, öldürülen bir başka varlık yoktur desem yeridir. Çocuklar bundan ayrı değildir, kadınla birliktedir çocuğun dramı.
Öldürülen, örselenen, aşağılanan kadını konuşmaya da bayılıyoruz ayrıca, medya bu iş için seferber. Boşanmalar aldı başını gidiyor ve bundan en çok AİLE zarar görüyor, fazlasıyla da kadın. Netice-i kelam biz kadını anne, eş, kardeş veya arkadaş olarak görürken İNSAN olduğunu galiba unuttuk?!
Kadın-erkek diye ayırmak bizi kurtarmayacak.
Bu ayırımla yapılan bütün değerlendirmeler de korkarım boşa çıkacak.

gazete

1 Mart 2018 Perşembe

İlk 100’e giremedik?!

Ahmet TEZCAN

İlk 100’e giremedik?!

1.3.2018

Dünyanın en değerli şehirleri araştırmasında Ankara ilk 100'e girememiş.
İstanbul ilk 100 listesinde var.
Bursa, Adana, Konya, öteki şehirlerimizin adı bile geçmiyor. Bir kere neye göre, kimler, nerede bu araştırmaları yapıyor bunlar çok önemli. Tarihi, coğrafi özellikler bu araştırmada kıstas olarak göz önüne alınıyor mu, yoksa sadece ekonomik verilere göre mi yapılıyor bilinmesi lazım. Sokakta bizim vatandaşımıza mikrofon tutulsa, hangi meslek grubu olursa olsun bizim şehirlerimiz bir numara çıkar.

Şehirler esasen sevgi boyutuyla değerlendirilir.
Sevmediğin şehir dünyanın en güzeli ve en değerlisi olsa ne yazar?! Bizim için İstanbulumuz, Ankaramız, Erzurumumuz veya diğerleri dünyanın en güzel, en sevimli ve en değerli şehirleridir, hepsini ayrı ayrı severiz. Ha, severiz de bizim şehirlerimize sevdiğimiz gibi muamele eder miyiz? Bu soru çok önemlidir. Şehrin mobilyalarını gerektiği gibi korur muyuz? Binaya şebeke çekeceğiz diye yeni dökülmüş asfaltı keser miyiz? Çöpümüzü en gereksiz zamanda en olmadık yere bırakır mıyız? Sorularına herkes kendi zaviyesinden cevap bulacaktır muhakkak?!

Konuya ilişkin habere ekrandan şöyle bir kulak verdim; İstanbul için 195 milyar dolar gibi bir rakam telaffuz edildi. Ankara için çıkan rakamsal değer yanlış anlamadıysam 45 milyar olarak ifade ediliyor.
Haberin aslını çeşitli kaynaklardan araştırdım ama verildiği şekliyle haber metnine ulaştım desem doğru olmaz. Elime geçen Alman asıllı bir istatistik şirketinin yaptığı araştırma oldu. Şirket, otel ücretleri ve eğlence yerlerinde günlük harcanan para miktarına göre bunu hazırlamış.
Derlenen bilgilere göre 100 tatil kenti arasına Türkiye'den de üç yerleşim merkezinin girdiği ifade ediliyor. Bunlar İstanbul ve Antalya'nın yanı sıra Marmaris'in listeye girdiğidir.

Araştırmada en pahalı şehir olarak kişi başı günlük ortalama 370 Euro harcamasıyla New York öne çıkıyor. Türkiye'den listeye giren şehirlerde günlük ortalama 111 Euro harcama yapılıyormuş. Şimdi bundan "cebine üç-beş kuruş koyan bizim memlekete geliyor" yani biz "ucuz turist" ülkesiyiz" anlamını mı çıkaralım? Malum film kahramanı Muro'nun dediği gibi "insan sevgimiz" her şeyin önüne geçiyor. Sırt çantasıyla otobüsten inen Anadolu'da "misafir" muamelesi görüyor, hattâ "yazık" denilerek ikram ediliyor. Dolayısıyla her yıl yüzlercesi cep harçlığıyla bütün bir Anadolu'yu gezip gidiyor. Ondan sonra da "ucuz şehir" kategorisine giriyoruz, öyle mi?!

gazete