27 Aralık 2018 Perşembe

Hızır Acil..

Ahmet TEZCAN

Hızır Acil..

27.12.2018

Başkent yoğunluğunun adı kim ne derse desin hep Kızılay olmuştur. Herkesin her gün bir vesile bu meydana yolu mutlaka düşer. Ben bunun YHT tren garıyla değişeceğini söyler dururum. Hele yeni hızlı tren hatları devreye girsin YHT Garı ve çevresinin trafiğini bir de o zaman görün?! Ha, o bölge cadde, sokak ve parklarıyla bu yoğunluğu karşılar ve kaldırabilir mi onu zamanla göreceğiz. Son tren kazasıyla yeniden sarsıldık. Ne oldu, bir sabah kalktık ve bir hızlı trenin hızını almadan başkentin ortasında bir başkasıyla çarpıştığını gördük. Üzülmemek elde değil ama kazayı bir makasçı veya bir başka görevliyle açıklamak da mümkün değil.

***

Ben o gün, o hengâmede TCDD'yi, YHT Tren Garı'nı ve ilgili bakanlığı aradım telefonla. En azından ne oldu diyecektim. Benim gibi o gün yolcu yakınları da kaza sonrası yetkilileri aramış olmalılar. Onlar da alelacele birine, bir telefon numarasına ulaşmak istemişlerdir. Ama hangi numaradan ama ne mümkün?! Ulaştırma bütün katmanlarıyla ULAŞILMAZ olur mu? ben bir ara 112 Acil Çağrıyı aradım çekinerek.. Bir sağlık ihbarı veya ambulans talebi olmayınca kapattılar. Niye aradım 112'yi? Burası ACİL ÇAĞRI SERVİSİ.. Yangın, kaza, intihar, cinayet.. Her türden durumun ilk önce bu servis eliyle alınıp itfaiye, ambulans, polis nerenin harekete geçirilmesi gerekiyorsa orayı ayağa kaldıracağını düşündüğüm bir servis olarak değerlendiriyordum 112'yi. Her türlü hadisede vatandaşın muhatap bulacağı, ulaşacağı bir servis..

***

Bu satırların yazarı 2004'ten bu yana bunu yazar durur. 110 Alo Yangın İhbar'dan tutun, 118 bilinmeyen numaralara kadar bir yığın ALO İHBAR hattı var. Sayayım: Zabıta 153, Polis İmdat 155, Jandarma 156, Orman yangını 177, Ruhsal Bunalım Danışma 182 ve diğerleri.. Kim hatırlıyor? 185 Elektrik, 186 Gaz arıza.. Hattın bir yerinde gerilim veya patlama olsa o anda bu numarayı kim bulur, kim ulaşır? İçişleri, İller İdaresi yazılarıma cevap vermiş bütün ihbar hatlarının tek numarada HIZIR ACİL adıyla birleştirileceğini bildirmişti? New York'ta 911 adıyla bir acil yardım hattı var, belediyeye bağlıymış, orada adeta "hayatın bir parçası " diyorlar ve bütün "imdat" ve "ihbar" çağrılarını burası koordine ediyormuş. Onların 911'i gibi bir servisi biz de kendi ülkemizde neden başaramayalım?

gazete

13 Aralık 2018 Perşembe

Özhaseki’nin Kayserisi

Ahmet TEZCAN

Özhaseki’nin Kayserisi

13.12.2018

Şair'in "bir başka tepeden" İstanbul'a baktığı gibi başka bir şehre bakılmış mıdır? Yahut hangi şehre böyle bakılıp İstanbul gibi "aziz" makamına yükseltilmiştir?!
Sormadan edemiyor insan.. Yahya Kemal öyle tutkundur ki İstanbul'a "görmediği, gezmediği, sevmediği" hiçbir yeri yoktur.
Nasıl bir tutkudur ki bir ömür gönül tahtına kurulması keyfiyetini bağışlamış ve "sade bir semtini sevmeyi" dahi "bir ömre değer" bulmuştur?!

Şair'in baktığı gibi olmasa, olamasa da ben de bir başka şehre, başka bir tepeden baktım.
Kayseri'ydi baktığım şehir ve o şehre bakmak için seçilecek yer Erciyes'ten başka bir tepe olamazdı.
(Biliyorum "tepe" tanımı Erciyes'i küçültür, O Erciyes ki; memleket coğrafyasına çil çil nice kubbeler yükselten Mimarbaşı Koca Sinan'a ilham kaynağı olmuştur.) Şair'in İstanbul'a bakışı değildi bizim o tepeden Kayseri'ye bakışımız, Ankara'da, mevsimi olmasına rağmen bir zamandır göremediğimiz kara hasretliğimizdi önce. Sonra ve esasen Kayseri'ye uzun yıllar ŞEHREMİNİ olmuş bir isim (Mehmet Özhaseki) artık Ankara için aday. Kayseri'yi yıllarca nasıl yönetmiş, ne yapmış, yaptıkları kabul görmüş mü şöyle bir bakalım dedik. Kayseri'ye şehremini olmuş mu?

Bu defa Ankara'ya talipti Özhaseki ama neye yalan söyleyeyim- ben onun başkente iki numara küçük geleceğini düşünenlerdendim.
1999'dan 2014'e tam 15 sene rekor oylarla seçilmiş olmasını dahi "iktidarın gücü" ile açıklıyordum uzaktan.
Kayseri'ye yakından bakınca düşüncemi gözden geçirmem gerektiğini düşündüm.
Erciyes'ten bu kadim kültürün önemli yerleşimlerinden biri olan Kayseri'ye bakarken düzgün yapılaşmayı, ferah bulvarları kolaylıkla görüyorsunuz. Göz tırmalayan dikey yapılar da yok. Tarih, betonlar arasına sıkışmamış. Hunat Hatun'dan Seyit Burhanettin'e tüm şehirde Selçuklu, Konya'da bile olmadığı kadar bütün maddiyatı ve maneviyatıyla muhafaza edilmiş.
Açık kapalı çarşıları ise insana İstanbul hissi veriyor. Trafik keşmekeşi yok gibi, tramvayın ulaşıma katkısı da olumlu. 5. etap ise büyükşehri emanet alan Mustafa Çelik'in ufkunu ve çabasını aynen resmediyor.

Vatandaş olarak, bir Şehremini'den yani belediye başkanından ne bekler ve ne isteriz? Önce emin olmasını, sonra hayatın zaruretlerinin zamanında karşılanmasını.
Özhaseki bunu Kayseri'de başarmış.
İnşallah Ankara'da da başarır. Ankara'nın çok mahir, samimi bir ele, bir göze ve tükenmez bir enerjiye ihtiyacı var. Bu seyahatin Erciyes ve kar kısmını Elmadağ ile birlikte bir başka yazıda ele alacağım

gazete

29 Kasım 2018 Perşembe

Haseki ne demek?

Ahmet TEZCAN

Haseki ne demek?

29.11.2018

İktidarın adaylarını açık etmesiyle seçimin STARTI da verilmiş oldu. İşte meydan işte pehlivan, erken kalkan yol alır.
İktidar 61 adayını törenlerle açık edince bütün yurtta hareket başladı. Mücadele çetin geçeceğe benziyor. İktidar kanadında en büyük handikap iç mücadele. Milyonlarca üyesi var ve bütün mensupların da bir talebi.. Kimi meclis üyesi olmak, kimi teşkilatta kendine yer bulmak istiyor. "Hiç talebim olmaz" diyenler oğluna kızına iş bulma şansını parti kademelerinde görüyor.
Muhalefetteki durum ise bambaşka.
Bilhassa ana muhalefette iç mücadele çok çetin geçiyor. Aday belirlemede iktidara göre gecikmiş olmaları da bunun göstergesi. AK Parti'nin adayına baktıktan sonra SİKLET HESABI yapacaklar olmalılar?! "Şu adayın karşısına bu isim konulur mu?" hesabı muhalefete zaman kaybettiriyor. Siyasette ise zaman faktörü çok önemlidir. Sonra "Ali mi olsun Veli mi?" hesabı CHP'de iç mücadelenin en muhataralı tarafıdır. Adaylar HASSAS DENGELER gözetilerek belirlenmeye çalışılıyor.

Meydanlar şenlenecek diyemiyorum çünkü korkuyorum. Bizde siyaset "kan davası" edasında yapılıyor. Biz siyasette meseleye "Bir memleket evladı gidecek başka bir memleket evladı hizmeti sürdürecek" diye bakamıyoruz.

Bizim işimiz hep Ankara iledir, bu siyasette de böyledir. Kim gelecek ve sağlıklı hizmet getirecek, başkenti kolay yaşanır bir kent görünümüne kavuşturacak.
Başkentlilerin konforu başkente yakışır olacak ona bakarız. Batıda şehirlerin konforu ile birlikte estetiği de ön plandadır.
Mütenasip bir büyüme öngörülür. Ama bizde şehrin kalbinde bir çöplük hiç yadırganmaz.
İnanmayan Kocatepe'nin etrafını bir dolaşsın, Melike Camisi'nin az ötesini Anafartalar Mahallesi'ni görsün yeter.
Başkentin ortasında tam bir viranedir Anafartalar, hiç kimse yanaşamaz, dolaşamaz, tıp diliyle şehrin kanserli alanıdır.
Bence bütün adaylar burada kendilerine harikulade seçim malzemesi bulabilirler!

Mehmet Özhaseki'ye hiç gelemedik.
Ankara için bu defa Özhaseki'ye görev verildi. Kayseri tecrübesiyle dileyelim başkenti mamur etsin. Ben soyadına baktım.
Haseki, Osmanlı döneminde, bir görevde uzun süre kalmış olanlara verilen bir san.
Saraydaki padişah gözdeleri de haseki olarak anılmış. Dolayısıyla başkentte başkanlık koltuğuna Özhaseki oturursa bilin ki bu görev ondadır ve uzun solukludur. Bize de millete, memlekete, başkente, partisine, kendisine ve ailesine hayırlı olsun demek düşer.

gazete

22 Kasım 2018 Perşembe

Uyku kaçıran bir mesai...

Ahmet TEZCAN

Uyku kaçıran bir mesai...

22.11.2018

"Türkiye yönetilmez, idare edilir?!" sözü Demirel vecizesi olarak ağızlarda dolaşmaktadır. Söylenmiş midir, söylenmemiş de onun üzerinden harcanan bir ifade midir bilemem ama düşünüldüğünde derin ve çok şey anlatan bir söz gibi duruyor. İdare etmek veya yönetmek?!
Bir ülkeyi bir kenti hele Başkenti yönetmek o kadar da kolay bir iş olmasa gerek?
İhtiyar, çoluk çocuk, hasta, sağlam orada yaşayan hizmet bekleyen milyonlar..
Düşünebiliyor musunuz, her gün o insanların elektriği, suyu olacak, fırınları çalışacak, çöpü alınacak, evlerine, işlerine, okullarına ulaşacaklar?!
Hayatın "olmazsa olmazları" olan tüm bu işler hiç aksamadan her gün sürecek, sürdürülecek, sürdürülemediğinde de illaki bir SORUMLUSU veya bir SORUMSUZU mutlaka olacak.
Normal mantıkla uykular kaçıracak bir mesai aslında başkanlık.

Mahalli seçimler yaklaşırken bu yükün altına girmeye çalışan yüzlerce insan görüyorum ve cesaretlerini kutluyorum. Parti merkezleri de bir yandan seçim bölgelerini mercek altına alıyor, bir yandan da "Kim nereyi yönetecek, seçime kiminle gitsek kazanırız, mevcut başkanla tamam mı devam mı?" gibi sorular cevap arıyor.
Oluşturulan komiteler kamuoyu yoklamaları ve temayül sonuçları değerlendirilmeye başlandı. Aday adayları da aynı hızla kulis çalışmalarını sürdürüyorlar.

Ben Ankara'yı düşünüyorum.
Ankara bugün, sadece Türkiye'nin başşehri değil, dünyanın yakın takibindeki koca bir metropol.. Ankara, bir yanıyla hem bir Avrupa başkenti, "Cumhuriyetin Başkenti" sıfatıyla da dehşet bir tarih, kültür ve medeniyet şehridir. Kim ne derse desin Ankara'ya nefes aldırmak, "başkent" vasfını güçlendirmek ve çehresini geliştirmek, değiştirmek için çok yoğun gayret sarf edilmektedir. Katkı verenler teşekkürü hak eder ve karşılığını da alırlar.

Sadece bir Başkent değil Ankara.. 2023 vizyonuyla çok daha büyük ve çok önemli bir kent olacağı muhakkak.. Termal, sağlık, turizm, savunma sanayi ve kentsel dönüşüm projeleriyle Ankara yepyeni bir kimlik kazanacak. Hızlı trenler ve otoyollarla tüm yurda daha sıkı ve seri şekilde bağlanacak olan bir Başkentin, bu en kesif kesişme noktasında insanları sorunsuzca ağırlayıp uğurlaması kolay değildir.
Bizden sadece hatırlatması..

gazete

15 Kasım 2018 Perşembe

Ağaçları doğradılar!

Ahmet TEZCAN

Ağaçları doğradılar!

15.11.2018

Bine yakın yazım yayınlandı bu köşede, pek çok konuya değindik ama daha çok Ankara'yı, şehri, Ankaralıları yazdım.
Bahar oldu, yaz oldu mevsimleri, doğayı, ağaçları, kuşları anlattım.

"Benim erikler açtı, çiçekler dalları sarmaya başladı bile. Kayısım da öyle, pembe pembe başlayıp tüm ağacı bembeyaz güzelliğin kaplayacağı gün uzak değil.
Kocaman yaprakların arasından incirin açık yeşil çiçeklerinden mor meyvelere duruşunu gözlüyorum.
Penceremden gördüğüm tüm ağaçlar, kuşlar benimdir, bana aittir.
Uzanıp meyve topladığım ağaçlar değildir ama benimdir. Hepsi şu camın ardında yaz kış sevdiğim, seyrettiğim manzaramın en güzel dekorlarıdır. Bu manzarayı gören başkaları da benim gibi düşünebilir. Her dalda şirin mi şirin yüzlerce çiçeği saatlerce seyretsem doymuyorum. Kayısı ve erik, pencereye kadar uzanan arsız asma, az ötedeki kiraz, vakti gelince mahallenin tüm afacanlarına yine davetiye çıkaracaklar biliyorum. Olsun, ben de kuş cıvıltıları arasında bahar faslını şimdilik burada böylece terennüm ediyorum.
Bembeyaz çiçeklerle donanınca pencerenin önünden bir türlü ayrılamıyorum.
Saatlerce seyretsem usanmıyorum.

Çeşitli yazılarımdan alıntıdır yukarıdaki cümleler. Eli baltalı iki adamın akasya ağaçlarını kesmelerini ise "Üç ağaç eks oldu" başlıklı yazımda anlatmışım. ("Eks" bir tıp terimi, "ölüm" anlamında) Demişim ki; "İlk vuruşta serçeler pırrr.. Hemen uçtular, uçmadılar kaçtılar, sonra bir daha, bir daha.." Akasyaların dallarını sürterekten duvar dibine tomruk olarak yığılmaları çoktan unutuldu, kestirenler bile unuttu. Bu yazıda bir cümle daha var onu alacağım:
"Ağaçları kesenler, iş eldivenleri giymişler baltanın sapından elleri tahriş olmasın diye.
Kocatepe'de, Diyanet Vakfı ek binasının yanındaki akasyalardı kestirdikleri.. Birkaç darbe ile varlıkları yeryüzünden kaldırıldı" H H H
Bu defa bizim apartman yönetimi, içlerinde bir de Ziraat profesörü var. Yukarıda sayıp döktüğüm incir, erik, kiraz, ne varsa; manzarasına doyamadığım bütün ağaçları -bu defa motorlu testere ile her haldekökten kestirip meseleyi "kök" ten halletmişler!
Bir geldim ki bir yığın tomruk, pırasa gibi doğranmış güzelim ağaçlar..
Pencerelerinden seyretmişler midir bilmiyorum?!
Kaşıkçıoğlu'nun cesedi gibi bütün suç delillerini de alelacele toplattılar. Bu bir apartman meselesi değil, bir anlayış, başka türlü bir bakış ve bir inanış belki kim bilir?Serçeler birkaç gün konacak dal ararlar, bizim bahçede olmazsa komşuda bulurlar ama kestirenler ne bulur bilemem!

gazete

8 Kasım 2018 Perşembe

Sağlık olsun!

Ahmet TEZCAN

Sağlık olsun!

8.11.2018

Ankara, sağlık ve savunma yatırımlarının da başkenti, bu alanlarda başkentin devasa ve teknik anlamda en girift girişimlerine şahit oluyoruz.
Geçenlerde ODTÜ Teknokent'e gittim hem gururlandım hem üzüldüm. Üzüntüm bu alanda hayli geç kalmışlığımız, gururum ise pırıl pırıl gençlerin dünyanın geldiği teknolojik seviyede ve onlarla yarışacak düzeyde iş çıkarabilme- leriydi. Sadece para amaçlı bu işler yapılmaz, ancak "vatan" ve "sevgi" kavramlarıyla bunu izah edebilirsiniz.
Buralardaki gizlilik ve güvenliğin en üst düzeyde olması da tabi bir sonuçtur elbette.

Ama her şeyin başı sağlık. Dilimizin tespihidir ve fakat başımıza gelmeden anlamayız.
Hastanelerin bahçesinde bekleyenlerin fosur fosur sigara içmeleri bunun en açık göstergesi, duman üzerlerinde adeta girdap yapıyor. Sağlık ve eğitim bu kadar önemli ki genel bütçede en büyük pay bu ikisine ayrılıyor. 2019 bütçesinde Eğitime 161, Sağlığa 157 milyar lira ayrılmış, devasa rakamlar bunlar.

Sağlık deyince, başkentin Bilkent'deki Şehir Hastanesi'nden söz etmemek olmaz.
Deniyor ki; DÜNYANIN TEK PARÇADA YAPILAN EN BÜYÜK HASTANESİDİR.
Şimdiden çeşitli ödüller kazanmış bir proje, hakkıdır. 4 bine yakın yatak kapasitesi ile dünyanın da 3. büyük sağlık komleksi ve günde 40 bin hasta tedavi görecek, 6 bin tıbbi personel görev yapacak, 131 tane ameliyathanesi olacak, yine ülkemizin en büyük laboratuarı burada kuruluyor.
Ambulans helikopterler için de iki heliport inşa ediliyor. Sosyal donatıları ile burası ayrı bir kent görüntüsü veriyor. Rahmetli İhsan Doğramacı Bilkent'i kurarken bir slogan üretmişti; "Siz şehre değil, şehir size gelecek"demişti, haklı çıktı. Sağlığa kavuşmak için dünyanın Bilkent Ankara şehir hastanesine akacağını tahmin ediyorum.

İnsanın bütün varlığı hastalık-sağlık içindir, bütün çabamız, kaygımız iki şeyedir; başımızı sokacak bir yuva ve Allah vermesin bir hastalık zuhur ettiğinde dara düşmemeyedir. Özel hastanelerin mantar gibi çoğalması ticari boyutuyla alâkalıdır.
Özbekistan'dan bir dostum 22 yaşında kan kanseri oğlunu tedavi için Andican'dan Ankara'ya bir özel hastaneye getirdi, 10 günde 30 bin dolar fatura çıkardılar. Oysa ameliyat yok, bir şey yoktu! Hani dolarla iş yapılmayacaktı?! Dara düşen hemşerisi de "partisi iyi adam kötü" diyerek çelişkiyi anlamaya çalıştı. Her şey var çok paralar harcanıyor ama önce insan. Tıp bilgisinden önce vicdanı öğretmek zorundayız. Hastayı hasta olarak gören, MÜŞTERİ muamelesi yapmayanların sayısı artmalı. Eğitimdeki en büyük handikabımız da bu zaten, bilgiyle dolduruyoruz çocuklarımızı...

gazete

1 Kasım 2018 Perşembe

Yerel başarıda ölçü belli

Ahmet TEZCAN

Yerel başarıda ölçü belli

1.11.2018

Yerel hizmetleri yazarken ister istemez vatandaşın şikâyetleri bizlere de ulaşıyor. Vatandaş yani yerine göre "EN ETKİLİ İRADE, BAŞ TACI, MİLLET" dediğimiz insanlar topluluğu.. Onların (yerel-genel) yöneticilerden fazla bir şey beklediği yok; çöpü alınsın, ayağı çamura batmasın ona yetiyor.
Sokakta kendine, çocuğuna, arabasına yer bulabilse belediye yetkililerini öpüp başına koyacak. Ama öyle mi? Şehirler kalabalıklaştı, bilhassa merkezi yerlerde ne kendimize, ne çocuklarımıza, ne de arabamıza yer bulmakta güçlük çekiyoruz.
Bunu ben söylemiyorum sokaktaki şikayeti yansıtıyorum o kadar.

"Vatandaş pek mi dikkat ediyor?" kısmını bir yana bırakıp belediye, yerel idareler olarak kendimize düşeni yapsak işin meselenin büyük kısmını çözecek.
Diyelim Çankaya Belediyesi'nin çöp arabaları; çöpü aldıktan sonra ardından iki adam göndereceksin ki aceleyle döküp saçtıklarını toplasınlar.
Kocatepe Mimar Kemal Lisesi'nin yanında kaldırımı kazdılar aylardır vatandaş yağışlarda çamura batıyor, veliler şikâyetçi. Kazıyorsan kapatacaksın kardeşim, sonra da kaldırımını döşeyip vatandaşın kullanımına bırakacaksın.
Otopark başkentin ciddi sorunlarından biridir. Halbuki teknoloji işi çözüyor.
Sadece apartman cüssesinde bir bina ile yerin altına yüzlerce arabayı depolayan ROBOTİK SİSTEMLER var. Bazı belediyeler bunu denedi ve başarı sağladı.
Bu OTOMOBİLLEŞME HIZI ile inanın beş yıl sonra sokağa çıkamayacağız ve bunun şimdiden tedbirini almak durumundayız. Kimse sokaklardan araba çekmek suretiyle otopark sorununun çözüleceğini sanmasın. Vatandaşı idareye düşman etmeyin.

Netice seçim yaklaşırken kazma kürek sokağa çıkmak pek makbul sayılmıyor.
Yerel seçimler için kulisler bu defa biraz erken yoğunlaştı. Eski bir dostumun sosyal medya kanalıyla kendi ilinde belediye başkanlığı için zemin yokladığını gördüm, bir yığın yorum almış.
Ben de genel için ölçüyü koydum dedim ki; "Paraya, makama, şöhrete bakmaz, kendini makama hapsetmez, lüzumsuz toplantı yapmaz, akıl-mantık ve teknolojiyi tercih eder, 7/24 hizmet eder ve tasarruf en öncelikli ilkesidir." En önemlisi Allah'tan korkar.. İşte ölçü.. Seçilir seçilmez makam odası-otosu derdine düşmeyeceksin.
Bu çerçevede bir çalışma prensibiyle yola çıkan başarıyı mutlaka yakalarsın.

gazete

25 Ekim 2018 Perşembe

Başkentin sırları

Ahmet TEZCAN

Başkentin sırları

25.10.2018

Geçen hafta Ankara'nın başkent oluşu(13 Ekim) kutlandı çeşitli etkinliklerle.. Dolayısıyla gecikmiş bir yazı olarak kabul edebilirsiniz bu yazıyı.
Neticede Ankara 95 yıldır başkent. 20 küsur bin insanın yaşadığı bir kasaba iken bugün 5,5 milyon bir arada yaşıyoruz, tüm isteklerimiz, ihtiyaçlarımız ve gerçeklerimizle..
İşte Ankara.. 3 bin yıllık bir kent, 95 yıllık bir başkent.. Başkentliği bir asra yaklaşmış bir Ankara var önümüzde; adını da geldiğimiz yerlerden, taa Asya'dan getirmişiz.
Şunu da söylemek lazım: Asya'da biz bir sabah kalkıp tüm obalara oymaklara ulak gönderip "Haydi atlarınızı arabalarınızı hazırlayın, Anadolu'ya göçüyoruz" deyip ertesi hafta çadırlarımızı kurup Anadolu'ya yerleşmiş değiliz. Türklerin Anadolu'ya da göç hikâyesi çok önemli çok yönlü çok derin bir konudur.

Ankara adını Asya'dan getirdik dedim:
Gazi, vefatından bir yıl evvel, Yunan Başbakanı General Metaksas'ın ziyareti sırasında mevzuu açılınca; "Ekselans, Ankara adı nereden bilir misiniz?" diye sorar ve bir dünya atlası getirterek Baykal Gölü yakınında "Angarsk" kentini gösterir ve "İşte buradan" der. Baykal gölü kıyısındaki "Angara" dır gösterdiği yer. Ne Anker, ne Engür ne bir başka şey. İstanbul kadar olmasa da Ankara'nın da hikâyesi derindir ve bütün evreleriyle tarihe yansımış da değildir. Son yüzyılını bile bütün olayları, yönleri ve yaşantılarıyla, tarihe tam olarak yansıdığını söylemek zor.. Ankara Hayatı bütün ayrıntılarıyla bilinmelidir bence, neden kaçınılıyor? Atatürk'ün vasiyeti dahi açılamamıştır, neden? 100. Yıl mı bekleniyor, yoksa şimdilik sakıncalı mı bulunuyor?

Ankara'nın başkent olması gelişmesine büyük ivme kazandırmıştır bunda da Mustafa Kemal'in büyük emeği ve katkısı vardır kimse inkâr edemez. Şehircilik anlamında bilhassa Atatürk'e çok şey borçluyuz.
Ankara başkent olarak yeni mücadelenin karargâhı olmuştur. İşte bu nedenle Ankara'nın bilhassa son asrının bütün yönleriyle bilinmesini zorunlu kılmaktadır, çünkü bu bir bakıma Türkiye'nin kuruluş ve kurtuluş hikâyesidir. Bu noktada en önemli görev üniversitelerimize düşmektedir. Vakıf üniversiteleri dâhil Başkent'teki 20'den fazla üniversitemizin görevidir bir bakıma. Ben buna "Başkentin sırları" diyorum. Bu sırların sadece kitaplara, dergilere değil tarihe geçmesi gerekmektedir. Üniversite gençliğiyle şehir adeta bir kampus, o halde bu üniversitelerin ilgili bölümlerindeki gençler Ankara için neden görevlendirilmez?
Ankara'ya ne veriyor bu üniversitelerimiz diye sormak zorunda kalmayalım.
Arşivlerin tozlu rafları kim bilir neler saklıyor?

gazete

18 Ekim 2018 Perşembe

CHP’nin banka işleri dendi de...

Ahmet TEZCAN

CHP’nin banka işleri dendi de...

18.10.2018

Evet, İş Bankası hissesi dendi de iki çift laf etme hakkım doğdu. Yeryüzünde anayasa hükmüne rağmen ticari faaliyette bulunan bir başka siyasi parti var mıdır diye soruluyor.
Vardır, Sisi'nin Mısır'ı gibi Afrika'da Asya'da Güney Amerika ülkeleri arasında göstermelik siyasi partiler aynen CHP gibi ticaretle sarmaş dolaştırlar. Zaten o memleketlerde siyaset para için yapılmaktadır.
Para ve "dolce vita" yani tatlı hayat?! Kime bahşedilirse o sesini keser, ortalarda pek görünmez ve cebini doldurmaya bakar. Bizdeki ise tek parti dönemi mirası...
Şöyle yazmıştım 2010'da: "CHP'nin İş Bankası ortaklığının açıkça Anayasa'ya aykırı olduğu yüzlerce kez bu memlekette ifade edildi. Anayasa'nın 69. Maddesi, siyasi partilerin ticarî faaliyetlere giremeyeceğine amirdir.
İş Bankası bir ticarî kuruluş değil mi?" Nihayet sorgulanıyor artık.

İş Bankası hisselerinin yüzde bilmem kaçını elinde bulunduran CHP, bu banka aracılığıyla doğrudan ve dolaylı olarak 100'den fazla şirkete ortak durumda.
Bunların içinde Borsa'ya kote, borsada tahtası olan önemli şirketler vardır. Banka yöneticiliğinin parti olarak kendilerine parasal bir gelir sağlamadığını söylüyorlar. Bankanın iştiraki olan 100'den fazla şirketin yönetim kurullarına yapılan atamalarda partinin hiç mi dahli yok? Mesela CHP'nin atadığı banka yöneticilerinden biri Murat Karayalçın ve halen bankada yönetim kurulu üyesidir.
Son genel kurulda -ki mart aylarındadır genellikle- gündemin 7. Maddesi "Yönetim Kurulu Üyelerine verilecek tahsisatın tespiti" idi, alınan kararla yönetim kurulu üyelerine net 28 bin 500 lira ödenmesi kararlaştırıldı.
Makama tahsisli odalar, araçlar ve iştiraki olan şirketlerin bayram, yılbaşı hediyeleri de cabası. Karayalçın şu soruya cevap vermeli.
Bankanın ortağı olduğu şirketlerin yönetim kurulu üyeliklerine yapılan atamalarda sizin imzanız yok mu? Yani bu atamaları Banka Yönetimi yapmıyor mu? Kaç kişidir bunlar ve o şirketlere sizin imzalarınızla atanan bu yöneticilere ödenen tahsisat miktarı nedir?

Belki 1000'e yakın partili veya yakınları Hindistan'daki Müslümanların gönderdikleri nakdi yardımlarla kurulan İş Bankası'ndaki hisselerden böyle nemalanmaktadırlar.
Adnan Keskin, Nurettin Sözen'in kardeşi Ali Sözen, Bayram Meral ve Mehmet Moğultay'ın oğulları ve onlarca partili bu bankada yönetimde bulunmuşlardır. Bu bankanın şubelerinde işe başlayan yüzlerce çalışanın içinde de illaki CHP'li yöneticilerden referansla işe girmiş olanlar da bulunabilir?

gazete

11 Ekim 2018 Perşembe

Başkente “laf ebesi” lazım değil

Ahmet TEZCAN

Başkente “laf ebesi” lazım değil

11.10.2018

Yerel seçimler yaklaşıyor, siyasiler, siyasi partiler yoğun bir faaliyet içindeler. Herkes her ilde, her partiye bir aday yakıştırıyor. Gizliden gizliye temaslar sürüyor ki kulislerde bu isimler telaffuz ediliyor.
Ya da gönlünden geçirenler kim ne diyecek bilinsin yahut sırf vatandaşın kulağı alışsın diye bazı isimlere piyasa yaptırıyorlar.
Bizi sadece Ankara ilgilendiriyor, kime emanet edilecek, başkenti kim yönetecek?
Yoksa Mustafa Tuna'ya " Pİ-AR'ın fena değil DEVAM" mı denilecek? Ankara'ya esasen "laf ebesi" değil, 7/24 çalışacak bir "amele" lazım, Tuna da bunu yapıyor zaten.

Bu arada "Ankara'yı, sadece belediye başkanları mı yönetir?" sorusunu da düşünmek gerekiyor?! İstanbul için de aynı soru sorulabilir. (İzmir'i katmıyorum, çünkü orası yönetilmiyor, yönetilemez..
Bizim Çankaya misali; hep bir ideolojik tartışma, sen- ben kavgası.. Hizip mücadelelerinin üretildiği, yürütüldüğü, yönetildiği yerlerdir. Aziz Kocaoğlu bile PES etti.) İstanbul ve Ankara için durum öyle değil. Ülkenin her bakımdan en büyük iki kentidir sadece valilere, belediye başkanlarına bırakılmaz.
Trilyonlarca yatırımları olan, bazen uygulamaları dünyanın öteki ucunda yankılanan iller için "vali ya da belediye başkanı bu kararı aldı" diyebilir miyiz? Öyle olsa adama; "dur bi dakka ne yapıyorsun, kime danıştın?" demezler mi?

Münhasıran Ankara için söylüyorum; hayati kararların alınacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Artık başkenti şehir hayatı bakımından ya YAŞANMAZ kılınır yahut GELECEĞİ KURTULUR..
İşte, Ulus'tan başlandı bile.. Tarihi doku korunarak Hacıbayram çevresi dümdüz edilmeli.. Ulaşım akmalı, gürültü- kirlilik kaynağı ne varsa -Deutz minibüsler dâhil- hemen yok edilmeli. Şehrin uygun yerlerine hemen acilen ROBOTİK OTOPARKLAR inşa edilmeli. Kolej'deki katlı otoparkın yerine üç tanesi sığar ve yüzlerce aracı sokaktan alır. Kocatepe otoparkı da öyle.. Saat kulesinden konferans salonu dâhil toprak üstünde hiçbir şey bırakılmamalı ve altı da robotik teknolojiyle binlerce araca sığınak olmalı. Kocatepe de Ulus gibi acil çevre düzenlemesi ihtiyacında olan bir bölge.
Şehrin kalbi Kızılay böyle kurtarabilir.
Aksi halde şehir, bir süre sonra içinden çıkılmaz (ya da girilmez) hale gelecek

gazete

4 Ekim 2018 Perşembe

Başkentin diplomasisi

Ahmet TEZCAN

Başkentin diplomasisi

4.10.2018

Başkent, aynı zamanda diplomatik bir merkezdir. Büyükelçiliklerin özellikle milli günlerde verdikleri resmikabuller yani "resepsiyonlar"; gazeteciler, bilhassa diplomasi muhabirleri tarafından sıkı takip edilir. Edilir ki, bu ülkelerin Türkiye hakkındaki düşünceleri, iki ülke yöneticilerinin karşılıklı resmi ziyaretleri ve pek çok diplomatik gelişme bu kabul günlerinde birinci elden öğrenilir.
Çünkü başka ülkelerin diplomatik misyonu da buralarda temsil edilir ve bir araya gelmiş olurlar. Geçenlerde davetli bulunduğum Pakistan'ın böyle bir gününde "Cive Pakistan" başlığıyla kendi izlenimlerimi aktarmıştım.
Demiştim ki "Pakistan'ın son seçiminde asker-polis fazla ön plana çıktı. İmranhan adında eski bir sporcu başbakan yapılmak isteniyor, siyasi gösterilerde çok sayıda insan öldü" Bu yüzdendir ki Pakistan'ın gününde resmi üniformalarıyla askerleri pek göremedik, yoksa ülkelerindeki muhataralı hadiselerden utandılar mı?" filan diye kendi izlenimlerimizi yorumlamıştık.


***


Büyükelçilikten değil ama Pakistan'lı olup ülkemizde yaşayan Pakistanlılardan tepki gecikmedi. Tepki derken; hem teşekkür hem rica hem uyarıyı birlikte aldık.
E-posta yoluyla bize ulaşan ve Khalid Mahmood Malik imzasıyla bize yazan dostumuz, iki ülke halklarının ebedi dostluklarına vurgu yapıp bunun hiçbir hal ve şart altında bozulamayacağını tekrarlarken kısaca şunları dile getirmiş:"Gerçekten son zamanlarda Pakistan tarihinde az rastlanan olaylar yaşandı. Türkiye'nin 15 Temmuz'una benzer olaylardı sanki bunlar.
Aynı merkez mi diye düşünmeden de edemedim. Başbakanı seçim öncesi tutukladılar, oyları çaldılar, vatandaşı tartakladılar ancak ne hikmetse bu olaylar pek duyulmadı. Fetö benzeri bir yapılanma bu haberlerin dışarıya yansımasına mani oldu. Türkiye'de bir gazete dışında yalnızca siz sütununuzda olaylara ışık tuttunuz.
Şimdi Nawaz Şerif'in tutukluluğu kaldırıldı.
Seçimde rol alanlar yargı soruşturmasında, medya da döndü ve mevcut başbakan zor günler yaşıyor. Ama bu haberler Urduca'dan tercüme edilip halklara duyurulmuyor" Evet, bize yazan dostumuz kendisinin uzun yıllardır Türkiye'de olduğunu ve Türkiye'nin hem kendisi hem ülkesi için vazgeçilmezliğini ifade ederken; "dostların üzüntü ve sevinci birlikte yaşaması" gerektiğini özellikle kaydediyor.


***


Bizim de niyetimiz halis; nerede olursa olsun halkın iradesi önemlidir, dayatma asla kabul edilemez ve bütün toplumlar insanca yaşamayı hak etmektedirler. Dost Pakistan için bu defa "Zindabad" diye haykırıyor, kardeşçe, barış içinde yaşamalarını diliyorum.

gazete

27 Eylül 2018 Perşembe

Önce öğretmen...

Ahmet TEZCAN

Önce öğretmen...

27.9.2018

Bütçeden en fazla pay Eğitim'e ayrılıyor.
Daha önce ülke savunması ön plandaydı. Şimdi eğitimi savunmadan önemli kılan husus "önce insan" değerlendirmesiyle ortaya çıktı.
Ülkesine sıkı sıkıya sarılmış, yetişmiş, yerli ve milli mantaliteye sahip insan olmadan savunma ne işe yarar ki?! Eğitimde stratejik planlamalar da güvenlik kadar titiz çalışmayı gerektirmektedir.
Ziya Selçuk, "Milyon öğretmenden milyon fikir" başlığı altında bir projeyi eğitim hayatına sokmaya hazırlanıyor.
Milli Eğitim'de öğrenciden çok öğretmenin yetişmesi öne çıkmalıdır bence. Önce vereceksin sonra alacaksın. Eğitim öğrenimi görmüş, bunun sosyolojisini, psikolojisini okumuş biri olarak söylüyorum; önce öğretmenin çok iyi yetişmesi lazımdır ki bir fikir üretebilsin.

Öğretmenin eğitim ve gelişimi derken belki de "Öğretmen Akademileri" ni gündeme getirmek lazımdır. Ehemmühim meselesi.. Asker polis önemlidir.
Güvenlik "önce yaşam hakkı" için en başta gelen müessese. Peki, ya öğretmen ve de eğitim?! Denilmez miydi; "fena bir doktor bir hastayı öldürür ama iyi yetişmemiş bir öğretmen bir nesli yok eder" diye. O halde toplumu yapan, yetiştiren, ülkesine yararlı haline getiren öğretmendir.
Öğretmenin ilk önce iyi yetişmesi gerekir. Onun her türlü konforunu sağlamak zorundayız, hiç bahanesi olmamalı.
En ufak hatasında da; ideolojik, sosyolojik, etnik her ne ise bir ayırım durumunda tepesine dikilmelidir. Öğretmen bütün mesaisini, duygusunu, sevecenliğini ve tabi çağın gerektirdiği bilgi ve donanımını öğrencisine aktarabilmelidir. Ve fakat öğretmen bugün yalnızdır, savunmasızdır, korku içindedir, kendine güven duygusu zedelenmiştir, veli-öğrenci-idareci baskısı altındadır. "Hangi davranışım suç sayılır, yanlış anlaşılırım da kim benden şikâyetçi olur" korkusu içindedir. Önce bunun giderilmesi gerekmektedir.

Öğretmenin yetişmesinde belki öğretmen akademileri çözüm olabilir. Ciddi bir akademik eğitim çok şey katacaktır.
Hattâ öğretmen okulları yeniden ihdas edilip öğretmeni çekirdekten yetiştirmeli, 14 yaşında mesleğin havasına sokulmalıdır.
Öğretmenlik çok önemli bir meslektir, her kaynaktan temini akla ziyan bir uygulamadır.
Herkes öğretmen olamaz, olmamalıdır.
Nasıl ki bazı meslekler için özel şartlar aranır, öğretmenlik de öyledir. Bu meslekte özel şartlara haizlik aranmalıdır.
"Tam sağlam" insanlar arasından seçilip özel olarak yetiştirilmesi gerekmektedir öğretmenlerin

gazete

20 Eylül 2018 Perşembe

Günümüzün Ahileri

Ahmet TEZCAN

Günümüzün Ahileri

20.9.2018

Bizim hayat omurgamızı sadece ekonomik değerler oluşturmuyor.
Yaşatılan kültür değerlerimiz, toplumumuzun en değerli varlıklarındandır.
Zengin kültür değerlerine sahip necip milletimiz, biraz örselenmiş olsa da bu değerlerini korumayı ve gelecek nesillere aktarmayı bilmiştir.

Ahilik Haftası'ydı geçen hafta, çeşitli etkinlikler vardı.
Ahilik Teşkilatı, Türk sosyal ve ekonomik hayatının gelişmesinde çok önemli yeri olan, halkımız tarafından da günümüze kadar yaşatılmış köklü bir gelenektir.
Ahilik geleneğimizi asrın idrakine uygun hale getirip yaşatmak çok önemli görevlerden birisidir.
Bir hatırlatma yapmadan geçemeyeceğim.
Haftanın kutlamalarına baktığımızda valileri, kaymakamları, belediye başkanlarını ön planda görüyoruz. Oysa günümüzün ahileri TOBB'dur, TESK'tir, diğer esnaf sanatkâr kuruluşlarıdır.
Odalar borsalar birliği ve esnafsanatkârlar konfederasyonu bu konuda bayraktarlığı ele aldıklarında ahilik prensiplerinin yerleşmesinde önemli ilerlemeler olacaktır. Bu kuruluşlar bir bakıma çağın ahilik kurumudur.
Hisarcıklıoğlu, Palandöken günümüzün Ahi Evran'larıdırlar.
Bilmiyorum TOBB'un, TESK'in münhasıran Ahilik konusunda masaları, oluşturulmuş fonları bulunmakta mıdır? Yoksa ihdası gerekir diye düşünüyorum.

Ahi Evran, çalışma hayatımızın düzenleyicisi olan Ahilik teşkilatını; akıl, ahlak, bilim ve çalışma prensipleri üzerine oturtarak, sevgi, kardeşlik ve karşılıklı dayanışma temelinde yoğurup, Türk Milletine has bir kültür hazinesi haline getirmiş bir ulu velidir.
Bundan dolayı Ahilik; bu topraklarda büyük kabul görüp yayılmış ve Kutlu Anadolu Halkı, bu disiplinden Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı gibi idari, askeri ve mali anlamda büyük ve güçlü imparatorluklar çıkarmasını bilmiştir.
Çünkü Ahilik; bilgidir, bilgiye tecrübeye hürmettir, kalitedir, kanaattir, doğruluktur, cömertliktir, tasarruftur, tasavvuftur, berekettir.
Düsturu da bellidir:
ELİNİ, SOFRANI, KAPINI AÇIK TUT/GÖZÜNÜ, DİLİNİ, BELİNİ BAĞLI TUT...
Ve bu değerler toplamı güçtür. Bu gücü elinde bulunduran millet; güçlü bir millet, onun devleti de güçlü bir devlettir.
Ben bunu bilir buna inanırım.

gazete

6 Eylül 2018 Perşembe

Koşun çocuklar zil çalacak!

Ahmet TEZCAN

Koşun çocuklar zil çalacak!

6.9.2018

Yaz mevsimi de tatil de bitti sayılır, çünkü artık okul mevsimi başlamış bulunuyor. Tatil telaşının yerini Başkentte, okul telaşı aldı. Yazıya geçmeden Ankaralıların tatilciliğine ilişkin sözüm olacak. Tatil yörelerinde Ankaralıların sayısal olarak kalabalık oluşunu görmüş olmalısınız.
Mevsim açılır açılmaz 5,5 milyon nüfusun 2 milyonu dönemsel olarak sahillere kayıyor.
Dolayısıyla "tatil" denince Ankaralıların tatilin hakkını verdiğini söyleyebiliriz. Bunu nereden mi çıkarıyorum; ağırlıklı olarak 06'lı plakalardan.
Havalar ısınır ısınmaz Akdeniz, Ege, Körfez yöresi Ankara plakasından geçilmiyor.
Bunu son derece normal görüyorum çünkü Ankara nüfusunu çoğunlukla işçimemur çalışan insanlar oluşturuyor. Onların da belli zaman içinde dinlenmeye, tatile elbette hakları var.

***

Okulların açılışı gündeme gelir gelmez bütün yurtta olduğu gibi Başkentte de vatandaşın telaşı da arttı. Nasıl artmasın? 20 milyona yaklaşan öğrenci nüfusumuzun önemli bir kısmı Başkent'tedir. İstanbul'dan sonra ağırlık Ankara'nındır yani.. Bu rakam birçok komşu ülke nüfusunu katladığını görüyoruz.
Dolayısıyla memleketimizin okulla ilgili dosyası kabarıktır, üstesinden gelmek kolay olmasa gerek. Sadece "minikler" in sayısı bile milyonu geçiyor. Resmi bilgilerine miniklerin Ankara'daki sayısı 100 bini geçiyor.
İlkokulların 1. sınıfına zorunlu kayıt olması gereken öğrenci sayısı 90 bini, şube sayısı 3 bini aşmıştı Şube başına düşen öğrenci sayısının 33 olarak planlandığını biliyorum.

***

Ankara'nın bu seneki rakamları yaklaşık ifadeyle şöyle: Resmi okul sayımız 1400, özellerle birlikte 1900'ü geçiyor. Derslik baz alındığında Ankara'daki toplam rakam 30 bine yaklaşmış olmalı, öğrenci toplamı ise milyonu aşmış bulunuyor. Yanlışım varsa MEB İl yöneticileri düzeltsin. Fakat bence esas önemli olan müfredat.. Milli müfredatımız gerçekçi olmak zorunda. Çocuklarımıza neyin okutulup öğretildiği çok önemlidir, müfredatın milletin kültürüne, tarihine, geleneğine uygun olması gerekmektedir. Uzun yıllar bu nedense pek istenmedi?!

***

Artık bu memleketin çocuklarının kendi inancına, kendi coğrafyasına uygun müfredatı takip etmesi zorunludur. Bu bir milletin KENDİ olması, yabancı boyunduruğundan kurtulması demektir. "Fulbright Komisyonu" nedir, müfredatın belirlenmesinde bu komisyonun rolü bulunmakta mıdır küçük bir araştırma yapılırsa ne söylemeye çalıştığım kolayca anlaşılacaktır. Bize buradan okullarında zili çalan çocuklarımızın hayatlarının çalınmaması için hayırlar ve başarılar dilemek kalıyor. Dünyada birçok çocuğun okulu yok zilleri de çalmıyor!!!

gazete

30 Ağustos 2018 Perşembe

Efil efil bir yaz, bir yazı

Ahmet TEZCAN

Efil efil bir yaz, bir yazı

30.8.2018

Deniz, güneş ve yılın yorgunluğunu üzerlerinden atmaya çalışan insanlar, efil efil şehir hayatı için enerji topluyorlar.
Benim önümdeki manzara bu. Küçücük bir tatili hak ettik diye düşündük biz de, dağların eteğinde, doğanın kucağına kendimizi attık. Koyu bir gölgeyle, yaz güneşinden korunurken, esintinin doğal klima keyfi insana okşanma hissi veriyor. Bu da bize yetiyor.
Olabildiğince yararlanmaya çalışıyoruz.
Şehirde sıcaktan bunalanlar gelme diyor, "izinli" sayıyorlar ama biz yazı işte hem yazıyor hem yaşıyoruz.
Şehrin kargaşasından, gürültüsünden, bunaltıcı sıcağından uzak doğanın kucağında bir nebze dinlenebilenler sağlığına da katkıda bulunmuş oluyorlar.
Serin esinti mevsimin vazgeçilmezidir, zamanını ve süresini ayarlamak şartıyla.. Güneyden emilen havanın dağların bol oksijeniyle yoğrulup en zengin haliyle insanoğluna sunulduğu ender memleketlerden biridir Türkiye, işte şu bayram tatilinde bile her yerden insanlar sahillerimize, yaylalara akarsu boylarına aktılar. Ağustos sıcağında eşsiz klimasıyla fazla bir rakibi de yok.
***
Türkiye kıyılarının uzunluğu 8 bin 300 küsür km. Kıyılarımız ilgili haberler genelde;
"talan ediliyor, betonlaşmaya kurban edildi" başlıklarıyla verilir. Yalan da değil yanlış da..
Yalnız nerede bir talan varsa yerel idarenin eli o talanın içinde, hissim odur. "Polissiz suç işlenmez" derdi eski bir polis dostum, yerel idareden habersiz de talan olmaz bence..
Değilse bile vatandaş bunu böyle biliyor, kanaati değiştirmek lazım.. Göz yummak yetiyor bir bakıma. Söz açılınca vatandaş hemen, arka plandaki bir "rant kadrosu"ndan söz ediyor, dilin de kemiği yok.
Yaz yazısı için bunlar fazla ciddi meseleler ancak şehir merkezlerinden, kasabalardan geçerken iddiayı haklı çıkaracak uygulamaları da görüyorsunuz. Bu mu bizim yerel yönetim tecrübemiz, estetik anlayışımız? Seçim yaklaşıyor zaten, milleti "enayi" yurduna koyan vatandaştan köteği yer. Bütün olumsuzluklara rağmen ülkemizin mavi bayraklı plajları ve marinaları ile dünyada derece alıyor olması da sevindirici. Ümit ve memnuniyet duyuyor insan, demek ki talanın uğramadığı yerler hâlâ mevcut, bunu da söylemek lazım!
Ben körfezdeyim, tarih, turizm, termal.. Taa Behramkale'ye kadar tüm kıyı sanki cennet, bu günlerde sular yavaş yavaş soğumaya yüz tutsa da tarihi, turizmi, termal zenginliği anlatmaya engel değil. Ünlü filozof Aristoteles, Milattan 6 asır önce hayatının bir bölümünü Behramkale yani Assos'ta geçirmiş. 15 asır sonra Sultan 1.
Murat'ın inşa ettirdiği Hüdevandigâr Camisi, "bu topraklardaki bütün medeniyetlere sahiplik mührü" gibi, en tepede bütün haşmetiyle duruyor.
Homeros'un destanlarında "Bin pınarlı İDA" olarak anlatılan muhteşem Kaz Dağları görüp geçilecek yerler değil.
Bölgeden bahsederken zeytinden ve zeytinyağından söz edilmezse ayıp olur. Dünyanın en sağlıklı, en besleyici, en yararlı ürünü zeytin, anavatanı da bu topraklar. Zeytinyağı bir bakıma meyve suyudur. Semavi kitaplarda adı geçen meyvedir zeytin, binlerce yıldır kullanılır.
Türkiye bu havzada ürünün en önde gelen üreticisidir. Biz bu zenginliğimizi, henüz tam değerlendirebilmiş değiliz.

gazete

23 Ağustos 2018 Perşembe

Yeni canavarımız cep telefonları

Ahmet TEZCAN

Yeni canavarımız cep telefonları

23.8.2018

Karayolu Trafik Yol Güvenliği Derneği'nin tatil dönemlerinde hele bayramlardaki gayreti her türlü övgünün üstünde. Başkan İhsan Memiş ve yardımcısı Dr. Suat Sarı, "BU BAYRAM'DA KURBAN SİZ OLMAYIN!.." sloganıyla tüm sürücüleri "Aman dikkat" diyerek uyarmayı ihmal etmediler.
İstatistikler kıyaslanacak olsa can kaybı ve hasar bakımından inanın trafik kazalarının terörden farkı yok. TRAFİK TERÖRÜ diye boşa söylemiyorlar.
Üstelik terör öldürmek üzere ortaya konulan, tabir caizse "harbi" bir eylem, dolayısıyla muhatabı da ona göre hazırlıklı olur.
Ama trafikte öyle değil..
Eğlenmek, gezmek, dostlarla, aile büyükleriyle görüşmek üzere yola çıkıyorsunuz ve en ufak bir ihmal, tedbirsizlik, dikkatsizlik onarılamaz sonuçlara, kayıp ve hasarlara yol açıyor, ruhlar darbe alıyor. Çocuğunu, torununu, can kardeşini, biricik anne-babasını, en sevdiğini kaybetmek nasıl bir acı öyle?Allah göstermesin..

***

Kurban'da kurban olan insan(!) sayısı son baktığımda 50'yi bulmak üzereydi, yaralı sayısı da 200'dü. Geçen bayram alınan tüm tedbirlere rağmen, 10 günde 122 kişi kaybetmiştik, 617 kişi de yaralıydı.
"Rekor" demişlerdi. Sonuçları bir ay izlenince ölü sayısının 250'yi bulduğu, bunun en az yüzde 10 'unun sakat-engelli olduğunu söylemek mümkünmüş.
Dehşet şeyler söylüyorlar. Yılda ortalama 1.5 milyon kaza ve işte sonuç: ölü sayısı 7.500, yaralı sayısı 300 bin ve binlerce sakat "engelliler" sınıfına dâhil olarak yaşıyorlar.
Bu ne demek biliyor musunuz?
Çevredeki işyerleri dahil en kalabalık zamanında 5 Temmuz Kızılay Meydanı bu kadar kişi ile iki defa doldurulur boşaltılır.
Ve en kalabalık ilçede yaşayanların yarısının yaralı ve sakat kalmasıdır. Ülke ekonomisine zararı yıllık 40-50 milyarı buluyor.

***

Bütün bunlar olmasın istiyorsak; mutlaka kurallara uyacağız. Ancak çağın hastalığı direksiyondayken cep telefonuyla meşgul olmak ki; kazaya davetiye çıkarmaktan başka bir şey değil.
Şimdi SÜRÜCÜNÜN CANAVARI CEP TELEFONUDUR. Saniyenin üçte biri kadar bir dikkat kaybının nelere yol açtığı ortada ama yine de vazgeçilemiyor. Hepimizin elinde bir telefon cinnet halindeyiz; zaman kaybı, dikkat kaybı, ilgi kaybı ve trafikte can kaybı.
Çocuklara KIRMIZI DÜDÜK ile FAHRİ TRAFİK POLİSLİĞİ iyi düşünülmüş, dikkatle müdahale ediyorlar. Bir dostum çarşıda kırmızı düdük aradığını söyledi, çocuklar TV yayınından etkilenmiş ve kampanyaya dâhil olmak istemişler. Ancak diyor dostum, yol bitinceye kadar "baba" diye çığlık atmışlar, kulağına kulağına üflemişler düdüğü.
Babanın nasıl karşılık verdiğini de tahmin ediyorum.

gazete

16 Ağustos 2018 Perşembe

Cive Pakistan

Ahmet TEZCAN

Cive Pakistan

16.8.2018

Başkentin resepsiyonları çok renklidir, daha çok "milli günlerde" verilen resepsiyonların müdavimleri de genellikle başkentin kordiplomatik heyeti, medya mensupları ve politikacılardır. Ankara gazetecileri orada da ayrılır. İslam ülkelerinin kabul günlerinde Hürriyet, Cumhuriyet gibi gazetelerden kimseyi pek göremezsiniz. Ama ev sahibi ülke, atıyorum; ABD, İngiltere, Fransa filan olsa yazarları dâhil tam kadro yer alırlar. Dost Pakistan'ın kabul günüydü önceki gün. Süheyl Mahmud Yeni Delhi'ye atanınca Muhammed Gazi, Dost Pakistan'ın Ankara'daki yüzü oldu. Budapeşte'den Ankara'ya gelen Gazi, ilk kabul gününde ülkesinin dünya birincisi olduğu ve en önemli ihraç kalemi olan mango meyvesinin tanıtımı dolayısıyla Başkentteki dostlarını ağırladı.

***

Pakistan'ın resepsiyonlarında her yıl büyükelçilik mensupları çoluk çocuk tam kadro yer alırlar, bilhassa askerler, gösterişli üniformaları ve güzel gülüşleri ile misafirlerini ağırlarlardı. Simsiyah saçları bembeyaz gülüşleri ile Pakistanlı dostlarımız gerçekten çok sempatiktirler. Ama bu kez askeri kadrodan kimseyi göremedim desem yeridir. Belki sivil olarak katılmayı tercih ettiler biz fark edemedik?! Pakistan'da 25 Temmuz'da genel seçim oldu ama bu defaki seçim bir garipti. Üniformalı bürokratlar seçimde sanki taraf oldular. Başbakan Nawaz Şerif'i ailesiyle birlikte tutuklandı, oylar çalındı, yakıldı. İmranhan adında eski bir sporcu İngiltere'den getirtildi ve başbakan yapılmak istendi sanki?! 500'den fazla insanın öldüğü olaylar dünyaya da pek yansımadı, çünkü ülke dijital erişime de kapatıldı. Ekonomik alanda operasyona maruz kalınca 15 Temmuz'da olduğu gibi ülkemize yine en ciddi destek, kargaşa ortamında olduğu halde yine bu ülkeden, Dost Pakistan'dan geldi. Milyarlarca liralık 100 Atak helikopteri ve MİLGEM sınıfı 4 gemi ihalesini Türkiye almıştı malum. Olağanüstü günler yaşarken bile bizimle beraber olan Pakistan gibi dostlarımız var. Cive (Yaşa) Pakistan..

***

Elim taşın altında Katar'da, Lübnan'da diğer pek çok dost ülkede halk Türkiye'ye desteğini esirgemedi. Halkımız küçük tasarruflarıyla kampanyaya katılıyor. Furkan'ın annesi dişinden tırnağından artırdığı 100 Avroyu vermiş oğluna "destek olsun, nereye yatırılacaksa yatır" demiş, gözlerim yaşardı.. 15 Temmuz'da da bu halk ülkesine böyle sımsıkı sarılmıştı. Ama ben halâ Fatih Terim, Ali Koç, Taha Akyol, Ertuğrul Özkök gibi topluma "ayar verici" isimler acaba bu kampanyaya nasıl bir katkıda bulunacaklar, onu bekliyorum?!

gazete

9 Ağustos 2018 Perşembe

Bayrama kurban!

Ahmet TEZCAN

Bayrama kurban!

9.8.2018

Haftaya bayram, bayrama mı tatile mi giriyoruz belli değil.
Çağın şartları her şeyi olduğu gibi bayramları da değiştirdi. İnsanın "kim kurban, kim neye kurban?" diye sorası geliyor.
Olumsuz yaklaşmak istemiyorum ama her şeyin olduğu gibi bayramın da içini boşalttık?!
Öyle değil derseniz;
Kurban Bayramı 9 günlük resmi tatil olunca bayrama nerede, hangi sahilde gireceksiniz, kurbanınızı nerede keseceksiniz diye sormak isterim?!
"Memlekete gidiyoruz, annem babam akrabalarla baba evinde çoluk çocuk buluşup bahçemizde de kurbanımızı keseceğiz" Bu cümleyi kuracak kaç aile var?
Yoksa çocuklar başkasının eline bakmasın diye dört taksit kredi kartıyla kurban alıp kestirmeyi mi konuşalım?!
***
Ne dedeli neneli büyük aileler kaldı ne eski alışkanlıklar.
Alo deyip kurbanları bağışlıyor, sabah namazsız bayram namazlarıyla bu çok özel günün maneviyatını yaşamaya çalışıyoruz.
Gözünü "A SOSYAL MEDYA" dan ayıramayan yeni nesile kurbanı, bayramı anlatmakta zorlanıyoruz.
Tüketim toplumu olunca dini, milli her şeyi bitirip tüketiyoruz. Bana sorarsanız ben artık şehir hayatı içinde sanal bayramlar yaşamaktan bıktım.
Kaçırılan kurbanları sokaklarda yakalamaya çalışanların, kurban keseceğim diye elini kolunu kesip hastanelerin acil servislerde bekleyenlerin haberlerini izleyerek bir bayram geçirmeyi de istemiyorum.
***
Şimdi "Nerede o eski bayramlar" diye başlayıp çocukluk hatıralarını sıralayarak özlemlerimizi dile getirmek yerine bayramlarımızı dini, milli, örfi yönleriyle düşünmek gerekiyor.
Evet, eskiden tarım toplumuyduk, hepimiz bir aradaydık.
Şehir şartları yaşam biçimlerimizi kökten değiştirdi ama gelinen şartlarda da kutlamalarımızı aslına uygun yapabiliriz diye düşünüyorum.
Kurban Bayramı'nın rakamsal ifadesi de çok önemli. 200 bin ton et, 3 milyon küçük, 900 bin adet büyükbaş hayvan sözkonusu.
Kasaplar Federasyonu Başkanı Fazlı Yalçındağ dostumuz dün meseleye dikkat çekti. Bayramın ekonomik tarafı da asla ihmal edilemez.

gazete

2 Ağustos 2018 Perşembe

Açık Kapı ardına kadar kapalı!

Ahmet TEZCAN

Açık Kapı ardına kadar kapalı!

2.8.2018

Hava sıcak su tüketimi de o oranda fazla.. Herkes elinde pet şişe ile dolaşıyor. Pek çok yerden güneşe maruz kalmış pet şişelerin suyu zehirlediği hattâ KANSEROJEN olduğu yönünde uyarılar alıyoruz. Dikkat ediliyor mu? Eh, kısmen bu uyarılara uyulduğu söylenebilir.
Peki, bu ambalajlı sular hakkında toplum yeterli bilgiye sahip mi? Denetim gereği gibi yerine getiriliyor mu?
Bugün bu hususa dikkat çekmeye beni mecbur eden durumlarla karşılaştım.

Ancak günümüzde sağlıklı, nitelikli, rafine bir hayat yaşamanın da belli şartları var. SU bir hayat kaynağı, insan olarak bizim de olmazsa olmazımız. Zaruri ihtiyaç olunca ambalajlı su çok önemli bir sektör oldu çıktı. Yılda 12 milyar litre su tüketiyoruz. Toplam ciro 6 milyar liraya dayanmış bulunuyor. Üretici dernekleri 500 ton dolayında ihracatın olduğunu bunun 64 milyon dolarlık getirisi bulunduğunu ifade ediyorlar.
Öyle olunca sektörde faaliyet gösteren firma sayısı da gün geçtikçe artıyor.
100'den fazla şirket bu alanda faaliyet gösteriyor. Türkiye'den su pazarı giderek büyüyor, kişi başına ortalama tüketim 150 litreyi aşmış, çeşit çeşit markada pet şişeler, damacanalar sokakta, çarşıda, pazarda ve her yerde kullanıp atılmış plastik şişeler çevre kirliliğinin de en önemli unsuru durumunda..

Konuyu gündeme taşımamın esas sebebine gelince; hangi marka olursa olsun toptancı pazarında yığınla pet şişelerin temmuz sıcağında gün boyu güneş altında tutulduğunu gördüm. Oysa her gün plastik şişelerin asla güneş ışığına maruz kalmaması için uyarılıyoruz.
Plastik şişe güneşe, sıcak yüzeye veya ateşe maruz kaldığında içinde bulunan sıvıya toksik madde saldığı biliniyor. Valilik, belediye, zabıta, sağlık müdürlüğü başta olmak üzere Konya'da çalmadığım kapı kalmadı ama sesimi duyuramadım. Kimi yemek tatilindeymiş, kimi mesai bittiği için başvuruyu bir sonraki gün alacaklarını ifade etti. Ankara'da da durumun bundan farklı olmadığını AÇIK KAPI diye bir yer buldum internette annemin kızlık soyadından harfler istedi, formu doldurmak bile meseleydi.Peki, kim bu işe bakacak? Açıkta ambalajlı su satana kim mani olacak? Vatandaşın sağlığını kimin umurunda sormak istiyorum.
Bunu da CİMER'e mi yazmalıyım.
Sorumlu makamdakiler bunun gereğini neden yerine getirmezler?

gazete

26 Temmuz 2018 Perşembe

Şirazemiz bozuldu

Ahmet TEZCAN

Şirazemiz bozuldu

26.7.2018

Gazetelere bakıyor musunuz; haberlerde bir "şiraze kayması" olduğunu siz de fark ediyorsunuzdur?! Yok "Annesini pompalı tüfekle öldürdü" Veya "112 Acil doktorunu darp etti" vesaire..
Taciz, tecavüz örneklerini hiç vermeyeceğim..
Onlar hepimizin şirazesini bozacak ölçülerde ele alınır oldu.
Tecavüze uğrayandan haberin başlığını atana kadar uzayan sorumluluk zincirinde "sorumsuz" bir davranış bozuklu her an mümkün.
Gazeteler başlığı atıp çekiliyor, televizyonlarda ise olay vıcık vıcık...
Travmasını vatandaş olarak biz yaşıyoruz.
Gerçek nedir, mahkemeye nasıl intikal etmiştir, intikalinden sonraki tespitler ve nasıl sonuçlanmıştır takibi mümkün değil.
Haa takip edecek olsan da hangi birini sonuna kadar izleyebilirsin?!
Haberin başlığını boksörün direkt yumruğu gibi zihnimize tam isabet, alıyor ve orada kalıyoruz. Böylesi birkaç darbe bütün toplumun şirazesini etkiliyor.

Şiraze örneğini mahsus verdim.
Esasen bu kelime "mücellithanesi" yani cilt işleminin yapıldığı eski matbaalarda mücellitlerin yani kitap ciltleyenlerin ağzındaki bir sözdü.
Kitabın sayfalarını bir arada tutan sırt dikişinin adıydı şiraze ama artık son zamanlarda tıbbın psikiyatri bölümlerinde daha sık kullanılır oldu, kelime artık "akli denge kaybı" olarak değerlendirilip anlamlandırılıyor.

O halde meselenin burasını masaya yatırmak gerekiyor. Mesela; ayda veya yıl içinde doktorları, sağlık çalışanlarını hedef alan kaç vaka vardır?
Artma eğiliminde midir bu vakalar yoksa giderek azalıyor mu?
Devletimiz tabir caizse dişinden tırnağından artırıp sağlık hizmetlerini, hastaneleri iyileştiremeye, yeni ve modern alet ve techizatla donatmaya uğraşıyor.
Hastaneler pırıl pırıl, yağ dök yala misali tertemiz.. Odaların, makamların, koridorların konforuna diyecek yok iken nedir bu hastaların, hasta yakınlarının, doktorların, sağlık çalışanlarının derdi diye masaya yatırılmış mıdır? En büyük bütçenin Savunma'dan önce eğitim ve sağlığa ayrılmasının bir anlamı olmalı?!

gazete

19 Temmuz 2018 Perşembe

Kulağınıza küpe olsun

Ahmet TEZCAN

Kulağınıza küpe olsun

19.7.2018

Yaşlı bir baba mirasını açıklamak için oğullarını çağırır, der ki; "Ben artık ölüyorum. Birbirinize düşmeyin diye sahip olduğum 17 deveyi size paylaştırmak istiyorum." Yarısını büyük oğula, üçte birini ortancaya, dokuzda birini de küçük oğluna bırakır. Oğullar vasiyete göre 17 deveyi paylaşmak isterler ama 17 ne ikiye, ne üçe, ne dokuza bölünebilmektedir.
Köyün bilge kişisine sorarlar.
Cevap gayet kısa ve nettir; "Benim de bir devem var ahırda onu da alın hesabınızı yeniden yapın." Bu cömertliğe oğullar hem şaşırır hem sevinirler. Bilge kişininki ile birlikte 18 olan devenin yarısı, yani 9 tanesini büyük oğul, üçte biri olan 6'sını ortanca alır, küçük oğlana da dokuzda biri yani 2 deve kalır. Miras vasiyete göre paylaşılmıştır ama fazladan bir deve vardır. Mirasçılar bilge kişinin kapısını tekrar çalar ve ne yapacaklarını sorarlar.
"Tamam" der yaşlı, bilge kişi "Sorun çözüldüyse benimkini alabilirim." Millet iradesi yaşlı bilge kişi gibidir ve ne zaman kapısı çalınsa bir formülü vardır. İşte sistemi değiştirirken Meclis aritmetiğini de yeniden tanzim etti ve kuyumcu terazisi hassaslığında partileri tartarak Meclis'teki temsili belirledi.

Ankara'nın Meclis'e gönderdiği 36 vekilden 14'ü yeni ve ilk kez milletvekili sıralarına oturuyor. Siyaset kademelerinden geçmiş olsalar bile Meclis'in havası hiçbir kuruma benzemez, bu itibarla tecrübesi zaman alacaktır. "Kulaklara küpe" kabilinden benim de yeni vekillere her zamanki gibi söyleyeceklerim var.
Hz. Mevlâna'nın Mesnevî'sinden seçilmiş şu cümleler bence Meclis'in en görünür yerlerine yazılmalıdır.
"Önünüze her konulanı yemeyin ve ağzınıza geleni de söylemeyin"
"Sesinizi yükseltmeyin, sözünüzü yükseltin" Merhum Abdürrahim Karakoç'un "Ha Hasan'a ha sana" türünden sözlerdir bunlar, eskileri de "ilgilendirmez" değildir, bizden hatırlatması.

Mazbatayla milletvekili olunmaz, kişiyi vekil yapan parlamenter tecrübedir, o da zamanla elde edilmektedir. Koşarken giyinmek gibi bir şey bu.. Mesleğinizdeki başarı milletvekilliğinde başarı garantiniz değildir.
Meclis görevi toplam bir görevdir, bu görevi taşımak da bu görevden düşmek de zor gelir insana. Zaman hızla akar, ne olup bittiğini anlayamadan yeni seçim dönemi gelir çatar. Bunu "geçici görev" gibi kabul ederseniz rahat olursunuz. Yeniden parlamentoya girebilmenin yollarını arayarak yorulmayın, etrafın "poh poh" una da kanmayın.
Meclisin ziyaretçileri önemlidir, tayin, terfi istekleri hiç bitmeyecektir, bunlarla uğraşmak sizi asıl görevinizden koparır, herkesi memnun etmeye çalışan politikacılar pek makbul sayılmazlar bunu da bilin. Ve son tavsiye: Asla dünü unutmayın. Yaşantınıza nitelik kazandırın fakat değiştirmeyin.
Nerede ve kimlerle olacak ve kimin fotoğraf karesine gireceksiniz siz seçin, herkesin önüne yanına durup resim çektirirseniz hiç istemediğiniz durumlarla karşılaşabilirsiniz.
Bundan sonra ne yediğiniz, nerede kiminle olduğunuz önemlidir bunu da bilin.

gazete

5 Temmuz 2018 Perşembe

Millet Bahçeleri dudak uçuklatacak

Ahmet TEZCAN

Millet Bahçeleri dudak uçuklatacak

5.7.2018

Bilgisayar başında arka plana çok defa "kuş sesleri" ni alıp çalışırken üç gündür gerçek kuş sesleri içinden uyanıyorum. Bülbül, ispinoz, ardıç kuşlarının orman içindeki konseri mest ediyor. Fatsa'daydım, eski vekillerden Bahri Kibar'ın oğlu Mehmet Azmi'yi Edanur ile evlendirdik, Allah bir yastıkta kocatsın.

Bir zamanlar terör ile beraber anılırdı Fatsa, kiminle konuşsam "aslında yansıtıldığı kadar değildi, kullandılar Fatsa'yı" dedi. Eski tarihte kralın kızı Fanizan'dan "Fanitza" ya ve nihayet şimdiki adını bulan Fatsa, müthiş bir enerji yüklü. Eski Başkan Ahmet Ulu ile Yalıköy'ü, Jason'u gezdik, turist bekliyor bu güzel beldeler.
Sihirli bir el değmiş sanki fakat tanıtımında başarılı değiliz. Ticareti, sanayisi, turizmiyle gerilmiş bir yay gibi bölge. Tüm Ordu'ya değmiş o el.. Milletvekilliğinden tanıdığımız Büyükşehir Başkanı Enver Yılmaz sahil boyunu ve çarşıları yeniden düzenlemiş, şehir şantiye adeta.. "7 aya ihtiyacım var" diyor Enver Başkan, gördüğüm kadarıyla tam başarıyı yakalamak istiyor. 25 sene evvel gördüğüm Ordu hiç değil, modern bir yapı kazanmış bu güzel beldemiz, hedefini bulsun inşallah.

Yazıya kuş sesleriyle bir gezi yazısı yazmak için başlamadım. Seçim kampanyalarında siyasiler, özellikle de muhalefet desteksiz vaatlerde bulundu. Ama beni en çok mutlu eden Erdoğan'ın MİLLET BAHÇELERİ müjdesiydi. İstanbul'da havaalanı, Konya ve Eskişehir'de eski statlar yıkılınca konut sahası olacak diye korkuyorduk. İçimizi ferahlatan müjdeyi Erdoğan vermişti, büyük parklar olacak, Başkent'te ve bütün şehirlerde insanlarımız bu parklarda nefes alacak, çocuklar kuş sesleri arasında oynayacak.

Gerçekten park ve yeşil alanlara çok ihtiyaç var. Millet Bahçeleri hayal değil, kısa sürede gerçekleştiğine hepimiz tanık olacağız. Kimse artık bu mevzu açılınca New York'un Central Parkını örnek göstermeyecek.
Başkent'in Millet Bahçesi dudak uçuklatacak.

gazete

28 Haziran 2018 Perşembe

Ankara’nın seçime katkısı

Ahmet TEZCAN

Ankara’nın seçime katkısı

28.6.2018

Türkiye'de seçimler biter siyaset bitmez, siyasi partiler bizim memleketimizde 365 gün ağızlara sakızdır. İktidar bir türlü Muhalefet bir başka türlü konuşulur. Çarşıda pazarda her gün kendi işimizden çok devlet-hükümet meseleleri konuşuruz. Mahalli seçimler de yaklaşıyor, 2019'un Mart ayında da belediye başkanları için sandığa gideceğiz. Bu demektir ki siyaset zemini bir süre daha sıcak kalacak. Bu 9 aylık sürede yeni meclis ve yeni hükümetle hem yerel seçimlere hazırlanılacak hem başkanlık sisteminin nasıl işleyeceğine ilişkin kurum ve kurallar ortaya çıkacak. Velhasıl zor bir dönem olacak.

Mecliste şimdi 81 milyonun 600 temsilcisi var. Basit hesapla 135 bin vatandaşa bir vekil düşüyor. Ama onlar yurdun bütününü omuzlayacaklar. Yani Ankara vekili sadece Ankara'ya değil, bütün bir memlekete duyarlı olacak. Vatandaş olarak biz ASIL, onlar VEKİL şimdi.. Toplum içinde itibarları yüksek olacak, olması da gerekir. Çünkü onlar, 81 milyonun içinden SEÇİLMİŞ insanlardır, biz seçtiğimiz için bizim adımıza itibar görüyorlar. Yanlış tutum ve davranışları da yine bizim adımıza olacak ya bizi yüceltip yükseltecekler ya da tam aksine bizi utandıracaklar.

Biz şimdi Ankara özeline bakalım. Bu dönem Meclis'te Ankara'nın vekil sayısı 32 den 36'ya çıktı. Nüfusu yaklaşık 5,5 milyona ulaşan Ankara'da -76'sı kadın- 151 kişiye bir vekil düşüyor. Tersinden söylersek her milletvekili 151 Ankaralının işiyle, derdiyle, sıkıntısıyla meşgul olacak. Partilerin TBMM'deki varlığıyla düşünürsek bu rakamlar tamamen değişir. Başkanlık sistemine geçerken Reisicumhur için başkentin desteği yüzde 51,5 oldu. 4 milyona yakın Ankaralı seçmen yüzde 90 oranında katılım sağlayarak Erdoğan'a 1 milyon 767 bin 16 oyla destek verdi. Cumhurbaşkanlığı seçimine göre artış 300 bin dolayında oldu. Erdoğan 24 ilçede birinci sırada yer aldı ve en yüksek oyu Çamlıdere başta olmak üzere Akyurt, Pursaklar ve Çubuk'tan aldı.. Cumhur İttifakı her 2 Ankaralı'dan 1'inin oyunu alıp birinci oldu ve ittifak olarak Ankara Meclis'e 20 milletvekili gönderdi.

Siyaset zor ve mes'uliyetlidir, vekilliğin ise dahası var. Milletvekilliği memuriyet değildir, toplam bir görevdir, özelliklidir ve farklıdır. Bakış açısı çok yüksek olmalıdır. Ayrıca taşıması da düşmesi de zordur. Hani bazen elinizi nereye koyacağınızı bulamaz bilemezsiniz ya öyle bir şey; toplumda nereye gideceksin, kiminle, ne kadar beraber olacaksın, kimlerle resim çektirecek, kimin sofrasına oturacaksın meseledir.

gazete

21 Haziran 2018 Perşembe

Oy verirken kime bakılır?

Ahmet TEZCAN

Oy verirken kime bakılır?

21.6.2018

Ankara çok önemli bir seçim için gün sayıyor ve dünya bu seçimin sonuçlarını bekliyor. Avrupa bu seçimin sonuçlarını bekliyor, Amerika, Asya, Afrika, İslam coğrafyası, Türk dünyası, karasalcılar, küreselciler, yer altı dünyası, petrolcüler, borsacılar inanın hepsi bu seçimin sonucunu bekliyor. Bizim seçimler dünyada pürdikkat takipte ve pek merak edilirken bizimkiler paça-kasnak birbirine dalmış durumda.
"Paça-kasnak" yağlı güreşlerde bir oyun, bir pozisyon alma durumudur.
"Güreşçinin bir elini hasmının paçasından, öteki elini de apış arasından geçirip kispetin belinden kavrayarak rakibini sırtüstü çayıra yatırması" şeklinde tarif ediliyor. Bu pozisyonu yakalayan sonucu ilan eder, kimsenin de itirazı olamaz.

Lakin bizimkisi güreşteki gibi teke tek yiğit bir mücadele değil, deste, tozkoparan dâhil bütün rakipler boyuna kilosuna bakmadan tek bir pehlivana hücum ediyor, kimi paçadan kimi kasnaktan yakalamaya ve tek rakibin sırtını yere getirmeye çalışıyor. Hatta bazen meydanın cazgırlarından da yardım alıyorlar. Cazgırların kulağına dışarıdan üfleyenler de var ve onlar da hiç şüpheniz olmasın bu müsabakaya dâhiller. Yendiler mi hep birlikte galip, yenilirlerse hepsi mağlup olacaklar. Hepsinin hedefindeki rakibin ise en büyük gücü saha ve seyirci desteğidir.
Onların kispetten, yağdan, çayırdan bahaneleri olmazsa pehlivanın desteği tam gibi görünüyor derim, benim yorumum bu.

Başka yorumlar da yok değil tabi.
Onları da dikkate almazlık edemiyoruz.
FERRUH BOZBEYLİ, Büyük Mecliste yıllarca başkanlık etmiş, çok çetin mücadeleler vermiş önemli siyaset adamlarımızdandır.
Kahraman Maraş'tan hemşehrisi, kendisi gibi siyaset adamı olan rahmetli ATİLLA İMAMOĞLU ile birlikte seçim öncesi Mecliste bir yemekte beraber olmuştuk.
Dedi ki; "Bizim seçmenimiz oy kullanırken seçmeyeceği siyasetçiye bakar öyle oy verir." Bozbeyli'nin tespiti çok önemli, meydandakiler de belli. O halde seçimin sonucunu bu tespite göre tahmin etmek zor değil.

Ha sahi, bizim seçimler neden dünyayı bu kadar ilgilendiriyor?! Almanya geçen Eylül oldukça düşük katılımla seçimini yaptı, 7 ayda üçlü koalisyonla zar zor bir hükümet kurdu. Fransa'da protestolar halen sürüyor, İtalya'da aylar sonra zorunlu ve sorunlu bir hükümet işbaşında.. Ama bizim seçimlere dünya pürdikkat. Çünkü artık müdahil olamıyorlar, kimi seçeceksek biz seçiyoruz da ondan. Siz siz olun sandığa gidin ve seçiminizi yapın. Allah bu memlekete bir daha kara gün göstermesin.

gazete

14 Haziran 2018 Perşembe

Hayatın ritmi

Ahmet TEZCAN

Hayatın ritmi

14.6.2018

"İki çıplak bir hamama yakışır", "Davul bile dengi dengine çalar", "Bir ip iğneden kolay geçer, iki ipi geçirmek için bükmek gerek" ve daha niceleri.. Yaşanan yaşanamayan tüm durumların özetidir atasözlerimiz, asırlar içinde kim bilir kaç kez denenmiş ve adı TECRÜBE olmuştur.
Dilimize yerleşir ama çoğu kez uygulamaya geçmez bu hayat dersleri, ders alanlar içinse hayatı kolaylaştırır, yolumuzu, önümüzü aydınlatır ve gerçeği anlatır. İsmail Coşar, Kocatepe Camii imam-hatibi olarak uzun yıllar hizmet etmiş, aynı zamanda ülkemizin en ünlü mevlidhanlarındandır, çok güzel gazel ve kasideler de söyler. Uzun hayat tecrübesi ve renkli kişiliği ile sohbetine doyum olmaz.

Hayatın sırlarından, tecrübeden konuya girmişken Coşar Hoca'nın bir anısını aktarmadan geçemem. Her şeyin dengi dengine olması gerektiği konusunu konuşurken bizimle paylaştı. "Nereden çıktılar bilmiyorum" dedi, ayı oynatanlarla karşılaşmış Hoca, ayıcı defe vuruyormuş ama ayı oynamıyormuş. Çünkü ayıcı ritim tutturamıyormuş.
Coşar bize bu hikâyeyi "farzı muhal" yani "var sayalım" babından anlatmış olabilir. Demeye getiriyordu ki "usûl bilmez isen, ritm tutturamazsan ayı bile oynatamazsın." Yeni nesil için anlatıvereyim.. Eskiden, "hayvan hakları" bilinmez ve insanların "hayvan düşkünlüğü" bu kadar gelişmemişken sokaklarda ayı oynatanlar vardı. Yanında nice eziyetlerle hoplamayı ve karın tokluğuna insanlarla geçinmeyi öğrenmiş ayısıyla gösteri yapan ayıcılar çocuklara eğlence olurdu. "Haydi kuru fasulye / yedi buçuk lira / hem kaynasın hem oynasın, yandan Halimem" gibi şarkıları meşhurdu.

Biz dersimizi aldık bir tecrübeyi aktardık.
Sözler, tembihler boşa gitmesin ki hayatın ritmi tutturulabilsin. "Bir kulağından girdi ötekinden çıktı" derdi büyüklerimiz, tembihi dinleyip geçene.. Bugün arife yarın da bayram.. Herkes yola çıkacak, tatil ya da ziyaretler için.. Karayolu Trafik Ve Yol Güvenliği Derneği Derneği Genel Başkanı İhsan Memiş de her bayram olduğu gibi bu bayram da herkesi uyarıyor. Bayramlardaki trafik kazalarında en az 100 kişi ölmekte 600-800 arasında insanımız yaralı kurtulmaktaymış.
Denetimlerin yetersizliğini de vurgulayarak "Aman ha!" diyor İhsan Memiş, yılların verdiği tecrübe ve elindeki istatistiklerle..
Bütün Radyo ve TV'lere de sıkça uyarı yapmaları için çağrıda bulunuyor. Biz de bütün vatandaşlarımızın bayramını şimdiden kutluyor, bu uyarılara dikkat etmelerini istiyoruz.

gazete

7 Haziran 2018 Perşembe

Mübarek mevsimin dua iklimi

Ahmet TEZCAN

Mübarek mevsimin dua iklimi

7.6.2018

Ramazan aslında yılın belli bir mevsiminde her şeyin, bütün varlığın sahibine yakarmaktır.. Yalvarma, dua etme, boyun bükme mevsimidir Ramazan, acizliğimizin de ifadesidir bir bakıma.. Ateş olsak cürmümüz kadar yer yakabiliyoruz işte.. Bir mevsim yağmur yağmasa dağlara tepelere çıkıp yalvarıyoruz 'dereler kurudu, barajlarda su kalmadı' diye.. Sağanaklar inince de afet korkusu sarıyor hepimizi, gözümüzü gökten ayıramıyoruz.

Ramazan, mübarektir, oruç onun ifadesidir. Kandil geceleri gibi seçilmiş zamanlardır..
İçindeki Kadir gecesi ile ne zamandır, hangi andır bilemiyoruz ama müstesna ikramdır onu biliyoruz?! Son on günün içindeyiz, İTİKÂF GECELERİ başladı. Kimi mü'minler mabedlerin bir köşesine kendilerini hapsedip memleketimiz, milletimiz için, geleceğimiz için, dünyadaki masumlar, mazlumlar için dualar edip gözyaşları döküyorlar. (Bu arada Kocatepe Camii itikâfçılarının "burası otel mi?" diye bazı güvenlik elemanları tarafından azarlanarak camiden çıkarılmak istendiğini de yetkililere haber vermek lazım. Birisi bunlara "itikâf" ın ne olduğunu anlatması gerekiyor.) İtikâf bir konu için bir yere kapanmadır. "İşte, aç susuz kapısında bekliyorum" demektir duaların kabulü için.
Her gece nice feryat figanlar semaya yükseliyor kim bilir?! O nedenle bugünler daha bir farklı diyoruz üstelik içinde bir de KADİR GECESİ saklı..

Evet, işte seçim zamanı yaşıyoruz.
Ankara'da 36 kişiyi seçip Meclis'e göndereceğiz.
Seçilmişlik farklılıktır, bir lûtfa, iltifata uğramışlıktır. Bütün canlıların içinden insan seçildi ve yaratılmışların en şereflisi oldu.
Bizim seçtiklerimiz de temsilcilerimiz oluyor.
Bütün insanların içinden seçilenlere nebiler, veliler denildiği gibi zamanın seçilmişine "Ramazan, kandil, bayram.." deniyor. Bir kandil gecesinde sistemler kitleniyor. Herkes o anın bir müstesna zamanın hürmetine kutlamalar yapıyor, dilekte bulunuyor, nice gönüller kazanıyorlar. Günahımızdan arınmak, vicdanımızı rahatlatmak, korkularımızdan kurtulmak isteriz, onu bekleriz. Canımız kanımız evladımız için yalvar yakar oluşumuz, ağıtlarımız, iç sancımız içindir bütün dualarımız.. Büyük kudrete, her şeyin sahibine hesap verme verememe telaşımızdır..

İftar, sahur, kalabalık gruplar, ilahiler, mevlit programları tamam da.. Gecenin sessizliğinde, pencereden sızan bir sokak lambasının loş aydınlığında iki damla gözyaşıyla sonuçlanan içten yakarışlar bir şeye değil, her şeye bedeldir. Bir çift gözyaşıyla tüm günahlarımıza, kabahatlerimize, hatalarımıza, kusurlarımıza yalanlarımıza nedamet, bin pişmanlığın ifadesidir..

gazete

31 Mayıs 2018 Perşembe

Sel suları dereleri arıyor

Ahmet TEZCAN

Sel suları dereleri arıyor

31.5.2018

Çok yoğun günler yaşıyoruz.. Siyaseten çok yoğun, inanç ve ibadet bakımından çok yoğun ve uzmanların her gün son dakika uyarıları yaptığı sağanaklarla iklim olarak çok sert ve yoğun günler yaşıyoruz. Zaten bizim ülkemiz ne çektiyse, ideolojik, jeolojik, meteorolojik kırılganlıklarından çekmiştir. En sonuncusundan başlayalım..
Ankara'da şehrin bir başından öte yakasına ulaşırken en az 15 derenin üzerinden geçeriz, daha doğrusu geçiyor idik. Ama bugün hemen herkesin adlarını çok bildiği ve fakat suyunu göremediği Ankara'nın Hoşdere'si, Kavaklıdere, Cevizlidere, Dikmen Deresi, Hacıkadın, Bülbülderesi, Akdere, Çayyolu ve daha niceleri.. Kimini kapattık üstünden yollar, bulvarlar geçirdik, kimileri sadece semt adı olarak kaldı. Ne zaman bir sağanak olsa Ankara'da, cadde ve sokaklarda çağıldayan sular sel olup eski derelerini arıyorlar sanki. Bulamayınca afet olup önüne ne çıkarsa alıp götürüyor.

Siyasi hava da seller sular gibi, liderler her gün bir meydanda. Çok önemli ve hayatî bir seçim bu.. Türkiye, elini kolunu bağlayan, gelişmesini, yükselmesini, çalışmasını engelleyen yönetim yapısını değiştiriyor. Rejim değil, sistem değişecek.
Memleketi kim yönetiyor, sorumlusu kim belli olacak. Cumhurbaşkanı-Başbakan kavgalarından çok çekti bu memleket, gücü, enerjisi, ekonomisi heba oldu yıllarca.
Şimdi bir Başkan olacak, Meclis ve Hükümet kendi işine bakacak, birinde sorun çıkar sistem tıkanırsa millete gidilecek.
Kimse başarısızlığı birbirinin üstüne yıkamayacak ve bürokrat geri çekilecek.
İşin özeti bu.. Ne ilginçtir, ülke olarak bizim bu istek ve tercihimize en çok yabancılar mani olmaya çalışıyor. Almanya'sı, Amerika'sı, Fransa'sı işin içindeler, medyasıyla, parasıyla ve var güçleriyle bilfiil, hepsi de bizimle birlikte Türkiye'nin seçim kampanyasındalar sanki. İtalya'da, Fransa'da, Almanya'da seçimler oldu, aylarca hükümetsiz kaldılar kimse hissetmedi ama bizim seçimler dünyanın gündemine oturuyor nedense?!

Ve Ankara'nın manevi ikliminde Ramazan; bütün ülkede olduğu gibi bereketi ve sükûnetiyle yoğun şekilde yaşanıyor.
İftar sofraları teravihler cıvıl cıvıl.
Temennim bu mübarek müstesna günlerin aynı yoğunlukla fakir fukaraya yansıtılması ve israf edilmemesidir. Çünkü gerçek ihtiyaç sahibine ulaşmayan hayır hasenat da israf olur. İsteyemeyeni, çalışamayanı, bulamayanı bulmak önemlidir.

gazete

24 Mayıs 2018 Perşembe

Şuraya kim el atacak diye sorsak?

Ahmet TEZCAN

Şuraya kim el atacak diye sorsak?

24.5.2018

Şehircilik başlı başına bir bilim..
Kanalizasyon sisteminden ulaşıma, aydınlatmasından çatı mimarisine kadar bir şehrin güzel ve sağlıklı yaşamaya elverişli hale getirilmesi köklü bir medeniyet kültürüne sahip olmakla ancak mümkün olabiliyor.
Eski yapılarımızda, çarşılarımızda biz bunu görüyoruz.
Lakin en az bir yüz yıl kadar; hani derler ya "şeytan taşlamaktan tavafa vakit bulamadık", dolayısıyla kendi işimize hiç bakamadık.
Eğitimden şehirciliğe her alandaki tasavvurlarımız yüzüstü kaldı. Estetiği ihmal ettik. Nasıl olursa olsun dedik ve yalnızca zorunlu hayata, yalnızca hayatın idamesine yoğunlaştık.

İşte en basitinden yağışların nasıl kısa sürede bazı bölgelerinde sel baskınlarına ve adeta felakete yol açtığını hep birlikte görüyoruz, Başkent'te 5 dakikalık bir sağanak yetiyor. Meteoroloji idaresinin uyarılarına rağmen her yağışta bunlar yaşanıyor.
Neden? Altyapı ve konutlaşmada çalakalem işler yüzünden, dere yataklarının doldurulup ranta kurban edilmesinden. Başkan Mustafa Tuna, Çukurambar için neden "öldü" dedi? Altı hesap edilmeden üstüne gökdelenler dikildi de ondan. Araç parkı şimdiden sorun, trafiği de özellikle pik saatlerde felç. O halde eğlence için dahi oraya giderken düşünülür?!

Ulus'ta uzun bir aradan sonra yıkımı planlanan binalara ilk kazma vurulmuş, arkadaşımız Aykut Gören'in geçenlerde manşete taşınan haberinden öğrendik, burada Tarih yeniden ortaya çıkarılacakmış.
Çalışmanın çapı nedir bilmiyorum ama Anafartalar Mahallesine kadar bunun uzanması gerekir. Burası şehircilik ve imar açısından Ankara'nın kanser bölgeleridir. Bana sorarsanız çok geç kalındı. Memleket dolar kıskacında yeniden hayatî bir seçime giderken bunu yapıyoruz. Ne yapsanız bu girişim şimdi muhitin hayatını kısa vadede olumlu etkilemeyecek, tüccarın, esnafın, sanatkârın ekonomisine negatif yansıyacaktır. Yalnız ekonomisinde değil, Hacı Bayram Veli ziyaretlerinde bile bunu hissedeceğiz, isteseniz de istemeseniz de.. Temenni ederim Ulus'taki bu faaliyet inşallah, kısa sürede ve çevre duyarlılığı gözetilerek tamamlanır.

Benim esas öğrenmek istediğim Kocatepe'ye sıra ne zaman gelecek?
Ankara'nın kalbi sayılan Kızılay'ın bir nefes ötesinde, şehrin en önemli merkezi diyebileceğimiz Kocatepe ve çevresinde de mutlak bir düzenlemeye ihtiyaç bulunmaktadır.
Şehrin muhteşem mabedini çevresi de mutlaka rahatlatılmalıdır.

gazete

17 Mayıs 2018 Perşembe

Bedene su veren gıdaları seçin

Ahmet TEZCAN

Bedene su veren gıdaları seçin

17.5.2018

Zor zamanlar yaşıyoruz, bu zamanın Ramazanı da ona göredir. Mübarek olsun, yani bereketli geçsin ve bütün belaların defedilmesine vesile olsun, nice güzel günlere kavuşmak dileğimiz olsun.
Ağır işlerde çalışanlar için kolay bir ibadet değil şüphesiz ama her halükârda eciri çok yüksek. "Ecir" kelimesini hemen "ücret" ten hatırlayalım, "Emeğin kiraya verilmesi" olarak tanımlıyor sözlükler.
Oruç tutarken katlandığımızın karşılığını çok yüce bir makamdan, varlıktan bekliyoruz.
Ona yaslanıyor, ona sığınıyoruz.
Kabul ve makbul olur inşallah. O makam ve varlık ki; ayın, güneşin ve bütün nizamın yaratıcısı ve kusursuz işleyişine muktedir muazzam bir güç, bütün âlemlerin Rabbi, lütuf ve ikram sahibidir, bize ise sadece idraki kalmaktadır.

Bu sıcak yaz gününde biraz dikkat edilirse bu bir ay bizi kolayca bayrama ulaştıracaktır.
Bu sıralar herkesin tavsiyeleri var. Ancak uzmanlar özellikle bir hususa, susuzluğa dikkat çekiyorlar. Tıka basa yesek bile açlığı birkaç saat erteleyebiliyoruz ama susuzluk öyle değil. 100 gramlık protein için yarım litre suya ihtiyaç olduğunu söylüyorlar. O halde sahur yemeğinde vücudumuzdan su çeken gıdalar yerine bedene su veren gıdaların tercih edilmesi gerekiyor. Salatalık, marul, turp, rafadan yahut tereyağında yumurta, badem, yoğurt bu sınıfa giriyor. Ekmek, su çeken gıdaların başında geliyor, çok tüketildiğinde tok tutacağı sanılmasın. Peynir, zeytin, sucuk gibi tuzlu ve su tutan gıdaların, tatlıların ve karpuz gibi idrar söktürücü yiyeceklerin mümkün olduğunca az tüketilmesi gerekiyor.

Ankaramız zaten iklim bakımından katlanılmayacak bir yer değil. Burada yemek içmekten ziyade oruç tutanların hal ve tavırlarına bunu yansıtmaları gerekiyor.
Herkesin bildiği ama uygulamada zorlandığı şeyler bunlar. Bilhassa sigara tiryakileri çok agresif oluyor. SABIR en önemli ilaç..
Gözünü, kulağını biraz günlük olaylardan çekeceksin. Başkalarını değil kendini dinleyeceksin.
Yalnız kalındığında nefesimizi takip etmek bile insana büyük rahatlık veriyor. Zaten oruç dediğimiz şey de yiyip içmeden kesilmek değil, davranışlarımızı kontrol etmek değil midir?! Ramazan, bayram, kandil geceleri, Cuma vakitleri müstesna zamanlardır. Namazın içindeki rükû ve secde anı gibi farklıdır, ayrıdır, anlamlıdır. Günümüz insanının daha kolay anlayacağı ifadeyle; primi, bonusu, getirisi yüksektir. Boşa geçirmemek, değerlendirmek lazımdır, hayatımızın gidişatı hakkında hesabımızı yeniden gözden geçirme zamanıdır.

gazete

10 Mayıs 2018 Perşembe

Özel ve güzel zamanlar..

Ahmet TEZCAN

Özel ve güzel zamanlar..

10.5.2018

İnsan, zaman ve mekân üzerinde düşünüldüğünde sır dolu kavramlardır.
Zamanın mesela; her anı aynı değildir, parmak izi, göz retinası gibi her kişi de farklılık gösterir. Milyarlarca insan dünyadaki ömürlerini bir şekilde tamamlayıp döndüler, milyarlarcası da işte dünya üzerindeki 13 toprak parçasında hayatlarını diğer canlılarla birlikte sürdürüyorlar.
Hiçbiri birbirinin aynı değil. Aynı gibi görünen yüzlerin, bedenlerin, iş ve eylemlerin pertavsız altına alındığında ne kadar farklı oldukları bilinmektedir.
Hepimiz aslında görünüşte aynı olan farklılarız.

İşte insanoğlu yeryüzüne indirildiğinden bu yana nice milletler, medeniyetler, nice güçler oldular geldiler ve gittiler. Bir de bunların seçilmişleri vardır ve onlar varlığın en değerlileridir. Nasıl ki İNSAN bunca canlı içinden seçilmiş, muhatap alınmış EŞREF MAKAMINA yükseltilmiş ise; insanlığın kıblesi topraklar da Kâbe ile mukaddes makama yükseltilerek, bin yıllardır yıldızlar gibi dönen insanların tavaf yeri olmuştur.
Zaman da öyledir, hiçbir anı aynı olmayan, özel gün ve gecelerle seçilmiş, müstesna kılınmış günleri ve geceleriyle kim bilir SON BİR FIRSAT olarak insanlara ŞANS olarak sunulmaktadır. "Neden geldim, niye varım?" sorularının cevabıyla kendini bulsun, kurtulsun ve temizlenmiş olarak dönsün istenmektedir belki?! İşte Ramazan; seçilmiş zaman.. İçinde bir Kadir Gecesi var ki bin yıl, hesaba vurunca bir ömürlük bir fırsat. İnsan bedeni, mekanizmayı olağan dışı sistemle çalıştırırken yücelecek, yükselecek ve yaratanına hamd ve şükrünü ifade edecek.

Neden hastalanınca iştahımız kesilir hiç düşündünüz mü? Hiçbir şeyi canımız istemez, bolca SU içmek isteriz. Yapılan araştırmalar, 3 gün aç kalmanın, vücudun savunma mekanizmasını yenilediğini ortaya koymuştur. Açlık ve vücudumuzdaki sonuçlarıyla ilgili araştırma Nobellik olmuştur.
Bu yolla hücrenin gereksiz parçaları atarak yenilenmesi Japon bilim insanı Yoshinori Ohsumi'ye ödül kazandırmıştır. Uzun süreli açlığın savunma mekanizmasını yenilediğine yönelik bir araştırma yazısı da İngiliz The Telegraph'ta yayınlandı. Açlıkla yeni akyuvar oluşumunun tetiklendiği ve bağışıklık sistemini yenilendiği yazıldı. Batı'da çığır açan araştırmalar bunlar, başkaları da var. Biz buna ORUÇ diyoruz. Bütün varlığımızla varlığın sahibine teslim oluyor ve teşekkür ediyoruz. Bizi yarattığı için, bizi bu memlekette Müslüman olarak yaşattığı için teşekkür ediyoruz. Ramazan, seçilmiş zamanlardır, tek başına değil, toplum olarak yaşanılan, birlikte teşekkür edilen günlerin adıdır. Sözünü ettiğimiz araştırmalar yapılmadan bin küsur yıl önce Hicret'in 2 nci yılında farz kılındı ve bizim peygamberimiz, Seçilmiş İnsan Muhammed Mustafa da vefatına kadar 9 Ramazan oruç tuttu.

gazete

3 Mayıs 2018 Perşembe

1 Mayıs’tan geriye kalan

Ahmet TEZCAN

1 Mayıs’tan geriye kalan

3.5.2018

1 Mayıs'tan, "işçi ve emekçi bayramı"ndan geriye sadece bayrak, flama, patlak balon ve her türlü atıklar kaldı. Atık şampiyonu her zamanki gibi yine pet şişeler oldu. 1 Mayıslarda zaten en çok LAF, ardından da bolca su tüketilir. Atılan nutuklardan geride kalan olmaz ama su tüketimini pet şişelerden anlarız. O gün belediyeler ve çöp toplayıcılar sabaha kadar söylene söylene 1 Mayıs atığı topladılar. Sendika kelime olarak bize Fransızca "syndicat" kelimesinden geçmiş, "ortak çıkarları korumak için oluşturulan birlik" anlamına geliyor. Diğer ülkelerde "union" kelimesiyle karşılanıyor bu sözcük, Araplarda da "ittihad" yani birlik..

***

Günümüzdeki meslek örgütlerine ben hiç sıcak bakmıyorum, bakamıyorum çünkü bu örgütlerin – kusura bakılmasın ama– mensuplarını sömürmekten başka işe yaramadığını düşünüyorum. (Esnafsanatkâr kuruluşları, odalar, borsalar da buna dâhildir.) Bunu anlamak için aidat ödeyen sade üyelere; örgütten, dernekten, sendikadan, odadan v.s. meslek kuruluşundan nasıl bir hizmet aldığını sormak yetecektir. Ne yapmış, dünyadaki hangi ileri uygulamayı kazandırmış da üyesinin satışını, gelirini, sosyal seviyesini yükseltmiş sormak lazım?! Yalnız bu soruyu soracaklarınız, sendikada, esnaf teşkilatında, odada, borsada vs meslek kuruluşunda "yönetici" konumunda olmamalıdır. Çünkü onların varsa kendi işleri dışındaki bu meşguliyetten yani meslek temsilciliğinden edindikleri konfor hayli yüksektir. Önemli bir gelir ve hatırı sayılır makamlar sağlanmaktadır. Üstelik çeşitli adlar adı altında yaptıkları dünya gezilerini de asla kendi gelirleriyle yapamazlar.

***

1 Mayıs mitingleri üyelerin gazını almak için yapılan eylemlerdir, günlerce hazırlığı yapılır ama işçi-emekçi adına elde edilen pek bir şey yoktur. Herkes kendi ideolojik görüşü doğrultusunda bir şeyler söyler geçer. (Ankara'da o meydana "Anadolu Meydanı" demeye dilleri varmadı.) Masraflar da yine işçinin emekçinin kesesindendir. Bu yüzden 1 Mayıslarda meydanlar dolmaz daha çok "tatil" olarak değerlendirilir. Sendikalardaki sert hiyerarşik yapıyı da hiç anlayamam, kayıtsız şartsız itaat gerektiriyor. Böyle bir ilişki içinde "sendikacı" üyesi tarafından sorgulanabilir, "aldığın aidatı nereye, nasıl kullanıyorsun?" denebilir mi? Konfederasyon, Birlik, Sendika v.s.. Aynalı, camlı, kaplamalı, kapalı garajları son model makam araçlarıyla dolu merkez binalarına bir bakın söylediklerimin nereye vardığını göreceksiniz. "Az bile söylüyorsun" diyeceksiniz.

gazete

26 Nisan 2018 Perşembe

Yeni bir eşikten geçerken

Ahmet TEZCAN

Yeni bir eşikten geçerken

26.4.2018

Bakın, biz koskoca bir imparatorluk idik, terk ettiğimiz 24 milyon kilometrekarelik coğrafyada 64 devlet kuruldu.
Şöyle oldu böyle oldu neticede koca imparatorluk, içeriden dışarıdan büyük gayretle yıkıldı. İçinden kazıyıp atılamayan halk, elinde kalan 780 bin kilometrekarelik toprak parçasıyla "Türkiye" adıyla bir yurt tutmayı başardı.
Yurt tuttuk da tam anlamıyla bir devlet olmayı başarabildik mi? Bunu söylemek zor ama o yoldayız ve kararlılıkla ilerliyoruz, taş koymazlarsa başaracağız..

Cumhuriyete geçişimiz çok sorunlu oldu, büyük bedeller ödedik.
Gücümüz ve enerjimiz yok edildi, çok insan kaybettik. Medeniyet tasavvurumuz altüst oldu. İmparatorluk topraklarında kurulan devletlerle düşman edildik, halklarıyla aramızı açtılar. Bilhassa İslam âlemine ve dahi petrol kaynaklarına sırtımızı dönmemizi istediler.
İmparatorluğumuzu yıkanlar Türkiye'den ellerini hiç çekmediler. Bu coğrafyada kendi başına karar veren bir güç oluşsun istemediler.
Eskiden devletlerin şirketleri vardı, şimdi şirketlerin devletleri var ve amaçlarına ulaşmak için her türlü mekanizmayı kullanıyorlar.
Son yüz yılda kendileri 10-15 lider ve hükümetle, istikrar içinde yönetilirken Cumhuriyet Türkiye'si iki başlı yönetim altında 60 küsur hükümetle yönetilememiş, darbeler ve suikastlarla bu milletin yolu kesilmiştir.

İçeriden ve dışarıdan kuşatma sürüyor.
Türkiye'yi birbirine düşürmek her türlü mekanizmayı kullanıyorlar. Baykal'ın kasetle indirilmesi sadece CHP'nin iç meselesi değildir, MHP'nin bölünmesi de MHP'nin meselesi değildir. Bütün bunlar baştan sona Türkiye'nin meselesidir. Nerede yumuşak karnınız varsa oraya saldırıyorlar. İçeriden, dışarıdan, açık-gizli yürütülen her türlü kumpas, saldırı ve suikastlarda içimizden birilerinin kullanılmasıdır en büyük 'handikap'ımız.
Ağacı kesen baltanın sapı ağaçtandır. Gafili ve haini bol bir ülkeyiz maalesef. Tescilli hainlerin varlığı devlet ricali tarafından da vaktiyle bizzat ifade ve itiraf edilmişti.
Sinema, tiyatro ve medyamızı oluşturamadığımız içindir ki bir avuç elit, yoz ve seçkin mütegallibe ile yıllarca uğraştık. Bu mekanizmalarla hem baskı kurdular hem kendilerini haklı çıkardılar, milletin temsilcileri görev aldığında da bir kaşık suda fırtına kopardılar.

Aklın yolu birdir, acil yapılması gereken; adı ne olursa olsun sağlıklı bir yönetim sisteminin hemen kurulmasıdır. Türkiye büyümek, güçlenmek istiyor ve buna mani olmak isteyenler var. Şapkaya dikkat.. Vatandaşın şapkayı önüne koyup bir kere daha düşünmesi gerekecek.

gazete

19 Nisan 2018 Perşembe

Her semtin taksisi farklı renkte olsun

Ahmet TEZCAN

Her semtin taksisi farklı renkte olsun

19.4.2018

Ticari taksiler, taksiciler konusu baştan aşağı elden geçirilmeye muhtaç bir iş koludur. (Dolmuşçuluğu da siz ekleyin.) Taksici cinayetlerinden UBER kavgalarına, giyim-kuşamdan rengine ve gün geçtikçe şehir nüfusuna paralel hızla artan sayılarına bakınca ticari taksiler için yeni bir düzenlemenin zarureti kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Yalnızca şehirdeki trafik kazaları istatistiği bile bunu zorunlu kılmaktadır zira şehirdeki kazalarda ticari taksi payının hayli yüksek olduğu söylenmektedir.

Taksiler, taksiciler en evvela memleket kültürünün aynasıdır. Yalnız bizim ülkemiz için değil bu, bütün dünyada taksiler bulundukları ülkenin kültürel kimliğini yansıtan iş kollarının başında gelir. Japonya'da taksicilerin beyaz eldivenle görev yaptığını ve Japonya'da takside unutulan bir eşyanın pek kaybolmadığını söylerler. Şimdi bu durumu bizim ülkemizle kıyaslayın bakalım ne çıkaracaksınız?! Yalnız şunu da hemen söylemeliyim ki; Ankara'da kela kibar taksiciler, sayıları çok değilse bile yok değiller, sık olmasa da onlara rastlıyoruz. Her halde çalışma saatlerine göre taksici profili değişiyor?! Geçenlerde sabaha karşı birisiyle az kalsın.. Haklı olduğumuz halde para verdik kurtulduk.
Kütüphane haftasında taksi duraklarına ve taksilere Dede Korkut, Nasretttin Hoca türü hikâye kitapları konulsa Ankara'yı "her köşede bir kütüphane" misali "Kütüphane Şehir" haline getirsek diye bir teklifim oldu, "Konu belediyenin" veya "Taksici Odası ile görüşün" dendi.
Kütüphaneler Genel Müdüründen başka kimseden bir cevap alamadım, onların da işi başından aşkın. Büyükşehir Başkanı Mustafa Tuna'nın ise randevu listesindeki talep sayısının 4 bini geçtiğini gazeteden okuyunca ondan da bir umudum kalmadı.

Bugün taksiciler için yeni bir teklifte bulunacağım, bakalım kim ilgilenecek?!
Derim ki; HER SEMTİN TAKSİSİ FARKLI RENKTE OLSUN.. Ankara'da bir ifadeye göre 9 bin ticari taksi faaliyet gösteriyor. TİCARİ deyince her ne kadar SARI RENK hâkimiyeti söz konusuysa da; bütün tonlarına rastlamak mümkündür.
O halde her semtin taksisi farklı renkte olsun ve kimin nerede çalıştığı da belli olsun, söz gelimi Gölbaşı taksisi akşamüstü Kızılay'da çalışmasın. Mesela Beştepe taksileri TURKUAZ olsun, Keçiören'inki YEŞİL.. Çankaya, bayrak gibi KIRMIZI bir renk seçse -semtlerinde çalışan taksiler içinfena mı olur?! Böylece bir rekabet de ortaya çıkar ve temizlikte dürüstlükte yarışırlar diye düşünüyorum. Fikri olan bize yazsın, bilelim ki uçuk bir teklifte bulunmadık diyelim, işte posta adresimiz

gazete