26 Ocak 2017 Perşembe

Aidiyetimiz milletimizedir

Ahmet TEZCAN

Aidiyetimiz milletimizedir

26.1.2017

Cihannüma adlı dernek "Sabah Namazı Buluşmaları" adıyla güzel bir etkinlik yürütüyor. Güne gündeme uygun bakan, bürokrat ve akademisyenlerle işaret edilen mabette buluşup akabinde verilen konferansa kalabalık sayılabilecek bir grupla katılıyorlar. Bu konferanslar, insanın düşünce dünyasına, dünya gerçeklerine sanki camlı bir terastan ufuk turu sağlıyor ve fevkalade yararlı oluyor, Cihannüma adına da çok yakışıyor gerçekten. Sabahın seherinde hangi işe girişildi de bereket bulmadı?
Günün o saatinde çoğunluğu gençler olmak üzere insanların akın akın buluştuklarına şahsen şahit olduğumu söylemeliyim.
***
Kocatepe Camii'ne denk düşen buluşmalarına ben de birkaç kez katıldım. Bir keresinde Numan Kurtulmuş'tan, ülkemiz açısından iki kelime ile özetleyebileceğim "Günümüz- Geleceğimiz" başlıklı bir konuşma dinledik.
Daha sonraki buluşmada Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Mehmet Barca, Endülüs penceresinden İslâmî yaşayış ve anlayışa ışık tuttu.
Kocatepe'de katıldığım son buluşmada ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, caminin altındaki konferans salonunda hitap etti.
Yalnız ondan önce kürsüye çıkan dernek yöneticilerinden ve Ankara Temsilcisi Ahmet Akça'nın şu cümlesini nakletmeden geçmeyeceğim.
Akça, Cihannüma Derneği'nin "faaliyet" değil "aidiyet" derneği olduğunu dile getirdi, çerçevesini de şöyle çizdi:
Aidiyetimiz bu millete, bu topraklara ve kadim medeniyet değerlerimizedir. Ve bir tek idealimiz var: Adil bir dünya ve yeniden büyük Türkiye.
***
Tabi bunun şartları var. Konuşmalar arasında mesela Kristof Kolomp adı geçti. O sırada salona bu adı sorsanız; Ünlü gezgin, kâşif diyeceklerdir ve Amerika'yı keşfeden denizci olduğunu söyleyeceklerdir. Çünkü on yıllarca ders kitaplarımızda bize bu öğretildi.
Peki, öyle midir?
Bunun için uzağa gitmeyin, "Tarih Arşivi" adlı bir site var internette, oradan "Kristof Kolomp Kâşif mi Katil mi?" başlığıyla Ahmet Sırrı Arvas'ın bir yazısı var, okumanızı tavsiye ederim. Bana sorarsanız katildir, altın avcısı, maceracı bir çapulcu güruhunun başıdır o kadar. Çocuklarımızın ders müfredatını kendimiz hazırlamaz isek hakikati de saptırmış oluruz. Müjdesini de aldık, bu tür yanlışların bütünüyle ders kitaplarından temizleneceği iddia ile dile getirildi ve mayıs ayı telaffuz edildi.
Netice itibariyle Cihannüma ideali milletin idealidir, aidiyeti de Büyük Türkiye'dir.
Güçlünün değil, haklının güçlü olacağı çağın yaklaşmakta olduğuna inanıyor büyük ümitle bekliyoruz.

gazete

19 Ocak 2017 Perşembe

Sektörleşen hayatlar

Ahmet TEZCAN

Sektörleşen hayatlar

19.1.2017

Şehir ve medeniyet tasavvurumuz giderek bambaşka bir hal alıyor. Site evlerdeki hayatlarımız bir bakıma sektörleşiyor sanki. Eskiden "Şerefül mekan bil mekin" ifadesiyle anlamını bulan; "Makamların, mekânların şeref ve izzetlerinin içinde oturanlarla kaim olması anlayışımız" çok gerilerde kalmış gibi gözüküyor. Bunu nasıl tersine çeviririz, hangi nesil bunu geri getirir doğrusu endişelerim var.
Ne mi söylüyorum?

***

Bir derginin, ŞEHİR ve KÜLTÜR dergisinin Ekim sayısı elime geçti. "Değerlerimiz Yerel Kimlik ve Şehir" başlıklı Cem Eriş'in kaleme aldığı yazısını okudum ve adeta çarpıldım.
Yazıda şehirleri büyüttükçe insanımızı küçülttüğümüz ve bu büyüklük içinde onu ezerek, insanı yalnızlaştırdığımız, değersizleştirdiğimiz, şahsiyetsizleştirdiğimizden söz ediliyordu.
Ne kadar haklı, ne kadar önemli ve ne kadar güncel ve bence "hayatî" bir mevzuadan bahis açıyor Cem Eriş, ama kim duyuyor?
Eriş, sıradan biri değil, yüksek mimar, restorasyon uzmanı, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde de İmar Müdürü, üstelik Koruma Kurulunda görev yapıyor. Yani meselenin tam ortasından bir adam..

***

Sektörel hayatlara dâhil oluyoruz derken kastım buydu. Kendi evimizde mi yaşıyoruz yoksa bir oluşumun üyesi olarak bir sektöre hizmet mi ediyoruz belli değil. Bir site düşünün, bir komisyon tarafından idarede, profesyonel oldukları har hal ve tavrıyla belli. Belki yönettikleri bu kaçıncı site?! Kaideler şartlar oluşturuyorlar, talimatlar veriyor, sınırlar koyuyorlar. Orada yaşayanlar değiliz, sanki anlayamadığım, tanımlayamadığım bir şeye dahiliz, birileri de bizi adeta yönetiyor. Şifrelerimiz var, uzaktan kumanda cihazlarımız, asansörlere doluşup çıkıyoruz, iniyoruz, ne bir selam ne de iki kelam yok.

***

Bizim eski mahalle sıcaklığımızı arıyoruz ki, hak getire. Oysa bu milletin hayata dair olduğu kadar bir yapı, bir insan tasavvuru vardı, bu tasavvurlarını medeniyetleştirmişti bu millet. Cem Eriş'in hatırlattığı gibi rahmetli Turgut Cansever'in deyimiyle "ecdat ruhunu taşa ve ahşaba nakşetmişti" milletimiz... Sitelerin reklamlarına da dikkat çekiyor Cem Eriş, ne diyorlar pazarlarken dikkat edin; "çağın tüm teknik donanımına sahipliğinden, alışveriş merkezlerine yakınlığından, kafe, restoran, snack bar vesairesinden söz ediyorlar.. Aslında kendilerini ele veriyorlar, nasıl bir "yaşam" kurulacağından bahsediyorlar. Artık işler tersine döndü, mekanların şeref ve izzetleridir bizi şerefli ve izzetli kılan, öyle değil mi?!

gazete

12 Ocak 2017 Perşembe

Sözünüzü yükseltin..

Ahmet TEZCAN

Sözünüzü yükseltin..

12.1.2017

Türkiye neredeyse her gün Meclis gündemiyle yatıp kalkıyor. Dolayısıyla medya gündemi de ağırlıklı olarak siyaset..
Dünyada siyaseti bu yoğunlukla yaşayan ülkelerin sayısı çok fazla değildir. Bizdeki durumu ülkenin "yöneten siyaset"e kuvvetle ihtiyaç duyması hali olarak açıklayabiliriz belki.. Biliriz ki 100 yıldır belki bu coğrafya siyaseten yönetilir durumda değildir, bu milletin 100 yıldır bu topraklarda kendi olması engellenmiştir. Dolayısıyla imparatorluk sonrası bu coğrafyada tam bir hükümranlık kurabilmiş değildir. Çok mu iddialı oldu? Evet, ama bunların hepsi tarih içinden örneklendirilebilir. Bir şeycik söyleyeyim sadece; "Eski Türkiye" döneminde, üyesi bulunduğu zeminlerde, hangi uluslar arası kararda bizim delegasyonlarımız Batı'nın bilhassa ABD'nin ihsası olmadan irade beyanında bulunabilmiştir sormak lazım?!

***

Şimdilerde kendi göbeğimizi kendimiz kesmeye başlamışken istiyoruz ki kararlarımızı Mecliste ve meydanda; derin bir tarih şuuru, kuvvetli bir inançla, aklıselimimizi kullanarak, ortak duyguyla alalım.. Ama olmuyor.. Eski alışkanlık mıdır, kendine güvenememe duygusu mudur nedir; adına müzakere denilen oturumlarda hakaretler, ima ve istihza ile aşağılamalar havalarda uçuyor.

***

Gelin biz özellikle yeni vekiller için bazı tavsiyelerde bulunalım, ne ki bu Meclise yıllarımızı verdik. Vekillik mazbatayla başlar fakat vekil olmak bir süreç meselesidir. Milletvekilliği memuriyet değil, toplam bir görevdir, farklıdır, özelliklidir, yüksek ufuklu bir bakış açısı gerektirir. Memleketin herhangi köşesinde avukat, doktor, mühendis olabilir, siyasetle de meşgul olmuş bulunabilirsiniz ama milletin Meclisinde durum ve şartlar farklıdır. Her gün kürsüye çıkmak, yüzlerce önergeyle bir hakkı kilitlemek iş değildir.
Kimileri için giyotindir kürsü.. Parlamento adı üstünde "konuşulan yer" olmakla birlikte DİNLEMEK SÖYLEMEKTEN ÖNEMLİ-
DİR ve ÖNCELİKLİDİR. Meclisin de DİNLENİR konuşmalara ihtiyacı vardır. Mevlâna'nın 26 bin beyitlik Mesnevisi'nin ilk kelimesidir DİNLE...
Söylerken değil, dinlerken de çok dikkat gerekir. Hz. Pîr'in çok önemli iki tavsiyesi var ki bana kalsa genel kurul salonunun alnına, altın harflerle bu sözleri nakşederim. Meal olarak diyor ki; SESİNİZİ DEĞİL, SÖZÜ- NÜZÜ YÜKSELTİN, YÜKSEK SÖZÜN
YÜKSEK SESE İHTİYACI YOKTUR.
İkincisi de; "HER AĞZINA GELENİ SÖYLEME, HER ÖNÜNE KONULANI
YEME."

gazete

5 Ocak 2017 Perşembe

Metronuz hayırlı olsun


Metronuz hayırlı olsun

5.1.2017

Anadolu bozkırının ortasında, -bir iddiaya göre- 3 bin yıllık bir kent Ankara.
Hitit'ten, hattâ ondan öncesinden günümüze derin bir tarih ve kültür barındırıyor.
Ancak Cumhuriyetin başkentini herkese sevdirip "Benim Ankara'm" dedirtebilmiş değiliz.
"Dönüşü güzel" olmaktan kurtulmuş değiliz henüz! Bunun da şartları var, en başta ulaşım.
Tarih, trafik, ışıklandırma, aydınlatma, estetizm başkentte dikkatle ele alınması gereken konulardır.
Bizde projektörler, "vahşi aydınlatma araçları" olarak insanı kör ederken, başka memleketlerde sadece "ışıklandırma ve aydınlatma" amaçlı sivil toplum kuruluşları olduğunu biliyorum. "Çatı mimarisi" kavramı henüz bizim şehircilik anlayışımızda yok.
Başkaları şehrin havadan görünüşüne de estetik kazandırma gayretinde… Şu sıralar mesela şehre gece yüksekçe bir yerden veya havadan bakanlar Kocatepe Camisini iki minareli görüyorlar, neden? Caminin ışıklandırması aylardır arızalı, yarım aydınlatılıyor, iki minaresi gece görünmüyor da ondan.

***

Çankaya Belediyesi gibi uzun bir süre salt partizanlığa kurban edilmiş bir şehirdir Ankara. Çukurlar açılır "etrafımıza verdiğimiz rahatsızlık yüzünden" diyerek "özür" afişleriyle aylarca çıkmaza geçilmeze mahkûm olurduk, yok edilen ağaçlar güya bir başka yere "tayin" olurdu, biz de yutardık!
Dolayısıyla Ankara, şehircilikte modern, mütenasip hızlı bir gelişme ve güzelleşmeyi on yıllarca sağlayamamış, resmi hüviyeti yapışmış kalmıştır suratına. Başkanların Ankara için hizmet gayretinde olmadıklarını söylemiyorum; bir kısır çekişmeye, imkânsızlıklara, bir müdahil yapıya kurban edilmiştir Ankara!
"Şehirciliğe bakacak hal mi vardı?!" denirse yüzde yüz hak veririm. Biz zaten ülke olarak adeta "müstemleke bir hal"den henüz kurtulmaya çalışıyoruz. Kendi yaşadığımız şehrin düzenini bile yabancıların tercihiyleriyle yönlendirdik. Uzun yıllar 'JUSMAT' lar, 'TUSSLOG'lar bizim yaşantımıza yön verdi. Nedir bunlar? diyenler bi zahmet internete girip baksınlar öğrensinler..

***

Son dönemde modern bir başkent ortaya çıkarma adına çok önemli çalışmalar yapılıyor.
Alt, üst geçitler, raylı ulaşım, uydu kentlerle modern bir şehir hüviyeti kazanmaya başladık. Ama henüz yeterli değil, daha çok eksiğimiz var! Bugün Keçiören metrosu açılıyor, 12 yıl sonra da olsa sevindirici. Bağdat demiryolu bir asır önce 6 yılda tamamlandı, dünyada metroyu İstanbul'da Galata- Karaköy arasında ilk kuran da biziz ama Paris, Moskova, metrolarıyla meşhur başkentler...
Niye? 100 sene geç kalmışlığımız ya da geç bırakılmışlığımız var kabul edelim...

gazete